22 Şubat 2025 Cumartesi

ÇATALKAYA’NIN ETEĞİNDE; MENDERES’İN DİBİNDE, “KÖPEKLERİN GÜNÜ”NDE…

YENİKÖY’DE; BALABAN GÖLETİ ÇEVRESİNDE DOLAŞTIK.
 
30 Ocak 2025
İbrahim Fidanoğlu
 
Sabah vakti Yeniköy’de…
 
Bugün Menderes’in Kuyucak köyünün eski yerleşiminden gelen 5 aile tarafından kurulan (1) Yeniköy’den hareket ederek, köyün kuzeybatısındaki yemyeşil bir dünyada Balaban Göleti çevresinde yürüdük. Sabahleyin 9 civarında Bornova’dan Menderes’e doğru hareket ettik. Menderes-Gümüldür-Ahmetbeyli yolundan Yeniköy ve Ürkmez yönüne döndük. Bir zamanlar ülkenin gözbebeği kuruluşlarından olan Etibank’ın sahipliğindeki perlit işletmelerinin özelleştirme kapsamında yeniden ayağa kaldırılması sonrasında, yeni sahipleri tarafından işletilen Pomza Export Madencilik Sanayii ve Tic. A.Ş. Yeniköy Perlit Tesisleri’nin (2) önünden geçtik. Özelleştirme öncesi buralar uzun süre viranelik halinde kaldı. Lojmanlar ve diğer tesisler neredeyse yıkıntıya dönmüştü. Sonra toparlandı anlaşılan. Tesis, şimdi harıl harıl çalışıyordu. Fabrika alanının hemen yakınlarında ise, atış poligonları vardı. Yeniköy civarında yürürken çok uzaklardan duyduğumuz atış sesleri hiç eksilmedi.
 
Balaban Göleti
(Şubat 2025)

Yürüyüş boyunca bizimle beraber yürüyen can dostumuz "Can"...
(Şubat 2025)
 
Sabah vakti; Yeniköy'de yürüyüşün başlangıcında...
(MYC; Şubat 2025)
 
Saat 10 gibi Yeniköy’e girdik. Arabayı caminin yanındaki bir otoparka bıraktık. Hemen yürüme niyetiyle kuzeye doğru açılan bir sokağın başına ilerledik. Sokağın girişinde bizi iki köpek karşıladı. Bunlardan birinin başını okşayıp biraz ilgi gösterince, o köpek hemen peşimize takıldı. Ama ne takılış; bütün güzergahı gün boyu birlikte gezdik. Üzerine başka yol arkadaşları; başka köpekler daha geldi. Evlerin ve bahçelerin yanından geçerken hırçın köpeklerin saldırısına göğüs gerdi; ısırdı, ısırıldı; ortalık bağırış çağrış içinde “köpeklerin günü”ne döndü. Biz de ona Can dedik; yemeğimizi ve sevgimizi paylaştık. Günü birlikte geçirdik sonuç olarak.
 
Takviyeli yürüyüş ekibi, köyün çıkışında Balaban Göleti yolunda...
(MYC; Şubat 2025)
 
Dağa Kaçtım gezginleri ve Can; Balaban Göleti civarında...
(Şubat 2025)
 
Yeniköy’den Balaban Göleti’ne doğru…
 
Köyün kuzeybatı çıkışındaki Alaca Tepesi’ne doğru peşimize takılan iki köpek ile birlikte yürümeye başladık. Kahverengi köpek kısa süre sonra yanımızdan ayrılarak yeniden yolun başına doğru gitti. Ama kırçıllı ve boz renkli diğeri, bizimle yürümeye devam etti. Köyün sokakları arasından ilerlerken, avlulardaki köpekler canhıraş havlamalarıyla bizim köpeğin geçişinden mutlu olmadıklarını belli ettiler. Ama esas kapışma köyün çıkışından başlayıp Alaca Tepe’ye doğru ilerleyen toprak yolun bir kavşakla nihayetlendiği yerde oldu. Köyün çıkışında sağda solda çok sayıda kır evleri vardı. Bunlardan geniş avlulu bir tanesinin önünden geçerken, avludan fırlayan bir siyah köpek ansızın bizim Can’a dalıverdi. Ne olduğunu anlayamadık bile. Zavallı hayvancığın sağ kalçasına dişlerini geçirdi; bizimki de ona yanıt verince, tam bir it dalaşına döndü kavga. Neyse ki kısa sürede iki köpeğin dövüşü sona erdi ve siyah köpek bizimkinin karşı saldırısı karşısında geri çekilerek geldiği yere döndü.
 
Yeniköy'den çıkarken...
(Şubat 2025)
 
Sabah vakti Yeniköy sokaklarında; avlulardan köpek sesleri yükseliyor.
(MYC; Şubat 2025)

Köyden ormana doğru; uzakta sis ve duman birbirine karışmış gibi.
(Şubat 2025)
 
Alaca Tepe’yi solumuzda bırakarak, neredeyse bütün gün çevresinde dolaşacağımız Kızıl Geriş Tepesi’ne doğru yöneldik. Kızıl Geriş Tepesi’nin her yanı tamamen kızılçamlarla kaplıydı. Uzun süre önce batı, daha sonra da kuzey yönünde; tepenin etekleri boyunca kıvrılan bir toprak yolda ilerledik. Zaman zaman yanımızdan ayrılarak meraklı meraklı kızılçamların arasında gözden kaybolan Can adını verdiğimiz yol arkadaşımız, sonra birden ağaçların arasından bizim nerede olduğumuza bakarak hemen soluğu yanımızda alıyordu. Yine her zamanki gibi ormanın içindeki kızılçamların arasına atılmış öbekler halinde inşaat ve mobilya pislikleriyle karşılaştık. Bu güzelim doğaya karşı bu acımasız davranışta bulunanları nasıl anacağımıza karar veremeden yürümeye devam ettik.
 
Kızılçamlar arasından ilerleyen bir toprak yola girdik.
(Şubat 2025)

Kızıl Geriş Tepesi'nin çevresinde yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Can'ın kızılçamlar arsından bize bakışı
(Şubat 2025)

İnsan sıfatında kimilerinin doğaya yaptıklarına örnektir.
(Şubat 2025)
 
Bu şekilde ıssız ormanın içinde ilerlerken bir çoban çeşmesinin yanına kadar geldik. Çeşmenin basit oluğundan su şırıl şırıl akıyordu. Bir süre orada eğlendik; sonra yeniden yürümeye başladık. Biraz ilerleyince, Balaban Göleti’nin ormanın derinliklerine doğru nüfuz eden ilk girintisi göründü. Daha önceden karşı kıyıya doğru devam ettiğini düşündüğümüz toprak yolun bir kısmı sular altında kalarak işlevini yitirmişti.
 
Çoban çeşmesi
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Göleti'ne merhaba...
(MYC; Şubat 2025)
 
Kızılçamların gölgesi suya vurmuş; güzel mi güzel...
(Şubat 2025)

Balaban Göleti'nin batı kıyısı boyunca...
(Şubat 2025)
 
Balaban Göleti’nde…
 
Göletin batı kıyısı boyunca ilerledikçe, yeşile boyanmış suyun üstüne yansıyan ve ormanın aksiyle zenginleşmiş muhteşem manzara iyice ortaya çıktı. Göl yapaydı aslında, ama gerçekten huzur dolu bir ortam yaratılmıştı tüm canlılar için… Batı yönünden gelen Balaban Deresi’nin önü doğu yönünde bir bentle kesilerek, bu bendin arkasında oldukça büyük bir göl havzası oluşturulmuştu. Gölet, hem şehre hem de tarımsal alanlara su sağlamak amacıyla inşa edilmiş olmalıydı. Hafta sonları gölün çevresini piknikçilerin doldurduğuna dair her yerde alametler vardı.
 
Her yerde peşimiz sıra...
(Şubat 2025)
 
Kızılçamlar arasında...
(Şubat 2025)
 
Sete doğru yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Balaban Göleti'nde...
(MYC; Şubat 2025)
 
Bu sırada Menderes Belediyesi’nin bir kamyonetiyle çevreye atılmış her türlü pisliği ve atık malzemeyi toplamakta olan belediye işçileriyle karşılaştık. Ormanın içindeki inşaat artıklarından bahsettik onlara; sürekli çevreden bu tür atık malzemeleri topladıklarını anlattılar ve onlar da bizim gibi “büyük insanlık”tan yakındılar. Bir süre sohbet ettikten sonra yanlarından ayrıldık. Biraz ileride kıyıda bir aile piknik yapıyordu. Ağaçların arasından küçük bir köpek daha takıldı peşimize. Önce piknikçilerin köpeği sandık; ancak onların kayıtsızlığına bakınca, çevreden bir yerlerden dolaşarak buralara geldiğini anladık. O da başladı peşimizden gelmeye. Yeni gelen, eskisiyle kısa sürede dost oldu ve birlikte peşimiz sıra yürümeye başladılar.
 
Batyı yönünden gelen Balaban Deresi'ni ilk karşılayan set ve üzerinden dökülen sular
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Göleti; batıdan doğuya bakış...
(MYC; Şubat 2025)
 
Karşı kıyıdaki kulübeler
(Şubat 2025)
 
Gölün karşı kıyısında derme çatma bir iki kulübe vardı. Yürüdüğümüz toprak yol Kızıl Geriş Tepesi’nin kuzey etekleri boyunca dolaşarak, çok ilerilerde yeniden gölün doğu kıyısında Yeniköy’e giden bozuk asfaltla birleşiyordu. Bu rotayı izlersek yolu oldukça uzatacak ve gereksiz yere zaman kaybedecektik.
 
Sular seti aşarken...
(Şubat 2025)
 
Setin üstünden dökülen sular, önündeki bir havuzu dolduruyor. Oradan da kanalla gölete doğru akıyor.
(Şubat 2025)

Havuzun kıyısından karşı kıyıya geçerken...
(MYC; Şubat 2025)
  
Göletin batı ucuna yaklaşırken, derenin önüne yapılan bir setle karşılaştık ve setin önündeki havuzun kıyı duvarları üzerinden yürüyerek karşıya geçtik. Su oldukça boldu ve setin üstünden havuza doğru dökülüyor, oradan da kanallar aracılığıyla göle ulaşıyordu. Gölün su seviyesi de son yağmurlarla oldukça yükselmiş ve yatağını iyice doldurmuştu.
 
Köpeklerimiz bir iken iki oldu.
(MYC; Şubat 2025)

Makilikler arasında; patika arayışındayız.
(MYC; Şubat 2025)
  
Göl kıyısına yaklaştığımız anlardan biri
(MYC; Şubat 2025)
 
Karşı kıyıya ulaştığımızda yürüyebileceğimiz bir toprak yol yoktu artık. Bu nedenle daha önceden yürüyüş gruplarının geçtiği patikalardan birini bularak, gölün zaman zaman içerilere nüfuz etmesi nedeniyle geçişe izin vermeyen küçük girintili kıyısından sırta doğru çıkarak uzaklaştık. Çalılar arasından ilerleyerek, neredeyse kuzey kıyısının tam ortalarında bir yere geldik. Burada gölün bütün güzelliğini uzaktan seyredebileceğimiz çalıların fazla sık olmadığı bir açık alan vardı. Burası yemek molası için oldukça uygun bir yerdi.
 
Yemek molasında...
(MYC; Şubat 2025)

Can ile yemek molasında göle karşı paylaştığımız anlardan biri
(Şubat 2025)
 
Mutlu köpek halleri; Balaban Göleti kıyısında...
(Şubat 2025)
 
Köpekler de sağa sola dağıldılar. Can biraz sonra geldi; tam gölün karşısına kuruldu. Bizden daha çok vurgundu sanki manzaraya. Yemek molası sırasında elbette onlar da aldı nasibini. Ama seçiciydiler. Her verdiğimizi yemediler. Mola sonrası yeniden çalılar arasından ilerleyen patikayı takip ederek göletin bendine doğru yürüdük.
 
Yemek molası sonrası; savağa doğru...
(Şubat 2025)
 
Savak ve bent; bir arada...
(Şubat 2025)
 
Balaban Göleti'ne panoromik bakış; savak, bent ve kalan her şey...
(Şubat 2025)
 
Göletteki su, bendin kuzeyinde yer alan savaktan taşıp dere yatağına doğru akıyordu usul usul. Bu bile göl seviyesinin doygunluk noktasına ulaştığının işaretiydi. Savağın yanından biraz zorlu ve dik bir bayırdan Balaban Deresi’nin bendin öbür tarafına doğru aktığı düzlüğe indik. Burada bazı hayvan damları ve kulübeler vardı. Yanımızdaki köpekleri gören bu havalinin diğer köpekleri, hep bir ağızdan bağırıp çağırmaya başladılar. Bu kakafoni içinde Fındık ismini verdiğimiz bir küçük köpek daha katıldı bizim kafileye. Balaban Deresi’nin üzerinden bir köprüyü aşarak geçtik asfalta doğru. Dere, Yeniköy yönünde usul usul akıyordu.
 
Balaban Göleti'nin bendinin ötesinde akmaya devam eden Balaban Deresi
(Şubat 2025)
 
Bendin arkasında Balaban Deresi'nin kıyısı boyunca yürüyoruz.
(Şubat 2025)

Balaban Deresi; bendin ötesinde usul usul akar.
(Şubat 2025)
 
Yeniden Yeniköy’e doğru…
 
Artık Balaban Göleti’nden ayrılmış, Kızıl Geriş Tepesi’nin güney etekleri boyunca yürümeye başlamıştık. Yeniköy’e giden asfalt yoldan yürümemek için, dağın etekleri boyunca bir sırta doğru tırmandık. Yolun hemen üst düzleminde ve ona paralel ilerleyen bir su yolu vardı. Bir süre onun kıyısı boyunca yürüdük. Ancak belli bir yerde önümüz orman sınırını belirleyen bir çitle kesildi. Aşağıda ve yol kıyısı boyunca geniş avluları ile dikkat çeken kır evleri ve bahçelerinde yine çok sayıda köpek vardı. Bunlara asfalt yoldan sırta doğru çıkan başka köpekler de katıldı; başladı mı yine bir bağırış çağırış…
 
Gölet kıyısından bir an...
(MYC; Şubat 2025)
 
Savaktan dökülen suyun dere yatağına kavuştuğu an
(MYC; Şubat 2025)
 
Üçüncü köpek yoldaşımız da bu oldu; adını Fındık koyduk.
(Şubat 2025)

Bizle beraber yürümekte olan üç köpek, daha yukarılara doğru kaçıştılar. Biz de aşağıdan gelen diğer köpekleri yanımızdan uzaklaştırmaya çalıştık bu arada. Epey bir süre bu mücadelemiz sürdü. Yeniköy’ün köpeklerinden bir türlü kurtulamıyorduk. Vay ki ne vay…
 
Köpekler ve biz; Birdik, üç olduk. Hangi birini sevsek yarabbi...
(MYC; Şubat 2025)

Balaban Deresi; bendin ötesinde...
(MYC; Şubat 2025)
 
Kızılçamların arasında kendimizi kaybetmeye çalışarak, bir süre bu şekilde ilerledik. Köpek sesleri bizden uzaklaştı ve biz de selameti bir patikaya takip ederek, Yeniköy’e doğru yönelen asfalt yola inmekte bulduk. Çünkü biraz ileride ve önümüze denk gelen bir yönde bir sürünün çan sesleri geliyordu. Orada da köpek vardı muhtemelen.
 
Yeniköy asfaltına kavuştuğumuz an...
(MYC; Şubat 2025) 
 
Asfalt yolun yukarılarındaki eski bir su yolu
(MYC; Şubat 2025)
 
İndiğimiz asfalt yol tatlı bir meyille bir sırta doğru ilerliyordu. Korkumuz sabahleyin bir kavşakta bizim köpeğe saldıran siyah köpeğin evinin yakınlarına düşmekti. Tam sırtın en yüksek yerine ulaştığımızda, beş köpekle karşılaştık. Hepsi birden başladı havlamaya. Yavruydular daha ama havlamalarıyla başka köpekleri davet ediyorlardı sanki yanlarına. Bütün korkumuz yanımızdaki köpeklerdi. Hızlı bir şekilde yürüyerek bu vartayı da atlattık.
 
Kır evlerinin avlularından ve asfalttan gelen köpekleri savuşturma zamanlarındayız.
(MYC; Şubat 2025)
 
Üçü bir arada; en önde Can...
(MYC; Şubat 2025)
 
Köpeklerin günü...
(Şubat 2025)
 
Köyün dışındaki ilk evler başlamış ve köye oldukça yaklaşmıştık. En sessiz sokakları seçerek köyün merkezine doğru sızdık. Ama ne mümkün; kokularından geldiğimizi anlıyorlardı. Neyse ki kafileye sonradan katılan iki küçük köpek köyün girişinde bizden ayrılmışlardı. Geriye döndüler; yeniden geldikleri ormana doğru…
 
Yeniköy'ün sessiz sokaklarında...
(Şubat 2025)
 
Yeniköy-Ürkmez asfaltına iniyoruz.
(Şubat 2025)
 
Biz yoldaşımız Can ile yine baş başa kalmıştık. Bahçelerden gelen havlama sesleri arasında Yeniköy-Ürkmez asfaltına çıktık nihayet. Köpek yorgun, biz yorgun; kendimizi bir bakkala dar attık. Köpeğe iki somun alıp yedirdik. Bu arada mahallenin başka köpekleri de geldi yanımıza. Onlar da aldı nasiplerini. Hepsi çok açtı hayvancıkların.
 
Yeniköy-Ürkmez asfaltındayız. Başladığımız yerde...
(Şubat 2025)
 
Ama artık bizim gitme zamanımız gelmişti; otoparka doğru yürürken sadık dost Can da geldi peşimizden. Arabalara bindik; etrafında şöyle bir dolaştı hayvancık. İçli içli baktı. Araba hareket etti; o da arkasından… Bu kadar kısa zamanda arkadaş olmuştuk Can’la. Bir süre takip etti, biz hızlandık, o kaldı gerilerde. Bir günlük dostluk yaşamıştık Yeniköy ormanlarında; Balaban Göleti’nin çevresinde dolanırken. Ne mutlu bize, ne mutlu yürüyenlere…

Dipnotlar:
(3)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

16 Şubat 2025 Pazar

İZMİR'İN KUZEYİNDE; AİOLYA’NIN DERİNLİKLERİNDE…

KARAKÖY’DEN KALABAK’A…
 
24 Ocak 2025
İbrahim Fidanoğlu
 
Sabah vakti Karaköy’de…
 
Bugün Aliağa'nın Eski Karaköy ile Kalabak köyleri arasında yaklaşık 12 km.lik bir parkurda yürüdük. Sabah saat 9.30’da Karşıyaka’dan İzmir’in kuzeyine; İlk Çağ’ın Aiolya coğrafyasına doğru hareket ettik. Aliağa’dan Güzelhisar’a doğru saptık. İki hafta önce de bu coğrafyada Samurlu’dan Güzelhisar’a yürümüş ve Osmanlı döneminde bir kaza merkezi olarak işlev gören Güzelhisar köyünü etraflıca dolaşmıştık. Petkim Barajı yakınlarında, Uzunhasanlar köyüne gelmeden sola kıvrılan ve Karaköy levhasının bulunduğu bir yerden, Güzelhisar Vadisi’ne doğru yöneldik. Tali asfalt yol, önce bizi Yeni Karaköy’e getirdi. Sabahleyin ortalıkta kimsecikler yoktu. Köy belli ki yakın zamanlarda kurulmuş; belki de terk edilmiş Eski Karaköy’ün yerine; bu civara gelen göçleri karşılamak niyetiyle oluşturulmuştu. Biz esas hedefimiz olan Eski Karaköy yoluna doğru döndük. Hava açık ve sıcaklık 17 derece civarındaydı. Ortalıkta bahar alametleri vardı. Son yağmurlarla toprak suya doymuş; yer yer balçık ve karasuluklar oluşmuştu.
 
Eski Karaköy Camii
(Ocak 2025)

Köyün camisi ve meydan
(MYC; Ocak 2025)
 
Köyün girişinde yer alan meydanlık alan; restore edilen evlerden biri...
(MYC; Ocak 2025)
 
Karaköy
 
Karaköy, Petkim'in kendine proses suyu sağlamak için kurduğu Güzelhisar Barajı'nın kuzeybatısında yer alıyor. Bu köy eski bir yerleşim olmakla birlikte, zaman içinde şehirde çalışmak amacıyla terk edilmiş; daha sonraki zamanlarda ise baraja daha yakın konumda Yeni Karaköy yerleşimi oluşmuş. Eski Karaköy'ün harap evleri, şimdilerde şehirden gelenler tarafından onarılıp, şehirden uzakta bir kafa dinleme mekanına dönüşüyor yavaş yavaş. Bir de 5-6 evden oluşan bir turistik tesis, inşa aşamasında...
 
Karaköy'ün uzaktan baktığı Güzelhisar Baraj Gölü
(Ocak 2025)
 
Köyün terk edilmiş ve yıkık dökük evleri
(Ocak 2025)
 
Cami avlusunda yer alan eski mezarlık
(Ocak 2025)
 
Karaköy, Güzelhisar havzasında yer alan ve uzun yıllar Güzelhisar kazasına bağlı olarak varlığını sürdürmüş bir köy… Daha sonra Menemen ve Manisa vilayetinin Merkez kazasına bağlanmış. Cumhuriyet döneminde ise 1930 yılında Aliağa Çiftliği’ne yakınlığı dolayısıyla Manisa’ya bağlı Uzunhasanlar, Karakuzu, Atçukuru ve Kalabak köyleriyle birlikte Aliağa nahiyesine bağlı bir yerleşim haline dönüştürülmüş. (1)
 
Camiye doğu yönünden bakış; avludan çıkış merdiveni ilginç...
(Ocak 2025)

Dağa Kaçtım gezginleri, Karaköy Camii avlusunda...
(Ocak 2025)

Cami avlusunda; belki de bir zamanlar köyün imamı için yapılmış lojmandan bugüne kalanlar...
(Ocak 2025)
 
Avludaki eve ve evin verandasına çıkan merdivene yakından bakış
(Ocak 2025)
 
Terk edilmiş köydeki bazı yıkık dökük evlere baktığımızda, Rumların yaşadığına dair izler buluyoruz. Köyün camisinin hemen yan karşısında ve iki katlı bir harap yapı bunlara dair en tipik olanı… Düzgün taş işçiliği ile dikkat çeken pencere lento ve söveleri, kesme taştan imal edilmiş evin muntazam köşe duvarı ve 19.yüzyıl eşkıya baskınlarına yönelik korunma refleksine işaret eden tüm pencerelerdeki demir parmaklıklar, bir dönem mimarisinin izlerini yansıtıyor.
 
Büyük olasılıkla bir Rum evinden geriye kalanlar; mimari çizgileri açıkça kendini belli ediyor.
(Ocak 2025)
 
Kaktüslerin ardındaki yaşanmışlık izleri; eski bir Karaköy evinden geriye kalan...
(Ocak 2025)

Eski Karaköy sokaklarında; önümüzde Güzelhisar Barajı...
(Ocak 2025)
 
Köyün merkezindeki şu anda kullanılmayan taş cami ve çevresinde, avluya hemen bitişik konumda köyün eski mezarlığı, avlunun zemininde izlenebilen taş döşeli bir patika, caminin üç kemerli girişi, yine avluda yer alan harap bir kulübe ve şu anda mevcut olmayan minareye çıkan on beş basamaklı bir taş merdiven dikkat çekici… Ayrıca avludan doğu yönünde geçişe izin veren bir başka merdiven ise, işlevi açısından oldukça ilginç…
 
Eski Karaköy Camii'nin giriş cephesi
(Ocak 2025)

Karaköy Camii avlusunda doğu yönündeki merdivenli çıkışa doğru giden döşeme yol parçası
(Ocak 2025)

Caminin doğu cephesi ve şu anda mevcut olmayan minaresine çıkılan merdiveni
(Ocak 2025)
 
Balkan bozgunları sonrasında Anadolu’ya yönelen büyük göçlerin yoğunlaştığı bir zamanda; 1914’e yaklaşırken Foça ve Urla’da İttihat ve Terakki döneminde zamanın ruhuna karşılık gelecek şekilde, milliyetçi reflekslerle özellikle Rumlara yönelik olarak gelişen birtakım olaylar sonucu, bu bölgede yaşayan Rumların da tedirginlik içinde adalara ve İzmir’in merkezine yönelik göçlere dahil oldukları anlaşılıyor. İzmir’de yayınlanan Ahenk gazetesinin o günkü nüshalarından (17 Haziran, 8 Temmuz ve 12 Ağustos 1914) elde edilen bilgilere göre; bölgedeki Aliağa Çiftliği, Arap Çiftliği ve Karaköy gibi köylerde yaşayan Rum ahali de kendilerini daha güvende hissedecekleri İzmir’e gitme arzusunu, İzmir Metropolitliğine mektup yazarak bildirirler. Ancak yerel yöneticilerin ve Metropolitliğin ortak çabasıyla bu göçler yeniden tersine döndürülür ve bu köylere daha önce yerleşen Balkan muhacirleri Menemen kaymakamı ve jandarma komutanının aldığı tedbirler çerçevesinde tahliye edilerek, İzmir’den geri çevrilen Rumlar yeniden eski yerlerine yerleştirilirler. (2)
 
Eski Karaköy Camii; batıdan bakış...
(MYC; Ocak 2025)
 
Güzelhisar Barajı'na bakan Eski Karaköy evlerinden biri; yorgun ve yıkık...
(Ocak 2025)
 
Eski Karaköy'e son bakış...
(Ocak 2025)

Karaköy’den Kalabak köyüne doğru…
 
O eski hikayelerin ve kavgaların izlerinin artık toprak altında kaldığı Eski Karaköy, bugün Güzelhisar Baraj Gölü’ne bakan bir sırtta sessiz sedasız bir şekilde hala varlığını sürdürüyor. Baraja doğru alçalan bir sırtta terk edilmiş ve yıkık haldeki beş on evin önünden geçerek bir koyun sürüsünün otladığı taşlı arazide yürüdük. Çevremizde volkanik jeolojiye uygun şekilde hayat bulmuş meşe ağaçları vardı çoğunlukla. Köyün ikinci mezarlığı da bu sırttaydı.
 
Karaköy yakınlarındaki diğer mezarlık
(MYC; Ocak 2025)
 
Güzelhisar Barajı'na doğru iniyoruz.
(Ocak 2025)

Karaköy altında otlayan koyun sürüleri
(MYC; Ocak 2025)

Gevenler ve meşeler arasında...
(Ocak 2025)
 
Issızlığın ortasında; bir meşenin yalnızlığı
(Ocak 2025)
 
Karaköy'den baraj gölüne doğru bir süre indik ve daha sonra yönümüzü kuzeye dönerek, vadinin tabanından doğu-batı ekseni boyunca akan Koca Ağıl Deresi'ne doğru alçaldık. Derede fazla su yoktu; kolayca karşıya geçtik. Çevrede topraktan fışkırmış binlerce çiriş otu arasında gördüğümüz nergis ve çiğdemler bize baharı işaret ediyorlardı. Benzersiz kokularına doyamadık. 
 
Gezginler yolda, Güzelhisar Baraj Gölü aşağılarda...
(Ocak 2025)
 
Karaköy'den sonra; nergisler arasında...
(Ocak 2025)
 
Koca Ağıl Deresi'ni geçerken...
(Ocak 2025)
 
Çiriş otlarının arasında rastladık onlara; nergislerin kardeşliği...
(Ocak 2025)
 
Bazen zeytinlikler, bazen meşe ağaçları ve çitlembikler çıktı karşımıza. Ama Karaköy’den Kalabak’a doğru yürürken, adından dolayı volkanik bir tepe olduğunu düşündüğümüz Kara Devlit Dağı’nın çevresinden neredeyse hiç ayrılmadık. Kalabak yönüne doğru ilerlediğimiz bu sırtta bir süre aşağılarda kalan Güzelhisar Baraj Gölü’ne paralel bir şekilde yürüdük. Zaman zaman önümüze arazileri birbirinden ayıran derme çatma sınır duvarları çıktı. Meşeler arasında bazen geçmiş zamanlardaki yaşanmışlıkları temsil eden kulübe yıkıntılarına ve açık ağıllara rastladık. Deliceler vardı çevremizde. Ama sanki ortası boşalmış gibi duran, ama bu dairesel boşluğun 4 yanından göğe doğru yükselen bir anıtsal meşe ağacı bizi en çok etkileyeniydi doğrusu.
 
Zeytinlikler, deliceler, pırnar meşeleri, bahçe sınırları niyetine taş duvarlar geçtik.
(Ocak 2025)
 
Etrafında döndüğümüz Kara Devlit Dağı
(MYC; Ocak 2025)
 
Güzelhisar Barajı giderek uzaklaştı bizden.
(MYC; Ocak 2025)

Açık ağıllar; yıkık kulübeler; yaşanmışlık izleri her yerde...
(MYC; Ocak 2025)
 
Bir süre sonra meşelerin ve araziye saçılmış volkanik malzemenin içinden ilerleyen bir patikayı takip ederek, yönümüzü kuzey batıya doğru döndük. Yine tatlı meyille yükselen bir sırttan yürüyorduk. Sırtın en yüksek noktasına ulaştığımızda, bir toprak yolun başına gelmiştik. Karşı tepede bir siluet olarak görünen camisiyle fark ettiğimiz köy, Hacı Ömerli köyü olmalıydı. Yöneldiğimiz bozuk toprak yol, bizi makilik bitki örtüsünün yoğunluk kazandığı bir topografyadan aşağıya doğru Kalabak köyünün girişine dek uzanan düzgün bir şoseye taşıdı. Sağımızda son yağmurlarla zenginleşmiş bir gölcük ve onun civarında sazlıklar vardı. Kalabak ile Kara Devlit Dağı arasında köyün tarımsal alanları uzanmaktaydı.
 
Gezginin "tahtı"
(MYC; Ocak 2025)

Solda Kara Devlit Dağı; yürüyoruz Kalabak'a doğru...
(Ocak 2025)

Yine nergisler çıktı karşımıza...
(Ocak 2025)

Meşe ağaçları ve bahçe duvarları
(Ocak 2025)

4 "kollu" meşe ve ortasında gezgin...
(Ocak 2025

Anıt meşe ağacının budandıktan sonra 4 yandan nasıl fışkırdığının fotoğrafıdır.
(Ocak 2025)

Sırta doğru...
(Ocak 2025)
 
Kalabak köyüne yaklaşırken, bir köylüyle karşılaştık yolda. Kalabak köyünün ağa sülalesinden olduğunu söyledi köylü. Himmetoğulları’ndanmış ataları. Ayaküstü söyleştik. Aşağılardaki tarlalardan gelen iki köylü kadın ise, iki kucak nergis ile köyün sokaklarının arasında kaybolup gittiler. Köye doğu yönünden kilit taşı döşeli bir sokaktan girdik. Köyün camisi ilerdeydi. Yanına vardığımızda caminin yakınlarındaki kahvehanesi bile kapalıydı. Çünkü herkes Cuma namazındaydı. Biz de kahvehanenin verandasındaki boş masalardan birine oturup, yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri öğle yemeği niyetine yemeğe başladık.
 
Kalabak yolundayız.
(Ocak 2025)

Toprağın suya doyduğu zaman...
(Ocak 2025)
 
Bir ahlat ağacına sarınmış yabani hanımelleri
(Ocak 2025)
 
Köye girerken...
(Ocak 2025)
 
Kalabak köyündeki süt toplama merkezi
(MYC; Ocak 2025)
 
Köy kahvehanesinde yemek molasındayız.
(MYC; Ocak 2025)
 
Kalabak hakkında…
 
Bugün yenisinin varlığı nedeniyle Eski Kalabak olarak anılan Kalabak köyü, Yunt Dağı coğrafyasında konargöçer Türkmenlerin Osmanlı Devleti tarafından 18-19. yüzyıllarda yerleştirildiği yerleşimlerden biri… 1863-1873 yıllarına ait sicil defterlerine göre, bu kapsamda Karayağcı aşiretinin; Belen, Durasıllı ve Kalabak köylerine yerleştirildiği anlaşılıyor. (3)
 
Kalabak Camii
(MYC; Ocak 2025)
 
Kalabak köyünün sokaklarında...
(Ocak 2025)

Kalabak Camii; yapım tarihi: 1712...
(Ocak 2025)

Köyün oldukça bakımlı camii de bize köyün tarihi hakkında bazı bilgileri sunuyor. Caminin avlusunda yer alan gösterişli ve sanatkarane mezar taşlarıyla dikkat çeken haziresi, köyün bağlı olduğu Güzelhisar Kazası’nı bir dönem yöneten Himmetoğulları’nın bölgedeki hakimiyetine işaret ediyor. Cami, 1711’de inşaatına başlanıp 1712 yılında ibadete açılmış. Caminin girişinde yer alan kitabeden anlaşıldığına göre; Kara Mehmet isimli biri tarafından yaptırılan cami, Hicri 1172 (Miladi 1758) tarihinde Güzelhisar Voyvodası Esseyid Hacı Himmet Ağa tarafından onarılmış. Kitabe de bu onarım sonrasında konulmuş olmalı.
 
Kalabak Camii; minber ve mihrap...
(Ocak 2025)
 
Caminin yan avlusu
(Ocak 2025)

Ahşap minber
(Ocak 2025)
 
Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde tımar sistemi çöktükten sonra merkezi devletin tüm vergileri, 18.yüzyıldan itibaren mültezimler ve voyvodalar tarafından toplanır. Güzelhisar Kazası’nın voyvodalığını uzun süre ellerinde bulunduran Kalabaklı Himmetoğulları, bölgede önemli rol oynayan ayanlardandır. Esseyid Hacı Himmet Ağa, Kalabak köyünden gelerek Güzelhisar’a yerleşir ve Güzelhisar Tuzlası’nı işleterek zengin olur. Himmet Ağa’dan sonra oğlu Zeynel Abidin, Güzelhisar Voyvodası olarak onun yerine geçer. Ancak iltizam parasını merkezi idareye ödeyememesi nedeniyle voyvodalık görevinden alınarak Güzelhisar kazasından sürülür.
 
Kalabak Camii'nin son cemaat yerine giriş kapısı ve iki yanındaki gömme sütunlar
(Ocak 2025)
 
Minber ve pencereler
(Ocak 2025)

Avludaki serviler
(Ocak 2025)

Bahçede bir çiçekliğin kıyısında yer alan bir eski fesli mezar taşı; büyük olasılıkla 2.Mahmut dönemine ait...
(Ocak 2025)
 
Ersin Doğer’in Aliağa Kent Kitaplığı arasında çıkan Aliağa Tarihi isimli kitabında belirtildiğine göre; bugün Güzelhisar Çayı’nın Ege Denizi’ne döküldüğü noktada yer alan İlk Çağ’ın liman yerleşimi Myrina, daha sonraki zamanlarda Kalabakhisar Mevkii olarak anıldı. Burada sözü edilen Frenk (Kalabak) isimli bir Orta Çağ yerleşimi, Türk dönemi öncesini ya da Saruhanoğlu Beyliği döneminin hatıralarını taşıyor olmalı. Günümüzde Myrina antik kentinin kalıntılarının bulunduğu Kalabakhisar mevkisinde olduğu düşünülen Frenk (ya da Kalabak) köyünün, adını Bizans ve Saruhanoğlu Beyliği döneminde burada anlaşmalı olarak bulunan Cenevizli kale muhafızlarından almış olması ihtimal dahilindedir. Bizans ve Saruhanlılar zamanında Foça’dan Çandarlı’ya kadar uzanan bir kıyı boyunca, yürüttükleri şap madeni ticaretini güvenle sürdürebilmek amacıyla kaleleşen Cenevizli ailelerin varlığı bilinen bir tarihi vakıadır. Ortaçağ’da şap madeni, tekstil üretiminde boya sabitleyici olarak kullanılmasından kaynaklanan nedenlerle oldukça stratejik bir öneme sahipti. (4)
 
Myrina ya da Kalabakhisar; kalıntıların bulunduğu tepelerden biri olan Beriki Tepe
(Nisan 2011)
 
Myrina ya da Kalabakhisar; diğer tepe, Öteki Tepe ve sağda antik liman...
(Nisan 2011)

Myrina (Kalabakhisar) antik limanının mendireğinden kalan andezit bloklar
(Nisan 2011)
 
Güzelhisar Kazası’nın 19. yüzyılın sonlarında Menemen’e bağlı bir köy hüviyetine dönüşmesi nedeniyle önce Menemen’e daha sonra Manisa’ya bağlanan Kalabak köyü, daha sonra Cumhuriyet döneminde 1930 yılında coğrafik yakınlığı nedeniyle o yıllarda nahiye merkezi olan Aliağa Çiftliği’ne bağlanır. Bugün Kalabak köyünün bir kısmı, Şakran’a doğru Hacı Ömerli köyü yakınlarındaki Yeni Kalabak köyünü kurarak denize yaklaşırlar. 1982’de ilçe statüsü kazanan Aliağa, Yeni Kalabak ve Eski Kalabak köylerinin idare merkezi konumundadır.
 
Kalabak Camii'nin minaresi
(Ocak 2025)

Kalabak Camii haziresi
(Ocak 2025)
 
Kalabak Camii; kuzeyden bakış
(MYC; Ocak 2025)
 

Kalabak’tan Karaköy’e; dönüş yolunda…
 
Cuma namazından çıkan cemaat kahvehanede aldı soluğu. Bir anda verandadaki tüm masalar doluverdi. Selamlaştık köylülerle. Onlar geldiğinde, yemeğimiz neredeyse bitmişti. Namaz sonrası birden kalabalıklaşan kahvede masa işgal etmeme düşüncesiyle köylülerle vedalaşarak kahvehaneden ayrıldık. Önce köyün camisine uğradık. Meydanlığa bakan birkaç taş ev, köyün geleneksel mimarisini yansıtması açısından ilginçti. Köydeki evlerin çoğu tek katlı ve taş duvarlarla çevrilmiş avlular içindeydi. Evlerin köşe duvarları genellikle andezit düzgün kesme taşlardan örülmüştü.
 
Caminin baktığı köyün meydanı ve tipik tek katlı köy evleri
(Ocak 2025)
 
Bir evin köşe duvarı
(Ocak 2025)

Cami avlusundan bir görünüm; bir zeytin ağacının dibinde kuyu var.
(Ocak 2025)
 
Cami ve avlusu oldukça bakımlı… Caminin doğu yönündeki haziresinde çok sayıda gösterişli mezar taşları var. Bunların 18. yüzyılda bir dönem Güzelhisar Kazası’nın voyvodalığını yürüten Himmetoğlu ailesine ait mezarlar olduğu kanaatindeyiz. Servilerin eşlik ettiği bir yolla ulaşılan caminin demir kapılı girişi, son cemaat yerine açılıyor. Avluda giriş kapısının karşısında bir zeytin ağacının dibinde ise, kapaklı bir kuyu bulunuyor. Kapının iki yanında ise, duvara gömülü halde iki antik sütun var. Harime giriş kapısının üstünde Hicri 1172 (Miladi 1758) tarihini taşıyan  onarım kitabesi ve yanında bir başka levhada tercümesi var. Şunlar yazıyor:
 
“Kara Mehmed’in bina ettiği camii şerifin tamirine
 Mamur olan sahibül hayrat vel hasenat
Esseyid Hacı Himmet Ağa Hak Teala rahmet eyleye
Aba ecdadına mahi Muharrem sene 1172”
 
Caminin harim girişinde yer alan onarım kitabesi
(Ocak 2025)

Onarım kitabesinin transkripsiyonu
(Ocak 2025)
 
Caminin haziresinden bir görünüm; ortadaki en büyük sarıklı mezar taşında şunlar yazıyor: "Hüvel Baki el-huruf, Beni mağfiret kıl lütfunla yarab, Bi hak arş-ı azam nur kur'an, Gelub kabrime...; İde ruhuma bir fatiha, Hasan Abdül Kerim Zade, Merhum Seyyid Halaç Ahmet Ağa; tarih okunmuyor. (Transkripsiyon: Duran Şemsettin Şahin)
(Ocak 2025)
 
Caminin harimi son derece sade… Restorasyonlar sonrası üzeri mozaik kaplı bir mihrap, ahşap ve sade bir minber ile 4 taşıyıcı ahşap ayak üzerinde yükselen kadınlar mahfili harimin ana unsurlarını oluşturuyor. Kemerli pencereler ve üzerindeki ufak dairesel ışıklıklar, içerisinin yeterince aydınlanmasına izin veriyor. Caminin avlusunun kuzey arkasındaki sokağa açılan bir demir kapıdan çıkarak camiden ayrılıyoruz.
 
Kalabak Camii; harim
(Ocak 2025)
 
Mihrap
(Ocak 2025)

Kadınlar mahfili
(Ocak 2025)
 
Caminin önündeki meydandan kuzey batıya doğu yönelen bir yolu takip ederek yeniden yürümeye başladık. Yolun iki yanında yine bahçeli köy evleri vardı. Kahvede biraz sevip ilgi gösterdiğimiz bir köpek, biz evlerinin önünden geçerken havlamaya başladı. Sahibi ile selamlaştık yeniden. O sırada evin kadını bize kalınca bir dilim köy ekmeği verdi. Teşekkür edip vedalaştık.
 
Kalabak'ın çıkışına doğru...
(MYC; Ocak 2025)
 
Kalabak yolunda
bir eski Ferguson traktör
(MYC; Ocak 2025)
 
Ekmek aldığımız ev
(MYC; Ocak 2025)
 
Yol, Kalabak’ın çıkışındaki bir dere yatağına doğru alçalıyordu. Kalabak yazılı takın altından geçtik. Kuzey yönünde Şakran’ın üzerindeki geçen yıl çıktığımız Sakarkaya uzaktan seçiliyordu. Bir süre asfalt yolu takip ettik. Yolun kıyısındaki dere yatağını geçen eski bir köprü dikkat çekiciydi. Gözlerinin büyük bir kısmı toprakla dolmuş olsa da yine sayabildiğimiz kadarıyla 5 gözlü köprünün güzelliği ortadaydı. Üzeri döşeme taşla kaplı, kendisi ise andezit kesme taşlardan inşa edilmiş köprünün Yunt Dağı yol şebekesinin bir parçası olarak Osmanlı Döneminden kalmış olması muhtemeldi. Amacımız, sabah çıktığımız Karaköy’e yönelen ve Kara Devlit Dağı’nın batısından dolaşan toprak yolun başına ulaşmaktı. Bir süre sonra bir doğal gaz hattı ile çakışan bu yolun girişini bulduk ve sola dönerek tatlı bir meyille yükselen sırta tırmanmaya başladık.
 
Altından geçtiğimiz Kalabak Takı
(Ocak 2025)

Kalabak çıkışında asfalt yolun kıyısında gördüğümüz tarihi taş köprü
(Ocak 2025)

Köprünün geniş açıdan görünümü
(MYC; Ocak 2025)
 
Taş köprünün üstündeki döşeme yol parçası
(Ocak 2025)
 
Arazide rastladığımız Yunt Dağı yol şebekesinin kopan bir parçası daha...
(Ocak 2025)
 
Uzun süre doğal gaz hattının üzerinden yürüdük. Daha sonra yer yer döşeme taş zeminin belirginleştiği Karaköy yoluna doğru sola kıvrıldık. Zeytinlikler arasından devam eden yürüyüşümüz esnasında, artık denizi ve Şakran sahilini görebiliyorduk. Şakran önündeki küçük adalar ve Çandarlı Körfezi’nin kuzey kıyıları, bir sis tabakasının altından zorlukla fark edilebiliyordu. Bu manzarayı, yolun yukarısındaki kayalık bir sırta çıkarak termosta kalan son çaylarımızın eşliğinde bir süre seyrettik.
 
Kuzeyde Şakran üstündeki Sakarkaya
(Ocak 2025)

Ardımızda Kalabak köyü...
(Ocak 2025)
 
Önümüzde yer yer döşeme; Karaköy şosesi
(Ocak 2025)
 
Hemen yanımızda; yol kıyısında bir tuhaf kaya...
(Ocak 2025)
 
Karşımızda Şakran Denizi...
(Ocak 2025)
 
Ve biz; Dağa Kaçtım gezginleri...
(Ocak 2025)
 
Artık Eski Karaköy’e oldukça yaklaşmıştık. İlerideki tepeyi aşınca, köyün kırık dökük ilk evleri ve ağıllardan biri göründü. Karaköy’e gelmiştik. Köye; akşama yaklaşan böyle bir vakitte, terk edilmişlik ruhu iyice çökmüştü. Ortalık ıpıssızdı; geldiğimiz gibi köyden, caminin önüne bıraktığımız arabamıza binerek sessizce ayrıldık.
 
Kayaların ardında Yunt Dağı'nın hikayeleri saklı...
(Ocak 2025)

Volkanik dünya; Yunt Dağı...
(Ocak 2025)
 
Yeniden; Eski Karaköy'de...
(Ocak 2025)

Karaköy'e akşam çökerken...
(Ocak 2025)

O yorgun ve yıkık evler; şimdi yeni sahiplerini bekler. 
(Ocsk 2025)
 
Gün boyu yine Yunt Dağı ve İlk Çağ’ın Aiolya coğrafyasında kaygısızca dolaşmış, binlerce yıl önce sönmüş küçük bir volkanın çevresinde dönüp durmuş; eski ve yalnız köylerin duvarlarına sinmiş hatıraları kurcalamıştık. Bu da bugünden bize kalandı. Artık İzmir’e dönme zamanıydı.

Dipnotlar:
(1)   Ersin Doğer; Aliağa Tarihi; İlk Çağ’dan 12. Yüzyıla; Aliağa Kent Kitaplığı, Ekim 2017-Ankara; sayfa: 233
(2)  Ersin Doğer; a.g.e.; sayfa:211-212
(3)  Ersin Doğer; a.g.e.; 184
(4)  Ersin Doğer; a.g.e.; sayfa: 130
(5)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC