YENİ FOÇA ÇEVRESİNDE DOLAŞIRKEN
18 Mayıs 2016
İbrahim Fidanoğlu
Bugün rotamızı kuzeye; Yeni Foça
civarına çevirdik. Hem Kozbeyli
köyünden Yeni Foça’nın arkasında yükselen Fula
Dağı’na doğru toplamda yaklaşık 16 km.lik konforlu bir yürüyüş yapmak, hem
de Yeni Foça kırsalında ve Kozbeyli’de eski mübadil zamanlarına
doğru düşsel yolculuklara çıkarak günün hikâyelerini yakalamak; işte hedef
buydu bugün.
Kozbeyli'den Yeni Foça'ya doğru
Fula Dağı
Fula Dağı'ndan Yeni Foça'ya bakış
Kuzu Bey’in köyü Kozbeyli
Kozbeyli köyü, adını aldığı
kurucu atası Kuzu Bey’in hatırasını
günümüze taşıyan ve arka planında saklı hikâyeleriyle bugünkü tüketim ağırlıklı
hayatımıza katabileceği çok unsuru içinde barındıran değerli bir yerleşim
olarak dikkat çekiyor. Bugün Aliağa
ve Yeni Foça arasında; ülkenin demir
çelik sektörünün kalbinin attığı bir havzanın hemen yakınlarında yer alan Kozbeyli, tarihte özellikle Cenevizliler
döneminde ekonomik değeriyle öne çıkan Şaphane
Dağı’nın kuzeydoğu eteklerinde Ortaçağ’da bu kıyıları tehdit eden korsan
akınlarına karşı korunaklı bir tepenin üzerinde kurulmuş. Dağdan beslenen su
kaynaklarıyla hayat bulan köyün; önceleri Şaphane
Dağı’nın yukarılarında kurulduğu (köyün eskileri, bu yerin Yolmuç olarak adlandırıldığını
söylüyorlar), daha sonra korsan akınlarından korunma amacıyla bu tepenin doğuya
bakan yamaçlarına doğru kaydığı anlaşılıyor.
Kozbeyli Meydanı ve tepedeki Kozbeyli Camisi
Kozbeyli köyünün sokaklarından biri
Kozbeyli Camisi; Gedikönü yönünden...
Kuzu Bey, büyük olasılıkla buraları yurt bellemiş bir Türkmen beyi
olmalı. Kozbeyli’nin konumlandığı
tepenin sırtlarında yer alan ve kitabesinden Hicri 1027 (Miladi 1611) yılında
yapıldığı anlaşılan cami ve hemen yanındaki Kuzubey
Kulesi olarak bilinen kule yapısı, 17.yy.da merkezi otoritenin zayıfladığı
ve ayanların yerel otorite olarak öne çıktığı döneme işaret ediyor. Demek ki
köyde o dönem bir savunma refleksinin geliştiği anlaşılıyor.
Kuzubey'in Kulesi
Kozbeyli Camisi'ne çıkarken
Kuzubey'in kulesine Gedikönü'nden bakış
Prof. Ersin Döğer’in Menemen
ya da Tarhaniyat Tarihi isimli kitabında 18.yy.da Kozbeyli’yi de etkileyen eşkıyalık olayları şu şekilde aktarılıyor:
“Güzelhisar-ı Menemen Voyvodalığı’nı uzun
süre ellerinde bulunduran Kalabaklı Himmetoğulları, bölgede önemli rol oynayan
ayanlardandı. Himmet Ağa, Kalabaklı köyünden Güzelhisar’a gelerek yerleşmiş,
Güzelhisar Tuzlası’nı (bugünkü Aliağa plajları civarı) işleterek zengin
olmuştu. Himmet Ağa’nın ölümünden sonra oğlu Zeynelabidin, Güzelhisar Voyvodası
oldu. Fakat iltizam parasını ödeyemediğinden 1749 yılında (Hicri 1163)
azledildi. Zeynelabidin, Menemen Voyvodası Boğazlı Hasan Ağa ve Helvacıköy
Ayanı ile iltizam ve rekabet yüzünden iyi geçinemiyorlar, birbirlerini her
fırsatta şikâyet ediyorlardı. Bozköy’e yerleşen Zeynelabidin, adamları eşkıya
Bakioğlu Osman ve Öküzköylü (şimdiki Şehit Kemal köyü) Kara Süleyman ile
birlikte, Bozköy, Kozbeyli, Ilıpınar, Gökkebir ve Şeyh-i Kebir köylerinin
vergilerini zorla toplamaya başladı.
Kozbeyli Camisi'nin girişi
Bu şikâyetler üzerine Zeynelabidin,
silahlı adamları ile birlikte Helvacıköy’ü güpegündüz bastı, tüm köyü yaktı ve
köy halkından Hacı Ali, Seyyit Mehmet, Tilkioğlu Mustafa ve Mağripli Mehmet
adlı kişileri öldürdü. Halkın tüm mal ve erzaklarına el koyduğu gibi Debbağoğlu
Halil’in kızını da kaçırdı.
Şikâyetler üzerine bu olayın
soruşturmasıyla Aydın Valisi Vezir Ragıp Paşa görevlendirildi. Yapılan tahkikat
sonucunda Zeynelabidin ve kardeşleri suçlu görüldü ve Güzelhisar’dan
sürüldüler.”(1)
Kozbeyli Camisi ve onunla yaşıt kara servi
Kozbeyli Camisi'nin içi
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Caminin barok tarzı süslemelerle bezenmiş mihrabı
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Cami tavanındaki alçı süslemeler
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Yine aynı kitapta; Kozbeyli’nin 1531 yılından sonraki tapu
tahrir kayıtlarında Menemen Kazası’na bağlı bir köy olarak Kuzubeğli adıyla anıldığı belirtiliyor.
Ersin Döğer’e göre, “köyün
adı, 13. ve 14. yüzyılda bu bölgeye iskan edilmiş bir konar göçer Türkmen
aşiret yada oymağı ile ilişkili olmalıdır. Aynı şekilde adı yine bir Türkmen
oymağı ile ilişkili görünen Gencerli veya Genceli (Gencelü, Gençerlü) koyuna hâkim
ve tüm Türk köyleri gibi denizden gelecek tehlikeye karşı, kıyıdan belli bir
uzaklıkta yer alan Kozbeyli köyü, Yaren Dede adındaki yatırı ile de eski bir iskân
olarak dikkati çekmektedir. 1575 yılı tahririnde Yeni Foça Kalesi
muhafızlarının tımarı olup Yörük defterinde 65 nefer ile Ellici cemaatinden 12
nefer kayıtlıdır. 1668 avarız haneleri tespitinde 10 hane vergi mükellefi
vardır.
1890 yılı Aydın Vilayeti Salnamesi’nde
524 nüfusuyla 19.yy.ın başında kaza statüsüne yükseltilmiş olan Foçateyn
ilçesinin Yeni Foça nahiyesine bağlıdır. 1927/1928 yılı İzmir Vilayeti
Salnamesi’nde ise 665 nüfus kayıtlıdır.”(2)
Gezginler, Kozbeyli Camisi'ne doğru çıkan sokaklardan birinde...
Camiden denize doğru
Gedikönü mevkii
Gedikönü'ndeki eski evlerden biri
Yine Gedikönü'nde bakımlı ve korunmuş bir diğer ev
Yukarıda anlatılan
bilgiler ışığında köyün; 16.yy.ın ilk yarısında yukarıda sözü edilen Şaphane Dağı’ndaki ilk yerinden, bugünkü
bulunduğu yere taşınmış ve burada yeniden kurulmuş olabileceğine işaret
ediliyor.
Kozbeyli’nin geçmişinde saklı kalan dönemlerden biri de Osmanlı’da
Fetret Devri diye bilinen ve 1402’de Yıldırım
Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda Timurlenk’e
yenilmesiyle başlayan sıkıntılı zamanlara ait olmalı. Çünkü Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa’nın öne çıktığı Şeyh Bedrettin İsyanı’nın
1.Mehmet tarafından kanlı bir şekilde
bastırılması sürecinde; Aydınoğulları’na kan bağıyla bağlı olan İzmiroğlu Cüneyt Bey’in bu isyanla
ilişkili Batı Anadolu’daki son direniş noktaları yakın coğrafya içindedir.
Rum Mahallesi'ndeki su kuyularından biri
“Timur, İzmir’i Latinlerin elinden
aldıktan sonra Aydınoğlu Musa Bey’e vermişti. Bununla birlikte Anadolu’dan
çekildikten sonra Yıldırım Beyazıt’ın İzmir’e subaşı yaptığı Kara Hasan Ağa’nın
kardeşi Cüneyt Bey İzmir’i ele geçirdi. Cüneyt Bey, Aydınoğlu Umur Bey’in
kardeşi Fatih İbrahim Bey’in oğluydu ve İzmir üzerinde hak iddia etmesi örf ve
geleneğe aykırı değildi. Kendisi bir ara tüm Aydınoğulları arazisini ele
geçrmişti ve İzmiroğlu olarak da anılmaktaydı. Çelebi Mehmet I, kardeşlerini
birer birer ortadan kaldırdıktan sonra, Batı Anadolu’yu yeniden ele geçirmek
üzere İzmir’deki Cüneyt Bey’in üzerine yürüdü.”(3)
Cüneyt Bey üzerine gerçekleştirilen sefer, 1412 yılında
gerçekleştirilir. Yeni Foça’daki şap
ticaretini kontrol eden Cenevizliler’in hizmetindeki Bizanslı tarihçi Dukas’dan aktarıldığına göre;
“Mehmet Çelebi, bu defa Asya’ya (Anadolu)
geldiğinde; Cüneyt’in kuvvetlenmiş olduğunu ve kabına sığamadığını gördü. Onu
tedip (cezalandırma) için harekete geçerek Asya’nın Bergama şehrine geldi ve
Cüneyt’e şu haberi gönderdi: “Sahip olduğun yerleri terk ve teslim et.” Cüneyt
ise hiçbir cevap vermeyerek kaleleri tahkim etmiş, vaziyetin gelişimini
bekleyerek yerinde oturuyordu. Mehmet Çelebi Kimi’ye (Kyme; şimdiki Nemrut
Limanı) gelerek kalenin teslimini istedi. Teslim olmayınca harp ile zapt etti.
Bu kale Cüneyt’in hükmü altındaydı ve kaledeki silahendazları kılıçtan geçirdi.
Yerli ahaliyi serbest bıraktı. Oradan kalkarak Menomenos (şimdiki Menemen)
ovasına geldi. Orada Arkhangelos adında sağlam ve kuvvetli bir kale vardı.
(Dumanlı Dağı’nın batı yüzündeki Yanıkköy üstünde bulunan Neonteikhos Kalesi
kast ediliyor) Türkler, bu kaleye Kayacık adını verdiler. Mehmet Çelebi burayı
da büyük kuvvetler kullanarak harp ile zapt edip Nif’e geldi. Burayı da harp
ile zapt ettikten sonra İzmir’e geldi.”(4)
Camiden aşağılara bakış
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Anlaşıldığı kadarıyla
çok yakınında yer alan iki kale merkezinde geçen bu olaylar, zamanında Kozbeyli’yi de etkilemiş olmalı. Bu el
değiştirmelerle geçen süreç, sonunda Osmanlı birliğinin yeniden kurulması ile
son bulacaktır.
Kurucu atası Kuzubey’in ismiyle anılan Kozbeyli, aslında bir Türkmen köyü.
Ancak, 1821’de Yunanistan’da Mora Ayaklanması
ile başlayan süreçte Batı Anadolu’ya yönelen Rumların kitlesel göçünden söz
ediliyor. Özellikle kıyılardaki verimli topraklarda yerleşen Rum ahali bir
anlamda Mora’daki karışıklıklardan ve Kıta Yunanistanı’ndaki coğrafyanın
imkânsızlıkları ve geçim sıkıntısı gibi nedenlerle Batı Anadolu’ya geliyorlar.
Bugün eski Rum mahalleriyle dikkatimizi çeken örneğin Foça, Alaçatı, Ayvalık,
Bergama gibi birçok Ege kasabasındaki Rum nüfus hareketleri o yıllara
dayanıyor. Bu konuda Atina’daki Küçük
Asya Araştırmaları Merkezi’nin özellikle mübadeleyle Anadolu’dan Kıta
Yunanistanı’na göçen Rum mübadiller arasında yaptığı araştırmalar sonucunda
elde edilen kayıtlar bu savı destekler nitelikte görünüyor.
Kozbeyli'nin dar geçitleri
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Bunlardan bir kaçı
aşağıda:
Ariadni Polikrati; Osmanlı Devleti’nin son devrinde Çiftlik Aya Yorgi’de (Çeşme) doğmuş,
24.6.1963’de Atina’da mülakatı yapan Zoi Kyritsopulu, “Köyüm Abdul Ağa diye bir Türk’ün mülkü
olan bir çiftlikten ibaretmiş. Hıristiyanlarla çok iyi geçinirmiş, onlara tarla
vermiş, düzen kurmalarına yardım etmiş. Bir gece Aya Yorgi rüyasına girmiş,
Türkler o azizi çok sayarlardı, aziz şöyle demiş ona:’Bu günden itibaren köye
Abdül Ağa Çiftliği demek yok, adına sadece Çiftlik Aya Yorgi denecek.’
Büyükannem bana böyle anlattı, o da kendi büyüklerinden duymuş.”(5)
Duvarcı ustalarının duvara attıkları imza; sol üst köşede...
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Duvardaki imzanın detayı
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Bornovalı bir mübadilin
anlattıkları:
1906 Bornova doğumlu Hiliopolus Nikolaos,
26.7.1968’de Atina’da mülakat yapan Zoi Kyritsopulu: “Bornovalı Hıristiyanların kökü Kytheros,
Sakız, Midilli’ye dayanırdı, geleli yıllar oluyordu, bazıları 1912’de varmıştı
buraya. Benim büyük-büyük dedem 1821’de, devrim sırasında (Yunanistan’ın
bağımsızlığı kast ediliyor) Peloponnesos’tan gelmiş.”(6)
Kozbeyli Camisi'nin bulunduğu düzlemden Çandarlı Körfezi'ne ve Karadağ'a bakış
(Fotoğraf: İF; 2004-Şubat)
Kıta Yunanistan’ı veya
adalardan geliş nedenlerini açıklayan bir ifade:
Gavurköy; 25.9.1964’de Tbehai’de mülakat yapan Zoi Kyritsopulu: “Yaşlılara niye köylerini bırakıp Küçük
Asya’ya geldiniz diye sorduğumuzda dediklerine göre, daha rahat yaşamak, büyük
alanlarda tarım yapmak, zengin olmak isterlermiş ki öyle de olmuş zaten.”(7)
Rum Mahallesi'nin bugünkü hali
Kiliseden ve papazın evinden kalan yıkıntılar
İşte bugün konumu
itibariyle Kozbeyli’nin; Balkan
muhacirlerinin iskânı için kurulan Yeniköy
çıkışına denk düşen Rum Mahallesi de böyle oluşmuş. Köyün doğusunda yer alan
bir sekide, Rumların bir kilisesi ve papazın evi varmış. Kilise, mübadeleden
sonra Cumhuriyet döneminde bir süre okul olarak işlev görmüş. Daha sonra
kilisenin taşları, köyün alt kısmına yapılan okulun inşaatında yapı malzemesi
olarak kullanılmış. Şimdi orada kalan yapı kalıntıları, papazın evinden
günümüze kalanları temsil ediyor.
Evin karşısında yer alan Çapkınoğlu Meyhanesi
Biraz daha beri de ise,
bugün ayakta olan ve son yıllarda Foça Belediyesi’nin çabalarıyla restore
edilip bir tür etnografik müzeye dönüştürülen Çapkınoğlu’nun evi ve meyhanesi yer alıyor. Kapı lentosu üzerinde
1878 tarihini taşıyan Çapkınoğlu’nun
evinin hemen karşısında yer alan meyhane, o günleri ne kadar anımsatır bilinmez
ama yine bir meyhane havasında düzenlenmeye çalışılmış. Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık
isimli belgesel romanında köyden ve bu meyhaneden şöyle söz ediliyor:
“Köyün kurucusu ve derebeyi Kuzubey,
aşağıyı gözetlemek ve kendini korumak amacıyla görkemli bir kule-ev inşa
ettirmişti. Altından geçen Pınarderesi’ne bakan uçurumun üstüne yerleştirilen
bu ürkütücü yapı, mazgalları ve korunaklarıyla tam bir kartal yuvasıydı.
Cami yönünden Kuzu Bey'in Kulesi
…
Köyde ahşap mimariye rastlanmazdı pek.
Civardaki taş ocaklarının ürettiği birinci sınıf ebniye ve kayrak taşlarından
yapılan iki üç katlı evler de korunaklıydı ve onlar da gerektiğinde kendilerini
savunacak biçimde inşa edilmişlerdi. Tamamı dağın yamaçlarına yaslanan,
Çandarlı Körfezi’ne dönük ve birbirlerinin manzarasını kapamayan taş evlerin
görünümü Kozbeyli’nin kimliği ve simgesiydi sanki.
Eskiden olduğu gibi 1909 yılında da iki
mahallesi vardı köyün. Birisinde Türkler, diğerinde de Rumlar ikamet ederdi.
Türklerin yukarı ve aşağı olmak üzere iki bölümdü. Kuzubey’in kule-evi ve hemen
yanındaki antik cami Yukarı Mahalle içinde kalıyordu. Caminin altı ve batı
kesiminde kalan evler de Aşağı Mahalle’yi oluşturuyordu.
Kozbeyli'nin yeni sakinleri
Yukarı Mahalle’de evler iç içeydi. Ortada
Gedikönü adı verilen küçük alan çocukların oyun yeriydi. Burada 60 civarındaki
evi parmakla saymak olasıydı. Aşağı Mahalle’deki 40 ev de bunlar ilave edilince
ortaya çıkan 100 rakamı Türk hanelerin sayısını belirliyordu.
Çapkınoğlu'nun evi; arkadan görünüm
Çapkınoğlu'nun evi ve meyhanesi bir arada...
Çapkınoğlu'nun evinin giriş holü; şimdi bir müzeye dönüştürülmüş.
Müzede yer alan ve Çapkınoğlu Meyhanesi'nde müşterilere hizmet eden garsonların giydiği söylenen giysilere örnek
bir diğer örnek
Çapkınoğlu Evi'nin alt kattaki bir başka salonu; mozaikler yeni...
Rum evleri, Kocakayalar (köyün
arkasındaki tepenin üstünde yer alan yekpare kayalara verilen isim) altındaydı.
30 kadar evin üstündeydi kilise. Bahçesinde papazın lojmanı bulunuyordu.
Kiliseye gelmeden önce taş sütunlu bir kapıdan girilen ve taş çerçeveli iki
penceresi olan tek katlı özel yapı Çapkınoğlu’nun ünlü meyhanesiydi. Çapkınoğlu,
meyhanenin tam karşısına bahçe içinde, iki katlı, sütunlu, süslemeli güzel bir
ev yaptırmıştı.
Restorasyon sonrası müzeye dönüştürülmüş Çapkınoğlu'nun evi
Çapkınoğlu Meyhanesi'nin bugünkü iç mekan düzenlemesi
Rumlara ait eski bir mezar taşı
Çapkınoğlu'nun evi'nden bir görünüm
…
Kozbeyli’de de üretilen ünlü Foça Karası şarabını
sunuyordu müşterilerine Çapkınoğlu. Yörede çok özel bir yeri olan bu meyhane
herkese açık değildi. Üç Rum kızının garsonluk yaptığı binaya Türklerin girmesi
daha da zordu. Onların buraya uğrayabilmesi, ya paralarının ya da güçlerinin
fazla olmasına bağlıydı. Sadece bunlar da yeteli değildi. Müşteri ister Rum,
isterse Türk olsun ve ne kadar içerse içsin, bulunduğu yeri adabıylsa terk
etmesini bilecekti. Meyhane kapıları, şımaran, cıvıtan ve dağıtanlara bir daha
açılmamak üzere kapatılıyordu.”(8)
Çapkınoğlu Evi'nin arka balkonundan denize doğru bakış
Bugün için Kozbeyli köyü, hem kısmen korunan sivil
mimari örneği taş evleri, tepedeki camisi, Kuzubey
ile ilişkilendirilen kulesi, ovaya doğru eski çeşmeleriyle sahip olduğu zengin
tarihi iklimi ve aynı zamanda Gencerli
Körfezi’ne yakınlığıyla bir çekim
merkezi haline geldi. Büyük şehirlerden buralara gelip eski evleri restore
ettirenler ya da Şaphane Dağı’nın eteklerindeki düzlüklere dek uzanan geniş
alanlarda modern anlayışa göre çiftlik evleri inşa ettirenler, köyün nüfusunun
kabarmasına yol açtılar. Köyde açılan oteller, kır lokantaları ve kahvaltı
evleri, dibek kahvesi ile öne çıkan kahvehane ve kafeteryalar, hediyelik eşya
dükkânları köyde turizmin bir geçim kaynağı haline geldiğini gösterse de; bunun
ne kadarının Kozbeyli köylülerine yaradığı konusu biraz belirsiz gibi.
Kozbeyli’den Fula Dağı’na
İzmir Büyük Şehir
Belediyesi, Kozbeyli köyünün
ilkokulunun köşesinden Şaphane Dağı’na
doğru yönelen bir yürüyüş rotasını işaretleyerek yürüyüşçüler ve bisikletçiler
için düzenlemiş. Bu rota, Yeni Foça’nın
hemen üstünde yer alan Fula Dağı’na
kadar devam ediyor. Ayrıca, Yeni Foça’nın
girişindeki sitelerden başlayan ve Fula
Dağı ile Kozbeyli’ye yönelen
başka başlangıçlar da mevcut. Kozbeyli’den
Fula Dağı’na kadar olan rotanın
toplam uzunluğu 8 km. kadar. Bunu gidiş-dönüş olarak düşünürsek, toplamda
yaklaşık 16 km.lik bir yürüyüş parkuru anlamına geliyor. Hafif zorlukta bir
yürüyüş parkuru özelliğindeki rotanın en dik yerlerini Şaphane Dağı’nın kuzey yakasına tırmanan patikalar oluşturuyor.
Dağ karanfili
Şaphane Dağı'na doğru
Arabayı asfalt yolun Fula Dağı rotası ile kesiştiği noktada
bırakarak Şaphane Dağı’nın eteklerine
doğru yürümeye başladık. Kozbeyli
İlkokulu’ndan beri takip ettiğimiz asfalt yol boyunca irili ufaklı sayısız
çiftlik evini arkamızda bıraktık. Kimisi malikâne boyutlarındaydı, kimisi ise
birer mütevazı kır evi görüntüsündeydi. Yeni Foça civarında yürümek, bizim için
kuzeyin florasına baharda bakmak açısından da bir fırsat anlamını taşıyordu.
Sarı pirenler
compositae sp. (papatyagillerden)
Aslan dişi
Sarı pirenler
Dikenin güzelliği
İlk dağ karanfilleri
çıktı karşımıza. Yürüdükçe aslan dişleri, sarı kantaronlar, türlü türlü
dikenler, şemsiyeleri andıran bembeyaz çiçekleriyle maydanozgillerden bir grup nebat, daha ilerledikçe Fula Dağı’na
doğru yeni çiçeğe durmuş; benzersiz güzellikteki kapariler, sapsarı top gibi
çiçekleriyle ölmez otları, lila rengi hatmiler, tomurcukları açtı açacak sumak kolonileri, mor beyaz
çiçekleriyle ebegümeçleri nasibimize düştüler bugün.
Şaphane Dağı altından Gencelli'ye doğru bakış
peygamber çiçeği
Enginarın kardeşi; deve dikeni (carduus nutans)
Bir toplu fotoğraf alalım dedik.
trifoliumlardan...
Maydanozgillerden...
Şaphane Dağı’nın eteklerini dolanarak hafiften yükselmeye başladık.
Birer birer kilometre levhalarını arkamızda bırakıyorduk. Dikkatimizi çeken
noktalardan biri de; yol boyunca yanımızda bir duvar gibi yükselen tortul
kayaçlardan oluşan tabakalardı. Sanki deniz dalgaları yalamış geçmişti
hepsinden. Dağın kuzey yüzünden devam eden yürüyüşümüz bir süre sonra bir bele
ulaştı. Belin arkasına doğru dolandığımızda solumuzda Şaphane Dağı’nın kuzeye bakan yalçın kayalıkları belirdi. Toprak
yoldan aşağılarda Rumlardan kalma birkaç kule evin yıkıntıları dikkatimizi
çekti. İçlerinden en iyi durumda olanına dönüş yolunda uğramayı planladık.
Yol boyunca tortul kayaç tabakaları
Labiatae sp; bu aylarda coştuğuna tanığız.
Çiçeğe durmuş sumak kolonileri
Labiatae sp.
Şaphane Dağı
en arkada Kapukaya
Şaphane Dağı’nın zirvesine doğru ilerleyen yol ayrımına
ulaştığımızda tam bir dört yol ağzına gelmiştik. Bulunduğumuz noktadan güneye
doğru; ufka baktığımızda, daha önceki haftalarda yürüdüğümüz Kapukaya’yı silüet olarak
seçebiliyorduk. Yeni Foça yönündeki Fula Dağı ise, artık tam karşımızdaydı. Diğer
iki yoldan biri, geldiğimiz yöne doğru bir alt düzlemden ilerleyen üçüncü
seçenekti. Bu yol, Yeni Foça kırsalına serpilmiş kule tipi Rum evlerinin
bulunduğu yamaçlara doğru gidiyordu. Dördüncü ve son sapak ise, güneye doğru
hemen altımızda uzanan ve Yeni Foça’nın
Foça Jandarma Komando Alayı yönündeki yeni genişleme havzasında yer alan
mahallelere doğru iniyordu. Biz Fula Dağı’na
doğru devam ettik. Fula Dağı’na
yaklaşırken sağlı sollu kapariler başladı. Çiçekleri yeni açmıştı. Biraz ilerde
Fula Dağı’nı çepeçevre saran ring
yolundan ayrılarak tepeye doğru tırmanmaya başladık. İlk başta oldukça dik bir
eğimle başlayan tırmanışımız bir süre sonra yumuşadı. Kısa sürede dağın
zirvesine ulaştık. Tepede bizi, rüzgârla dalgalanan al bayrağımız karşıladı. Yeni
Foça manzarası eşliğinde Fula Dağı zirvesinde yenilen yemek, günün ödülü
gibiydi.
Karşımızda Fula Dağı; sarı kantaronların ardında...
Kapariler çiçekte...
Kapari kolonisi
İsmini bilemedik.
Ebegümeci çiçeği bu kadar mı güzel olur?
ve bunlar da ebegümeçleri
Deve dikeni; tıpkı enginar; aslını inkar etmez.
papatyagillerden ölmez otları (bidens tripartita)
Fula Dağı zirvesine doğru...
Gezginler, Fula Dağı'nda...
Fula Dağı'ndan Yeni Foça'nın görünümü
Mola sonrası dönüş
yoluna koyulduk. Dönüşte amacımız, giderken tespit ettiğimiz çatısı çökük Rum
kulesine uğramaktı. Öyle de yaptık. Toprak yoldan hafif eğimli küçük bir
patikayla ulaşılan ev, belli ki yakın zamana kadar mübadele sonrasındaki yeni
sahipleri tarafından kullanılmıştı. Ama ne yazık ki evin durumu artık iyi değildi.
Zaten terk edilmiş ev, iki ayaklı “akbabalar” tarafından yağmalanmıştı. Yerde
yatar bulduğumuz giriş kapı lentosunun üstünde yer alan yazıtta, evin sahibinin
ismi ve yapım tarihi yazılıydı. Ayrıca bir de kısmen tahrip edilmiş haç
kabartması bulunuyordu. Ev, 1878 yılından kalma idi. Lentonun üstünde
okuyabildiğimiz kadarıyla Hristifis
Ienotariot sözcükleri seçiliyordu. Herhalde evin sahibinin isimleri
olmalıydı diye düşündük.
Yeni Foça kırsalındaki kule ev
Evin ön cephesi
Yerde bulduğumuz evin giriş kapısına ait lento üzerindeki yazılar
Evin içinden görünüm; dolap ve nişler
Evin girişi ve hatıllar
Çitlembikler evi ele geçirmiş.
Ev, iki katlı alt katı
sağır; üst katında pencereleri bulunan, ahşap hatıllarla kat araları
belirlenmiş ve Yeni Foça’daki taş
ocaklarından çıkarılan Foça taşları kullanılarak yapılmış bir yapıydı. Alt ve
üst katında birer ocak; duvarlara gömülü iki raflı dolaplar, doğuya bakan
duvarda büyük olasılıkla kutsal ikonaların konduğu nişler mevcuttu. Çatısı
çökmüş evin içini çitlembikler ele geçirmişti. Az ötedeki zeytinlerin de hali
bakımsızlıktan haraptı. Sözün kısası her yer tarumar haldeydi. İster istemez
manzara hepimizi hüzünlendirdi. İnsana esas dokunan, yaşanmışlıkların izleri ve
terk edilmişlik duygusuydu. Bu düşüncelerle yıkıntılar arasından ayrıldık ve
yeniden Kozbeyli yönüne doğru
yürümeye devam ettik.
Evin bulunduğu yerden denizin görünümü
Kule ev ve deniz
Eve son bakış
Kozbeyli’nin Gencerli’ye
doğru biraz altında rastladığımız bir başka Rum evinin durumu ise daha
farklıydı. Evin sahipleri, herhalde yıkıntı haline gelmesin diye evin bütün
pencerelerini taşla kapatmışlardı. Anıtsal boyutta diyebileceğimiz bir
çitlembik ağacının gölgesindeki iki ayrı evden oluşan kompleks yapının iki
farklı renkte taşlardan örülmüş kemerli pencereleri ve ustaları tarafından
sanki bir imza atarcasına duvarlarına işlenmiş balık sırtı desenleri dikkat
çekiciydi. Zamanın yorgunluğunu taşıyan bu eski yapılar, şimdi ıssızlığın
ortasında sanki kaderlerine terk edilmiş bir haldeydiler.
Kozbeyli'ye yaklaşırken ovada gördüğümüz diğer ev
Anıt çitlembik ağacı, gezgin ve yalnız ev
Aslında iki ev yan yana gibi...
Kozbeyli’ye ulaşmıştık. Sıcak bir havada yaklaşık 16,5 km kadar
yürümüş, Türkmen ataların kurduğu eski bir köyün ahir zamanlarında ortaya çıkan
mübadil hikâyeleri eşliğinde günün hüznünü ve zamanın ruhunu yakalamaya
çalışmıştık. Yeni Foça sahilinde maviliklere karşı içilen yorgunluk çayları
sonrasında yönümüzü İzmir’e çevirdik. Şimdi eve dönme zamanıydı.
Dipnotlar
(1) Ersin Döğer, Menemen ya da Tarhaniyat Tarihi, Sergi Yayınevi, Mart-1998; sayfa:86
(2)
Ersin Döğer; a.g.e; sayfa: 240-241
(3)
Ersin Döğer; a.g.e; sayfa: 63
(4) Ersin Döğer; a.g.e;
sayfa: 64
(5)
Herve Gergelin, Smyrna’nın Sonu, Bir Zamanlar Yayıncılık, Çeviri: Saadet Özen, Aralık-2008; sayfa:
30, (16) nolu dipnot
(6) Herve Gergelin, a.g.e. ; sayfa: 31, (18) nolu dipnot
(7) Herve Gergelin, a.g.e. ; sayfa: 31, (19) nolu dipnot
(8) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
çok güzel resimler
YanıtlaSilmükemmel resimler
YanıtlaSilelinize sağlık
YanıtlaSilçok hoş
YanıtlaSilYenifoçalyız adlı Facebook grubumuzda fotoğraflarınızı paylaşmak isteriz. izin verirseniz..teşekür ederim
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi nedeniyle teşekkürler... Elbette paylaşabilirsiniz. Her zaman... İlginizin sürekliliği dileğiyle...İF
Sil