26 Eylül 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Rivayet odur ki;
Kanuni, Rodos seferine doğru yürürken (belki giderken; belki de dönerken) bu
topraklardan geçmiştir. Bir yüzünde Çine,
diğer yüzünde Bozdoğan kasabasının
yer aldığı bu topraklar üzerinde, Alevi Türkmenlerin; Kanuni gibi bu topraklara
doğru yöneldiği bir zamana dair delilleri saklayan ata mezarları ise, hala Madran Baba’nın zirvelerinde bir
yerdedir. Halkın belleğinde saklı bu büyük göçün hatırası, ahir zaman
günlerinde oralara dek çekilmiş durumdadır. Yazımızın konusu Madran Baba Dağı’nın güney yakasına
yaslanmış Aydın’ın nadide kasabası Bozdoğan
ve onun çevresindeki değerlere dairdir.
Bozdoğan'da Salı pazarı; kelterler boşalmış, kahvehanelerde muhabbet...
Bozdoğan çevresinde
Büyük Menderes’in kolu Akçay’ın
aktığı vadiye hâkim konumda; Madran Baba Dağı’nın
güney eteklerinde kurulmuş Bozdoğan,
Muğla’nın Kavaklıdere kasabasına 36
kilometre, Nazilli’ye ise 26
kilometre uzaklıktadır. Mermer ocaklarıyla dolu Madran Baba Dağı’nın güney yamaçlarını yalayarak Kavaklıdere’den Akçay vadisine doğru alçalan kıvrım kıvrım yol, sizi 1000
metrelerin üzerinden doyumsuz manzaralar eşliğinde Bozdoğan’a taşır. Önce kızılçamlar; daha sonra ise uzaktan
bakıldığında karnabaharı andıran gösterişli fıstık çamlarının arasından
kıvrılarak akan yol, Karia’nın
taşradaki suskun yerleşimlerinden birinin yakınlarından geçer. Çayboyu (eski Mesevle) kasabasından Derebağ
köyüne doğru ilerlerken, köyün hemen girişinde eğimli bir bayıra açılan bir
patikadan dikkatli yolcusuna göz kırpan bu eski Karia yerleşimi Hyllarima’dır.
Akçay (Harpasos) vadisinin Nazilli’ye
doğru çıkışında yer alan Harpasa ile Yenipazar yakınlarındaki Orthosia da bu civardaki diğer Karia yerleşimlerinden bazılarını
oluşturur. Harpasa(1) ve Orthosia’dan(2)
daha önceki yazılarımızda söz etmiştik; Bozdoğan
odaklı bu yazımızda ise, Kavaklıdere-Bozdoğan
geçişinde yer alan ve az bilinen Karia
yerleşimlerinden Hyllarima’dan söz
edeceğiz.
Kavaklıdere'den Bozdoğan'a doğru...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Karia’nın taşrasında bir kent; Hyllarima(3)
Hyllarima antik kenti kalıntıları,
biraz yukarıda; Maltepe adı verilen tepenin
çevresine yayılmış durumda. Kenti belirleyen kahverengi levhadan yukarı doğru
sapılarak, patikaları ve su kanaletini izleyerek tepeye doğru tırmanıyoruz.
Kent kalıntılarına yürüme mesafesinde yaklaşık 20 dakikalık bir süre sonunda
ulaşılıyor. Kaybolmamak için su kanaletini asla bırakmamak gerek. Kalıntılara
gelince; iyi durumda bir Roma dönemi tiyatrosu, sur kalıntıları, kaya mezarları
en dikkat çekenleri.
Hyllarima tiyatrosundayız; 2004-Nisan'ından süzülüp gelen...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
Kent üstüne tarihi kaynaklar ne yazık ki yetersizdir.
Derebağ köyüne sırtımızı verip Madran Dağı’na doğru baktığımızda
karşıdaki yaylada solda Hisartepe
adıyla anılan tepe, Karia kentinin
ilk kurulduğu yer olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kentin Luvi dilinde Wallarima olarak eşleştirilebileceği, Hitit
Kralı Tudhaliya’nın bu taraflara
düzenlediği bir seferde adının anıldığı bilinmektedir. Kentin daha sonraki
dönemlerde, belki de Karia’nın
yeniden yapılandırıldığı Mavsolos’un Pers Satraplığı döneminde (İ.Ö.4
yy.) köyün üst kısmında bulunan düzlük alana; şimdiki tiyatro ve diğer
kalıntıların bulunduğu Maltepe’ye taşındığı sanılmaktadır.
Nisan-2004; Ebruli gezginleri, Şükrü Hoca ile birlikte Hyllarima'da...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
Hyllarima'ya giden patikanın başlangıcı
(http://erkmensenan.blogspot.com.tr/2011/07/hyllarimaderebag-koyu-kavakldere-mugla.html)
Roma döneminde surlarla çevrili olan Hyllarima’nın
yurttaşlarının anayurtlarını terk ederek başka Karia kentlerine “çalışmaya”
gittikleri ve buralarda zenginleşerek Khalketor’da (Karakuyu) ele geçen yazıtta
belirtildiği gibi kutsal yerlere yardımda bulundukları ve hayır işleri
yaptıkları anlaşılmaktadır. (yazıtta; Hyllarima’lı
Theodoros oğlu Leon’un Zeus Thaloinos, Apollon Apotropaios ve diğer birçok
tanrıya yaşamı sırasında para harcayarak kutsal yerlerine yardımda bulunduğu aktarılmaktadır.)
Ören yerinde bir yazıt
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
Kent duvarlarına örnekler...
İmparatorluk dönemi sikkelerinde Hyllarima’nın adına rastlanmakta; arka
yüzlerinde ayakta duran, başı sola dönük bir Athena ve kentin mülkiyetini ifade eden Hyllarimeon (Hyllarimalıların)
sözcüğü yer almaktadır.
Kentte giriş doğuda ve en yukarıda kuzeyden ve
güneyden sivri burçlarla desteklenmiş bir sur kapısından düzenlenmiştir. Kule
tipli ve sur düzleminden daha ileride bir konuma sahip burçlara Batı Anadolu’da
pek rastlanmamaktadır. Sur duvarları aşağıda karayoluna kadar sık makilikler
arasında izlenebilmektedir. Surun yola kavuştuğu noktada büyük ihtimalle bir
sunak taşı, şimdi çeşme yalağı olarak işlev görmektedir. Surun üst kesimine,
seyirdim yerine çıkılabilmesi için genişliği 1 metreyi bulan merdiven örneği,
kuzey duvarında görülmektedir. Kuzeydeki sur duvarlarının önemli bir özelliği
ise, kaba taş dizileriyle inşa edilmiş olmasıdır.
Hyllarima'nın yaklaşık 1200 kişilik kapasiteli Roma Dönemi tiyatrosu
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html)
Hyllarima tiyatrosunun bir başka açıdan görünümü
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html)
Tiyatro oldukça iyi durumda olup 12 sıralı
oturma yerleri toprak üzerindedir. Yayvan bir yerleşime sahip olup yarım
daireden daha büyük bir formda planlanmıştır. Tiyatronun sahnesi toprak
altındadır. Güney batı yamacına rast gelen oturaklarda oturma sıralarının
sahiplerinin adlarının kazındığı yazılar seçilmektedir. Tiyatronun hemen
arkasında iç içe geçmiş üç odadan oluşan mezar odaları bulunmaktadır.
Hyllarima; kaya mezarı
(http://erkmensenan.blogspot.com.tr/2011/07/hyllarimaderebag-koyu-kavakldere-mugla.html)
Kavaklıdere Menteşe beldesi
yakınlarındaki Çamyayla’da ise taşradaki bir başka Karia yerleşimi Kyon
antik kentinin kalıntıları var. Köy içinde Roma dönemi tiyatrosu, sunak taşı kalıntıları
bulunuyor.
Şimdilerde otopark olarak kullanılan Kyon tiyatrosu
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html)
Derebağ’dan Bozdoğan’a
Derebağ’dan ayrıldıktan sonra Bozdoğan’a doğru birkaç köyü arkada bıraktıktan sonra tepeye doğru
fıstık çamları başlar. Madran Dağı
eteklerindeki bu zenginlik, yörenin temel geçim kaynaklarından birini
oluşturur. Yol, kuzey doğuya doğru kıvrıldıkça çok aşağılarda derin bir
uçurumla sonlanan Akçay Vadisi
belirir. Büyük Menderes’in iki önemli
kolundan biri olan Akçay ya da
İlkçağ’daki ismiyle Harpasos’un iki
yakasına serpilmiş yerleşimler, 13.yy.da yöreye ulaşan Türkmenlerin bölgedeki
ilk tutunma noktalarıdır. Bunlardan biri de Bozdoğan’ın
aşağılarında; Akçay vadisinin güney
yakasında konumlanmış; eski ismiyle İnebolu
ya da Yazıkent kasabasıdır. Aslında
yine eski bir Karia yerleşimi olan Neapolis’in neredeyse tam üstüne kurulu
kasaba, Osmanlı Dönemi’nde Batı Anadolu’da ticari kapitalizmin geliştiği
18-19.yy.larda ortaya çıkan yerel otorite; ayanlık düzeninin izlerini taşır.
Derebağ'dan Bozdoğan'a inerken Akçay Vadisi'ne ve ovaya bakış; karşıda Karıncalı Dağ...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Bozdoğan'a doğru; Örmepınar köyü yakınları...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)
Aynı bölgenin Peçevi Tarihi’nin kaynaklığında Kanuni’nin Rodos Seferi sırasında ordunun konaklama yeri olarak belirlendiği, Kanuni’nin Rodos Seferi’ne giderken ordusu ile birlikte Menderes-Akçay
vadisinden ilerleyerek Kavaklıdere’ye,
oradan da Muğla istikametine doğru yöneldiği belirtilmektedir. Yine Akçay vadisinde Osmanlı Dönemi’ndeki
ilginç faaliyetlerden birisi Tahtacı Türkmenlerinin bölgedeki kereste ihtiyacının
karşılanması amacıyla ormandan kestikleri tomrukları Akçay ırmağının akışından da yararlanarak bu güzergâh boyunca ovaya
doğru taşımalarıdır. Bugün Bozdoğan’ın
sırtını dayadığı Madran’ın kuzey
eteklerinde yer alan Alamut köyü, bu
Tahtacı köylerinin bugüne ulaşabilmiş tipik örneklerinden birisidir.
Baraj gövdesinin önünde yer alan Akçay Göleti
Tahtacılarla ilgili
anlatılan bir eski hikâye de Yatağan-Kavaklıdere arasındaki bölgede; Cumhuriyet
döneminde 1940’lı yıllarda yürütülen kereste kesim faaliyetleriyle ilgili.
Sevgili Hocamız Arkeolog Şükrü Tül’den 2004 yılında dinlediğimiz
anlatıma göre hikâye şöyle:
Bozdoğan'ın en yukarıları; Hamam Sokak'tan bir görünüş...
Hamam Sokak'a açılan çıkmazlardan biri daha; sanki bir konfor alanı...
Ormanlık bir yöre olan Yatağan –
Kavaklıdere arası yoğun olarak kaçak kereste kesiminin yapıldığı yerler imiş
yakın tarihte. Gelişen kentlerin kereste ihtiyacını karşılamak amacıyla 1940’lı
yıllarda Yatağan gerisinde kereste sağlayan Tahtacı Yörükleri arasında Jandarma
ve kolculara karşı kendi aralarında şifreli bir Kalaycı Argosu
geliştirmişler. Kendi aralarında haberleşmek amacıyla geliştirilen bu gizli
yerel dil, jandarmaya karşı bir korunma içgüdüsünden kaynaklanmış. Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun Türk Dili
Tarihi isimli kitabında Palleci Dili
olarak da adlandırdığı Kalaycı Argosu’na
örnek olarak şu sözcükleri verelim:
palle: bakır tünemek: yatma, uyuma
metrek: adam, müşteri yanbol: polis, asker
nazili: para çeklemek: bakmak
nazili kös: para yok dibo: yok
imam işi: namaz tuna: çok
sama: 1 yıkım: iyi, güzel
kulak: 2 yıkımpiri: muhtar
cimitçi: öğretmen kös:
kötü, çirkin
partal:
elbise sarıgenek:
altın
mazın:
silah partal nazili: kağıt
para
sürtmek:
yemek içmek çapan: Türk kadını
manigadı:
köpek yalı çapanı: Rum
kadını
Bozdoğan; Hamam Sokak'a açılan çıkmazlardan biri; bir "koca kapı" kapanırken...
Hamam Sokak'tan bir başka görünüm...
Yine Şükrü Tül’den
2004 yılında dinlediğimiz bir başka hikâye de Kurtuluş Savaşı yıllarında
bölgenin İtalyan işgaline uğradığı zamanlara dair…
Kurtuluş Savaşı sırasında bu yöre İtalyan işgali
altında imiş. Çine Çayı üzerinde yer
alan Kayırlı Köprüsü’nü İtalyanlar
yapmışlar. İtalyan karakolu da tam bu köprünün başında bulunmaktaymış. İşgal
döneminde bir gün 5 er ve başlarında bir çavuştan oluşan bisikletli bir İtalyan
müfrezesi, Kavaklıdere’den Bozdoğan’a doğru yola çıkmışlar; yaylayı
aşıp Bozdoğan’a ulaşmışlar. Bozdoğan’da yaşayan yerli halk,
hayatlarında ilk kez gördükleri bisiklet denen bu iki tekerlekli vasıtalara
binmiş İtalyan askerlerini görünce müthiş bir şaşkınlığa kaptırmışlar
kendilerini. Onlar bisikletlerinin üzerinde Büyük
Menderes’e doğru inerken, arkalarından şaşkınlık içinde bakakalmışlar.
İtalyanlar ise, umarsızca; seyahatlerini Akçay ırmağının kıyısına kadar
sürdürüp buradan tekrar Kavaklıdere’ye
dönmüşler. (25 Nisan 2004)
Bozdoğan; Hamam Sokak, kıvrıla kıvrıla tırmanmakta Madran'a...
Bozdoğan; Hamam Sokak'ta bir konağın yok oluşuna tanıklık ettik.
Bozdoğan kasabası, Türklerin bölgeye ulaşmalarından sonra; Menteşe ve Aydınoğulları beyliklerinin birbirlerine göre rekabet alanı içinde
ve güney-kuzey ekseninde ulaşım ve ticaret akışını sağlayan bir güzergâh
üzerinde bir pazaryeri olarak kurulmuş. Bu nedenle Bozdoğan’ın kuruluş dönemindeki ilk isminin Bazarköy olduğu kaynaklarda belirtiliyor.(4) 15.yy.dan sonra ise yerleşim, yavaş yavaş Bozdoğan olarak anılmaya başlanmış. Ama Evliya Çelebi bile 17.yy.da yöreden Bazaryeri olarak söz etmiş. Bu da
bölgenin stratejik konumunu uzun yıllar koruduğunun bir göstergesi olsa gerek.
Hamam Sokak; solda altı sağır kule tipi eski bir konak, arkada ise Bozdoğan Merkez Çarşı Camisi
Bozdoğan sırtları
Karia, Roma ve Bizans
Dönemlerine uzanan yerleşim pratiğinin zengin mirası üzerine oturan Bozdoğan, ilk önce Menteşe Beyleri’nin
önderliğinde hayat bulmuş; daha sonraları Aydınoğlu
Mehmet Bey döneminde Büyük Menderes havzasına doğru genişleme hamleleri
sırasında Aydınoğulları Beyliği’nin toprakları içine katılmış. Osmanlı’nın
bölgeye ulaşması ise, Aydınoğulları ile önce akrabalık ilişkileri üzerinden
kurulan yakınlaşmaların ardından, Yıldırım
Beyazıt dönemindeki kesin hâkimiyetin kuruluşuna denk gelir. 1402’de Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda Timurlenk’e
yenilerek tahtını kaybetmesiyle başlayan Fetret
Devri boyunca bölgede yeniden beliren eski beyliklerin baş vermesi hali, I. Çelebi Mehmet’in Osmanlı tahtının
yegâne sahibi haline gelmesiyle son bulur. Bu durum ise, bölgede Osmanlı’nın
kesin hâkimiyeti anlamına gelecektir.
Bozdoğan sırtlarından Akçay ovasına bakış; arkada Çakıcı Efe'nin hayatının sonlandığı Karıncalı Dağ...
Hamam Sokak'a adını veren eski hamam
Bugün Bozdoğan, Madran Baba Dağı eteklerinde Akçay
vadisine doğru alçalan birbirine paralel sokaklarıyla sanki Menderes’e doğru
akar. Birbiri üstünde yükselen Bozdoğan mahalleleri en tepedeki şehrin kalbini
yansıtan meydana dek uzanır. Osmanlı’dan kalma eski bir hamamdan kaynaklanan
ismiyle dağa doğru yönelen Hamam sokağının
daracık girdaplarında insan neredeyse kaybolur. Yolun doğusunda uzanan Bozdoğan deresinin dibine doğru inen bir
patikada saklı eski bir mesire alanının bugün bir mezbeleliğe dönmüş olması
Bozdoğan’ın yerel yöneticileri ve sakinleri için nasıl hicap duyulacak bir
durum ise, Hamam sokağının iki
yakasında bugüne ulaşabilmiş az sayıdaki sivil mimari örnekleri de bir o kadar
kasaba için bir fırsat ve şans anlamına gelmektedir.
Bozdoğan; Hamam Sokak'tan yukarı doğru...
Bozdoğan deresinin üst düzlemindeki sekide yer alan ve şimdi metruk haldeki mesire alanı
Bozdoğan Deresi
Belediye Meydanı'na yaklaşırken Bozdoğan Deresi üzerinde yer alan tek kemerli eski bir köprü
Yeniden Hamam Sokak'a doğru...
Eğimli bir
topografyada neredeyse ızgara planlı bir şehir görünümündeki Bozdoğan’ın tüm
hayatı, dağdan ovaya doğru alçalan bu sokaklarda saklıdır. Bir köşeyi dönünce ansızın
karşınıza çıkıveren bir sokak çeşmesinden akan bal gibi su, buranın ziyaretçileri
için hazırladığı tatlı bir sürpriz gibidir. Kasabanın yavaş akan zamanı, dağdan
gelen rüzgâr, yazın sıcak günlerinde ovadan yükselen buhar ve kasabanın bildik
yüzleri hep bu sokaklarda yaşlanır. Madran
Baba Dağı’nın bal gibi tatlı suyu, tepeye yakın konumdaki bir su şişeleme
tesisinden tüm ülkeye yayılır. Ama bir de pidecileri vardır o dik sokak
aralarında anlatılacak.
Bozdoğan Belediye Meydanı
Bozdoğan; şehrin kalbinden ovaya doğru inen caddelerden biri...
Çamlar altında Bozdoğan Hükümet Konağı; akşama doğru...
Bozdoğan Pidesi
Pide, yoksul ve orta halli insanların tarih boyunca
bilinen bir yiyeceği olmuştur hep. Yunanca ve İbranice’de pide anlamında
kullanılan pita sözcüğü yerleşmiştir. Yahudilerin hamursuz bayramında
yaptıkları hamursuz adını verdikleri yiyecek de bir tür pidedir. Roma’da
hiçbir zaman soylu sofralarında yeri yoktu pidenin. Pide, o zaman da; orta
halli ve daha düşük gelir gruplarının basit yiyeceğiydi. Efes’te Arkadius
zamanında pide dükkânlarının olduğunu kayıtlardan öğreniyoruz şimdi. Bizim
pidemiz ise, Bizans’tan günümüze dek ulaşan bir devamlılık arz ediyor. Ancak bu
zaman sürecinde giderek evrimleşmiş ve dünyada giderek bir Türk Pidesi
kavramı oluşmuş. Kenarları kıvrık, içinde çeşitli malzemelerin karışımından
oluşan pideye artık Türk pidesi diyoruz. Pide deyince; Menderes’in güneyi akla
geliyor hemen. Şu kadarını söylemeliyiz ki; Büyük Menderes’in güney yakasında
yenilen pidelerin tadına doyum olmuyor. Bu lezzette pideleri büyük şehirlerde
yemek asla ve asla mümkün değildir. Bozdoğan, Nazilli, Karacasu, Yenipazar,
Koçarlı kasabaları, bu anlamda pideleriyle öne çıkan Büyük Menderes’in güneyindeki yerleşimleridir. Yenipazar’da Mehmet Sümer’in Sümer Pide Salonu, Bozdoğan’da yakın zamanda
yeniden tefriş edilen Ahmet Aydın’ın Mikado Pide
Salonu, Koçarlı’da Disara Pide Salonu tarafımızca denenmiş ve
kalitesi konusunda garanti verilebilecek nitelikte yörenin meşhur pide
salonlarındandır. Buralarda; kıymalı, pastırmalı, kesikli, peynirli, otlu ve
tahinli çeşitlerini yemek mümkündür.
Bozdoğan pideleri masada; önde kesikli yumurtalı; arkada kıymalı pideler; hepsinin üstü manda kaymağı ilaveli; yanında buz gibi ayran...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
Söke civarından gelen o meşhur unu, Madran Dağı’nın suyu, etin kesimlik hayvandan
elde edilmesi, sütü ve kaymağı, yöreye ait bazı otlar (ısırgan, sarı ot v.b.), baharlı
rokaların ve kıymalı pidelerin üstüne sıkılan turunçları ile bu lezzeti
anlatmak mümkün değildir. Bu işin en güzeli; Aydın’ın güney kasabalarında,
Karacasu’da, Nazilli’de, Bozdoğan’da, Yenipazar ve Koçarlı’da bu kasabalardan
yetişen yerel ustalar tarafından, yerel malzeme kullanılarak yapılmış pideleri
yerinde tatmaktır. Buralarda pide yemek neredeyse bir ritüele dönüşür. Bu
törensel yemeğe; önden Şam işi
dedikleri yuvarlak kıymalı pidelerle başlanır, arkasından kesikli yumurtalı ismini verdikleri lor, yumurta ve maydanoz
karışımı ile yaptıkları pide gelir; doymadıysanız otlu peynirli ya da kapalı
peynirli pidelerle devam edilir. Bunların eşlikçisi; elbette ki turunçla
tatlandırılmış roka salatası ve el yapımı nefis ayranlarıdır. Kapanış ise
muhteşem tahinli ve şekerli pide ile yapılır. İstenirse bunların cevizle ve
balla zenginleştirilmiş türevleri de mevcuttur. Bozdoğan’da gerek kıymalı ve
kesikli pidelerin ve gerekse tahinli pidelerin vazgeçilmezi ise, üzerine
bırakılan bir parça manda kaymağıdır. Tahinli pide Bozdoğan’da diğer yörelerden
farklı olarak önce açık yapılır; pişirilir, kaymağı üstüne konur, daha sonra
katlanarak dilimlenir ve o şekilde servis edilir. Tahinli pidelerin yanında
gelen tavşankanı çaylar da bu işin olmazsa olmazıdır. Üstelik de bu kadar enfes
bir mide ziyafetine ödediğiniz ücret ise şehirde ödediklerinizin yanında komik
kalır.
ve kapanışta Bozdoğan'ın meşhur tahinli pidesi; basit görünüşüne aldanmayın; lezzeti anlatılmaz.
İnebolu’dan Yazıkent’e; bir ayanlık dönemi hikâyesi
İnebolu (Yazıkent);
Bozdoğan’a bağlı bir belde aslında. İnebolu
ise, tarihte bir ayanlık merkezi olarak geçiyor. Osmanlı merkezi otoritesinin
18.yy.dan itibaren giderek zayıflaması ile ortaya çıkan yerel otoriteler Saray
adına vergi ve asker toplayan, güvenliği sağlayan ayanlar, eşkıyadan
zenginliklerini konaklarının yanlarında yaptırdıkları kule yapılarda korudular.
Hafif eğimli bir topografyada konumlanmış İnebolu’da kasabaya; yol ve
patikalarla üçe, dörde parçalanmış büyük bir mezarlığın içinden geçerek
giriyoruz. Tam bu mezarlıkta antik Neapolis
kentine ait olduğu söylenen sütun parçalarına tanıklık ediyoruz.
Yazıkent girişinde Neapolis'de...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
Yazıkent Parkı'nda sergilenen Neapolis kalıntıları
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Neapolis'den kalma bir yazıt
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Bu da bir diğeri; Yazıkent Parkı'ndan...
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Yazıkent Parkı; arkada ayan kulesi...
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Bozdoğan’dan İnebolu’ya
doğru; Büyük Menderes’in en önemli kolu Akçay üzerinden geçiyoruz. Akçay’ın
ovada taşkınlara yol açan o eski zamanlarına ait su hacminden eser yok artık.
Eskiden Büyük Menderes’in taşkınlarına karşılık bağ kuleleri, Karadeniz’in
serandan’ları gibi yerden yükseltilmiş bir şekilde tasarlanmış. Bu şekilde
nehrin taşkınlarına karşı bir önlem alınmış. Verimli vadide gelişmiş bir
ekonomik hayat oluşmuş tarihte... Romalıların kurduğu Neapolis kenti bu
tarımsal zenginliğin üzerine o zamanlarda oturmuş olmalı. Kasabaya Kanuni döneminde; ilk isminden hareketle
Yenişehir dendiğini Bilge Umar’ın Karia isimli kitabında yer
alan Neapolis maddesinden
öğreniyoruz. Rodos Seferi’ne giden Kanuni Sultan Süleyman’ın bu topraklara
uğradığını Peçevi Tarihi’nden
aktararak anlatan Bilge Umar şu bilgileri veriyor:
İnebolu İskender Bey ayan kulesi
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
“…Kanuni Süleyman, tahta çıkışından kısa süre
sonra Rodos üzerine giderken, Kütahya’da konaklama ile Marmaris’e varış
arasında, Yenişehir yakınında konaklamış.”(5)
Ayan kulesi yanında yer alan ve harap vaziyetteki Mehmet ve İskender Beylerin konağı
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Avludaki çeşme ve fırın
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Ayan kulesinin Yazıkent Parkı'ndan görünümü
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Kapıdaki kitabede tarih; Hicri 1170 (Miladi 1755) yılını işaret ediyor.
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
Mehmet ve İskender Beyler, yörede 18.yy.da
ayanlık yapmışlar. Cihanoğlu ya da Arpaz Beyleri kadar güçlü olmasalar da Bozdoğan yöresinde yerel otorite işlevi
görmüşler. Şimdi harap vaziyette olan iki katlı, verandalı konak ve yanındaki 4
katlı kule o dönemden kalma... Zamanında; Mehmet ve İskender Bey’e ait birer
konak ve kule varmış. Ancak zaman içinde Mehmet Bey’inki yıkılmış. Şimdi ayakta
olan İskender Bey’in 1756’da yaptırdığı kule… Kule mimarisi zamanla zarar
görmüş olmakla birlikte yine de sağlam durumda... Ancak yağmur suları ile
çürüyen tavan ve ahşap malzeme nedeniyle konak çökme üzere... Konak; barok
bezemeli bir ev mimarisine sahip. Çeşme ve banyolarda da bitki çelenkleri ve
meyve tabakları görülmekte… Merdivenle çıkılan ikinci katta; geniş bir balkon
ve bu balkona açılan evin muhtelif kapıları var. Evden kuleye geçişi sağlayan
ahşap bir geçit daha sonradan yapılmış olmalı. Ancak o da harap vaziyette.
Geniş bahçede yaşam kalitesini yükseltmek adına bir çeşme bulunmakta… Daha
sonra yapılmış bir ocak ise çeşmenin hemen üstünde yer alıyor. Zamanında;
bahçeye ana giriş kapısı oldukça büyük ve görkemli imiş. Konağın hemen alt
düzleminde yer alan kasabanın meydanında ise birkaç parça da olsa Neapolis’den kalma antikiteler
sergileniyor. Bir çay içip soluklanma zamanı şimdi…
Bozdoğan Zeybeği
Bozdoğan’dan söz ederken meşhur Bozdoğan Zeybeği’nden ve zeybeklerden söz etmezsek olmaz. Bilindiği
üzere Aydın ve havalisi, zeybekler yatağıdır. Zeybekler; 17. –
18.yy.da Aydın havalisinin ceviz, kestane, zeytin, incir, meyan kökü gibi
ekonomik değeri son derece yüksek ürünlerini İzmir Limanı’na taşıyan deve kervanlarının
güvenliğini sağlamak adına bu ulaşım sisteminin muhafızlığını yapmaya
başlıyorlar. Bu yaptıkları iş karşılığı kervan sahiplerinden aldıkları bir tür
haraç, onların geçimlerini ve bu işi sürdürmelerini sağlıyor. Zeybeklerin
kervanlardan aldıkları haraçlar ve bu konuda kervan sahibi tüccarların
İstanbul’a yaptıkları şikâyetler, tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Dağda
yaşayan Yörük ve Türkmenler, zeybekleri her zaman korumuş ve kollamışlardır.
Böyle bir ortak yaşamdan söz edilebilir. Zaman içinde merkezi otoritenin
zayıflaması ve bazı yetkilerini ayan adı
verilen yerel otoritelere devretmesi, halkla ayanlar arasında ortaya çıkan
sorunların çözümü konusunda zeybeklerin ilave bir rol üstlenmesi sonucunu
doğurmuş; zeybekler, giderek bu yörede halkın ayanlara karşı hak ve hukukunu
koruyup kollayan bir güç odağı haline gelmişler. Zeybeklerin ayanlara ve yeri
geldikçe İstanbul Hükümeti’ne kafa tutmaları ve ayaklanmaları karşısında
çaresiz kalan Saray; zeybeklere karşı 19.yy.ın son çeyreğinde silahşör ve sert
yapılı Arnavut ve Çerkezleri kullanmışlar.
Eski bir İzmir karpostalından zeybeklerin betimlenmesi...
Zeybekleri, tarihte Kırım Savaşı’na
katılırken görüyoruz. Bunların içinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası
olan Çakırcalı Ahmet Efe de var. Zeybeklerden oluşan bir birliğin
İstanbul’da ordugâhta konakladığı ve buradan Kırım’a hareket ettiği tarihi
kaynaklarda belirtiliyor.
Zeybeklerin hükümet otoritesine
isyan ederek dağa çıkıp eşkiyalık yapmaları; zaman zaman istiman etme ya
da düze inme diye adlandırılan fasıllarla kesilmektedir. Düze inme;
zeybeklerin hükümetle anlaşarak belli bir yerde iskân edilmesi ve reji
kolculuğu gibi güvenlikle ilgili bir konuda hükümet adına çalıştırılması
şeklinde uzlaşılması esasına dayanmaktadır.
Tepeden tırnağa teçhiz olmuş halde zeybekler
Zeybekler ya da efelerle
Yunanistan’ın Mora yarımadasında yaşayan Kleft’ler arasında bazen benzetimler
yapılmaktadır. Kleft’ler; Mora Yarımadası’nda çok süslü kıyafetlerle
dolaşan ve çevrelerinde gösterişli bir hayat süren kişiler olarak tanınırlardı.
Ancak bunlar; hırsızlık (koyun v.b.) ve talan yaparlar ancak renk vermezlerdi.
Zeybekler ise sadece haraçla yaşarlardı. Hırsızlık yapan kişi zeybek ya da efe
olamaz. Olsa olsa çalıkakıcı olarak adlandırılırdı. Zeybeklerin liderine
efe; efeye bağlı diğer çete mensuplarına ise kızan denirdi.
Bir zeybek karpostalından bugüne ulaşan soluk izler...
Madran
Baba Dağı’nın güney-doğusunda yer alan Karıncalı
Dağ da bu toprakların en meşhur efesi Çakırcalı
Mehmet Efe’nin hayatının sonlandığı yer olarak bilinmektedir. Çakıcı Efe, ayanlar ve giderek merkezi
Osmanlı Hükümeti ile giriştiği mücadelenin şanı ülke sınırlarını aşarak, Batı
Anadolu’da neredeyse yerel bir güç odağı haline gelir. Bir yandan devlete kafa
tutan, diğer yandan da bölgede adalet dağıtan bir erk haline gelmesi sonucunda,
3.kez dağa çıkıp “şekavete”
(eşkıyalık) başladığı bir dönemde; taşkınlar nedeniyle her kış harap olan ve
geçişe engel olan Büyük Menderes’in
kollarından Akçay üzerindeki (şimdi
Yenipazar-Bozdoğan-Nazilli kavşağına yakın olan köprü) köprünün yeniden inşası
için çevre köylüler Çakıcı’dan
istekte bulunurlar.
Çakıcı Efe; hayatta çektirdiği yegane fotoğrafında; İzmir'de hapishaneden çıktıktan sonra, kayınbiraderi Çoban Memet ile birlikte...
Çakıcı; bölgede
intikali sırasında kendine de engel teşkil eden bu köprünün Arpaz’daki Osman Bey tarafından yaptırılmasına karar verir ve Osman Bey’e
adamları aracılığıyla haber gönderir. Osman
Bey, Çakıcı’nın İttihat Terakki döneminde sürekli takip altında
olması ve zaman zaman zor duruma düşmesi nedeniyle pek oralı olmaz, ama yine de
tedbiri elden bırakmaz ve Nazilli’ye
kaçar. Bunun üzerine değişik zamanlarda köy üç kez kendi ve muavin çeteleri
aracılığıyla basılır.
Arpaz Beyleri'nin Arpaz'daki ayan kulesi ve konağı
(Fotoğraf:İF; Nisan-2011)
Son baskında, köyün pazarının olduğu
gün, güpegündüz Çakıcı ve adamları
köye gelirler. Osman Bey; köyde
kahvede eyleşmektedir. Çakıcı ve
adamları kahveye dayanırlar, Arnavut kâhyayı, Osman Bey ve oğlunu alarak dağa
kaldırırlar. Yolda Arnavut kâhyayı öldürürler. Karıncalı Dağ’daki daha önceden tahkim edilmiş mevzilerine
çekilirler, Osman Bey’in oğlunu 4000
altın fidyeyi hazırlamaları için serbest bırakırlar. Tabii, bu arada vilayetin
ve kolluk kuvvetlerinin haberi olur ve hızlı ve amansız bir takip başlar.
Arpaz Kulesi
(Fotoğraf:İF; Nisan-2011)
Çakıcı’yı ele
geçirmek için İzmir’den özel trenlerle destek kuvvetleri sevk edilir. Takip
kuvvetleri içinde Çakıcı’nın
düşmanları Çerkezlere mensup; Teşkilatı
Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref Bey’den,
Anzavur Ahmet Bey’e (Daha sonra
Kurtuluş Savaşı sırasında Anzavur ayaklanmasını çıkaracaktır), dağdaki eski
rakipleri Çamlıcalı Hüseyin Efe’ye
kadar bir sürü nizami ve gönüllü kuvvet yer alır.
Eski bir kartpostaldan; eşkıya takibindeki zabitan; poz verdikleri gezintiye çıkmış gibi duran hallerinden belli...
Dağda yataklarından bir Yörük
obasına mensup bir çobanın dövülerek zorla konuşturulması sonucu yeri tespit
edilir ve şiddetli bir çatışma başlar. İki gün boyunca süren müsademe sonrası
çetenin, yine savaş alanından bir şekilde sabaha karşı sıyrılıp kaçtığı gün
ağarınca anlaşılır. Alanda iki ceset vardır. Bunlardan biri Arpazlı Osman
Bey’e aittir. Diğerinin ise kolları ve kafası kesik ayrıca göğüs derisi
yüzülmüş vaziyettedir. Kafası ve kolları götürülmüştür.
Arpaz Kulesi
(Fotoğraf: A.Aydemir; Kasım-2015)
Ceset; Çakıcı Efe’yi en yakından tanıyan, yıllarca takibinde bulunmuş Bayındırlı Mülazım Mustafa Efendi ve birinci eşi Iraz’a gösterilir. Bayındırlı Mülazım Mustafa Efendi, Çakıcı Efe’yi sırtındaki büyükçe bir beninden tanır. Onu da Ödemiş’te; 1.yüze inişinde kendisi ile aynı odada soyunurken görmüştür Mülazım Efendi... Böylece 15 yıl tüm Ege Bölgesi’ni yöneten, haraca kesen ve Osmanlı Devleti’ni tam 15 yıl peşinden koşturup kafa tutan Çakıcı Efe ölmüştür. İktidar sahipleri, ölüsünü ibret olsun diye Nazilli Hükümet Konağı önünde uzun süre ipte asılı tutarlar. Ama işin garip yanı; Çakıcı’nın namı o günden beri kuşaktan kuşağa ve sınırlar ötesine dek neredeyse tüm dünyaya yayılırken, onu öldürenler tarihin girdabında unutulup giderler. Bu da kaderin bir garip cilvesi olsa gerek.
Arpaz ayan kulesi ve konak bir arada...
(Fotoğraf: A.Aydemir; Kasım-2015)
Bozdoğan-Nazilli yolu üzerindeki Arpaz ya da yeni adıyla Esenköy’de yer alan ve Çakıcı’nın hayatını sonlandıran
olayların başlangıç noktasını teşkil eden Arpaz
Kulesi ve Konağı ise, geçen her
yıl zamanın ve doğanın tahribatına uğrayarak un ufak olmakta; belki de Çakıcı Efe ile aynı hazin kadere doğru
hızla ilerlemektedir.
Ödemiş-Kayaköy mezarlığında bulunan Çakıcı Efe'nin mezarının günümüzdeki hali
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)
Kayaköy mezarlığı girişindeki tarihi çeşme
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)
Bugün Ödemiş’e bağlı Kayaköy’ün bir dere yatağına bakan eski mezarlığında yatmakta olan Çakıcı’nın mezarının hali de onun hazin
sonuna yansıtır sanki. Devletle giriştiği mücadelede her zaman halkın gönlünde
farklı bir yere sahip olan Çakıcı Efe’nin
1940’lı yıllarda başı dışında Kayaköy’e
getirilen kemiklerinin gömülü olduğu mezar, nedense devletin yüksek ilgisine
pek de mazhar olamamış gibi. Bir önceki belediyelik döneminde başlanan Kayaköy’deki evinin restorasyonu da tamamlanarak,
bir müze şeklinde halkın ziyaretine açılamadı henüz. Bütün Batı Anadolu
düğünlerinde mutlaka çalınan Çakıcı
türküsüne kalkan ellerinin sahiplerinin o anda bu manzarayı da akla
getirmesinde yarar var bu açıdan.
Bu kadar zeybek
muhabbetinden sonra şimdi dinlemeli ve söylemeli Bozdoğan Zeybeği’ni:
Bozdoğan Zeybeği
(ODTÜ THBT Mezunları Gösterisi-İŞ SANAT-Nisan 2008)
(Youtube'dan alınmıştır)
Bozdoğan Zeybeği
Dumanı
da vardır şu dağların başında (2)
Gönlüm
galdı toprağında daşında (2)
Bir
ben değil cümle âlemin başında (2)
(Nakarat)
İmanın
dağlar Bozdoğan’ın söğüdü
Çok
verdiler ben tutamadım öğüdü
İmanın
dağlar yârim gitti gelmedi
Kudurası
çaylar bir yudum su vermedi
Aman
gökyüzünde dağınık duğunuk bulutlar
Kim
ardımdan kimi yüzüme öğütler
Ah
evveliydi özü sözü doğru yiğitler
(Nakarat)
Kemer Barajı ve Arapapıştı Kanyonu
Kemer Barajı, Bozdoğan
sınırları içinde yer alan; sulama ve enerji üretimi amacıyla 1958 yılında
hizmete alınmış Cumhuriyet döneminin önemli bayındırlık eserlerinden biri
olarak dikkat çekiyor. Barajın gövdesi Akçay’ın
yatağından 108,5 metre yükseklikte inşa edilmiş. Akçay’ın aktığı vadinin önünü
dev bir duvar gibi kesen baraj gövdesinin dibindeki savaklardan kanala boşalan
su, akışını buradan ovaya doğru köpüre köpüre sürdürmekte. Baraj gövdesinin
ardındaki baraj gölü ise, tabakalar halinde alçalarak oldukça sığlaşmış
durumda. Öyle ki; suyun karadan çekilişinin izlerini suya doğru alçalan kıyı
topografyasında gözlemek mümkün… Gölde çok sayıda balık havuzu mevcut...
Alabalık ve yayınbalığı yetiştirildiğini öğrendik köylülerden. Kıyı boyunca
kapalı da olsa birkaç salaş balık lokantası da vardı.
Akçay üzerinde kurulu Kemer Barajı
(Fotoğraf: N. Fidanoğlu)
Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin Arapapıştı Kanyonu tekne iskelesi
Arapapıştı Kanyonu girişinde suyun çekilmiş hali
Arapapıştı Kanyonu; tekneler çalışırken...
(Fotoğraf http://www.aydındogumluyuz.com adresinden alınmıştır.)
Kanyonun tepeden görünüşü
(Fotoğraf http://www.aydındogumluyuz.com adresinden alınmıştır.)
Aydın Büyük Şehir Belediyesi, 2017 yılının bahar
aylarında Akçay üzerindeki Kemer Barajı’nın arkasındaki dünyayı
gezginlere açmış. 380 metre yüksekliğinde ve 6 km uzunluğundaki Arapapıştı Kanyonu’nda kaya mezarları,
manastır izleri ve muhtelif kuş türleri yer alıyormuş. Alıyormuş diyorum; çünkü
kanyona gitmemize rağmen suyun çekilmiş olması nedeniyle kanyonda bu tanıklığı
yapma şansımız olmadı ne yazık ki. Baraj gölünün Arapapıştı Kanyonu’na doğru nüfuz eden kolları üzerinde tekne ile
gezme olanağının yaratıldığı bu topografyayı görmek amacıyla Akçay vadisinin derinliklerine doğru Bozdoğan’dan yaklaşık 40 km kadar yol
yaptık. Baraj gövdesinin ardındaki gölün suyunun çekildiği kıyılara yakın
konumda; Kemer köyünün hemen
yakınlarında Aydın Büyük Şehir Belediyesi’nin
gezi tekneleri için yaptırttığı yanaşma iskelesi vardı. Ancak; herhalde suyun
en az olduğu bir mevsimde oraya gitmiş olacağız ki; iskele ve gişeler
kapalıydı. Hayat belirtisi dahi yoktu iskelede. Kemer ve daha ötedeki köylere giden karayolunun üstünde ise Kanyon Kafe adını verdikleri belediyenin
sosyal tesisleri yer alıyordu. Ancak orası da farklı değildi ve ıpıssızdı.
Kemer Baraj Gölü
Ters açıdan baraj gölünün görünümü
Kademeler halinde izlenebilen suyun karadan çekiliş izleri
Suyun Akçay Göleti'nden kanala döküldüğü an
Ovaya hayat veren Akçay kanalları
Zamanın akşama
vardığı bir andı; Akçay vadisinin derinliklerinden ayrılarak Kemer, Güvenir, Amasya, Haydere gibi ilk
kez gördüğümüz yöre köylerini ardımızda bırakarak Bozdoğan’a döndük. Ovada; cepheleri güneye bakan yıkık ve terk
edilmiş verandalı bağ damlarının anlamı neydi acaba? Artık bu yapılar işlevini
mi yitirmişti; yoksa tarımdaki bir şeylerin habercisi miydiler? Çünkü tarih
boyunca son derece verimli bu ovadaki bu terk edilmişlik hali hüzün vericiydi
doğrusu. Bu sırada güneş, Madran Baba
Dağı’nın yükseltileri üzerinden kaybolarak devrildi öteye. Önümüzde İzmir’e
doğru üç saatlik bir yol vardı. Nazilli
üzerinden Umurlu’ya kadar Aydın-Denizli devlet yolunda; Umurlu’dan sonra ise yeni açılan İzmir-Denizli Otoyolu’nun yeni
bölümünden devam etmek üzere İzmir’e doğru hareket ettik.
Akçay ovasında yer alan bağ damları
Dipnotlar
(1) Nisan 2004’de bölgeye düzenlenen
bir Ebruli Tur gezisinde Arkeolog Şükrü Tül’ün anlatımlarından
derlenen notlardan yararlanılmıştır.
(3) Orthosia için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/02/yeniden-aydin-daglari-mendegume-ve.html
(4) Prof. Dr. İlhan ERTEM, Aydınoğulları Beyliği’nden Osmanlı’ya Geçiş Sürecinde Bozdoğan isimli bildiri;
Bozdoğan I, Bildiriler Kitabı; Prof.
Dr. Sabri Sürvegil, Bozdoğan Belediyesi Kültür Yayını; İzmir-2010; sayfa:133
(5) Bilge UMAR, Karia-Bir Tarihsel Coğrafya Araştırması ve Gezi Rehberi, İnkılâp
Kitabevi-1999; sayfa: 304
(6) Fotoğraflar, yazıda
belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir. Tarihi zeybek kartpostalları ile ilgili fotoğraflar internet ortamından temin edilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hey gidi yaşanası dünya hey... yunus emre deyişi;
YanıtlaSilmânâ eri bu yolda melül olası değil,
mânâ duyan gönüller hergiz ölesi değil.
ten fânidir, can ölmez, gidenler gine gelmez,
ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.
gevhersiz gönüllere yüz bin yol eder isen,
hak'tan nasip olmasa nasip alası değil.
sakıngıl yârin gönül sırçadır sımayasın,
sırça sındıktan sonra bütün olası değil.
çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen,
bin yıl orda durursa kendi dolası değil.
şu hızır ile ilyas âb-ı hayat içtiler,
bu birkaç gün içinde bunlar ölesi değil.
yarattı hak dünyayı peygamber dostluğuna,
dünyaya gelen gider, bâki kalası değil.
yunus gözün görürken yarın eyle bugün,
gelmedi anda varan, geri gelesi değil.
Paylaşımınız için teşekkürler... Yazımızın size gönül eri Yunus Emre'yi çağrıştırması da ayrı bir güzel... Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin ve katkılarınızın sürekliliğini dileriz. İF
SilHarika bir yazı olmuş, emeğinize sağlık. Yalnız son fotoğrafın yazısını bağ - bahçe evi olarak değiştirelim lütfen. Dam kelimesi bütün bir yapıyı temsil etmez. Dam kelimesi, yaygın kullanım ve anlamına göre; köy evlerinde ayrı bir bölüm, büyükbaş hayvan besleme alanı - ahır olarak bilinir. Çocukluğunda bütün yaz tatillerini tıpkısının aynısı evlerde geçirmiş biri olarak bu evin "dam" olarak tanımlanmasını doğru bulmadım.
YanıtlaSilİlginize teşekkürler. "Dam" sözcüğü sizi rahatsız etmiş; ancak dam TDK sözlüğünde üstü toprak kaplı ev olarak tanımlanıyor. Dam ayrıca çatı anlamına da geliyor. Bağ damları ya da bağ kulesi ifadesi Batı Anadolu'da son derece yaygındır. Bağ/bahçe evi tanımlaması bize fazla didaktik geldi. Belki "kır evi" ifadesini de kullanabilirdik. Size sözcüğümüz yalnızca hayvan dostlarımızı hatırlatmasın. Ayrıca modern yaşamda bir çoğunu da evimize almış durumdayız. Sevgiyle kalın. İF
SilBozdoğan'da dam kelimesini hayvanların barınma yeri olarak kullanırdık biz de.Şimdilerde yasaklandı ama eskiden herkesin bahçesinde dam ve içinde hayvanları vardı.Bu arada çok duygulandım.Emeğinize sağlık.
SilAçıklamanız için teşekkürler. Sizi duygulandırabildiysek ne mutlu bize. Katkılarınızın devamı dileğiyle...İF
SilŞükrü Tül'ü hatırlattınız. sağ olun. Ondan çok şey öğrendik. Onun rehberliğindeki gezilerden ciltlerle kitap okumuş gibi bilgilenmiş dönerdik.Ruhu şad olsun. Bazı bölgelerde yerel halk dilindeki kelimeleri sözlüklerde bulmak mümkün olmayabiliyor. Halk kendine göre (ya da kafasına göre) sözcük türetebiliyor . Bizim Bayındır havalisinde de Bozdoğan da ki ilk fotoğraf da ki küfelere ,bilmem duydunuz mu, kelter derler. kargıdan yapılana kelter, enli yassı söğüt çubuklarından yapılana küfe derler. Bozdoğan ve çevresi hakkında sayenizde yeni bilgiler edindim. Teşekkürlerimi iletiyorum Sevgili Gezgin Dostlar.
YanıtlaSilDeğerli Coşkun Ağabey, sesini özlemiştim; şimdi duyar gibi oldum. Katkıların için teşekkürler... Kelter ile küfenin farkını ne güzel anlatmışsınız; bilgilendik; tekrar teşekkürler... Yeni sezonda görüşmek dileğiyle. Sevgi ve selamlarımla...İF
Silyazılar, resimler çok güzel ama indiremiyoruz. Bunu niçin engellediniz? Engeli kaldırın. Hepsini kaydedelim.
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz nedeniyle öncelikle teşekkür ederiz. Bloğumuzda yer alan tüm yazı ve fotoğraflar, sizi tenzih ederek belirtmeliyiz ki; kötü amaçlı kullanımlara engel olmak amacıyla korumalıdır. Eğer yazı ve resimleri ne amaçla kullanacağınızı bloğun altında yer alan e-mail adreslerine iletirseniz, size ilgili dokümanların temini konusunda yardımcı olabiliriz. Ayrıca yazıların kaynak gösterilerek kullanılması esastır. Hepsi birer fikir ürünü olup, emek ve çaba ile üretilmişlerdir. Ayrıca bloğumuza her şekilde ulaşma ve bloğun ilgili sayfalarını da başkalarıyla paylaşmanız her zaman olanaklıdır. Yaklaşımımıza göre; bilgi paylaşıldıkça çoğalır. Bilgilerinize sunar, bloğumuza olan ilginizin ve geri bildirimlerinizin sürekliliğini dileriz. İF
Sil