19 Eylül 2016 Pazartesi

MACAHEL YAYLALARINDA-1



LEKOBAN YAYLASI’NDA İKİ GÜN İKİ GECE(1)

30-31 Temmuz 2012
İbrahim Fidanoğlu

Lekoban’a doğru

Sisin dağları ele geçirdiği bir andı. Kuzeye doğruydu yolculuk. Derin vadilerle kaplı bir topografyada sanki göğe yaklaştıkça bizden uzaklaşıyordu dağlar. Altımızdaki derin vadide akmakta olan bir dere, uzun süre boyunca eşlik etti bize. Karşımıza ilk çıkan hayat belirtisi, yarın başındaki yamaca tutunmuş bir dizi ahşap evdi. Tek tip bir mimariye sahip evler, derin bir vadinin kıyısında yükselen dik bir yamaca yaslanmışlardı sanki.

 
Sisin dağları ele geçirdiği an; Karçallar'ın zirveleri

 
Lekoban yolunda

 
En arkada Karçallar


 
Lekoban'da yağmurdan sonra gökkuşağı
(Fotoğraf: Ayşenur Oktay Alfatlı) 


Şavşat’tan; benzersiz bir ekosisteme sahip Macahel Vadisi’nin doğusunda yükselen 2300 metre rakımlı Lekoban Yaylası’na doğru yönelen yolculuğumuz, derin bir vadinin kıyısındaki kıvrımlarda ilerleyen bu dar ve bozuk toprak yolda başladı. Gittikçe yükselen, yükseldikçe bükülen bu yol taşıdı sonunda bizi Lekoban’a. Ama Macahelli rehberimizin anlattığına göre şimdiki hali sanki bir otobandı. Belki de 10-15 yıl öncesine kadar destansı yürüyüşlerle yapılırdı yayla yolculukları, Lekoban’a doğru.

 
Lekoban yolunda rastladığımız yayla evleri 

 
Aynı noktadan bir başka görünüm

Aşağılarda 30 derece civarında seyreden sıcak ve nemli hava, yükseldikçe üzerinden yükünü atarcasına rahatlattı bizleri. Karçallar’ın zirvesindeki beyazdan tüller, Lekoban’ın içimizi ürperten serinliğinin teminatı gibiydi. Ya o buzul gölleri; derin vadilerle önü kesilen yamaçlarında Karçallar’ın, gizli çukurlarına saklanmış gibiydiler.

 
Karçallar

 
Lekoban'dan öteye; Karadeniz'e doğru...

 
Yaylanın çiçekleri

Karçallar’ın eteğinden süzülerek 2700 metrelerden güney batıdaki Artvin ve çevresinin topografyasını değiştiren barajlardan biri olan Deriner Barajı’nın bulunduğu vadilere doğru akar Lekoban Yaylası’nın mütevazı deresi… Aktıkça çoğalır ve beslenir Karçallar’dan; başka derelerle birleşir ve Artvin önlerinde şimdi önü betondan bir duvarla kesilmiş bulunan Deriner Baraj Gölü’nde soluklanır; eninde sonunda vardığı yer, deli Çoruh ve Karadeniz’in hırçın sularıdır.

 
Naçadirev sırtlarında

 
Lekoban Yaylası

 
Lekoban'da yayla evleri

 
Bizim yayla; Lekoban

 
Yayla evlerinin üst düzlemden görünümü; yağmur altında...

 
Tipik Macahelli; ev sahiplerimizden...

Yolun engebelerine uygun sıçrayışlarla havalanıp indiğimiz minibüsün koltuğundaki heyecan dolu yolculuğumuz, Lekoban Yaylası’nın yayla evlerinin arasına doğru ilerleyen toprak bir patikada sonlandı. Öğleyi geçmişti Lekoban yayla evlerine ulaşmamız. Yaylaya vardığımızda dikkatimizi ilk çeken mutlu ve özgür danacıklardı. Yeşile boyanmış yamaçlarda özgürce otlayan hayvanların huzuru ve mutluluğu görülmeliydi. Dere yatağının üzerindeki yamaca yaslanmış bir sıra ahşaptan yayla evi bulunmaktaydı. Bunlardan biri bize ev sahipliği edecekti bu gece. Çatılarında ve bazısının ön cephelerinde yer alan çinko kaplamalar, bu kadar yükseklikteki doğanın yıkıcı koşullarına karşı koymak içindi. Yükümüzü pansiyona bıraktık ve günün kalan kısmını değerlendirmek kaygısıyla hemen attık kendimizi dışarı. Dere yatağına paralel ilerleyen patikayı takip ederek başladık yürümeye.

 
 Lekoban Yaylası ve çevresi (Google Earth'den alınmıştır.)

Coğrafyaya daha geniş açıdan bakış

 
Yürüyüş kolu Kuyruklu Göl'e doğru yürürken; zemin orman gülleriyle kaplı...

 
Lekoban Yaylası'nda kampana çiçekleri

 
Lekoban'ın çiçekleri

  
Lekoban çiçekleri; ismini bilemedik.

Öğleye dek ısınan ve su buharıyla zenginleşen hava genellikle yazları; ikindiye doğru bir sağanakla sonlandırıyor günü yaylada. Hatta geceleri gök gürültülü, şimşekli yağmurlar dövüyor yayla evlerinin çinkodan çatılarını. Gecenin karanlığında, dışarıda havlayan köpeklerin sesleri, bazen çakallar, bir tufanı andıran gök gürültüleri ve şimşeklerin pencerelerden vuran ışığı; sanki gökte kopan panayırın yere vuran aksi gibi… Ardından patlayan hava ile birlikte çatıda patırdayan yağmurun dehşetli sesleri yankılanmakta vadinin derinliklerinde geceleri. Sabah uyandığınızda ise, o tufan hiç yaşanmamış gibi; her şey süt liman ve dingin; gökte pürüzsüz bir mavilik; derinliklerini okşamakta ruhumuzun. Ne güzel bir doğa ve nasıl bir hayat yarabbi…

 
Vadim o kadar yeşildi ki...

 
Doğanın fırçası ile atılmış beyazlar...

 
Sisin içine doğru...

 
Lekoban papatyaları

 
Lekoban'dan Kuyruklu Göl'e doğru 

Kuyruklu Göl

Tepeye doğru tırmandıkça her yanı kaplayan sisin içinde birer hayalet haline gelen bizler, ayağımıza takılan binlerce, on binlerce orman gülünü (Rhododendron) o anda fark ettik. Adına şarkılar yakılan komar yaprakları, üstüne sevgilerin kazındığı o güzelim yaban örtüsü her yanımızı sarmıştı. Arada rastladığımız buraya has pembe orkideler, sapsarı papatyayı andıran büyük olasılıkla endemik başka çiçekler; bütün bunların hepsi bizi tepenin Kuyruklu Göl’ün bulunduğu çukura nazır yamacına sürükleyiverdi ansızın.

 Komar yaprakları için yazılan şarkılardan; Nayino ve Karmate
(YouTube'dan alınmıştır.)

 
Kuyruklu Göl yolunda rastladık.

 
Kuyruklu Göl

 
Kuyruklu Göl sırtlarında...

 
Lekoban aranjmanı 

Sis, bu hayal içinde fark ettiğimiz renkleriyle çiçekler ve tatlı bir eğimle alçalan yamacın dibinde yer alan ve ana gövdeden adeta kuyruk şeklindeki bir derecikle aşağılara doğru boşalmakta olan Kuyruklu Göl; işte şimdi Karçal eteklerinde manzara tam tekmil hazırdı. Aşağıdaki vadiye doğru alçalmakta olan sisin üstümüzden çekilmesiyle, havanın kapandığını ve şiddetli bir yağmurun yaklaşmakta olduğunu anladık. Geldiğimiz yoldan yayla evlerine doğru inerken, beklenen sağanak aniden bastırdı. Sanki gök delinmiş, yağmur olup inmişti üstümüze; gün boyu yükselen sıcak havanın içindeki nem. Ama ne yağmur; yaklaşık 1 saati aşkın süren dönüş yürüyüşü sonunda pansiyona ulaştığımızda, aldığımız bütün önlemlere rağmen ıslanmadık yerimiz kalmamıştı. Kaldığımız pansiyonun salonunda yanmakta olan sobanın çevresine dizildi bütün çamaşırlar ve ayakkabılar… Sabaha kadar zor kurudu hepsi.

 
Lekoban çiçeklerinden...

 
Kuyruklu Göl; geniş açıdan...

 
Kuyruklu Göl'e doğru yürürken; sis ve yağmur bir arada; komar yaprakları üstündeyiz.
(Fotoğraf: Ayşenur Oktay Alfatlı)

 
Sarı sarı Lekoban çiçekleri; katırtırnaklarına benziyor.

 
Sağanak yağmur altında Lekoban'a dönüş 

 Yaylaya akşam çökerken

 
Lekoban'dan aklımızda kalan...

 
Kuyruklu Göl sırtlarında beyaz örtüden yaza kalanlar

Anadolu’nun en doğusunda olduğumuzdan gün çok erken ağarıyor buralarda yaz sabahları. Neredeyse 4.30 gibi günün ilk ışıkları vuruyor pencereden içeriye. Evin içinde erkenden başlayan bir hareketlilik; elle çevrilen yatay pozisyondaki dibekte, sütün içindeki kaymağı ayırıyor evin kadınları. Sabahın bu kör vaktinde; Lekoban Yaylası’na özgü balı, tereyağı, kaymağı ile son derece besleyici bir kahvaltının hazırlıkları sürmekte evin mutfağında.

Naçadirev Gölleri

Naçadirev, Karçal Dağı kütlesinin alçaklarında yer alan bir geçide ve onun bağrındaki göllere verilen bir isim. Büyük olasılıkla Gürcü dilinde bir anlamı olan Naçadirev, yöredeki halkın kullandığı birçok yer ve mevkii adı gibi Gürcüce. Borçka’nın doğusunda; neredeyse dışa kapalı bir havzada yer alan Macahel Vadisi’ndeki Gürcü asıllı yurttaşlarımızın yaşadığı altı köy, 1921 yılında bölgede yapılan referandum sonrasında Müslüman oldukları için Türkiye sınırları içinde kalmayı yeğlemişler. Gürcü dilinde avuç içi anlamına geliyormuş Macahel. Gerçekten de Borçka’dan 1850 metre yüksekliğindeki; yazın bile karların erimediği bir geçitten (Batamya Geçidi) ulaşılan Macahel Vadisi’nin bulunduğu çukur aynen bir avuç içini andırıyor.

  
Naçadirev Gölü

 
Naçadirev ve çevresi

 
Naçadirev Gölü; maddenin duru hali

 
Naçadirev florası; orkideler

  
Karçallar ve Naçadirev Gölü

 
Karçallarla başbaşayız.

Macahel’de yer alan altı köy; Düzenli, Camili, Efeler, Kayalar, Maral ve Uğurköy’den oluşuyor. Macahel’in merkezi sayılabilecek Camili yaklaşık 450 metrelik bir rakıma sahip. Ancak, sıcak yaz günlerinde yöre halkı, buralardan daha yükseklerdeki yaylalarına çıkıyorlar. Yüzlerce yıllık bir geleneğin son temsilcileri olan yöre halkı, atalarının son derece zahmetli yürüyüşlerle gerçekleştirdikleri bu yolculukları, şimdi yayla yollarının açılması ve motorlu taşıtların sağladığı olanaklar çerçevesinde daha kolayca yapabiliyor. Lekoban ve çevredeki diğer yaylalarda bu köylerin ayrı ayrı kendi yaylaları var. Örneğin bizim konakladığımız yayla, Kayalar Lekoban Yaylası olarak anılıyor. Demek ki, bu yayla Kayalar köylülerinin. Ama bu köylerin isimleri Cumhuriyet döneminde konulmuş yeni isimler; aslında her köyün Gürcü dilinde eski isimleri bulunmakta. Örneğin Kayalar’ın eski ismi Kuvabitav imiş. Yöre halkı, Türkçenin yanında ana dilleri olan Gürcüce’yi ve kendi kültürlerini de halen yaşatıyor. Buna olanak sağlayan nedenlerden biri de bölgenin dışa kapalı ve ulaşılması oldukça zor olan topografyası olsa gerek.

 
Naçadirev florası; arkada buzullar

 
Naçadirev kıyısında

 
Naçadirev gölü; 3000 metreden bakış...

 
Gezginler, karda buzda; yaz mevsiminde kar topu oynamak...

 
Karçallar'dan aşağı; derin vadilere doğru

 
Önde Naçadirev Gölü; arkada Karçallar...

 
Naçadirev sırtlarında; Karçallar'ın önündeyiz.

 
Karçal Dağları

 
Bir Naçadirev hatırası 

Naçadirev Gölü’nün bulunduğu yükselti 2750 metre kadar. Biz ise hemen güneyinden gölün bulunduğu havzayı çeviren yaklaşık 3000 metrelik bir sırta tırmandık. Buradan gölü seyretmenin keyfi bir başkaydı. Bu sırtı takip ederek yaklaşık 3200 metre yüksekliğindeki Ziyaret Tepe’ye gitmek de mümkün. Ancak; 3000 metre bizim nefesimizi kesmişti bile. Bugünlük bize bu kadarı yetmişti. Kalan zamanı aşağıdaki vadilerden yükselerek gelen sisin, tepeye doğru ilerleyişini izleyerek geçirdik. Rehberimizin anlatımına göre; kuzey yönündeki tepelerin ardında Batum’un yüksek binaları seçiliyordu. Doğanın bağrında geçen ve bitmesini istemediğimiz bir andı.

 
Ziyaret Tepe'ye doğru...

 
Lekoban'dan öteye; Karadeniz'e, Batum'a doğru...

 
 Dün de görmüştük; bugün de...

 Sırttan geçen kervanlar gibi...

 
 Lekoban çiçekleri

Kadın aynası mı?

Bunlardan bir başka tür; ballıbabaları andırıyor.

Sisin Karçallar'ı ele geçirdiği an

Bize doğru; vadinin aşağılarından yükselerek gelen sis

Naçadirev Geçidi, Karçallar’ı ve Lekoban Yaylası’nı daha aşağılardaki Fındık Yaylası’na ve Macahel Vadisi’ne bağlıyor. Fındık Yaylası, yaklaşık 2000 metrelik bir yükseklikte yer alan Macahel geçişindeki önemli bir yaylak. Bu yaylada bol miktarda mersin üzümü var; ama bitkinin formu Ege Bölgesi’nde görmeye alışık olduğumuz türlerden daha farklı. Fındık Yaylası’nda da çevreye yayılmış çok sayıda yayla evi ve buna koşut bir hayat var. Yaylaya çıkan araçlar, ulaşımı zor ve aralıklı seyreden bu yörede; bir anlamda posta servisi de yapıyorlar. Aşağıdan yukarıya, yukarıdan da Macahel’e sürekli bir şeyler taşınıyor. Yardımlaşma ruhunun doğayla uyumlu bir şekilde yaşatıldığı bir yer burası.

Fındık Yaylası

 
Gezginler, Fındık Yaylaı'nda bir tür mersin üzümü topluyor.

 
işte bundan; mersin üzümü...

 
Fındık Yaylası

 
Gezginler, Fındık Yaylası sakinleriyle muhabbette...

Fındık Yaylası'nda bir kulübe ve bir yayla sakini

  
Rehberimiz Murat, Fındık Yaylası'nda dinleniyor.

 
Fındık Yaylası'nda tüten bacalar

 
Fındık Yaylası

 
Yayladan bir başka görünüm

 
Yayla evleri

 
Fındık Yaylası'nda huzur

 
Yayla evlerinden birinin içinden görünüş

Fındık Yaylası’ndan Macahel’e doğru

Taban örtüsü eğrelti otları ve orman gülleri arasından tatlı bir meyille alçalan bir zeminde ucu görünmeyen bir yara doğru yürüyorduk sanki. Yaylada bıraktıklarımız, ses olup takip etti bir süre bizleri. Ama sonra çılgın ve sık bir yeşil denizin içinde kaybolduk gittik. İçinde zaman zaman boğuşarak yürüdüğümüz bu yeşil deniz, Fındık Yaylası’ndan Macahel Vadisi’ne doğru indiğimiz yağmur ormanlarıyla kaplı dik bir yamaçtı. Rehberimiz Murat’ın verdiği güvenle içine daldığımız bu bilinmez dünyaya bir süre sonra alıştık. Doğanın kucağında, yapayalnız ve sadece onun varlığını hissederek yürümek; bu müthiş bir duyguydu.

 
Fındık Yaylası'ndan Macahel'e doğru

 
Fındık Yaylası'nın mutlu ve özgür danacıkları

 
Macahel'e doğru iniş başladı; eğreltiotları arasında...

 
Kampanaların güzelliği

 
Macahel yolundayız; yamaçlardan aşağı...

 
Her yer eğreltiotu kaplı; karşıdan sis geliyor.

Ladinler, göknarlar, kestaneler, gürgenler; ormanın en sık rastlanan ağaçlarından. Bir de aniden önümüze çıkan çiçekler var; mor, beyaz ve mavi ya da başka renklerde önümüze serilen ve ismini bilemediğimiz o canım güzellikler. Kolay değil anlatması; bu yeşil denizde aniden karşınıza çıkıveren sürprizlerin hepsini. Kestane ağaçlarının yüksek gövdelerinde kara kovanlar var; bu bölgenin iğnesi uzun Kafkas ırkı arılarından elde edilen balını toplamak için. Bir küçük fıçıyı andıran ahşaptan kovanları, kestanelerin en yüksek noktalarına koymuş köylüler. Bölgede özgürce dolaşan ayılardan kovanları korumak için ise, yöre halkı ağacın gövdesinin belli yerlerini hayvanın tırmanmasını önlemek için çinko levhalarla kaplamışlar.

 
Yağmur ormanlarındayız.

 
Yine sis geliyor.

 
Mor çiçekler ve sis

 
ormanda... 

 
orkideler

 
çiğdemler

 
Yürüyüş kolu intikal halinde...

 
Ağaçların tepesinde bal kovanları

 
Sağımızdan, solumuzdan akan küçük derecikler; her şey Macahel'e doğru...

Çevremiz bir görünüyor, bir kayboluveriyor sanki. Çünkü aşağılardaki vadinin yukarılarına doğru yükselmekte olan sis tabakası, aniden kuşatıveriyor çevremizi. Gerçeküstü bir yolculukta gibiyiz; böyle anlarda sadece rehberi ve önümüzdeki sık yeşillikler arasındaki daracık patikaları fark edebiliyoruz ancak. Böğürtlen çalıları en tehlikeleri; takılıverdiniz mi onların dikenli kollarına; sizi bir çuval gibi sarıp sarmalayıp bayırdan aşağıya fırlatıverir bir anda. Neye uğradığınızı anlayıncaya kadar; zaten iş işten geçmiş demektir. Ama ne olursa olsun; bir güzel yolculuktur Fındık Yaylası’ndan Macahel’e iniş.

 
Ağaçlarda kara kovanlar...

 
Vadi tabanına yaklaştık.

 
Efeler'e doğru yayla evleri; turistik amaçlı...

Dereye kadar indik. Vadi tabanındayız.

Camili Yolu ve dere; bir arada

Derenin yatağı değişmiş; köprü yalnız kalmış.

2000 metrelerden 500 metrelere kadar inişimiz, aşağı yukarı 4-5 saatimizi alıyor. Güneş yok, ışık zaman zaman hissediliyor. Ağaçların göğe doğru uzayan dev gövdelerinin arasında yaptığımız Macahel tabanına iniş yolculuğumuz, bir dere kıyısında son buluyor. Derenin üstündeki tahta köprü, yağışlar sırasında hasar görmüş olmalı. Şimdi sadece derenin iki yakasını birleştiren bir ağaç gövdesi var. Yaz için hiç de fena olmayan su seviyesi, akış debisini de düşündüğümüzde oldukça güçlü bir akışı işaret ediyor. Kimimiz suya dalarken yalın ayak; kimimiz derenin üstüne uzatılmış ağaç gövdesinin üzerinden, bir tür cambazlık yaparak geçiyor karşı kıyıya. Şakalarla, tatlı yorgunluklarla nihayete eren bir yolculuğun sonu; ne mutlu yaşayanlara…

 
Sırtta Macahel evlerinden biri

 
Dere ve taş köprü

 
Camili yolundaki köprü; dere yerine yol geçiyor.

 
Macahel köyleri; Efeler köyü

Camili (Macahel) Vadisi; karşıda Düzenli; pansiyondan bakış...

Camili'ye ismini veren camiden...

Camili evleri

Camili'de bir serender

Camili Camisi

Kapıdan detay

İşte Macahel

Macahel Vadisi’ndeyiz artık. Yüksek dağların arasından kıvrılarak akmakta olan dere, bize Camili’ye kadar eşlik ediyor. Yol boyunca geçtiğimiz taş köprülerden bir ikisi oldukça göz alıcı. Derenin yatağının zaman içinde değişmesinden olsa gerek; bazısı yolun üstünde kalmış şimdi. Çevrede 1000 metrelik yamaçlara saçılmış Macahel köyleri; Efeler, Uğurlu, Maral ve diğerlerini birer ikişer arkamızda bırakıyoruz. Gece Macahel’in kalbi; Camili’de ayıları kovan kuru sıkı top sesleri arasında ve tatlı bir yorgunluğun döşeğinde uyumak sevdasıyla güne veda ediyoruz.

Dipnotlar
(1)    Bir Ebrulitur organizasyonudur.
(2)   Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi sırasında İF /NF tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Bumerang - Yazarkafe

2 yorum: