SEZONUN İLK YÜRÜYÜŞÜ: BAFA’DA;
YEDİLER MANASTIRI VE KRAL YOLU’NDA YÜRÜDÜK
8 Ekim 2013
İbrahim Fidanoğlu
Yeni sezonun ilk yürüyüşünü Bafa Gölü civarında
bulunan Yediler Manastırı’na gerçekleştirdik. Bafa Gölü, Karya’nın en önemli
kentlerinden Latmos Herakleia’sını barındırmanın yanında, 9.yy.dan itibaren
Arap akıncıların önünden Anadolu’ya doğru kaçan Hristiyan keşişlerin de
sığındığı bir mekân olmuş. Dış saldırılara karşı doğal savunma olanakları sunan
bir topoğrafyaya sahip Beşparmaklar’ın bu avantajlı konumu nedeniyle, Bafa
Gölü’nün civarındaki saklı coğrafya, Hristiyan keşişlerin sığındığı bir
manastırlar dünyasına dönüşmüş.
Gezginler, sabah Bafa Gölü kıyısında kahve molasında
Bafa havzasında yer alan manastırlar dünyasının
en seçkinlerinden Yediler Manastırı’na yürümek amacıyla sabah 7’de İzmir’den
ayrıldık. Sonbahar’ın serinliği sabaha yansımıştı. Yazın ılık sabahlarından
eser kalmamıştı. Gün bile yeni yeni ağarıyordu. Geleneksel olarak, kahvaltı
molası için durduğumuz Belevi’de Tire’den bize katılan Hasan Hoca ile buluştuk.
Kahvaltı sonrası Belevi’den saat 9.30 gibi ayrıldık.
Gölyaka Köyü
Bafa Gölü kıyısında kısa bir kahve molasını
takiben, yaklaşık saat 11’de Bafa’ya ulaştık. Sezon bitmiş, kıyıdan el ayak
çekilmişti. Kıyıdaki lokantalar ıpıssızdı. Göl kıyısındaki Gölyaka Köyü’ne
ulaştığımızda ortalıkta kimsecikler yoktu. Arabayı henüz açılmamış bir kır
lokantasının bahçesine bırakıp, hemen Gölyaka’nın merkezine doğru çıkan yokuşa
doğru yürümeye başladık.
Gölyaka'nın ara sokakları
Bir üç yol ağzındayız; acaba nereye sapsak?
Yıllar önce bir kez daha Yediler Manastırı’na
yürümüştüm; ancak aradan geçen zamanda köyün sokaklarını biraz unutmuşum;
bahçelerinde gördüğümüz bir iki köylüye sorarak yolumuzun rotasını belirledik.
Bu arada arkamızdan gelmekte olan iki yabancı turist de rota konusunda
zorlanınca, zaman içinde bize katıldılar. Yolda onlarla tanıştık; Wofgang ve
Margarit, Almanya’dan gelmişler. Yaklaşık 15 gündür Türkiye’yi geziyorlarmış.
Almanya’nın Hannover kentinde yaşıyorlarmış. Yürüyüş boyunca onlar da bizim
ekibe katıldılar.
Tırmanmya başladık; arkamızda Gölyaka'nın son evleri ve uzanıp giden masmavi Bafa Gölü
Gölyaka Köyü’nden ayrıldıktan sonra Güney Doğu
yönünde, tatlı bir meyille devam eden bir tırmanışla yaklaşık 1,5 saat kadar
yürüdük. Taşlarla örülü bir zeytinlik duvarını takiben ilerlerken Bafa Gölü’nün
benzersiz manzarasını doya doya seyrettik. Hayıtlar ve karabaşlar geçmişti; ama
zeytinler, üzerindeki meyveleriyle en bereketli zamanlarındaydı. Manastırı
karşıdan ilk fark eden Margarit oldu. Yürüyüş güzergahı boyunca kayalara yada
ağaçlara kırmızı beyaz renkli yağlı boya işaretler, manastıra giden yolu
kolaylıkla bulmamıza yardımcı oldu. Aynı işaretler dönüş yolu boyunca da
mevcuttu.
Alman yol arkadaşlarımızla takviye edilmiş ekip, pek iştahlı yürüyor
Yediler Manastırı yolundaki mola yerinde Margarit bize bir şeyler anlatıyor
Yediler Manastırı, Gölyaka’dan yaklaşık 3
km. uzaklıkta, köye göre Güney Doğu yönünde yer alıyor. Mağmanın yeryüzüne
yükselmesiyle gün yüzüne çıkan ve yüksek sıcaklık ile basınç altında
başkalaşarak bugünkü haline erişen grano-gnays kaya kütleleri, Beşparmaklar’ın
genel jeolojisini oluşturuyor. Dev granit kayalar, gece ile gündüz arasındaki
sıcaklık farklılıkları ve diğer atmosferik etkiler altında çatlayarak
parçalanıyor ve zaman içinde şekilden şekle giriyorlar. Yağmur, fırtına,
sıcaklık farkı derken dev kaya kütlelerinin iç yüzleri sanki birer kovuk gibi
oyulmuş. Tarih boyunca insanoğlu, bu oyukları kendine barınak yapmış. Bafa Gölü
civarına Hristiyan keşişlerin 9.yy.dan itibaren gelişlerini takiben, bu kayalar
onlar için de bir sığınma ve inziva mekânı olarak işlev görmüş.
Tırmanırken gördüğümüz ve sıcaklık gerilimlerinden dolayı çatlamış haldeki dev grano-gnays kaya kütleleri
Dağcının en iyi arkadaşları batonlar ve Bafa Gölü
ve Beşparmaklar
Ufak bir dere yatağını takiben manastıra
ulaştık. Bir kale görünümünde manastırın önce çevresini dolaştık. Amacımız
manastır arazisi dışında bulunan ve yıllar önce geldiğimde gördüğüm ve Hz.
İsa’nın hayatından sahneleri içeren resimlerin bulunduğu içi oyuk kayayı
bulmaktı. İlerde inekler otluyordu. Biraz ilerde bir çoban vardı; ona sorduk ve
tarifi üzerine keşişler tarafından inziva hücresi olarak kullanılan kaya
oyuğunu bulduk.
Yediler Manastırı göründü
Yediler Manastırı'nın dış avlusundayız
Yediler Manastırı
Solda Hz.İsa'nın Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilişi, sağda ise Hz.İsa'nın göğe yükselişi sahneleri
Hz.İsa'nın çarmıha gerilişi sahnesi
Margarit ve Wolfgang’ın hayranlıkları
gözlerinden okunuyordu. Ancak, resimler ve manastır alanındaki büyük tahribat
hayal kırıklığı uyandıracak boyuttaydı. Margarit, bize Hz. İsa’nın hayatından
sahneler içeren resimlerin anlamlarını anlattı. Resimlerden anlayabildiğimiz bir
kaçı, Hz. İsa’nın Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilişini, İsa’nın çarmıha
gerilişini ve göğe yükselişini anlatıyordu. Resimleri zamanın ve insanların
tahribatından dolayı zorlukla seçebildiğimiz için anlamak amacıyla uzun uzun
seyrettik. Gözlemimiz, gerek manastırda gerekse inziva kayasında tahribatın son
yıllarda oldukça artmış olduğu yönündeydi. Buradan Mülki İdare ve Kültür
Bakanlığı ilgililerine duyurulur.
İnziva hücresi olarak da kullanılan kaya oyuğuna yapılmış resimlere toptan bir bakış
Havanın da sıcak olması nedeniyle artan
hararetimizi yanımızda getirdiğimiz mandalinalarla gidermeye çalıştık. Daha alt
düzlemde otlayan ineklerden biri, merakla bize doğru yaklaştı. Yanımızda ona
verecek fazla bir şeyimiz yoktu. Mandalina kabuklarını verdik, ret etmedi,
hepsini yedi. Bir dalgınlık anında arkadaşlardan birinin sırt çantasına doğru
hamle yaptı ve içinde öğle yemeği için hazırlanmış bir kavanoz biber-domates
sosunun bulunduğu bir naylon torbayı çekiştirdi. Hayvan hırsla torbayı
çekiştirince kavanoz toprağa düştü, torba inekte kaldı. Yiyecek bir şeymiş gibi
onu da yaladı yuttu hayvan.
Kaya kütlesi üzerine oturtulmuş Yediler Manastırı
Gezgin, manastır yolunda
Seğirtim yerinden Bafa Gölü'ne bakış
Naylonu hamuduyla götüren Yedidler Manastırı'ndaki yol arkadaşımız
Kısa bir dinlenme sonrası, dev bir kaya
kütlesinin üstüne kale formatında oturtulmuş ve iki bölümden oluşan manastıra
tırmandık. Manastırın surları boyunca kaledekilerin çevreyi rahatlıkla
gözetleyebilecekleri ve savunabilecekleri bir düzlem olan seğirtim yerleri ve
onların altında yer alan inziva hücreleri halen sağlam sayılırdı. Ancak,
manastırın içindeki kilise (katolikon),
yemek salonu ve diğer mekânlar hiç iyi durumda değildi.
Manastırın seğirtim yeri düzlemi ve altında yer alan hücreler
Hristiyanlığın
ilk gelişim yıllarında, Roma’nın zulmünden kaçarak çöle sığınan ve inançlarını
buralarda yaşatmaya ve yaymaya çalışan keşişler, Arapların istilacı akınları
ile Sina Yarımadası’ndan Kuzeye, Anadolu’ya doğru harekete geçerler. Devletin
resmi dini olarak Hristiyanlığı benimseyen Bizans İmparatorluğu da 7.yy.
civarında Arap istilalarından kaçan bu keşişlere bazı bölgelerde yerleşim hakkı
tanır.
Yediler Manastırı'nın ana binası; katolikon
10.yy.
– 13.yy. arasında; bölgedeki manastırların oluşum sürecinde hastaların tedavisi,
manastırların topluma önemli bir katkısı olarak öne çıkar. Manastırlar,
keşişlerin bir tür nefis terbiyesi yoluyla dünya nimetlerinden el etek
çektikleri ve vakitlerini ibadetle geçirdikleri inziva hücrelerini de içerir. 10.yy.
inziva hücrelerinden manastırlara geçiş eşiğidir. a) Kendini tanı
düsturu, b) Tefekkürün temeli olan sessizlik, manastırda hayatın önemli
bir bölümünü kapsar. (Monastizm)
Manastırda bir hücrenin içi
Bölgede
manastırlar, bir dönem gelir; o kadar çoğalır ki, burası Bizans Çağı’nda
Hristiyanlar için neredeyse bir hac merkezine dönüşür. Dönemin önemli keşişlerinden
Aziz
Paulos,
bu hac yoğunluğundan bir an gelir, çok sıkılır ve günün birinde ortadan
kaybolarak Samos (Sisam) Adası’na gider.
Gezgin, gene yükseklerde dolanıyor; manastırın üst bölümünde yani.
İşte Paulos’un hikâyesi;
Paulos, Elaia’lı (Çandarlı) fakir bir çobanken,
Latmos’a gelip sekiz ay Theotokos Mağarası’nda kalıyor. (şimdiki
Arap
Avlusu civarında bir yer) Bölgede daha önceden mevcut bulunan Soteros Manastırı’nın başrahibinin
gösterdiği kayanın içine çekilerek burada Stylos Manastırı’nın temelini
atıyor. Bu manastırın kalıntıları, bugün Karakaya Köyü’nün üstünde Arap
Avlusu diye anılan mevkide yer alıyor. Buraya Bafa Gölü kıyısından
başlayan Kral Yolu’nu takiben 5-6 saatlik bir yürüyüşle ulaşılabiliniyor.
Beşparmaklarla bütünleşmiş bir yapı, Yediler Manastırı
Paulos, zamanında Hristiyan dünyasında o kadar
nam salmış ki, Miletos, Girit, Bulgaristan ve Rusya’dan ziyaretçiler Bafa’ya
kadar gelmişler. Vatikan’dan gelen bir rahip ise, papanın selamını bile
getirmiş. Bir Bulgar prensi mektup göndermiş. Çilehanesinde bir çoban ona
kandil, bir testi zeytinyağı ve yiyecek vermiş.
İki bölümden oluşan manastırın şimdi alt bölümündeyiz
Paulos, yıllar sonra bu ziyaretlerden bıkıp aniden
ortadan kaybolmuş. Latmoslular, Paulos’u aramışlar ve onu Samos’da
bulmuşlar. Bafa’ya geri döndükten sonra, Samos’a yeniden ikinci kez gitmiş.
Döndüğünde çilehanesine çıkmaya gücü yetmemiş ve 15 Aralık 955’de ölmüş.
Mucizeleri arasında bir çoban için pınar akıtması, fırtınalı bir gecede
mağarasına yırtıcı bir pars gelmesi anlatılıyor.
Manastırın üst bölümünde yer alan ve bir kaleyi andıran sur duvarları
11.yy.da Batı Anadolu’ya yönelen Türk akınları
yöreyi de etkiler. Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos devrinde bölge,
yeniden bir durulma evresine yönelse de, 14.yy.dan başlayarak manastırlar yok
olma sürecine girer ve 17.yy.da keşişler bu toprakları tamamen terk ederler. Bu
anlamda; bölgedeki manastırların varlığı, 17.yy.a kadar tam 7 yüzyıl kadar sürer.
Gezginler, manastırı keşfediyor.
Manastırlar, genel olarak kale formatında inşa
edilmiş; dış ve iç avlu, ortada yer alan ana kilise (Katolikon), bir Ortodoks
geleneği olan ölülerin kemiklerinin toplandığı kemik deposu ispitalya (Anadolu’daki en
iyi örnekleri: Güllübahçe’de Kelebeç köyü, Fethiye’de Kayaköy), rahiplerin
birlikte yemek yedikleri trapeza
adı verilen büyük bir mermer yada taş masanın bulunduğu bir yemek salonu,
rahiplerin inzivaya çekildikleri inziva hücrelerden oluşmakta idi. Hemen
hepsinde gölün suyunun acı olması nedeniyle, içme suyu sarnıçlardan sağlanıyordu.
Manastırlar vergiden muaftı. Gelir kaynakları; balık, hayvancılık, kereste ve
zeytindi.
Manastırın alt bölümünde yerlere saçılmış mermer malzemeler
Yediler Manastırı, Latmos’un en önemli
manastırı olarak biliniyor. Manastır diğerleri gibi kale formatında yapılmış.
Bir dış ve iç avlu var. Altından geçen bir su kanalı olduğu söyleniyor. Bu
kanal zaman zaman yeryüzüne çıkan küçük bir dere
görünümünde. Sur içinde üç şapel, bir ana kilise (katolikon) , ispitalya ve inziva hücreleri ile trapeza yer alıyor. Kalesi iki bölümlü, aralarında geçiş merdivenle. Keşiş
odalarının duvarlarında nişler bulunuyor. 10.yy.dan önce inşa edilmiş olmalı.
Adının Kellibarion
olabileceğine dair rivayetler var.
Manastırın alt bölümü, idari binalar ve arka planda Bafa Gölü
Manastırın hemen dışında, Hz. İsa’nın hayatından
sahneleri içeren resimlerin de bulunduğu kayanın yer aldığı düzlük alanda,
keşişler herhalde buğday ekmişler, zeytin toplamışlar, küçük ölçekli tarımsal
faaliyetlerde bulunmuşlar, iaşelerini sağlamış olmalılar. Tavanı resimlerle
kaplı bu kaya, aynı zamanda keşişlerin inziva ortamı olarak da işlev görmüş.
Kayalar altından bir geçiş yolu; belki de manastıra su sağlayan bir dere yatağı
Surlar ve seğirtim yeri
Sarnıç ağzı
Manastırın alt bölmesinde; iç avluya yakın konumda, ana kayayla bütünleşmiş bir odacık
Kaynaklarda bölgede 12 civarı manastırın
varlığından söz ediliyor. En öne çıkanlar, Yediler
Manastırı, Arap Avlusu olarak da bilinen
Stylos Manastırı, ondan daha eski
olan ve ona komşu konumdaki Soteros
Manastırı, Söke-Milas karayolundan görülebilen ve karaya çok yakın bir
adanın üzerinde yer alan ve halkın Kahve
Asarı dediği manastır yapıları sayılabilir. Ayrıca Kapıkır Köyü’nün
kıyısındaki Kapıkırı Adası’ndaki
kiliseler, Kapıkırı’na göre kuzey batıda yer alan Menet Adası üzerindeki kilise ve diğer yapılar da o günlerden günümüze
ulaşmış dini yapılar arasındadır.(1)
Manastırın dış avlusu
Yediler Manastırı'ndan Bafa Gölü'ne bakış
Dış avlunun dışındayız artık
Dönüş yolunda çatlak kaya ve diğerleri
Manastırı enikonu dolaştıktan sonra, aynı yolu
takip ederek yeniden Gölyaka Köyü’ne ulaştık. Köye geldiğimizde saat 13.30
civarındaydı. Alman yol arkadaşlarımızdan burada vedalaşarak ayrıldık; biz
Kapıkırı Köyü’ne devam ettik. 2500 yaşında olduğu Alman uzmanlarca saptanmış
yaşlı zeytin ağacının önünden saygıyla geçtik ve göl kıyısına indik.
Dönüşte göl manzarası ve kayalıklar
Ekip Gölyaka'ya dönüyor
Aynı manastır gibi, ana kayaya oturmuş tipik bir Gölyaka evi
Hava oldukça sıcaktı. Sıcaklık, yaklaşık 27
derece civarındaydı. Göl kıyısındaki ılgın ağaçlarından birinin gölgesine
sığınıp, yanımızda getirdiklerimizi öğle yemeğinde, gölü seyrederek afiyetle
yedik.
Öğle yemeği için Kapıkırı Köyü'nde Bafa Gölü kıyısında burada mola verdik.
Yemekten sonra hedefimiz, göl kıyısını takip
ederek yaklaşık 1 km. kadar yürümek ve oradan bir büyük baş hayvan çiftliğinin
sınırlarını takip ederek sağa ve dağa doğru ilerleyen patikadan yürüyerek halk
arasında bilinen ismiyle Kral Yolu’na ulaşmaktı. Yemek sonrası sıcağın etkisiyle
birlikte üzerimize çöken rehaveti son bir gayretle atıp, yeniden yola düzüldük.
Yol arkadaşlarıma orayı göstermeden dönemezdim. En azından üç-dört kilometre
kadar yerel malzeme kullanılarak oluşturulmuş döşeme taş örgülü 2500 yıllık
yoldan yürümeliydik. Sonunda öyle de yaptık.
Kapıkırı Adası ve üzerindeki kilise kalıntıları; kıyıda sessiz yatan tekneler
Bu yol, neredeyse bir günlük yorucu bir
yürüyüşle bizi aslında Arap Avlusu’na
götüren bir rotanın üzerinde yer alıyor. Ancak Arap Avlusu’na en kolay ulaşma yolu ise, Myus Antik Kenti
üzerinden, Avşar ve Azap Gölleri’nin kenarından geçerek
giden karayolunu takiben ulaşılan Karakaya Köyü’nden. Bu rotayı bu yılki
yürüyüş programımız içinde değerlendirmeyi düşünüyoruz.
İkinci tırmanış başladı.
Menfez geçişine izin veren döşeme yol
Döşemenin güzelliğine bakın
Gezginler, yüzlerini Bafa'ya dönmüşler.
İnek çiftliğine sınır patikayı takip ederek,
yeniden Beşparmaklar’a doğru tırmanmaya başladık. Biraz yükselince, önümüzde yerel
malzeme kullanılarak muntazam döşenmiş bir taş döşeme yolla buluştuk. Yol,
altından geçen küçük dere yataklarını gözeterek, su geçişlerini kolaylaştırmak
amacıyla menfez benzeri sanat yapılarına izin vermişti. Bu gerçekten son derece
akıllıca bir yoldu. Zaten yolun bu kadar uzun zaman boyunca korunabilmiş
olmasının altında yatan nedenlerden biri de, zamanının mühendisçe
yaklaşımlarını içermesiydi. Yukarı doğru tırmanırken, ıpıssız coğrafyada birden
karşımıza bir Alman grup ve köpekleri çıktı; köpekler de köşeyi dönünce birden
bizle karşılaşmaktan pek hoşnut olmadılar. Neyse ki, sahipleri müdahale edince
havlamayı kestiler ve sessizce bizim geçişimize izin verdiler.
Kral Yolu'nda yürüyoruz.
Tırmanırken bazen göle de baktık.
Bazen gökteki uçakları yakaladık.
Bizi her zaman heyecanlandıran Beşparmaklar'ın grano-gnays kayaları
Yol boyunca, zeytinlik sınırlarını belirleyen
ağaç dallarından yapılmış ilkel kapılarla karşılaştık; kural olarak son gelen
kapıyı kapatmalıydı. Çünkü arazi sahipleri, arazide otlayan hayvanların kendi arazilerine
girmelerini istemiyorlardı. Bu şekilde yaklaşık 3 km kadar yürüdük. Arkamızda
ise gölün yine ışık oyunlarıyla bezenmiş, son derece güzel manzaraları vardı.
Yürüyüş boyunca zaman zaman durup bu doyumsuz görüntülerin keyfini çıkardık.
Eski Latmos'un savunma sistemlerinden olan burçlarından biri
Kral Yolu'nda dönüşe geçtiğimiz noktadayız.
İnişte döşeme yol
Kral Yolu; son defa...
Güneş yavaş yavaş devrilmeye başlamıştı. Biraz
daha yürüdük. Yükseldiğimiz tepenin arka yanına geçmiştik. Rota burada da
kırmızı ve beyaz çizgilerle işaretlenmişti. Bir düzlükte dönüş molası verdik.
Karşımızda; Beşparmaklar’a bir yılan gibi dolanan Eski Latmos Kenti’nin surları
ve aralarındaki burçlar duruyordu. Surların bazı yerleri hala oldukça sağlam
görünüyordu. Bir gün oraya da çıkmalıyız diye aramızda konuştuk. Ama artık geri
dönme zamanı gelmişti. İzmir’e dek sürecek uzun bir yolculuğumuz vardı. Tekrar
aynı yolu takip ederek Bafa Gölü kıyısına kadar indik.
Bafa Gölü'ne bu seferlik veda ediyoruz.
Yaklaşık saat 5 gibi Kapıkırı Köyü’nden hareket
ettik. Akşamın serinliğinde; dönüş yolunda, Bafa’ya son kez baktık. Milas-Söke
karayolu çalışmaları daha yeni bitmişti. Mola verdiğimiz Kahve Asarı karşısındaki seyir yerinde manzara ne yazık ki pek iç
açıcı değildi. Seyir yerinin ahşap çatısının izolasyon malzemesi etrafa
saçılmıştı. Aramızda yanlış malzeme seçilmiş olabileceğini konuştuk; ihtimal
ki, bu malzeme buranın rüzgârını kaldıracak güçte değildi. Ama bunu 2013
yılının müteahhit ve mühendisleri her nedense(!) düşünememiş ve ayrıca bu seyir
tepesine bir çöp kutusunu bile koymayı akıl edememişlerdi. Bundan dolayı da
burada mola verenlerin bıraktıkları çöpler, her yana saçılmış durumdaydı. Biraz
önce 2500 yıllık döşeme taş yolun üzerinden yürümüş bizler, mahkûm edildiğimiz
bu ilkel müteahhitlik hizmetlerine bir kez daha iç geçirerek İzmir’e doğru yola
çıktık.
Dipnotlar
(1) Manastırlar konusunda kaynak; Latmos’da bir Karya Kenti,
Herakleia ; Anneliese Peschlow-Bindokat; Homer Kitabevi, 1.Baskı, 2005
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
cok tesekkurler yazilariniz icin
YanıtlaSilgüzel fotoğraf ve bilgiler teşekkürler
YanıtlaSil