26 Ekim 2018
İbrahim Fidanoğlu
Ekim ayının ilk
haftasında sezonun ilk etkinliği olarak Bafa
Gölü’nün güney kıyısında yer alan Pınarcık
Yaylası’nda; İlkçağ’ın ve Ortaçağ’ın yöredeki hikâyelerinin peşinde
dolaşmış, Mersinet Manastırı ve Miletos kentine ait mermer ocaklarının
bir yatağına ulaşarak günü tamamlamıştık. O yürüyüş gününde; gün, Miletos mermer ocaklarının esas kaynağı
olan Büyükasar Tepesi’ne gitmemize
yetmemişti. Bu nedenle Miletos mermer
ocakları ile ilgili programı eksik bırakmamak amacıyla bugünkü yürüyüş rotamızı
yine Bafa’ya çevirdik.
Bafa Gölü kıyısında sazlar ve Beşparmaklar
(Fotoğraf: MYC)
Dağa Kaçtım gezginleri; Büyükasar Tepe'de...
(Fotoğraf: MYC)
Sabah 7.30 civarı
İzmir’den ayrıldık. Foça ekibi, bize yine Pınarcık
köyünde kahvaltı sırasında yetişti. Yol üstü kahvehanelerinden birinde
yaptığımız kahvaltı sonrasında; saat 10 gibi köy mezarlığının yanından göle
doğru inerek, bu kez daha güneydeki bahçeler arasındaki bir bozuk asfalt yola
saptık ve asfaltın tükendiği noktada arabayı park ederek, İoniapolis’den günümüze ulaşabilmiş bir sütun kaidesinden bozma kuyu
bileziğiyle dikkat çeken eski bir su kuyusundan göle doğru yürüdük.
İoniapolis'den kalan bir sütün kaidesinin kuyu bileziği olarak kullanıldığı su kuyusu
Göl kıyısına doğru inerken...
Göl kıyısındaki tarlalar; arkada Beşparmaklar...
Hayıtın güzelliği
Sarı-kızıl yapraklarıyla
hüznün manzaraları, Bafa Gölü’nün kıyısındaki bozulmuş sonbahar bahçelerine
damgasını vurmuştu. Birkaç bağ evi, hala el ayak çekilmemiş hissini veren bahçelerden
gelen insan sesleri, göle yaklaştıkça rüzgâra boyun eğmiş sazların iki yana
doğru savruluşları, ilk gözümüze çarpanlardı. Göl kıyısında sazlıklar iyice
yoğunlaştı; tarlaların son bulduğu hat boyunca kuzey batıdan güney doğuya doğru
ilerleyen bir traktör yolunun hemen kenarında bir kanal bulunmaktaydı. İki
hafta önce Mersinet Manastırı’ndan İoniapolis’e doğru sazlıkların içinden
yürürken, aynı derenin daha kuzeydeki bölümüyle karşılaşmıştık. Bu bölgede de
kanalın iki yakasına geçişi sağlayan birkaç yorgun kayık vardı. Traktör
yolundan yürürken sağımızda; güney batı yönünde Büyükasar Tepe olarak düşündüğümüz yükseltiyi gördük. Miletos kentinin mermer ocakları, bu
tepenin üzerinde olmalıydı. Yolumuzu tepenin bulunduğu yöne doğru ilerleyen bir
dere yatağına çevirdik. Yürüdüğümüz tarlalarda; hasat sonrası toprağın içinde
bırakılmış mısır sapları vardı. Toprağın yer yer ıslaklığına bakılırsa, bir gün
önceki yağmur buralara da yağmış olmalıydı.
Bafa Gölü kıyısında; sazlıklar arasında...
Tarlaların sınırında yer alan kanal ve tekne; arkada sazlıklar ve Beşparmaklar...
Gölyaka köyü yönünde Herakleia mermer ocaklarının bulunduğu tepe
Gezginler, sazlıkların sınırında yer alan kanalın kıyısındaki bir söğüt ağacının altındalar.
Miletos mermer ocaklarının önemli bir kısmının bulunduğu Büyükasar Tepe, Mylasa-Herakleia geçişinde Bafa
Gölü’nün güney kıyısında bir Bizans Dönemi savunma gözetleme kalesi
konumundaki; yol üstünden de görülebilen Kadı
Kalesi’nin hemen batısında yer alıyor. İlkçağ’da Didyma Tapınağı’nın inşaatına mermer yapı taşı sağlamak amacıyla
kullanılmış bu ocaklar, Alman arkeolog Anneliese
Peschlow-Bindokat’ın verdiği bilgilere göre en doğuda Büyükasar Tepe’den batıya doğru Mersinet
Manastırı’nın arka yüzündeki Tahtacı
Tepe’ye ve en arkada gölün güney kıyısındaki Kahveasar Adası’nın batısındaki yükseltilere dek uzanan 5-6 km.lik
bir alana yayılmış durumda…
Yörede koyunların yapraklarını bayılarak yedikleri karaağaç ya da "karıngeç"...
Bir tarlanın kıyısında gördüğümüz ezme teknesi
Yol arkadaşlarımızdan; iki merkep, bir sıpa...
Büyükasar Tepe'ye tırmanırken...
Büyükasar Tepe sırtları
İki hafta önce dolaştığımız Tahtacı Tepe
Yürüyüş rotası; 4 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Yürüyüş rotası; 4 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
İ.Ö. 5.yy.ın başlarında Persler
tarafından tahrip edilen İlkçağ’ın bilicilik merkezi Didyma Tapınağı, Büyük
İskender’in; Persleri Anadolu’dan çıkarmasından sonra uzun bir süre kendine
gelemez. Yaklaşık 150 yıl kadar sonra bu bölgeyi kontrol eden Büyük İskender’in ardıllarından Seleukoslar
zamanında tapınağın inşasına yeniden başlanır. Yeni tapınak eskisinin benzeri
olmakla birlikte çok daha görkemli bir ölçekte planlanmıştır. Miletos kentinin imkânlarını aşan bu
tasarımın gerçekleştirilmesi için; I.Seleukos’un,
eşi Apameia ve oğlu I.Antiokhos’un inşa sürecinde büyük
katkıları olur. Bu amaçla I. Seleukos
nakdi yardımda bulunurken, oğlu Antiokhos;
inşaatın finansmanını sağlamak amacıyla Miletos
kentinde bir stoa yaptırtır. Roma Döneminde devam eden bağışlara rağmen
tapınağın inşa süreci, İ.S. 3.yy.daki Got istilaları nedeniyle yarım kalır.
Bugün de mevcut tapınağı çeviren yüksek duvarın, Got istilalarından korunmak
için o günlerde yapıldığı söylenilmektedir. İşte o günlerde tapınağın
tamamlanması amacıyla Bafa’nın güney
kıyısında uzanan alandan durmaksızın mermer çıkarılmakta, bunlar kızaklar
yardımıyla dağdan indirilmekte; daha sonra öküzlere koşularak Mersinet İskelesi’ne (Ioniapolis liman kasabası) bir şekilde
taşınmakta, gemilere yüklenen yarı mamul mermer tamburlar ve kesme taşlar, Didyma yakınlarındaki Panormos Limanı’na (bugünkü Mavişehir) taşınmaktadır. Dev kütlelerin
buradan Didim Tapınağı’na taşınması
ise ayrı bir meseledir.
Mermer ocaklarında ana kayadan mermer parçanın koparılışı
(kaynak: Anneliese Peschlow-Bindokat; Herakleia; Martin çizimi)
Mermer kütlenin üzerindeki murç izleri; Büyükasar Tepe'den...
Mermer yarı mamul yapı malzemesinin ocaktan limana taşınışının temsili resmi
(kaynak: Anneliese Peschlow-Bindokat; Herakleia; Martin çizimi)
(kaynak: Anneliese Peschlow-Bindokat; Herakleia; Martin çizimi)
Büyükasar Tepe'de bir mermer damarı; karşı duvarda nişi andıran oyuk ilginç...
Büyükasar Tepe'ye tırmanırken ilk rastladığımız mermer bloklardan...
Aynı damarın bir başka açıdan görünümü
Anneliese Peschlow-Bindokat’ın Miletos kentine ait mermer taş ocakları ile ilgili gözlemleri şu
şekilde ifade edilmektedir:
“Miletos
taş ocaklarında olduğu yerde bırakılmış durumdaki sütun kasnakları arasından
bazılarında sütun hatlarının kaya yüzeyine çizildiği, diğerlerinde ise sütun
kasnağı çevresinde daire biçimli bir çukurun oyularak sütun kasnağının
şekillendirilmesine başlandığı, yine başkalarında bu işlemin bitirilmiş olduğu
ve sütun kasnağının yerli (ana) kayaya birleşik olduğu yerden koparılması
aşamasına getirildiği gözlenmektedir; böylece ilk işlem aşaması olan taş kırma
işlemi bitmiş ve bunu kabaca kırılmış olan taşın yontularak mimari öğenin kaba
hatlarıyla biçimlendirildiği ikinci işlem safhası izlenmiştir.”(1)
Büyükasar Tepe'den Pınarcık köyüne doğru bakış
Dağa Kaçtım gezginleri, 2200 yıllık bir sütun tamburunun üzerinde; Büyükasar Tepe'de...
Mermerin dili
Safran çiçekleri
Pınarcık köyünün doğusunda yer alan Büyükasar Tepe’ye doğru ana yoldan ayrıldıktan sonra; hafif eğimli
bir sırttan tırmanarak zeytinlerle kaplı, nispeten büyük bir çukuru andıran bir
havzaya ulaştık. Üç yanı küçük tepelerle kaplı bu bölgede; mermer ocaklarının
bulunduğunu düşündüğümüz tepeye bizi götürecek ve bir traktörün rahatlıkla
geçebileceği genişlikte bir patikada bir süre yürüdük. Solumuzdaki zeytinliğin
derinliklerinden bize doğru yönelmiş bir bağırtı koptu bir anda. Önceden anlam
veremedik; kimseye bir zararımız olmamıştı. Kulak kesildik ve bağırtıyı çözmeye
çalıştık. İçimizden bir iki kişi sese doğru yöneldi. Onlar da zeytin
ağaçlarının arasında kayboldular ve bu kez onlar aynı şiddette yardım istemeye
başladılar. İyice meraklanmıştık doğrusu. Koşturarak sesin geldiği yere doğru
ulaştığımızda, belki de bu dağ başında hayatımızın en ilginç anlarından birini
yaşamakta olduğumuzu anladık.
Doğum sonrası inek ve yavrusu bir arada...
Annenin yavrusuna ilk dokunuşu
Bizi çağıran, Pınarcık köyünden Alâaddin isminde bir
çiftçiydi. Otlamaya çıkardığı ineklerinden biri doğurmaya başlamıştı. Kendince
urganlarla oluşturduğu bir düzenekle hayvancağıza yardım etmeye çalışıyor, ama
başı; anasının rahim ağzında sıkışmış olan zavallı yavru, bir türlü dışarı
çıkamıyordu. İnek yerde bağırarak acıdan kıvranıyor; bizden önce oraya ulaşmış
iki arkadaşımız, Alâaddin ile birlikte ayaklarından ve başından tutarak ineğe
yardım etmeye çalışıyorlardı. Manzara bir yandan çok dramatik, diğer yandan da
dehşet vericiydi. Hayatımızda hiç yaşamadığımız bir ana tanıklık ediyorduk.
Hepimiz ineğin bir tarafından tutarak, bir anlamda buzağının dünyaya gelişinde
ebeliğini üstlenmiş olduk. Yaklaşık 10 dakikalık bir uğraş sonunda inek
yavrusunu dışarı attı. O an müthişti. Hayvancağız hemen yere devrildi. İlk önce
ayağa kalkmaya yeltendi; ama ayakta duramadı, devrildi. Annesi doğum sonrasında
bitkin düşmüş vaziyette bir süre dinlendi; daha sonra birden ayağa kalkarak yavrusunu
diliyle temizlemeye başladı. Hayat başlamıştı; anne içgüdüsel olarak sırayla
yapması gerekenleri yapmaya koyulmuştu bile. Alâaddin, minnet duyguları içinde;
doğum esnasındaki yardımlarımız için bize teşekkür etti. Biz ise, hala
şaşkınlığımızı üzerimizden atamamıştık. Ama daha fazla oyalanamazdık; Büyükasar Tepe bizi beklerdi. Vedalaşıp
ayrıldık.
Büyükasar Tepe'ye tırmanırken gördüğümüz mermer kütlelerden biri
Tepeye erişmek amacıyla,
yeniden traktör yoluna döndük. Topografyanın en çukur bölgesine ulaştığımızda,
yarım kalmış mermer blokları ve kazılarak oyulmuş bir mermer ocağından kalan
manzara ile karşılaştık. Ama esas görülmesi gerekenler daha yukarıdaydı.
Tırmandıkça tamamlanmamış tambur parçaları karşımıza çıkmaya başladı.
Tamburların kimi ana kayadan koparılmış, kimi konturları işaretlenerek ana kaya
üzerinde yarıkları oluşturulmuş, kimisi de koparılamaya ramak kalmış
durumdaydı.
Mermer ocağının ortasında ham haldeki bir sütun başlığı
Aynı mimari parçanın daha yakından görünüşü
Gezginler, tepedeki mermer ocağında...
Tepeye doğru tırmanan
patika; bizi, üzerinde epey çalışılmış bir damara ulaştırdı. Tam ortasında yer
alan mermerden dev tambur, Didyma
Tapınağı’nın sütunları için hazırlanmış olmalıydı. Onlarca tonluk bu kadar
büyük kütlelerin, buradan Mersinet
İskelesi’ne taşınması o zamanın teknolojik olanakları düşünüldüğünde inanılmaz
bir işti. Bu alanda biraz oturduk ve mermer çıkaran ustaların halini düşündük;
ocaklardan mermerin nasıl çıkarıldığını, nasıl kabaca işlendiğini, aşağıdaki
düzlüğe 120 metrelik tepeden nasıl indirildiğini ve oradan Mersinet İskelesi’ne nasıl taşındığını hayal etmeye çalıştık.
Zordu; pek zordu her şey…
Yerde ham halde bir sütun tamburu
Dörtgen formda kesilmeye başlanmış bir başka mimari parça; belki bir kaide...
Tepedeki mermer ocağının genel görünümü
“Tapınak (Didyma Tapınağı kast ediliyor-İF) yapı belgelerinde belirtildiği
üzere, taş ocakları Miletos’un mülkiyeti altındaydı. Bu bilgiden, yapı
malzemesine para harcanmadığı sonucunu çıkarabiliriz. Apollon Tapınağı’nda
yapıyla ilgili tüm işleri bir mimar yönetiyordu; yapı kontrolünü ise bir
komiser üstlenmişti. İş gücünü, kendilerine ücret verilmeyen, ancak yemek ve
barınma olanağı sağlanan tapınak köleleri oluşturuyordu. Bunlara ek olarak işçi
kiralanması durumunda ise-ki ara sıra bu da yapılmıştır- durum değişiyordu.
Fakat kiralık işçilere ödenen ücret çalıştıkları süreye göre değil, yapımını
tamamladıkları parça sayısına göreydi.
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Tapınaktaki bir sütun kaidesinin üzerindeki süslemeler; mermere verilen can...
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Bu da bir diğeri
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Depremler sonucunda yıkılmış sütun tamburları; ilk hallerini Büyükasar Tepe'de gördük.
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
İşçiler ocaklardaki taş kırıcıları
(latomoi) ve tapınakta çalışan taş ustaları (leukourgoi) olarak iki gruba
ayrılmışlardı. Didyma Tapınağı’nın yapımı gibi öylesine büyük bir yapı
girişiminde, hemen akla sayısız işçi ve zanaatkâr çalıştıran bir yapı işletmesi
ve bunların taş ocaklarında barınacağı sabit yerlerin olması gerektiği gelirse
de, bu varsayım en azından Hellenistik Dönem için gerçekle bağdaşmaz.
….
Yapı belgelerinden edindiğimiz bilgilere
göre İ.Ö. 3. ve 2. yy.larda, -ki bu yüzyıllar Didyma’daki tapınakta
çalışmaların en hummalı biçimde yürütüldüğü dönemdir- mermer ocaklarında ve
tapınakta çalışanların sayısı yılda 30-40 kişiyi aşmıyordu. Bu kadar az işçinin
çalışması nedeniyle mermer ocaklarında çalışanlar için sabit bir yerleşmenin
varlığı pek olası görünmemektedir. Ahşap kulübeler, barınmak için kafi gelmiş
olabilir.”(2)
Mermer ocağının duvarlarından bir görünüm
Büyükasar Tepe'den göle ve Beşparmaklar'a bakış
Kabaca şekil verilmiş bir sütun
Tepenin zirvesine yakın bir noktada en büyük ocağa ulaştık. Burada bütün mimari malzemelerin ham haline dair iyi örnekler bulunmaktaydı; sütun, kasnak, başlık, kaide v.b. gibi… Bizi tatmin eden bir noktaya ulaşmıştık. Bulunduğumuz yükseltide; bütün göl manzarası ve Beşparmakların etkileyici görüntüsüne hâkim bir yerdeydik. Mermer kayaların üstüne oturup bu etkileyici manzarayı bir süre seyrettik. Hemen altımızdaki mermer bloğun üstündeki yarıklar, yapı taşlarının birer birer ana kayadan nasıl koparıldığına dair ip uçlarını ziyaretçisine sunmaktaydı. Arkamızdaki mermer yatağının bulunduğu çukur alan ise tamamlanmamış mermer yapı elemanlarının örnekleri ile kaplıydı. Yol boyunca ve ocaklarda rastladığımız; tamamlanmamış mermer yapı elemanları tapınak inşaatının sürdürülemez hale geldiği Roma Döneminde Got saldırılarının yoğunlaştığı İS. 3.yy.a ait olmalıdır. Bazılarının üzerindeki mermer yapı elemanının kaba konturlarını belirleyen çizgilerin varlığı ise oldukça dikkat çekicidir.
Ana kayadan koparılmış mermer kütleleri
Bir başka mermer mimari parça; ham halde...
Zeytinlikler arasında başka mermer parçalar
Dağa Kaçtım gezginleri; Büyükasar Tepe'de Miletos mermer ocakları keşfinde...
(Fotoğraf: Coşkun Dilme)
Dağa Kaçtım gezginleri; Büyükasar Tepe'de Miletos mermer ocakları keşfinde...
(Fotoğraf: Coşkun Dilme)
“Tapınak inşaatı sırasında yapılan tüm
harcamalar,(3) mermer
ocaklarındaki çalışmalara, nakliyata ve tapınakta yürütülen yapı çalışmalarına
eşit biçimde paylaştırılmıştır. Mermer ocaklarındaki çalışma olarak burada
yapılan çeşitli harcamalar adlandırılmaktadır: Taş kırma, ilk yontma, çalışma
artığı taşların tasfiyesi, nakil yolunun yapım ve onarımı. Taşıma masraflarının
her safhası ayrı ayrı hesaplanmıştır: Taş ocaklarından limana nakil, limanda
mimari parçaların gemiye yükleme işlemi ve gemiyle Panormos’a taşıma, burada
yükün indirilmesi ve Didyma’ya taşıma.
Apollon Tapınağı; merdivenler ve sütunlar
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Bir başka açıdan...
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Duvarlardan detay
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Medusa kabartması; Apollon Tapınağı
(Fotoğraf: İF; Ekim-2005)
Yapı yerinde yapılan çalışmalar da şu
şekildedir: Parçaların tapınaktaki yerlerine konması, mimari parçaların yatak
kısımlarının yapımı, palangaların harekete geçirilmesi, sütun kasnaklarının
yerlerine konması, sütun oluklarının işaretle belirlenmesi, sütun oluklarının
yapımı ve mimari parçalarda son tıraşlamanın yapılması. Harcamaların
dağılımında ilginç olan, nakil işleminin taş ocaklarında yürütülen işler kadar
ya da tapınaktaki çalışmalar kadar pahalıya mal olduğu gerçeğidir. Oldukça
sorunlu ve bundan dolayı pahalı olan nakil işlemi, deniz yoluyla yapılan değil,
kara yoluyla yapılandır. Bu, zamanın teknik olanakları göz önüne alındığında,
şaşılacak bir şey değildir, çünkü sonuçta 70 tona varan ağırlıktaki yapı
öğelerinin nakli söz konusuydu.”(4)
Ada soğanları
Soğanlı sarı çiçekleri ile; güz çiğdemi
Kuytuların siklamenleri
Soğanları ortada; ada soğanları
Siklamenler
Büyükasar Tepe’deki gözlemlerimizi tamamlamıştık. Bundan sonra yapılacak olan geldiğimiz yoldan karayoluna ulaşmaktı. Bafa havzasının her zaman bahara çalan ılıman havası, sonbahar çiçeklerini coşturmuştu. Kuytularda siklamenler, zeytin ağaçlarının diplerinde yer yer; soğanlı bir bitki olan ve kayısı çiçeklerini andıran sarı renkli çiçekler, topraktan fışkırırcasına çıkmış bir sürü ada soğanı hemen gözümüze çarpanlardı. Dönüş yolunda doğumuna tanıklık ettiğimiz buzağı ile annesi kendine gelmişti. İkisi de ayaktaydı. Alaaddin’e bir kez daha veda ederek yanından ayrıldık ve zeytinlikler arasından geçerek Milas karayoluna ulaştık. Sabah kahvaltımızı yaptığımız Pınarcık köyündeki kahvehanede bu kez gecikmiş öğle yemeğimizi yedik. Çok fazla yürümüş olmasak da yine de bu mola hepimize iyi gelmişti. Arka arkaya gelen çaylar, azığımıza eşlik etti.
Yeni doğanlar
Annesi yavrusunun peşinde...
Yavrusu da annesinin...
Doğanın mucizeleri; aynı kökten çıkmışlar gibi...
İzmir papatyalarından yeni sezona erken merhaba...
Günün kapanışını Kapıkırı köyünün Bafa Gölü kıyısına yakın bir konumdaki adadaki manastır
kalıntılarının tam karşısındaki kumsalda yaptık. Antik Herakleia kentinin üzerine kurulmuş olan Kapıkırı’nda Athena Tapınağı
ve agorasının bulunduğu alanda dolandık bir süre. Anıt zeytin ağacı ve
çitlembiğin yanına uğradık; dokunduk sevgiyle onlara. Gölün rüzgârla hafif
dalgalanan yüzeyi, neredeyse Ilbır Dağı’nın
üstünden öteye doğru devrilmeye niyetlenen güneşin hafiften kızıla çalan
halleri, karşıda gölün içinde usulca ağlarını suya bırakan balıkçı tekneleri ve
karşımızda geçmiş zamanın ruhunu yansıtan manastır kalıntısı karşımızdaki resmi
tamamlamıştı. Masadaki sohbet, bir zamanlar Athena
Tapınağı’nın kıyıcığındaki yıkık dökük bir masanın başında tanıdığımız ören
yeri bekçisi Mehmet Gümüştekin’e
kadar uzandı. En perişan halinde bile kendisini çoban Endymion’un yerine koyarak Ay
Tanrıçası Selene’nin Bafa Gölü’nün sularına yansıyan hayalini
nasıl gördüğünü büyük bir coşkuyla anlatan bu adamın kendi de artık bir hayaldi
şimdi. Alkolün esir aldığı bir yaşamın son demlerinde Athena Tapınağı’nı ve ören yerinin diğer unsurlarını, Kapıkırı köylüsüne karşı cansiperane
koruduğuna inanan bu şövalye ruhlu adamı; yine aynı köylüler, öldüğünde Bafa Gölü’nün kıyısındaki ovada yer alan
köyün mezarlığına gömdüler. Şimdi O; gölün dalgalarının rüzgârla ivmelenen
sesleri ve Selene’nin hayalinin eşliğinde,
Bafa Gölü’nün kıyısında sonsuzluk uykusunda yatıyor.(5)
Kapıkırı kıyısında kayıklar...
Alman arkeologların yaşını 2500 yıl olarak saptadıkları; Kapıkırı köyünden sahile inen yoldaki anıt zeytin ağacı
Kapıkırı kıyısındaki Ada Manastırı
Kapıkırı'nda Bafa Gölü kıyısında huzur...
Kapıkırı köyü
Gezginler, Athena Tapınağı'nın önünde; Mehmet Gümüştekin'in ruhuna selam olsun. Bir zamanlar o hep buradaydı.
Athena Tapınağı; Kapıkırı
Athena Tapınağı; yan duvarlarından biri; Mehmet Gümüştekin'in kırık dökük masası tam buradaydı.
Herakleia kentinin agorası
Herakleia'da; o muhteşem melengeçin altında güne ve Bafa'ya veda anı...
Bir günü Bafa Gölü’nün güney ve kuzey sahillerinde kaygısızca dolaşarak geçirmiş, olağanüstü bir doğuma tanıklık etmiş, görkemli Didyma’daki Apollon Tapınağı’na yapı taşı sağlayan İlkçağ’ın mermer ocaklarını keşfetmiş ve akşamın eşiğinde Bafa Gölü kıyısında Herakleia’nın gönüllü ören yeri bekçisi rahmetli Mehmet Gümüştekin’in ruhuna bir selam göndermiştik. Gün Bafa’yı terk ederken, artık bizim için İzmir’e doğru yollara koyulma vaktiydi şimdi.
Dipnotlar:
(1) Anneliese Peschlow-Bindokat, Latmos’da bir Karia Kenti, Herakleia; Şehir ve Çevresi, Homer
Kitabevi, 1.Basım-2005; sayfa: 155
(2) Anneliese Peschlow-Bindokat, a.g.e.; sayfa: 157-158
(3) Bu bilgiler, 1979 yılında ortaya
çıkarılan; Didyma Apollon Tapınağı’nın inşaat komisyonunun yıllık hesaplarını
içeren ve taşa işlenmiş bir şekilde tapınakta sergilenen taş levhaların
çözümlenmesinden elde edilmiştir.
(4) Anneliese Peschlow-Bindokat, a.g.e.; sayfa: 158-159
(5) Mehmet Gümüştekin hakkında daha fazla bilgi için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/04/bafa-golunun-arka-dunyas-coban-endymion.html
(6) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Muhteşem bir keşif. Mermer ocaklarındaki yarım kalmış işleri görmek, arkalarındaki olabilecek hikayeleri dinlemek ve o dönemi hayalde canlandırmak muthiş keyifli bir deneyimdi. Yaşattığınız için binlerce kez teşekkür.
YanıtlaSilİlginiz ve geri bildiriminiz teşekkür ederiz. İF
Sil