(27 Ocak 2010- 8 Şubat 2010)
Genel
Amerika Cumhurbaşkanı Barrack Obama’nın
iktidara yeni geldiği günlerdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Güney
Amerikalı antiemperyalist lider ve Venezuella Cumhurbaşkanı Hugo Chavez
konuşmasında bir kitaba atıfta bulundu ve Obama’ya bu kitabı okumasını tavsiye
etti. Kitap, “Latin Amerika’nın Kesik
Damarları” ismini taşıyordu ve Uruguaylı yazar Eduardo Galeano tarafından 70’li
yılların başında kaleme alınmıştı. Kitapta İspanyolların Güney Amerika’yı ele
geçirmelerini takiben başlayan ve bir kıtanın tüm yeraltı ve yer üstü
zenginliklerinin yağmalanması esasına dayanan sömürü mekanizmaları 20.yy.daki
Amerikan pratiklerini de içerecek tarzda anlatılıyor ve bu ülkelerde bitmek
bilmeyen darbeler ve sefalet ekonomilerinin altında yatan nedenler
sorgulanıyordu. İşte Amerika’ya doğru Zemheri’nin ayazında yola çıktığımızda
kafamda bir yanda yıllardır katmerlenmiş bu düşüncelerin tortusu, bir yandan da
İnkalar’ın bozulmadan günümüze ulaşmış saklı kenti Machu Picchu’nun gözümün
önünden silinmeyen hayali vardı.
18.yy.da İspanyol egemenliğine karşı ayaklanan yerli önder Tupac Amaru'nun Peru - Urusco'daki heykeli
Yaklaşık 16 saatlik uçak yolculukları
sonunda gri bir gökyüzünün altında Lima’da uçaktan inerken sıcak ve nemli bir
hava karşıladı bizi. Burada yılın 365 günü güneş gözükmezmiş hiç; ama yağmur da
öyle kolay kolay yağmazmış. Düşünün her sabah gözlerinizi şöyle bir Lima
havasına açıyorsunuz: Yağmur yağacakmış gibi tamamen gri bir gökyüzü, nemle
yüklü bir hava ve bir türlü bu nemi boşaltamayan, doğuracakmış gibi ama bir
türlü neticeye ulaşmayan bir potansiyel doygunluk hali… Sürekli Lima’da
yaşayanlar için bu durumun hiç de kolay olmadığını düşündük. Ah; diyeceksiniz
ki sonunda Limalının derdi tek hava olsa da şekerle beslese; yani durum aynen
öyle…
Peru'nun başkenti Lima'nın puslu havasında; prestijli mahallerinden Büyük Okyanus kıyısındaki Larcomar - Aşıklar Parkı ve meşhur heykeli
Peru’nun yüzölçümü yaklaşık 1.250.000 km2,
Bolivya’nın ise 1.100.000 km2; Türkiye ile kıyaslandığında her iki
ülke de oldukça geniş topraklara sahip bulunuyor. Ancak nüfus yoğunluğu; gerek
Peru’da ve gerekse Bolivya’da Batılı gelişmiş ülkelere göre oldukça düşük. Hem
coğrafik koşullardan hem de yüzyıllardan beri bu ülkelerin yer üstü ve yeraltı
zenginliklerinin talan edilmesi ve yerli nüfusun da bu paralelde acımasız
katliamlara uğraması nedeniyle nüfus yoğunluğu oldukça düşük ve ülke genelinde,
diğer geri bıraktırılmış ülkelerdekine benzer şekilde son derece çarpık bir
dağılıma sahip. Peru’nun nüfusu yaklaşık 29 milyon ve bu nüfusun 9 milyonu
başkent Lima’da yaşıyor! Bolivya ise demografik açıdan temelli ilginç bir ülke
olarak karşımıza çıkıyor. Nüfusu 10 milyon olan ülkede (nerdeyse Peru’nun
başkenti Lima kadar) idari ve yasama başkenti olarak geçen La Paz’da (Barış anlamına
geliyor) 1.400.000 kişi, en büyük ve en zengin şehri Santa Cruz’da ise yaklaşık
2 milyon insan yaşıyor.
Peru'da Cusco yakınlarındaki Chincharo'da yün eğiren İnkaların torunları
Coğrafyanın İnsanlara Öğrettikleri
Her iki ülke oldukça dağlık bir
coğrafyada yer alıyor. Dünyanın Himalayalar ile birlikte tavanını oluşturan And
Dağları bu topraklarda oldukça geniş yer kaplıyor. Peru’da kıyılarda geniş
çöllük alanlar uzanırken, her iki ülkenin doğusunda ise sık ormanlık alanların
yer aldığı Amazonlar bulunuyor. Bu hırçın coğrafyada iki ülkenin de tarıma
elverişli alanları son derece kısıtlı. Tarih boyunca bu gerçekten hareketle bu
topraklarda yaşayan uygarlıklar kendilerine yaşam alanları açabilmek adına
tarım yapabilmek için dağlık alanları bitmez tükenmez bir sabırla
teraslamışlar.
Peru'da İnka yerleşimi Tipon'un terasları
İ.S. 12–16 yy.larda bu toprakların hâkimi
olan İnkalar, coğrafyanın zorladığı bir ihtiyaçtan hareketle inşaat
mühendisliğinde ve genetikte oldukça önemli ilerlemeler kaydetmişler. Son
derece kısıtlı alanlarda tarım yapmak zorunda kalan İnkalar, yüksek dağların
zirvelerinden taşıdıkları suyu yaklaşık 15.cm.lik genişlikte muntazam
kanallarla tarım için hazırlanmış teraslara dağıtmışlar. İhtiyaca göre suyu
yükseğe yönlendirmek için basınçlandırma amacıyla hidrolik prensiplerinden
yararlanmışlar. İnkalar, dağların doruklarında suya gem vurarak, bir yandan
tarımsal arazilerin ve bin bir zahmetle elde edilen ürünlerinin telef olmaması
için suyun aynı sistematik içinde zararsız bir şekilde tahliye edilmesini sağlamışlar,
diğer yandan da tarımın ihtiyaç duyduğu sulama imkânlarını yaratmışlar. Ne
yazık ki, İnkalı ataların elde ettiği bu bilgiyi yitiren toplumsal hafıza,
bugünkü modern yaşamın biçare torunlarını düz alanlarda sel ve heyelanın
yarattığı felaketlerle boğuşmaya mahkûm etmiş.
Yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan dağdan indirilen suyun hikayesi sürüyor; Peru - Tipon antik kenti
Biz Peru’ya ulaşmadan yaklaşık bir hafta
kadar önce gezimizin esas hedefi olan Machu Picchu kentine giden tren yolu ve
devamında kıvrıla kıvrıla kente ulaşan dağdaki karayolu, meydana gelen sel ve
heyelan nedeniyle tahrip olmuş ve uzun bir süre için kullanılamaz hale gelmişti.
İnkaların başkenti olarak bilinen Cusco kentinin havaalanında; alana sürekli
inen ve kalkan helikopterlerin aynı yöne doğru hareketlerini gördüğümüzde
meselenin ciddiyetini anladık. Cusco ve Machu Pichu arasında bir hava köprüsü
kurulmuştu. Öğrendiğimize göre 3000 civarında turist Machu Picchu’da mahzur
kalmıştı ve helikopterden başka onlara ulaşma imkânı yoktu. Başta uğradığımız
hayal kırıklığı; gezi rotasının yerel rehberler aracılığıyla yeniden düzenlenmesi
ve Machu Picchu’ya hapsolma riskini kıl payı atlamış olmamızın farkındalığı
içinde giderek azaldı. İnka kentlerinin iki yakasına saçıldığı derin vadide
akan Urubamba Nehri, yatağına sığamaz halde taşkınlar yaratarak düzlükteki
kerpiçten köylerin üzerinden bir silindir gibi geçmişti. Yol boyunca felaket
sonrası kurulan çadırlarda ya da açıkta sürdürmeye çalıştıkları hayatta kalma
mücadelesi içinde İnkaların torunlarının hali perişandı.
Macchu Pichu yolunda antik Ollantaytanbo kentinin terasları
Peru’nun Kadim Halkı; İnkalar
İnkalar, diğer Amerikan yerli halkları
Mayalar ve Aztekler gibi bu toprakların efsane uygarlıklarından biri olarak
biliniyor. Aslında İnkalar, zamanımızdan o kadar uzakta değiller. Bir anlamda
Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaşı sayılırlar. İ.S. 1200 – 1532 yılları arasında
bugünkü Ekvador, Kolombiya, Peru, Bolivya, Şili ve Arjantin’in kuzey toprakları
olmak üzere oldukça geniş bir coğrafyada bir uygarlık tesis etmişler. Tarımsal
alan yaratmak amacıyla dağlarla kaplı hırçın bir topoğrafyada yarattıkları
efsanevi teraslar ve suyollarıyla uygarlık tarihinde iz bırakmışlar. Kısıtlı
tarımsal alanların verimliliğini artırmak amacıyla en verimli ürün türleri
üzerinde derin araştırmalara girişmişler; bir anlamda genetik biliminde önemli
ilerlemeler sağlamışlar. Bu uğurda halen bu toprakların en stratejik ürünleri
olan 300 tür patates ve 35 tür mısır geliştirmişler. Bugün Peru ve Bolivya’da
elbette bu kadar çeşitlilikte ürün yer almıyor. Ancak mor ve beyaz renkli, iri
taneli, tombulca mısırlar çokça üretiliyor. Patates, mısır, pirince benzer bir
tahıl olan kinua ve bakla en sık rastladığımız tarımsal ürünler oldu.
Ollantaytanbo'da şekil verilmiş dev kaya kütlelerinden oluşan Güneş Tapınağı ve üstündeki güneş kursu
İspanyollar; Kristof Kolomb ile başlayan
Amerika macerasında 16.yy.ın ilk yarısında neredeyse Orta ve Güney Amerika’nın
tümünü sömürgeleştirdiler. Bu aslında inanılmaz derecede kolay oldu.
Cusco'da Korikancha-Güneş Tapınağı'nın poligonal şekil bağlı duvarları
- Yeni kıtaya taşınan ve yerli halkın bağışıklık sisteminin tanımadığı salgın hastalıklar,
- Yerlilerin ilk kez karşılaştıkları ve bu nedenle “ilahi” anlamlar yükledikleri ateşli silahlar,
- Yerli halkların dinsel inançlarına göre bekledikleri felaketlerin (Maya ve Aztek takvimlerine göre 15.yy.ın başında yerliler bir felaket beklentisi içindeydiler) kurtarıcıları ile İspanyol “conquistador”ların aynı zaman diliminde çakışması,
- Latin Amerika’da hüküm süren imparatorlukların (Aztek, Maya ve İnkalar) oluşma sürecinde boyunduruk altına aldıkları diğer başka yerli kavimler lehine gelişen kin tohumları İspanyolların işini kolaylaştırdı.
Cusco'da İnkaların Korikancha - Güneş Tapınağı ve İspanyolların Katolik Manastırı üst üste
İspanyol fatihi Francisco Pizarro 200
civarı asker ve 300 civarı gemici ile Güney Amerika’yı neredeyse boydan boya
geçerek Peru’ya ulaştığında İnkalar, altın ve gümüşten ibaret güneş tapınakları
ve “monarşik” ama bir yandan “ortakçı” diyebileceğimiz komünal düzenleriyle Güney
Amerika’nın en büyük egemenlik alanını oluşturmuşlardı.
İnkaların tarımsal araştırmalar merkezi olarak kurguladıkları Moray antik kenti
- Yazıyı ve tekerleği bilmeyen;
- Görmedikleri şeylere tapınmayan, Güneş’e, Ay’a, Toprak Ana’ya, Şimşek’e ve hepsinin üstünde en büyük Tanrı Wiracocha’ya inanan,
- Ahlak anlayışlarını ve yaşam düsturlarını “Çalma”, “Yalan söyleme”, “Tembellik etme” üçlemesine dayandıran,
- Güney Amerika’nın derin vadilerinde ve yüksek tepelerinde 40.000 km.lik taştan yol şebekeleri ile tüm imparatorluk kentlerini birbirine bağlayan,
- Kentlerini, yaşam mekânlarını ve tapınaklarını sadelik, simetri ve sağlamlık prensipleri üzerine oturtan,
- Coğrafyanın ve yaşamın dayattığı nedenlerden ötürü inşaat mühendisliği ve genetikte inanılmazları başaran İnkalar, İmparator Huayna Capac’ın grip türü bir hastalıktan aniden ölümü sonrası başsız kaldılar.
Peru - İnka kenti Moray'dayız; arkamızda saygı duyulası And Dağları
Geleneklerine göre imparator ölmeden önce
tahtını devredeceği varisini sağlığında mutlaka atardı. Ama imparatorun ani
ölümü buna olanak tanımadı. İki oğlu Atahualpa ile Huascar birbiri ile iktidar
kavgasına tutuştular. Kardeşlerden Atahualpa bu savaşı kazandığında devletin
otoritesi oldukça zayıflamıştı. Bu da İspanyolların işine yaradı ve hile ile
tutsak aldıkları imparatoru serbest bırakmak için iki oda dolusu gümüş ve bir
oda dolusu altını fidye olarak almalarına rağmen sözlerinde durmayarak
Atahualpa’yı boğarak öldürdüler. Aciz durumdaki imparatorun tek isteği dini
inancı gereği tanrıya kavuşmasını sağlayacak yegâne şey olan kafasının
kesilmeden öldürülmesiydi. Hatta rivayete göre imparatorun bu isteğinin kabul
edilebilmesi için zorla Katolik Hristiyan yapıldığı da söylenmektedir. Güneşin
Oğlu diye adlandırdıkları imparatorlarının hazin sonu, İnkalar’ın bittiği andır
ve inanılası değildir. Bundan sonra İnkalar çözülürler ve Francisco Pizarro,
yaklaşık 20 yıl içinde bu toprakların tümünü ele geçirir ve İnkaları tarih
sahnesinden siler.
Raqhci'deki en büyük tanrı Wiraqocha'ya adanmış İnkaların en önemli mabetlerinden; kerpiç ve taşın kardeşliği
“İspanyollar adeta büyülenmişlerdi. Tıpkı
maymunlar gibi durup durup okşayarak elleriyle tartıyorlardı altını. Büyük
sevinçlerini gösteren taşkın hareketlerle oturup kalkıyorlardı. Yürekleri
gençleşmiş ve ışımıştı sanki. Delice arzu ettikleri şey besbelli buydu. Aç
domuzlar gibi saldırıyorlardı altına” diye yazar Floransa Kodeksi’ndeki Nahuatl
metninde.” (1)
Peru - Raqhci'deki tapınak alanında kutsal su ile arınma
“Francisco Pizarro, İnka Hükümdarı
Atahualpa’yı boğazlayıp kafasını kesmeden önce “Tam beş bin kilo ağırlığında
saf gümüş ve 1.326.000 çil altın tutarında bir fidye aldı ondan…” Sonra da İnka
İmparatorluğu’nun göz kamaştırıcı başkenti Cusco üstüne yürüdü. Pizarro’nun
askerleri Güneş Tapınağı’nı yağmaya giriştiler. “Birbirleriyle itişip
kakışarak, hatta zaman zaman dövüşerek saldırıyorlardı hazinelere. Her biri
aslan payını kapmak istiyordu. Sırtlarında zırhları, ayaklarında demir mahmuzlu
çizmeleriyle heykelleri devirip çiğniyor, mücevherleri avuç avuç kapıyorlardı.
Daha küçük boyutlara indirebilmek için, çekiçlerle kırıyorlardı altın eşyaları…
Çubuk haline getirmek üzere bütün hazineyi potaya attılar: Duvarlardaki altın
kaplamaları, altından dökme bitki ve kuş heykellerini ve bütün öteki değerli
eşyayı hiç duraksamaksızın attılar potaya.” (2)
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1)
Latin Amerika’nın Kesik Damarları,
Eduardo Galeano; Çitlembik Yayınları; çeviren: Atilla Tokatlı ve Roza Hakmen;
İkinci Basım, 2009; sayfa: 36
(2)
a.g.e;
sayfa:36-37
(3)
Fotoğraflar, 2010 kışında gezi sırasında
İbrahim Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder