17 Mayıs 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Şöyle diyordu ozan
dizelerinde;
“Ölüyorum tanrım/Bu da oldu işte./Her
ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım./Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fena
değildir.../Üstü kalsın...”(1)
Evet; 93 yıllık bir ömür
de olsa, yine de her ölüm erken ölümdür ozanın dediği gibi. 1925’de Makedonya topraklarında başlayıp
Anadolu’da devam eden sevgili babacığımın 93 yıllık dolu dolu yaşamı, bir Hıdrellez sabahı İzmir’deki bir
hastanenin yer altına konumlanmış bir yoğun bakım odasında sonlandı, bitti.
Bugün biraz da onun hatırası için yürüdüm Değirmendere’de;
bir yağmur ormanını andıran yeşil örtülerin altında. Nebat konusunda ilk
öğretmenim; çiriş otları, yılan yastıkları, arpa ile buğdayın farkı, ilkbaharda
coşan arka bahçemizdeki sapsarı su düğün çiçekleri, geç eren ve meyvelerini
yemeye doyamadığı güzelim kızılcık ağaçları, katırtırnaklarının adamı sarhoş
eden bahar kokuları; bunların hepsi, biraz da bana doğa dostu sevgili babamı
hatırlatacak bundan sonra. Değirmendere
vadisinde yürürken bugün, bastığım toprak, dere yatağında biteviye öten
bülbüllerin hayata dair söylediği her şey, ağaçların arasından bize göz kırpan
güneş, her ne kadar zapturapt altına alınmış olsa da vadideki yaşamın kaynağı
olan taban suyu, yol arkadaşlarıyla yaptığımız yarenlikler; ona gönderdiğimiz
bir selam olsun; doyasıya ve sonsuzluğa doğru… Nur içinde yat; her şeye razı,
sevgili “Rıza” babacığım…
Rıza Fidanoğlu
(1925-2018)
(1925-2018)
Tarihten bugüne Değirmendere
Değirmendere, Güme
Dağı’nın hemen ayakuçlarında yer alan ve Tire’nin kadim yerleşimlerinden Ekinhisarı’nın
hemen üstündeki Yıldırım Beyazıt’ın
eşlerinden Hafsa Hatun’un yaptırttığı
Hafsa Hatun Külliyesi’nin bulunduğu
düzlemden başlayarak, Tire-İncirliova
karayolu üzerindeki Paşa Çeşmesi’nin
bulunduğu Güme Dağı’nın sırtlarına
doğru yükselen benzersiz bir vadi ve dere yatağıdır. Tireli olup da buralarda
vakit eylememiş, geçmişe dair buralarda anılarını bırakmamış kimse yok gibidir. Zamanında 37 değirmeni çalıştıracak denli büyük bir suyun aktığı
vadide bugün, ne yazık ki; Mayıs ayının ortasında suya rastlamak, pek de mümkün
olmamaktadır. Ama insanoğlu ne kadar sulara gem vurursa vursun, yine de Değirmendere’nin taban suyu hiçbir zaman
kaybolmaz, nebata hayat verecek bir iksir gibi; yerin altından sızım sızım
"sızlayarak" da olsa, Değirmendere, Güme’nin derinliklerindeki suyu
aşağılara doğru usul usul taşır yine de.
Hafsa Hatun Külliyesi; cami
(Ocak-2007)
Değirmendere Vadisi’nin aşağılarında başlar tarih ve coğrafya. Ekinhisarı’nın üstünde; eski adı Bademye olan Duatepe Mahallesi’nde ve Değirmendere
Vadisi’nin hemen kıyısında yer alan Hafsa
Sultan Külliyesi’nden bugüne kalanlar yıkık dökük bir minare, harap
vaziyetteki bir hamam kalıntısı ve temelleri bile zor seçilen bir imaret
binasıdır. Halk arasındaki anonim bilgiye göre külliyenin “çeyiz parası” ile
yaptırıldığına dair rivayetler söylene gelmektedir.
Hafsa Hatun Külliyesi'nden; minarenin görünümü
(Ocak-2007)
Osmanoğulları’nın Anadolu
Selçuklu Devleti’nin mirasçısı olarak Anadolu birliğini yeniden oluşturma
sürecinde, bu topraklarda Aydınoğulları’nın
egemenliği sürmektedir. O yıllarda Yıldırım
Beyazıt, bir devlet politikası olarak; yaptığı evliliklerle rakip beylikler
üzerinde bir tür nüfuz egemenliği oluşturma yolundadır. Bu şekilde boyun
eğdirdiği Anadolu beyliklerinden biri de Aydınoğulları’dır.
Harap haldeki Hafsa Hatun Külliyesi'nin içinden görünüm; 11 yıl önce, şimdi çok daha kötü...
(Ocak-2007)
1360 yıllarında ağabeyi Hızır Bey’in ölümünden sonra Aydınoğulları’nın başına geçen İsa Bey döneminde Osmanoğulları’nın Aydınoğulları’na
boyun eğdirme süreci başlar. I.Kosova
Meydan Muharebesi’nde babası Murat
Hüdavendigar’ın savaş meydanında şehit edilmesi üzerine tahta geçen Yıldırım Beyazıt’a karşı Karamanoğulları’nın
teşvikiyle Anadolu’da başlayan hareketlilik üzerine Beyazıt, hala bir Rum şehri
olan Aydınoğulları’nın korumasındaki Alaşehir’in (Philedelphia) üzerine 1390 yılında bir sefer düzenler ve
şehri teslim alır. Aydınoğulları’nın
Osmanlı’ya bu boyun eğme süreci, Aşıkpazade
kroniklerinde şu şekilde anlatılmaktadır:
Hafsa Hatun Külliyesi
(Ocak-2007)
“Alaşehir hisarı, Vilayet-i İslam
arasında kalmıştı; padişahı kâfirdi. Aydın oğlu ilan müdara ilan zandegani
iderlerdi. Bayezid Han niyet-i gaza dedi. Alaşehir’e yürüdü; dahi vilayetine
varmadan yolda çağırup yasağıla gitti. Kimsenin bir çöpünü zulümle almayalar ve
her kim bu yasağı kabul etmeye, yazığı kendi boynuna, dediler hemen ki han
vardı, kafirler şehrin kapısını yapdı, cenge başladı, han dahi yağma dedi,
kafir ki yağmayı işitti; aman diledi, ahidle fetholundu. Kanun-ı padişahı neyse
olundu. Aydın oğlu dahi itaatlen geldi, vilayetinin bazısını kendüye virdiler,
hisarlarına kul kodular; hutbe ve sikke Bayezid Hanın adına oldu. Aydın Oğlunu
Ayasuluk’dan Tire’ye getirdiler. Ayasuluğ’u kendi kuluna verdi. Aydın Oğlunun
vakıflarının tasarrufunu kendü elinde kodular; ol dahi razi oldu kim ecel
gelince vilayetinden çıkmaya. Ahd-ü peyman muhkem olundu. Bayezid Han Saruhan
eline yürüdü; ol dahi bu suretlen fetholundu. (Giese neşri S.59)
Görülüyor ki, Aydın Oğlu İsa Bey’e
Tire’de oturmak kaydıyla bir kısım yerlerin idaresi ve hanedana ait vakıflara
tasarruf hakkı bırakılmakla beraber hutbe, para bastırma ve timar’ların
beratını verme gibi hükümranlık alametleri Yıldırım Han adına olacaktı.”(2)
Ah o mübarek serviler; Kaziroğlu Servileri...
(Ocak-2007)
Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri isimli eserinde aynı bahse şu şekilde değinmektedir:
“Bayezid, 1390’da burasını aldığı sırada
Aydın Oğlu İsa Bey gelip saygı gösterdi. Bunun memleketleri Osmanlılara geçerek
hutbe ve sikke Bayezid namına olmak üzere, kendisini merkezi Ayaslug’dan
Tire’ye naklettiler. Bayezid, İsa Bey’in kızı Hafsa Hatun’u nikâhla aldı. Aydın
Beyliği’nin Osmanlılar tarafından ilhakı, 1390 kışında veya ilkbaharındadır.
Bundan sonra Menteşe, Saruhan ve Germiyan beylikleri ilhak edildi.
İsa Bey’in vefat tarihi belli değildir,
Ankara muharebesinden evvel vefat ettiği anlaşılıyor. Kabri, Birgi’de babasının
türbesindedir. Tahmini olarak hükümdarlığı müddeti otuz seneden ziyadedir.”(3)
Taşpazarı'ndaki Kara Kadı Necmeddin Camisi
(Ocak-2007)
Tireli yerel tarih araştırmacısı, yazar A. Munis Armağan’ın Devlet Arşivlerinde Tire isimli kitabında ise Hafsa Hatun ile ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor:
“Hafsa Hatun, Aydınoğlu İsa Bey’in kızı
olduğu gibi aynı zamanda Yıldırım Bayezit’in de eşidir. Aydınoğullları
Beyliği’nin Osmanlı Devleti’ne bağlanması sırasında (1390) Yıldırım Bayezit ile
evlenen Hafsa Hatun 1,5 yıl gibi kısa bir zaman evli kaldıktan sonra vefat
etmiştir… Hafsa Hatun, Aydınoğulları ailesinin vakıf bağışlarıyla en kayda
değer adlarının başında yer almaktadır. Vakıfları Tire’den Birgi’ye değin
uzanmaktadır. Özellikle vakıf gelirleri kapsamında ve “Bademye” bütünlüğü
içinde ele alınan bir dizi yerleşimler ilginç özellikler taşımaktadır. Hafsa
Hatun’un bu yerleşimlerden elde ettiği gelir, vakıf sıralamasında onu öncü
konumuna taşımaktadır. Bu yerleşimler, Şeyhler, Tekke, Küp, Piri, Ahi Nakkaşi,
Mehmet Paşa Mescidi, Derebaşı, Ekinhisarı, Bölücek (Küçükburun), Kömürcülü,
Canbazlı, Kemerderesi, Dağlı cemaatlerini kapsamaktadır. Bu 2531 tarihli
belgede yer alan yerleşimlere, 19.yy. belgelerinde Karacaali de eklenmiş
görünmektedir. Bu vakıf gelirlerine ek, Bademye Hamamı, Suretli Hamamı (yarı
hisse), bağlar, değirmenler, mezralar ve kestanelikler bulunmaktadır.
(Ocak-2007)
…
Özellikle Bademye külliyesi, Cumhuriyet
öncesine değin hizmet etmiştir. Tire’nin doğu kesimlerine getirdiği suyolları
ve çeşmelerinin yanı sıra, değirmenler ile dikkati çekmektedir. Karakadı Camii
çevresinin o dönemdeki adı Taşpazarı’dır. Taşpazarı’nın su yapıları, Hafsa
Hatun tarafından sağlanmıştır. Hafsa Hatun’un aynı adla anılan Birgi Taşpazarı
mahallesinde de su yapılarının bulunduğu sicil belgelerinden anlaşılmaktadır.”(4)
Hafsa Hatun Külliyesi'nin hemen alt düzleminde yer alan Kozanoğlu Camisi
(Ocak-2007)
Halk arasında halen yaşamakta olan söylenceler ve tekerlemeler, onun halka dokunan hizmetleriyle ne kadar sevildiğinin bir delili gibidir.
“Hafsa Hatun,
Bir cebi altın,
Bir cebi gümüş.
Çamaşır yuğmuş,
Bahçeye sermiş,
Muradına ermiş.
Çat çatan ağacı,
Çöp çatan ağacı,
Kırmızı lale,
Kılbıdan ağacı…”(5)
Hafsa Hatun
Külliyesi'nin bugünkü hali
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)
Değirmendere; ağaç denizinde...
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)
Değirmendere Vadisi'nde bir gün
Henüz sıcağın etkisinin
hissedilmediği saatlerdi. Hafsa Hatun
Külliyesi’nin bugüne ulaşan ve artık zorlukla ayakta durmaya çalışan
viranlıklarının yanından geçerek Değirmendere
vadisinin başlangıcına ulaştık. Hemen girişte 37 değirmenden biri ve harap
vaziyette olsa da, hala ayakta kalabilmiş bir değirmen yapısı karşıladı bizi;
bir de çınarların gölgesinde şakıyan bülbüller… Dere yatağının serinliklerinde
hayat bulan tabiat, bülbül sesleri içinde bizi yukarılara doğru sürükledi.
Durmadan dinlenmeden; doğanın coşkusuyla bütünleşmiş bu küçücük kuşlardan çıkan
inanılmaz nağmeler, nefesimizi kesti sanki. Dere yatağında hayat bulan dev
çınarların ışığı kesen gölgesinde bir süre oyalandık. Doğanın kucağında bir
arınma anıydı sanki bizimkisi.
Gezginler, sabah vakti Tire Çınaraltı'nda; kahvaltı sonrası hatırası...
(Fotoğraf: Büfe ilgilisi)
Değirmendere Vadisi'nin başlarındayız.
Değirmendere değirmenleri; Seha Gidel Hocamızın yorumuyla...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Değirmendere; bir kış vakti
Değirmendere'de bülbüllerin vakti
Gezginler, Değirmendere Vadisi'nde...
Gezginler, Değirmendere'nin yukarılarına doğru yürürken...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Değirmendere'de bir bahçenin girişinde sıra sıra güller
Nar çiçekleri
Nar çiçeği; yakından...
Lila rengi çiçekleriyle göz alıcı bit otları
Bu da bit otlarının çiçeklerinin yakından görünümü
Gelincikler
Ağaçlar arasında yürüdüğümüz asfalt yol
Baharın kışkırttığı sihirli
hayat, bahçelerdeki bir çiti andıran sıra sıra ve rengârenk güllere,
dallarından sarkan papaz eriklerine, mor renkli ve alabildiğine cazip görünümlü
bit otlarına, dere kıyısındaki kıpkırmızı narçiçeklerine, yapraklarını ovuşturduğunuzda elinize bulaşan dayanılmaz limoni aromasıyla melisa otlarına ve
daha nicelerine dokunmuştu sanki. Hele o yılan yastıkları; kimi tomurcukta,
kimi açmış ama yanına asla yaklaşılmayacak ölçüdeki berbat kokularıyla tezat oluşturacak
denli göz alıcı bordo renkli çiçekleriyle Değirmendere florası içinde ayrı bir yere
sahiptiler.
Saçkıran otları
Yılan yastığı; çiçekte...
(Kokusuna gerçek anlamda dayanılmaz)
Bir bilge çınarın konuşan gövdesi; üstünü sarmış hedere helix'ler; yani asalak sarmaşıklar
Değirmendere'de; eskiden kalan...
Bir bahçe içinde sonsuz huzurun tarifi
Bahçeden bir başka görünüm
Değirmendere'de ışıkla ağaçların oyunu
Ada çayları
Asfaltın sona erdiği noktadan dere yatağına girdik. Bitki örtüsü yukarılara doğru çıktıkça daha da sıklaştı. Asırlık çınarların göğe doğru uzayan kalın gövdelerine sarılmış sarmaşıklar, toprağın tüm yüzeyini örtecek şekilde eğrelti otları, melisalar, yarpuzlar, kekikler ve ada çayları dere yatağında birbirinin arasından güneşi yakalama telaşı içindeydiler.
Papatyalar
Değirmendere'de bahçeler arasındaki yollardan biri
Böğürtlen çiçekleri
Meyveye durmuş gerçek karadutlar
Yine bit otları; o kadar güzeldi ki...
Sahipleri gelmemiş henüz; yazın şenlenecek bu bahçeler...
Dere yatağında daha
yukarılara çıktıkça yüzlerce yıllık değirmen kalıntılarına, suyu yönlendiren
duvar izlerine ve bentlere rastladık. Vadinin güney yakasına yaslanmış bir
çınar ağacının asırlar boyu besleyerek büyüttüğü geniş gövdesindeki anlamlı
yumrular bir heykeli andırmaktaydı. Güme’den
bahçelere indirilen onlarca hortum, dağın derinliklerindeki suyu aşağılara
taşımaktaydı. Ahmet Tamer, bunlardan
ağzı açık olan birinden toprağa akmakta olan suya ağzına dayadı. Gün ortasında
yükselen güneşin yapraklar arasından süzülen sıcağı, harareti artırmıştı.
Hepimiz kana kana Güme’nin buz gibi
suyundan içtik ve yanımızdaki şişeleri de bu güzelim suyla doldurduk.
Ahmet Tamer, borudan buz gibi Güme suyunu içerken..
Koyu al renkli altın kamışlar
Koyu al renkli altın kamışlar; yakından...
Parlak yapraklarıyla dikkat çeken; limoni aromalı ve yatıştırıcı etkiye sahip melisa otları
Paşa Çeşmesi'ne doğru yürüdüğümüz patika...
Gezginlerin huzur anı; bülbül sesleri kaydediliyor.
Çınar gövdesinin taşla imtihanı
Aynı ağaca diğer yönden bakış
Göbek otu
Bir zamanlar, bir katır
ya da merkebin geçebileceği genişlikteki bir patikadan değirmenlere ulaşan
yolcu, hayvanının sırtındaki iki çuval buğdayını öğütmek için sabahın erken
vaktinde bu değirmenlerden birinde sıraya girerdi. Belki de Salı pazarına
inerken, buğday çuvalları değirmene bırakılır; köye dönüşte ise, değirmene
uğranılıp öğütülmüş un çuvalları merkeplere yüklenerek, Güme Dağı’nın sırtlarına doğru yorgun bir tırmanış başlardı. Güme Dağı’nın yamaçlarına serpilmiş
irili ufaklı köylerden yaklaşık bir-bir buçuk saatlik yolculuklarla ulaşılan Değirmendere vadisindeki bu değirmenler,
o eski zamanların kapalı ekonomilerinde önemli yer tutan birer küçük işletmeydiler.
Sıranın uzadığı zamanlarda buğdayını öğütmek için bekleyen yolcu, belki de
geceyi değirmenin yanındaki bir ağaç gövdesinin siperinde geçirir; yanında
getirdiği azığı ile de açlığını bastırırdı. Değirmen yolculukları, köylerden
değirmene, değirmenden köye; belli sıklıkla biteviye rutini tekrarlardı
şüphesiz.
İlk değirmen izleri
Suyun döküldüğü bir havuzdan kalanlar
Lamium; ballıbabagillerden...
Değirmendere vadisinde yürürken...
Eğrelti otları
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Doğanın estetiği; bir çınar gövdesine yansıyanlar...
Örümcek; melisa yaprağı üstünde pusuda sanki...
Değirmendere'de ağaç denizinde...
Kadın aynaları
Böceklerin telaşı
Civan perçemleri
Vadide ilerledikçe eğim
dikleşmeye başladı. Yukarıya doğru sanki bir ağaç denizinin ortasında yürürken,
sürekli eski değirmen yıkıntıları ve ağaç ölüleri önümüzü kesti. Eflatun rengi
lir biçimli çan çiçekleri, geometrik mükemmellikleriyle heracleum’lar, bir
topacı andıran çiçekleriyle pembe nakıllar, sarı ve beyaz papatyalar vadideki
tırmanış mücadelemizde bizim tanığımız gibiydiler. Topografyanın zorlamaya
başladığı bir noktadaydık; Paşa Çeşmesi’nin hemen altlarında bir yerde…
Peygamber meyvesi diye de bilinen ve Orta Asya’dan beri atalarımızın ayak
bastıkları her yere kutsal bilip diktikleri dutların Mayıs ayında tadına
bakmazsak olmazdı. Her yıl yaptığımız gibi bu amaçla Kireli Altı’ndaki kır
kahvehanesine uğramalıydık. Bu amaçla vadideki tırmanışımızı bu noktada
sonlandırarak dönüşe geçtik.
Gezginin fotoğraf sevdası
Toprağın üstünü tamamen örten eğrelti otları
Bir değirmen yapısı
Ağaç ölüleri
Eski değirmenlerden kalan...
Bir duvar parçası; değirmenle ilgili olsa gerek...
Bir eski su deposu
Değirmen yapıları
Dönüş yolunda kâh
melisalara dokunarak, kâh eşek dalaganlarına mesafeli davranarak; ama zaman
zaman da doğanın bizde yarattığı çağrışımlara da ayak uydurarak avarelikler
yaptık vadinin derinliklerinde. O anlardan biriydi; Hasan Hoca seslendi
uzaktan; "Hayriye Derviş’in söylediği “Çatal çamda rüzgâr var” türküsünü
hatırlıyor musunuz?" Hatırlamak ne kelime; Değirmendere’de
koyu gölgelikler altında, dökülmeye başlamıştı ezgileri bile…
"Çatal Çam'da rüzgar var."; Değirmendere'de ezgiler dökülürken...
Hayriye Derviş'in yorumuyla "Çatal Çam'da rüzgar var"
“Demirciler demir döver tunç olur
Sevip sevip ayrılması -fidan boylum-
güç olur
Haydindi Çatalçam’da rüzgâr var
Benim yarim de bal gibi gözler var
İnme de turnam inme böyle susuz
çöllere
Ben gidersem sen kalırsın –fidan
boylum- ellere
Haydindi al işliğe mor düğme
Gavur kızı gine girdi gönlüme
Oduncular kısa keser odunu
Canfes şalvar sıka da koymuş –fidan
boylum- budunu
Haydindi ovalarda kanyaşı
Yarim asker dinmez gözümün yaşı”
(Bodrum Türküsü)
Çiçek sonrası heracleum'lar
Dağa Kaçtım gezginleri, Tire-Değirmendere'de...
Lir biçimli çan çiçekleri
Kayaya sarılmış sarmaşıklar
Eski bir değirmenden kalma bir duvar izi daha...
Değirmendere Vadisi'nin üst bölümünden biri görünüm
Lekeli trifolium
İsmini bilemedik.
Pembe nakıllar
Değirmendere'de bir kerevetteki huzur
Suyla coşan yarpuzlar
Yabani sarmısak
Değirmendere'de bir hindinin öfkesi
Vadiden çıkış noktası; tırmandığımız vadi gerilerde kaldı artık.
Yılankıran Çeşmesi
Kireli Altı, Tire-Ödemiş karayolu üstünde yer alan eski bir kuyunun bulunduğu bölgeye halk arasında verilen bir isim aslında. Buradan biraz daha içerde yer alan Kireli köyüne geçen yıllarda yaptığımız bir ziyareti, o günlerde bir yazımızın konusu etmiş; Çanakkale Savaşı’nda Fransızlara esir düşen Kireli Çalık Hüseyin ile Çakıcı Efe’nin baş kızanı Hacı Mustafa’nın hikâyelerini burada aktarmıştık(6). Yaz ortasında; o gün kuyunun buz gibi suyuyla yüzümüzü yıkamış, doyasıya serinlemiştik. Ama bu kez geldiğimizde ne yazık ki, kuyunun suyu tükenmişti. Yağışsız geçen bir koca kış, ovadaki kuyuların da beslenmesine engel olmuştu anlaşılan. Tabii ki; Küçük Menderes ovasındaki hoyratça su kullanımlarını da göz ardı etmediğimizi burada ayrıca not etmeliyiz.
Kireli Altı; kır kahvehanesinde, kuyu başında serinlerken...
(Temmuz-2016)
Kireli Altı'nda; Hasan Hoca şimdi suyu kalmamış kuyudan iki yıl önce Temmuz'da su çekerken...
(Temmuz-2016)
Tireli değerli dostumuz
Hasan Hoca’nın benzersiz konukseverliği çerçevesinde hazırlanan öğle sofrası,
kır kahvehanesindeki havayı birden değiştirdi. Arkası arkasına gelen çaylar
eşliğinde afiyetle yenilen zeytinyağlı sarmalar, kabak çiçeği dolmaları, ev
yapımı poğaçalar, haşhaşlı çörekler, vişne, ayva ve kayısı reçelleri; yani
kısacası tam tekmil bir şölendi bizimkisi. Elbette iş bununla kalmadı; tabii ki
Kireli Altı’ndaki molanın esas amacı, Mayıs’ta
dut yemekti. Hem beyazından, hem de karasından; üstelik de aynı ağacın farklı
dallarından…
Kabak çiçeği dolmaları
(Hasan Doğan Arşivi)
Kutu Han; restorasyon öncesi
(Aralık 2006)
Gecikmiş öğle yemeğini takiben, dalından koparılarak gerçekleştirilen dut yeme seansı da bihakkın ifa edildikten sonra, artık Tire’ye doğru yola çıkma zamanı gelmişti. Tire Çarşısı’nda; çocukluk günlerimizin dondurmacısı Ayhan Ağabey’in dondurmaları, Şemsiyeci Raşit Ağabey’in irfan dolu muhabbetleri; restorasyonu bir hayli ilerlemiş Kutu Han’ın arkasında içilen yorgunluk kahveleriyle gün akşama evrilmişti bile. Yanımızda Tire’den yüklendiğimiz “ganimet”ler; sıkıntı ve hüzün dolu aylardan sonra doğayla kucaklaşma anları; bize bugün bir armağan gibiydi sanki hepsi. Ne mutlu ki yaşadık bu anları… Şimdi yönümüz İzmir’e doğru…
Dipnotlar:
(1) Cemal Süreya; Üstü Kalsın
(2) Aydınoğulları Tarihi hakkında Bir Araştırma; Dr. Himmet Akın; Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, No:60, Tarih Enstitüsü No:6; İlavelere yapılmış
ve düzeltilmiş 2. Baskı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1968; sayfa: 60-61
(3) Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu,
Karakoyunlu Devletleri; Türk Tarih Kurumu Basımevi, 5.Baskı, 2003; sayfa:113
(4) A. Munis Armağan, Devlet Arşivlerinde Tire; Bilkar Bilge Karınca
Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. 25 Nisan 2003; sayfa: 207-208
(5) A.Munis Armağan; a.g.e; sayfa:208
(7) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder