4 Eylül 2016
İbrahim Fidanoğlu
Bugün 4 Eylül… Saatli Maarif Takvimi’ndeki 4 Eylül yaprağında Tire,
Kula, Buldan ve Söğüt’ün kurtuluşu yazıyor. Çeperden İzmir’e doğru daralan bir
çember gibi 4 Eylül’ü o günlerde yaşamak… Hayal etmeye çalışırım aklımın erdiği
zamanlardan beri; 26 Ağustos’tan sonrasını; bozguna uğramış Yunan işgal
kuvvetlerinin Megali İdea peşinde 15
Mayıs 1919’da bir bahar günü İzmir rıhtımına ilk askerlerini çıkardıkları
günden itibaren yaşadıklarını… O günleri anlatan film şeritlerinde saklıdır acı
ve hüzün.
9 Eylül 1922; İzmir Kordonu'nda Türk askerleri...
Yakarak terk etmek; kendinden ve insanlığından nefret etmek; bu duygular
içinde yakılan Ege kasabaları ateşler içindedir. Bir tek Kula kurtulur Yunan işgal kuvvetlerinin
o acımasız ve yakıcı gazabından. Bugün Kula’nın
derinliklerinde daracık sokağa taşan eski evleri ve güzelim arastası, Yunan’ın
yakmaya fırsat bulamadan kaçtığı bu kentin bir ışığı gibi parlar hala gecede ve
gündüzde.
Kula'nın eski arastasından bir görünüm
(Nisan 2004-İF)
Kula Arastası'nda kapısının üstünde 1875 tarihi okunabilen bir dükkanın ön cephesi
(Nisan 2004-İF)
Buna karşılık, Ege’nin öbür yakasında da; yurt bildiği Anadolu’daki nice
kasaba ve köyünden bir İngiliz oyunuyla koparılan insancıkların yüreğinde acı
ve hüzün kalır hep. Sönmez bir ateş gibidir kalplerdeki yangın. Yönetmeni Kostas Ferris’in insanın bedeninin
derinliklerine kadar nüfuz eden hikâyesi ve Stavros
Xarchakos’un aynı değerdeki müziğiyle bir başyapıt niteliğindeki Rembetiko
filmi tam da bu hüznü, yenilmişliği ve aldatılmışlığı anlatır.
Mana Mou Ellas (Youtube'dan alınmıştır.)
Sözleri Nikos Gkatsos’a ait o
müthiş şarkıda şöyle seslenir biçare Ege’nin öte yakasından bir Yunan ağzı:
Ne geri dönecek bir evim
Ne de uyuyacak bir yatağım
Ne yolum var ne de mahallem
Yürüyeyim bir Mayıs’ta
Yalan sözler, büyük laflar
Söyledin bana ilk verdiğin sütle
Ama şimdiki yılanlar uyandı
Sen eski süslerini takındın
Hiç mi gözün yaşarmıyor Anam
Hellas
Evladını köle gibi satarken
Yalan sözler büyük laflar
Söyledin bana ilk verdiğin sütle
Ben de kara bahtımla konuşurken
Sen eski süslerini takınmıştın
Pazara da götürdün beni Çingene
maymun
Hellas Hellas dertlerin anası
Yalan sözler büyük laflar
Söyledin bana ilk verdiğin sütle
Ateşin alevlendiği şu an bile
Sen eski cazibene bakıyorsun
Dünya meydanlarında anacığım
Hellas
Aynı yalanı taşırsın
Tapacak azizlerim yok
Ne kandilim var boş gökyüzünde
Ne güneşim var, ne de ay ışığım
1 Mayıs günü şarkı söyleyecek.
Megali İdea'nın sonu: İzmir'in Rumları, İzmir Limanı'ndan Yunanistan'a doğru kaçarken...
Bir başka manzara ise; Anadolu’dan…
“Döne döne ilerliyoruz Çine tepelerinde. Yana döne… Eşek sırtında ağır
aksak, dura kalka, saklana saklana ilerliyoruz. Güneş yakıp kavuruyor her yanı.
Taşlara dokunmak kabil değil, el yakıyor. Annem şimdi iki bebeğe emzikli, her
vıngıldamaya davrandıklarında, memelerini dayayıveriyor ya ağızlarına, kana
kana su içebilsin diye Çine Çayı’ndan uzaklaşamıyoruz fazla. Gece çöktüğünde,
babam gölge gibi süzülüp çaya iniyor, mataraları dolduruyor.
Ah bu millet düşman askerinden çekmedi eşkıyadan çektiğini. Vahşi hayvan
bile acıkmadan saldırmaz. Eşkıya öldürmüş bebeciğin annesini. Babam bulup
getirdiydi. Saklandığımız kaya dibine gelişleri gözümün önündedir hala. Babam
adamın birini elinden tutmuş, çekiştire çekiştire sürüyor peşi sıra. Kıvırıp
göğsüne yasladığı öbür kolunun altında minik bir bohça.
-Sevaptır Naim’anım. Şuncağızımı da emziriverecen gari.
Meme aranıyor, kundağından çıkardığı minik elini yumruk yapmış emmeye
çalışıyor. Annem uzanıp aldı memesine yasladı. Ben o zaman bile pek severdim
meme emen bebek seyretmeyi ama bakamadım fazla. Gözümü babamın sürüyüp
getirdiği adamdan ayıramıyordum ki. Biçare ayakta durmuş, ellerini önünde
kavuşturmuş, zangır zangır titriyor, şuursuzca etrafına bakınıyor. Bakınıyor
ama belli, bir şey gördüğü yok. Gözleri kaçışıp duruyor, hiçbir noktada
sabitlenemiyor. Yaralı desem… yaralı değil. Ama her yanı kan revan. Babam
elinden çekip çekip yanına oturttu, ağzına matarasını dayayıverdi. Adam suyu
içince açıldı azıcık, sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Biz o zaman ne olup
bittiğini, başlarına ne geldiğini bilemediydik.”
“Sonradan çok sonradan, anneannem genç kız olunca anlatmış ninem. O gün
öğleye doğru saklandıkları kayanın dibinden etrafı kolaçan etmek için
çıktığında bulmuş onları büyükdedem. Bebecik anasının memesini emiyormuş hala.
Baba diz çökmüş, altındaki kayayı tırmalamakta… Anlamış büyükdedem, aklını
kaçırmış adam, şuursuzca mezar kazmaya çalışıyor karısına. Başka türlüsünü
bilmediğinden… Büyükdedem ne yapacağını şaşırmış bir zaman. Oralarda toprak
zemin yok ki, taşısınlar da toprağa versinler. Bakmış olacak gibi değil,
etraftan kucak kucak taş taşımış yığmış merhumenin başucuna. Nihayetinde
anlamış adam, minnetle derin derin büyükdedemin gözlerinin içine bakmış, sonra
kalkmış yerden, bebeğini çekmiş almış, ilk taşı yerleştirmiş karısının göğsü
üzerine. Beraberce gömmüşler kadıncağızı taşların altına. Dualarını da ayrı
ayrı ettikten sonra, büyükdedem almış bebeği kucağına, adamı da tutmuş elinden
sürümüş götürmüş.”(1)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü kurtuluş günlerinde...
Yukarıda anlatılan an, Feyza Zaim’in
İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan Ateşler
İçindeydi Germencik isimli romanından alınmadır. Germencik, Yunan işgali altındadır; Aydın’da ve köylerde yaşayan
Türk ahali, İtalyan işgal bölgesiyle Büyük Menderes’in güney kıyıları arasında
kalan tampon bölgeye sıkışmış durumdadır. Halkın çoğu korkunç bir sefalet
içinde, Çine sırtlarındaki Madran Dağı’nın
derinliklerindedir. Zulüm, köye şehre sığmaz haldedir. Kuvayı Milliye direnişi
ise eli kulağında derlenmek üzeredir.
19.yy.da İzmir Rıhtımı; Kozmopolit İzmir
Galip Hoca kılığında; Aydın Dağları’nı aşarak Germencik’teki İttihat Terakki’den arkadaşı Germencik Nahiye Müdürü
Emin Ulucan’ın yanına sığınan Celal Bayar, yerli Rumların da
katkısıyla deşifre olur ve bir gece karanlığında bir öküz arabasının arkasında Büyük
Menderes Ovası’nın içerlerine doğru; Reisköy’e
kaçırılır. O, oradan Çine’ye ve daha
sonra da Nazilli’ye geçecek, Albay Şefik Aker ve Yörük Ali Efe ile Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye direnişinin
örgütlenmesi için çalışacaktır.
Kurtuluş Savaşı'nda Galip Hoca ya da Celal Bayar
Yörük Ali Efe’nin Nazilli yakınlarındaki Malgaca Baskını ile açığa çıkan Yunan
zulmü, tüm Aydın’ı ve köylerini kasıp kavurmaya başlar. Yukarıda romandan
aktarılan bölüm bu zaman dilimine denk düşen ve Büyük Menderes’in öbür
yakasındaki çoluk çocuk perişan halde dağlara doğru kaçan
Aydınlıların pürü melalidir.
Yörük Ali Efe; kızanlarıyla...
Gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçip gider o anlar; acı
yüklü, kederli ve yorgun bir halkın, kendinin farkına vardığı ve ulus olma
yolunda ilk adımlarını attığı anlardır o zamanlar. Çocukken okul sinemalarında
seyrettiğimiz “Bir Millet Uyanıyor”
filmi kıvamında bir şeydir yani.
19.yy.da İzmir Rıhtımı; bugünkü Pasaport
Küçük Asya Felaketi – Sürgüne doğru...
Ama resmin sadece bir yüzü yoktur Eylül sabahlarında; İzmir’in yerli
Rumlarının Yunan ana karasından gelenlerle birlikte kışkırtılmış bir “büyük düşünce” uğruna uğradıkları
hüsranın son sahneleri oynanmaktadır İzmir rıhtımında; denizde ve açıkta
bekleyen İtilaf devletlerinin gemilerinin pruvalarında… Bu Anadolu’da yaşayan
ve orayı yurt olarak seçmiş olan yerli Rumların can pazarıdır yaşanan. İşgalcilerle
birlikte içine düştükleri ihanet süreci onları geri dönüşü olmayan bir
sefilliğe ve acıya doğru sürüklemektedir. O anları o günlerde aynı acıyı
yaşayan ve Yunanistan’a ailesiyle birlikte sığınmak zorunda kalan Dido Sotiriu, Türkçeye Ölüler Bekler adıyla çevrilen romanında şöyle
anlatmaktadır:
“Peş peşe gemiler geliyor ve rıhtıma (Pire
Limanı) tımarhanelerden, hastanelerden, mezarlıklardan kaçmışa benzeyen
insanlıktan çıkmış, başkalaşmış ve tuhaflaşmış hasta ve huzursuz bir insan
selini boşaltıyordu. Sokaklar, liman, kiliseler, okullar, kamu ortak alanları
dolup tıkanmıştı. Yol kaldırımlarında bebekler dünyaya geliyor, yaşlılar
ölüyordu.
Bir anda, bir buçuk
milyon kişi, kendilerini baba topraklarının dışında buldu. Öldürülmüş çocukları
ile gömülmemiş atalarını arkalarında bırakıp kaçmışlar. Mal mülklerini, ağaçlar
ile tarlalarda meyveyi, ocakta yemeği, ambarda alın terini, çıkını çekmecede ve
ata resimlerini duvarlarda bırakıp kaçmışlar. Ve onları kovalayan savaş ateşi
ile ölümün korkusu altında kaçmışlar, kaçmışlar. Hayatta öylesine trajik anlar
oluyor ki, insan, vatanı ile geçmişini ve de varını yoğunu terk edebilip
kaçtığı ve güvenceyi bulabilme umudu ile yabancı yerlere sığınabildiği için de
kendini mutlu görüyor. İlk rastladıkları kayığa, sandala, gemiye, sala kendilerini
atıp bilmedikleri yabana doğru genel, korkunç bir kaçışa koyuldular. Bir gün
önce kendi topraklarında ev bark sahibi olarak yatmışlar ve ertesi gün
uyandıklarında kendilerini Pire, Selanik, Kavala, Volos ve Patras limanlarında
kaçak, evsiz, fakir, serseri ve dilenci olarak bulmuşlar. Göğüslerinde o
kahredici “sığınmacı” tabelası asılmış bulunan bir buçuk milyon heyecan ve
parasal güçlük, Yunanistan’ın sırtına binmiş oldu. Sığınmacılar nerede
kalsınlar? Ne düşünsünler? Neyi unutsunlar? Ne yapsınlar? Nerede çalışsınlar?
Nasıl yaşasınlar?
13-14 Eylül günleri; İzmir yanıyor.
Hala korkudan
titriyorlardı. İçinden çıkıp geldikleri cehennemin o kanlı deresinin etkisiyle
gözleri kıpkızıldı. Ve, karaya ayak bastıklarında da, arkalarına dönüp kaçı
gelip kaçının eksik olduğunu saymaya koyuldular. Canlı kalanlar da
canlılıklarına inanmıyor ve elleri ile vücutlarını yoklayarak, kendilerini,
kendilerinin hortlak olmadıklarına inandırmaya çalışıyorlardı. Ve de, yerinde
olup olmadığına emin olmaları için kendi ruhlarını arıyorlardı. Ne var ki, o kaybolmuştu.
O, geride kalan memlekette aziz ölüler ile esirlerin, sevgili evler ile
tarlalar ve de işler ile kazançların yanında kalmıştı.
İzmir Rıhtımı'nda Rumların dramı; bir kayık alsa bizi...
Ve, geçici bir
durumdur...şimdilik nasıl olsa idare edelim, her ne halse yazın yerlerimize
dönmüş olacağız, dediler. Ve bu umudu, tıpkı ekmek, su, tuz arar gibi aramaya
koyuldular. Bu kadardılar. Yunanistan’ın kabuğunda bir yandan öbür yana
sürüklenen, memleketlerinden kovulmuş ve de kaçmış bir buçuk milyon Küçük
Asyalı Rum...Vatansız , işsiz, evsiz bavulsuz. Ve dün, daha henüz dün, senin
her şeyi tamam bir ev bark sahibi olduğunu bilirsen...
14 Eylül; İzmir'den yükselen alevler herkesi kavuruyor.
Tüm bunlara sebep olanı
arıyor ve göğe, toprağa, yazgıya, Venizelos’a, Konstantinos’a, Müttefikler’e,
savaşa küfrediyorlardı; ama, her şeyden önce de o sinsi İngilize, o iki yüzlü,
menfaatçi, dolandırıcı, bir halkın kanı ve mutsuzluğu ile iş çevirip
imparatorluk politikasını yürüten İngiliz’e!”(2)
Vatanına üşüşmüş leş
kargalarını kovalama derdinde olan Türk Ordusu’nun içinde yer alan bir yedek
zabit; Yedek Piyade Teğmen İbrahim Sorguç
ise 26 Ağustos 1922’de Kocatepe
sırtlarından başlayan kurtuluş günlerini o günlerde tuttuğu günlüğünde şöyle
anlatıyor:
Yd.P.Teğmen İbrahim Sorguç'un Anıları; İstiklal Savaşı Hatıratı; kitabın kapağında resmi yer alıyor.
“26 Ağustos 1338 (1922)
Cumartesi-Taarruz
Sabahleyin saat 5.15’de
topçularımız ateşe başladılar. Taarruz ilerliyor. Şimdiye kadar her tarata
şiddetli piyade ve topçu muharebesi var. Etrafımıza pek çok top mermisi düştü.
Top seslerinden kulaklarım fenalaştı. Pek şiddetli topçu ateşi altında
3.Taburumuz ile 10.Alay kahramanca bir hücumla düşmana saldırdılar. Şimdi vakit
ikindiye yakın. 3.Tabur daha evvel zapt ettiği Küçük Kalecik’te sebat ediyor.
10 Alay da Poyralı’yı işgalden sonra ileri harekâtın devam ederek tepeleri
aştı, görmüyoruz. Muharebe akşama kadar bütün şiddeti ile devam etti. Bugün
Tezekli Yaylası’na vaki olan hücumlarımızla 8.Fırka’nın Kurtkaya’ya taarruzu
akim kaldı.
Yunan askerleri Sivrihisar'da...
Yunan askerleri Eskişehir istasyonunda...
26/27 Ağustos-Gece
Sarı Tepe’nin Küçük
Kalecik’e müteveccih olan boğazı kapama vazifesini aldım. Muharebe fasıla ile
gece her tarata devam etti. Pek çok serseri kurşun geldi. Dünkü 1. ve 2.Bölüğün
taarruzunda Yüzbaşı İrfan Efendi ile Mülazım Kemal Efendi yaralıdır. Bizim bir
yaralımız var. Efraddan da yirmiye yakın yaralı ve şehit vardır. 8.Fırka,
akşamdan sonra Kurtkaya’ya 136.Alay ile birlikte yine taarruz yaptı ise de
muvaffak olamadı.
Türk Ordusu Garp Cephesi'nde intikalde...
27 Ağustos 1338 Pazar
Güneş doğduktan sonra
Niyazi’den (Antalya’daki akrabası) mektup aldım. Her tarata şiddetli
muharebeler oluyor. Sabah yine bomba gürültüleri arasında Kurtkaya sukut etti.
Şiddetli topçu ateşi altında etrafımızdaki tepeler, kıtalarımız tarafından
zaptedildi. Öğleden sonra hareket ettik. Bataryalarımızın yanından geçerek
Tezekli Yaylada ordugah kurduk. Düşman burada külliyetli miktarda silah ve
bomba bırakarak kaçmış. Dört cebel topu ile dört adet de makinalı tüfek var.
Bir tane silah aldım. Etraftaki tepeler şehitlerimiz ve düşman ölüleri ile
dolu. Pek feci ölüler gördüm. Düşman siperlerini gezdik. Afyonkarahisar’da
yangın var. Düşman her tarafta perişan edildiğinden “İleri” emrini aldık.
Afyonkarahisar’ın garp şimalindeki tepelerde bulunan askerimizin ve bizim
meserretimize payan yoktur.
İzmir Gazi Mustafa Kemal, Sakallı Nurettin Paşa ve diğerleri cephede...
28 Ağustos 1338 Pazartesi
Düşmanı takip ediyoruz.
Bizimle teması yok. Yeniköy tariki ile Balmahmut’un on kilometre kadar
ilerisinde bulunan şimal sırtlarını tuttuk. Dumlupınar’a ateş eden toplarımızın
alevlerini görüyoruz. Gece ileri karakol tertibatı aldık, bekliyoruz.
29 Ağustos 1338 Salı
Bugün Taşlısırt
Taşlıtepe’de müthiş ve heyecanlı bir muharebe yaptık. Çatkuyu meydan
muharebesidir. Afyon’un zapt edilmesi ile neticelenen ve 48 saat devam eden
daha önceki yaptığımız muharebelere benzedi.
Sabah erkenden düşmanla
muharebeye başladık. Daha sonra istinat takımının sevkine memur edildim.
Şiddetli piyade makinalı tüfek ve topçu ateşi altında gidemiyoruz, bekledik.
Takviye emri verilince piyade ve makinalı tüfek ateşi altında takviye ettim.
Piyade ve topçu ateşi saatlerdir devam ediyor. Düşman, bir hattı içtimadan
birden bire sol taraftan karşımıza çıktı. Sebat etmek istedikse de kabil
olamadı, karmakarışık ricat ettik. Vaziyet vahimdi. Allah’ını seven arkamdan
gelsin diyerek ileri atıldım. Cenabı Hakkın kuvveti sayesinde, anında tekrar
mukabil taarruza geçerek düşmanı uzaklara kadar takip ederek kovaladık.
Taşlıtepe’nin esas ismi
Resul Baba’dır. Yapılan topçu ve piyade muharebesi şiddetle sekiz saat devam
etmiştir. Çektiğimiz bir ben bir de Allah bilir. Taburumuzdan Yzb. Remzi Efendi
ile Zabit Vekili Sadullah Efendi yaralı, Makinalı Zabit Vekili Ekrem Efendi
şehit düşmüştür. Yalnız bölüğümüzden 8 şehit ve 31 yaralı vardır.
İkindi üzeri
bulunduğumuz yerden hareketle yedi saatlik bir yürüyüşten sonra yanık bir köy
civarında iki saat kadar uyku kestirdik. Bugünden itibaren bölük birdeyim.
Türk askerleri İzmir'e doğru ilerlerken...
30 Ağustos 1338 Çarşamba
Sabahleyin istirahat
yerimizden hareket ettik. İlerliyoruz. Kısmen açık, kısmen kapalı yerlerden
geçerek düşmanla tekrar irtibat tesis ettik. Dumlupınar’ın şimal eteklerinde
bulunan Adatepe’ye kolordumuz taarruz etti. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin muvacehesinde
(karşısında) ve bizzat emri ile sıkışmış bir düşman tümenine 9.Alay’ın yaptığı
süngü hücumunda biz alayımızın ikinci hattı idik. Her iki tarafın büyük bir
inatla çarpıştığı muharebe pek şiddetli oldu. Lüzumundan dolayı derhal birinci
hattı bölüğümüzle takviye ettik. Ayağımız uğurlu olmalı ki, gece yarısına kadar
sona eremeyen muharebe biraz fedakârlıkla lehimize neticelendi ve düşman
siperlerine girerek işgal ettik. Düşman kıyamet misali geri çekilişle kaçmaya
başladı. Şu hatıratımı sabaha karşı düşmandan aldığımız ileri hatlarımızda
yazıyorum. Ganaim (ganimetler) hesapsız. Yerde 275 Drahmi buldum. Seyyar
karyola, birçok kartpostal ve kutulu bir Yunan madalyasını hatıra olarak yanıma
aldım. Ölüleri pek çok...
Cephede siper kazan askerler
31 Ağustos 1338 Perşembe
Geceki muharebe dün
öğleden sonra başlayarak sabaha karşı sona ermiştir. Karşımızdaki düşman
kuvvetinin külliyetli olduğu anlaşıldı. Ordu karargâhlarında bile her şeylerini
terk ederek firar etmişlerdir.
Kazandığımız zafer
düşman ricatını hezimet şekline koymuştur. Askerlerin maneviyatı pek taşkın
haldedir. Düşmandan yaralı pek çok esir alındı. Topçularımız bataryalarını alt
üst etmişler. Meydanda kırktan fazla otomobil vardı.
Kütahya’nın zaptı resmen
tebliğ edildi. Düşman geri çekilirken tesadüf ettiği köyleri yakmakta ve
ahaliyi katletmektedir.
Afyonkarahisar
muharebesinde 5.Kafkas Fırkası’nın topları şöyledir: Sahra 16 adet, cebel 12
adet, cebel obüs 4 adet, on beşlik obüs 8 adet ve on beşlik İngiliz topu 2
adet; yekûn 42 adettir.
Bugün istirahatı umumiye
olduğu için Küçük Aslıhanlar köyü yanına gelerek istirahata geçtik. Başından
beri ya taarruz ya yürüyüş yaptık. Geceleri azami 3-4 saat uyku ile iktifa (yetinme)
ediyoruz. Havalar bulutlu ve soğuk. Hareket gününden beri sigara içiyorum.
Çamlısırt’ın esas ismi Ada Tepeler’dir.
Türk piyadeleri cephede...
1 Eylül 1338 Cuma
İleri Harekât…
Geceyi Küçük Aslıhanlar
köyü yakınında istirahatla geçirdik. Öğleye yakın alayımız hareket etti.
Dumlupınar köyünü ve dağları aşarak Hamam Deresi’ni takiben akşam sonu Hatipler
köyü civarına ordugâh kurduk. Çok yorgunuz. Yolda Uşak’ın zapt haberini
işittik. Düşman tümenleri, dün Hatipler civarında perişan edilmiş ve büyük
rütbeli pek çok zabitan esir alınmıştır. Sevincimize payan yok.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, cephede harekatı izlerken; yanında yaveri Salih Bozok...
2 Eylül 1338 Cumartesi
Hatipler’den hareketle
sıcak tozlu yollarda bütün gün yürüdük. Yorgunluğumuz fena halde. Akşama yakın
şimale doğru çark edip istikamet değiştirerek ilerlerken düşmanın ihata edilmiş
(kuşatılmış) on iki bin askerinin bir taburumuza teslim haberini aldık.
Yorgunluğumuzu unutarak sevincimizden bağırdık. On dört tane de top
bırakmışlar. Alayımız ihtiyatlı. Bölüğümüzle ilerliyoruz. Elma Dağı’nda esir
olmak zorunda kalan düşman başkumandanı Trikopis’in birliklerimize teslim
oluşunda bulundum. Ben ilk defa 200 esir aldım. Bölüğümüzle 450 esir aldık.
Gece muhafazamız altında Uşak’a götürmek üzere hareket ettik. Sabaha karşı
harabe gibi Uşak istasyonuna girdik.
Atatürk Kocatepe'de...
3 Eylül 1338 Pazar
Sabah Uşak
istasyonundayız. Gece bir dakika olsun uyumadım. Esirleri gazinoda kumandanlığa
teslim ettik. Uşak güzel bir kasaba… Düşman ricat ederken bine yakın kadınımız
ve erkeğimizi katlettiği gibi dört mahalleyi de yakmış ve elan da yanıyordu.
Ahali askerimize karşı çok iltifat etti. Alaşehir’in zapt edildiği söyleniyor.
Öğleden sonra hareketle
beş saatlik bir yürüyüşten sonra Dutluca köyü yanında ordugâh kurduk. Çok sıcak
var. Hiçbir taraftan top sesi işitilmiyor. Geceyi burada geçireceğiz.
4 Eylül 1338 Pazartesi
Öğleden sonra saat üç
buçukta Dutluca’dan hareket ettik. Sıcak çok. Asker yorgun olduğundan dört
buçuk saatlik yolu yedi saatte kat ettik ve Güney istasyonundan geçerek
Karacaahmet köyü civarında açık ordugâh kurduk. Alaşehir ile Uşak arasında tren
işlemeye başladı.
5 Eylül 1338 Salı
Öğle sonu saat üçte
hareket ettik. Yollar çok tozlu ve hava sıcak. Etraf köylerinden geçerek bir su
kenarında açık ordugâh kurduk. Kula’nın işgali ile düşmandan on bin esir
alındığı söyleniyor. Yollar top ve cephane kollarımızla dolu.
Batı Anadolu'da çekilirken Yunan askerlerinin yakıp yıktığı kasabalara müdahale eden Türk sıhhıye birlikleri
6 Eylül 1338 Çarşamba
Yine öğle sonu saat üçte
hareket ederek yürüyüşe başladık. Uşak’tan itibaren düşmandan aldığımız hayvanlara
biniyoruz. Yolumuz tozlu ve sıcak. Birçok yanmış köylerin yanından geçtik.
Susuzluktan sıkıntı çekiyoruz. 16 saatlik bir yürüyüşten sonra Alaşehir’in 12
km kadar cenubundaki yanık bir köy civarında açık ordugâh kurduk. Geceyi burada
geçireceğiz.
Cumhuriyet kurulduktan sonra; halkın bayramı idrakı...
7 Eylül 1338 Perşembe
Öğleden sonra saat ikide
hareket ettik. Akşamüzeri Alaşehir’den geçtik. Şehir gayet güzelmiş ama düşman
hemen kamilen (tamamen) yakmış ve ahalisinden de eline geçeni öldürmüş.
Ahalinin hörmetleri ve büyük sevinçleri arasında şehirden geçtik. Durmadan
ilerliyoruz. Gece hiç istirahat yapmadan on beş saatlik bir yürüyüşten sonra
güneş doğarken Butamuk köyü civarında bir ağaçlık içerisinde ordugâh kurduk.
Uykusuzluktan çok sıkıntı çekiyoruz. Burada biraz uyuduk ve istirahat ettik.
Atatürk, İzmir'de...
8 Eylül 1338 Cuma
Köyden öğleden sonra
saat üçte hareket ettik ve akşama yakın Salihli’ye vardık. Şehir tamamen
yanmış. Düşman burada kadın ve erkek olmak üzere pek çok ahali katletmiş. Yolda
tesadüf ettiğimiz bütün köyler yanıktı. Bol bol üzüm yedik. Yürüyüşümüze devam
ediyoruz. Gece yarısından sonra saat üçte on iki saatlik bir yürüyüşten sonra
Ahmetli köyü civarında açık ordugâh kurduk. Gelirken Sart Kalesi yanındaki yolu
takip ettik. Gece hava sakin ve mehtap da güzeldi. Geceleri uyku nedir, artık
unuttuk. Fakat neşe ve zaferimizin tesiri ile uykusuzluktan hiç de muzdarip
değiliz. Yolda İzmir’de inzibat neferliği yapabilecek her bölükten ikişer kişi
istediler. Süvarilerimizin İzmir’e girdiği rivayeti var.
Bizim evvelce Elma
Dağı’nda aldığımız esirler düşmanın İzmir’e ilk çıkardığı intikam tümeni olan
13.Yunan tümenidir.
9 Eylül 1338 Cumartesi
Bugün öğleden sonra saat
üç sıralarında Ahmetli’nin şark sırtlarından hareket ettik. Gökkaya ve
Akçapınar köylerinden geçerek Turgutlu’nun on kilometre kadar şarkında bir su
kenarında ordugâh kurduk.
İzmir şehrini teslim
etmek üzere bir heyet gelmiş.
Bu gece İzmir’e
giriliyormuş.
CENABI HAKKIN YARDIMI SAYESİNDE EMELİMİZE NAİL OLDUK.(3)
10 Eylül 1338 Pazar
Dün her bölükten ikişer
neferle taburumuzdan Mülazımısani Hazım Efendi inzibat zabiti olarak İzmir’e
gittiler.
Bursa’nın işgal olunduğu
haberini işittik.
Günlük emirde
okuduğumuza göre Adatepe’de Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin önünde cereyan
eden büyük meydan muharebesinde düşmanın büyük kısmının imha edilmesi ve
ordumuzun kati muzafferiyete uğraması münasebeti ile mezkûr meydan muharebesi
resmen Başkumandan Meydan Muharebesi olarak isimlendirilmiştir.
Öğleden sonra saat üçte
Turgutlu civarından hareketle Karaoğlanlı köyüne geldik. Köy civarında bir
zeytinlikte açık ordugâh kurduk. Köy yanmamış; çok güzel.
9 Eylül 1922; İzmir Hükümet Konağı'na Türk bayrağını çeken Yüzbaşı Şerafattin Bey, hükümet konağının basamaklarında...
11 Eylül 1338 Pazartesi
Karaoğlanlı köyü köy
değil, adeta güzel bir kasaba. Bugün istirahattayız. Çok üzüm yiyoruz.
5.Süvari Kolordusu ile
8.Fırka’nın İzmir’e girdiğini bugünkü emirde okudum.”(4)
Tire'de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kutlamalardan biri
(Hasan Doğan Arşivi)
Yanmış yıkılmış bir İzmir; "Kurtuluş"tan sonra...
15 Mayıs 1919’da
Yunanistan’ın İzmir’i işgal edişiyle başlayan o kanlı ve acılı süreç, Ege’nin
her iki yakasında yaşayan halkların büyük dönüşümler, sancılı yıllar ve geri
dönüşü olanaksız kayıplarla neticelenen bir dönemin başlangıcı gibidir.
Yunanlılar’ın Küçük Asya Felaketi diye adlandırdıkları; bizim mazlum bir ulusun
doğuşunun başlangıcı olarak gördüğümüz ve Kurtuluş Savaşı olarak tanımladığımız
o yıllar, aslında her iki halk için de ulus olma bilincinin tırmanışa geçtiği
bir dönem olarak tanımlanabilir. Bizde Kurtuluş sonrası Cumhuriyet’in kuruluşu
ve takip eden inkılâplarla taçlandırılmaya çalışılan devrim sürecinin bugün
gelinen aşama açısından elbette ki düşündürücü ve dramatik yönleri yok değil.
Ancak kazanımları açısından ve uluslaşma sürecindeki kat edilen mesafe
nedeniyle yine de gelinen noktayı anlamak ve yarına doğru umutla bakmak gerekir.
Maşatlık'dan İzmir'e bakış; 19.yy. zamanları
Ege’nin diğer
yakasındaki uluslaşma süreci ise, Dido Sotiriu’nun aktardığı Anadolu’dan Yunan
ana karasına doğru yönelmiş sığınmacıların Yunanistan’da yaşadıkları içinde
saklıdır.
Sığınmacılar
“Bir parça ot peşinde
koşuşan aç bir sürü veya yolundan taşıp etrafa yayılan bir nehir gibi, o sefil
sığınmacılar Yunanistan’ın her tarafına yayıldı. Artık ne kamulaştırılmış
alanlar, ne de kendilerine ayrılmış belirli mahalleler onları alabiliyor,
onları bir araya toplayabiliyordu.
Bir buçuk milyon aç
ağız. Ve de, aynı zamanda, bir buçuk milyon ucuza çalışacak el; işe, huzura,
umuda susamış bir buçuk milyon insan, elleri boş ceplerinin içinde, Yunanistan
sokaklarında dolaşmakta idi.
Sığınmacı, kaça
gideceğini düşünmeksizin, hayatını ucuzluk pazarında satışa çıkarıyordu. Ve,
memleketteki fakir fukara sınıfı da, tüm bu olup bitenlerden ürküyordu; memleketin
işçisi, işsizlik ve rekabetin ucuz gündeliğinden ürküyordu. Aynı şekilde,
sığınmacının kiliseye ait veya kamulaştırılmış toprakları alıp onlardan
imrenilecek hasadı elde edeceğini duyan çiftçi de ürktü. Ve, böylece, düşmanlık
da boy attı. Ne var ki, tüm bu karmaşadan böylesine fırsatlar kolayca elde
edilemediği için de, patronlar karlı çıktı. Şehirler işsizler ve taşralı
başıbozuklarla dolup taştı. Verimsiz toprağı belliyor, taşları ayıklıyorlardı.
Taşlar da, ne taştı, ama! Avuçlar, artık, ne arzu dolu kadın etinin tadını
alabiliyor ne de bir çocuğu okşamanın tatlılığını duyabiliyordu. Ve bu
insanlardan başka, bataklıklara, milyonlarca sinek dolu uçsuz bucaksız
bataklıklara doğru çekip gidenler de vardı. İnsanlar sarı ırka dönüşmüştü. Ve
de “sulama yöntemlerinin düzeltilmesi” ile “bataklıkların kurutulması”
teraneleri, tıpkı “sığınmacıların şehirlerde yerleştirilme çalışmaları”ınki
gibi, her seçim devresinde aynı sığlık, kuruluk, boşluk ve verimsizlik havası
içinde tekrarlanıp durdu...çocukların şiş dalaklarında ise, o boş lafların
buruk hatırası işlenip kalıyordu.
Oysa ki böyle değildi İzmir; bugünkü Asansör mevkiinden körfeze bakış; 19.yy. İzmir'i...
Bununla beraber,
sığınmacılar, Yunanistan toprağında tutunduğu gibi, Yunan hayatı ile yoğrulup
orada gelişti ve gelişmesini de perçinleştirdi. Geri dönüşün o tap tatlı
rüyasından silkinip kurtulması için silkinip kurtulması için, sığınmacının çok
uğraşması gerekti. Ve, tekrar, Anadolu’daki evine geri dönme rüyasını
yüreğinden söküp atınca da, o zaman, yalnızlık ve zavallılık ile kaybolmuş
cennet ve yenik düşmüş reayalığın ve de savaş badirelerinin anısı hep
harmanlaşarak daha iyi ve daha insanca bir yaşama götürecek bir çaba ve iş
kararlılığını ortaya çıkardı. Ve, böylece, sığınmacılar ile onların toplandığı
yerleşim merkezleri, ilerlemenin mayasını oluşturup Yunanistan için capcanlı
bir yenileşme ivmesi haline geldiler.
İzmir yangınından sonra...
Bazıları bu değişimi
duydular ve ona bilinçlilik ve renk katarak diğerlerine de ulaştırdılar. İster
yerli, isterse sığınmacı olsun her kimse, kendi mutsuzluğunu yanındakinin
mutsuzluğunu yanındakinin mutsuzluğu ile sımsıkı bağlayarak elde ettikleri
liflerle yeni umutları örmeye başladılar.
Artık sığınmacı, acı
yazgısı ile baş başa kalıp ağlayacak ve ağlanacak bir yalnızlık içinde
değildi... O, artık, halk olmuştu.”(5)
İzmir'in dağlarında çiçekler açar.
(Youtube'dan alınmıştır.)
(Youtube'dan alınmıştır.)
Hüzünle anılan Eylül’e doğru İzmir’in dağlarında çiçekler açar. Ama
onlar bizim bildiğimiz, koklayıp sevdiğimiz Akdeniz’in o güzelim çiçeklerinden
değildir. Onlar, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğacak yepyeni bir
ulusun habercisi, Kütahya’dan doğup gelen Gediz Irmağı’nın suladığı vadilerde,
ovalarda tutuşturulan özgürlüğün ve bağımsızlığın açan çiçekleridir.
İzmir'de "Kurtuluş"un bayramı
Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak Batı Anadolu kasabalarını,
köylerini yaz sonuna doğru hasat günleriyle birlikte bir telaş kaplardı. Tütününü
dizen, incirini, üzümünü kurutan; kısacası bir yıllık çalışmasının karşılığı
olarak tarladan ürününü kaldıran köylü için İzmir; hayatın anlamı, dünyaya açılan
kapı ve özgürlük gibi ulaşılması gereken bir ülküydü sanki. Hele ki İzmir Fuarı’nın
fuar olduğu yıllarda 30 Ağustos ve 9 Eylül günleri bu bağımsızlık ve özgürlük
coşkusunun doruğa çıktığı günlerdendi.
1943 yılında İzmir'in Kurtuluş Bayramı
Ne yazık ki, özellikle 1980’lerden sonra ülkenin sürüklendiği yeni
kulvarlar ve eklemlendiği dünya ekonomik sistemi, bütün bunların hepsini
anlamsızlaştırdı ve bir halkın coşkusunu, bağımsızlık sevincini; belki de en
önemlisi bir ulus olmanın getirdiği ortaklaşa heyecanı yılların içinde alıp
götürüverdi bir yerlere. O günlerden bugünlere geldiğimiz nokta ortadadır. Ama
yine de hiçbir şey bize “Kurtuluş”un ve “Kuruluş”un isimli, isimsiz tüm kahramanlarını
unutturamaz. Çünkü onlar bu bağımsızlık uğruna, bu yurdu leş kargalarına karşı
savunmak adına can verdiler, ömür verdiler. Değerini bilmek, bilmeyenlere
hatırlatmak boynumuzun borcudur.
Küçük Paris'ten Güzel İzmir'e (?)
9 Eylül’de İzmir’e Türk Ordusu’nun girişi ile sonlanan bu hikâyede belki
de söylenebilecek son söz; yaşadığımız toprakların değerini bilmek, emperyalist
paylaşımcıların her dönemin ruhuna uygun yeni Ali Cengiz oyunlarına karşı
uyanık olmak, her ne olursa olsun bu topraklar üzerinde yaşayanlar olarak
farklı düşünsek de; birbirimize belli bir saygı ve tahammül sistematiği içinde
yaklaşarak Cumhuriyet’in değerleri çevresinde birleşebilmek, her zaman ve her
zaman akılla hareket edebilmek olmalıdır.
Dipnotlar
(1)
Feyza Zaim, Ateşler İçindeydi Germencik,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 207; sayfa: 153-155
(2)
Dido Sotiriu, Ölüler Bekler, Çeviren: Kriton
Dinçmen; Arion Yayınevi, Şubat-2003, 3.Baskı; Sayfa: 171-173
(3)
Orijinal metinde koyu ve büyük harflerle yazılmıştır.
(4) Yd.P.Tğm. İbrahim SORGUÇ’un Anıları; İSTİKLAL HARBİ HATIRATI, Kaybolan
Filistin; Yayına hazırlayan / Yorumlayan: Erdoğan SORGUÇ, İzmir Yayıncılık ve Tanıtım
Hizmetleri, Şubat-1996, 2.Baskı; sayfa: 145-149
(5)
Dido Sotiriu, a.g.e.; sayfa 220-221
(6) Tarihi İzmir ve İstiklal Savaşı fotoğrafları
internet ortamından derlenmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Tek kelimeyle Harikulade . Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilharika....Ben Kulalıyım bugün kurtuluş günü alıntı yapmak istiyorum...
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz; kötü amaçlı kullanım olmadıkça ve kaynak belirterek kullanıldıkça, bloğumuzdan istediğiniz alıntıyı yapabilirsiniz. Sayfalar yapabildiğimiz kadarıyla korumalıdır; eğer bir sıkıntınız olursa talebinizi blog sayfalarının altındaki e-mail adreslerine de iletebilirsiniz. Bilgilerinize sunar, bloğumuza olan ilginizin sürekliliğini dileriz. İF
SilBendeniz yıllardır İngiltere'de yaşayan Uluslararsı Tur Rehberliği yapan, güzel Türkiye'mi çok titiz ve millyetçi bir şekilde tanıtan, Çanakkale'de ağlayan, Kocatepe- Afyon'da çağlayan, Sakarya'da Ulu Önder Mustafa kemal Paşa'yı ve onun kahraman ordusunu daha iyi anlayan bu güzel Türkiye'min bir ferdi olan Türk oğlu Türk'üm! Bu hazırlamış olduğunuz sitenizi son derece sevdim. Çok teşekkürler ediyorum. Bu vatanın evlatları azizi şehitlerimiz sizlere minnettardır. Emeği geçen her ferde candan teşekkürlerimi bir borç bilirim efendim. Bu toprakları ve güzel vatanımızı bize bağışlayan aziz şehitlerimizin ruhları şadolsun. Ben de sizlerin yüksek müsaadeleriyle hem kendi mesleğimde, hem de kendi ''KÜLTÜR MOZAYİĞİ'' sayfamda ve diğer ''SARAYKÖY CAN SARAYKÖY'' sayfamda halkımıza bunları öğretmek amacıyla zaman zaman sitenize girip alıntı yapabilir miyim efendim? Bunlar çok nadide ve kıymetli bilgiler. Sizleri tekrar tekrar tebrik ve takdir ediyorum. MEHMET ÇEVİK- Uluslararası Tur rehberi ve İngiliz Dili ve Edebiyatı öğretmeni.
YanıtlaSilSayın Mehmet Çevik; öncelikle ilginize ve sitayişkar cümlelerinize teşekkür ederiz. Aslında yaptığımız son derece mütevazı bir iştir ve tamamen ülkemizin ve ulusumuzun son yıllarda iyice erozyona uğrayan kültürel ve doğal zenginliklerine yönelik hoyratça tutumlara karşı bir farkındalık yaratmak ve bizlere atalarımızdan yadigar bu eşsiz varlıkların hakettiği değeri, doğa yürüyüşleri ekseninde öne çıkarmayı hedeflemektir. Kötü amaçlı kullanımlar dışında, kaynak belirterek bloğumuzda yer alan her türlü görsel malzemenin paylaşılması zaten esastır. Dolayısıyla siz de hassasiyetimizi dikkate alarak her türlü alıntıyı yapabilirsiniz.Bloğumuza olan ilginizin ve eleştirilerinizin sürekliliği dileğiyle... İF
SilÇok teşekkür ediyorum. TamamenTamamen size katılıyorum.
YanıtlaSil