15 Ağustos 2025 Cuma

KARABURUN YARIMADASI’NIN BATI YÜZÜNDEKİ SESSİZ KÖYLERİN BİRİNDE…

SALMAN KÖYÜ'NDEN SALMAN GÖLETİ’NE…
 
16 Mayıs 2025
 
Giriş
 
Bugün her yıl yaptığımız gibi Karaburun Yarımadası’ndaki geleneksel hale getirdiğimiz yürüyüşlerimizden birini daha gerçekleştirdik. Karaburun Yarımadası’nın batı kıyıları boyunca dizilmiş köylerden biri olan Salman, onun adıyla anılan ve Su Değirmeni Deresi ya da Salman Deresi üzerine kurulu; sulama amaçlı Salman Göleti bugünkü hedefimizdi. Bu coğrafyada yıllardır yürüyoruz. Jeolojisi, topografik yapısı ve bitki örtüsü açısından Datça Yarımadası’na benzettiğimiz Karaburun Yarımadası, jeolojik açıdan genellikle kireç taşı oluşumlarıyla dikkat çekiyor.
 
Salman'a güney batı yönünden bakış
(Mayıs 2025)
  
Salman Göleti
(Mayıs 2025)
 
Eski Salman Camii
(Temmuz 2007)
 
Yarımadanın kuzeyinde en yüksek noktasına ulaşan Akdağ ya da Bozdağ ismiyle bilinen ve İlyada destanında Ozan Homeros’un mitolojik Rüzgârlı Mimas olarak andığı kireç taşı kütle, kuzey güney ekseninde uzanıyor. Dağın sakladığı mitolojik hikayeler, İlkçağ’da 12 İon şehir devletinden biri olan Erthyrai’nin uydu yerleşimlerinin kıyılarına saçıldığı bir kadim geçmiş; Bizans ve Osmanlı döneminde Stilaryon ya da Ahırlı olarak anılan Karaburun’un arka planında yer alan ve “yârin yanağından gayrı” ortaklaşa bir hayat kurma deneyiminin (Börklüce İsyanı) acı ve hüzün dolu hikayeleri ve en son Küçük Asya Felaketi ile doğdukları bu toprakları bir gece vakti terk edip giden Rum mübadillerin Türklerle beraber ortak bir hayatı nasıl paylaştıklarına dair anlatılar; hep bu coğrafyada gömülü sanki…
 
Karaburun-Kösedere arasından Akdağ'a bakış
(Mayıs 2019)

Saip Kayası sırtlarından Karaburun'a ve önündeki adalara bakış
(Mayıs 2023)
 
Rüzgarlı Mimas ya da Akdağ; yekpare bir kireç taşı kütle...
(Nisan 2015)
 
Rüzgârlı Mimas ya da Akdağ’a dair mitolojik haberleri Ozan Homeros’tan alıyoruz elbette. Kadim dağın geçmişinde saklı o garip hikâyeleri okudukça, gözümüzün önünde şekilleniyor sanki o monarklar dünyası… Güce duyulan o benzersiz özlem; ah o eski düzen…
 
Zeus ile Hera’nın oğlu Hephaistos’un karşıtı; dev Titanlardan Mimas, Zeus’un öfkesine kurban edilir bir gün; üzerine tonlarca demir eritilip dağın dibine gömülür koca dev. O günden sonra dağın adının o devden geldiği rivayet edilir orada burada. Destanlarında tekinsiz rüzgârlarından söz eder ozanlar; özellikle de hemşerimiz Homeros… “Khios’un aşağısından Rüzgârlı Mimas’ı mı tutalım yoksa? Yakarıyorduk tanrıya bir belirti göstersin diye.”
  
Kara Reis Çiftliği yakınlarındaki İris Gölü; suyunun henüz boşaltılmadığı zengin zamanlardan bir an...
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
 
İris Gölü; panoromik bakış...
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
 
Kara Reis Çiftliği yakınlarında Cami Boğazı Deresi'nin aktığı vadi; şimdi orada Çeşme'ye su temini amaçlı bir baraj var.
(Aydın Aydemir; Nisan 2015) 
 
Bir de İris vardır; çapkın Zeus’un kaçamaklarına bekçilik etsin diye kıskanç eşi Hera’nın dağın başına nöbetçi diye koyduğu bir ulaktır aslında Tanrılar katında İris. Thaumas ile Elektra’nın kızı; baba tarafından Pontos’a, ana tarafından Okeanos’a bağlıdır. Gökkuşağını simgeler, gökkuşağı da denizden çıkarak gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi kurar göründüğü için, Olympos tanrıları; İris’i de Hermes gibi ulak ve özellikle insanlara haber salmak için kullanırlar(1). Rivayet, odur ki; Zeus’u gözetlediği bir anda yakalanır ona ve Zeus’un gazabından kurtulamayarak; bugünkü Karareis-Cami Boğazı arasında bir yerde göle çevirir zalim Zeus, İris’i… Bugün sonbaharda gölün her yanındaki makiliklerin arasında baş veren mor renkli süsen ya da iris çiçekleri, o günlerden kalmadır derler. Ah eder hepsi; bittikçe sonbaharda birer birer…
 
Elbette bugün hepsinden söz etmeyeceğiz; ama yıllardır dolaştığımız bu coğrafyaya dair tuttuğumuz notlar ve gezi anıları zaten bunları anlatıyor.
 
İris Gölü kıyısında sağır kulağı olarak adlandırılan serapias orkideleri
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
 
İris ya da süsen çiçekleri
(Mart 2014)
 
Salman sırtlarında katır tırnakları
(Mayıs 2025)

Sabah Kaynarpınar İskelesi’nde…
 
Sabah saat 8.20 gibi Bornova'dan hareket ettik. Saat 10'da Börklüce İsyanı’nda da bile orduların su ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rolü bulunan Kaynarpınar'da; kıyıdaki kır kahvesinde yine geleneksel hale gelmiş olan kahvaltımızı yapmak üzere, Kemalpaşa’dan bize katılan arkadaşlarla buluştuk. Kaynarpınar ve daha sonra içinden geçtiğimiz Yeni Liman'daki sokak aralarında kanalizasyon çalışmaları nedeniyle yollar oldukça bozuktu. Kaynarpınar İskelesi’ne bir sekiden bakan kır kahvesinde, ortalıkta burada kolayca rastlayamayacağımız ve yol çalışmalarından kaynaklanan bir araç yoğunluğu arasında kahvaltımızı yaptık.
 
Sabah Kaynarpınar İskelesi'nde...
(Mayıs 2025)
 
Kaynarpınar İskelesi'nde Atatürk büstü
(Mayıs 2025)
 
Kaynarpınar kır kahvehanesinde Mayıs gülleri
(Mayıs 2019)
 
Kaynarpınar, Esendere, Boyabağ ile daha ilerideki Saip Altı’ndaki bu derme çatma ahşap iskelelerden; 19.yy.da Karaburun yarımadasının bu yakasının üzüm ve zeytin gibi yerel ürünleri, şimdi izi bile kalmayan İzmir Körfezi’nin karşı kıyısındaki (Deniz Bostanlısı’nın hemen kuzeyinde) eski Menemen İskelesi’ne mavnalarla taşınırmış. Oradan alınan başka ürünler ise, bu yakanın ihtiyacını gidermek adına dönüşte yine bu iskelelere indirilirmiş. Kim bilir ne çileli yolculuklardı o eski zamanlarda; o günün kıt imkânlarıyla?
 
Esendere İskelesi
(Şubat 2016)

Saip'ten Saip Altı'na bakış
(Şubat 2010)
 
Boyabağ'da zeytinlerin arasında...
(Şubat 2012)
 
Kaynarpınar, Karaburun yarımadasının doğu sahilinde su kaynaklarıyla bilinen ve bunu ismine taşımış bir küçük balıkçı köyü aynı zamanda. Şimdilerde yazlıkçıların rağbet ettiği küçük iskele, muhtemelen Börklüce İsyanı’nı bastırmak için 30.000 kişilik ordusuyla yarımadaya gelen Şehzade Murat ve Beyazıt Paşa’nın askerlerinin su ihtiyacını karşılamak için seçtikleri bir rota üzerinde yer alıyor olmalıydı. Bugün Balıklıova-Gerence Körfezi geçişi üzerinde yer alan Kozağaç Çeşmesi’nden Kaynarpınar’a doğru ilerleyen ve tarihte yaşanan olaylardan esinlenerek Cehennem Deresi olarak adlandırılan bu rota, Börklüce kuvvetlerinin yarımadada sıkıştırıldığı ve bugün Karaburun’un kuzey-batı ucunda yer alan Kanlıburun’a doğru sürüldüğü coğrafyanın bir parçasını oluşturmaktadır.(2)
 
Balıklıova İskelesi
(Ekim 2020)
 
Eski bir Rum yerleşimi olan Eski Balıkova'nın yıkıntıları arasından sahildeki Balıklıova İskelesi'ne bakış
(Ekim 2020)

Cehennem Vadisi geçişinde yer alan eski bir Karaburun çeşmesi
(Mart 2011) 
 
Kaynarpınar’dan Salman’a doğru…
 
Kahvaltı sonrası Karaburun üzerinden denize paralel bir seyirle; sırasıyla Yeni Liman, Hasseki, Sarpıncık, Parlak köylerini geçerek Salman köyüne ulaştık. Arabaları Eski Salman köyünün şu anda ibadete kapalı durumda olan ve minaresi II.Abdülhamit döneminden kalma; bordo renkli sarımsak taşından yapılmış Salman köy camisinin önüne bıraktık. Kuzey batı yönünde denize doğru alçalan derin bir vadinin yüksek yamaçlarında hanay tipi, geleneksel mimari çizgilere sahip yıkık dökük Salman evleri dikkat çekiciydi.
 
Tepeboz'dan Yeni Liman'ın görünümü
(Temmuz 2008)
 
Bir vadinin dibine saklanmış Hasseki köyü
(Ağustos 2008)
 
Batı yakası köylerinden; Sarpıncık
(Eylül 2010)
 
Karaburun Yarımadası’nın batı yüzünde denize doğru alçalan kıvrım kıvrım vadiler, sonunda küçük koylarla sonlanır. Eğri Liman, Badembükü, Hamzabükü, Kumbükü ve Yeni Liman bunlardan sadece bir kaçıdır. Oldukça engebeli bir topografyaya sahip yarımada, bu yakasında koylara inen vadilerde benzersiz güzellikler sunar. Bu koyların üst düzleminde yer alan ve eski zamanların korsan saldırılarına karşı ihtiyaten; vadilerin denizden ilk bakışta görünmeyecek saklı yamaçlarına gizlenmiş birkaç köy yer alır. Bunlar Küçükbahçe’den sonra Salman, Parlak, Sarpıncık, Hasseki ve en sonunda Yeni Liman’ın üstünde yer alan Tepeboz ve Bozköy köyleridir. Her birisi eşsiz konumu ve denizi denetleyen bir noktada yer alışı nedeniyle son derece ilginç ve tarihi köylerdir. II. Abdülhamit döneminde yükselen milliyetçilik rüzgarları ve Batılı kışkırtmalar sonucunda azınlıkların giderek kabına sığamaz hale gelmeleri, yüzlerce yıldır birlikte yaşadıkları Müslüman ve Türk ahalide de rahatsızlıklar yaratır. İşte bu dönemde, özellikle Rumların yoğun olarak yaşadıkları Batı Anadolu’nun köylerindeki Müslüman halka moral desteği sağlamak amacıyla 19.yy.ın sonlarında bir kampanya şeklinde köy camilerine Ayvalık sarımsak taşından tek tip minareler yaptırılır. Bunun en tipik örneklerini bugün hala Karaburun’un Salman, Parlak, Sarpıncık ve Kösedere köylerinde görmek mümkündür.
 
Eğri Liman
(Ekim 2007)
 
Küçükbahçe sırtlarından Eğri Liman'a bakış
(Mart 2016)
 
Badembükü
(Mart 2016)
 
Küçükbahçe'nin eski evlerinin arasından Ege Denizi'ne ve Sakız Adası'na bakış
(Mart 2016)

Hamzabükü plajı
(Ağustos 2008)

Salman köyünde…
 
Salman, İlkçağ’da Erthyrai’nin uydu yerleşimlerinden biri olan Pteleon ismiyle anılan bir bölgede konumlanmış. Yeryüzünde adı geçen ve büyük olasılıkla bir demos (İlkçağ’da bir şehir devletinin kırsaldaki köy ölçeğinde küçük yerleşimleri) büyüklüğündeki bu yerleşime dair herhangi bir iz yok. Buna benzer İlkçağ yerleşim adları Karaburun Yarımadası’nın batı ya da doğu yakasına saçılmış durumda; çoğu da iz bırakmamış yerleşimler bunlar. Bouteia/Meli ya da şimdiki ismiyle Kara Reis Çiftliği, Sidousa ya da Ahırlı ve Saip, Phoenicos ya da Eğriliman, Pteleon/Tolos ya da Denizgiren ve Salman civarı, Prygos/Karaburun’un Burgaz Tepesi Mevkii, Vouthia/Voiniatis ya da Parlak, Polikhna ya da Balıklıova, Koryne/Teke Burnu civarı bunlardan bazıları…

 
 
Karayoluyla ikiye bölünmüş bir vadinin yamaçlarına saçılmış evleriyle Eski Salman köyü
(Temmuz 2008)
 
Kara Reis Çiftliği üzerindeki eski Rum yerleşimi Meli köyü 
(Nisan 2015)
 
Karaburun (Eski Ahırlı) sahili
(Mayıs 2022)
 
Karaburun Yarımadası’nın birçok mevcut ya da terk edilmiş köy yerleşimlerinde rastladığımız gibi Salman da 19.yy.da Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması sonrası adalardan gelen Rum yerleşimcilerin iskân edildiği yerlerden biri… Karaburun’un batı yakasına dizilmiş köylerin hemen hemen hepsinde 19.yy.da Rum ve Türk nüfus birlikte yaşıyordu. Ari Çokana’nın 20.Yüzyılın Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri isimli kitabında bu yakada yer alan köyler ve yaşamlarına dair şu bilgiler aktarılıyor:
 
Salman sırtlarında...
(Mayıs 2025)

Eski Salman köyünde...
(Temmuz 2008)

Salman köyü camisinin II.Abdülhamit zamanında yaptırılan minaresi
(Mayıs 2025)
 
Karaburun yarımadasının batısındaki en büyük köy olan 1.500 nüfuslu Meli (bugün Karareis) Sakız’ın Kardamyla köyünden göçmenler tarafından kurulmuştu. Ekonomisi bağcılık, hayvancılık, arıcılık, kireç ve kömür üretimine dayanıyordu. Birkaç tekneyle balıkçılık ve taşımacılık da yapılıyordu. Köyde Ayios İoannis o Theologos’a vakfedilmiş bir kilise ve bir okul vardı. Kuzeye doğru uzanan sarp kayalıklardan sonra, antik Finikus kentinin harabeleri üzerinde kurulu Eğri Liman’a varılır. Korunaklı limanından İzmir’e kuru üzüm nakliyatı yapılan 125 nüfuslu köyde Evangelistria Kilisesi ve bir okul vardı. Bir sonraki köy olan Denizgiren (475 nüfus) Mimas Dağı’nın batı yamaçlarındaki dağ köylerinin doğal limanıydı. Halkı geleneksel uğraşları dışında çok sayıda yapı ustası yetiştiriyordu. Kilisesi, Ayios Nikolaos adına vakfedilmişti. Yakınındaki karma nüfuslu Küçükbahçe’de (Ayios Pandeleimon Kilisesi) Boynaki (Parlak; 630 Rum ve 150 Müslüman; bağlar, zeytinlikler ve pamuk), Sazak (560 Rum ve 60 Müslüman), Sarpıncık (150 Rum ve 200 Müslüman) ve Hasseki (400 Rum ve 300 Müslüman) köyleri vardı. Yarımadanın kuzeyindeki Tepeboz (550 Rum ve 150 Müslüman) ve Yeni Liman (360 nüfus; Kimisi tis Theotoku Kilisesi) bağcılık ve balıkçılıkla geçiniyordu.”(3)
 
Mordoğan'ın üst düzleminde yer alan eski Rum yerleşimi Teke köyünün kilisesi
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)

Parlak ve Salman köyleri arasında yer alan eski Rum yerleşimi Sazak köyünün evleri
(Mart 2016)

Karaburun-Merkez'de şimdi çay bahçelerinin arkasına düşen bir vadide yer alan eski Rum Ortodoks kilisesinin sütunlarından biri
(Ocak 2010)
 
Yunan ana karasından bir diğer Yunan araştırmacı-yazar Dr. Georgios Nakracas ise, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni; 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi isimli kitabında; 20.yy. başlarında Karaburun yarımadasındaki Rum nüfus hareketleri hakkında aynı tarihsel döneme referans verilen iki ayrı Yunan araştırmacısının (Sotiriadis ve Anagnostopulu) demografik verilerine dayanarak bu yerleşimlerle ilgili şu bilgileri aktarıyor:
 
Eski Mordoğan köyünde bir sokak
(Temmuz 2008)

Eski Mordoğan köyündeki Ayşe Kadın Camii'ndeki bir alçı üzeri kalem işi süsleme örneği
(Temmuz 2008)
 
Sotiriadis, 1912’de Karaburun kazasında yoğun Hellen öğesinin bulunduğunu ve 23.510 kişilik toplam nüfus içinde Rum sayısının 15.510 olduğunu yazmaktadır; bu Rumlar, %66’sının oluşturuyordu.
 
Anagnostopulu, bu kazadaki Rumların tümünün Türkçe konuştuklarını ve Sotiriadis’in bize bildirdiği sayıdan 5.790 kişi daha az, yani 15.510 değil de 9.720 kişi olduklarını yazmaktadır. Türkçe konuşan bu Rumların çoğunluğu şu köylere yerleşikti: Ahırlı (Karaburun), Murduvani (Büyük Mordoğan), Mikro Murduvani (Küçük Mordoğan), Teke, Saip ve Meli… Az sayıda Hıristiyan nüfusu olan köyler şunlardı: Manastır, Yeni Liman, Boynak, Denizgiren, Küçükbahçe, Salman, Eğriliman, Sazak, Tepeboz, Skala Mordoğan (Mordoğan İskelesi-İF), Hasseki ve Sarpıncık. Bu köylerde ikamet edenlerin tümü rençperdi ve nereden geldikleri konusunda bibliyografyada herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.”(4)
 
Mordoğan üzerinde yer alan bir su yolu geçişinden eski Rum yerleşimi Teke köyünün yıkıntılarına ve Mordoğan kasabasına bakış
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
 
Eski Teke köyü yıkıntıları arasında...
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
  

Eski Mordoğan köyü yakınlarındaki Dilek Pınarı (Narcissos) 
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
 
Salman, bugün denize doğru alçalan bir vadinin asfalt karayoluyla ikiye bölünmüş yamaçlarındaki zamana yenilmiş, yorgun taş evleriyle dikkat çekiyor. Bu eski evlerin çoğu yıkık ve terk edilmiş durumda. Geleneksel Salman evleri zaman içinde restore edilerek şehirden gelenlerin yaşam mekanına dönüşmüş. Bir açıdan da iyi olmuş; çünkü bu şekilde köyün kimi yorgun evlerine bir anlamda kan, can gelmiş. Belki yılın tüm zamanlarında artık yaşanmıyor Salman’ın çoğu evlerinde, ama olsun, her doğru yenileme bu evlerin ömrüne ömür katıyor. Buna karşılık Salman köylüleri ise, eski geleneksel evleri elden çıkarırken, yerine betonarmeden yenilerini yapmayı tercih etmişler çoğunlukla. Gençlerin çoğu köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşmak istemiyor. Bu nedenle çoğunlukla köyden ayrılarak, şehirde çalışıp yaşamayı yeğliyorlar. Köyde kalanlar ise, genellikle yaşlılar ve emekli olup köye dönenler… Sonuç olarak böyle bir devinim var köyde…
  
Salman Camii
(Mayıs 2025)
 
Caminin arkasındaki sırtta yer alan eski bir Salman evi
(Mayıs 2025)
 
Aynı eve ön cepheden bakış
(Mayıs 2025)

Arabayı eski Salman köyü camisinin önünde uygun bir yere bıraktık. Cami; basamaklarla erişilen yüksek bir sekide konumlanmış durumda. Cami anladığımız kadarıyla uzun süredir kapalıydı. İçerdeki halı ve eşyalar da toplanmış haldeydi. Caminin girişteki son cemaat yerinin ön cephesinde 5 kemerden oluşan basit bir revak yer alıyor. Cami dikdörtgen planlı bir harime sahip. Harimde bitkisel motifli alçı süslemeleri yer alıyor. Mihrap nişi içinde alçıdan yapılmış iki yana çekili vaziyette duran bir perde motifi, nişin iki yanında yer alan sütuçelerin üzerinde iki vazo içinde çiçek demetleri yerleştirilmiş. Kavsara köşeliklerinde alçıdan doğal görünümlü çiçekler göze çarpıyor.Dikdörtgen şekilli ayet kitabesinin üzerinde yumurta dizileri ve akanthus (yabani enginar) oluşan kabartmalar, bunların üzerinde ise birer sepet içinden çıkan çiçekler, kıvrım dallar ve yapraklardan oluşan kompozisyonlar yer alıyor.(5)
 
Salman Camii
(Eylül 2010)
 
Salman Camii'nin mihrabı
(Eylül 2010)
 
Salman Camii; son cemaat yeri
(Mayıs 2025)
 
Minare, yine diğer Karaburun köy camilerinde olduğu gibi II. Abdülhamit döneminden kalma tarihi görünümüyle dikkat çekiyor. 19.yy.ın sonlarına doğru Batı Anadolu’daki Rumların milliyetçi rüzgârlardan etkilenerek pervasız bir şımarıklık içine girdikleri bir dönemde; eziklik yaşayan Müslüman Türk ahalinin moralini yükseltmek amacıyla, kıyıya yakın birçok köy camisinde bir kampanya şeklinde sarımsak taşından tek tip minareler inşa edilmişti. Hatta bunların bazılarını İzmir’in Türk mahallelerinde bile görmek mümkündü. (Basmane’deki Çorakkapı Camisi ile Karşıyaka’da 19.yy.da Türklerin yoğun yaşadığı Soğukkuyu köyündeki Çömezcizade Hacı Mehmet Efendi Camisi’nde olduğu gibi)
 
Salman Camii
(Temmuz 2008)

Karşıyaka-Soğukkuyu Çömezcizade Mehmet Efendi Camii
(Haziran 2023)
 
Basmane-Çorakkapı Camii
(Ocak 2018)
 
Son cemaat yerinin yer aldığı düzlemin altında merdivenle inilen bir başka teras daha var; orada da ceviz ve zeytin ağaçlarının yer aldığı koyu gölgelik bir avlu bulunuyor. Anlaşıldığı kadarıyla denize nazır yamaç bu şekilde teraslanarak, işlevsel düzlemler yaratılmış; harim ve minare de bu düzlemlerin en üstünde yer alıyor.
 
İzmirli İsigonis ailesinin Karaburun köylerine uzanan hikayesi
 
Küçükbahçe’den Yeni Liman’a kadar uzanan bu bir dizi köyün içinde genellikle 19.yy.dan kalma eski bir zeytinyağı işliğine rastlayabilirsiniz. Bunlardan birine daha önceki yürüyüşlerimizde Küçükbahçe’nin hemen dışında, bir diğerine ise Parlak’ta rastladık. Arkeolog ve gıda mühendisi Ahmet Uhri’den öğrendiğimize göre(6)  bunlardan bir tanesi de Salman köyünde yer alıyor. Denize yakın konumdaki bu işliğe, biz zaman darlığı nedeniyle ne yazık ki bugün uğrayamadık. Ama diğer köylerde bu eski zeytinyağı işliklerine tanıklık ettik. Bu zeytinyağı işliğinde kullanılan bucurgatların (yağ presi) ön yüzünde Hellen harfleriyle D.İSİGONİS yazısı seçiliyor.
 
Küçükbahçe'de 2016 yılında rastladığımız eski bir zeytinyağı işliğindeki bucurgat ve 
üzerindeki D. İSİGONİS yazısı
(Mart 2016)
 
Aynı zeytinyağı işliğindeki taş değirmen
(Mart 2016)

İzmirli makina imalatçısı Rum İsigonis ailesine ait işletmede üretilmiş ve onların ismini taşıyan bir bucurgat; hala Küçükbahçe'de Çukurköy'de yatıyor.
(Mart 2016)
 
Ahmet Uhri’nin anlatımına göre; 19.yy.da İzmir’de üretilen bu yağ presleri, bugün Alsancak Stadyumu’nun arka taraflarında; Darağacı diye bilinen muhitte faaliyet gösteren İzmirli Rum İsigonis ailesine ait bir fabrikada üretilmişler. Bu aile de Batı Anadolu kıyılarındaki genel eğilime paralel olarak; Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanması sonrasında, 19.yy.ın başlarında (1830’larda) Mikonos ile Santorini arasındaki Paros adasından gelip İzmir’e yerleşmişler.(7) İzmir’e Paros’dan ilk göçen ve fabrikayı Darağacı’nda kuran kişi dede Demsothenis İsigonis’tir. Aile, Darağacı’nda kurdukları fabrikada makine parçaları, buhar kazanları ve yağ presleri üretirler. Dede ölünce, fabrikanın başına oğlu Konstantin İsigonis geçer. O da babası gibi makinecidir ve İngiltere’de gemi inşa mühendisliği konusunda eğitim alır ve mühendis olur. Ailenin küçük oğlu olan Alexis (Alec) İsigonis de babaları gibi mühendis olacaktır ileride. 1906’da İzmir’de doğan Alexis İsigonis, 1922’de Küçük Asya Felaketi sonrasında ailesi ile birlikte İngilizler tarafından İzmir’den çıkarılır. Baba Konstantin 1923 yılında ölünce, Alexis İsigonis ve annesi İngiltere’ye yerleşirler. Orada mühendislik eğitimi alan Alec, Austin ve BMC firmalarında tasarımcı olarak çalışır ve günün birinde öyle bir tasarım yapar ki; onunla tarihe geçer. İngilizler kendisinin üretmiş olduğu bu ürünü nedeniyle ona “Sir” unvanı verirler ve ironik bir şekilde Yunan Tanrısı olarak anarlar. Çünkü yaptığı şey, neredeyse İngilizlere göre tanrısal bir şeydir. Söz konusu ürün, bugün birçok kişinin yollarda üzerine binip keyifle sürdüğü ve İngilizlerin ikonik otomobillerinden biri olan Mini Cooper’dır.
 
İzmirli Rum İsigonis ailesine ait makina işletmesinin 1910 yılına ait bir iş mektubu üzerinde yer alan resmi
(Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Alec_Issigonis#/media/File:Issigonis_factory.jpg)
 
Alec Issigonis, Austin Fabrikası'nda kendi tasarladığı 1965 model Morris Mini Minor Deluxe'ün önünde...
(Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Alec_Issigonis#/media/File:Thinktank_Birmingham_-_Issigonis_A.jpg)
 
1906’da İzmir’de başlayan bir hayat ise, 1988’de iş hayatından çekildikten kısa bir süre sonra İngiltere-Birmingham’da sonlanır. İşte üzerinde D. İsigonis (büyük olasılıkla fabrikayı ilk kuran dede Demosthenis’in baş harfi olmalı-İF) yazan bir bucurgattan ikonik Mini Cooper’a uzanan bir insan hikayesi…
 
Parlak köyü zeytinyağı işliği
(Şubat 2024)
 
Parlak zeytinyağı işliği; taş baskı değirmeni
(Şubat 2024)
 
Salman’dan Salman Göleti’ne doğru…
 
Salman'dan Akdağ (İlkçağ'ın Rüzgârlı Mimas'ı) yönünde ve doğudaki bir sırta doğru yürümeye başladık. Saat 12 civarındaydı. Baharın yaza döndüğü bu günlerde çevremizdeki nebattan karabaş otları ile Girit Ladenlerinin çiçekleri neredeyse geçmişti. Şimdi sapsarı katırtırnaklarının ve vazoda bile uzun süre dayanan göz alıcı mor renkli Karaburun coğrafyasına özgü deniz lavantası (limonium siniatum) çiçeklerinin zamanıydı.
 
Salman Camii'nin yanından ayrıldıktan sonra bir sırta doğru yürüdük.
(Mayıs 2025)

Katırtırnakları; Mayıs ayı onların zamanı...
(Mayıs 2025)

Karaburun'un has çiçeği; deniz lavantaları
(Mayıs 2025)
 
Sarı kantaronlar
(Mayıs 2025)
 
Restore edilmiş birkaç eski Salman evinin arasından geçerek doğu yönündeki sırta doğru tırmandık. Bazı evlerin inşaatı hala devam etmekteydi. Bir kısmı tamamen yeni yapı girişimleriydi; bir kısmı ise eski Salman evlerinin restorasyonu sonrasında yenilenmişlerdi. Yönümüzü artık güneybatıya çevirmiştik. Karşıda denize paralel şekilde ilerleyen Karaburun-Balıklıova asfaltı, bir yılan gibi ufuk çizgisinin ötesinde gözden kaybolup gidiyordu.
 
Salman sırtlarında yeni evler, eski evler...
(Mayıs 2025)
 
Cami ve Salman evleri bir arada...
(MYC; Mayıs 2025)
 
Ufka doğru bir yılan gibi kıvrılıp kaybolan Karaburun-Balıklıova asfaltı
(Mayıs 2025)
 
Rüzgar şiddetliydi; sırtlarda zeytinlikler vardı.
(Mayıs 2025)
 
Dik bir yamacı takip ederek, göletin savağının kıyısından Salman Deresi'nin yatağına doğru indik. Salman Göleti bu yamaçlarda hazine arazisi olan ve devletin kredi ve teşvik desteği altında uzun süreliğine kiralanarak sahiplenilen ve zeytin dikilen alanların su gereksinimini karşılamak için DSİ tarafından yakın zamanlarda yapılmıştı. Oldukça büyüktü. Devlet Su İşleri kaynaklarına göre; Salman Barajı, çevredeki Kara Reis ve Bozköy barajlarıyla birlikte Çeşme ve Karaburun’un özellikle yaz aylarında artan su gereksinimini de karşılamak amaçlı kullanılacaktı. Ama nedense 2018 yılında “Çeşme'nin asırlık su sorununun tarih olacağını ve son yatırımlarla birlikte 2045 yılına kadar bölgenin susuzluk çekmeyeceğini(8) belirten DSİ kaynakları ne yazık ki 2025 yazında da Çeşme’ye suyu getiremedi. Bu nedenle 2025 yazı da Çeşme’de susuz geçti; belki de tarihinin en büyük susuzluğunu yaşadı Çeşme ve Alaçatı
 
Dağa Kaçtım gezginleri, Salman Göleti'ne doğru alçalırken...
(Mayıs 2025)

Salman Göleti ve bendi
(Mayıs 2025)
 
 
Sulama ve içme suyu amaçlı Salman baraj gölü
(Mayıs 2025)
 
Gezginler, Salman Göleti'de doğru inişte...
(İzzet Berktaş; Mayıs 2025)
 
Bugün Karaburun’un batı yüzünde şiddetli bir fırtına vardı. Benim gibi allerjik bünyeye sahip kişileri olumsuz yönde etkileyecek her türlü partikül havanın içine saklanmıştı sanki. Salman dere yatağının tabanından bir sırta tırmanırken, karşımızdan gelen bir kamyoneti kullanan bir kadın, bize özel arazide yürüdüğümüzü hatırlattı. Biz dağ yürüyüşü yaptığımızı, rotaları önceden uydu haritaları üzerinden oluşturduğumuzu ve bu plâna göre yürüdüğümüzü anlattık. Kadın emeklerinin heba olduğunu, domuz avcılarının kapıların kilitlerini kırdığını, bu nedenle bizim dikkatli olmamızı söyledi. Biz kapıyı açık görünce girdik; geçtikten sonra kapatırız dedik.
 
Salman Barajı'nın bendi; öte yandan görünüşü
(Mayıs 2025)
 
Salman Göleti'nden bir sırta doğru yürüdük. Arkamızda Akdağ'ın silueti duruyordu.
(Mayıs 2025)

Salman Göleti'ne uzaktan bakış
(Mayıs 2025)

Yeniden gölete doğru alçalırken...
(Mayıs 2025)
 
Rüzgarlı bir günde; göletin üst düzleminde yürürken...
(İzzet Berktaş; Mayıs 2025)
 
Salman Göleti’nden Yeni Salman'a doğru; dönüş yolunda... 
 
Böyle bir konuşma ve uyarı sonrası; bir tepenin çevresini dolaşarak, yeniden Salman Göleti’ne ve dere yatağına döndük. Bu kez batı yönünde ve denize doğru yürüdük. Artık deniz seviyesine inmiştik ve göletin bendinin ardında yürüyorduk. Dere yatağında hiç su yoktu. Çünkü bu yıl yağışlar son derece azdı ve dereler doğru dürüst beslenememişti. İki yanımızda katır tırnakları, henüz tomurcukta deve dikenleri, mor deniz lavantaları ve rüzgâra uyarak bir sağa bir sola salınan uzun saplı yabani havuç çiçekleri görsel dünyamıza renk katmaktaydılar. Yol kıyısındaki birkaç ağacın gölgesine sığınarak yemek molası verdik. Sıcak hava ve zaman kısıtı nedeniyle kısa süren yemek molası sonrası fazla oyalanmadan yeniden yürüyüşe koyulduk.
 
Yabani havuç çiçekleri
(Mayıs 2025)
 
Salman Deresi boyunca katırtırnakları; ama derede su yok, su bendin öte yüzünde...
(Mayıs 2025)
 
Dere yatağından ayrıldıktan sonra; Yeni Salman'a doğru...
(Mayıs 2025)

Mandalin bahçeleri arasında yürüyoruz.
(Mayıs 2025)
 
Dere yatağına paralel bir toprak yolu takip ederek vardığımız yer, deniz kıyısına inmiş olan Salmanlıların kurduğu Yeni Salman köyü idi. Evler karayolunun deniz tarafında yoğunlaşmıştı. Ama yürüdüğümüz kara tarafında da mandalina bahçeleri içinde tek tük evler mevcuttu. Daha uzakta ise, kendini Akdağ'ın vadi koyaklarına saklamış Eski Küçükbahçe köyü ve onun iskelesi konumundaki Denizgiren evleri görünüyordu. Önümüzde bir şemsiye açılmış bir ardıcı görünümü çok ilginçti.
 
Önümüze bir ardıç çıktı; dalları rüzgara uyup bir şemsiye gibi açılmıştı.
(Mayıs 2025)

Deniz lavantaları
(Mayıs 2025)

Mandalin bahçelerinin ötesinde Yeni Salman evleri
(Mayıs 2025)
 
Uzaklarda sırtta Küçükbahçe ve daha aşağıda Denizgiren...
(Mayıs 2025)

Küçükbahçe, Denizgiren ve Yeni Salman; hepsi aynı karede...
(Mayıs 2025)
 
Mandalina bahçeleri arasından ilerleyen patikaları takip ederek bir süre sonra Karaburun-Balıklıova yoluna çıktık. Yaklaşık 3,5 km kadar asfaltın kıyısından yürüdük. Salman’a ulaştığımızda saat 17 civarıydı. Hava oldukça sıcaktı. Yanımızdaki tüm suları ve çayları bitirmiştik. Soluğu Eski Salman Camii'nin önündeki çeşmede aldık. Yeniden hayata gelmiş gibiydik hepimiz. Son durağımız Karaburun'a doğru çay molası verdiğimiz kıyıdaki Yeni Liman köyünün kahvehanesi oldu. Buradan yola çıktığımızda ise saat 18.30 gibiydi. Toplamda 13,5 km civarı yürümüş, epey yorulmuş, ama yine keyifli bir yürüyüş gününü tamamlamıştık. Ne mutlu bize, ne mutlu baharda dağlarda yürüyenlere…
 
Eski Salman'a doğru tırmanırken arkamızda bıraktıklarımız...
(Mayıs 2025)

Gevenlerle kaplı bir sırt; en arkada Eğri Liman...
(Mayıs 2025)

Yeniden Eski Salman'da...
(MYC; Mayıs 2025)
 
Dipnotlar:
(1)   Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi; 11.Basım; Sayfa:162; İris maddesi
(2)  Börklüce İsyanı ile ilgili yazılarımızdan biri için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/06/karaburundan-kosedereye.html
(3)  Ari Çokona, 20 Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri; Literatür Yayınları 771; 1.Baskı- Kasım 2016; sayfa: 283-284
(4)  Dr. Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni, 1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi, Yunancadan çeviren: İbram Onsunoğlu; Belge Yayınları; 1.Basım-Şubat 2003; sayfa:97-98
(5)  Cengiz Gürbıyık, Karaburun Yarımadası’nda Türk Mimarisi; Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2010-İstanbul; sayfa: 132-137
(6)  Ahmet Uhri’nin İsigonis hakkındaki anlatımı için bkz. https://www.instagram.com/mavi_karaburun/reel/DMz2LBcM7YO/
(7)  Alexis Isigonis hakkında bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Alec_Issigonis
(9)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 yorum: