29 Ocak 2013 Salı

KARYA’NIN SAKLI DÜNYASINDA DOLAŞIRKEN; TEKKEASAR VE AMYZON’DA…


23 Ocak 2013
İbrahim Fidanoğlu

Büyük şehrin kaygılarından çok uzaklarda; bazen yağmurların, bazen aniden dağılan bulutların ardından bize gülümseyen güneşin aydınlattığı bir göğün altında yürüdük bugün. Hedefimiz Aydın’ın ilçesi Koçarlı üstünde yer alan Tekkeasar Kalesi ile MazınKale yada Amyzon olarak bilinen iki ayrı Karya yerleşimi idi. Sabahleyin İzmir’den 8’de ayrıldık. İzmir Aydın otoyolunu takiben, Belevi’ye ulaştığımızda saat 9 civarındaydı. Bu rotaya yönelik önceki yürüyüşlerimizde olduğu gibi Belevi’de kahvaltımızı yaptık ve saat 9.30 gibi Belevi’den Aydın yönüne doğru hareket ettik.

 Aydın Dağları'nın Demokrat Parti zamanından kalma Willys jipleri; arkada Karacaören köyü


 Amyzon rotası 2.5 km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Tekkeasar rotası 4.5 km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Otoyolda ilerlerken Selatin tünelinden sonra havanın değişeceği beklentimiz boşa çıktı. Zaman zaman sağanaklar halinde yağan yağmur, gün boyunca her şeye rağmen yürüyüşlerimiz için bize zaman zaman mola verdi. Son yağmurlarla yatağında yükselip boz bulanık akan Büyük Menderes ırmağının üzerinden geçtikten sonra, Aydın Muğla asfaltından Koçarlı yönüne ayrıldık. Merhum Başbakanlardan Adnan Menderes’in köyü; Çakırbeyli’deki çiftlik evini arkamızda bırakarak, bizi Tekkeasar Kalesi’ne götürecek Boydere yoluna saptık.

 Karacaören köyündeki tarihi mezarlık ve yalnız meşeler

Boydere, Evsekler ve Karacaören köylerini takiben Beşparmaklar’a tırmanmaya başladık. Karacaören köyünü geçer geçmez, Büyük Menderes ovasına hâkim pozisyonda eski bir Türk Mezarlığı ile karşılaştık. Yamaçlara doğru tatlı bir eğimle alçalan mezarlıkta; belki de Türkmenlerin Batı Anadolu’ya yönelen ilk akınlarının isimsiz üyeleri yatıyordu. Balbalları andıran mezar taşları, mezarlıkta düzensiz bir şekilde; zamanın ve doğanın tahribatına bugüne kadar direnmişlerdi.

 Karacaören mezarlığında gezginler düşünceli; Menderes aşağılarda...

Karacaören köyünün yerel mika şist malzemeden yapılmış, zamanın izlerini taşıyan yaşlı evlerini ardımızda bırakarak virajları birer birer döndük ve kalenin silüeti sol yanımızda görününceye dek tırmanmaya devam ettik. Biraz sonra Tekkeasar, bütün görkemi ile sol yanımızdaki tepenin üstünde belirdi. Soldaki bir patikadan tırmanarak, son yağmurlarla oluşmuş küçük bir dereciğe paralel yürüdük. Kalenin eteklerine doğru karşı yamaçlarda koyunlar otluyordu. Sırtı takip ederek kaleye doğru yürüdük.

 Çok eski zamanlardan kalma bir Türkmen mezarı


Karyalılar

Bugün yağmur altında dolaştığımız Beşparmakların eteklerindeki bu topraklar, İlk Çağ’da Karya diye anılan bölgenin içinde yer almaktaydı. Büyük Menderes’in hemen güneyinden başlayarak, bir yandan bugünkü Uşak ve Denizli illerinin bir bölümünü de kapsayacak kadar doğuya uzanan; bir yandan da Dalaman Çayı’na kadar dayanan bu bölgeye Karya, burada yaşayan halklara da Karyalılar adı verilmekteydi. 

 Tekkeasar yolundayız; sağımızda Tekkeasar...


Karyalıların bir kolu, dağlarda yaşayan ve daha çok çobanlık ve arıcılık gibi faaliyetlerle uğraşan göçerlerdi. Bunlar Lelegler diye anılmaktadır. Bu halkın M.Ö. 16 yy.da Santorini yanardağının patlaması sonucu ortaya çıkan kültürel farklılaşmalara dayandığı sanılmaktadır. Tarihçilerin tezlerine göre; bu felaket sonrası Girit’teki Minos uygarlığı dağılmış, halkın bir kısmı Kıta Yunanistanı’na, bir kısmı ise Ege Adaları yolunu izleyerek Anadolu’nun Batı kıyılarına ulaşmıştır. Anadolu’ya ayak basan halkın bir kısmının Bodrum Yarımadası, Çeşme – Ildırı gibi kıyı bölgelerde yerleştikleri; diğer bir kolun ise Çine, Muğla üzerinden güney-doğuya ilerleyerek Akdeniz’e ulaştığını ve burada Likya topraklarında yerli halk ile kaynaşarak bu uygarlığı yarattıkları ileri sürülmektedir.

 Tekkeasar'a tırmanan yol; solumuzda gerilimden çatlamış gnays kaya kütleleri

Lelegler’in M.Ö. 8 yy. civarı, şimdiki Bafa Gölü’nün kıyısında Beşparmak Dağları’nın üstünde ilk yerleşimlerini (Eski Latmos) kurdukları bilinmektedir. Lelegler, burada zamanın savunma standartlarına göre oldukça ileri düzeyde tahkim edilmiş ve çepeçevre surlar ve kulelerle çevrilmiş bir kent yarattılar. Kentin mimari düzeni basit ve dağınık bir yapıdaydı. Helen mimarisinin estetiği ve kentsel yaklaşımı bulunmamaktaydı.

M.Ö. 546’da Perslerin Lidya’nın başkenti Sardes’i ele geçirerek Anadolu’da egemen hale gelişleri sonrasında Batı Anadolu da; Pers yıkım ve yağmalarından nasibini aldı. Bu anlamda; Perslerin Anadolu’ya girişi, hüzünlü, ağırbaşlı ve sessiz bir dönemi başlatır. 


 Kulenin ve gnays kayaların kardeşliği

M.Ö. 4.yy. Karyalılar için de önemli bir dönüm noktasıdır. Persler, Anadolu istilası sonrası Anadolu’yu eyaletlere böldüler ve kendileri Anadolu’dan çekilip giderken, yönetimi Satrap adı verilen eyalet valilerine bıraktılar. Bu yönetim biçimini, Osmanlı’nın son dönemlerinde Batı Anadolu’daki ayanlık kurumu ile de karşılaştırmak mümkündür. Bu eyaletlerden biri de Milas’ta hüküm süren Karya Satraplığı idi. Bu satraplığın idaresi Milaslı Hekatomnos ailesine aitti. Baba Hekatomnos’un bugün 2008 yılında talan edilmiş ve İlkçağ’da dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen oğlu Mausolos’un mezarına eşdeğer güzellikteki mezarı Milas’da yeniden ayağa kaldırılıyor. 

 Özel izinle girdiğimiz Milas'da Uzunyuva mevkiindeki Hekatomnos'un talan edilen anıt mezarı; şimdi restorasyonda

Hekatomnos’un oğulları Mausolos, İdreus, Piksadoros ve kızları Artemisia ve Ada bu hanedanın en tanınmış üyelerini oluşturuyorlardı. Bunlardan Artemisia ağabeyi Mausolos’la; Ada ise diğer erkek kardeşi İdreus ile evlendiler. Bu ailenin en bilinen üyesi ise, M.Ö. 4.yy.da yaşayan Mausolos’tu.

Karya'nın kutsal alanı Milas yakınlarındaki Labraunda'da Zeus Tapınağı

Mausolos, Kıta Yunanistanı’ndan gelen teknolojik ve kültürel yeniliklere açık bir yönetici idi. Bazı yazarlara göre; İlkçağ’da bir Karya Rönesansı’nın yaratıcısı olarak adlandırılmaktadır. Yönetimin merkezini, Milas’tan Bodrum’a (Halikarnassos) taşıdı. Ayrıca, o zaman Ege Denizi’ne birleşik olan Bafa Gölü kıyısında (Latmos Körfezi’nde) Helen şehircilik normlarına uygun olarak, dağdaki Latmos’u deniz kıyısında yeniden kurdu. (Latmos Herakleia’sı) Kentin ismini de bir Yunan tanrısı olan Herakles’e izafeten Herakleia olarak verdi. Eski Latmos’da da kimsenin kalmaması ve kurulan yeni kente yerleşmesi için tüm kenti yıktırdı ve sadece eski şehrin kahramanı çoban Endymion’un mezarını bıraktı. Aynı zamanda, bu kültü yeni şehre de taşıyarak Bafa Gölü kıyısındaki şimdiki Endymion Sunağı’nı yaptırdı. Zamanının en önemli yontu sanatçılarını ve mimarlarını Halikarnasos’da bir araya topladı. Onlara önemli yapıtlar yaptırdı. Ölümünden önce inşasına başlanan; kendi ölümünden sonra eşi Artemisia tarafından tamamlanan ve dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Mausolos’un Anıt Mezarı da bunlardan biri idi. Mausolos, Kıta Yunanistan’ına göre yaklaşık 130 yıl gecikmiş bir “Rönesans”ın mimarıydı.

 Labraunda Kutsal Alanı; Milas

Yunanistan’dan getirttiği mimar Pytheos’un İon tapınak mimarisini kendi mezar anıtına uyarlaması, Dor tapınak mimarisini reddetmesi; Alinda ve Alabanda kentlerinin surlarının onarılması, dağlarda yaşayan Lelegler’i kontrol etmek adına Beşparmakların kulelerle donatılması Mausolos dönemine denk düşen önemli mimarlık ve imar hamlelerindendir.

 Labraunda'nın kutsal su kaynağı; hala bal gibi; kana kana içtik...

Mauvsolos’un ölümünden sonra kardeşi İdreus, ondan sonra da Piksadaros başa geçer. Piksadaros, kardeşi Prenses Ada’yı Alinda’ya sürgüne gönderir. Piksadaros, iktidarı döneminde diğer kardeşlerine göre daha yayılmacı bir yönetim sergiler. Ada, Alinda’yı kendine merkez yaparak Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişine kadar bu kentte iktidarını sürdürür. Büyük İskender, Karya bölgesine ulaştığında; Ada, kenti İskender’e savaşmadan teslim etmeyi, İskender’i de oğlu olarak kabul etmeyi teklif eder. İskender, bu teklifi kabul etmez; ama Halikarnasos’u ele geçirerek, Ada’yı da bir anlamda; Alinda’daki sürgün hayatından kurtararak iktidarı ona teslim eder. Bugün Prenses Ada’nın 1990’larda Bodrum’da bulunan iskeleti, İngiltere’de özel tekniklerle etlendirilerek Bodrum Kalesi içindeki müzede diğer buluntularla birlikte sergilenmektedir.

 Tekkeasar; Kule


Hekatomnoslar; Karya’nın altın çağını temsil eden, Helenistik kültürün etkisinde, bir yandan görkemli mimari hamlelerin arkasında durup Yunan Rönensansı’nı takip etme çabası içinde olan, İlkçağ’ın Delphoi gibi önemli kutsal merkezlerine adaklar sunan, diğer yandan da Persler gibi kız kardeşleriyle evlenip onların Anadolu’daki egemenliğinin temsilcileri rolüne soyunan İlkçağ’ın önemli bir hanedanıdır. Bu hanedan dönemi; Karya’da köylülüğün kırılarak, Pers işgaliyle Anadolu’da yaşanan travma sonrasında, Batı Anadolu’daki bir “Rönesans” ve açılma dönemini temsil eder.


Tekkeasar; Kule'nin de yer aldığı birinci avlunun giriş kapısı 

Tekkeasar

Tekkeasar Kalesi, M.Ö. 4. yy.dan kalma, Hellenistik izler taşıyan ve Tralleis kenti ile Alinda arasındaki geçişi denetim altında tutmaya yönelik bir işlev gören bir savunma kalesi olarak tanımlanabilir. Yaklaşık 12x12 metre boyutlarındaki kule tabanı Beşparmaklar üzerindeki Sobuca Tepesi’nde; Karaağaç ve Sapalan köylerinin hemen üstünde yer alıyor. Mekânın kalan bölümü, yaklaşık 8 metre yüksekliğindeki kulenin altında uzanan ve birbirlerinden kod farklarıyla ayrılan üç avludan oluşuyor. Bu avluları Batı yönünden saran ve kısmen ayakta kalmış olan duvar ise, dördüncü ve en dıştaki avlunun sınırlarını tanımlıyor. 

 Tekkeasar; birinci avlunun girişten görünüşü

Kulenin köşesinde yükseldiği en üst avlunun içinde, yere saçılmış halde bulunan 4 adet sütundan hareketle; bu mekânda bir sütunlu galerinin bulunduğu anlaşılıyor. Yaklaşık 800 metre yükseklikte bulunan kalede su ihtiyacı mevcut sarnıçlarla karşılanıyor olsa gerek. Bugün de kalenin kuzey doğu yönünde yer alan Karacaören Göleti, aynı ihtiyacı modern zamanlarda karşılamak amacıyla yapılmış bulunuyor. 

 Tekkeasar; birinci avludaki sarnıcın ağzı

Magmanın yeryüzüne yükselişi sırasında; granit katmanların basınç altında başkalaşması sonucu oluşan grano gnays kayalar, yörenin kayaç tabakasını oluşturuyor. Yöre; feldispat, kuvars ve mika şist yapılar açısından oldukça zengin. Ayrıca; yakınlardaki Mersin Beleni köyü civarında; dağın derinliklerinde yer alan ve şimdi faal durumda olmayan eski bir linyit kömürü madeni bulunmakta. 

 Tekkeasar; aşağıdaki ikinci avludan birinci avlunun isodomos tekniği ile örülmüş tahkimat duvarına bakış

Kale, Helenistik duvar teknikleri kullanılarak inşa edilmiş. Isodomos adı verilen ve yerel malzemeden elde edilmiş kesme taş blokların iki sıra halinde enine ve boyuna yerleştirilmesi esasına dayanan bu duvar örgü tekniği sayesinde kale, son derece sağlam ve kolay kolay yıkılmaz bir hale geliyor. Duvarlar boyunca yağmur sularının yönlendirilmesi ve sarnıçlarda toplanması amacıyla akıtma düzenleri yapılmış. Bu kadar yüksekte, suyu başka yoldan da temin etme imkânı yok gibi. 

 Tekkeasar; birinci avluda rüzgara direnen gezgin; arkada kule

Kalenin orta bölmesinde askerlerin kalması için yaşam mekânları oluşturulmuş. En aşağıda yer alan üçüncü avluda ise, son derece düzensiz ve çok sayıda kapı sövesi ile birbirinden ayrılan bölmeler dikkat çekiyor. Bu dönemin Türkmenlerin bölgeye yerleşmeye başladıkları 14-15.yy.larda kullanılmış olması daha muhtemel görünüyor. Hristiyanlık dönemine ait herhangi bir ize kalede rastlanmıyor. 

 Tekkeasar; 15.yy.daki Türkmenlerin düzensiz yerleşim izlerini barındıran üçüncü avlu

Kale dışında gnays kayalara oyulmuş lahit mezarlar var. Ayrıca, en alt kodda yer alan üçüncü avlunun hemen altında definecilerin çalıştığı, bir komutan ya da soylu birine ait daha kapsamlı bir mezar odası yer alıyor. Mezar, üzerine uzatılmış kiriş işlevi gören taşlarla daha yapısal bir görünüm kazanmış. Batı yönünde de kayalara oyulmuş bir merdivenle ulaşılan bir başka lahit mezar bulunuyor.

 Tekkeasar; bir mezarı inceleyen gezginler

Kale, M.Ö. 375’den başlayarak Büyük İskender’e kadar uzanan evrede Perslerin Anadolu’daki egemenliğini temsil eden Karya Satraplığı’nın yönetiminde kalmış olmalı. Isparta ve Atina’nın Batı Anadolu’daki Pers egemenliğine karşı zaman zaman yoğunlaşan saldırılarına karşı Perslerin aldığı önlemlerin başında birbirleriyle haberleşebilen uzaklıkta; bu tür savunma kalelerinin yapılması geliyor.

 Tekkeasar; gnays kayalara oyulmuş bir lahit

Yakınlarda; Beşparmakların arka dünyasında yer alan Kızılcabölük civarındaki Bağarcık Kale ile Çörlen Asarı ve Çine vadisindeki Delik Asar ile Mersin Beleni yakınlarındaki Teylim Asarı, yöredeki diğer gözetleme ve savunma noktalarını oluşturuyor. 
 
 Tekkeasar; yağmur suyunun tahliyesi ve toplanması ile ilgili geliştirilmiş oluklar

Aşağıda; Büyük Menderes ovasına bulutlar çökmüş durumda olduğundan görüş mesafesi fazla değil. Yağan yağmurlar nedeniyle, neredeyse karasuluklar patlamış. Her yerden ovaya doğru küçük derecikler akıyor. Çine vadisine doğru baktığımızda, yemyeşil tepeler göz alabildiğine uzanıyor. Koçarlı üstünde, yoğunlaşan fıstık çamları yöredeki insanların önemli bir geçim kaynağını oluşturuyor. Ancak, dağlarda maden açma telaşındaki girişimcilerin kamyonları, topografyayı hızla değiştiriyor. Acımasızca bağrı deşilen dağlar, uzaktan beyazlaşmış yamaçlarıyla yaklaşmakta olan tehlikeyi haber vermekteler; tabii ki anlayana ve kaygılanana…

 Tekkeasar; dördüncü avlunun yakınlarındaki kayalara oyulmuş mezara çıkan merdivenler

Kalenin hemen yanında bir yangın kulesi mevcut… Etrafı dikenli tellerle çevrilmiş böyle bir yapının, M.Ö. 4.yy.dan kalma ve kule yapısı oldukça iyi korunmuş bu kadar değerli bir ören yerinin hemen dibine yapılmış olması pek de anlaşılabilecek bir şey olmasa gerek. 

 Tekkeasar; dördüncü avlu yakınları; gezgin dev kayaların altında adeta bir sığınağa dönüşmüş alanda... 

Kaleyi dolaşırken otlamaya bıraktığı koyunlarını arayan Karaağaç köyünden Mustafa Yılmaz Amca ile karşılaşıyoruz. Biraz laflıyoruz kendisiyle. Bu arada yağmur yeniden hızlanıyor. Mustafa Amca’ya veda edip inişe geçiyoruz. Yaklaşık 2 km.lik bir yürüyüş sonrası Karacaören köyü çıkışında, yol üstünde bıraktığımız arabamıza binerek yönümüzü Çeşme ve Gaffarlar köyüne doğru çeviriyoruz.

 Tekkeasar civarındaki topografya ve bitki örtüsü


Amyzon yada Mazın Kale
Çeşme Köyü, Tekkeasar’dan fazla uzak değil. Sapalan – Karacaören kavşağından hafifçe sağa doğru kıvrılıp yaklaşık 3 km. kadar sonra Çeşme köyüne ulaşıyoruz. Yağmur giderek şiddetini arttırıyor. Köy meydanında kahvehane için odun kıran iki gence Gaffarlar yolunu soruyoruz. Asfalt birden bitip yağan yağmurlarla iyice bozulmuş ve çamurlaşmış bir şoseden yola devam ediyoruz. İlerde karşı yamaçlarda Gaffarlar’ın evleri seçiliyor. 

 Amyzon; Türkmenlerden günümüze ulaşan haliyle Akmescit

Bir süre çamurlu yolla boğuştuktan sonra, köyün yakınlarında Çeşme-Yağcıdere -Gaffarlar üç yol ağzına ulaştık. Soldaki yol, Yağcıdere ve Dereköy üzerinden Akmescit’e gidiyordu. Ama yolun durumu çamur nedeniyle iyi görünmüyordu. Gaffarlar yönünde yol, yeniden asfalta dönüyordu. O yönde devam edip köyün içinden geçtik. Mersin Beleni’ne doğru ilerleyen asfalt yol, fıstık çamlarından oluşan ormanın içinden bizi Mersin Beleni ile Akmescit köyünü birbirine bağlayan yola çıkardı. Sola dönüp Akmescit yönüne ve Güneye doğru devam ettik. Yaklaşık 7 km. sonra Amyzon Harabeleri levhası göründü. Birçok yerde olduğu gibi, levha hedef tahtası olarak kullanılmıştı ve üzeri kurşun delikleriyle doluydu.

 Amyzon; Akmescit'te yıkıntı alanında çalılar arasındaki sütun parçaları

Arabadan indiğimizde yağmurun eski şiddeti kalmamıştı; ören yerini kolaylıkla gezebilmemiz için sanki İlahlar izin vermişti bize. Kısmen döşeme taşları seçilen eski bir yol kalıntısının üzerinden yaklaşık 1 km. kadar yürüyerek Amyzon Antik Kenti’nin kalıntılarına ulaştık.
Amyzon; Latmos Herakleiası, Alabanda ve Alinda arasında baş veren; M.Ö. 4.yy.dan itibaren taşrada adından söz ettiren; Büyük İskender sonrasında da (M.Ö. 3.yy.da) Mısırlı Ptolemaios ve Suriyeli Selevkos yandaşlığı ile tarihi kayıtlarda yer almış; ıssız bir coğrafyadaki bir Karya kenti olarak göze çarpıyor. Bafa kıyısındaki Herakleia kenti ile M.Ö. 2.yy.da bir ikili anlaşma gerçekleştirdiği ve Selevkos Kralı III.Antiokhos’un M.Ö. 203 yılında Amyzon’a gönderdiği bir mektuptan kentin bazı ayrıcalıklara sahip olduğu yine tarihi kayıtlardan edinilen bilgiler arasında yer alıyor. (1)

 Amyzon; Artemis - Apollon Tapınak Alanı; üç basamakla çıklan podyum

Tarihçi ve gezgin Strabon, kentin Alabanda’nın bir ileri karakolu olduğunu ima ederek önemsiz bir yerleşim olduğunu anıyor:
“İç kısımda işarete değer üç kent vardı: Mylasa, Stratonikeia ve Alabanda. Diğerleri bunlara ve kıyıdaki başka kentlere bağlıdırlar. Bunlar arasında Amyzon, Herakleia, Euromos ve Khalketor bulunur. Bunlar için söyleyecek az şey vardır.”(2)

Amyzon; tapınak alanında yere saçılmış Dor tarzı sütunlar

Kentin M.S. 2.yy.dan sonra dini bir merkeze dönüştüğü; 15.yy.dan sonra ise bu bölgeye gelen Türkmenlerin kentte yaşadıkları anlaşılıyor. Mazın Kale ismi o günlerden günümüze yadigâr kalmış olmalı. Türkmenler, daha önceleri büyük olasılıkla kilise olarak öngörülmüş bir yapının malzemelerini kullanarak buraya bugün Akmescit diye anılmasına yol açacak bir mescit yapmışlar. Kente ulaşan kısmen döşeme yolun hemen kenarında yükselen ve şimdi makilikler içinde neredeyse kaybolmuş bu yıkıntı alanında; devşirme malzemeden yapılmış duvarlar ve orta bölgede birkaç yivli sütun parçası dikkat çekiyor. 

 Amyzon; Akmescit'in devşirme malzemeden yapılan duvar kalitesi

Kentin en dikkat çekici yapısı, tam bir yıkıntı alanı haline gelmiş olan Apollon ve Artemis’e adanmış tapınakların bulunduğu kutsal alan. Ancak yapının tam olarak nasıl bir özellik gösterdiğini anlamak, üzerinden yüzlerce yıllık bir doğa ve insan tahribatına uğramış olmanın getirdiği çaresizlik içinde pek mümkün görünmüyor. Tapınak alanında üç basamakla ulaşılan geniş podyumda; tapınağın kutsal çekirdeği naos’un temelleri ve Dor mimari tarzına uygun olarak inşa edildiğine işaret eden çevreye saçılmış sütunlar seçilebiliyor.

 Amyzon; tapınak alanının ana podyumu; genel görünüş

Kent “L” şeklinde konumlanmış ve isodomos duvar örgü tekniği ile yapılmış yaklaşık 6 metre yüksekliğindeki duvarlarla güçlendirilmiş bir zemin üstünde yükseliyor. Bu L’nin doğu batı yönündeki kolunun üzerinde tapınak, kuzey güney yönündeki kolunun üzerinde ise alanın sık çalılarla kaplanmış olmasından dolayı sayabildiğimiz kadarıyla 10 kadar tonoz tünelin üzerinde yükselen düzlem alan yer alıyor. Şimdi ağızlarının çoğu çalılar ve taş yığınlarıyla kapanmış ve hayvanlara sığınak olmuş bu tünellerin önünde ve üstünde yer alan alanların bir pazar yeri / toplanma yeri işlevi gören geniş bir meydan olabileceği söylenebilir.

 Amyzon; tonoz tünelleri inceleyen gezgin

Kentin tiyatrosu ise kentin güneyinde yer alan bir bayıra yaslanmış olarak konumlanmış. Yine çalıların izin verdiği ölçüde tespit edebildiğimiz yüzyılların ötesinden günümüze ulaşmış birkaç mermer sıra oturağın ön yüzlerinde, seyircilerin oturduklarında ayaklarını oturma pozisyonuna göre rahatlatacak kadar ergonomik bir topuk payı ile içe doğru kavisinin düşünülmüş olduğunu fark ediyoruz. Tiyatronun göz yordamı ile seçilebilen cavea’sına bakıldığında; 2000 civarı bir oturma kapasitesine sahip olabileceğini öngörüyoruz.

 Amyzon; tiyatro cavea'sı; sol taraf; oturma sıraları zaman içinde tükenmiş

1940’lı yıllarda o günün güç ulaşım imkânları ile özellikle Anadolu’nun kıyı coğrafyasını karış karış dolaşan İngiliz arkeologu George Bean, Eskiçağda Menderes’in Ötesi isimli kitabında Amyzon ve kutsal alan ile ilgili şu bilgileri veriyor:
“Yerleşim Gaffarlar Köyü’nün 1,6 km. kadar yukarısındaki Mazın Kalesi olarak adlandırılan, civardaki en yüksek noktadadır. Gaffarlar, etrafındaki tarım arazisi ile birlikte, büyükçe bir köydür; fakat bölgenin büyük bir kısmı dağlıktır. Biraz isteksiz yapılan kazılar, bir kereden fazla tekrarlanmıştır; fakat yerleşim bugün tekrar çalılar ve otlarla kaplanmıştır. 

 Amyzon; tiyatronun elde kalan bir dizi mermer sırası

Buna rağmen kalıntılar önemsenmeye değerdir. Hala yüksekliğinin 6,1 metre kadarı ayakta olan şehir duvarları, yaklaşık 137 metre uzunluğunda ve 1,68 metre kalınlığındadır. Çok güzel isodomik bloklarla inşa edilmiş duvarlar, muhtemelen İ.Ö.300 civarına tarihlenir. İçeride bir tapınağın kalıntıları göze çarpar. Bu, muhtemelen yazıtta bahsedilen Apollon ve Artemis tapınağıdır. İçinde, tepetaklak olmuş, arasında kimi tanrıların isimlerinin üç kere yazılı olduğu bir yardım edenler listesi bulunmuştur. Bunun anlamı, vatandaşların o yıllarda yardımda bulunacak kadar zengin olmadığı ve ayinlerin masraflarının tapınak hazinesinden karşılanıyor olmasıdır. Yapı öyle çok tahrip olmuştur ki, planını anlamak mümkün değildir.

 Amyzon; tiyatronun çalılar içinde kaybolmuş bir oturma sırasının oturma konforu için düşünülmüş ergonomik kavisi

Yolun yakınında, aynı şekilde çok fazla tahrip olmuş bir yapı daha vardır. İçinde çok sayıda kırılmış ve sadece üst kısımları yivli sütunlar vardır; fakat taş işçiliği çok kalitesizdir.

 Amyzon; tonoz tünellerin üzerinde yer aldığı isodomik duvarlar

Şehir duvarlarının güney kısmının içinde ve duvara paralel olarak duran en azından on bir tanesi kemerli çatıya sahip bir grup yer altı odası vardır. Bunlar 24,4 metre uzunluğunda, 4,27 metre genişliğindedir. Yükseklikleri ise 2,74 metreden daha fazladır. Bunlar küçük taşardan güzel ve sağlam inşa edilmiştir. Duvarların alt kısımları sıvalıdır. Hepsinde girişler, yapıların şehir duvarına bakan yanındadır; bu yüzden bunlar sarnıç değildir, tahminen ambardır.

 Amyzon; Apollon - Artemis Tapınak Alanı

Suyu ne şekilde temin ettikleri açık değildir. Burada ne bir su kemerini izi vardır, ne de tepede bir sarnıç olduğundan bahsedilmemiştir; sadece şehirden çok uzak olmayan bir mesafe içinde üç yada dört kaynak olduğu söylenir. Fakat genel olarak su azdır.”(3)

 Amyzon; tapınak alanında yer alan tahkimat duvarları üzerinde yer alan su tahliye olukları

Ören yeri girişinde, dönüşte rastladığımız ve yemeğimizi paylaştığımız Akmescit köyünden 75 yaşındaki Ali Özen Amca’nın anlattığına göre; ören yerine yakın konumda bir mermer direkli çeşme varmış ve suyu çok tatlıymış. Büyük olasılıkla Amyzon kentini besleyen tarihteki önemli su kaynaklarından birisi de bu olmalı. Ayrıca tapınak alanındaki yağmur sularını yönlendirmeye yönelik surlar üstünde yer alan taş olukları da; sudan söz etmişken eklemek yerinde olacaktır. Büyük ihtimalle suyun sıkıntılı bir konu olduğu bu coğrafyada; her imkânı değerlendirmek doğal şartların bir gereği olsa gerek.

 Amyzon; tonoz tüneller

Ali Amca ile paylaştığımız gecikmiş öğle yemeğimizi termosta getirdiğimiz sıcacık çaylarımız eşliğinde yedikten sonra, Ali Amca ile vedalaştık ve Amyzon Harabeleri’nden ayrıldık. Yönümüzü kuzeye çevirdik ve Mersin Beleni - Çulhalar üzerinden Koçarlı’ya doğru hareket ettik.

Çulhalar köy kahvehanesinden Büyük Menderes ovasına doğru

Fıstık çamlarıyla kaplı ormanın içinden ilerlerken, yol boyunca bütün gün serbest halde, dağlarda otlayarak vakit eyleyen ineklerin ağıllarına dönüşlerine tanıklık ettik. Ağılın önündeki çitin kapısının açılmasını bekleyen hayvanların çaresiz hali görülmeye değerdi. Biz yola devam ettik. Koçarlı’ya doğru son tepeyi de aştığımızda, ayaklarının altında uzayıp giden yemyeşil Büyük Menderes Ovası’na bakan Çulhalar köyüne ulaştık. Köyün ovaya nazır kahvehanesinde; ovada bükler çizerek usul usul akan ve yağmurlarla taşkınlara neden olan Büyük Menderes ırmağının eşsiz görüntüsüne bakarak keyifle kahvelerimizi içtik ve sonrasında Koçarlı’ya doğru yeniden inişe geçtik. 

Koçarlı(4)
Yavaş yavaş akşam çöküyordu. Koçarlı’da 18.yy.ın Ayan sülalesi Cihanoğlu ailesinin yaptırdığı Cihanoğlu Camisi ve Cihanoğlu Kulesi’ne kısa molalarla uğradık.
Cihanoğlu ailesi yörede yer alan önemli ailelerden birisidir. Cihanoğlu ailesi, Kanuni döneminde Kanuni’nin Rodos seferi sırasında bölgede göçer olarak faaliyette olan ve yöreye yerleşen bir aile olarak bilinmektedir. Rivayet göre; Kanuni’nin sefer öncesi doğan bu aileye mensup bir çocuğa “Cihan” adını verdiği söylenmektedir. Bu yöre bugünkü Koçarlı ilçesinin yer aldığı bölgedir. Bu bölge Büyük Menderes tarafından sulanan ve kış aylarında da sel baskınlarından en çok etkilenen çok verimli bir ovadır. Ünlü tarihçi Braudel’e göre 18.yy.da Batı Borsası’ndaki kayıtlarda; pamuk standardının, Kırkağaç/Kınık pamuğu (Manisa ve Bergama yöresinde bir başka Ayan sülalesi Karaosmanoğlu ailesine ait) ve Sobuca (şimdi Büyük Menderes ovasında, Koçarlı yöresinde Bağarası yönünde bir köyün adı) pamuğu ile temsil edildiği anlaşılmaktadır. 

 Koçarlı, Cihanoğlu Camisi

Tarihi kayıtlarda Cihanoğlu Ailesi ile ilgili olaylara 1775 yıllarında rastlanmaktadır. Bu tarihte yöre halkının Cihanoğlu ailesinin büyüğü Abdülaziz Efendi’yi yörede halka zulmettiği iddiası ile padişaha şikâyet ettiğine dair kayıtlara rastlanmaktadır. Abdülaziz Efendi 1782’de ölmüş ve Aydın’a banisi olduğu Cihanoğlu Camisi’nin bulunduğu yere gömülmüştür. Bu cami, Cihanoğulları’na ait diğer eserlerden farklı olarak Koçarlı civarında olmayıp, Aydın’ın içindedir. 

Koçarlı, Cihanoğlu Camisi'nin haziresindeki Osmanlı döneminden kalma mezarlar


Tonozlu bir Bizans yapısının yanındaki merdivenden çıkılan ve yoldan yüksekçe bir alanda yer alan camide; ortada mermer bir şadırvan, çevrede ahşap bir külliye de bulunmaktadır. Bu cami; zamanında Türkiye’ye gelen ünlü İngiliz arkeologu ve casusu Gertrude Bell tarafından da ziyaret edilmiş olup, internetteki sitesinde bu caminin bir fotoğrafı da yer almaktadır.

Aydın’daki Cihanoğlu Camisi’nin şadırvanı; 19.yy.da İngiliz arkeologu ve casusu Gertrude Bell tarafından çekilmiş.(5)

Abdülaziz Efendi’den sonra bir dönem kardeşi Halil Ağa ailenin idaresinde bulunmuş. Halil Ağa ölünce Koçarlı’ya Merkez Cihanoğlu Camisi bahçesindeki mezarlığa gömülmüş. Abdülaziz Efendi’den sonra ailenin üyeleri arasında toprak anlaşmazlıkları ve yönetim kavgaları nedeniyle yönetim bütünlüğü kalmamış; Halil Ağa’nın oğlu İbrahim Bey Sobuca’ya çekilerek Sobuca Ayanı olarak topraklarını yönetmiştir. İbrahim Bey, halk tarafından çok sevilen, mert ve cömert biri olarak tanınmıştır. En büyük çatışmalarını Mazın Subaşısı Hüseyin Bey ile yaşamıştır. Hüseyin Bey, halk tarafından amcası Abdülaziz Efendi gibi zorba ve halka zulmeden biri olarak tanınmaktadır. Hüseyin Bey, Osmanlı – Rus Savaşı’na gidince yerine kardeşi Mehmet Bey geçmiş ve halka zulmetmiş. Halk bunun üzerine Sobuca Ayanı İbrahim Bey’den yardım istemiş ve ona dert yanmışlar. Mehmet Bey, Sobuca Ayanı İbrahim Bey’e karşı Rum eşkiyalarla birlikte Sobuca’ya baskın yapmış; en sonunda Osmanlı Devleti Mehmet Bey’i Ordu Emini yapmakta çareyi bulmuş. Mehmet Bey 1814’de ölmüş. İbrahim Bey, 1821’de Sakız isyanına katılmış, 1826’da Koçarlı’da ölmüş.

 Koçarlı, Cihanoğlu Camisi'nin mermer şadırvanı

Cihanoğulları’ndan kalan eserlere gelince; Koçarlı ilçe merkezinde Cihanoğlu Kulesi ve Koçarlı Merkez Cihanoğlu Camisi (Yapım Tarihi: Hicri 1250, Miladi 1834) var. Cihanoğlu Kulesi tam bir ortaçağ derebeylik yapısı olan 4 katlı bir yapı. Gerek kule gerekse caminin yapımında adalardan gelen Rum ustaların çalıştığı; özellikle camideki taşrada az rastlanır estetik mermer işçiliği ile dikkat çeken mihrap, minber ve dışarıdaki mermer şadırvanın bu ustaların maharetli ellerinden çıktığına dair yaklaşımlar bulunuyor. Caminin içinde; yine İzmirli Rum ustaların yaptığı eski İzmir saatlerinden ikisi mihrabın iki yanında duruyor. Cami; B.Menderes vadisinde yer alan ve zamanımıza erişim açısından en iyi durumda ve bakımlı olanı. Son yıllarda yapılan restorasyon sırasında daha önceleri son cemaat yerini uzatmak amacıyla yapılmış olan üstündeki örtünün de kaldırılması ile şadırvan, o çirkin görüntüsünden kurtulmuş ve rahatlamış.

 Koçarlı; Cihanoğlu Ayan Kulesi

Koçarlı’da son uğrağımız akşama doğru; merkezdeki Disara Pidecisi oldu. Büyük Menderes’in özellikle güney yakasında yer alan kasabalarda gelişen bu pide lezzetini, büyük şehirlerde özellikle kırsaldan kentlere yönelik büyük göçle yaygınlaşan adım başındaki pidecilerle karıştırmamak gerek. Suyu, unu, bu yörede yetişen otları, dağlarda serbestçe dolaşarak otlayan hayvanların eşsiz lezzetteki etleri ve süt ürünleri ile zenginleşen bu lezzet dünyasının köklerini tarihsel olarak da derinlerde aramalı. Pita diye bilinen antik mutfakların pidesinin bu geleneği beslediğini de aklımızın bir köşesinde tutmalıyız.

 Tekkeasar'dan aşağıya inerken bir küçük derecik kenarında gezginler

Gecikmiş öğle yemeği nedeniyle Disara Pidecisi’nin şekerli ve tahinli pidesinden yemeden geçmedik. Her zamanki gibi lezzeti dört dörtlüktü. Ustaya teşekkürlerimizle veda ettik.
Pideciden çıktığımızda akşam karanlığı iyiden iyiye çökmüştü. Gün boyunca; Çine ve Büyük Menderes havzaları arasında yükselen Beşparmaklar’ın uzantısındaki saklı Karya dünyasında durmaksızın dolaşmıştık. Kimi zaman yağmur altında süren bu keyifli yolculuk, bugün de Koçarlı’da son bulmuştu. Yeni coğrafyaları tanımış olmanın mutluluğu ile rotamızı İzmir’e çevirdik.

Dipnotlar:
(1)   Türkiye Arkeolojik Yerleşimleri, TAY Projesi; www.tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=5251&html=ages_detail_t.html&layout=web adresinden yararlanılmıştır.
(2)  Strabon; Antik Anadolu Coğrafyası; Geographika: XII-XII-XIV; Arkeoloji ve Sanat Yayınları; Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman; sayfa: 183, 22.paragraf
(3)  George E. Bean; Eskiçağda Menderes’in Ötesi; Arion Yayınevi; Şubat 2000; sayfa: 210-211
(4)  12 Ocak 2003 tarihinde Ebruli Tur’un Menderes Kuleleri isimli gezisi sırasında Arkeolog Şükrü TÜL’ün anlatımlarından yararlanılmıştır.
(5)  Aydın’daki Abdülaziz Bey tarafından yaptırılan Cihanoğlu Camisi’nin şadırvanının 19.yy. da Gertrude Bell tarafından çekilmiş olan fotoğrafı; http://www.gerty.ncl.ac.uk/photos_in_album.php?album_id=6&start=150 adresinden alınmıştır.



Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: İ.F / M.YC



7 yorum:

  1. ben koçarlı da doğdum büyüdüm ama hazırlamış olduğunuz bu göesel bilgilerden hiç haberim olmdı şimdi hayranlıkla izliyorum vede özellikle siz sayın ibrahim Fidanoğlu emekleriniz için ve bizlere ulaşamıyacağımız bilgiler vrdiğiniz için tüm emeğigecen dostları candan kutlarım saygılarımla

    YanıtlaSil
  2. Bn AKMESCİT köyndenim sizin sayenizde bizim asar ve amzyon dediğimiz tarihi kalıntıların değerini anladım emiği gecen herkese teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli yorumcu;
      Öncelikle katılımınız için biz de sizlere teşekkür ederiz. Yaşadığınız yerel coğrafya, Karya Uygarlığı'nın emsalsiz değerde kültür mirasına sahip topraklardır. Bu miras, bize, bizden önce bu topraklarda yaşayan kadim halkların armağanıdır. Bize düşen görev ise, bu değerli kültürel mirasa sahip çıkmak, ona zarar verilmesine ve talan edilmesine karşı koymak olmalıdır. Özetle, yaşadığınız toprakların değerini bilin ve çevrenize anlatın lütfen...Yorum ve katkılarınızı bekliyoruz.

      Sil
  3. NE YORUMLIYAYIM
    İŞDE GELDİK GİDİYORUZ. BU RAALARDA BU TOPRAKLARDA YAŞAYIPTA BİZDEN ÖNCE GİDENLER GİBİ. BİZDEN ÖNCE GİDENLERİN YANINA.
    YUKARIDA SAYIN İBRAHİM (FİDANOĞLU) BEYİN SAYESİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ RESİMLER VE TOPRAKLAR**
    BİZLER İÇİN BU TOPRAKLAR İÇİN BU GÜNLERİMİZ İÇİN KANLARINI CANLARINI VEREN ATALARIMIZ **
    salih

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değerli katkılarınız için teşekkür ederim. Ne güzel özetlemişsiniz her şeyi. İşte geldik gidiyoruz. Sağ olun, var olun.
      Sevgilerimizle...İF

      Sil
  4. Geçmiş kültür değerlerimizi tanıtmak için verdiğiniz çabalar ve biz okuyucuları bilgilendirmek için yazdığınız yazı ve çektiğiniz güzel fotoğraflar için teşekkürler. Yaptığınız işler kolay değil. Hele konunun profesyonelleri olmadan daha da zor. İnşallah çabalarınız insanlarımızda bu konuda bir bilinç oluşturmada yararlı olur. Sağolun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşvik edici katkılarınız için teşekkür eder, bloğumuza olan ilginizin sürekli olmasını dileriz. İF

      Sil