23 Aralık 2014
İbrahim Fidanoğlu
Şirince, daha önceki yıllarda; gerek kuzeyden ve gerekse güneyden birkaç kez
yürüdüğümüz bir rotadır aslında. Bu kez batıdan; çıkış noktası Çamlık’tan başlayarak Şirince’ye ulaşmayı hedefledik. Soğuk
bir gecenin ardından yer yer buz tutmuş bir zemin karşıladı bizi. Tire
gezginlerini aldığımız Belevi’de yaptığımız kahvaltı sonrası, Selçuk üzerinden Çamlık’a doğru yola çıktık. Çamlık’a ulaştığımızda saat 9.30
gibiydi. Güne erken başlamıştık.
Buza ismimizi yazdık.
Ama kahvaltıda Hasan Hoca’nın Datça diyarlarından derleyip turşusunu
yaptığı ve hepimizin Belevi’de ilk kez tattığı özel bir lezzet; yerel ağızla Geneviz’den söz etmesek olmazdı. Geneviz, aslında kaya koruğu olarak adlandırılan ilginç bir bitki… Denize yakın bölgelerde
kayalıkların arasında yetişen, tuza dayanıklı bir bitki imiş. Sirke, limon ve
sarımsakla yapılan turşusu, kendine has bir tada sahip. Çiğ halini yemek,
yapraklarının sertliği nedeniyle pek tavsiye edilmiyor.
Hasan Hoca'nın Geneviz turşusu
Çamlık, 19.yy.da İngilizler tarafından inşa edilen İzmir-Aydın demiryolunda
önemli bir kilometre taşıdır kuşkusuz. Bunu da bize bugün; İzmir-Aydın
karayolunun Kuşadası sapağında yer alan Tren Müzesi hatırlatıyor. Osmanlı
Padişahı Abdülaziz’in ismiyle anılan o zamanın Aziziye’sine, Cumhuriyet döneminde; belki de demiryoluyla yaşıt
çamlardan ilham alınarak, Çamlık adı
verilmiş. İzmir-Aydın demiryolu inşaatında görev alan İngiliz mühendislerin
konaklaması için o yıllarda yaptırılmış olan tarihi köşk ise, bugün Çamlık’taki Sultanköy turistik tesislerinin içinde yer alıyor.
19.yy.da İzmir-Aydın demiryolunun inşaatı sırasında İngilizlerin yaptığı Çamlık Köşkü(1)
Yürüyüş rotası 15km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Yürüyüş rotası 15km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Harita üzerinden yaptığımız ön çalışmada; yaklaşık 11 km. olarak
planladığımız Çamlık-Şirince rotası,
orman yolundan Şirince’ye kestirme inişi bulmakta zorlanmamız nedeniyle hem
zaman kaybına, hem de yolu geri dönüşlerle uzatmamıza neden oldu. Sonuçta
yaklaşık 4 saate yaklaşan bir sürede 15 km.lik bir mesafeyi kat ettik bugün. Bu
da bize yetti. Şirince dönüşümüzü ise, daha önceki yürüyüşlerimizde olduğu gibi
Selçuk ve Ortaklar minibüslerini kullanarak gerçekleştirdik.
Çamlık civarında
Çamlık’tan Şirince’ye giden orman
yoluna girdikten sonra, arabayı yaklaşık 1 km. kadar içerde bulunan terk
edilmiş taşocağının hemen üstündeki düzlükte bıraktık ve hemen yürüyüşe
başladık. Yürüyüş güzergâhı, son yağmurlar nedeniyle yer yer çamura bulanmış
olsa da, genellikle Şirince yönünde
tatlı bir meyille yükselen oldukça konforlu bir seyir özelliğine sahipti.
Ovadaki Selçuk Kasabası
Taşocağından biraz ilerleyince, solumuzda denize kadar uzayan geniş bir
görüş açısına kavuştuk. Denize doğru göz alabildiğine uzanan Küçük Menderes
Ovası’nın bereketli toprakları ve heybetli kalesiyle birlikte Selçuk Kasabası
hemen önümüzde belirdi. Hitit Dünyası’nın çağdaşı; Arzawa Krallığı’nın merkezi olan Aphasa Kenti’nin kalıntıları, son bulgulara göre; işte bu Selçuk (eski
Ayasuluk) Kalesi’nin temelleri altındaydı. Selçuk’tan biraz ötede denize doğru
Küçük Menderes Havzası içinde yer alan Akgöl,
Alaman Gölü bataklıkları, biraz daha
arkadaki Barutçu Köyü’nün altındaki Çakal Gölü ile solumuzdaki Antik Efes
Kenti’nin Bülbül Dağı’na doğru tırmanan surları seçilebiliyordu. Yürüyüş
boyunca uzun bir süre; bu manzara, bize eşlik etti.
Çamlık sırtlarından Efes Kenti'nin surlarına bakış; sağda Panayır Dağı, solda ise Bülbül Dağı'nın alçak tepeleri
Eski Kırkıca yeni Şirince Köyü’nün 19.yy. sakinlerinden Manoli
Aksoyotis’in ağzından Yunan yazar Dido Sotiriyu, “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” ismiyle dilimize çevrilen romanında
(Matomena Homata(2)) bu toprakları şöyle anlatıyordu:
“Şu dünyada cennet diye bir şey varsa, Bizim Kırkıca o cennetin bir
parçası olsa gerekti. Ormanlarla kaplı dağlık bir bölgede kuruluydu köy.
Önümüzdeki denize kadar göz alabildiğine uzayan Efes Ovası…
Küçük Menderes Ovası'nda göller dünyası ve Selçuk Kasabası'nın Şirince sırtlarından görünüşü
Ve baştanbaşa yemiş bahçeleriyle, incirlikleriyle, zeytinliklerle,
tütün, pamuk, mısır ve susam tarlalarıyla dolu olan bu ova bizim köye aitti…
Kendi arazisinin efendisiydi her köylü. İki katlı bir evi vardı köyde herkesin.
Ayrıca ceviz, badem, elma, armut, kiraz ağaçlarıyla ve sebze bahçeleriyle
çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı
ihmal etmezdi. Ve dört bir yandan fışkıran akarsuların ne kış, ne yaz
kesilmezdi türküsü.
Şirince civarında; yaylalarda...
Şirince'ye doğru vadilerin güzelliği
Buğdayla arpa yetiştiği vakit, tarlalarımız altın yaldızlı bir denizden
farksız olurdu. Bizimkiler gibi verimli, dalları ürün bolluğundan yerleri
yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıl pırıl zeytinli ağaca başka
hiçbir yerde rastlayamazdınız. Yavaş ama sağlam bir gelir kaynağıydı zeytinyağı.
Ama incir… Köylünün kemerini altınla dolduran incir! Sadece Aydın İli’nde
değil, bütün Doğu’da, Avrupa ve Amerika’da bile ün salmıştı incirlerimiz.
Derisi var mı, yok mu anlayamazdınız, öylesine inceydi; Anadolu’nun o canım
güneşiyle ballanmışlardı.
Şirince'ye doğru yaylada küçük bir yerleşim
Tanrının bizleri gark ettiği bir başka nimet de, dalgalandığı vakit
okyanusu andıran göllerdi. Hacısuluk (3)
istasyonunda duran trenden, her Allahın günü, bir alay yolcuyla tüccar, seyyar
satıcıların hemen oracıkta mangallar üzerinde kızarttıkları göl balıklarına
büyük bir iştahla saldırırlardı. Balık deyip de geçmeyelim, her biri iki üç
okka tartan balıklar! Çayırlarımıza bir ebedi bahar havası kazandırıyordu bu
bolluk. Hayvanlar nasıl da besiliydi… Otlağın ortasına yayılıp da dinlenmeye
koyuldukları vakit, “var mı bana yan bakan” diye çalım satan beyleri
andırırlardı.”(4)
Şirince yolunda bir süre Kızılçamlar içinden yürüdük.
Sabahın ayazı öğleye dek sürdü. Yürüyüş sırasında Çamlık’tan itibaren takip ettiğimiz sırtın kuzey yakasına doğru
kıvrılınca, güneşin ortadan kaybolmasıyla birlikte ayaz etkisini artırdı. Hemen
önümüzdeki ormanlık alanın sınırları boyunca yürümeye devam ettik. Şirince’nin üst düzlemine yaklaşırken
artık ormana girmiştik.
Çamlık-Şirince topografyası
Gezginler, Şirince'ye doğru kesim sahasından geçerken...
Ormanda kesim yapan işçiler vardı. Genç bir kadın, elindeki bir tırpan
ile kabuklarını soyduğu koca ağaç gövdelerini yol kenarında istif ediyordu.
Oldukça güç gerektiren bu işi tek başına yapmaya çalışması hayret vericiydi.
Yeni bitirdiği bir kütüğü yerine sürmekte ona yardımcı olduk ve vedalaşarak
yanından ayrıldık.
Yolda kesim yapan orman işçilerine rastladık.
Biraz ilerleyince işçilerin plastik ve ahşap malzemeden yapılmış derme
çatma kulübelerinin bulunduğu alana ulaştık. Burada bizi bir Sibirya kurt
köpeği karşıladı. Onun korumakla sorumlu olduğu etkinlik alanına girmemeye
dikkat ederek, sulh içinde yanından uzaklaştık. Ama köpek, biz alandan belli
bir mesafede uzaklaşıncaya dek bütün görev sorumluluğu içinde; havlamasını
sürdürdü.
Kesilen ağaç gövdeleri Çamlık-Şirince geçişini kapamıştı.
Kütüklerin bekçisi Sibirya kurdu
Kızılçamlar ve yer yer meşelerden oluşan Şirince sırtlarındaki ormanın içinde yaklaşık 1 saat kadar yürüdük.
Bir süre sonra; iki yıl önce Ortaklar-Balatçık-Şirince(5) yürüyüşü sırasında güneyden
ulaştığımız yol çatısına geldiğimizi anladık. Yoldan Şirince yönüne ve kuzeye
doğru ayrılan dar bir patika, biraz sonra dik bir meyille aşağı doğru alçalarak
daha konforlu bir şoseye kavuştu. Bu yola iki sene önce de aynı patikadan
ulaşmıştık. O zaman doğuya doğru (sağa) dönüp bir süre sonra tekrar güneye
doğru ormanın içine giden patikalardan birine tırmanmış ve dönüş yoluna
ulaşmıştık. Bu kez tam tersini yaparak, batıya doğru döndük ve biraz aşağılarda
Şirince kırsalındaki evleri gördük.
Kızılçamların arasından Selçuk'a bakış
Hedefe ulaşmak açısından; rotanın zorlandığımız kısmı buralarıydı.
Şoseyi takip ederek batıya doğru bir süre ilerledik. Ancak giderek batı yönünde
Şirince’den uzaklaşıyorduk. Saat
13.30 civarıydı. Önümüze ilk çıkan ve aşağıdaki vadilere doğru inen bahçeler
arası yoldan aşağıya doğru kıvrıldık. Yumuşak bir eğimle alçalan yol, bizi bir
dere yatağına ulaştırdı. O sırada motoruyla bahçesine gitmekte olan bir köylü
çıktı karşımıza; ondan aldığımız bilgi doğrultusunda dere yatağını kuzey-doğu
yönünde aşan yolu takip ederek yaklaşık 1 km kadar sonra Şirince sırtlarına konumlanmış bir dizi turistik konağa ulaştık.
Buradan biraz daha aşağıdaki Şirince
evlerine nazır bir sekide öğle yemeğimizi yedik. Saat neredeyse 14.30 olmuştu.
Artık bu saatten sonra aynı güzergâhı yürüyerek dönme şansımız kalmamıştı. Bu
nedenle Şirince-Selçuk minibüs durağına yürüdük. Şirince’de hiç mola vermeksizin, ilk minibüsle Selçuk’a hareket
ettik.
Şirince sırtlarında ilk konaklar
Şirince'ye inerken rastladığımız heybetli çınar
Şirince
Şirince sırtlarında Willys jipinin mahpusluğu
Kiliseye doğru inerken Şirince çeşmelerinden biri
Şirince'nin; altından geçişe izin veren evlerinden biri
Selçuk garajına ulaştığımızda Tire yolcuları Tire, İzmir yolcuları ise
arabayı bıraktığımız Çamlık civarına ulaşmak için Ortaklar minibüsüne doğru
yöneldiler. Çamlık yolcularının sapaktan arabaya ulaşmak için biraz daha
yürümeleri gerekti. Bu kısa yürüyüşün armağanı ise, dönüş yolunda Pollio Su Kemeri ve 3-5 saat önce Şirince sırtlarından seyrettiğimiz Efes
Antik Kenti’ni güneyden saran Bülbül Dağı
yamaçlarındaki savunma surlarını yakından görmekti.
Pollio Su Kemeri
Antik Efes Kenti’ne su sağlayan 4 önemli suyolundan biri üzerinde yer
alan Pollio Su Kemeri bir Roma Dönemi
yapısıdır. Bugün İzmir Aydın demiryolunun hemen alt düzleminde yer alan Derbentdere Vadisi’nin (İlkçağdaki Marnas Vadisi) iki yakasını birleştiren
kemere Çamlık-yönünden gelen
ziyaretçiler, hemen yol kenarında yer alan yönlendirici levhalar sayesinde
kolaylıkla ulaşabilirler. Yol düzleminden kısa bir patika inişi ile ulaşılan vadinin
dibi, son derece sulak bir dere yatağıdır aslında. Bu vadinin bir ucu,
İzmir-Aydın karayolunu takiben; Efes Kenti’ni iki yakadan saran Panayır Dağı ile Bülbül Dağı arasındaki açıklığa kadar uzanmaktadır.
Şirince yaylalarından Derbentdere Vadisi, Aydın İzmir karayolu ve Bülbül Dağı'nın genel görünüşü
Efes’in güneydoğusundaki Marnas
Vadisi’nin pınarlarının suyunu toplayan bu hatla ilgili Avusturya Arkeoloji
Enstitüsü’nün web sitesinde şu bilgiler aktarılıyor:
Lysimachos dönemine tarihlenen (M.Ö. 3.yy.ın ilk yarısı) bu en eski suyolu, pişmiş
toprak boruyla iletilen tek bir hat olup uzunluğu 1 km. den fazla değildi. M.Ö.
2 yy.da suyolu, Aqua Throessitica
diye adlandırılan 8 km. uzunluğunda bir su iletim hattına evrilirken,
M.S.1.yy.da ise Efes’e doğru Marnas
Vadisi’nin iki yakasını 16 metre yüksekliğindeki anıtsal Sextilius Polio Su Kemeri ile aşan son
evresine ulaştı.(6)(7)
Pollio Su Kemeri (kuzeyden bakış)
Pollio Su Kemeri'ne güneyden bakış
Aydın-İzmir karayolu düzleminden Derbentdere
(yada İlkçağ’daki ismiyle Marnas)
Vadisi’ne indikten sonra, dere yatağını takiben yaklaşık 500 metre kadar yürüyerek
anıtsal su kemerine ulaşılır. Su kemerine giderken dere yatağında ve vadinin
yola yakın yakasında; karşılaşılması muhtemel plastik şişeler ve diğer her
türlü çevresel atıkla bezenmiş(!) manzara, bu toprakları yurt bellemiş “büyük
insanlığın” eseridir; takmayın kafaya; kırmızı meyveleriyle zilcanlar,
böğürtlen ve kuşburnu çalıları ve çınarların hepsi bu pisliğe ve onları oraya
atanlara şahittir. Onlara sorun bu “büyük insanlığı”…
Pollio Su Kemeri (kuzeyden)
Pollio Su Kemeri (güneyden)
Kemerin uzaktan görünüşü de, yakınına gelince kaldırıp başınıza yukarıya
doğru baktığınızdaki hali de son derece etkileyicidir. Kemer iki katlı olup;
alt katta üç büyük kemer, üstte ise altı küçük kemer gözü bulunmaktadır.
Büyük kemerlerin yan duvarlarındaki yazılara örnek
Kemerin alt katında yer alan üç kemer gözünün en doğusundakinden dere
yatağı geçiyor. İlkçağ’da diğer iki kemer gözünden (ortadaki ve en
batıdakinden) ise antik yol geçmekte imiş. Kemerin ayakları ve gözleri, kesme
mermer bloklardan yapılmış. Kemerin alınlıkları sade bir silme ile belirlenmiş
olup, kirişler üzerindeki yazıtlarda mealen; C. Sextilius Pollio, karısı Ofillia
Bassa ve üvey oğlu C. Offilius
Proculus’un bu yapıyı Roma İmparatorları Avgustus ve Tiberius ile
Efes Halkı’nın onuruna, kendi imkânlarıyla yaptırdıkları belirtilmektedir.
Pollio Su Kemeri'nin dere yatağındaki ayakları
Antik Efes Kenti’nin merkezinde yer alan bir başka su yapısı Pollio Çeşmesi, bu ailenin; Roma
Dönemi’nde kente önemli hizmetlerde bulunduklarının delili gibidir.
Efes’in Surları
Antik Efes Kenti’ni çeviren surları bugün Bülbül Dağı’nda yer alan
Meryem Ana’nın Evi’ne giden yol üstündeki uygun konumdaki düzlüklerden izlemek
mümkün. Günümüze oldukça iyi durumda ulaşabilmiş sur duvarlarının yanına
ulaşmak, son derece sarp ve kayalık topografik şartlar nedeniyle oldukça zor
görünüyor.
Sarp bir doğal duvarın üstünde yükselen Efes Antik Kenti'nin savunma surları
Efes Kenti’ni çepeçevre saran antik savunma duvarları, doğu yönündeki Magnesia Kapısı’nın iki yanından
başlayıp bir sırası Panayır Dağı’nın
doğu yamaçlarından kuzeye doğru yöneliyordu. Bugün için kuzey surlarından
günümüze ulaşan çok az bir parça kalmış.
Surlarda belli aralıklarla dikdörtgen planlı burçlar vardı.
Günümüze iyi durumda ulaşan diğer sur sırası ise, güney yönünde başlayıp
Bülbül Dağı’nın batıya doğru yönelen
yamaçlarına tırmanıyordu. Bu duvarlar, son derece iyi tahkim edilmişlerdi; öyle
ki, kısa aralıklarla oluşturulmuş dikdörtgen planlı savunma kuleleri, surların
savunma gücünü artırıyordu. Dik yamaçlar boyunca batıya doğru yönelen surlar,
kentin her yönünden görülebilecek irilikteki bir savunma kulesinin hemen
yanından keskin bir dönüşle limana yöneliyordu. Antik limanda karşı karşıya
gelen güneyden ve kuzeyden dolaşan surlar, böylelikle antik kentin tümünü
çepeçevre sarmış oluyorlardı.(8)
Efes'in isodomik prensibe göre inşa edilmiş Hellenistik sur duvarlarına yakından bakış
Günün geç saatlerine sığdırdığımız bu iki ziyaret, bu toprağın eski
sahiplerinden bize devreden mirasa tanıklık etmek açısından önemliydi. Antik
dünyanın metropolü Efes’in savunma surlarının yanından ayrılarak yönümüzü
İzmir’e çevirdik.
Dipnotlar:
(1) Çamlık İngiliz Köşkü fotoğrafı http://www.sultankoy.info/house.html
adresinden alınmıştır.
(2) Dido Sotiriyu’nun; Matomena
Homata-Kanlı Topraklar adlı eseri ülkemizde Benden Selam Söyle Anadolu’ya
ismiyle yayınlandı.
(3) Hacısuluk yada Ayasuluk, bugünkü
Selçuk’un bir önceki ismi olarak bilinmektedir. Hristiyanlığı yaymak amacıyla
bu topraklarda bir süre yaşayan ve öldükten sonra bugünkü Selçuk Kalesi’nin de
bulunduğu Ayasuluk Tepesi’nin güney yamaçlarında bir yere gömülen Hz. İsa’nın
havarilerinden İlahiyatçı Yahya yada
bilinen diğer ismi ile St. Jean’a
atfen buradaki kente Hagios Theologos
yada Ayios Theologos (Kutsal Teolog
yada İlahiyatçı) adı verilmiştir. 14.yy.da Türkmenlerin eline geçen kent, bir
dönem Aydınoğulları’na başkentlik
yapmış ve bu dönemden itibaren ismi Ayasuluk
olarak anılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet döneminde ise, kente Selçuk ismi verilmiş bulunmaktadır.
(4) Benden Selam Söyle Anadolu’ya; Dido SOTİRİYU, Fransızcadan çeviren: Atilla TOKATLI, Alan Yayıncılık; İkinci Basım, Ocak-1986;
sayfa: 12-13
(5) Yürüyüş ile ilgili yazı için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2013/01/ortaklar-balatcik-koyu-sirince-yuruyusu.html
(7) Efes’i besleyen suyolları
hakkındaki diğer gezi yazılarımız için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2014/12/kucukkaleden-buyukkaleye.html
ve http://dagakactim.blogspot.com/2014/06/tire-akcasehir-cevresinde-az-bilinen.html
yazıları
(8) Ephesus; Öcal Özeren; Keskin
Color Kartpostalcılık ve San. ve Paz. A.Ş. Ağustos-1991; sayfa:34’deki
anlatımdan yararlanılmıştır.
(9)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi anında A. Aydemir tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
özellikle selçuk fotoğraflarınızı çok beğendim.
YanıtlaSilTeşekkürler... İF
SilGezi, yazı ve güzel fotoğraflarınızı ilgi ile izliyorum. Kutlarım. Neden bunları derleyip bir kitap haline getirmiyorsunuz?
YanıtlaSilSon zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan biri resimlerde harika Teşekkürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... Geri bildirimlerinizin devamını dileriz. İF
Sil"Benden Selam Söyle Anadolu'ya"Dido Satiriyu'nun kitabını okuyunca (Tire-Selçuk-Efes)çok ilğimi çekti,etkilendim.Yöre hakkında,isteyenlere Bilği verebilirim...
YanıtlaSil