SALMAN
KÖYÜ'NDEN SALMAN GÖLETİ’NE…
16 Mayıs 2025
Giriş
Bugün her yıl yaptığımız gibi Karaburun Yarımadası’ndaki
geleneksel hale getirdiğimiz yürüyüşlerimizden birini daha gerçekleştirdik. Karaburun
Yarımadası’nın batı kıyıları boyunca dizilmiş köylerden biri olan Salman,
onun adıyla anılan ve Su Değirmeni Deresi ya da Salman Deresi üzerine
kurulu; sulama amaçlı Salman Göleti bugünkü hedefimizdi. Bu coğrafyada
yıllardır yürüyoruz. Jeolojisi, topografik yapısı ve bitki örtüsü açısından Datça
Yarımadası’na benzettiğimiz Karaburun Yarımadası, jeolojik açıdan genellikle
kireç taşı oluşumlarıyla dikkat çekiyor.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Temmuz 2007)
Yarımadanın kuzeyinde en yüksek noktasına ulaşan Akdağ
ya da Bozdağ ismiyle bilinen ve İlyada destanında Ozan Homeros’un
mitolojik Rüzgârlı Mimas olarak andığı kireç taşı kütle, kuzey güney
ekseninde uzanıyor. Dağın sakladığı mitolojik hikayeler, İlkçağ’da 12 İon şehir
devletinden biri olan Erthyrai’nin uydu yerleşimlerinin kıyılarına
saçıldığı bir kadim geçmiş; Bizans ve Osmanlı döneminde Stilaryon ya da Ahırlı
olarak anılan Karaburun’un arka planında yer alan ve “yârin
yanağından gayrı” ortaklaşa bir hayat kurma deneyiminin (Börklüce İsyanı)
acı ve hüzün dolu hikayeleri ve en son Küçük Asya Felaketi ile
doğdukları bu toprakları bir gece vakti terk edip giden Rum mübadillerin
Türklerle beraber ortak bir hayatı nasıl paylaştıklarına dair anlatılar; hep bu
coğrafyada gömülü sanki…
(Mayıs 2019)
(Nisan 2015)
Rüzgârlı Mimas ya da Akdağ’a dair
mitolojik haberleri Ozan Homeros’tan
alıyoruz elbette. Kadim dağın geçmişinde saklı o garip hikâyeleri okudukça,
gözümüzün önünde şekilleniyor sanki o monarklar dünyası… Güce duyulan o
benzersiz özlem; ah o eski düzen…
Zeus
ile Hera’nın oğlu Hephaistos’un karşıtı; dev Titanlardan Mimas, Zeus’un öfkesine kurban edilir bir gün; üzerine tonlarca demir
eritilip dağın dibine gömülür koca dev. O günden sonra dağın adının o devden
geldiği rivayet edilir orada burada. Destanlarında tekinsiz rüzgârlarından söz
eder ozanlar; özellikle de hemşerimiz Homeros…
“Khios’un aşağısından Rüzgârlı Mimas’ı mı tutalım yoksa? Yakarıyorduk tanrıya
bir belirti göstersin diye.”
Kara Reis Çiftliği yakınlarındaki İris Gölü; suyunun henüz boşaltılmadığı zengin zamanlardan bir an...
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
Kara Reis Çiftliği yakınlarında Cami Boğazı Deresi'nin aktığı vadi; şimdi orada Çeşme'ye su temini amaçlı bir baraj var.
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
Bir de İris vardır; çapkın Zeus’un kaçamaklarına bekçilik etsin diye kıskanç eşi Hera’nın dağın başına nöbetçi diye
koyduğu bir ulaktır aslında Tanrılar katında İris. Thaumas ile Elektra’nın kızı; baba tarafından Pontos’a, ana tarafından Okeanos’a bağlıdır. Gökkuşağını
simgeler, gökkuşağı da denizden çıkarak gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi kurar
göründüğü için, Olympos tanrıları; İris’i
de Hermes gibi ulak ve özellikle
insanlara haber salmak için kullanırlar(1).
Rivayet, odur ki; Zeus’u gözetlediği
bir anda yakalanır ona ve Zeus’un
gazabından kurtulamayarak; bugünkü Karareis-Cami
Boğazı arasında bir yerde göle çevirir zalim Zeus, İris’i… Bugün
sonbaharda gölün her yanındaki makiliklerin arasında baş veren mor renkli süsen
ya da iris çiçekleri, o günlerden kalmadır derler. Ah eder hepsi; bittikçe
sonbaharda birer birer…
Elbette bugün hepsinden söz etmeyeceğiz; ama
yıllardır dolaştığımız bu coğrafyaya dair tuttuğumuz notlar ve gezi anıları
zaten bunları anlatıyor.
İris Gölü kıyısında sağır kulağı olarak adlandırılan serapias orkideleri
(Aydın Aydemir; Nisan 2015)
(Mart 2014)
Sabah Kaynarpınar İskelesi’nde…
Sabah saat 8.20 gibi Bornova'dan hareket
ettik. Saat 10'da Börklüce İsyanı’nda da bile orduların su ihtiyacının
karşılanmasında önemli bir rolü bulunan Kaynarpınar'da; kıyıdaki kır
kahvesinde yine geleneksel hale gelmiş olan kahvaltımızı yapmak üzere, Kemalpaşa’dan
bize katılan arkadaşlarla buluştuk. Kaynarpınar ve daha sonra içinden
geçtiğimiz Yeni Liman'daki sokak aralarında kanalizasyon çalışmaları
nedeniyle yollar oldukça bozuktu. Kaynarpınar İskelesi’ne bir sekiden
bakan kır kahvesinde, ortalıkta burada kolayca rastlayamayacağımız ve yol
çalışmalarından kaynaklanan bir araç yoğunluğu arasında kahvaltımızı yaptık.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2019)
Kaynarpınar, Esendere, Boyabağ ile daha ilerideki Saip Altı’ndaki bu derme çatma ahşap iskelelerden; 19.yy.da Karaburun yarımadasının bu yakasının üzüm ve zeytin gibi yerel
ürünleri, şimdi izi bile kalmayan İzmir Körfezi’nin karşı kıyısındaki (Deniz Bostanlısı’nın hemen kuzeyinde)
eski Menemen İskelesi’ne mavnalarla
taşınırmış. Oradan alınan başka ürünler ise, bu yakanın ihtiyacını gidermek
adına dönüşte yine bu iskelelere indirilirmiş. Kim bilir ne çileli
yolculuklardı o eski zamanlarda; o günün kıt imkânlarıyla?
(Şubat 2016)
(Şubat 2010)
(Şubat 2012)
Kaynarpınar,
Karaburun yarımadasının doğu
sahilinde su kaynaklarıyla bilinen ve bunu ismine taşımış bir küçük balıkçı
köyü aynı zamanda. Şimdilerde yazlıkçıların rağbet ettiği küçük iskele,
muhtemelen Börklüce İsyanı’nı
bastırmak için 30.000 kişilik ordusuyla yarımadaya gelen Şehzade Murat
ve Beyazıt Paşa’nın askerlerinin su ihtiyacını karşılamak için
seçtikleri bir rota üzerinde yer alıyor olmalıydı. Bugün Balıklıova-Gerence Körfezi geçişi üzerinde yer alan Kozağaç Çeşmesi’nden Kaynarpınar’a doğru ilerleyen ve tarihte
yaşanan olaylardan esinlenerek Cehennem
Deresi olarak adlandırılan bu rota, Börklüce kuvvetlerinin
yarımadada sıkıştırıldığı ve bugün Karaburun’un
kuzey-batı ucunda yer alan Kanlıburun’a
doğru sürüldüğü coğrafyanın bir parçasını oluşturmaktadır.(2)
(Ekim 2020)
Eski bir Rum yerleşimi olan Eski Balıkova'nın yıkıntıları arasından sahildeki Balıklıova İskelesi'ne bakış
(Ekim 2020)
(Mart 2011)
Kaynarpınar’dan Salman’a doğru…
Kahvaltı sonrası Karaburun üzerinden denize
paralel bir seyirle; sırasıyla Yeni Liman, Hasseki, Sarpıncık, Parlak
köylerini geçerek Salman köyüne ulaştık. Arabaları Eski Salman
köyünün şu anda ibadete kapalı durumda olan ve minaresi II.Abdülhamit
döneminden kalma; bordo renkli sarımsak taşından yapılmış Salman köy
camisinin önüne bıraktık. Kuzey batı yönünde denize doğru alçalan derin bir
vadinin yüksek yamaçlarında hanay tipi, geleneksel mimari çizgilere
sahip yıkık dökük Salman evleri dikkat çekiciydi.
(Temmuz 2008)
Bir vadinin dibine saklanmış Hasseki köyü
(Ağustos 2008)
(Eylül 2010)
Karaburun Yarımadası’nın batı yüzünde denize doğru
alçalan kıvrım kıvrım vadiler, sonunda küçük koylarla sonlanır. Eğri Liman, Badembükü, Hamzabükü, Kumbükü
ve Yeni Liman bunlardan sadece bir
kaçıdır. Oldukça engebeli bir topografyaya sahip yarımada, bu yakasında koylara
inen vadilerde benzersiz güzellikler sunar. Bu koyların üst düzleminde yer alan
ve eski zamanların korsan saldırılarına karşı ihtiyaten; vadilerin denizden ilk
bakışta görünmeyecek saklı yamaçlarına gizlenmiş birkaç köy yer alır. Bunlar Küçükbahçe’den sonra Salman, Parlak, Sarpıncık, Hasseki ve en sonunda Yeni Liman’ın üstünde yer alan Tepeboz ve Bozköy köyleridir. Her birisi eşsiz konumu ve denizi denetleyen bir
noktada yer alışı nedeniyle son derece ilginç ve tarihi köylerdir. II.
Abdülhamit döneminde yükselen milliyetçilik rüzgarları ve Batılı
kışkırtmalar sonucunda azınlıkların giderek kabına sığamaz hale gelmeleri,
yüzlerce yıldır birlikte yaşadıkları Müslüman ve Türk ahalide de rahatsızlıklar
yaratır. İşte bu dönemde, özellikle Rumların yoğun olarak yaşadıkları Batı
Anadolu’nun köylerindeki Müslüman halka moral desteği sağlamak amacıyla
19.yy.ın sonlarında bir kampanya şeklinde köy camilerine Ayvalık sarımsak
taşından tek tip minareler yaptırılır. Bunun en tipik örneklerini bugün hala Karaburun’un
Salman, Parlak, Sarpıncık ve Kösedere köylerinde görmek mümkündür.
(Ekim 2007)
(Mart 2016)
(Mart 2016)
(Mart 2016)
(Ağustos 2008)
Salman köyünde…
Salman, İlkçağ’da Erthyrai’nin
uydu yerleşimlerinden biri olan Pteleon ismiyle anılan bir bölgede
konumlanmış. Yeryüzünde adı geçen ve büyük olasılıkla bir demos (İlkçağ’da
bir şehir devletinin kırsaldaki köy ölçeğinde küçük yerleşimleri) büyüklüğündeki
bu yerleşime dair herhangi bir iz yok. Buna benzer İlkçağ yerleşim adları Karaburun
Yarımadası’nın batı ya da doğu yakasına saçılmış durumda; çoğu da iz
bırakmamış yerleşimler bunlar. Bouteia/Meli ya da şimdiki ismiyle Kara
Reis Çiftliği, Sidousa ya da Ahırlı ve Saip, Phoenicos
ya da Eğriliman, Pteleon/Tolos ya da Denizgiren ve Salman
civarı, Prygos/Karaburun’un Burgaz Tepesi Mevkii, Vouthia/Voiniatis
ya da Parlak, Polikhna ya da Balıklıova, Koryne/Teke Burnu civarı
bunlardan bazıları…
(Temmuz 2008)
(Mayıs 2022)
Karaburun Yarımadası’nın birçok mevcut ya da terk edilmiş köy yerleşimlerinde
rastladığımız gibi Salman da 19.yy.da Yunanistan’ın bağımsızlığını
kazanması sonrası adalardan gelen Rum yerleşimcilerin iskân edildiği yerlerden
biri… Karaburun’un batı
yakasına dizilmiş köylerin hemen hemen hepsinde 19.yy.da Rum ve Türk nüfus
birlikte yaşıyordu. Ari Çokana’nın 20.Yüzyılın Başlarında Anadolu ve
Trakya’daki Rum Yerleşimleri isimli kitabında bu yakada yer alan köyler ve
yaşamlarına dair şu bilgiler aktarılıyor:
(Mayıs 2025)
(Temmuz 2008)
“Karaburun yarımadasının batısındaki en
büyük köy olan 1.500 nüfuslu Meli
(bugün Karareis) Sakız’ın Kardamyla
köyünden göçmenler tarafından kurulmuştu. Ekonomisi bağcılık, hayvancılık,
arıcılık, kireç ve kömür üretimine dayanıyordu. Birkaç tekneyle balıkçılık ve
taşımacılık da yapılıyordu. Köyde Ayios
İoannis o Theologos’a vakfedilmiş bir kilise ve bir okul vardı. Kuzeye
doğru uzanan sarp kayalıklardan sonra, antik Finikus kentinin harabeleri üzerinde kurulu Eğri Liman’a varılır. Korunaklı limanından İzmir’e kuru üzüm nakliyatı yapılan 125 nüfuslu köyde Evangelistria Kilisesi ve bir okul
vardı. Bir sonraki köy olan Denizgiren (475
nüfus) Mimas Dağı’nın batı
yamaçlarındaki dağ köylerinin doğal limanıydı. Halkı geleneksel uğraşları
dışında çok sayıda yapı ustası yetiştiriyordu. Kilisesi, Ayios Nikolaos adına vakfedilmişti. Yakınındaki karma nüfuslu Küçükbahçe’de (Ayios Pandeleimon Kilisesi) Boynaki
(Parlak; 630 Rum ve 150 Müslüman;
bağlar, zeytinlikler ve pamuk), Sazak
(560 Rum ve 60 Müslüman), Sarpıncık
(150 Rum ve 200 Müslüman) ve Hasseki
(400 Rum ve 300 Müslüman) köyleri vardı. Yarımadanın kuzeyindeki Tepeboz (550 Rum ve 150 Müslüman) ve Yeni Liman (360 nüfus; Kimisi tis Theotoku Kilisesi) bağcılık
ve balıkçılıkla geçiniyordu.”(3)
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
(Mart 2016)
Karaburun-Merkez'de şimdi çay bahçelerinin arkasına düşen bir vadide yer alan eski Rum Ortodoks kilisesinin sütunlarından biri
(Ocak 2010)
Yunan ana karasından bir diğer
Yunan araştırmacı-yazar Dr. Georgios
Nakracas ise, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni; 1922
Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi isimli kitabında; 20.yy.
başlarında Karaburun yarımadasındaki
Rum nüfus hareketleri hakkında aynı tarihsel döneme referans verilen iki ayrı
Yunan araştırmacısının (Sotiriadis ve Anagnostopulu) demografik
verilerine dayanarak bu yerleşimlerle ilgili şu bilgileri aktarıyor:
(Temmuz 2008)
(Temmuz 2008)
“Sotiriadis,
1912’de Karaburun kazasında yoğun Hellen öğesinin bulunduğunu ve 23.510
kişilik toplam nüfus içinde Rum sayısının 15.510 olduğunu yazmaktadır; bu
Rumlar, %66’sının oluşturuyordu.
Anagnostopulu, bu kazadaki Rumların tümünün Türkçe
konuştuklarını ve Sotiriadis’in bize bildirdiği sayıdan 5.790 kişi daha
az, yani 15.510 değil de 9.720 kişi olduklarını yazmaktadır. Türkçe konuşan bu
Rumların çoğunluğu şu köylere yerleşikti: Ahırlı (Karaburun), Murduvani (Büyük
Mordoğan), Mikro Murduvani (Küçük Mordoğan), Teke, Saip ve Meli… Az
sayıda Hıristiyan nüfusu olan köyler şunlardı: Manastır, Yeni Liman, Boynak,
Denizgiren, Küçükbahçe, Salman, Eğriliman, Sazak, Tepeboz, Skala Mordoğan (Mordoğan İskelesi-İF), Hasseki ve Sarpıncık. Bu köylerde
ikamet edenlerin tümü rençperdi ve nereden geldikleri konusunda bibliyografyada
herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.”(4)
Mordoğan üzerinde yer alan bir su yolu geçişinden eski Rum yerleşimi Teke köyünün yıkıntılarına ve Mordoğan kasabasına bakış
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
Eski Mordoğan köyü yakınlarındaki Dilek Pınarı (Narcissos)
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
Eski Mordoğan köyü yakınlarındaki Dilek Pınarı (Narcissos)
(Aydın Aydemir; Nisan 2014)
Salman, bugün denize doğru alçalan bir vadinin asfalt
karayoluyla ikiye bölünmüş yamaçlarındaki zamana yenilmiş, yorgun taş evleriyle
dikkat çekiyor. Bu eski evlerin çoğu yıkık ve terk edilmiş durumda. Geleneksel Salman
evleri zaman içinde restore edilerek şehirden gelenlerin yaşam mekanına dönüşmüş.
Bir açıdan da iyi olmuş; çünkü bu şekilde köyün kimi yorgun evlerine bir
anlamda kan, can gelmiş. Belki yılın tüm zamanlarında artık yaşanmıyor Salman’ın
çoğu evlerinde, ama olsun, her doğru yenileme bu evlerin ömrüne ömür katıyor.
Buna karşılık Salman köylüleri ise, eski geleneksel evleri elden
çıkarırken, yerine betonarmeden yenilerini yapmayı tercih etmişler çoğunlukla. Gençlerin
çoğu köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşmak istemiyor. Bu nedenle çoğunlukla
köyden ayrılarak, şehirde çalışıp yaşamayı yeğliyorlar. Köyde kalanlar ise,
genellikle yaşlılar ve emekli olup köye dönenler… Sonuç olarak böyle bir
devinim var köyde…
Salman Camii
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Arabayı eski Salman
köyü camisinin önünde uygun bir yere bıraktık. Cami; basamaklarla erişilen yüksek
bir sekide konumlanmış durumda. Cami anladığımız kadarıyla uzun süredir
kapalıydı. İçerdeki halı ve eşyalar da toplanmış haldeydi. Caminin girişteki
son cemaat yerinin ön cephesinde 5 kemerden oluşan basit bir revak yer alıyor. Cami dikdörtgen planlı bir harime sahip. Harimde bitkisel motifli alçı süslemeleri yer alıyor. Mihrap nişi içinde alçıdan yapılmış iki yana çekili vaziyette duran bir perde motifi, nişin iki yanında yer alan sütuçelerin üzerinde iki vazo içinde çiçek demetleri yerleştirilmiş. Kavsara köşeliklerinde alçıdan doğal görünümlü çiçekler göze çarpıyor.Dikdörtgen şekilli ayet kitabesinin üzerinde yumurta dizileri ve akanthus (yabani enginar) oluşan kabartmalar, bunların üzerinde ise birer sepet içinden çıkan çiçekler, kıvrım dallar ve yapraklardan oluşan kompozisyonlar yer alıyor.(5)
(Eylül 2010)
(Eylül 2010)
(Mayıs 2025)
Minare,
yine diğer Karaburun köy camilerinde olduğu gibi II. Abdülhamit döneminden kalma tarihi görünümüyle dikkat
çekiyor. 19.yy.ın sonlarına doğru Batı Anadolu’daki Rumların milliyetçi
rüzgârlardan etkilenerek pervasız bir şımarıklık içine girdikleri bir dönemde;
eziklik yaşayan Müslüman Türk ahalinin moralini yükseltmek amacıyla, kıyıya
yakın birçok köy camisinde bir kampanya şeklinde sarımsak taşından tek tip
minareler inşa edilmişti. Hatta bunların bazılarını İzmir’in Türk
mahallelerinde bile görmek mümkündü. (Basmane’deki Çorakkapı Camisi ile Karşıyaka’da 19.yy.da Türklerin yoğun
yaşadığı Soğukkuyu köyündeki Çömezcizade
Hacı Mehmet Efendi Camisi’nde olduğu gibi)
(Temmuz 2008)
(Haziran 2023)
(Ocak 2018)
Son
cemaat yerinin yer aldığı düzlemin altında merdivenle inilen bir başka teras
daha var; orada da ceviz ve zeytin ağaçlarının yer aldığı koyu gölgelik bir
avlu bulunuyor. Anlaşıldığı kadarıyla denize nazır yamaç bu şekilde teraslanarak,
işlevsel düzlemler yaratılmış; harim ve minare de bu düzlemlerin en üstünde yer
alıyor.
İzmirli İsigonis ailesinin Karaburun köylerine
uzanan hikayesi
Küçükbahçe’den Yeni Liman’a kadar uzanan bu bir dizi
köyün içinde genellikle 19.yy.dan kalma eski bir zeytinyağı işliğine
rastlayabilirsiniz. Bunlardan birine daha önceki yürüyüşlerimizde Küçükbahçe’nin
hemen dışında, bir diğerine ise Parlak’ta rastladık. Arkeolog ve gıda
mühendisi Ahmet Uhri’den öğrendiğimize göre(6)
bunlardan bir tanesi de Salman
köyünde yer alıyor. Denize yakın konumdaki bu işliğe, biz zaman darlığı nedeniyle
ne yazık ki bugün uğrayamadık. Ama diğer köylerde bu eski zeytinyağı işliklerine
tanıklık ettik. Bu zeytinyağı işliğinde kullanılan bucurgatların (yağ
presi) ön yüzünde Hellen harfleriyle D.İSİGONİS
yazısı seçiliyor.
Küçükbahçe'de 2016 yılında rastladığımız eski bir zeytinyağı işliğindeki bucurgat ve üzerindeki D. İSİGONİS yazısı
(Mart 2016)
(Mart 2016)
(Mart 2016)
İzmirli makina imalatçısı Rum İsigonis ailesine ait işletmede üretilmiş ve onların ismini taşıyan bir bucurgat; hala Küçükbahçe'de Çukurköy'de yatıyor.
(Mart 2016)
Ahmet Uhri’nin anlatımına göre; 19.yy.da İzmir’de üretilen
bu yağ presleri, bugün Alsancak Stadyumu’nun arka taraflarında; Darağacı
diye bilinen muhitte faaliyet gösteren İzmirli Rum İsigonis ailesine
ait bir fabrikada üretilmişler. Bu aile de Batı Anadolu kıyılarındaki genel
eğilime paralel olarak; Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazanması
sonrasında, 19.yy.ın başlarında (1830’larda) Mikonos ile Santorini arasındaki
Paros adasından gelip İzmir’e yerleşmişler.(7) İzmir’e
Paros’dan ilk göçen ve fabrikayı Darağacı’nda kuran kişi dede Demsothenis
İsigonis’tir. Aile, Darağacı’nda kurdukları fabrikada makine parçaları,
buhar kazanları ve yağ presleri üretirler. Dede ölünce, fabrikanın başına oğlu Konstantin
İsigonis geçer. O da babası gibi makinecidir ve İngiltere’de gemi inşa mühendisliği
konusunda eğitim alır ve mühendis olur. Ailenin küçük oğlu olan Alexis (Alec)
İsigonis de babaları gibi mühendis olacaktır ileride. 1906’da İzmir’de
doğan Alexis İsigonis, 1922’de Küçük Asya Felaketi sonrasında ailesi
ile birlikte İngilizler tarafından İzmir’den çıkarılır. Baba Konstantin
1923 yılında ölünce, Alexis İsigonis ve annesi İngiltere’ye yerleşirler.
Orada mühendislik eğitimi alan Alec, Austin ve BMC firmalarında
tasarımcı olarak çalışır ve günün birinde öyle bir tasarım yapar ki; onunla
tarihe geçer. İngilizler kendisinin üretmiş olduğu bu ürünü nedeniyle ona “Sir”
unvanı verirler ve ironik bir şekilde Yunan Tanrısı olarak anarlar. Çünkü
yaptığı şey, neredeyse İngilizlere göre tanrısal bir şeydir. Söz konusu ürün,
bugün birçok kişinin yollarda üzerine binip keyifle sürdüğü ve İngilizlerin ikonik
otomobillerinden biri olan Mini Cooper’dır.
İzmirli Rum İsigonis ailesine ait makina işletmesinin 1910 yılına ait bir iş mektubu üzerinde yer alan resmi
(Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Alec_Issigonis#/media/File:Issigonis_factory.jpg)
Alec Issigonis, Austin Fabrikası'nda kendi tasarladığı 1965 model Morris Mini Minor Deluxe'ün önünde...
(Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Alec_Issigonis#/media/File:Thinktank_Birmingham_-_Issigonis_A.jpg)
1906’da İzmir’de başlayan bir hayat ise,
1988’de iş hayatından çekildikten kısa bir süre sonra İngiltere-Birmingham’da
sonlanır. İşte üzerinde D. İsigonis (büyük olasılıkla fabrikayı ilk kuran dede Demosthenis’in baş
harfi olmalı-İF) yazan bir bucurgattan
ikonik Mini Cooper’a uzanan bir insan hikayesi…
(Şubat 2024)
(Şubat 2024)
Salman’dan Salman Göleti’ne doğru…
Salman'dan Akdağ (İlkçağ'ın Rüzgârlı Mimas'ı)
yönünde ve doğudaki bir sırta doğru yürümeye başladık. Saat 12 civarındaydı.
Baharın yaza döndüğü bu günlerde çevremizdeki nebattan karabaş otları ile Girit
Ladenlerinin çiçekleri neredeyse geçmişti. Şimdi sapsarı katırtırnaklarının ve
vazoda bile uzun süre dayanan göz alıcı mor renkli Karaburun coğrafyasına
özgü deniz lavantası (limonium siniatum) çiçeklerinin zamanıydı.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Restore edilmiş birkaç eski Salman evinin
arasından geçerek doğu yönündeki sırta doğru tırmandık. Bazı evlerin inşaatı
hala devam etmekteydi. Bir kısmı tamamen yeni yapı girişimleriydi; bir kısmı
ise eski Salman evlerinin restorasyonu sonrasında yenilenmişlerdi. Yönümüzü
artık güneybatıya çevirmiştik. Karşıda denize paralel şekilde ilerleyen Karaburun-Balıklıova
asfaltı, bir yılan gibi ufuk çizgisinin ötesinde gözden kaybolup gidiyordu.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Dik bir yamacı takip ederek, göletin savağının
kıyısından Salman Deresi'nin yatağına doğru indik. Salman Göleti
bu yamaçlarda hazine arazisi olan ve devletin kredi ve teşvik desteği altında
uzun süreliğine kiralanarak sahiplenilen ve zeytin dikilen alanların su
gereksinimini karşılamak için DSİ tarafından yakın zamanlarda yapılmıştı.
Oldukça büyüktü. Devlet Su İşleri kaynaklarına göre; Salman Barajı,
çevredeki Kara Reis ve Bozköy barajlarıyla birlikte Çeşme
ve Karaburun’un özellikle yaz aylarında artan su gereksinimini de karşılamak
amaçlı kullanılacaktı. Ama nedense 2018 yılında “Çeşme'nin asırlık su
sorununun tarih olacağını ve son yatırımlarla birlikte 2045 yılına kadar
bölgenin susuzluk çekmeyeceğini”(8) belirten DSİ
kaynakları ne yazık ki 2025 yazında da Çeşme’ye suyu getiremedi. Bu nedenle 2025
yazı da Çeşme’de susuz geçti; belki de tarihinin en büyük susuzluğunu
yaşadı Çeşme ve Alaçatı…
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Sulama ve içme suyu amaçlı Salman baraj gölü
(Mayıs 2025)
(İzzet Berktaş; Mayıs 2025)
Bugün Karaburun’un batı yüzünde şiddetli
bir fırtına vardı. Benim gibi allerjik bünyeye sahip kişileri olumsuz yönde
etkileyecek her türlü partikül havanın içine saklanmıştı sanki. Salman
dere yatağının tabanından bir sırta tırmanırken, karşımızdan gelen bir
kamyoneti kullanan bir kadın, bize özel arazide yürüdüğümüzü hatırlattı. Biz
dağ yürüyüşü yaptığımızı, rotaları önceden uydu haritaları üzerinden
oluşturduğumuzu ve bu plâna göre yürüdüğümüzü anlattık. Kadın emeklerinin heba
olduğunu, domuz avcılarının kapıların kilitlerini kırdığını, bu nedenle bizim
dikkatli olmamızı söyledi. Biz kapıyı açık görünce girdik; geçtikten sonra
kapatırız dedik.
Salman Barajı'nın bendi; öte yandan görünüşü
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Rüzgarlı bir günde; göletin üst düzleminde yürürken...
(İzzet Berktaş; Mayıs 2025)
Salman Göleti’nden Yeni Salman'a doğru; dönüş yolunda...
Böyle bir konuşma ve uyarı sonrası; bir tepenin
çevresini dolaşarak, yeniden Salman Göleti’ne ve dere yatağına döndük.
Bu kez batı yönünde ve denize doğru yürüdük. Artık deniz seviyesine inmiştik ve
göletin bendinin ardında yürüyorduk. Dere yatağında hiç su yoktu. Çünkü bu yıl
yağışlar son derece azdı ve dereler doğru dürüst beslenememişti. İki yanımızda katır
tırnakları, henüz tomurcukta deve dikenleri, mor deniz
lavantaları ve rüzgâra uyarak bir sağa bir sola salınan uzun saplı yabani
havuç çiçekleri görsel dünyamıza renk katmaktaydılar. Yol kıyısındaki
birkaç ağacın gölgesine sığınarak yemek molası verdik. Sıcak hava ve zaman
kısıtı nedeniyle kısa süren yemek molası sonrası fazla oyalanmadan yeniden
yürüyüşe koyulduk.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Dere yatağına paralel bir toprak yolu takip ederek
vardığımız yer, deniz kıyısına inmiş olan Salmanlıların kurduğu Yeni Salman
köyü idi. Evler karayolunun deniz tarafında yoğunlaşmıştı. Ama yürüdüğümüz kara
tarafında da mandalina bahçeleri içinde tek tük evler mevcuttu. Daha uzakta ise,
kendini Akdağ'ın vadi koyaklarına saklamış Eski Küçükbahçe köyü
ve onun iskelesi konumundaki Denizgiren evleri görünüyordu. Önümüzde bir
şemsiye açılmış bir ardıcı görünümü çok ilginçti.
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
Mandalina bahçeleri arasından ilerleyen patikaları
takip ederek bir süre sonra Karaburun-Balıklıova yoluna çıktık. Yaklaşık
3,5 km kadar asfaltın kıyısından yürüdük. Salman’a ulaştığımızda saat 17
civarıydı. Hava oldukça sıcaktı. Yanımızdaki tüm suları ve çayları bitirmiştik.
Soluğu Eski Salman Camii'nin önündeki çeşmede aldık. Yeniden hayata
gelmiş gibiydik hepimiz. Son durağımız Karaburun'a doğru çay molası
verdiğimiz kıyıdaki Yeni Liman köyünün kahvehanesi oldu. Buradan yola
çıktığımızda ise saat 18.30 gibiydi. Toplamda 13,5 km civarı yürümüş, epey
yorulmuş, ama yine keyifli bir yürüyüş gününü tamamlamıştık. Ne mutlu bize, ne
mutlu baharda dağlarda yürüyenlere…
(Mayıs 2025)
(Mayıs 2025)
(MYC; Mayıs 2025)
Dipnotlar:
(1) Azra
Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi
Kitabevi; 11.Basım; Sayfa:162; İris maddesi
(2) Börklüce İsyanı ile ilgili yazılarımızdan biri
için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/06/karaburundan-kosedereye.html
(3) Ari
Çokona, 20 Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri; Literatür Yayınları 771; 1.Baskı-
Kasım 2016; sayfa: 283-284
(4) Dr.
Georgios Nakracas,
Anadolu ve Rum Göçmenlerinin Kökeni,
1922 Emperyalist Yunan Politikası ve Anadolu Felaketi, Yunancadan çeviren:
İbram Onsunoğlu; Belge Yayınları; 1.Basım-Şubat 2003; sayfa:97-98
(5) Cengiz
Gürbıyık, Karaburun Yarımadası’nda Türk Mimarisi; Arkeoloji
ve Sanat Yayınları, 2010-İstanbul; sayfa: 132-137
(6) Ahmet
Uhri’nin İsigonis
hakkındaki anlatımı için bkz. https://www.instagram.com/mavi_karaburun/reel/DMz2LBcM7YO/
(9) Fotoğraflar,
belirtilenler dışında gezi sırasında İ.
Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Pek güzel anlatmışsınız,kaleminize sağlık.
YanıtlaSilİlginize teşekkürler...İF
Sil