SAMURLU’DAN GÜZELHİSAR’A…
10 Ocak 2025
İbrahim Fidanoğlu
Giriş yerine; biraz tarih ve biraz coğrafya…
Bugün İzmir’in kuzeyinde
İlk Çağ’ın Aiol coğrafyasında; denizden gelebilecek saldırılara karşı
korunaklı iki tepeciğin ardına sinmiş iki köyün arasında kızılçam örtüsünün
hâkim olduğu bir rotada dolaştık çoğunlukla. Bu köylerin ismi Samurlu ve
Güzelhisar idi. Güzelhisar Saruhan Beyliği’nin 14.yüzyılın
başlarında Manisa merkezli bir güç odağı haline gelmesiyle kurulmuş bir
yerleşim olarak öne çıkıyor. 19.yüzyıla dek varlığını sürdürmüş eski bir kaza
merkezi olarak işlev gören Güzelhisar, daha sonraları önce (1868
yılında) Foçateyn kazasına nahiye statüsü ile; yaklaşık 10 yıl sonra da
bir köy olarak Menemen kazasına bağlanır. İsmini eski bir Türkmen
dedesinden (Samrı ya da Samur Dede) aldığını düşündüğümüz Samurlu
ise, uzun yıllar Güzelhisar kazasına bağlı bir köy olarak hayatını
sürdürür. Her ikisi de Cumhuriyet döneminin erken zamanlarında Aliağa
Çiftliği olarak anılan Aliağa Nahiyesi’ne bağlanır.
(Ocak 2025)
Bugün
dolaştığımız coğrafya, bir yandan İlk Çağ’ın bugün sessiz ve artık unutulmuş
yerleşimlerini de barındırır. Kıyıda Aiolis’in başşehri sayılan; aynı
zamanda tanınmış ozan Hesiodos’un memleketi Kyme, daha kuzeyde
İlk Çağ’ın seramikten yapılmış bir hediyelik eşya üreticisi konumunda ve limanı
bugüne ulaşmış Myrina, biraz daha kuzeyde Pergamon’un limanı Elaia;
içerlerde neredeyse hiçbir haber alamadığımız Uzunhasanlar köyünün
dibinde yükselen bir kayalığın üzerindeki akropolü ile bilinen sessiz Tisna,
daha kuzeyde ve oldukça içeride; Güzelhisar Çayı’nın büyük kolu Kocaçay’ın
aktığı bir vadiden başlayarak yükselen sarp kayalık; Gün Dağı’nın
üzerindeki Aigai bunların ilk akla gelenleridir. Aiolis olarak
tanımlanan bu coğrafyaya adlarının veren Aioller, daha
kuzeyden gelen Trakyalı kavimlerin baskısıyla 11.yüzyıldan başlayarak Orta
Yunanistan’dan Batı Anadolu’ya doğru göç ederler. Daha çok hayvancılıkla
geçinen ve Yunancayı daha kaba bir lehçeyle konuşan bu halk, ağırlıklı olarak Gediz Nehri ile Bakırçay arasındaki bu topraklarda kolonize olurlar.
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
(Eylül 2008)
(Mart 2016)
On
binlerce yıl önce volkanizma ürünleri iki önemli dağın; Yunt Dağı ve Dumanlı
Dağ’ın birleşim yerindeki Güzelhisar Çayı’nın denize doğru aktığı (İlk
Çağ’daki isimleriyle anarsak Pythikos
ya da Tisna) bu vadi, bu iki volkanik oluşumu sanki birbirinden ayırır. Yunt Dağı, kütlesel olarak bakıldığında Dumanlı Dağ ile sınırını oluşturan Güzelhisar Çayı’nın (Pythikos ya da Tisna) kıyısından başlayarak kuzeydoğuya doğru tedrici olarak artan
yükselme eğilimi, insanda sanki kuzeydoğu yönünden Çandarlı Körfezi’ne doğru eriyip akmış hissini veren yapısal
görünümü ve bunun yanında çekirdeğini oluşturan volkanik yapısıyla öne çıkan
ilginç bir coğrafyayı kapsıyor. Andezit, bazalt; yer yer mika şist ve kireç
taşı oluşumlarla neredeyse birçok jeolojik yapıyı içinde barındıran bu dağ
kütlesi, Çandarlı Körfezi’nden Soma, Kırkağaç ve Akhisar havalisine kadar uzanan oldukça geniş bir alanda kendini
gösteriyor. Dağın jeolojik yapısına uygun şekilde gelişen bitki örtüsü
çeşitliliği içinde kızılçamlar, yoğun olarak meşeler ve pırnar meşeleri,
melengeçler, keçilerin bayıldığı kesmik çalıları, zeytinlikler, ahlat
armutları, son zamanlarda Osmancalı,
Türkmen, Ortaköy düzlüklerinde geliştirilen kara üzüm bağları dikkat
çekiyor.
(Nisan 2011)
(Aydın Aydemir; Aralık 2015)
(Ekim 2022)
Yunt Dağı; Karaahmetli köyü yakınlarında Gryneion'daki Apollon Tapınağı ile Aigai yakınlarındaki Apollon Khresterios Tapınağı'nı ve Magnesia ad Sipylum'u birbirine bağlayan antik döşeme yol
(Ocak 2023)
Güzelhisar Çayı, Dumanlı Dağ’dan (1075 metre); Çukurköy
yakınlarından doğan İbrim Deresi ile Yunt Dağı’nın (1076 metre) kuzey
tepeliklerinden (Pelitalan köyü
yakınları) doğan ve yine dağdaki bir diğer Aiol yerleşimi Aigai’nın çevresini dolanarak derin bir
vadiden Uzunhasanlar’ın kuzeyine
ulaşan Kocaçay’ın birleşmesinden
oluşuyor. Uzunhasanlar önlerinde
birbirine karışan iki derenin önü, PETKİM’in kuruluşu sırasında tesisin su
ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan Güzelhisar Barajı ile kesilmiş
durumda. Son yağmurlarla oldukça beslenen barajın savakları üzerinden belli
miktarda su, bugünlerde Karaköy önlerindeki Güzelhisar’ın
yatağına doğru bırakılıyor. Buradan usul usul Batı’ya doğru ilerleyen Güzelhisar Çayı kıyıdaki bir diğer Aiol
yerleşimi olan Myrina önlerinde (Karadut sahili) Ege Denizi’ne kavuşuyor.
(Aydın Aydemir; Aralık 2015)
Tisna'nın akropolünden Güzlhisar (Pythikos ya da Tisna) Çayı üzerindeki Güzelhisar Barajı'na ve baraj gölüne bakış
(Mart 2016)
Güzelhisar Çayı Myrina önlerinden Çandarlı Körfezi'ne dökülürken...
(Şubat 2010)
Samurlu’da sabah
Sabah 9.30 civarında Karşıyaka’dan
hareket ettik. Hava yürümek için oldukça iyiydi. Aliağa Küçük Sanayi Sitesi’nin
hemen yanında uzanan düzlüklerin üzerindeki alçak bir tepeciğin ardına
saklanmış Samurlu köyü çıkış noktamızdı. Köye ulaştığımızda saat 10.30
civarıydı. Arabayı köyün camisinin önünde bulunan meydanlığa bıraktık.
Meydandan güneydoğu yönünde caminin avlu duvarına paralel yükselen bir yola
girerek köyün çıkışına doğru yürümeye başladık. Köyün eski evlerinin arasından
yürürken, geleneksel taş ev mimarisi ile dikkat çeken iki katlı bir ev ve
önündeki manzaraya hâkim bir sekideki güzelim bahçe basit ama bütünleşik bir
konfor alanı oluşturmaktaydı. Evin avlu duvarının ardından denize doğru baktık.
Bahçedeki ceviz ağacının üzerinde bir horoz sabahı karşılamaktaydı. Evin
yanından ayrıldıktan sonra, köyün kilit taşı döşeli sokaklarını takip ederek
doğuya doğru yönelen bir toprak yola girdik. Karşıdan üzerimize doğru gelen bir
ışık seliydi sanki.
(MYC; Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Samurlu’dan Güzelhisar’a
Yürüdüğümüz yol bir süre
sonra bizi bir kızılçam ormanına ulaştırdı. Ormanın güney yanı giderek
alçalarak Dumanlı Dağ’ın uzantısı konumundaki yine volkanik nitelikteki Karahasan
Dağı’na (854 metre) dek uzanan geniş bir vadiye karşılık geliyordu.
Yanımızdan geçip giden bir elektrik dağıtım şirketine ait kamyoneti, biraz
ileride doğal bir kale görünümündeki bir kayalığın yakınlarında yeniden gördük.
Kamyonetle gelen görevliler, 400.000 voltluk bir yüksek gerilim hattında yer
alan bir direğe uyarı levhasını yerleştirmekteydiler. Burası yörede Tutmaç
Kayası diye bilinen; oldukça sarp görünümlü bir tepe idi. Yürüdüğümüz
toprak yolun bulunduğu bölge volkanik bir özelliğe sahip olduğu için çevremizde
bazalt ya da andezit kaya oluşumlarına ya da lavların akış
esnasında katılaşıp kalarak oluşturdukları ve harç karışımına andıran aglomera
yapılarına rastlamak mümkündü.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Gezgin ve Tutmaç Kayası
(MYC; Ocak 2025)
Kızılçamlarla kaplı yolun
iki yanında yer yer geven örtüsü de vardı. Gevenlerin dikenlerinin arasından kahverenginde
boğumlu meyveler dikkat çekiciydi. Gevenler uykudaydı ama öbeğin içinde
düzensiz şekilde yayılmış bu meyve ve yeşil renkli yaprakların anlamını pek
kavrayamadık. Belki de bir hazırlık içindeydiler gevenler. Dikenlerin mimari
dizilimi ve mükemmel yuvarlaklıkta bir öbek oluşturmaları ise genlerinde
taşıdıkları bilgiyi yansıtıyordu bize.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Yol kıyısındaki Foça
taşını andıran renklerde katmer katmer kayaç tabakaları vardı. Bunlar kat kat
ufalanma eğilimindeydiler. Ama yamaçlardaki bitki örtüsünün altında sanki
tamamen bu kayaç tabakaları yer almaktaydı. Doğu yönünde Karahasan Dağı
ve onun arkasından fark ettiğimiz uzantılarıyla Dumanlı Dağ’ın Çıtak
köyüne doğru alçalan siluetini fark etmekteydik. Dağların üstü bulut
tabakalarıyla kaplıydı. Sivri Tepeler’in etekleri boyunca doğuya doğru
yürümeye devam ettik.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Sivri Tepeler’in etekleri boyunca
yürürken terk edilmiş bir taş ocağının yanından geçtik. Yol; yavaş yavaş
kuzeydoğuya doğru kıvrılmaya başlarken, önümüzdeki vadide güneyden kuzeye doğru
akmakta olan Yunak ya da İnice Deresi’nin önünün kesilerek
oluşturulmuş olan sulama amaçlı Çıtak Göleti; uzaklarda ise Uzunhasanlar’ın
sırtında yükselen ve bir semeri andıran İlk Çağ’ın Tisna yerleşiminin
akropolü (Sarı Kale) göründü. Yıllar önce bu kaleye çıkmış ve kuzey
yüzündeki sık makiliklerle boğuşarak inmiştik aşağıya. (1)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Sivri Tepeler'in eteklerinde göz alabildiğine geven kolonileri ve bizi gözleriyle pür dikkat takip eden yılkı atları
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
Vadinin sırtlarından
aşağıya doğru inen bir yılkı atı sürüsü ile karşılaştık her zamanki gibi. Hepsi
başlarını bize çevirdi ve geçişimizi sessizce izlediler. Yolun doğu yakasında Çıtak’a
doğru hayvan damları ve ağıllar görünüyordu. Güzelhisar ile Çıtak
köylerini ayıran Yunak Deresi’nin önünü kesen bendin arkasında epeyce su
vardı. Sivri Tepeler’in doğu etekleri boyunca dolanarak, Aliağa
Belediyesi’nin geri dönüşüm ve parke taşı tesisleri ile makine parkının
bulunduğu düzlüğe doğru indik.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Bir süre asfalt yolu takip
ederek Karahayıt Mevkii’ne doğru yürüdük. Yolun sağında yine Aliağa
Belediyesi’ne ait; sokak hayvanlarının koruma altına alınıp bakımlarının
yapıldığı Pati Park tesisleri vardı. Uzaktan görüldüğü kadarıyla tesis
oldukça iyi durumda ve modern görünümlü idi. Karahayıt Mevkii,
Güzelhisarlı araştırmacı yazar Cevat Yıldırım’ın aktarımlarına göre çok
miktarda, tütün, buğday ve sebze tarımının yapıldığı topraklarmış. Ama
şimdilerde belli ki daha çok küçükbaş hayvanlar için mera olarak kullanılıyordu.
(2)
(MYC; Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
Dombaycık yolunda Sülüklü Çeşme
(MYC; Ocak 2025)
Güzelhisar köyünün kurulu olduğu Kocatepe
ve üzerindeki birkaç ev göründü uzaktan. Güzelhisar, yerleşim olarak
denizden gelecek saldırılara karşı kendini tepelerin ardına saklamıştı sanki.
Köyün kendini gizleyen bu konumu, aslında Ortaçağ’da yaygın olarak uygulanan
bir savunma refleksinden kaynaklanmaktaydı. Kuzey yönünden Kocatepe’ye
yaklaşan biri için; tepede birkaç ev dışında Osmanlı’da bir kaza işlevi gören Menemen
Güzelhisarı’nın esas yerleşim çekirdeğini fark etmek, asla mümkün değildi.
(Ocak 2025)
Osmanlı’nın kaza merkezi;
Menemen Güzelhisar’ı
Prof. Ersin Doğer’e göre;
“Saruhan Beyliği döneminin başlangıcında (14.yüzyılın
başlangıcında) batı toprakları üzerinde kaza merkezleri olarak seçilen Menemen
ve Güzelhisar’ın üzerlerine yerleştikleri bir antik veya 13.yüzyılda
varlığını sürdürmüş bir Bizans yerleşmesine ait hiçbir iz gözlenmemektedir. Bu
yüzyıl, henüz büyük kent ve kasabaların savunma ihtiyacı içinde olmadıkları,
savunması kolay yakın bir tepe üzerinde bir kaleye sahip olmaksızın ve düz
alanlara serbestçe yayılabilecekleri güvenlikte değildi. Türkler bölgeye ulaştıklarında,
mevcut olan kaleleri ya Bizans ya da Ceneviz kuvvetlerinin elinden almış
olmalıydılar. Örneğin Menemen Ovası’nın 13.yüzyıl boyunca en önemli kale
iskanı, Dumanlı Dağı eteklerindeki Yanıkköy (İlk Çağ’daki Aiol
yerleşimi olan Neonteikhos-İF) Kalesi’ydi. Bizans yazılı
kaynaklarındaki Arkhangelos adındaki piskoposluk merkezi olduğu
düşünülen bu kaleden yaklaşık 150-200 yıl sonra tarihçi Dukas da Çelebi
Mehmet’in İzmir hâkimi Cüneyd Bey üzerine yaptığı bir sefer
dolayısıyla söz edecektir. Dukas’a göre, Çelebi Mehmet önce Kimi
Kalesi’ni (Kyme-Nemrut Limanı) almış, daha sonra Menemen Ovası’na
(Kampos tou Mainomenou) gelerek Türklerin Kayacık dedikleri Arkhangelos
Kalesi’ni ele geçirmişti. Dikkat edilecek olursa; tarihçi Dukas,
1412 yılında dahi Menemen adını sadece ova için kullanmakta ve bölgede
ele geçirilmesi gerekli sadece bir kaleden (Kayacık-Arkhangelos) söz
etmektedir. Böylece kasabanın (Menemen) kuruluşu ile ilgili ilk
ipuçlarını elde etmiş oluyoruz. Saruhanoğlu Beyliği’nin bölgeye hâkim
olduğu 1300’lü yılların başlarından itibaren oluşmaya başlayan iskân çekirdeği,
ancak yaklaşık 60 yıl sonra Saruhan Bey’in torunu İshak Bey’in Menemen’de
sancak beyi iken inşa ettirmiş olduğu Ulu Cami (Sünbülpaşa Camii
inşa tarihi Miladi 1358) ve yanında kurulan Sünbülpaşa Medresesi ile
birlikte filizlenmeye başlamıştı.
( Şubat 2016)
(Şubat 2016)
Menemen'de Saruhanlılar'ın egemenliğini temsil eden İshak Bey tarafından yaptırılan Ulu Cami (ya da Sünbülpaşa Camii)
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
Saruhan Beyliği’nin Menemen ile birlikte
yarattıkları ikinci kaza merkezi Güzelhisar idi. Saruhan
kuvvetleri bölgeye ulaştıklarında, Cenevizlilerin elinde bulunan kıyıdaki
kalelerle karşılaşmış olmalıydı. En güçlüleri olan Eski ve Yeni Foça
kaleleri, Cenevizli ailelerin ellerindeydi ve bu aileler özellikle Yeni Foça’daki
şap madenlerinin işletme tekelini ellerinde tutmaktaydı. Saruhanoğlu Beyliği,
bu kalelerin Cenevizli yöneticileriyle iyi ilişkiler kurdular. Diğer üç kaleden
birisi olan Kyme limanındaki küçük kale, yukarıda da belirttiğimiz gibi
1412 yılında İzmir hâkimi Cüneyd’in elinden Çelebi Mehmet
tarafından zorla alındı ve içindeki askerler kılıçtan geçirildi. İkinci kale
ise, Güzelhisar Çayı’nın denize döküldüğü noktada Myrina antik
kentinin yer aldığı Berikitepe’deki günümüze küçük bir parçası kalan
kaleydi ve olasılıkla o dönemde Kalabakhisar olarak anılmaktaydı.
Kalelerden üçüncüsü ise, aynı zamanda İlk Çağ’da ihtişamlı bir Apollon
Tapınağı’nı da içeren antik Gryneion kentinin kurulmuş olduğu Temaşalık
Yarımadası’nın üzerinde daha sonra Çıfıt Kalesi olarak
adlandırılacak olan hisar idi.
(Mart 2023)
(Mart 2023)
(Mart 2023)
(Aydın Aydemir; Ocak 2015)
(Aydın Aydemir; Ocak 2015)
Batı Anadolu’yu ele geçiren Türk
Beyliklerinin bölgedeki kentleşme politikaları incelendiğinde, başlangıçta ve
uzun dönem boyunca denizden gelecek tehlikelerden çekinmiş oldukları kaza
merkezleri için yer seçimlerinden anlaşılmaktadır. Örneğin, Saruhan Beylerinin
Cenevizlilerin elinde bulunan Eski ve Yeni Foça kaleleri dışında,
kıyı şeridinde yeteri kadar liman varken (örneğin; Nemrut, Aliağa, Şakran
körfezlerinin kıyıları), güvenlik nedenleriyle kıyıdan uzak iki noktayı (Güzelhisar
ve Menemen) yeni idari merkezler olarak seçtiler. Örneğin, Güzelhisar
kazası bir körfezin kıyısında ve liman olanaklarına sahip Aliağa’nın
bulunduğu nokta yerine, 5 km içerde kurulmuştur. Bu mesafe, denizden gelecek
herhangi bir korsan baskınını önceden haber almak için yeterli görülmüş
olmalıdır. Söz konusu kasaba Saruhanlılar tarafından Güzelhisar Çayı’nın
suladığı, Menemen Ovası’na nazaran daha küçük olan verimli ovanın çevresine
yayılmış ve giderek köyleşen konargöçer Türkmen cemaatlerinin Cuma günleri
toplanacakları ve ürünlerini değiş tokuş edecekleri bir pazar yeri olarak
seçildi ve bu işlevini 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdürdü. Kasabanın
doğu ve güney yönlerindeki Yunt ve ve Dumanlı dağlarına açık olması,
buna karşın batı ve kuzey yönünden tepelerle örtülmesi, deniz yönünden; çok
yakınına kadar gelinmesine rağmen kasabanın fark edilmemesini sağlamaktaydı. (3)
(Eylül 2020)
(Nisan 2011)
(Nisan 2024)
(Haziran 2012)
Yörenin Türkler tarafından
fethi sonrasında Menemen ile birlikte batıda oluşturulan iki kaza
merkezinden biri olan Güzelhisar, Aydın’da aynı adı taşıyan kaza
merkezi ile karıştırılmaması için Osmanlı belgelerinde her zaman Menemen
Güzelhisarı (Güzelhisar-ı Menemen) olarak adlandırılmıştır.
Evliya Çelebi, 17.yüzyılda Manisa
üzerinden, ablasının Bergama’daki mezarını ziyareti amacıyla bölgeye
geldiğinde, Güzelhisar’a da uğrar. Daha sonra Foçateyn kazasına
doğru devam eder. Burada gördüklerini bir kasaba betimlemesi çerçevesinde
anlatırken, 8 mahalleden oluşan 800 hanelik ve 150 akçelik bir kazadan söz
eder. “Ab u hevasının o kadar da latif olmadığından” söz ettiği Menemen
Güzelhisarı’nın kavun ve karpuz bostanlarının çokluğundan dem vurur. (4)
Güzelhisar köyü Balaban Paşa Camii son cemaat yerinde zemine gömülü durumda bir lahit
(Ocak 2025)
Güzelhisar köyünün girişindeki meydanda Hasan Dede Parkı'na giden yolun başında bulunan İlk Çağ'dan kalma bir sütun parçası
(Ocak 2025)
“Güzelhisar, Saruhan Beyliği ve Osmanlı
Devleti dönemlerinde gerek kıyıda sahip olduğu verimli tuzlası, gerek eski
İzmir-Bergama karayolu üzerinde yer alması bakımından stratejik öneme sahip bir
kaza merkeziydi. 14.yüzyılın başındaki kuruluşundan itibaren bu ilçeye hangi
nedenden dolayı Güzelhisar ismi verildiği bilinmemektedir. Nitekim köyün
bulunduğu yerde günümüze kalmış ne bir hisar ve ne de bir sur kalıntısı
mevcuttur. Sadece köyün her tarafında yerlere ya da duvarlara gömülmüş
dikdörtgen ve kare formlu andezit ya da mermer kesme taşlar, çeşitli sütun ve
parçaları, ev duvarlarında kullanılmış sütun başlıkları bulunmaktadır. Gerek Ali
Ağa Camii ve gerekse Balaban Paşa Camii’nde de benzer antikiteler
mevcuttur. Bu anlamda Balaban Paşa Camii’nin son cemaat duvarında gömülü
mermer üstündeki Hellen dilindeki yazıt dikkat çekicidir. Köydeki bütün evler
ve camiler, muhtemelen yakındaki Kyme ve Myrina gibi İlk Çağ
yerleşimlerinden getirilmiş taşlarla yapılmış olmalıdır. Bununla birlikte,
köyün yaklaşık 2 km kadar güneydoğusunda ve köyden görülen Sivritepe
üzerindeki Hellenistik bir yol kontrol kulesi, Güzelhisar’ın kurulduğu
dönemde henüz ayakta ise, özenli işçilikli sur duvarlarından dolayı kasabaya
adını vermiş olabilir kanısındayız.
Batı Anadolu’nun, hatta Afyonkarahisar gibi
İç Batı Anadolu kentlerinin dahi ihtiyaçlarını karşılayan Güzelhisar Tuzlası,
köyün kuzeybatısında, Güzelhisar Çayı’nın delta alanı içinde
bulunmaktaydı. Bu tuzlanın Saruhanlılar ve Osmanlılar zamanında büyük önemi
vardı. Fakat İzmir’in Çamaltı Tuzlası daha verimli işletilmeye
başlayınca, Güzelhisar Tuzlası eski önemini kaybetmiş ve terk
edilmiştir.” (5)
Konya Mevlana Müzesi'nde bulunan Saruhanlı Sancağı; Hicri 1313 (Miladi 1895-1896) tarihli... (Sarı zemin üstünde şöyle bir metin var: "72.alay, 2.tabur; İzmir Vilayeti Celilesi'ne merbud Sancak-ı Şerif olup Manisa Sancağı Ulu Camii şerifinde İshak Çelebi Hazretlerine Vakıfıdır. Sene 1313"; Transkripsiyonu yapan: Duran Şemsettin Şahin)
(Hilal Ortaç; Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar; Aliağa Kent Kitaplığı, sayfa:17)
Batı Anadolu'da 16.yy.da Osmanlı Döneminin idari merkezleri; 166.nolu Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937-1530); Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
(Hilal Ortaç; Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar; Aliağa Kent Kitaplığı, sayfa:17)
Prof. Ersin Doğer’in köyün yaşlılarına dayanarak
yaptığı aktarıma göre Güzelhisar, köyde kendi adını taşıyan camisi de
bulunan Balaban Paşa isminde komutan tarafından fethedilmiş olmalıdır. Kazanın
kuruluşu da Saruhan Beyliği dönemine uzandığına göre Balaban Paşa,
Saruhanlılar zamanında yaşamış olmalıdır. Köy sınırları içinde bir de Balaban
ismiyle anılan bir dere bulunmaktadır.
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
Osmanlı Devleti’nin en
parlak döneminde başlayıp 17.yüzyıl içinde zirve yapan ve Celali isyanları
olarak adlandırılan karmaşa ve anarşi dönemi en fazla Saruhan Livası ve
kazalarında hissedildi. Özellikle kolay ulaşılabilir olmayan dağlık ve sarp bir
araziye sahip olması Güzelhisar kazasının köylerinin büyük bir kısmının
yer aldığı Yunt Dağı’nın bu tür yasadışı faaliyetler için
kullanılmasına yol açtı. Henüz 1611/12 (Hicri 1020) tarihli bir sicilde Saruhan
Livası içindeki birçok köyün Celali isyanları yüzünden terkedildiği
ve ortadan kalktığı anlatılmaktadır. Yüzyılın ilk yılları içinde bölgeye zarar
veren ilk isyancı Kalenderoğlu Mehmet Paşa’dır. 1606/1607 yılında
üzerine gönderilen düzenli bir orduyu Nif (Kemalpaşa)
yakınlarında bozan Kalenderoğlu’nun Saruhan livasının merkezi Manisa’yı
ele geçirmesine engel olmak için şehrin etrafı hızlı bir şekilde sur ile
çevrilmiştir. Kalenderoğlu’nun adamları Manisa çevresindeki
birçok köyü yağmalamışlardır.
(Mayıs 2023)
(Ocak 2023)
(Aydın Aydemir; Aralık 2015)
Yaklaşık aynı dönemde Kalenderoğlu
isyanına müdahale etmeyerek ayaklanan Yusuf Paşa da Manisa köylerine
zarar verir. Bölgeye asıl zararı ise Kalenderoğlu isyanını bastırmakla
görevlendirilen İlyas Paşa’nın verdiği anlaşılmaktadır. Aslen Soma’nın
Fidanlı köyünden olan İlyas Paşa, medrese öğrencilerinin ve Kalenderoğlu’nun
ayaklanmalarını bastırmada başarılı olur; beylerbeyi unvanını alır, daha sonra
bu kez kendisi İstanbul’a karşı isyan eder ve Manisa’yı ele
geçirir. Bergama ve civar köylerin halkı onun zulmünden kaçarak Yunt
Dağı’na sığınırlar. İlyas Paşa 1632 yılında Osmanlı ordusuna
yenilerek yakalanır ve İstanbul’da öldürülür. (6)
Yunt Dağı'nda volkanizma ürünü sarp tepelikler; Kapukaya civarı...
(Aydın Aydemir; Aralık 2015)
Aynı Bizans’da olduğu gibi tımarlı sipahileri besleyen miri toprak
sisteminin (has-zeamet-tımar)
bozulması ile ortaya çıkan ekonomik kriz ve gerileme sürecinde (18.yy.dan
sonra) merkezi yönetim asker ve vergi toplama ile asayişi sağlama gibi devletin
birtakım görevlerini yerel otorite olarak öne çıkan ayanlar eliyle sağlama
yoluna gidiyor. Bu ise eşkıyalığın ve zorbalığın köylere indiği bir zaman
dilimine denk düşmektedir. Yunt Dağı,
o yıllarda bölgede eşkıyaların ve yerel zorbaların yuvalandığı bir mekân olarak
dikkat çekmektedir. Güzelhisar kazasında eşkıyanın barındığı arazi her
zaman Yunt Dağı olmaktaydı. Buradaki topografyanın dağlık olması, dağın
her yerinde yataklık yapan Yörük ve Türkmenlerin hayvanlarıyla gezmesi, yeterli
yol olmaması nedeniyle eşkıyalar kolayca gizlenecek yatak bulmaktaydı. Bir
önceki yüzyılın (17.yy) örgütlü ve yaygın Celali ayaklanmalarının
yerine, bu yüzyılda küçük sayıdaki çeteler tarafından gerçekleştirilen asayiş
ihlalleri daha kolaylıkla engellenmekteydi. Bu dönemde de eşkıya, en fazla Yunt Dağı bölgesinde barınmaktaydı.
Burası sarp ve dağlıktı. Bundan dolayı Yunt
Dağı, gelecek yüzyılın ortasına kadar harap ve ıssız kalmış, bu bölgede
sükûn ve hayat, ancak 19. yüzyılda kalabalık aşiretlerin yerleştirilmesinden
sonra başlamış olmalıdır.
(Kasım 2008)
Yunt Dağı'ndan eski bir hatıra ve dosta saygı; unutulmaz bilim emekçisi Arkeolog Şükrü Tül ile Aigai'deyiz.
(Kasım 2008)
“Güzelhisar’ın tarihi ile ilgili
bilinen önemli olaylardan birisi, askeri bir sefer için istenen develeri
toplamakla görevli Mübaşir Numan Ağa ile Güzelhisar Naibi Esseyid
Hüseyin Ağa’nın 1729 yılında Kozaklı Himmet ve arkadaşları
tarafından öldürülmesidir. Söz konusu olayın geçtiği yer ve ayrıntılar ile
ilgili fazla bilgi yoktur. Ancak halk arasında tarihi tam olarak bilinmeyen bir
hikâyede, Öküzköy (Şehit Kemal) ile Samurlu arasında eski Bergama
yolu üzerinde bulunan Kaymakam Geçidi’nde eşkıyalar tarafından şehit
edilen bir kaymakamdan söz edilmektedir. Kesin olmasa da bu iki olay arasında
ihtiyatlı bir ilişki kurmak mümkündür.” (7)
Menemen Ovası'nı denetleyen konumda; Dumanlı Dağın eteğindeki Neonteikhos ya da Türklerin egemenliği dönemindeki ismiyle Kayacık Kalesi
(Mart 2021)
(Şubat 2021)
(Aralık 2020)
Tımar sistemi çöktükten
sonra merkezi otoritenin bazı işlevlerini ayan olarak adlandırılan yerel
voyvoda ya da derebeylerine devredilmesiyle devletin ihtiyacı olan tüm vergiler
18.yüzyıl boyunca da mültezimler ve voyvodalar tarafından toplanmaktaydı. Bunun
dışında asker toplamak ve yerelde asayişi sağlamak gibi eskiden merkezi
otoritenin yürüttüğü bazı görevler de bu voyvodalar eliyle yerine
getirilmekteydi.
(Aralık 2020)
(Aralık 2020)
(Aralık 2020)
“18.yüzyıl içinde ilk tanınan simalar, Güzelhisar
Voyvodalığı’nı uzun süre elinde tutmuş olan Kalabaklı Himmetoğulları sülalesidir.
Himmet Ağa, Kalabak köyünden gelerek Güzelhisar’a yerleşmiş,
tuzlayı işleterek zengin olmuştur. Himmet Ağa’nın ölümünden sonra oğlu Zeynelabidin
Güzelhisar Voyvodası olur; fakat iltizam parasını devlete ödemediği için
1749 yılında voyvodalıktan azledilir. Aynı yıl bölgede iktidar mücadelesi
yaptığı Menemen Voyvodası Boğazlı Hasan Ağa ve Helvacıköy Ayanı
ile anlaşmazlığa düşer ve Helvacı’yı basarak köyü yakar ve köydeki
birkaç kişiyi öldürür. Bunun üzerine Himmetoğulları ailesinin devlet
tarafından Güzelhisar’dan sürgüne gönderildiği belirtilmektedir.
Himmetoğluları’ndan doğan iktidar boşluğu, o yıllarda Manisa
ve yöresinde yıldızı giderek yükselen Karaosmanoğulları tarafından
doldurulur. Osmanlı kayıtlarına göre 1764 yılında Güzelhisar Voyvodası
olarak görünen Esseyid Ali Ağa aynı zamanda bugünkü modern Aliağa’nın
öncülü olan kıyıdaki Aliağa Çiftliği’nin de kurucusu olarak
düşünülmektedir. Bu zatın Karaosmanoğulları’ndan Mustafa Ağa’nın
damadı olma ihtimali vardır. Güzelhisar’daki Balaban Paşa Camii’nden
sonraki ikinci cami olan ve halk arasında Yukarı Cami olarak
adlandırılan Ali Ağa Camii’nin de banisidir aynı zamanda. Cami, Hicri
1177 (Miladi 1763/1764) yılında çevredeki ören yerlerinden toparlanan devşirme
malzemeyle inşa edilir. Aynı yıl Bergama Voyvodalığı’nı elinde tutan Arapoğulları
ile Yunt Dağı bölgesinde vergilerin toplanması konusunda nüfuz
egemenliği sorunu gelişir ve iki aile karşı karşıya gelerek bir güç savaşına
girişirler. İki aile arasındaki bu çekişme sonunda büyük bir silahlı çatışmaya
yol açar. Arapoğulları ailesinin 1000 levendiyle 500 Karaosmanoğlu
levendi Mamaklı ve Çıtaklı (bugünkü Çıtak köyü) civarında
savaşa tutuşurlar; 37 kişi ölür ve iki köy yakılır. Bu çatışma sonrasında Karaosmanoğulları
haksız bulunur ve bölgeden çekilmek zorunda kalır. Bu tarihten sonra bölgenin Arapoğulları’nın
eline geçtiğine dair bir belge olmamasına karşın, Güzelhisar kazasının
ödemesi gerekli vergiler daha önceleri Manisa Mutasarrıfları tarafından
toplanırken, birkaç yıldan beri Bergama Voyvodaları tarafından kanunsuz
ve fazla vergi alındığından bahisle kaza halkının şikâyette bulundukları
bilinmektedir.” (8)
(Kaynak: H. Kiepert; The New York Public Library,nypl.org)
(Kaynak: Ersin Doğer; Aliağa Tarihi; Aliağa Kent Kitaplığı; sayfa: 192)
(Ocak 2025)
19.yüzyıldaki Mora Ayaklanması sonrasında Kıta
Yunanistanı’ndan ve Ege adalarından Batı Anadolu’ya yönelen Rumların göçü,
geldikleri yerlerde eksikliğini hissettikleri zenginlik ve refahı arama
refleksiyle özellikle Ege kıyısındaki kasabalarda ve şehirlerde tutundu. Öyle
ki; Ortodoks Hıristiyanlar, Anadolu’ya göçmezden önce; örneğin Çeşme (Krini) kazasının nüfusu tümüyle Müslüman’dı. Bunu 1670’de Çeşme’nin
katışıksız bir Türk bölgesi olduğunu yazan Evliya Çelebi’den de
öğreniyoruz. Bu demografik gerçek, neredeyse 18.yüzyılın başlarına dek hiç
değişmedi.
Aliağa'daki son Rum yapılarından biri; bir zamanlar Askerlik Şubesi olarak işlev gördü. Çarşı Camii'nin arkasında...
(Mayıs 2018)
19.yy.da Padişah'ın izniyle yaptırılan Rum Ortodoks Hagia Pandeleimon Kilisesi'nin Cumhuriyet döneminde camiye dönüştürülmüş hali; Merkez ya da Çarşı Camii
(Haziran 2012)
Anadolu’daki
20.yüzyılın başlarındaki Rum demografisi hakkında iyi bir kaynak oluşturan
Yunan yazar Georgios Nakracas’ın “Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni”
isimli çalışmasında Batı Anadolu’ya yönelen bu göçün dinamikleri ile ilgili
olarak şu savlar ileri sürülüyor:
“1839’da
Tanzimat’ın ilanıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan özgürleştirmenin en
önemli sonuçlarından biri, büyük toprak ağalarının topraklarında çalışan
köylüleri toprak kölesi olarak kullanma haklarının kaldırılması olmuştur. Bu
toplumsal reform, Peloponnesos’tan (Mora), adalardan, Makedonya’dan ve Yunanistan anakarasının öbür bölgelerinden gelen
Ortodoks Hıristiyanların Anadolu’ya göçlerini hızlandırdı. Bu göçmenler özgür
üreticiler olarak yerleşiyor ve toprak ağalarının sömürüsünden kurtulmak için
köylerini terk edip dağlık bölgelere sığınmış Türk toprak kölelerinin yerlerini
alıyorlardı. Bu büyük göç hareketiyle, Anadolu’daki Ortodoks Hıristiyanların
sayısı, yerli Ortodoks Hıristiyanlara mali göçmenler de katılınca, 19.yüzyılın
sonuna doğru 2.000.000 kişiye ulaştı. Çağdaş Yunanlı yazarların “Anadolu
Hellenleri, ne Yunanistanlıydılar ne de göçmendiler” diye ileri sürdükleri sav,
Yunan soyunun bu bölgede zaman içinde sürekliliğine ilişkin milliyetçi
söylenceye hizmet etmeyi amaçlamaktadır yalnızca.” (9)
Güzelhisar ve çevresini gösteren 19.yy.a ait haritalardan biri; Dr. Alfred Philippson tarafından çizilmiş.
(Hilal Ortaç; Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar; Aliağa Kent Kitaplığı, sayfa:30-31)
(Mayıs 2018)
Bölgedeki
etnik ve dini dengenin giderek Hıristiyan Rum ahali lehine bozulması
sonrasında; Osmanlı yönetimi, yüksek yaylalarda yaşayan konargöçer Türkmenleri
köylere yerleştirmeye zorlar. Nitekim 1864 yılından itibaren Saruhan Sancağı’nda bulunan aşiret ve cemaatler, kalıcı
olarak yerleştirilmeye başlanır. Özellikle Yunt
Dağı, Türkmenleri yerleşik hayata zorlama deneyimi açısından bir laboratuvar
işlevi görür. 1864-1873 yılları arasında bölgeye yerleşmiş ve yerleşmek üzere
olan konargöçer oymakların sayısı otuz dokuzdur. 1863-1873 yıllarına ait sicil
defterlerine göre Çaparlı Yörükleri; Güzelhisar’ın Kiliseköy’ünde (Zeytindağ),
Sırtlanda Yörükleri; Kilimalanı mevkisinde ve Çalbahçe köyü civarında, Derici aşireti; Güzelhisar, Uzunhasanlı ve Mamaklı
köyleri civarında, Karayağcı aşireti
ise; Belen, Durasıllı ve Kalabak köylerine yerleşmişlerdir. Daha
sonraki dönemde Karakuzulu köyü,
tümüyle Derici aşireti tarafından
kurulacaktır. (10)
(MYC; Aralık 2023)
(MYC; Aralık 2023)
“Aliağa Çiftliği’nin kurucusu Güzelhisar
Voyvodası Esseyid Ali Ağa, kendi iktidarı döneminde kaza merkezinin
batısında deniz kıyısında bulunan geniş ve boş araziyi ıslah edip mülkiyetine
sahip olmuş ve hem tarım hem de hayvancılık yönüyle pazara yönelik üretim yapan
geniş bir çiftlik kurmuş veya devletten satın almış olmalıdır… 1844 yılında
hazırlanan bir temettüat defterinde Aliağa Çiftliği adlı bir köyün
sınırları içinde Güzelhisarlı (Hasan Ağa), biri İzmirli (Mehmet Ağa)
ve biri Levanten olan (Manolaki Baltacı/Baltazzi Bey) 3 ayrı şahsa ait
toplam 8.000 dönüm ekilebilir tarla ile mera bulunmaktaydı. Hasan Ağa ve
Mehmet Ağa’nın Güzelhisar Voyvodası Ali Ağa’nın neslinden gelen
torunları olması ve arazilerinin büyük bir kısmını Manolaki Baltacı’ya
devretmiş veya satmış olmaları olası görünmektedir.” (11)
(Safter Elganlıoğlu Arşivi)
(Safter Elganlıoğlu Arşivi)
19.yüzyılda Baltazzi
ailesi, Güzelhisar tuzlasının işletimini de yürütürler ve tarımdan
ve tuzladan elde ettikleri büyük bir zenginliği ellerinde tutarlar. Bugün Aliağa
İskelesi’ne yakın konumda bulunan depo görünümlü taş ev ve çarşıdaki
Cumhuriyet döneminin ilkokul binası olarak kullanılan Baltazzi Köşkü o
dönemden kalan yapılardı. Ne yazık ki bugün sadece iskeledeki Baltazzi Evi
varlığını sürdürmektedir. Annemin de ilkokulu okuduğu Baltazzi Köşkü ise,
daha sonraki yıllarda yıkılarak yerine yeni okul binası yapılmıştır.
(Haziran 2012)
(Haziran 2012)
18.yy.dan itibaren gemiyle İzmir’e ulaşan Avrupalı
diplomat ve seyyahlar, karayoluyla İstanbul’a giderlerken önemli bir İlkçağ
yerleşimi olan Bergama’ya da uğradılar. Bugünkü yol güzergâhına çok
yakın bir rotada seyrederlerken İzmir ve Bergama arasındaki
birçok eski yerleşimi de ziyaret ettiler. Çoğunlukla da Güzelhisar
kazasında gecelediler. Onların yazdığı gezi notları, Avrupa’da belli bir yankı
yarattıktan sonra ise, bu coğrafya modern araştırmacıların ilgisini çekti; Batı
Anadolu’da ilk yüzey araştırmaları ve arkeolojik çalışmalar da bu şekilde
başladı.
Güzelhisar; köyün içinden bir sokak, Kocatepe'ye doğru...
(Ocak 2025)
Bir İngiliz elçilik
görevlisi olan James Dallaway’ın İzmir’den
Bergama’ya 1795 yılında yaptığı seyahat ile ilgili notlarda (12) şu bilgiler yer
alıyor:
“…Hermos’un [Gediz Çayı]
kıyıları, her iki yakada da iyi ekilmiş çiftliklere sahipti. Burada Asya’nın
diğer yerlerine nazaran daha uygar ve daha çok tarım yapılan arazi
bulunmaktadır. Fakat Karaosmanoğlu’nun
bölgesindeydik. Çok sayıda basit, kaba, tekerleksiz, iki öküzün çektiği
merdivene benzer bir boyunduruğu olan çok sayıda pulluk, saban gördük. Sağ
tarafta sıralanan tepelerin [Dumanlı Dağı]
eteklerinde çok sayıda Türk köyü görünüyordu. O kadar harap ve kasvetliler ki
belli bir mesafeden minarelerin de yardımı ile güçlükle seçiliyorlardı...Güzelhisar’a doğru yol alırken
yıldırımlı şimşekli bir fırtınadan bir koruluğa sığındık. Kiliseköy [Zeytindağ]
yoluna çıktıktan sonra Ağa’nın oğlunun misafirperverliğine sığındık.
Konforluydu. Babası isyancı Hacı
Muratoğlu’na karşı Kara Osman’a
yardım ettiği için bir tımara sahip olmuştu…Kiliseköy’e
1 mil uzaklıkta deniz kıyısında Maltepe’de
bazı antik kalıntıların varlığını işittik. Sağda Çandarlı Körfezi’nin kıyısındaki bir tepeyi ve bir koruluğu aşınca Aiolis’in başkenti Kyme’ye (?) çok yakın bir kalenin veya bir sur duvarının kulelerini
gördük [Elaia. Kazıkbağları] Geniş
bir bağın içinde İon tarzında bir kuyunun çevresinde mermer sütun parçaları ve
adaleli bir vücuda sahip sakallı büyük bir erkek heykeli vardı. Genellikle bu
bölgede Herakles’e tapılmıştı…. Kiliseköy yolu üzerinde oradan taşınmış
yazıtlar bulduk. Çevredeki her köy antik dönemden kalma, değişik amaçlarla
kullanılan mimari parçalar barındırmaktaydı.” (13)
(Nisan 2011)
1806 yılında İzmir’e yolu
düşen Fransız romantik şairi François
René de Chateaubriand de yolculuğu sırasında yol güzergâhı
üzerindeki yerleşimlere ve sonunda Bergama’ya uğrar. (14)
“Manisa’yı ve Sipylos
dağını arkamızda bırakıyorduk... Solumuzda uzakta Kyme’nin harabeleri fark ediliyordu, sağımızda Neon Teikhos vardı. Homeros’a
saygı için attan inip yürümeye niyetlendim. Bir müddet sonra Sardene’nin [Dumanlı Dağı] bir tepesini aştık ve Pythikos’un [Kocaçay]
kıyısına ulaştık…Sıra bize gelince berbat, taştan bir köprünün altından Pythikos’u geçtik ve saat 11’e doğru bir
hana ulaştık. Orada atlarımızı dinlenmeleri için bıraktık. Akşam saat beşte
yola koyulduk. Arazi tepelikti ve iyi ekilmişti.
Solumuzda
denizi görüyorduk. İlk kez Türkmenlerin çadırlarını fark ettim. Siyah koyun
derisinden yapılmışlardı ve bana Yahudileri ve Bedevi Arapları hatırlattı. Myrina Ovası’na [Güzelhisar Ovası] indik. Bu ova Elaia
Körfezi’ne [Çandarlı Körfezi]
kadar uzanıyordu. Terk ettiğimiz dağın tepelerinden birinin üzerinde Güzelhisar adında bir hisar
yükseliyordu. Akşam saat 10’da ovanın ortasında kamp kurduk. İzmir’den aldığım
bir örtüyü altıma serdim ve uyudum. Birkaç saat sonra uyandım. Başımın üzerinde
parlayan yıldızları görüyor, uzaklaşan kervan develerinin bağırışlarını
işitiyordum. Gün doğumundan önce ata bindim. İyi ekilmiş bir ovanın içinde yola
koyuldum. Bir müddet sonra Kaikos’u [Bakırçay] geçtik ve sabah dokuzda Bergama’ya girdik.” (15)
Tisna'nın akropoünden Güzelhisar Ovası'na bakış; şimdi oralarda Aliağa Plastik Organize Sanayi Bölgesi'nin fabrikaları görülüyor beyaz beyaz...
(Mart 2016)
(Nisan 2011)
Güzelhisar kazasının erken tarihi
ile ilgili (17.yüzyıl) bilgiler arasında Tapu Tahrir Defterlerine dayanarak Saruhan
Sancağı’nın eski köyler listesi içinde Güzelhisar Kazası’na bağlı
köyler olarak şu köyler yer almaktadır:
Altunpınarı, Bozalan,
Çalbahçe, Çifçili, Çıtak Deresi, Davut Dede, Dığanoğlu (Hatip), Eğrigöl,
Esirökü, İne Gazi, (veya Eğne Gazi) Kemerköy, Kırkbelen, Ortak, Öküzuğrusu,
Sünnetler, Temaşalık, Yundalanı…
(Şubat 2023)
Bu köylerden sadece Çıtakderesi,
Bozalan ve Eğrigöl günümüze ulaşmıştır. 1845 yılına ait bir başka
temettüat defterinde ise Güzelhisar Kazası ile ilgili olarak Eğrigöl,
Kilise, Karışlı, Bozköy, Koyuneli, Aliağa Çiftliği, Koruklu ve Cevablı
köyleri yer almaktadır. Bugün de yaşamını sürdüren köylerden Eğrigöl
köyünün her iki listede de varlığı dikkat çekicidir.
(Mayıs 2008)
(Eylül 2008)
Güzelhisar’da dolaşırken…
Güzelhisar’a doğu yönünden bir dere
yatağını geçerek girdik. Kocatepe’nin doğu yamacında toprağa saplanmış
gibi duran eski çeşme (Sülüklü Çeşme)(16) ve başındaki
dut ağacı karşıladı bizi. Yosun kaplı yalağına dökülen su çeşmenin soldaki
duvarına gömülü bir borudan usul usul akıyordu. Sırtı kıvrılarak ilerleyen bir
patikadan (Dombaycık)(16) çıktık ve köyün içlerine
doğru yönelen sesiz bir sokağa girdik. Köşede bakımlı ve beyaz badanalı
duvarlarıyla dikkat çeken bir avlunun içindeki tek katlı ve mütevazı bir köy
evinin önünden geçtik. Sokağın bir meydana açıldığı noktada köyün terk edilmiş
haldeki harap ilkokul binası vardı. Tek katlı yapı önünde yalnız adam; kurucu
atamız Atatürk’ün mermerleri dökülmüş bir kaide üstündeki kara bir büstü;
kızılçamların gölgesi altındaki avluda öylece duruyordu. Okulun ne kapısı, ne
pencereleri; ne öğretmenleri ne de cıvıldayan çocukları kalmıştı geride. Yerde
biraz ileride ise İlk Çağ’dan kalma bir Korint sütun başlığı duruyordu. Sessiz
bir sıkıntının bastığı ortamdan ayrılarak köyün kalbine doğru yürüdük.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Vakit öğle üstüydü; cemaat
Cuma namazı nedeniyle köyün içlerinde bulunan Balaban Paşa Camii’nde
toplaşmıştı. Caminin yanından dolaşarak köyü boydan boya geçen ana caddesini
takip ederek köyün asıl girişine doğru yürüdük. Girişe yaklaşırken 18.yüzyılda Güzelhisar
Kazası’nda ayanlık görevinde bulunan ve Aliağa Çiftliği’ne adını
vermiş Esseyid Ali Ağa tarafından 1763/1764 yılında yaptırılan Yukarı
Cami ya da Aliağa Camii’nin yanından geçtik. Köyün evlerinin neredeyse
hepsi beyaz badanalıydı. Avlu duvarları kimi sıvalı ve beyaz badana ile
kaplıydı ya da yer yer aralarında İlk Çağ’dan kaldığı belli olan düzgün kesme
taşların da bulunduğu yığma taşlardan oluşmaktaydı. Köyde yürürken her yerde;
cami duvarlarında, evlerin köşelerinde ya da avlu duvarlarında ve hatta
yerlerde bu tür antikitelerle karşılaştık. Geçmişinde Kocatepe üzerinde
bugüne dek herhangi bir İlk Çağ yerleşimine dair haber alınamamış olsa da
devşirme malzeme her yere dağılmış gibiydi. Bu da doğrusu oldukça ilginçti.
(Ocak 2025)
Okulun kızılçamların gölgesindeki avlusunda rastladığımız bir eski Korint başlığı
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Yemek molası zamanı
gelmiş; hepimiz acıkmıştık. Yemek için en uygun yeri Aliağa Belediyesi tarafından
köye kazandırılan Güzelhisar Sosyal Tesisleri’nin bulunduğu tepeye çıkan
yolun başındaki meydanlıkta bulduk. Meydana açılan yolların kesiştiği bir noktada
ve Aliağa yönünden gelen köye giriş yolunun başında Mustafa Dede’nin
mezarı vardı. Mezar neredeyse bir insan boyu yükseklikteki duvarlarla
çevrilmişti. Mezarın başında sarıklı bir taş vardı. Üstü katırtırnaklarıyla
kaplıydı mezarın. Anlatılanlara göre eskiden gelin olacak kızlar bu yatırın
çevresinde dolanırlarmış. Mezarın doğusunda ve iki yanında iki sütunun
bulunduğu bir çeşmenin karşısındaki parkta öğle yemeğimizi yedik. Çeşmenin
üstündeki bir andezit lahit kapağı, ortasında haç olan baklava desenli bir
mimari parça ve kesme taşlar; hepsi İlk Çağ’dan kalma muhtelif devşirme
malzemeyi temsil etmekteydi. Civardaki Aiol yerleşimlerinin yapı taşları Kocatepe’ye
taşınmış gibiydi sanki.
Balaban Paşa Camii
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Yemek molası sonrası Kocatepe’nin
zirvesine konumlanmış Aliağa Belediyesi’nin Güzelhisar Sosyal
Tesisleri’ne doğru yürüdük. Güzelhisar Ovası’na hâkim konumdaki
tesis, oldukça iyi düzenlenmiş geniş bir bahçenin içinde kapalı mekân ve ovaya
yüksekten bakan ahşap teraslardan oluşmaktaydı. Tesisin lokanta bölümünde
alkollü içecekler dışında her türlü yiyecek ve içecek isteğini karşılayacak zengin
bir çeşitlilik mevcuttu. Bir süre seyir teraslarından çevre topografyayı; Dumanlı
Dağ ve Yunt Dağı kütlelerini, Güzelhisar Ovası ve Uzunhasanlar
köyünün sırtını dayadığı Tisna’nın Sarı Kalesi’ni seyrettik. Son
yağmurlarla beslenen doğa yeşile boyanmıştı.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Ali Ağa Camii
Tepeden indikten sonra Güzelhisar’ın
çarşısı kabul edilebilecek kahvelerin bulunduğu sokağa doğru yürüdük. Önce Ali
Ağa Camii’ne uğradık. Cuma namazı sonrası ortalık ıssızdı gene. Camiye
güneybatısında yer alan ve daha sonradan tekrar yapılan bir kapıdan girdik. Avlu,
kuzeydoğu yönünden iyi korunmuş ve zengin desenli mezar taşlarının bulunduğu
haziresi ile sınırlanan avluda imamın lojmanı da yer alıyor. Caminin banisi Esseyid
Ali Ağa’nın nerede öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmezken, oğulları Esseyid
Mustafa Ağa (Ölüm tarihi: 1758) ile Seyyid Mustafa Ağa (Ölüm tarihi:
1785) ve Ali Ağazade Hasan Ağa (Ölüm tarihi:1793) ile ailenin kimi diğer
üyeleri de bu hazirede yatıyor. Üç Dorik sütunla (sütunlardan biri minareye
yakın duvara gömülü konumda bulunuyor) sınırlandırılmış son cemaat yerinin
zemini taş döşeli… Caminin harimine açılan kapının üstünde yer alan kitabede
şunlar yazılı:
(MYC; Ocak 2025)
(Ocak 2025)
“Ali Ağa olup baniye cami
Bu hayrattan ola hasılı
meramı
Ola darende maksuduna
vasıl
Can içre ola garike makamı
Girer mizanına hayrat anın
Berat nesaikgile seniğin
cidarı
Hadisinde buyurdu Fahr-i
alem
Can içre ola uğruna selam
Salat hamse kıl tarihine
(Bu-mısra kırık…)
Mekrak resmiki olmuş
Sene-i 1177”
(Sene: 1763/1764)
Transkripsiyonu yapan: Duran Şemşettin
Şahin
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Kitabenin bugünkü Türkçe
ile ifadesi şu şekildedir:
“Ali Ağa camiyi yaptırmıştır. Çok istediği
amacına ulaşmıştır. Ahrette sevap iyilikler ile günahların tartıldığı anda onun
bu halkın faydasına yaptığı eser, Peygamberimizin buyurduğu gibi iyilikler
tarafına kaydedilir.
Ali Ağa’nın camiyi yaptırmaktaki asıl
maksadı, ahretteki makamının ve katının istediği yerde olmasıdır. O,
günahlarından aklansın, kestiği kurban yerine ulaşsın ki, onun gelecekte
(ahirette) oturacağı zemin onun canının istediği yerde olsun.” (17)
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
(https://www.erolsasmaz.com/?oku=1727)
Caminin harim bölümü
kareye yakın planlı ve oldukça sadedir. Basit ve gösterişsiz bir mihraba sahip
caminin ahşap sütunlar üzerinde yükselen yine ahşaptan bir kadınlar mahfili
mevcuttur. Minaresi Balaban Paşa Camii’ne göre daha alçaktır. Kesme
taştan imal edilmiş olup şerefesi tamamen taş örgü şeklindedir.
(MYC; Ocak 2025)
Ali Ağa Camii haziresinde bulunan sanat eseri niteliğindeki mermer mezar taşlarından biri; "Mehmet Ağa'nın oğlu merhum Seyid Ömer Ağa ruhuna el fatiha"
(Transkripsiyonu yapan: Duran Şemsettin Şahin; Fotoğraf: İF, Ocak 2025)
(https://www.erolsasmaz.com/?oku=1727)
Çarşıda; kahveler
arasında…
Camiden ayrılıp köyün
çarşısına doğru yürüdük. Araba geçişine kapalı bir sokağın iki yanında kahvaltı
salonu ve kahvehaneler vardı. Belki de belediyenin sosyal tesisinin açılmasıyla
kahvaltı salonunun işleri yavaşlamış olmalı ki; kapalıydı. Cuma’dan çıkan
cemaatin doldurduğu kahvehanenin yakınındaki masalardan birine ilişip
çaylarımızı söyledik. Kahveci ile ayaküstü kısa bir sohbet yaptık bu arada;
kendisi İzmir-Yeşilyurt’tan gelip bu köye yerleşmiş. Köyün nüfusu yaklaşık 600
kişi civarında imiş. Köyün nüfusunu esasen Derici Yörüklerinin ağırlıklı
olarak oluşturduğu söylenebilir. 19.yüzyılın sonlarında ve 20.yüzyılın
başlarında Rumeli’den gelen göçlerden de nasibini alan köyde muhacirlerin
çoğunluğunu Bulgaristan’dan gelen göçmenler oluşturuyor.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
1900 doğumlu Anneannem
Hatice Dönmez, Bulgaristan göçmeni bir aileye mensuptu ve Erken
Cumhuriyet döneminin Aliağa Çiftliği’ndeki ilk müteşebbislerinden; Dönmezler
Kollektif Şirketi’nin kurucusu Dedem İbrahim Dönmez ile Bozköy’de
evlendikten sonra Aliağa’ya göçtüler. Rahmetli annem, anneannemin Güzelhisarlı
akrabalarından söz ederdi. Bayramlarda veya nahiye merkezi Aliağa’ya
geldiklerinde, mutlaka dedemlerin eski bir Rum evi olan “goca ev”e
mutlaka uğrarlarmış. O ev; Bozköy, Güzelhisar ve çevre köylerden
gelenler için her zaman bir uğrak yeri ve derman kapısıydı aynı zamanda. Zaman
insanların kıt kanaat geçindikleri zor zamanlardı.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Balaban Paşa Camii
Çayları içtikten sonra
kahvehaneden ayrıldık ve namaz sonrası sakinleşen bir zamanda Balaban Paşa
Camii’ne doğru yürüdük. Cami restorasyonu yakınlarda tamamlanmıştı. Yol
düzleminden yaklaşık 1,5 metrelik bir yükseklikteki zemin üzerinde inşa edilmiş
Balaban Paşa Camii, Araştırmacı-yazar Cevat Yıldırım’ın Güzelhisar
isimli kitabındaki aktarıma göre eski bir kilisenin Saruhanlılar
zamanında camiye çevrilmiş. Ancak Arkeolog Prof. Ersin Doğer’in gerek Aliağa
Tarihi’nde ve gerekse Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi’nde aktarılan
bilgilere göre ise, bugüne dek Güzelhisar’ın Saruhanlılar tarafından
kurulduğu Kocatepe’de ne İlk Çağ’da. ne de Ortaçağ’daki Bizans
döneminden kalan bir yerleşim izine bugüne dek rastlanılmadığı belirtiliyor.
Köyün camilerinde, evlerinde, çeşmelerinde ve sokaklarında rastlanan sayısız
antikitenin ise çevredeki Aiol yerleşimlerinden buraya taşındığı vurgulanıyor.
Balaban Paşa Camii; avludan bakış
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
( Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Caminin batısında oldukça
geniş ve zengin bir haziresi mevcut. Cami minaresi 2015 yılında fırtınadan
yıkılmış; daha sonra 2017 yılında Aliağa Belediyesi tarafından yeniden
yaptırılmış. Caminin son cemaat yerine batı ve doğu yönlerinden birer taş
merdivenle ya da kuzey yönünden 4 kemerli bir revaktan ulaşılıyor. Doğu yönünde
zemine gömülü durumda ve üzerinde Aigai nekropolünde gördüğümüz parşömen
rulolarını andıran desenli bir lahit bulunuyor. Caminin harimine açılan doğuya
yakın kapının üstünde yer alan Hellen dilindeki mermer yazıt, avludaki
duvarlarda bulunan muhtelif mermer ya da taş üzerine bitki motifi, çiçek ya da
geometrik desenler içeren antikiteler, haziredeki mezar taşı niyetine
kullanılmış antik sütunlar camide farklı amaçlarla çok sayıda devşirme
malzemenin kullanıldığını bize gösteriyor.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Birkaç yaşlı ve anıtsal
nitelikteki kızılçamın gölgesindeki caminin geniş avlusu oldukça gösterişli…
Harimin mermerden ve mukarnaslı mihrabı oldukça sade ama orijinal; ayrıca
kadınlar mahfilini taşıyan kolonlar da üç adet antik ve Dorik sütundan
oluşuyor. Balaban Paşa Camii, bugün bir köy camisi olarak oldukça
gösterişli ve çeşitlilik arz eden görünümüyle bize geçmişinde saklı zengin
tarihini fısıldıyor.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Güzelhisar’dan Samurlu’ya;
dönüş yolunda…
Camiden ayrıldıktan sonra
köyün batısındaki sırta doğru yürüdük. Zeytinlikler arasından devam eden bir
orman yolun çevresindeki bitki örtüsü bir süre sonra tamamen kızılçamlara
dönüştü. Yürüdüğümüz yol hem bitki örtüsü hem de zeminin kalitesi açısından oldukça
konforluydu.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Yaklaşık yarım saatlik bir
yürüyüş sonrasında yönümüzü güneye döndük. Aliağa Körfezi ve fabrikalar uzaktan
görünüyordu. Bir süre sonra orman yürüdüğümüz yol düzleminden daha yukarılara doğru
çekildi. Sırtta rüzgâra karşı dalgalanan bir Türk bayrağının dibindeki anıtsal
yapıyı anlamlandıramadık. Çeşme desek musluğu yoktu; mezar desek mezara
benzemiyordu. Üzerinde de hiçbir açıklama yoktu. Geçtik gittik.
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(MYC; Ocak 2025)
Samurlu köyünün Aliağa-İzmir
yoluna doğru alçalan düzlüklerinde 2012 yılında Kyme yerleşimine ait bir
nekropol kurtarma kazısı yürütülmüştü. Samurlu 877 ve Samurlu 879
olarak anılan iki parselde İzmir Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen bu
kazılarda Kyme’nin doğu nekropollerinden ikisi açığa çıkarılmış; 879
parsel kazısında farklı nitelikte 88 adet mezar açılmış, bundan 100 metre
uzaklıktaki 877 parselde ise 74 adet mezar açığa çıkarılmıştı. 879 parselde
bulunan mezarların 18 tanesi stroter (kiremit) mezar, 18 tanesi pithos ve
çömlek mezar, 16 tanesi ahşap kapama mezar, 10 tanesi taş kapama mezar, 2
tanesi lahit, 1 tanesi kremasyon (yakılmış), bir tanesi urne (çocuk mezarı) ve
1 tanesi de sanduka tipinde mezar idi. (18)
Samurlu'ya doğru bir sırtta rastladığımız yalnız kızılçam
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Samurlu köyünde de muhtelif yerde
sütun, mezar steli ya da kesme taş gibi antikiteye rastlamak mümkün. Aiolis’in
başkenti konumundaki liman yerleşimi Kyme’ye olan yakınlığı düşünülürse
bu durum daha anlaşılır hale geliyor.
(NF; Ocak 2025)
(Ocak 2025)
(Ocak 2025)
Köye kuzey yönünden
girdik. Akşam köyün üstüne çökmekteydi. Sokaklar yine ıssızdı. Yıkık taş
kulübelerin yanından geçtik. Aşağıda Samurlu Camii bulunuyordu. Bir
sokaktan onun önündeki meydan doğru indik. Gün boyu Samurlu ve Güzelhisar
arasında bir daire çizmiş, Yaren Dağı ve Sivri Tepeler çevresinde
yaklaşık 14 km kadar yol yapmış, Aiol yerleşimlerinin hayat verdiği
antikitelerin ve Saruhanlılardan Osmanlılara devrolan bir Batı Anadolu
egemenliğinin izlerini sürmüştük. Artık İzmir’e dönem zamanıydı. Haydi vira…
Dipnotlar:
(1) Aiolis’in sessiz şehri Tisna için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/03/aiolyanin-issiz-sehri-tisna.html
(2) Cevat Yıldırım; Güzelhisar,
Aliağa Çevresi ile Birlikte; Düzeltilmiş 3.Baskı; Aliağa Kent Kitaplığı
Dizisi-2-Kasım 2017-Ankara; sayfa: 24
(3) Ersin Doğer, Aliağa
Tarihi; İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla; Aliağa Kent Kitaplığı, Ekim-2017, Ankara;
sayfa: 115-116
(4) Ersin Doğer,
a.g.e.; sayfa: 157
(5) Ersin Doğer, Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi; Sergi Yayınevi, Mart-1998, İzmir, sayfa:222
(6) Ersin
Doğer, Aliağa Tarihi; İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla; Aliağa Kent
Kitaplığı, Ekim-2017, Ankara; sayfa: 154-155
(7) Ersin Doğer, Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi; Sergi Yayınevi, Mart-1998, İzmir, sayfa:223
(8) Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 224
(9) Dr.
Georgios Nakracas; Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, Yunancadan çeviren: İbram
Onsunoğlu, Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa:68
(10)
Ersin Doğer, Aliağa Tarihi; İlk Çağ’dan 21. Yüzyıla;
Aliağa Kent Kitaplığı, Ekim-2017, Ankara; sayfa: 183-184
(11)
Ersin Doğer, a.g.e.; sayfa: 166
(12)
James Dallaway,
Constantinople Ancient and Modern with
Excursions to the Shores and Islands of Archipelago and to the Troad, (London
1797), 289-290)
(13)
Ersin Doğer, a.g.e; sayfa: 169-170
(14)
François René De Chateubriand, Itinéraire
de Paris à Jerusalem, (Tours 1811), 130-131
(15)
Ersin Doğer, a.g.e; sayfa: 170-171
(16)
Cevat Yıldırım; Güzelhisar, Aliağa Çevresi ile Birlikte;
Düzeltilmiş 3.Baskı; Aliağa Kent Kitaplığı Dizisi-2-Kasım 2017-Ankara; sayfa:
373
(17)
Cevat Yıldırım; a.g.e.; sayfa: 371
(18)
Özden Ürkmez,
Aiolis Kymesi’den Samurlu 879 nekropolisi;
Colloqium Anatolicum, 2016/15; bkz. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1715248
(19)
Fotoğraflar,
belirtilenler dışında gezi sırasında İ.
Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder