5 Ağustos 2016
İbrahim Fidanoğlu
Granittir biraz Kozak
Yaylası, biraz çam fıstığı; karnabahara benzer uzaktan fıstık çamları… Kozak
Yaylası’nın köylüleri kendilerini fıstık çamlarının gövdelerine asarlar hasat
zamanları. Kozak Yaylası biraz Madra Dağı’ndan Pergamon’a doğru Selinus’dan
sızan sudur; hayattır biraz yani.
Kozak Yaylası;
Perperene Antik Kenti’nden yaylaya bakış
Bugün modern Bergama’nın içinden kirli paslı bir çay akar ovaya doğru.
Kimi zaman akar, kimi zaman cılız mı cılız bir sızıntı şeklinde sürünür Bakırçay’a doğru. İlkçağ’dan kalma iki
dev tünelle aşılan Bergama’nın iki yakasındaki hikâyeler canlanır bir bir puslu
sabahların ardından. Bu tarihsel serüvenin bir bölümü, bu suyun kaynağının da
bulunduğu Madra Dağı’ndaki gözelerin
beslediği yaklaşık 45 km.lik tarihi bir suyolunun Akropol yakınlarında bir
vadiye doğru alçalan sırtlarında; uzaktan bir kervanı andıran Roma Dönemi’nden
kalma bir dizi su kemerinin Akropol’e doğru yönelişine tanıklık eder.
Bergama’daki su ile ilgili anlatmaya değer diğer bir hikâye ise, Kozak Yaylası’ndan başlayarak Bergama’ya
doğru akmakta olan ve iki yakasına konumlanmış yaşam alanlarıyla tarihsel bir
derinliğe sahip bulunan Bergama Çayı’nın
ya da İlkçağ’daki ismiyle Selinus’un
öyküsüdür biraz da.
Bergama Su Kemerleri önünde
Bergama (Selinus) Çayı ve arka planda Pergamon Akropolü
Su kemerlerinin Akropol’e doğru alçaldığı vadiyle Kozak Yaylası’ndan gelen Bergama
Çayı’nın oyduğu dere yatağı, Bergama girişinde birleşir. 19.yy.ın
Bergama’sının sosyal yaşamının yükseldiği topografyanın tam ortasından geçen Bergama Çayı’nın bu noktasında bütün
artıklarıyla yer alan deri tabaklama atölyeleri, o günlerin en karakteristik
görüntüsünü oluşturmaktaydı.
Bergama Çayı, bugün Roma ve Osmanlı Döneminden kalma köprüleri, Akropol’ün
eteklerinde yer alan ve 19.yy.da Rum ahalinin yaşadığı Domuz Alanı’nın alt düzlemindeki tarihi Ulu Cami ve hemen üstünde yükselen 19.yy. Rum yaşantısının mirası
Rum evlerinin yansıttığı tarihi doku, biraz ilerde bir kısmı hala görülebilir
durumda olan; dev iki tünelle elde edilmiş düzlemin üstünde yükselen Kızıl Avlu ya da İlkçağ’daki ismiyle Serapis Tapınağı’nın kalıntıları, bu
noktadan itibaren başlayıp güney yakasında devam eden 19.yy.ın Yahudi
Mahallesi’nin bugüne uzanan izleriyle benzersiz bir zenginliğe sahiptir.
Selinus kıyısındaki Serapis
Tapınağı ya da bilinen ismiyle Kızıl Avlu
Bergama’nın Kozak yönündeki çıkışında yer alan Tekkeboğazı Mevkii’ni geçtikten sonra tırmanış başlar Kozak’a
doğru. Yolun sağında sizi asla terk etmeyen Selinus
ve doğu yönündeki sırtlarda benzersiz görünümüyle 20 civarı kemerden oluşan
Roma Dönemi su kemerleri size eşlik eder.
Bergama Su Kemerleri
Bergama Suyolları
Antik Dünyada Bergama’nın su problemi ile ilgili olarak şu bilgiler var: Pergamon’un su gereksinimi,
öncelikle şehrin en yakınından akıp giden Kestel ve Bergama çaylarından karşılanmaktaydı.
Şehrin konumlandığı Akropol Tepesi’nin yüksekliği (335 metre) nedeniyle su
gereksinimi ilk olarak akropoldeki sarnıçlardan karşılanmış olmalı. Yerleşim
genişleyince de sarnıçlar yeterli olmamış ve çevredeki küçük kaynaklardan
yararlanılmış. Su gereksinimin karşılanabilmesi için Bergama’nın yaklaşık 45
km. kuzeyindeki Madra Dağı’ndaki
kaynaktan künk borularla şehre su getirilmiş.
Granitin yatağı Madra Dağı ve Toklu Tepe
Madra Dağı’ndan
Akropol’e doğru arazinin alçalması suyolları için uygun bir iniş sağlıyordu.
Buradaki kaynaktan alınan sular, künk borularla Arlık Tepe’de (Aya Yorgi Tepesi) bir havuz içerisinde
toplanıyordu. Bu havuzda toplanan sular dinlendirilerek temizlendikten sonra
basınçlandırılarak Akropol’e taşınıyordu. Ancak suyun Akropol’e ulaşabilmesi
için iki tepe ile bu tepeler arasındaki vadileri aşması gerekiyordu. Roma Dönemi’nde
şehir, Akropol’ün altında genişlediğinden, su gereksinimi çok daha önem
kazanmıştı. Bunun için kemerli suyolları yapıldı. Bu yollardan arta kalan iki kemer
kalıntısı, bugün Akropol’ün altında, tepeler arasındaki vadide görülmektedir.
Bergama Su Kemerleri’ne doğru
Bergama’da yüksek basınçlı su tesisatının
hangi dönemde yapıldığı konusunda kesin bilgi ve kanıtlar bulunmamaktadır.
Akropolün en üst noktasına su çıkarıldığına göre, bu sorunun nasıl çözüldüğü de
kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, günümüze gelebilen bazı suyolu
kalıntıları, M.Ö II. yüzyıla tarihlendirilmiştir. Yüksek basınçlı
su tesisatının Roma Dönemi’nde de kullanıldığını gösteren bilgiler günümüze
kadar ulaşabilmiştir.
Bergama Su Kemerleri’ne yakından
bakış; en arkada Bergama Akropolü
Bergama kazılarını yürüten ekibin sorumlusu Wolfgang Radt’ın Bergama
Arkeolojik Rehberi’nde su kemerleri ile ilgili şu bölüm var:
“Bergama suyolları, Akropol’deki Arsenal alanının kuzey ucundan biraz
ilerde gayet iyi görülür. Buradan görünen su kemeri kalıntıları Roma
İmparatorluk Çağı’na ait olmalıdır. (olasılıkla 2.yüzyıl)
Kozak’tan Bergama’ya doğru akan
Selinus
Krallık zamanının Hellenistik suyolları, M.Ö. 2.yüzyılda yapılmıştı. Bu
suyolu, üç yol halinde ilerleyen, her biri 50-75 cm. uzunluğunda 240.000 kadar
toprak künkten meydana gelir. Suyolu; kuzeyde, Madra Dağı’ndan yaklaşık 45 km
aşarak Bergama’nın yakınına ulaşır. Kale tepesinin (Akropol) karşısındaki bir
tepe üzerinde bir su haznesinde son bulur. Buradan toprak altına döşenmiş
kurşun borularla üç vadi ve iki alçak tepeyi aşarak Bergama Kalesi’ne (Akropol)
ulaşır. Kurşun borular, büyük taşlardaki delikler içinden geçirilerek toprağa
bağlanmışlardır. Bu yüksek basınçlı (20 atü’ye kadar) suyolunun uzanışı çökmüş
bir çizgi halinde görülebilmektedir. Suyolu, kaleye kuzey taraflardan girer.
Tam giriş noktası henüz belli değildir. Sarayın sarnıçlarına, evlere ve şehrin
çeşmelerine herhalde merkezi bir su deposundan toprak künkler aracılığıyla su
veriliyordu. Şehrin pis su kanallarının akıtılıp temizlenmesi de oradan
itibaren izlenmelidir.
Bergama’nın Roma Çağı’nda artan nüfusunun ve büyük yeni hamam
kuruluşlarının su gereksinimi Kozak Dağları’ndan ve Soma’dan (yaklaşık 80 km
uzakta) gelen diğer suyolları ve kısmen su kemerleri ile karşılanıyordu.”(1)
Bergama Su Kemerleri
Kozak Yaylası yolundan rahatlıkla seçilebilen su kemerlerine yürümek amacıyla artık
kışın bile cılız bir dere şeklinde akmakta olan Bergama (Selinus) Çayı’nı geçmek çok da zor değildir. Oysaki şehir merkezine
doğru çayın üstündeki Roma Dönemi’nden kalma köprülerin ayaklarındaki dev
burunluklar olasıdır ki, o günkü çayın debisine dayanabilecek bir öngörüyle
yapılmış olmalıdır. Ancak; ne bugün o çaydan, ne de dev burunluklarla kırılacak
sel sularından eser yoktur artık.
Bergama (Selinus) Çayı üzerindeki
köprülerden biri ve sel kırıcı pabuçlar
Sıralandığı sırtın üstünde uzaktan bir kervanı andıran su kemerlerinin
arkasındaki vadide Kestel Baraj Gölü
yer alır. Kestel ve Bergama çayları, Bergama’dan aşağıdaki
düzlükte birleşerek Bakırçay’ı
oluşturmaktadır. Bu ise, bir başka su öyküsü Kaikos’un (Bakırçay’ın İlkçağ’daki ismi) Bergama Ovası’ndan
başlayıp İlkçağ’daki Pergamon’un limanı Elaia
ya da bugünkü ismiyle Kazık Bağları
önündeki deltada sonlanan serüvenini tetikler.
Bergama Su Kemerleri’nden biri
Sırta doğru uzanan yamacı tırmanınca Roma Dönemi’nden kalma gösterişli
bir dizi kemer yapısı ile karşılaşılır. Şimdi zeytin ağaçlarıyla kaplı bir
sırtın üstünde yer alan su kemerlerinin bazı yapı taşları çevreye saçılmış
durumdadır. Bu malzemeler içinde su dağıtımında kullanılan taş bilezikler
dikkat çekicidir.
Bergama Su Kemerleri’nin üstünden
Bergama Akropolü’ne bakış
Kimi iyi durumda kimisi yıkıntılar içinde 20 kemer, ardı ardına Aya Yorgi Tepesi’ne doğru birer tespih
tanesi gibi sıralanmış durumdadır. Su kemerlerinin; bir yanda Kestel Baraj Gölü ve diğer yanda ise Selinus’un yatağına doğru alçalarak inen
vadinin tam ortasında yer alan konumu, ziyaretçiler açısından son derece
etkileyicidir. Kemerlerin üstünden Aya
Yorgi Tepesi’ne doğru ilerlediğini düşündüğümüz tarihi suyolu, tepenin
hemen ardındaki bir başka vadiyi de; çoğu şimdi yıkık durumdaki bir dizi
kemerle aşıyor ve buradan yukarıda sözü edilen ters sifon mekanizması ile
Pergamon’un Akropolü’ne ulaşıyor olmalıdır.
Bergama Su Kemerleri’nin
doğusundaki Kestel Vadisi’nde yer alan Kestel Baraj Gölü
Kozak’a doğru
Kozak’ın kalbi, Yukarıbey,
Aşağıbey, Kaplan üçgeninde yer alan ve uzaktan karnabaharı andıran
görünümleriyle fıstık çamlarının yoğun bitki örtüsünü oluşturduğu bir dizi
Yörük yerleşiminden oluşan çok önemli bir havzadır. Bergama Çayı’nın aktığı
vadi boyunca yükselen rakım Kozak Yaylası’nda
yaklaşık 500 metrelere ulaşır. Daha alçaklarda kızılçamlardan ve çınarlardan oluşan
ağaç örtüsü, Kozak Yaylası’na doğru yerini
fıstık çamlarına terk eder.
Sonbaharda Kozak Yaylası; fıstık
çamları ve üzüm bağları yan yana
Yukarıbey köyü, Kozak ismiyle de anılan
bu bölgenin merkezi konumundadır. Yöredeki insanların en büyük geçim kaynağı
olan çam fıstığının kozalakları, kendilerini ağaçlara bağlayan köylülerce büyük
zahmetlerle toplanır. Toplanan kozalakların, güneş altında belli alanlara
serilerek açılması ve fıstıkların belirginleşmesi sağlanır. Eskiden dövülerek
kozalağından çıkarılan çam fıstıkları günümüzde patoz adı verilen makinelerde
ayrıştırılıyor. Kozak Yaylası’nda
kozalak işleyen bu amaçla kurulmuş işletmeler de mevcut. Besin değeri gibi,
ekonomik değeri de son derece yüksek bir ürün olan çam fıstığının kilosunun
fiyatı günümüzde 100-150 TL arasında değiştiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda
Kozak Yaylası’nda yer alan fıstık çamı tarımı ile geçinen 20’ye yakın köy,
yörenin varlıklı yerleşimlerinden sayılabilir. Yukarıbey köyündeki bakkallardan bile ambalaj içinde bu değerli ürünü
temin etme olanağı mevcuttur.
Kozak Yaylası’nda hasat zamanı;
kozalaklardan çam fıstıklarının ayrılma zamanı
Yukarıbey köyündeki bakkal
dükkanı; sanki bir antikacı
Perperene’den Aşağıbey köyüne bir
patika aralığından bakış
Kozak’ın çam fıstığı kadar; Eylül’e doğru eren ve müthiş leziz,
çekirdekli kara üzümü de meşhurdur. Yaylanın özellikle Ayvalık yönünde giderek
alçalan batı yamaçlarında; geniş ölçekli kara üzüm bağları yer alır. Kozak
Üzümü olarak adlandırılan ve çevre pazarlarda seçkin bir yere sahip bulunan bu
üzümün değerini yiyenler bilir. Sonbahar’a doğru antik Perperene kentine doğru yapılacak bir yolculukta; asmaların
dallarında unutulmuş birkaç üzüm tanesindeki şarabi lezzet sizi yoldan
çıkarabilir.
Kozak Yaylası’nda fıstık çamları
Perperene Antik Kenti
Ayvalık’a doğru alçalmaya başlayan topografyada Aşağıbey köyü yol sapağını geçtikten sonra; kuzey yönünde bir başka
döşeme yol sapağı size Bergama kırsalında eski bir Roma yerleşimine giden yolu
işaret eder. Eğer zaman sonbahar ise, bozulmuş bağ kütükleri ve sapsarı kuru
yapraklar, hemen dağa doğru arka planda yükselen fıstık çamlarının derin
yeşili, granit taşlardan bir döşeme yol, bahçe çitleri ve iç içe kapılar; hepsi
mükemmel bir peyzajın parçaları gibidir.
Kozak Yaylası’nın kalbinde bir
Roma yerleşimi; Perperene kentinin tiyatrosu
Perperene
tiyatrosunun oturma sıralarından günümüze kalanlar
İşte bu yol sizi Pergamon’un uydusu, eski bir Roma yerleşimi olan Kozak
Yaylası’ndaki Perperene Antik
Kenti’ne götürecektir. Dev kayalar ve fıstık çamlarıyla kaplı şaşırtıcı
topografyada; bağbozumu sonrasında, bağlarındaki çalı çırpı atığını temizlemeye
çalışan köylüler, sizin için yol gösterici olacaktır.
Perperene kentinin yerleşim
izleri; bir evin kapı söveleri
Köylülerin Çakal Kayası dedikleri tepede her yana
saçılmış sütun, duvar malzemesi, kesme taşlar, ,granit taştan kapı söveleri,
tapınağa benzer bir alanın temel izleri, yukarıdan aşağıya doğru zaman zaman
muntazam bir şekilde izlenebilen Hellenistik duvar parçaları kent alanını
dolaşırken rastlanabilecek kalıntılardandır. Kentin tam karşısına konumlanmış Aşağıbey köyü, sanki yeni yerleşim
alanını işaret etmektedir. Tepede temellerini ve kapı sövelerini izlediğimiz
tapınak alanı üstüne Bizans döneminde bir kilise inşa edilmiş olabileceğine
dair yaklaşımlar bulunmaktadır.
Perperene’de mimari kiriş parçaları
Perperene, Bergama Krallığı döneminde yayladaki verimli
tarımsal alanların değerlendirilmesi amacıyla kurulmuş bir kent olarak
biliniyor. Kentte dörtgen planlı agoranın izlerine yukarı tepede biz de
rastladık. Burada izlenen sütun dizileri ve daha ilerdeki dinsel amaçlı yapı,
agoranın çevresinde yer alıyor. Kentin tiyatrosu, bu yapılaşmanın güney batı
yönünde çalılar içinde ve doğal bir kayalık zemine yaslanmış olarak uzanıyor.
Bazı oturma sıraları sağlam vaziyette olup, basamaklar şeklinde izlenebiliyor.
Kentin tüm yapıları engebeli ve geniş bir alana saçılmış durumda bulunuyor.
Modern çağın fıstık çamları ve Kozak Yaylası’nın dillere destan üzümünün
yetiştirildiği bağlar, çalılardan çitler ve bahçe kapıları kenti ele geçirmiş
gibi. Hele bir ağılın iki yanında destek olarak yer alan granit sütunlar, sanki
ağılı bir ilk çağ tapınağının girişine çeviriyor.
Perperene’de bir duvar
Roma İmparatoru Septimius Severus zamanında kentin kendi
adına sikkeler bastığı biliniyor. Kentin adı Bizans İmparatoru Theodosius’un ziyareti nedeniyle Theodosioupolis olarak değiştirilmiş. Perperene ismi ise Anadolu’nun unutulmuş
kadim dillerinden Mysia lisanına ait
olmalı.
Perperene sınırları içinde yer
alan bir ağılın devşirdiği antik sütunlar
Perperene kırsalında bir yalnız
sütun
Perperene’de bir döşeme yol;
pastoral bir güzellik
Perperene’den aşağılarda Kozak Yaylası’ndan Ayvalık’a doğru inen yolun
iki yakasında bir dizi görülesi Yörük yerleşimi yer alır. Bunlar son derece
temiz, yerel malzeme granitin duvarlara ve köyün sokaklarına yansıdığı muntazam
yerleşimlerdir. Özellikle Aşağıbey ve Kaplan, bu anlamda civarda mutlaka
uğranılması gereken köylerdendir. Sözgelimi, 1940’lı yıllarda köylülerin
diktiği bir ulu çınarın altında gelişen hayat, Kaplan köyünün sembolü olmuştur
adeta. Hemen altındaki su kaynağından beslenen dev çınar, geniş avluda o kadar
büyük bir alana gölge yapar ki sıcak yazlarda bu konforlu alanda zaman
geçirmenin keyfi anlatılmaz.
Aşağıbey köyü; Perperene’nin
kurulduğu Çakal Kayası’ndan bakış
Kozak Yaylası’nın granit kayaları
Kaplan köyünün meşhur çınaraltı
kahvehanesi
Kaplan’dan Dikili’ye doğru
Kozak sırtlarından Dikili
sahillerinin ve Midilli Adası’nın görünüşü
Kaplan çıkışından itibaren yine fıstık çamları ve derin vadilerle kaplı
bir yeşil denize düşer yolunuz. Son yıllarda yöredeki altın madeni
sondajlarıyla tehdit altında kalan bu eşsiz doğanın bağrındaki maden arazisine
çalışan hafriyat kamyonlarının bıraktığı derin izler, gelecekteki potansiyel tehlikenin
habercisi gibidirler. Dikili yönünde yol boyunca kıvrılarak alçalan topografya,
Nebiler köyü yakınlarında Âşıklar Şelalesi adıyla bilinen hoş bir
mekâna ve Nebiler Ilıcası’na ulaşır.
Şelalenin bulunduğu kayalıkların arkasındaki bir mağaranın derinliklerinden
gelen buz gibi su, bir süre küçük bir dere şeklinde şelalenin bulunduğu
uçurumun kenarına dek akar ve buradaki kayalıkların üstünden aşağıdaki
çınarlarla kaplı düzlüğe doğru dökülür. Teraslar şeklinde düzenlenmiş bir
piknik alanı görünümündeki Âşıklar
Şelalesi, bu anlamda kavurucu yaz sıcağında; Dikili’nin hemen yakınlarında
sığınılacak saklı bir cennet gibidir.
Nebiler Aşıklar Şelalesi
Nebiler piknik alanı
Nebiler şelalesine doğru
Çamavlu’da naif bir
heykeltıraş; Mustafa Yılmaz
Yukarıbey köyünden ileride; fıstık çamlarından ibaret yeşil bir denizin ucunda
yer alır Çamavlu köyü. Köyün içinden
geçilerek ulaşılan Madra Dağı’na
giden yol, bize hazin bir hikâyeyi anlatır biraz da. Hikâye, köyün girişinde;
sergilenen granitten yontulmuş naif heykellerle kaplı iki katlı bir evin önünde
başlar. Bu ev, İvrindili çoban ve taş ustası öksüz Mustafa Yılmaz’ın evidir.
Taş ustası Yörükoğlu Mustafa
Yılmaz’ın Çamavlu girişindeki evinin duvarına nakşettiği kendi rölyefi ve
hayatı
Mustafa Yılmaz, eserini
anlatıyor.
Mustafa Yılmaz’ın Kozak
Yaylası’nda yaptığı çeşmelerden biri
Evinin önüne yaptığı havuz ve
Atatürk rölyefleri
Hayata sahip olduklarının değerini anlamış olmanın basitliği içinde bakan
ve buna şükrederek duygularını taşa döken bir adamdır Mustafa Yılmaz. Annesinin çok küçük yaşlarda terk edip onu
kimsesizliğe mahkûm edişiyle duygu dünyasının nasıl etkilendiğini tahmin dahi
edemeyiz, ama Madra Dağı’nın
eteklerindeki yüzlerce yıldır sürülerin yayıldığı geniş otlakta geçen çocukluk
günleri, onda derin izler bırakmıştır. Yörüklerin gerge dedikleri bir tür Yörük çadırından türemiş kulübelerin
arasında, kışın yağmurların ve Madra Dağı’ndan
kaynayan suların birikerek karasuluğa çevirdiği bu geniş yayla düzlüğü ona uzun
süre yurt olur. 1939 doğumlu Mustafa Yılmaz, uzun yıllar çobanlık ve Madra’nın
granit dokusundan esinlenerek taş ustalığıyla kazanır hayatını. Günün birinde
gördüğü rüyayı yorumlayarak taşı yontmaya başlar; işte o an naif heykeltıraşlığın
yolunun açıldığı gündür Mustafa Amca için.
Yörükoğlu Mustafa Yılmaz’ın
çobanlık zamanlarının geçtiği yer; Madra Dağı’nın eteklerindeki yaylak
Evinin önündeki granitten
yonttuğu Kurtuluş Savaşı panosu
Mustafa Yılmaz’ın Bill Clinton,
Kofi Annan ve Saddam Hüseyin’i taşa yonttuğu Irak rölyefi
Aslanlarla barışı yorumlayış
Çamavlu girişindeki evinin
önündeki aslanlı havuz
Önce köyün girişinde bir ev ve çeşme yaparak başlar işe. İki katlı evin
duvarları, Mustafa Yılmaz’ın hayatını yansıtan anlarla doludur. Bu işi o kadar
ileri götürür ki, giderek dünya meselelerine kafa yormaya; içindeki barış ve
hoşgörü düşüncesini taşa işlemeye başlar. Örneğin; Amerikalıların Irak’a
müdahalesini, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yöneliş sürecini, Kurtuluş
Savaşı’nı, Fatih Sultan Mehmet’i, Atatürk’ü, İsmet İnönü’yü naif duygularla taş
yontulara taşır. Çevresinde ve ülkede tanınır; yabancı turistler dahi onu
ziyarete gelirler, heykel sipariş ederler. Sözün kısası, bu güzel çobanın ünü
sınırları aşar, küçücük hayal dünyasını granite işleyerek, iç dünyasında kopan
duygu kırıntılarını dünyaya taşır.
Son söz olarak şunu ekleyelim; Mustafa Amca’ya bu işi neden yaptığını
sorduğumuzda şu ifadeyi kullanıyor bize:
“Unutulmamak için…” diyor ve bir de şunları ekliyor:
“Her şeyi devletimize borçluyum. Bunları onlara olan borcumu ödemek için
yaptım.”
Ne mutlu Mustafa Amca’ya; ne mutlu bu ülkeye borcunu ödeyebilen güzel
insanlara…
Dipnotlar
(1)
Bergama Arkeolojik Rehber, Wolfgang Radt, Kazı Başkanı, 3.Baskı, Türk Turing ve Otomobil Kurumu,
1984; sayfa: 16
(2)
Fotoğraflar, İ.Fidanoğlu ve A.Aydemir’e aittir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
yazılarınız ve resimleriniz her yönüyle mükkemmel
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, bizleri teşvik edici satırlarınız için çok teşekkür ederiz. Amacımız kültürel varlıklarımız ve benzersiz doğamızla ilgili farkındalık yaratmaktır. Yorumlarınızın ve bloğumuza olan ilginizin devamını dileriz. İF
SilKozak'ı çok güzel anlatmışsınız.
YanıtlaSilBol fotoğraf ve detaylı yazı olunca blogları okumak çok keyifli oluyor. Tebrikler.
Teşekkürler...İF
SilBir Bergama lı olarak itiraf edeyim PERPERENE antik kentinin varlığını sayenizde öğrendim. teşekkürler.sayfanız ise mükemmel..
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginiz ve teşvik edici sözleriniz için teşekkür ederiz. Katkılarınızın sürekliliği dileğiyle... İF
Sil