9 Mayıs 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bu yıl Nisan ayında Menemen’deki Hatundere köyünün arka dünyasında ilk kez yürümüştük.(1) İlkçağ kaleleri, Küçükkale ve Büyükkale’yi hedeflediğimiz bu yürüyüş güzergâhında gidilmesi gerekli
başka hedef noktaların da olduğunu o zaman anlamıştık. O yürüyüşü konu
ettiğimiz yazımızda bazı kaynaklardan edindiğimiz bu bilgilerden kısmen de olsa
söz etmiştik. Bugün ise, Hatundere’nin
arkasında yükselen Dumanlı Dağ’ın
eteklerindeki Manastır Mevkii diye
bilinen bir vadiye doğru yürüdük.
Hatundere'den Manastır Mevkii'ne; en arkada Büyükkale konisi...
Havaların giderek
ısındığı bölgemizde; doğanın yeşil örtüsü henüz sarıya dönmemişti buralarda.
Güzel bir Mayıs gününde Hatundere’nin
güney yönünde yer alan dere yatağını takip ederek doğuya ve Dumanlı Dağ’a dek süren yürüyüşümüz
oldukça keyifli geçti. Foça’dan arkadaşlarla gerçekleştirdiğimiz yürüyüşümüzde;
geçen yürüyüşümüzde olduğu gibi yörede rota deneyimi olan Cengiz arkadaşımızın
değerli rehberliğinden yararlandık. Gelelim hikâyesine…
Ovaya doğru akan Hatundere
Hatundere köyü; yürüyüşün başlangıç noktası...
Köyün doğu çıkışındaki ilk çeşme...
Yürüyüşün Hikâyesi
Hatundere civarı, İlkçağ’da Aiollerin yaşadığı ve
genellikle dağlarda hayvancılık yaparak yaşamlarını sürdürdüğü Aiolya coğrafyasında kalan bir yerleşim.
Yörede; daha sonraları Roma’nın ve Bizans’ın da egemenlik sürdüğü zamanlardan
kalma yaşam izleri mevcut. Bugün Dumanlı
Dağ’ın volkan konisinin dibinde yer alan ve Manastır Mevkii diye adlandırılan alan, anlaşıldığı kadarıyla
Bizans döneminde bölgedeki manastırlardan birine mekân olmuş olmalı. Bizim
erişebildiğimiz yüzlerce yıllık dev bir meşe ağacı ile konumlandırılabilecek
alanda ise tarımsal amaçlı olduğunu düşündüğümüz bir takım teraslardan başka
yüzeyde herhangi bir kalıntıya rastlayamadık. Belki de Kilise Yıkığı diye adlandırılan mevkii ile bu alan arasında bir
ilişki vardı; ama biz bulamadık.
Hatundere köyü ve Büyükkale; aynı karede...
Dağa Kaçtım gezginleri, Hatundere-Manastır Mevkii yürüyüşünün başlangıcında...
Hatundere çıkışında bir ağılda kuzuların sessizliği...
Sabah saat dokuz gibi Hatundere köyünde Foça’dan gelen
arkadaşlarla buluştuk. Arabaları köyün güney-doğu çıkışında yer alan bir
köprübaşının yakınlarında bıraktık. Köprüden dere yatağını ve ilk çeşmeyi
geçtikten sonra doğuya ve Dumanlı Dağ’a
doğru yönelen bir toprak yola saptık. Mor renkli eşek dikenlerinin arkasında
bıraktığımız köyün evleri yürüdükçe küçüldü giderek; sonunda kayboldu gitti. Dumanlı Dağ’a doğru ilerleyen bu toprak
yolun iki yakasına doğru sıralanmış köyün son evlerini de geçtikten sonra tatlı
bir meyille tırmanışa başladık.
Yürüyüş güzergahında zeytinlikler; en arkada Büyükkale ve Dumanlı Dağ konileri
Gökyar Çeşmesi'ne kadar bu yoldan yürüdük.
Ayı fındıkları
Nisan ayında çıktığımız Büyükkale’nin uzaktan bir koniyi andıran
zirvesi, kuzeydoğu yönünde bize hep göz kırptı yürürken. Yol kıyısında ayı
fındıkları çiçek açmış, hayıtlar ise yapraklanmışlardı artık. Dere boyunca o
kadar çok hayıt vardı ki, Nisan ayındaki yürüyüşümüz sırasında Alabahçe Mevkii’nden yukarılara doğru
yürürken, birer kuru çalı halinde gördüğümüz hayıtlar sanki bir anda
uyanmışlardı. Yapraklarını ellerimle ezdim ve burnuma götürdüm; içime yayılan o
bildik kokusu, rahmetli babamın yazları nerde bir hayıt çiçeği görse, hep
sözünü ettiği; Makedonyalı babaannemin yün giysilerin içine; güve yemesin diye
hayıt çiçeklerini nasıl kurutup koyduğu o eski zamanları hatırlattı. Her şeyin
doğal, doğadaki her şeyin kullanışlı olduğu zamanları…
Yol kıyısındaki hayıtlar artık yapraklanmışlardı.
Babaannemin hayıtları
(Haziran 2008)
(Haziran 2008)
Yürüyüş rotamızdaki ikinci
çeşmemiz olan Gökyar Çeşmesi’ne
yaklaşırken, Büyükkale ve uzaktan
altındaki vadinin kilidi gibi duran Sarıkaya
bütün ihtişamıyla karşımızdaydı. Pırnar meşeleri ve kesmik çalıları,
sırtlardaki hâkim bitki örtüsünü oluşturmaktaydı. Uzaktan bakıldığında;
keçilerin yemeye doyamadığı bu makilik örtü, onların budamasıyla şekilden şekle
girmiş birer figüratif kompozisyon gibiydiler.
Gökyar Çeşmesi'ne doğru...
Anıtsal pırnar meşesi; yüzlerce yıl önce o da bir çalıydı.
Kamışdamları Sırtı'ndan Büyükkale'ye ve Sarıkaya'ya bakış
Aynı yerden ovaya ve Hatundere köyüne bakış
Yükseldikçe ovada
bıraktığımız Hatundere, tepelerin
arasından yeniden kendini belli etti. Gökyar
Çeşmesi’ne doğru yaşlı bir pırnar meşesinin yanından geçtik. Normalde bir
çalı görünümündeki bu dirençli pırnar meşesi, belki de yüzlerce yıllık yaşam
mücadelesinde anıtsal bir görünüme kavuşmuştu. Saygıyla seyrettik onu ve biraz
ilerdeki Gökyar Çeşmesi’nde ilk
molamızı verdik. (Kamışdamları Sırtı)
Gökyar Çeşmesi
Dağa Kaçtım gezginleri, Gökyar Çeşmesi'nde...
Arkamızda kalanlar; kavaklıklar, çiftlikler ve diğerleri...
Yol arkadaşlarımızdan...
Gökyar Çeşmesi’nin bulunduğu sekiden arkamızda bıraktığımız
topografyaya baktık. Yer yer tarımsal alanlar, çiftlik arazileri ve
kavaklıklar, ama yoğunlukla makilik bitki örtüsü belirleyici düzeydeydi. İşin
güzel yanı ise, Mayıs ayında olmamıza rağmen, henüz yeşilin hâkimiyetini
kaybetmemiş olmasıydı.
Aylardan Mayıs'tı; ama ortalık hala yeşildi.
Hatundere sırtlarında ahlatlar meyveye durmuştu.
Dağa Kaçtım gezginleri, molada...
Yoldan çıktık artık.
Yıkık kulübelerin yanından geçtik.
Yürüdüğümüz patika
Gökyar Çeşmesi’nde yeterince su ikmali yaptıktan sonra toprak
yoldan doğu yönündeki bir patikaya doğru yönelerek, şimdiye kadar yürüdüğümüz
yoldan ayrıldık. Güney yönünde giderek derinleşen bir vadiyi takiben; bazen sel
yatağı, bazen de konforlu bir patikaya dönüşen rotamızda ilerledik. Yer yer
açık ağılların sınırlarını belirleyen üst üste düzensizce konulmuş taş duvarlar
ya da küçük kulübe yıkıntılarının yanından geçtik.
Gezginler, Manastır Mevkii yolunda...
Meralar, bahçeler, duvarlar...
Ağıl duvarları
Kızlar elması çiçekte...
Manastır Mevkii’ne yaklaşırken rastladığımız üzeri çiçekle
kaplı bir kızlar elması (ya da üvez) , günün sürprizlerindendi. Ama
esas büyük sürpriz ise, biraz daha ilerde tarımsal amaçlı yapıldığını
düşündüğümüz teraslı alandaydı. Manastır
Mevkii olarak da adlandırılan bu alanda; birbirinden neredeyse eşit
mesafelerle ayrılmış terasların tam ortasında, anıtsal görünümlü bir meşe ağacı
ile karşılaştık. Alanın tek hâkimi gibi dimdik ayaktaydı yaşlı meşe. Ana
gövdesinden çevresine doğru uzanan dallarının altında oluşturduğu geniş
gölgelik, tam bir konfor alanı gibiydi. Bu ne saygı duyulası bir varlıktı; kim
bilir neler görmüş geçirmiş; bugüne ulaşıncaya dek kim bilir ne badireler
atlatmıştı. Çevresinde saygı ile döndüm, uzun uzun seyrettim ağacı ve binbir
kıvrımla; şekilden şekle girmiş gövdesini usulca okşadım; saygıyla… Çevresinde
bir sürü yavrusu vardı besbelli ki… İrili ufaklı sayısız meşe ağacı, teraslı
alanın birçok yerinde hayat bulmuşlardı.
Manastır Mevkii'nde teraslar
Manastır Mevkii ortasında bir anıt meşe; alanın alameti farikası...
Manastır Mevkii; çokça taş yığınları?
Tarımsal teraslar; Manastır Mevkii'nin karakteristiği
Manastır Mevkii’nde uzun süre dolaştık; çok eski zamanlardan
kaldığını düşündüğümüz teras temelleri dışında başka bir iz yoktu ortalıkta.
Sonuç olarak vardığımız kanaat şuydu; bu alan yakınlardaki bir manastırın
tarımsal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanılmış bir alan olmalıydı.
Terasların genişliği bu alanın tarımsal amaçlı kullanıldığı fikrini
güçlendiriyordu. Ama bir kilise ya da manastır gibi herhangi bir yapının temel
izine dahi rastlayamadık. Belki de başka bir vadinin içine sinmişti; kim bilir?
Manastır Mevkii; teraslar ve anıt ağaç meşe...
Diğer meşeler...
Manastır Mevkii; teraslar...
Oysaki Hatundere’nin tarihi arka planı ile
ilgili olarak Porf. Dr. Ersin Doğer, Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi isimli
kitabında şu bilgileri vermekteydi:
“Hatunderelilerin ekip biçtiği, hayvan
otlattığı volkan konisinin İ.Ö. 6.yüzyıldan beri iskân gördüğü, araziye dağılmış
çeşitli antik dönem iskânlarından anlaşılmaktadır. Köyün kuzeydoğusunda sarp
bir kaya zirvesine kurulmuş olan Küçükkale
ve bitişiğindeki Eşektepesi, sahip
oldukları sur duvarları ve su kaynaklarına hâkimiyetleri ile İ.Ö. 6. ve 3.
yüzyıllar arasında bölgenin merkezi durumundaki Hellen-Aiol iskânlarıdır. Kelkoru, Efeyıkığı ve Kiremitlik mevkilerinde ise çanak çömlek
ile teşhis edilebilen Geç Roma Dönemi köy yerleşmeleri bulunmaktadır. Burunucu / Alabahçe’de ve Kiliseyıkığı mevkilerinde
ise 13.yüzyılda (Bizans Dönemi) faaliyet göstermiş kilise ve manastır
harabeleri mevcuttur.”(2)
Manastır mevkii; panoromik bakış...
Manastır Mevkii'nden "Yusuf köpek attı" kayalıklarına doğru bakış
Hatundere havzasında son orkideler
Meşeler dünyası; Manastır Mevkii
Demek ki bizden
saklanmışlardı; bulamamıştık Bizans manastırlarının izlerini… Bulabildiğimiz
yegâne iz, belki de o dönemde manastırın tarımsal lojistiğinin sağlandığı
teraslanmış alanlardı. Bir sonraki yürüyüş sezonunda bütün bu hedeflerin hepsi,
gündemimizde olmalıydı. Bu düşünceyle Manastır
Mevkii diye tanımlanan alandan ayrıldık.
Kapanca Tepesi
"Yusuf köpek attı" kayalıkları
Kapanca Tepesi'nden ovaya doğru bakış
"Yusuf köpek attı" kayalıkları; lav malzemesi ağırlıklı...
(Fotoğraf: MYC)
Tepedeki çeşme; Dumanlı Dağ
(Fotoğraf: MYC)
Teraslı alandan
ayrıldıktan sonra, Dumanlı Dağ’ın
volkan konisinin hemen altında yer alan ve yörede “Yusuf köpek attı Kayası” olarak bilinen kayalıklara doğru yürüdük.
Dağın zirvesine doğru kuzeydoğu yönünde rüzgâr elektrik santrallerinin
pervaneleri yer almaktaydı. Tam solumuzda aşağı yukarı bulunduğumuz nokta ile
aynı yükseklikte ise, Büyükkale’nin
konisi vardı. Meşe ağaçlarıyla kaplı bir sırttan ve kaymaya oldukça müsait bir
zeminden yürüyerek çamur taşı görünümündeki; lav malzemesinden müteşekkil bu
şekilsiz kayalıklara doğru yaklaştık. Tepede basit bir çeşmeden başka bir şey
yoktu. Kısa bir süre oyalandıktan sonra, Manastır
Mevkii’ne hâkim noktadaki meşe, ahlat ve melengeç ağaçlarının bulunduğu bir
düzlükte (Kapanca Tepesi) yemek
molası verdik. Burası dönüş için başlangıç anlamı da taşımaktaydı. Sabah 9.30
gibi köyden ayrılmış, dura kalka yaklaşık 4 saat kadar yürümüştük. Şimdi
dinlenme zamanıydı.
Yusuf köpek attı kayalıkları üstünden Dumanlı Dağ üzerindeki rüzgar gülleri
(Fotoğraf: MYC)
Yusuf köpek attı kayalıklarından Dumanlı Dağ topografyasına bakış; Dumanlı Dağ ve Büyükkale konileri ile rüzgar gülleri bir arada...
(Fotoğraf: MYC)
Kapanca Tepesi'nde dinlenme molasında...
Andezit mimari parçalar; Kapanca Tepesi'nde...
Taşlar, taşlar; Kapanca Tepesi'ne doğru...
Kapanca Tepesi'nde yemek sonrası dinlenme anı...
(Fotoğraf: MYC)
Yemek sonrası aynı
rotayı takip ederek yaklaşık saat 17 gibi Hatundere
köyüne ulaştık. Köyün doğudaki girişinde yer alan eski camisinde tadilat
çalışması sürmekteydi. Cami duvarına bitişik konumdaki eski bir çeşmenin
zorlukla okunan kitabesinden çeşmenin 1800’li yıllardan kalma olduğunu anladık.
Köydeki son durağımız, yorgunluk çaylarını içtiğimiz eski caminin
yakınlarındaki bir kahvehane oldu. Köylülerle yaptığımız kısa sohbette, köyün
kuzeydoğu çıkışında yer alan Alabahçe’nin
üstündeki patikaları takip ederek ulaşılabilecek; kuzeydoğu yönünde Karılar Mezarlığı, Kilise Yıkığı ve Efe Yıkığı mevkilerinin bulunduğunu,
ayrıca Karagöl’ün de dağın arka
yüzünde yer aldığını öğrendik.
Manastır Mevkii'ne doğru; dönüş yolunda...
Bir eski ağıl...
Dönüş yolunda yürüdüğümüz patikanın bir bölümü
Manastır Mevkii
Anıt meşe ağacına veda...
Hatundere Tümülüsleri
Köylülerle vedalaştıktan
sonra onlardan aldığımız bilgiler doğrultusunda; yolumuzun üstündeki Roma
Döneminden kaldığı söylenen Tümülüslere uğramak istedik. Mezarlar, inşaatı
devam etmekte olan otoyol köprüsünün yanından geçerek ulaştığımız bir buğday
tarlasının içindeydi.
Dönüş yolunda ardımızda bıraktıklarımız; Dumanlı Dağ dünyası...
Hatundere'ye doğru; dağdaki patika...
Dağa Kaçtım gezginleri, Hatundere'ye dönüş yolunda...
Gökyar Çeşmesi; akşamın yalnızlığı suya vurmuş sanki...
Kadın aynaları
Önde katırtırnakları, arkada bir kavak ağacı
2002 yılında Prof. Dr. Armağan Erkanal Öktü ve Yard. Doç. Kaan İren tarafından Menemen çevresinde yürütülen bir yüzey
araştırmasına ait raporda(3)
İzmir-Çanakkale yolunun kuzey tarafındaki tarlalarda birinin yeni soyulduğu,
diğerlerinin ise henüz fark edilmediği üç adet tümülüsten söz ediliyordu.
Rapora göre açılan mezarın işçiliğinden yola çıkılarak söz konusu mezarın Roma
Döneminden kalmış olabileceği belirtilmekteydi.
Yaban gülleri (rosa canina'lar)
Beyaz ve mor kadın aynaları; bir arada...
Hatundere'ye girerken...
Köyün camisine yakın eski çeşmesi
Çeşmenin kitabesi; 19.yy.dan kalma...
Hatundere köyünün eski camisi; şimdi tamirat evresinde...
Hatundere köyünün yukarı kahvehanesi
Köyün camisine yakın eski çeşmesi
Çeşmenin kitabesi; 19.yy.dan kalma...
Hatundere köyünün eski camisi; şimdi tamirat evresinde...
Hatundere köyünün yukarı kahvehanesi
Buğday tarlasının
içindeki mezarların yanına vardığımızda, birisi hala rapordaki durumdaydı.
Ancak bu mezarın yanında da ikinci bir çukur açılmış ve kesme taşlardan oluşan
bir duvara ulaşılmıştı. Burası da büyük olasılıkla ikinci mezardı. Buğday
tarlasının muhtelif yerlerinde ise, yine bu mezarlarla ilişkili olduğunu düşündüğümüz
çok sayıda düzgün kesme taş mevcuttu.
Roma Dönemi tonoz mezar; definecilerin açtığı...
(Fotoğraf: MYC)
Mezarın kuzey yönündeki girişi
(Fotoğraf: MYC)
Kuzey yönündeki kilit taşı, aynı zamanda girişin üstündeki lento görevini üstlenmiş.
(Fotoğraf: MYC)
Buğday tarlasına atılmış vaziyette Roma mezarlarına ait kesme taşlar
Açılan mezarın yanındaki defineci çukuru
İnceleme fırsatını bulduğumuz söz konusu mezar, tonoz tipi bir Roma mezarı olarak dikkat çekiyor. Definecilerin söktüğü mezarın eğrisel yüzeyindeki birkaç kesme taşın boşalttığı aralıktan mezara giriş yapılabiliyor. Kuzey-güney yönünde birer kilit taşı ile bağlanmış eğrisel tavanda yer alan düzgün kesme taşlar, yarım silindir şeklindeki boşluğu sınırlıyorlar. Mezarın kuzey yönündeki girişinde yer alan kilit taşı ise, aynı zamanda girişin üst düzlemini oluşturan bir lento işlevi görüyor. Mezarın yaklaşık olarak 2*2,5 metre genişliğinde bir dikdörtgen taban üzerinde yükseldiği söylenebilir. Yüksekliği ise, 1,8 metre civarında olabilir. Yanımızda herhangi bir ölçüm aracı olmadığı için ölçüler tamamen yaklaşık olarak belirtilmiştir.
Buğdaylar arasında helevanlar; o ne müthiş geometri...
Uyuz otu
Bu da lila renginde...
Acı baklalar meyvede; ama zehirli...
Papatyalar ve gelincikler; kırmızı ve beyaz...
Buğday başaklarının dansı...
Hatundere Tümülüslerinin yanından saat 18.30’da ayrıldık. Bugün
yürüyüş grubu olarak kalabalık günlerimizden birindeydik. Saat 9’dan beri 9
kişi Hatundere köyü ile Dumanlı Dağ arasında kalan vadilerden
birinde Manastır Mevkii’ne doğru
yürümüş ve günün kapanışını ise İzmir-Çanakkale yolunun yakınlarında bulunan
Roma Dönemi Tümülüslerinden birinin içini keşfederek yapmıştık. Doyurucu ve
verimli bir gündü bizim için. Gezilecek çok vadi, görülecek çok nokta vardı Hatundere köyünün arka dünyasında… Mezarların
kıyısında yer aldığı tarlada; buğday başaklarının rüzgârla uyumlu
dalgalanışları, bir Tarkovski
filminden kotarılmış uğurlama sahnesi gibiydi bizim için. Ardımızda bu sarı
dalgayı bırakarak, başakların arasına sıkışmış türlü nebatla vedalaşıp Hatundere’den ayrıldık. Yönümüz her zamanki
gibi İzmir’e doğruydu.
Dipnotlar:
(1) Hatundere Kaleleri yazısı için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/05/hatundere-kaleleri.html
(2) Ersin Doğer; Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi, Sergi Yayınevi, Mart-1998;
sayfa: 229
(3) Armağan Erkanal Öktü, Kaan İren; 2002 Güney Aiolis Yüzey Araştırması; Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 21.Araştırma Sonuçları Toplantısı
2.Cilt; 26-31 Mayıs 2003-Ankara; sayfa: 245-247; bkz. https://www.academia.edu/790781/2002_GÜNEY_AİOLİS_YÜZEY_ARAŞTlRMASl
(4) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Gerçekten çok başarılı bir blog olmuş emeğinize sağlık. Ancak anlamadığım tel bir nokta var. Yusuf neden köpek atmış ?
YanıtlaSilŞöyle bir hikaye dinledik; ne kadar doğrudur bilinmez ama Yusuf isminde bir çoban bu civarda sürüsünü otlatırken bir köşede uyuyup kalır. Bu sırada köpeği, çobanın azığını o uyurken afiyetle mideye indirir.Çoban uyandığında durumu görünce çok kızar ve köpeğini hiddetle bu sarp kayalıklardan aşağıya fırlatıp atar. Köpek öldü mü ölmedi mi diye sorarsanız eğer; bu konuda bilgi sahibi değiliz.Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin sürekliliği dileğiyle...İF
SilSitenizdeki birkaç fotografı albümüm için kullanmak isterim.
YanıtlaSilElbette kullanabilirsiniz. Bir sıkıntı olursa bloğun altındaki e-mail adreslerine ileti gönderebilirsiniz. İF
SilÇok keyifle okudum..Emeğinize sağlık..İlk fırsatta Harundere köyüne gideceğim..
YanıtlaSil