TETİS DENİZİ’NDE ARDIÇLARIN İZİNDE…
30 Nisan 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Güneye doğru indikçe, Orta Anadolu’nun yükseklerinde bir yerde jeolojik
zamanların derinliklerinde kalan Tetis
Denizi’nin günümüze uzanan izlerine rastlarsınız. Dağ başlarında; sürülmüş
tarlalardaki pulluk izlerinin ardından toprağın üstünde ve altında kalan deniz
kabuklusu fosilinin binlercesi, size milyonlarca yıl önceki yaşamın bu
topraklardaki şifrelerini sunar. Bu 2000 metrenin üstündeki tarihi karşılaşmanın
binlerce yıllık sessiz tanığı ise, Türklerin kadim geçmişinde de yer bulan
kutsal bir ağaçtır; ardıç ağacı… Bugün
Karaman’ın güneyine doğru jeolojik
zamanlardan Tersiyer’e doğru Alp Sistemi’nin yükselişine bağlı olarak;
denizin derinliklerinden yeryüzüne doğru baş veren Anadolu yarımadasının oluşum
tarihinde önemli bir bileşen olan Orta Toroslar’ın üzerlerinde onların izini
sürdük. Her yönüyle saygı uyandıran bir karşılaşmaydı bizimkisi. İşte hikâyesi…
Ağıl Ardıcı
Ardıç ağacı ve Türk
Kültürü’ndeki yeri
İrene Melikoff’un Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe isimli kitabında Bektaşilik
geleneğinde Hacı Bektaş’ın Velâyetnamesi’nde
sözü edilen kerametlere dayanılarak ardıç ağacından ve onun çevresinde
gerçekleştirilen ritüellerden söz edilmektedir. Hacı Bektaş ve onun çevresinde toplanmış abdalları, bugünkü Hacıbektaş ilçesinin 15 kilometre
güneyinde yer alan ve volkanik bir oluşum olan 1670 metre yüksekliğindeki Hırka Dağı’na çıkarak ardıç ağaçlarının
dibinde otururlar; orada ateş yakıp ateşin çevresinde dönerek; bir tür sema
ayini gerçekleştirirler ve kendilerinden geçerlermiş. Hatta rivayet odur ki; Hırka Dağı’nın ismi de bu törensel
seanslardan kalmadır. Hacı Bektaş,
yine böyle bir gün sema ayini sırasında hırkasını ateşe atarak kendinden geçmiş
ve buradan esinlenerek dağa o gün bugündür Hırka
Dağı denilmiş.
Tetis Denizi'nden bugüne kalan...
Orta Asya’nın steplerinde binlerce yıllık bir yaşam geleneğinin izlerini
Anadolu’ya taşıyan büyük göçün önderleri, bu topraklarda soluklandılar. İslam
uygarlığı ile ilk karşılaşmalarından beri evrilerek günümüze dek kimliklerini
bir şekilde bugüne taşıyabilen bu kadim uygarlığın (Türkleri ve akraba
halkların tümünü kast ediyoruz) en ileri unsurları, bize o destansı zamanların
içinden günümüze doğru uzanan değerli bir kültürel miras bıraktılar.
İşte; ardıç ağacı da bizim bu kadim geçmişimizden gelen bir bilgiyi
taşımaktadır. Yine İrene Melikoff’a
kulak verelim:
“Ardıç, başta gelen bir Şaman ağacıdır. Tanrıların ve perilerin ağacı
olmasından dolayı kutsaldır. Juniperus
exselsa ya da juniperus macro poda
adı verilen değişik bir çeşidine dağ yükseltilerinde, yüksek rakımlarda ve
kozalak türü bölgelerinde rastlanan bu bitki, kışları yapraklarını korur. Ardıç
dumanının, uyuşturucu, ağulu (toxique)
bir etkisi vardır. Şaman inançlı cemiyetlerde; ardıçtan, İranlıların
“soma”ları, haşhaş ya da “kutsal mantar” (amanita
musaria) gibi gerçek dışı görüntüler elde etmede yararlanılır ve yüksek
tepelerde yakılarak kullanılır. Yanarken kalın bir duman – insanlarla doğa üstü
alem arasında bir iletişim aracı olabilecek- kokusu çok güçlü bir duman
yükselir. Böylece göğü yere bağlayan evrensel yapıda bir bağlantı direği
oluşur.
Ebruli gezginleri, Ağıl Ardıcı'nı çevrelerken...
Toplantılardan önce Şaman, ardıç sapı ya da ardıç tohumu çiğner. Bu onun
duruma uymasına yardımcı olur. Şamanın kendini aşması, çoğu kez kokulu gazların
çıkmasıyla başlar. Kendini aşma, ardıçsız olmaz. Ateşi onu kendini aşışa (trans hali) hazırlar. Sema, etkiyi
uzatır. Müzik, uyum sağlamaya yardımcı olur. Yükselen kalın duman, yeri göğü
bağlar ve kendini aşma onlarsız olmayacağı için, doğaüstü varlıkların yeryüzüne
inmesini sağlar.
Ardıç, şamanın etkilenme gücünü bilemeye yaramaktadır. Ateş, sema ve
müziğin yarattığı esrime (kendinden geçiş hali) ile şaman, olağanüstü bir güce
ulaşır; ateşe söz geçirir, bir merkezin çevresinde edimleri bir kuşun uçuşunu
andıran dönüşleri, büyü etkisiyle uçtuğu yanılmasına yol açar.
Taşkent-Balcılar'ın üstünde ardıç ağaçları
Günümüzde de ardıç, Elmalı bölgesi Tahtacılarında kutsanmış ağaç olarak
görülmektedir. Kutsal ateş inanışıyla birleşen ardıç, başlı başına bir kutsama
öğesidir ve dallarına adak ya da kesilmiş saç telleri bağlanır.
Hacı Bektaş’ın ardıç dalları ile yapraklarından elde edilen tütsünün
kendini aşma durumuna girmede bir araç olarak kullanıldığı yüksek dağlık bir
bölgeden, bu ağacın ya da ağaçsıların (ardıç çalıları kast ediliyor olmalı-İF)
kutsal sayıldıkları bir yöreden gelmiş olduğunu düşündüren bütün bu öğeleri Velâyetname’de görmekteyiz.
…
Hırka Dağı toplantılarında, Hacı Bektaş,
“görünmez varlıklar”, Gayb erenleri –İslam tasavvufunda mana dünyasını ellerinde
tutan ve sayıları hiç değişmeyen kırk’lar- ile buluşmaktadır ki; bu “görünmez varlıklar”a Orta Asya’da;
Şamancı görenekleri bırakmamış cemiyetlerde bugün de rastlanmaktadır. Öte
dünyadan gelen bu görünmeyen varlıklarla buluşmaları sırasında Hacı Bektaş, zamanı durdurur.
Görüşmeler, mekânın ve kutsal olamayan vaktin dışında, öncesiz ve sonrasız
zaman içerisinde olur.”(1)
Ağıl Ardıcı'nın göğe uzanan dalları
Ardıç ağacı, neslinin devamlılığı için yine kendi ismiyle anılan bir başka canlıya; ardıç kuşuna ihtiyaç duyar. Tohumlarını toprağa bırakan ardıç ağacının bu eylemi, üremesi için ne yazık ki yeterli değildir. Bunun için ardıç kuşunun bu tohumları yemesi, sindirim sisteminde tohumların kabuklarının parçalanarak tohumdan ayrılması ve en sonunda kabuğu sıyrılan tohumun dışkılanarak toprağa karışması gerekir. İşte ardıç tohumunun çimlenmesi, ardıç kuşunun sindirim sistemindeki bu benzersiz yolculuğu sonrasında gerçekleşir. Toprakta zorlukla hayat bulan; zor çimlenen ve oldukça yavaş büyüyen ardıç ağacı, bu zahmetli yolculuğu boyunca doğanın bütün yıpratıcılığına karşın direnç kazanır. Gövdesi buruldukça burulur. Yüksek dağların çıplak yamaçlarında, ıssız koyaklarda gün gelir zamanın ve her şeyin tanığı olur. İşte o ardıç ağacıdır ve onlardan iki tanesi Konya il sınırları içinde Orta Toroslar’ın saklı köşelerindedir hala.
Ağıl Ardıcı'nın yere doğru uzanan dalları
Yağcı Ardıcı
Konya’nın Hadim ilçesine 16 km
kadar uzaklıkta; Göksu Vadisi’ne
yakın konumdaki Yağcı köyünün
yakınlarında bulunan bu anıt ardıç ağacına ulaşmak için köyün girişinde yer
alan ve güneye doğru tatlı bir meyille yükselen toprak yola girerek yaklaşık 2
km kadar ilerlemek gerekiyor. Güneye doğru bir tepenin ardında; tahta çitlerle
koruma altına alınmış bu saygı değer ardıç, zaten tepeyi aştıktan sonra ilk
düzlükte kendini hemen fark ettiriyor. Bin yılı aşkın bir yaşam deneyimini
hücrelerinde taşıyan ardıç ağacı ile ilgili olarak, önünde yer alan tanıtım
levhasında; 24 Mayıs 1995 tarihinde Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 2270 no.lu kararına göre tabii anıt
olarak tescil edildiği ve yaşının 1000 yıl üzeri olarak tahmin edildiği
belirtiliyor. Levhada ayrıca ardıç ağacı ile ilgili olarak şu bilgiler yer
alıyor:
Yağcı Ardıcı
· Ardıç ağacı yabanidir, tohumdan üretilmezler,
kolaylıkla çoğaltılamazlar. Ağacın üremesi bir başka türe bağlıdır. Ardıç
tohumları yere dökülür, ancak diğer ağaçlar gibi yere düşen tohumlar ağaca
dönüşemezler. Ardıç ağacının tohumları, bir ardıç kuşu tarafından yenmedikçe
çimlenme gerçekleşmez. Ardıç kuşu dışkısı ile birlikte toprağa karışan tohumlar
kolayca çimlenir ve ağaç fidanı haline gelir.
· Ardıç meyvesine tarih boyunca çok değer verilmiştir.
Çünkü bünyesinde birçok şifayı barındırmaktadır. Orta Çağ’da Avrupa’nın birçok
yerinde veba çok tehlikeli ve öldürücü bir hastalıktı. Bu zamanlarda insanlar
ardıç meyvesini çok fazla tüketerek kendilerine şifa aramıştır.
· Yine Orta Çağ’da ardıç cadılardan korunmak için
evlerin çevresine ekilirdi.
· Ardıcın insanları hastalıklardan koruduğuna
inanılmıştır. Bu inanç, Orta Çağ’dan günümüze kadar gelmiştir. Bu yüzden
özellikle Avrupa’da bazı konutların etrafı ve bahçeler, hastalıklardan korunmak
için ardıç ağaçlarıyla kaplanır.
Yağcı Ardıcı; ana gövde
·
Ardıçlar, servigiller (Cupressaceae) familyasından Juniperus
cinsine aittir.
·
Ardıç ağaçları kışları yapraklarını dökmez ve
sürekli yeşil kalır.
·
İğne yapraklı ağaç türlerindendir.
· Ardıç ağaçları, ömrü uzun olan ağaç türlerindendir.
Yaklaşık olarak 1000-2000 yıl yaşadığı bilinmektedir. Hayatları boyunca
tarihsel olaylara tanık olurlar.(2)
Yağcı Ardıcı
Yakınlarındaki köyün isminden kaynaklandığını düşündüğümüz nedenlerle Yağcı Ardıcı olarak anılan bu ulu anıt
ağaç, karşımızda o kadar mükemmel ve dirençli bir görüntü sergiliyordu ki ona
saygı duymamak imkânsızdı. Yüzlerce yıl doğanın bütün yıpratıcılığına karşın
dimdik ayakta kalabilmiş, ama üzerinde bu saygıdeğer yaşam mücadelesinden derin
izleri barındıran değerli ağacı dakikalarca seyrettik. Dal budak salmış ana
gövdenin çevresine doğru uzanan kalın dalları, burularak ve kalın lifler
halinde ayrışacakmış hissini vererek göğe doğru yükselmişti yıllardır. Çevresi
çitlerle çevrilerek koruma altına alınmış olması sevindiriciydi. Konargöçer Türkmenlerin
dağlardaki yaşamına tanıklık eden, onların inanç dünyalarında belli bir yere
sahip bu kadim ağaçlardan birine dokunmak, onun gölgesinde dolaşmak ne büyük
bir ayrıcalıktı bizim için. Yüksek dağların yamaçlarında ve ulaşılması pek de
kolay olmayan bir coğrafyada onları arayıp bulmak bize de nasip olmuştu. Şimdi
hedefimizde Yağcı Ardıcı’ndan daha da
yaşlı bir başka anıt ardıç ağacı vardı; Ağıl
Ardıcı… Onu da görmek üzere rotamızı Hadim
ve Taşkent’ten ötede bulunan Balcılar Kasabası’na çevirdik. Göksu’nun
bir kolu olan Hadim Çayı’nın aktığı
derin vadinin dibinde yer alan Balcılar’ın
arkasında bir yerdeydi Ağıl Ardıcı.
Ama nerede?
Yağcı Ardıcı'nın dalları
Göksu Vadisi’nde;
Yerköprü Şelalesi
Göksu Irmağı, Geyik ve Haydar Dağları’ndan doğarak gelen iki
ana kolun (Hadim Göksuyu ve Ermenek Göksuyu) Taşeli yaylalarının suları ile beslenerek çoğaldığı Mut civarında birleşmesiyle oluşur. Suçatı olarak anılan bu noktadan
itibaren Göksu olarak anılan akarsu,
taşıdığı binlerce yıllık alüvyonlu toprakla oluşturduğu Silifke Ovası’nı kat ederek geniş bir deltayla ulaştığı Akdeniz’e
dökülür. Irmağın yaklaşık uzunluğu 250 km kadardır.
Göksu Hadim Yerköprü Şelalesi
Göksu ırmağının iki ana kolundan biri olan Hadim Göksuyu, ilk kaynaklarını Taşkent ilçesinin batısındaki
kalkerli yaylalardan alır, Değirmendere
adı ile akar, bir düdene batar, daha ileride yine yüze çıkar, Gökdere adı ile derin vadisi içinde
akar. Bu çevrede birçok karstik gür kaynakları ve dereleri alarak büyür, bir
çay görünüşüne bürünür. Buralarda yine dibe dalar, kısa bir mesafeden sonra
yine yüzeye çıkar, yeni aldığı kaynaklarla büyümeyi sürdürür, yatağı boyunca
yer yer yine dibe dala çıka; çok dar ve derin vadilerden, boğazlardan geçer ve Ermenek Göksuyu ile birleşir. Bu
birleşme yerine halk arasında Suçatı ismi
verilmektedir. Buraya kadar Hadım Göksuyu’nun
uzunluğu 180 km, beslenme alanı 4400 km2, ortalama akımı saniyede
40-50 m3, en çok akımı 240 m3, en az akımı 20 m3,
seviyesi 200 cm olarak verilmektedir.
Hadim Göksuyu
Göksu ırmağının öteki büyük kolu, Ermenek
Göksuyu adı ilen anılır. Geyik Dağları’ndan beslenen bu suyun asıl
kaynağı Söbüçimen yaylalarındaki Eğrigöl’dür. Bu göl, bu bölgedeki kalker
arazinin karstik göllerindendir. Bu gölün suları dibe sızar, 3 km kadar güneyde
yüze çıkar, Orhan Deresi adı ile akar;
yolu boyunda gür kaynaklarla beslenir, derin, sarp yamaçlı boğazlara girer,
çağlayanlar yaparak Suçatı’da Göksu’ya karışır. Başlangıç yerinden
buraya kadar uzunluğu 170 km, beslenme alanı 3500 km2, ortalama
akımı saniyede 50-60 m3, en çok akımı 450 m3, en az akımı
15 m3 dolarak verilmektedir. Bu iki ana kol birleştikten sona
akarsu, tam bir ırmak görünüşü alır, yaz aylarında bile geçit vermez, birçok
yerinde karşıdan karşıya ancak kayıkla geçilebilir. Buradan başlayarak artık Göksu adını alır. Irmağın buradan denize
kadar olan uzunluğu 90 km kadardır. Burada da ırmak yer yer boğazlardan geçer,
genişlemiş yerlerde de akar, yeni dereleri alır, büyükçe deltasını geçerek Silifke
önlerinden Akdeniz’in maviliklerine karışır.(3)
Hadim Yerköprü Şelalesi; Hadim Göksuyu düdene girerken...
Geyik Dağları’nın yüksek yaylalarına sarmadan önce bizi Hadim çayının aktığı vadisinde bekleyen sürpriz Yerköprü Şelalesi idi. Yemyeşil bir vaha
görünümü arz eden; kavaklarla kaplı bahçe sınırlarının arasından derin bir
vadinin dibine doğru inen yol, sürmekte olan çevre düzenlemesi çalışmaları
nedeniyle tatsızdı. Ama esas berbat manzara, aşağıda; suyun aktığı en
aşağıdaydı.
Karasu'nun Hadim Göksuyu'na karıştığı an
Hadim ilçe merkezine 23 km uzaklıkta bulunan Yerköprü Şelalesi, Hadim
Göksuyu’nun bir düdene girerek kaybolduğu bir noktada yer alıyor. Ama onu
esas ilginç kılan bu anda onun sularına yaklaşık 25 metre kadar yukarıdan
dökülerek karışan Karasu çayının bir şelale oluşturması. Bu jeolojik harikanın
ortaya çıkardığı manzara ise benzersiz… Suyun, yukarılardan su taneciklerinden
oluşan bulutsu görünümü ile aşağıya düşüşünü seyretmek epey keyifliydi doğrusu.
Ama bunu bozan en önemli unsur, ne yazık ki yine içinde yaşadığı doğaya
acımasız bir hoyratlık telaşındaki insanoğlu idi… Hafta sonu mangal ateşlerinin
dumanına karışmış ve daha önceki piknikçi atıklarının dibinde doruk yapmış
anlaşılmaz bir keyfin(!) temsilcileri, içinde yaşadıkları doğayı kirletmenin
pervasız bir kaygısızlığı içindeydiler. Ama kendilerine nasıl bir son
hazırladıklarının ise asla farkında olmaksızın…
Hadim yolunda bir başka şelaleye uzaktan bakış...
Hadim Göksuyu Vadisi
Daha fazla duramazdık buralarda; yolumuzu Hadim’e doğru çevirdik.
Hadim ve Taşkent
Geyik Dağları’nın yüksek yamaçlarından Hadim
Göksuyu’nun aktığı derin vadilere doğru bakan bu iki kasabadan ilki Hadim’e girdiğimizde kasabanın tüm
sokaklarını kaplamış bir düğün yemeğinin manzaraları karşıladı bizleri. Evlenen
belediye başkanının yakını olunca, düğünün Hadim’in
sınırlarını çoktan aşan ihtişamı ayrıca konuşulmayı hak edecekti. Ülkenin önemli
politik şahsiyetlerinin de yer aldığı düğün yemeğine katılmak bize de nasip oldu. Ardıçlar ve Göksu peşinde sürüp giden yolculuğumuz sırasında yemek
yemeğe fırsat da bulamamıştık. Düğün yemeği, Hızır gibi yetişti imdadımıza. Son derece
örgütlü yemeğin konuklarına gösterilen ilgi, bizi fazlasıyla mutlu etti;
düğün çorbası, etli pilav, salata, zerde ve irmik helvasından oluşan düğün
yemeğinden sonraki sınırsız çaylarla devam eden şölenle kendimize gelmiştik.
Genç çifte mutluluk dileğiyle; Hadim’deki
sokakları ele geçiren düğün kalabalığının içinden vedalaşarak ayrıldık.
Hadim Göksuyu
Hadim Göksuyu'nun aktığı hırçın topoprafya
Hadim düğününün çelenkleri
Düğün yemeğinden; Hadim...
Ebruli gezginleri, düğün yemeği öncesinde...
Hadim’deki yemeğin rüzgârı 1620 metre rakımlı Taşkent’e kadar ulaşmıştı bile. Yol üstündeki kalabalıklar bunun
delili gibiydi sanki. Kasabanın içinden geçerken gözümüze çarpan birkaç bıçakçı
dükkânı ise, bıçak imalatı ile tanınmış bir yöreden geçmekte olduğumuzu
anımsattı bizlere. Ama asıl etkileyici olan; vadinin derinliklerine doğru bakan
ve bir üzüm salkımı gibi yarın başına doğru konumlanmış Taşkent evlerinin görünümüydü. Hele ki dönüş yolunda bir çay molası
verdiğimiz yarın başındaki; kasabanın en pitoresk manzarasına sahip kahvehanesinde
içtiğimiz çayların keyfi benzersizdi. Bu arada Taşkent’i kuzeyden kuşatan kalkerli tepelerden doğan Hadim Göksuyu’nun kollarından biri,
kasabanın çıkışında yer alan bir hidroelektrik santralını besledikten sonra,
karayoluna paralel seyreden vadinin derinliklerine doğru köpüre köpüre kaybolup
gidiyordu.
Taşkent İlçesi
Taşkent yaylalarından gelerek köpüre köpüre vadiye doğru akan Hadim Göksuyu'nun kollarından biri
Yarın başındaki Taşkent evleri ve vadiye doğru akan su
Taşkent sokaklarında...
Kanyona doğru bakan Taşkent evleri
Hidroelektrik santralından fışkırarak vadiye boşalan suyun akışı-Taşkent
Bizim yolumuz ise, bu suyolunun ötesinde yer alan ve Ağıl Ardıcı’na yüzyıllardır ev sahipliği
yapan Balcılar kasabası idi.
Ağıl Ardıcı
Hadim Göksuyu’nun aktığı derin vadiye paralel ilerlerken Balcılar kasabasına doğru hafif meyilli arazide yayla evlerine
rastladık. Taş ve ahşabın birlikte kullanıldığı hoş görünümlü sivil mimari
örneği bu güzelim evlerin pencereyi andıran odacıklarında üst üste istiflenmiş
durumda kara kovanlar dikkatimizi çekti. Evlere beş-altı basamaklı tahta
merdivenlerle yandan giriliyor; bodrum ve üst kat olmak üzere iki kattan
oluşuyorlardı. Bir kısmının boşluğa açılan üst kat kapıları, evlerin şimdiki
durumları ile ilk halleri arasında bir farklılaşma olduğu düşüncesini aklımıza
getirdi. Belki de hepsi boştu ya da sadece depo olarak kullanılıyordu. Ama
sonuçta Balcılar’a doğru seyrederken
yayladaki bu mütevazı kır evleri oldukça sevimli geldi bize.
Ağıl Ardıcı
Balcılar yolunda rastladığımız yayla evlerine bir örnek
Eski ismi Alata olan Balcılar kasabası, yaklaşık 1700 metre
yükseklikte kurulu; sırtını Orta Toroslar’a yaslanmış kışları oldukça sert
geçen bir böyle bir topografyada yaşam zorlu olsa gerek. Yörede kışın yoğun kar
yağışı olduğu için evlerin çoğunun çatıları saçla kaplanmış. Buralara
gelmemizin nedeni; 2000 yaşındaki Ağıl
Ardıcı’na ulaşmak için kasabanın arkasındaki tepelere doğru kıvrım kıvrım
ilerleyen bir toprak yolu izlemek gerekiyor. Zaman zaman zorlanarak ilerlesek
de; tepeyi aştığımızda bizi karşılayan Toroslar’ın
hala karlı tepeleri ve önümüzdeki düzlüklere saçılmış durumda karşımıza çıkan
yaşlı ardıç ağaçları yorgunluğumuzu unutturuyor.
Ağıl Ardıcı'nın gövdesi
Ağıl Ardıcı
Ama bizi esas heyecanlandıran uzaktan vakur dolu duruşu ile diğer
ardıçlardan hemen ayrılan Ağıl Ardıcı…
Daha önceden gördüğümüz Yağcı Ardıcı
gibi çevresi çitlerle çevrilerek koruma alınmış koca ağaç için ne dense azdır.
Görkemli görünüşü, ona saygıyla dokunuşumuz; gövdesindeki binbir kıvrımla
güçlenerek göğe doğru yükselişi; çevresinde oluşturduğu geniş gölgeliği ile
yazın onun altına sığınan sürülere barınak olma özelliğinden olsa gerek; halk
arasında Ağıl Ardıcı adı verilmesi;
bütün bunlar bu benzersiz tabii anıtın ilk bakıştaki dikkatimizi çeken yönleri.
Ardıç ve Toroslar
Bu da bir başka açıdan...
Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından ardıcın önüne konulan tanıtım
levhasında ise ağaca dair şu bilgiler yer alıyor:
Türü: Kokulu Ardıç; Juniperus foetidissima
Yaşı: 2000
Çapı: 3,6 metre
Çevresi: 11,3 metre
Boyu: 12 metre
Ağıl Ardıcı'nın önündeyiz.
Ebegümeci çiçeklerini andıran güzelim yayla çiçekleri
Ağıl Ardıcı’nın bulunduğu yaylada yer alan sürülmüş tarlalarda ise yüzeye çıkmış
halde deniz kabuklularının fosilleri dikkat çekiyor. Tetis Denizi’nin ortadan kayboluşundan milyonlarca yıl sonrasında; Anadolu Platosu’nda yüzeye vuran izleri
sanki gördüklerimiz. Yakınlardaki bir çeşmeden doya doya içtiğimiz buz gibi
yayla suyu, karşımızda Toroslar’ın
karlı tepeleri; Ağıl Ardıcı ile
geçirdiğimiz sessiz zamanlar; birazdan hepsi birer anıya dönüşecekler. Anıt
ardıç ağacı ise 2000 metreye varan ıssız tepelerde yaşam mücadelesini ve
zamanın tanıklığını sürdürecek. Ne gam…
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar
(1) Irene Melikoff, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, Cumhuriyet Kitapları, Eylül-1998;
sayfa: 127-128-129
(2) Bilgiler, Yağcı Ardıcı önünde yer alan tanıtım levhasından alınmıştır.
(3) Bkz. Türkiye’nin Akarsuları ve Vadileri; http://web.archive.org/web/20150104142719/http://www.dicle.edu.tr/a/skaradogan/DOKUMAN/Turkiyenin_akarsulari_vadileri.pdf
(4) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Emeğinize sağlık olsun kardeşlerim.
YanıtlaSilgüzel olmuş, elinize sağlık. aynı güzergahta 2000'li yılların başında ben de dolaşmıştım: http://seydiogullari.blogcu.com/yerkopru-selalesi-suyun-mimarligi/6316157
YanıtlaSil