MONTENEGRO
– KARADAĞ(1)
5 Temmuz
2012
İbrahim Fidanoğlu
Dalmaçya
Kıyıları Karadağ’da başlar
Karadağ’a; Arnavutluk
ile sınırdaş Ulcinj yakınlarındaki
sınır kapısından giriş yaptık. Arnavutluk hariç olmak üzere; hepsi birbirleriyle
akraba Slav kökenli halkların yaşadığı Balkan Devletleri arasında süren
yolculuklarımızda; genelde sınır kapısından geçişlerimiz, kolayca ve kısa
bekleyişlerle gerçekleşti. Tarih boyunca ve yakın geçmişte; birbirleriyle
ittifak yapıp birbirlerinin gırtlağına çöken bu akraba halkların sınır
kapılarında yaşadığımız halleri bizim için manidardı. Bu durumu; bir yandan
akrabalık köklerine, bir yandan da uzun yıllar Yugoslavya Cumhuriyeti çatısı
altında yaşamış olmanın getirdiği alışkanlıklara bağladık.
Budva’ya doğru Karadağlar(2)
Denize paralel bir duvar
gibi uzanan ve bir anlamda ülkeye adını veren ormanlarla kaplı Karadağların
(Lovcen Dağları) Balkanlar’ın iç
alanlarıyla denizin bağlantısını kopardığı coğrafyada; kara ile denizin yeniden
kurduğu ilişki, iklim ve toplumsal hayat bu zemin üzerinde şekillenmiş. Kıyıda
bıraktığı denize paralel dar bir şeridin hemen ötesinde; içerilere doğru
yükselen karstik yapılı dağların içine sokulmuş deniz, pasın demiri yediği gibi
karayı bir iğne oyası gibi işlemiş. İç alanlara doğru denizin nüfuz ettiği
kıvrım kıvrım koylar ve onların neredeyse kapanacakmış gibi duran daracık
boğazları, görülmeye değer eşsiz doğa manzaraları oluşturmuş. Bunun en güzel
örneğini; Kotor Körfezi’nde ve Türklerin bu bölgeye yönelik akınlarını
engellemek için, zamanında zincirle ağzı kapatılan ve bu yüzden günümüzde de
Türk Boğazı diye anılan daracık geçitte görmek mümkündür.
Budva’ya doğru Dalmaçya kıyılarında gün batımı(2)
Adriyatik kıyısında
Dalmaçya sahilleri boyunca ardı arkasına sıralanan Karadağ’ın irili ufaklı
şehirleri, sahil kasabaları ve köyleri her bakımdan bize denizin öbür yakasında
yer alan bir başka kültürün esintilerini sunar. İtalya, Dalmaçya kıyılarından
yaklaşık 80-90 km. uzaklıktadır. Belki de bu jeopolitik gerçek, özellikle
Ortaçağ’dan itibaren; gerek Karadağ ve gerekse Hırvatistan ve Slovenya
topraklarının uzun süre Venedik Devleti’nin nüfuzu altında kalmasını daha iyi
açıklar. Mimari yapılardan halkların müziğine kadar bu etkiyi bugün de görmek
mümkündür.
Karadağ; bugün 13.812 km2
yüzölçümüne, yaklaşık 300 km.lik Adriyatik sahil şeridine ve yine yaklaşık
650.000 kişilik bir nüfusa sahip; Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova
ve Arnavutluk komşuluğunda, Balkanlar’ın demografik özelliklerine sahip denecek
ölçüde kozmopolit (sadece % 45’i Karadağlı), 2006 yılında bağımsızlığını ilan etmiş
Avrupa’nın en genç ülkesidir. Tarihte ilk olarak İlliryalıların yaşadığı, daha sonraları kuzeyden gelen Slav
akınlarıyla Sırpların etkinlik kazandığı bu topraklarda Karadağlılık diye bir kavramın ortaya çıkışı, herhalde Ortaçağ’da
bu kavimlerin birbirleriyle harman olması sürecine ilişkin bir sonuç olsa
gerektir. Belki de demografik özelliğinden kaynaklanan nedenlerle, Slav ırkının
bütün güzelliklerinin bir anlamda bileşkesini bağrında taşıyan Karadağ
nüfusunun bu yanına tanıklık için, Budva
kıyısında uzanan Barlar Sokağı’nda; Eski Şehir’e doğru kısa bir gezinti
yapmak yeterlidir. Avrupa’nın en uzun boylu insanlarının da Karadağlılar olduğu
gerçeğini bu gezimiz sırasında öğrendik ve aynı zamanda tanıklık ettik. Uzun
boylu olmanın belli avantajlar sağladığı sutopunda da Karadağ ulusal takımının 2008
yılında Avrupa Şampiyonu olduğunu caddelerde yer alan afiş ve yazılardan
öğrendik.
Budva’da kaldığımız otelden sahile bakış
Kısa
Tarihçe
M.S. 5-6.yy.lardan itibaren;
daha önceleri İlliryalıların yaşadığı bu topraklarda görünmeye başlayan Güney Slavları, önceleri bu toprakların
eski sahipleri ve birbirleri ile savaşan küçük prenslikler şeklinde
örgütlenmişler; giderek Sırp varlığının öne çıktığı Slav Krallıkları’na
dönüşerek (Raska, Duklja ve Zeta
prenslikleri) bu toprakların egemenleri haline gelmişlerdir. Ortaçağdan
başlayarak bölgede en güçlü ve zengin devlet konumundaki Venedik’in nüfuzu,
Karadağ topraklarını da etkisi altına almış ve 1797 yılına dek Adriyatik kıyısı
boyunca Lovcen Dağları’nın eteklerinde uzanan bu topraklar, Venediklilerin
egemenliğinde kalmıştır.
İlk kez Karadağ’ın o
günlerdeki yönetim merkezi Cetinje’nin
1514’de ele geçirilmesi ve Karadağ Sancağı’nın kurulması ile Adriyatik
kıyısında yükselen Karadağlar’ın
ardında bir yönetim merkezi oluşturulmuş ve bu topraklarda Osmanlı egemenliği
tesis edilmiştir. 16.yy.dan 19.yy.a kadar Osmanlı İmparatorluğu, Karadağ’ın
belli bölgelerini egemenliği altına almakla birlikte; özellikle Kotor Körfezi
merkezli zorlu topoğrafyanın desteğinde sürdürülen direnişi kırmakta pek
başarılı olamamıştır. Osmanlılar, Kotor Körfezi’nde sürdürülen direnişe karşı,
ancak Herceg Novi ve Risen’de tutunabilmiş; Osmanlı
donanmasının denizden yürüttüğü kuşatmalara rağmen, yerli halkın Kotor
Körfezi’nin ağzını zincirle kapatmaya vardıracak ölçüde göstermiş olduğu direnç
nedeniyle Adriyatik kıyısındaki toprakların tümü, bu anlamda Osmanlı tarafından
hiçbir zaman tamamen ele geçirilememiştir.
Budva’dan ötesi; Adriyatik sahilleri ve Lovcen Dağları
1878’de Berlin
Antlaşması sonrasında Sırplarla birlikte bağımsızlığını kazanan Karadağ,
18.yy.dan sonra belli aralıklarla Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun
egemenliğinde de yaşamıştır. 1918 yılında Avusturyalıların Karadağ’dan
çekilmesi sonrasında yeniden bağımsızlığına kavuşan ülkede 1. Dünya Savaşı’ndan
sonra; önce Sırpların daha sonra da Güney Slavlarının katıldığı Yugoslavya
Krallığı’nın çatısı altında egemenlikler söz konusu olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan
sonra Adriyatik’ten Balkanlar’ın içlerine doğru nüfuz eden geniş bir coğrafyada
kurulan Tito başkanlığındaki sosyalist Yugoslavya’da, özerk birer cumhuriyet
olarak yaşamayı sürdüren Karadağlılar, 1989 sonrası Doğu Avrupa’da değişen
sınırlar ve devrilen yönetimler kuşağında; 2006 yılına kadar Balkanlar’da
tarihteki ortak davranış geleneğine de dayanarak Sırplarla beraber hareket
etmişlerdir. Küreselleşme rüzgârlarının sarıp sarmaladığı günümüz siyasetinde
Karadağ’ın vardığı son nokta ise, ulusal para birimi olarak Euro’nun
kullanıldığı 2006 yılından sonra başlatılan bağımsız Karadağ sürecidir.
Budva; Eski Şehre giden cadde; Barlar Sokağı
Sınırdaki
Kasaba; Ulcinj
Sınıra en yakın kasaba Ulcinj,
Arnavutların yoğun yaşadığı bir yerleşim olarak dikkat çekiyor. Bu açıdan çevre
ülkelerde yaşayan Arnavutların yaz tatillerini geçirmek için tercih ettikleri
bir sayfiye yeri olduğu da söylenebilir. Deniz seviyesinden oldukça yüksekte
seyreden ve genişletme çalışmaları halen sürmekte olan son derece dar bir
karayolundan ayrılarak kıvrıla kıvrıla Adriyatik kıyısına doğru inen tali yol
yolcularını Ulcinj’e götürür. Bu yolu kat ederek Osmanlı Yönetimi tarafından
ona biçilen sürgün cezasını çekmek üzere bu kasabaya ulaşan İzmirli hemşerimiz Sabetay Sevi de ölünceye kadar ömrünün
kalan kısmını bu topraklarda geçirmiş. Bugün mezarının Arnavutluk’ta bizim bu
yolculuğumuzda göremediğimiz tarihi şehir Berat’ta
olduğuna dair bir bilgi var elimizde. Ama tarihin bir döneminde kendisini Mesih
ilan ederek Yahudilik inancında bir tür reform hareketine girişen bu adamın hikâyesiyle,
yolculuğumuzun bu kadar uzaklarda kesişmesi ve bize; ondan ve fikirlerinden
duyulan rahatsızlığı bu anlamda hissettirmesi ilginçtir.
Budva’da Eski Şehrin surları
Ulcinj’den sonra kıyı
boyunca ilerleyen yol, zaman zaman yükselir ve kıyıdan nispeten uzaklaşır.
Bundan sonraki en önemli yerleşim; aynı zaman da Kotor ile birlikte Karadağ’ın
en önemli liman kenti de olan Bar’dır. Liman ve yeni Bar şehri,
hemen denizin kıyısında kurulmuştur. Ancak, Bar’ın esas kalbi, yukarıdaki Eski
Şehir’dir. O, kıyıdan uzakta şehir surlarının arkasında Ortaçağ mimarisinin
bütün güzelliklerini taşıdığı binaları, dini yapıları ve çarşıları ile
ziyaretçilerini uzaktan çağırır.
Budva’ya
doğru
Ama bizim için hedefte Aşağı Adriyatik Rivierası’nın (Budva Rivierası) merkezi kabul edilen Budva
yer almaktadır. Uzayıp giden geniş kumsalları, Petrovac, Milocer ve Sveti Stefan gibi kıtalar ötesinden
misafir kabul edecek derecede tanınmış kıyıdaki küçücük yerleşimleri ile Budva’ya yaklaşırken eşsiz doğa
manzaraları neredeyse insanın başını döndürür. Ama bu aşağı yukarı bütün
Adriyatik sahillerinde böyledir ve doğanın korumayı bilen insanlara değerli
birer hediyesidir.
Sveti Stefan Adası yada Ada Otel
Sveti Stefan, aslında bir adadır ve
Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği sırasında bu ada, Türklere karşı bir
savunma kalesi işlevi görmüştür. Başlangıçta 12 ailenin yaşadığı bir kale köy
görünümünde olan ada, 19.yy.da yaklaşık 400 kişilik bir balıkçı köyüne dönüşmüş.
Daha sonraları 20 yy.da boşaltılarak turizm amaçlı kullanılmaya başlanan ada,
bu dönemde üzerinde yer alan otel ve kumarhaneleri ile Avrupa’nın jet
sosyetesinin ilgisini çeken Adriyatik’te önemli bir turizm merkezi haline
gelmiş. 1992 yılında da; adada Boris Spasky
ile Boby Fischer arasında satranç
müsabakası düzenlenmiş. Ada, incecik bir yolla ana karaya bağlanıyor. Bugün de
adanın tamamına hakim konumda; son derece lüks bir otel yer alıyor. Uzaktan
Ortaçağ mimarisi özelliklerini taşıyan pitoresk görüntüsü, adayı gelen geçen
herkesin fotoğraf çekmeden geçemeyeceği bir mekana dönüştürmüştür.
Hristiyanların Noel’in ikinci yada üçüncü gününde andıkları; Hz. İsa’nın ilk dini
görevlisi olan ve Yahudiler tarafından taşlanarak öldürülen Aziz
Stefan’ın ismini taşıyan adanın bir isim ortağı da, bizim İstanbul’daki
şimdi Yeşilköy olarak adlandırdığımız Ayastefanos’dur.
Budva; Eski Şehrin girişi
Budva; Budva
Rivierası’nın Merkezi
Sv. Stefan adası, Budva’dan
yaklaşık 6 km. kadar güneyde yer almaktadır. Adayı geçince kıyı boyunca kıvrıla
kıvrıla ilerleyen yol, bizi Budva’nın şehir merkezine ulaştırır. Budva,
gerek öne çıkan tertemiz kumsalları ve pırlanta plajlarıyla ve gerekse eğlence
dolu gece yaşamı ile Karadağ’ın en önemli turistik merkezlerinden birini
oluşturmaktadır. Aslında yaklaşık 18.000 nüfusu ile küçük bir kasaba
görünümünde olan Budva, son derece
modern turistik tesisleri, sahilde yer alan otellere inen yolların hemen
üstünde yükselen begonvillerle süslü Akdeniz tipi bahçeli evleri, yazları
farklı ülkelerden gelen binlerce turist sayesinde son derece hareketli ve
kozmopolit yaşamı ile dikkat çeker. Kentin bütününe hâkim modern görüntünün
kesikliğe uğradığı tek alan ise kıyıda şehir duvarlarının arkasında yer alan, çok
iyi korunmuş durumdaki Eski Şehir’dir. Geceleri son derece şenlikli olan ve
gece kulüpleriyle barların bulunduğu eğlence merkezi ile Eski Şehri birbirine
bağlayan kıyıdaki yol, neredeyse iğne atsanız yere düşmeyecek denli yoğun insan
kalabalıkları ile dolar taşar. Her türlü hediyelik eşya satıcısının da yer
aldığı bu cadde, gece kulüplerinden sokağa taşan davetkâr müzikleri ve
danslarıyla ziyaretçilerine bir anlamda tam bir panayır ortamı sunar.
Kalabalığı yara yara ilerleyip ulaştığımız bir meydanda bizi 15.yy.dan kalma
Eski Şehir’in surları karşılar.
Eski şehrin sokaklarında
Yaklaşık 400 yıl Venedik
nüfuzu altında yaşayan şehrin kalesi ve içindeki yapılar; kapıları,
pencereleri, küçücük balkonları ve yapılara ait diğer tüm ayrıntılar, Venedik
dönemine ait mimari izler taşır. Bir an için dalıp gidersiniz; Adriyatik
kıyılarındaki bu kale kentlerde dolaşırken, Venedik’te olduğunuz hissine
kapılıverirsiniz. Adriyatik’te gördüğümüz bütün eski şehirlerde (stari
grad); Budva, Kotor ve Dubrovnik’te biraz daha büyük veya biraz daha
küçük olmak üzere hep aynı manzara ile karşılaştık diyebiliriz.
Budva; Eski Şehir, Ortodoks Kutsal Triniti Kilisesi kapı
üstü detayı
Tarihçilerce önceleri
bir ada olduğu ve daha sonraları ana karaya bağlandığı söylenen Eski Şehir’e
surların etrafını çevirmiş çok sayıda kafeteryanın arasından geçerek üzerinde
kitabesi ve şehrin simgesi bulunan dar bir kapıdan girilir. Şehrin küçük
meydanlara açılan daracık sokaklarının iki yanında iki, üç yada dört katlı, taş
duvarlarla örülmüş Budva’nın
Ortaçağ’dan kalma evleri yükselir. Çoğu ev; butik otel yada restoran türü
işletmelere dönüşmüştür. Binaların altında her türlü hatıra eşyası ve hediyelik
satan küçücük, şirin dükkânlar ve ayaküstü atıştırmalık yiyecek içecek
mekânları bulunmaktadır.
Surların içinde üç tane
kilise yer alır. Bunlardan ilki şehrin giriş kapısına nispeten yakın bir
konumda bulunan bir meydandaki 7.yy.da inşa edilmiş ve zamanında bir katedral
olarak kullanılmış olan Katolik St. John
Kilisesi’dir (Sveti İvan). Diğeri
ise hemen bu kilisenin karşısında; aynı meydanda yer alan ve 19.yy.da yapılmış
olan Ortodoks Kutsal Triniti Kilisesi’dir.
Üçüncü kilise ise meydandan denize doğru; surların dibinde; kaynaklarda
9.yy.dan kaldığı belirtilen Liman’daki
Santa Maria Kilisesi’dir.
Şehir, 1979 yılında
büyük bir deprem yaşamış. Deprem sırasında Eski Şehir’in surları ve yapılar
büyük hasar görmüş. Kutsal Triniti
Kilisesi’nin apsis duvarında yer alan derin çatlak da yakın geçmişte
yaşanan bu dramatik olayın tanığı gibiydi. 1987 yılına kadar süren 8 yıllık bir
restorasyon sonrası Eski Şehir, 1987’de yeniden bugünkü haline getirilmiş.
Katolik St. John Kilisesi
Kalenin surlarının
denizle birleştiği noktadan Adriyatik’e baktığınızda, Budva’nın tam karşısında yer alan ve denizin içinden sanki fırlayıp
çıkmış bir füze rampasına benzeyen St.
Nikola adasını görürsünüz. Güney Adriyatik’in bu en büyük adasının denize
dik bir uçurum şeklinde inen batı kıyısının aksine doğu yakası tatlı bir eğimle
kıyısındaki kumsallara ve denize doğru ulaşır. Ada, yazın turistlerin rağbet
ettikleri ve bu amaçla botların çalıştığı bir güzergâhmış.
Surların üstünden Budva Rivierası’nın güneye doğru uzayıp
giden kumsallarını ve turistik tesislerle dolu kıyısını bir süre seyrettikten
sonra, tekrar Eski Şehir’in dar sokaklarından ilerleyerek evlerin arasına
sıkışmış ağaçlar altında koyu gölgelik bahçesinde soluklanmak üzere bir
kafeteryada mola verdik. Kale içinde geceleyin ve sabahında yaptığımız iki tur,
Eski Şehri içimize iyice sindirmemize yardımcı olmuştu. Üzerinde ejderhaya
benzer bir figürün bulunduğu mermer kabartmalı şehir kapısından surlarla
çevrili eski şehri terk ederek, gecedeki kalabalıklardan eser kalmayan ve
sıcağın egemenliği altına aldığı Barlar
Sokağı’nın pembe zakkum ağaçlarıyla bezenmiş kaldırımlarını takiben
otobüsümüze doğru yürüdük.
Limandaki Santa Maria Kilisesi
İç içe
Körfezler Ülkesi; Karadağ
Lovcen Dağları’nın yamaçlarına doğru tırmanan modern Budva’nın içinden geçip giden sahil
yolunu takiben, Adriyatik kıyı oluşumunun en karakteristik özelliklerine sahip Herceg Novi, Tivat ve Kotor
körfezlerine doğru yola çıktık. Birbirilerine dar bir boğazla bağlanan adeta iç
içe geçmiş üç körfezin kıyıları boyunca Kotor’a
doğru dolanırken, manzaranın etkileyiciliği karşısında adeta sus pus olduk.
Denizin karanın içine usul usul girdiği bu kıyılarda kara parçası, Radovici’den ileride Hersek krallarının
kurduğu bir kent olan Herceg Novi’ye
bir yarımada şeklinde uzanır. Burası ilk körfezin (Herceg Novi körfezi) ikinci körfez Tivat’a geçiş noktası Kumborski boğazıdır. Bu boğazdan Tivat körfezine girildikten sonra; yarımadanın
güneydoğu köşesinden Tivat’a; kuzeye
doğru kıvrılan güneydeki kıyılar, Herceg
Novi’den Denovici’ye; güneye
doğru yaklaşan karşı kıyılarla neredeyse öpüşecek noktaya gelir. İşte burası,
Osmanlı’nın Karadağ topraklarındaki tutunabildiği son yerler olan Herceg
Novi ve Kotor Körfezi’nin kuzeydoğu köşesinde yer alan Risen’i
ele geçirmek üzere saldırılarını yoğunlaştırdığında; Karadağlıların denizden
gelen Osmanlı donanmasını engellemek için önüne zincir çektikleri; üçüncü ve
sonuncu körfez olan Kotor Körfezi’ne
açılan meşhur Türk Boğazı’dır.
İç içe üç Körfez; Herceg Novi, Tivat ve Kotor Körfezleri(3)
Kale içinde zakkumlar içinde bir ev ve Budva Sahili
Bugün Kotor Körfezi’nin içinde, tam bu Türk
Boğazı’nın karşısında o günlerin hatırasının tanığı; biri doğal (Sv. Dorde yada St. George) diğeri ise yapay (Lady
of the Rocks) iki ada bulunmaktadır. Üzerinde 12.yy.dan kalma bir
Benedikten Manastırı’nın yer aldığı Sv.
Dorde adası kıyıdaki Perast kasabasının tam
karşısındadır. Ada üzerinde, kıyısında yükselen duvarların ardındaki kara
serviler arasında bir de eski bir mezarlık bulunmaktadır. Diğer ada ise, Lady
of the Rocks adı ile tanınan yapay olanıdır. Bu adanın batırılan yada
ele geçirilen eski teknelerin denizin dibinde oluşturduğu enkazları üzerinde
yükseldiği söylenmektedir. Kayalarla da desteklenen enkaz, zamanla bir adaya
dönüşmüştür. Bu adanın üstünde biri 15.yy.da; diğeri ise 17.yy.da yapılan iki
kilise bulunmaktadır.
Kotor Körfezi’nde Sv. Dorde Adası
Karadağ’ın
Venedik’i; Kotor
Kotor, bugün kendi adıyla
anılan körfezin güney ucunda yer alan, Bar ile beraber Karadağ’ın en önemli
liman kentidir. Adriyatik kıyılarına deniz yoluyla gelen turistleri taşıyan
gemilerin biri yanaşır, biri kalkar bu limandan. Limandaki trafik bu anlamda
çok yoğundur. Kent, Lovcen Dağları’na
sırtını yaslamış; askeri anlamda çok iyi tahkim edilmiş; Venedik döneminden
kalma dağdaki kalenin kıyıdaki bir uzantısı gibidir. Kalenin çevresinde yer
alan ortaçağ hendekleri ve dağdan Adriyatik’e doğru akmakta olan Skurda
ırmağının deltası eski şehrin surlarını çepeçevre sarar. Liman hemen şehir
surlarının Batı kapısının önünden geçen Liman Caddesi üzerinde yer alır.
Yalçın kayalıklara
tırmanan surlar ve aralıklarla yer alan burçların aşağıdan görüntüsü son derece
etkileyicidir. Kalenin bu bölümünde ortalarda bir yerde büyük bir kilise yer
alır. Ayrıca; surların topoğrafyaya uygun olarak dönüş yaptığı bazı alanlarda
yer alan köşelere de Hristiyanlık dünyasının önemli azizlerinin isimleri
verilmiştir. (Aziz Stefan, Aziz Marko, Aziz Francis köşeleri gibi) Ama asıl
etkileyici olan, çok iyi korunmuş bir Ortaçağ kenti görünümündeki dağdaki
kalenin kıyıdaki uzantısı Eski Şehir’dir (Stari Grad). 1797 yılına dek,
yaklaşık 400 yıl kadar Venedikliler’in elinde kalan Kotor, Ortaçağ İtalyan mimarisinin bütün özelliklerini
taşımaktadır.
Önde Kotor’un çivit
boyalı eski evi; arkada Sv. İvan Tepesi’ndeki şehrin surları
Eski Şehrin üç önemli
giriş kapısı bulunmaktadır. Bunlar, Skudra
ırmağına bakan kuzey yönündeki Nehir Kapısı,
Liman’a doğru; batıya bakan ve bizim de şehre giriş yaptığımız Batı yada Deniz Kapısı ve şehrin güney yönünde bir köprüyle koyun en dip
noktasından denizi atlayarak karşı kıyıya bağlanan Güney Kapısı’dır. Ayrıca Kotor Şehrinin haritalarında Lovcen Dağları’na tırmanan surlar
boyunca da irili ufaklı bir takım kapılara rastlanmaktadır. Örneğin Kotor’un
sırtını verdiği surlarla çevrili St. John
yada Sv. İvan Tepesi’nin en yüksek noktasında
(260mt.) St. John Kalesi ve Kapısı
bulunmaktadır. Kireç taşı sarp kayalıklardan oluşan bu tepeyi, hemen arkasında
yükselen Lovcen Dağları’ndan derin
bir kanyon ayırmaktadır.
Kotor Limanı ve Eski Şehir (Stari Grad)
Deniz Kapısı’nın sağında
Valier Burcu yer alır. Burcun üstünde
mermerden bir nişin içinde Kotor Aslanı kabartması bulunmaktadır. Hemen bu
burca yaklaşırken ilk olarak sizi Kotor Halk Pazarı’nın sergileri karşılar. Bu
sergilerde Kotorlu pazarcılar, böğürtlenden ahududuya, yaban mersininden
çileğe; incirden eriğe, şeftaliden domatese kadar uzanan geniş bir yelpazede; az
miktarda, ancak çok taze meyve ve sebzeleri ziyaretçilerine sunarlar.
Şehrin ana giriş kapısı
kabul edilen Deniz Kapısı, eski şehrin
en önemli ve en büyük meydanı Silahlar
Meydanı’na açılır. İsmi Venedik döneminden kalma meydan, o yıllarda silahların
tamir edilip depolandığı bir alanmış. Meydanda; şehrin giriş kapısının tam
karşısında; 17.yy.dan kalma bir Saat
Kulesi, bunun önünde ise suçluların halka teşhir edilerek cezalandırıldığı
bir utanç sütunu yer alır. Meydanda Saat Kulesi’nin bulunduğu cephede
ayrıca; rivayete göre, başlangıçta kimsesizler için 100 odalık bir blok olarak
tasarlanan ve bu nedenle de diğer yapılara nazaran daha sade bir mimariye sahip
18.yy.dan kalma Beskuca Sarayı; karşı
sırada ise Dükler Sarayı, Napoleon
Tiyatrosu ile Silah Deposu
(Arsenal) yer alır. 18.yy.da yapılan ve 1890’dan sonra bir süre Belediye Sarayı
olarak da kullanılan Napoleon Tiyatrosu, Fransızların bölgede bulunduğu dönemde
yeniden dekore edilerek bu isimle anılmış.
Eski şehrin daracık
sokaklarıyla birbirine bağlanan 10 meydanından biri de; kentin koruyucusu olan St.
Tripun’a adanmış, 12.yy.dan kalma katedralin de yer aldığı St.
Tripun Meydanı’dır. 19.yy.daki Kotor Belediye Başkanlığı binası, Kotor
Tarih Arşivi Müzesi, bugün Kültürel Anıtları Koruma Enstitüsü olarak hizmet
veren 14.yy.da gotik tarzda inşa edilmiş Drago
ailesine ait saray bu meydana bakan diğer önemli yapılardır.
Kotor; Stari Grad; Deniz Kapısı’ndan Silahlar Meydanı’na
girerken
Genellikle üç yada dört
katlı yapıların çevrelediği sokaklarda; bazen kemerli kapılardan, bazen de bu
evlerin altından çalışan tonozlu tünellerden geçilerek başka sokaklara ve
meydanlara çıkılır. Evlerin üst katları; pencerelerinin çoğu kapalı durumdaki
yeşil renkli kepenkleri, siyah ferforje demir parmaklıklı küçük balkonları ve
gri rengin hâkim olduğu; uzaktan briket hissini veren taş örgülü duvarları ile tekdüze
bir görüntü sunar. Bazen sokaklara doğru pencere yada balkonlardan sarkan
begonviller, sardunyalar buradaki yaşama renk katarlar. Binaların alt katlarında
yer alan Kotor temalı envai çeşit hediyelik eşya ve yiyecek içecek satan
dükkânlar kısa soluklanma mekânlarıdır. Meydanlarda yada köşe başlarında
ansızın karşımıza çıkıveren güzelim çeşmelerinden akan şeker gibi tatlı suları,
içmeye doyamaz insan. Bu noktada memleketimin meydanlarında şimdi artık akmayan
yada kaldırılmış çeşmeleri aklıma gelir.
Biraz ilerde Sv.
Luke Meydanı’ndaki Sv. Luka
(12.yy. yapısı) ve Sv. Nikola (20.yy.
başları) Kiliseleri; bir diğer meydandaki Fransisken
St. Klara Manastırı (18.yy. yapısı) şehrin diğer önemli dini mekânlarını
oluşturur. Skudra ırmağına açılan
kuzey yönündeki Nehir Kapısı yakınlarında yer alan Drva Meydanı’nın ortasına
gerilmiş iplerin üstünde rüzgâra kapılmış dev çamaşırlar salınıp durmaktadır.
Eski Şehir; Silahlar Meydanı
Skudra ırmağı Lovcen Dağları’ndan Kotor Körfezi’ne doğru, eski şehrin duvarlarını yalayarak kavuşur.
Irmak üzerinde yer alan eski bir elektrik santralı, yosunlarıyla yeşile
boyanmış suyun içinde seçilebilen bazı su kanalı yapıları ve eski bir kilisenin
kalıntıları (Aziz Nikolas) Nehir Kapısı’ndan
çıkılarak ulaşılan ve Skudra’nın üzerinde yer alan köprüden dağa doğru
baktığınızda gördüğünüz ayrıntılardır. Hemen arkanızı döndüğünüzde limandan
ayrılmakta olan dev gibi bir yolcu gemisinin göğe yükselen dumanı ile
karşılaşırsınız. Bu arada; Liman Caddesi’ndeki yoğun trafik, her zamanki gibi
akıp gitmektedir.
Silahlar Meydanı’ndaki
kafeteryalardan birinde verilen bir dinlenme molası sonrası artık Kotor’u terk
etme zamanıdır. Girdiğimiz Deniz Kapısı’ndan terk ettiğimiz Eski Şehir, 1979’da
yaşadığı büyük deprem sonrasında, yaklaşık 10 yıl süren restorasyon sürecinden
sonra yeniden toparlanmış haliyle bizleri uğurlamaktadır. Ne diyelim; darası
bizim memleketin eski şehirlerinin başına… Belki biz de bir gün aynı korumacı
kaygılarla hiç de buralardan geri kalmayacak değerde “mücevher” kentlerimize
sahip çıkabiliriz; Elbette, o güne kadar o “mücevher”lerden korunacak değerde
bir şeyler kalırsa diyelim ve bu faslı bitirelim.
Kentin Koruyucusu Sv. Tripun Katedrali
Brasna Meydanı’nda Pima Sarayı
Silahlar Meydanı’nda Beskuca Sarayı
Sv. Tripun Meydanı
Sv. Tripun meydanındayız
Sv. Tripun meydanında Belediye Sarayı
Sv. Tripun meydanından bu geçitten geçerek ayrıldık
Kotor Kalesi’nde Nehir Kapısı’na doğru Tulumbalı çeşme
Drva Meydanı’nda dev çamaşırlar rüzgara karşı
Surlar ve Skudra ırmağı
Kotor’da; eski şehri
çeviren surların kuzey yakasında Skurda ırmağı denize doğru akar
Zamanında Skurda’ya gem vurmuşlar
Kotor; Eski Şehir; Nehir Kapısı – sur dışından
Kotor; Drva Meydanı’nda Azize Meryem Kilisesi
Kotor; Eski Şehir’de kana kana su içtiğimiz çeşmeler
Kotor; Sv. Luke Meydanı’nda Aziz Luka Kilisesi
Kotor; Sv. Luke Meydanı’nda
Kotor; Sv .Luke Meydanı’nda Aziz Nikola Kilisesi
Kotor; Sv. Luke Meydanı’na bakan tipik Kotor evi
Fransisken Aziz Klara Kilisesi; iç mekân
Kotor; Silahlar Meydanı’nda Beskuca Sarayı
Kotor Aslanı
Kotor Limanı
Perast açıklarında Türk Boğazı
Sv. İvan Tepesi’nde Sv. İvan (St. John) Kalesi (4)
Dipnotlar:
(1)
Bazı mekânların ve
önemli binaların isimleri konusunda, gezi esnasında alınan Kotor Eski Şehir
Haritası ve Montenegro Guide isimli broşürden yararlanılmıştır.
(2)
Bu iki fotoğraf; değerli
gezi arkadaşımız Ayşenur Oktay Alfatlı’nın envanterinden alınmıştır.
Fotoğraflar; Arnavutluk sınırı ve Budva arasında seyir halindeyken çekilmiştir.
Değerli katkıları için kendisine teşekkür ederiz.
(3)
Kotor Körfezi haritası
Google Earth’den alınmıştır.
(4)
Kalan fotoğraflar,
İbrahim Fidanoğlu tarafından 2012 yazında söz konusu gezi sırasında
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen:M.YC
Emeğinize Sağlık Herşey gerçekten çok güzel Devamını Bekliyoruz Takipteyiz.
YanıtlaSilGüzel bir tur olmuş insanın gezesi geliyor teşekkürler güzel bilgi için
YanıtlaSilÇok güzel sağolun
YanıtlaSilresimler çok güzel
YanıtlaSilÇok güzel paylaşım olmuş teşekkürler.
YanıtlaSilGüzel paylaşım. Teşekkürler.
YanıtlaSil