ERKEN BİZANS DÖNEMİ YERLEŞİMLERİ-1
SİLLE (SLLYA)
28-29 Nisan 2017
İbrahim Fidanoğlu
“Gerçi
Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz
Ne
Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz,
Öyle
bir mahludi hatt-ı tarikatımız vardır,
Hurufumuz
Yunanice, Türkçe meram eyleriz.”(5)
Giriş
Erken Bizans Dönemi yerleşimlerinin yoğun olarak yer aldığı, Aziz
Pavlus’un Hıristiyanlığı sistematikleştirme ve bir misyoner olarak; bu inancı
kitlelere yayma yolunda, uğradığı önemli noktalardan bazılarının yer aldığı bir
geniş coğrafyadır Kapodokya ve Karamanlı bölgeleri. Konya’dan çıkınca yola, ilk
Sille karşılar yolcusunu; bir vadi
eşiğinde bekler gibi davetkâr…
Sille Vadisi
Sille'nin kadim Türk mezarlığı ve arkadaki bir o kadar eski Azize Helena Kilisesi
Sille
Sille; Roma dönemindeki ismiyle Sylla
ya da Sylata; İlkçağ’da 7-8.yy.larda
Frigya’nın hinterlandında yer alan bir yerleşim olarak öne çıkıyor. Daha
sonraki zamanlarda ise, batıdan doğuya yönelen geçiş yolları üstünde yer alması
nedeniyle her zaman yerleşime açık bir yer olma özelliğini korumuş. Roma ve
Bizans döneminde; gerek Roma’nın Asya Eyaleti’nin başkenti konumundaki Ephesos’dan doğuya yönelen Kral Yolu
üzerinde yer alan bir durak noktası olmasından, gerekse Bizans döneminde Konstantinopolis’ten (İstanbul) Kudüs’e giden hac yolu üzerinde
bulunmasından kaynaklanan nedenlerle bozkırda önemli bir yerleşim olarak öne
çıkmış hep. Osmanlı döneminde ise, giderek Türkçe konuşup Helen alfabesi
kullanarak Türkçe yazan Ortodoks Hıristiyanların; yani Karamanlı Ortodoksların
yoğun olarak yaşadığı bir bölgeye dönüşmüş. Ta ki; Lozan Antlaşması
sonrasındaki Mübadele Süreci’ne
kadar… 1924 yılında din temelli olarak, her iki ülkedeki Ortodoks ve Müslüman
azınlıkların değişimine dayanan Lozan
Mübadelesi sonucunda; ne yazık ki, Türkçe konuşup Türkçe yazan bu
insancıklar da belki de yüzlerce yıldır doğup büyüdükleri ve yurt belledikleri
bu topraklardan ağlaya ağlaya gitmek zorunda bırakılmışlar. Ne acıdır ki; bugün
bile onların torunlarıyla, bir şekilde Yunanistan ana karasında ya da Ege adalarında
karşılaşıldığında; duyarlı yürekler, o acıyı en derinden hala
hissedebiliyorlar. Her iki tarafta bir ulus yaratmanın bedellerinden biri olsa
gerek. Ne diyelim; bundan sonra yaşanmasın böyle ayrılıklar ve kuşaklar boyunca
dinmeyen yurt hasretleri…
Bozkırda göç katarları; Toronto Star; 14 Kasım 1922
(Kaynak: http://patriotikikinisithes.blogspot.com.tr/2012/09/blog-post_27.html)
(Youtube'dan alınmıştır.)
Bir önceki yazımızda Mevlana
ile ilgili bölümde değindiğimiz Deyr-i
Eflatun (Eflatun Manastırı) ya da Agios
Khariton Manastırı da Roma İmparatoru Konstantin’in
annesi Azize Helena’nın adıyla anılan
Bizans dönemi kilisesi de Sille’de
bulunuyor. İstanbul ve Kudüs arasındaki hac yolu üzerinde bulunması nedeniyle; Hz. İsa’nın haçını aramak için Kudüs’e
gittiği söylenen Konstantin’in annesi
Helena’nın (ya da Eleni) bu yolculuğu
sırasında Sille’ye uğradığı; buraya
da bir kilise inşa ettirdiği rivayet edilmektedir. Yakın zamanda Sille’nin bağlı bulunduğu Selçuklu
Belediyesi tarafından restore edilen ve kapısındaki Karamanlıca kitabeden Azize Helena’ya ithaf edildiği anlaşılan
kilise, bugün ziyaretçilerini müze sıfatıyla karşılamaktadır.
Azize Helena Kilisesi
Ak Manastır ya da Deyr-i Eflatun
Sille, Erken Bizans döneminde Arap akınlarının Anadolu’ya yönelmesi sürecinde Hıristiyan keşişlerin Anadolu’da ıssız dağ başlarında ve derin vadi yamaçlarında; Kapadokya’daki yer altı şehirlerinde olduğu gibi zor ulaşılır noktalarda manastırlar kurmalarına yol açmış. Türklerin adlandırışıyla; Ak Manastır ya da Deyr-i Eflatun Manastırı da kayalara oyulmuş kiliseler ya da inziva hücreleri gibi o dönemde yapılmış olmalı.
Sille, Erken Bizans döneminde Arap akınlarının Anadolu’ya yönelmesi sürecinde Hıristiyan keşişlerin Anadolu’da ıssız dağ başlarında ve derin vadi yamaçlarında; Kapadokya’daki yer altı şehirlerinde olduğu gibi zor ulaşılır noktalarda manastırlar kurmalarına yol açmış. Türklerin adlandırışıyla; Ak Manastır ya da Deyr-i Eflatun Manastırı da kayalara oyulmuş kiliseler ya da inziva hücreleri gibi o dönemde yapılmış olmalı.
Azize Helena Kilisesi'nin batıya açılan giriş kapısı ve üstünde yer alan II.Mahmut döneminde gerçekleştirilen onarım kitabesi
Manastırın orijini hakkında Fransız tarihçi Michel Balivet’nin Tasavvuf ve İsyan isimli kitabında şu bilgi veriliyor:
“Müslüman kaynaklarında söz edilen Eflatun Manastırı’nın Konya
yakınındaki Aziz Khariton Manastırı olduğu varsayımı Hasluck tarafından ileri
sürülmüştür. Ancak burasının Orta Anadolu’da çok sevilen bir aziz olan
Eflatun’a adanmış dinsel bir kuruluş olması ihtimali de bulunmaktadır. 3. veya
4.yüzyılda yaşamış bu Hristiyan şehidinin isim günü Yunanlılarca 18 Kasım’da,
Latinlerce 22 Temmuz’da kutlanır.”(1)
Sille sırtlarında kayalara oyulmuş mağaralar ve inziva hücreleri
Bizantolog ve Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice’nin Konya ile Sille arasında Ak Manastır isimli makalesinden yararlanılarak hazırlandığı anlaşılan Konya Belediyesi’nin web sitesindeki bir yazıda ise Ak Manastır ile ilgili olarak ise şu bilgiler aktarılıyor:
Ak Manastır ya da Eflatun Manastırı; 19.yy.
“Ak Manastır olarak da
bilinen Eflatun Manastırı’ndan ilk
bahseden Danimarkalı Carsten Niebuhr’dur
(1733-1815). 1766 yılı Aralık ayında ziyaret ettiği bu manastırı şöyle tasvir
etmektedir; "Konya yakınında bir
mağarada hala meskûn ve kilisesi ile muhtelif hücreleri kayadan oyulmuş bir Rum
Manastırı'na rastlanır."
Geçen
yüzyılın başlarında buradan bahseden diğer bir şahıs ise, bir müddet Konya
Metropoliti olan ve 1813-1819 yılları arasında İstanbul Patrikliği makamını
işgal eden 4. Kyrillos’dur
(1750-1821). Viyana'da yayınladığı Orta Anadolu haritasında Ak Manastır'ı gösterdiği gibi, 3 yıl
sonra basılan Konya ve civarı hakkındaki kitabında bu manastır hakkında etraflı
bilgi verir. Kyrillos, bu manastırı
şu surette anlatır; "Sylata (Sille)
civarındaki bazı tepeler arasındaki bir yamaçta, Sylata'nın bir saat doğusunda,
Konya'nın bir saat batısında etrafını çeviren beyaz taşlı dağlardan dolayı
Türkçe'de Ak Manastır olarak adlandırılan Hagios Khariton Manastırı vardır ki,
burası Hagios Khariton tarafından kurulmuştur... Manastır geniş ve mağara gibi
kayaya oyulmuş olup bütün hücreler ve şapelleri de aynı şekildedir. Kilisenin
kapısı güneydedir. Dışarıda toprak seviyesinin altında kutsal kuyu bulunur.
Khariton bu suyu bir mucize neticesi kayadan fışkırtmıştır. Manastırın önünde
bağlar, bahçeler vardır."
Ak Manastır
Hıristiyan
devri arkeolojisi bakımından Anadolu'yu vaktiyle en iyi tanıyanlardan olan Ramsay, ertesi yıl basılan diğer
kitabında burası hakkında daha etraflı bilgi verir. Ramsay manastırdan şu satırlarla bahseder; "Bu manastır şehrin 5 mil kadar
Kuzey-Batısında ve St. Philip (Takkeli Dağ) dağının hemen dibinde kayalık dar
bir vadi içindedir... St Chariton Manastırı vadinin kuzey tarafındaki dik
uçurumun altında olup Müslümanlarca kutsal tanınmaktadır. Ortasında bir mescit
bulunmaktadır. Mevlevi dervişlerinin başı olan Çelebi Efendi, her yıl buraya
zeytinyağı vakfeder. Türklerin bu saygısını bildiren efsanenin en iyi
versiyonuna göre; ilk çelebi efendilerden birinin veya doğrudan doğruya
tarikatın kurucusu Mevlana'nın kendi oğlu bu uçurumdan düşerken, Aziz Khariton
tarafından kurtarılmıştır. Aziz Khariton hakikatten yaşamış bir şahsiyettir.
Fakat onun hakkında günümüze kadar gelebilen bilgiler tamamen efsaneleşmiş bir
haldedir. Bunlarda elde edilebilen müspet bilgiler, Konya'da doğmuş olduğu ve
Kudüs yakınında şöhretli bir manastır kurduğudur. Bir iddiaya göre Iulianus
devrinde ( M.S 363/5 ) ölmüştür."
Hıristiyan
takviminde 28 Eylül günü kutlanan Hagios
Khariton, aslen Konyalı olup, bu şahıs III. ve IV. yüzyıllarda yaşamıştır.
Ayrıca Konya'dan ayrılarak Filistin'de Betlehem
dışında dağlık, çorak bir yerde bir su bularak bunun başında bir manastır
kurmuş, kendisi de orada gömülmüştür. Filistin'in İslamlaşması üzerine buradan
Anadolu'ya hicret eden keşişler, Konya yakınındaki bu manastırı kurmuş
olmalıdır. Yani anlaşılacağı üzere manastır, Konyalı Aziz Khariton hatırasına yapılmıştır. Khariton'un burada bir mucize göstererek ortaya çıkışı, Mevlana'nın
hatta sonraki çelebilerden birinin oğlunu kurtarmak suretiyle olduğu iddia
edildiğine göre, bu manastırın; Khariton'un
hatırasına bağlanması, Mevlana’nın (1207-1273) yaşadığı yıllardan daha geriye
indirilemez.
Ak Manastır, F. W. Hasluck ( 1878-1920 ) tarafından da incelenmiş ve buradaki müşahedeleri
makale halinde yayınladıktan sonra, ölümünden sonra basılan büyük kitabında pek
az ilave ile tekrarlanmıştır. Hasluck,
Ramsay'ı tamamlayan bazı bilgiler
vermekle beraber, manastırın açık bir tasvirini yapmamış, daha fazla,
manastırın Türk folklorundaki yeri üzerinde durmuştur. Verdiği bilgiler
şöyledir; "Konya'nın 1 saat kadar
kuzey istikametinde kayalık bir boğaz içinde Hagios Khariton Rum Manastırı
bulunmaktadır. Manastır 3 tarafından duvarlar ile sınırlanmış, 4. tarafında ise
dik bir yar vardır. Bu sahanın içinde tamamen veya kısmen kayaya oyulmuş 3
kilise bulunmaktadır. Bunların yanında; yapısı bu kiliselere benzemeyen bir de
mescit vardır. Bu küçük cami basit ve mütevazı kaya içine oyulmuş sade bir
mihraba sahip dikdörtgen biçimli bir namaz yerinden ibarettir. Manastıra bakan
Hıristiyanlar, buradaki mevcudiyetini bir efsane ile izah ederler;
"Mevlana'nın oğlu manastırın üstündeki yardan düşerken, esrarengiz bir
ihtiyar tarafından bir zarar görmeksizin yere indirilmiştir. Sonraları kilisedeki
bir resim vasıtasıyla bu ihtiyar, Hagios Khariton olarak teşhis olunmuştur. Bu
mucize, hala Mevlana'nın halefleri tarafından her yıl gönderilen zeytinyağı ile
kutlanmış olup, ayrıca, kendisi yılda bir geceyi buradaki mescitte ibadet ile
geçirmiştir.
O devirlerde ilginçtir ki Ak Manastır aynı
zamanda Havari Paulus'un Mağarası olarak da seyahat rehberlerine geçmiş
bulunuyordu. Nitekim Meyers Reisebücher'de burası hakkında şunları yazmıştır;
"Başlangıçta kuzeye sonra kuzey-batıya doğru ovadan çıplak tepe silsilesine
doğru gidildiğinde, bir saatte Aziz Paulus'un Manastırı’na erişilir. Bu
mağaralardan bir tanesi, Mevlevi dervişlerinin başı olan Mevlana'ya mahsus bir
ibadet yeridir. Bir av esnasında burada uçurumdan düşen Mevlana'nın oğlunun
hatırası için Mevlana burada yılda bir defa ibadet eder. Baedeker Rehberi
olarak adlandırılan bir risalede ise, Ak Manastır yine nedense Paulus Mağarası
olarak adlandırılır ve şöyle denilmektedir; "Konya'dan kuzey-batı
istikametinde ovadan iki sivri tepenin-sağdakinin tepesinde bir kale harabesi
vardır-taşıdığı çıplak dağ dizilerine doğru ilerlendiğinde bir saatte- yolun
son kısmı yaya olarak-Aziz Paulus Manastırı’na varılır."(2)
Bir Sille evi
Manastırla ilgili Mevlana’nın
hayatını yazan Ahmet Eflaki’nin manastır
ve Mevlana ile ilgili şöyle bir aktarımı var:
“Deyr-i Eflatun’un başpapazı, bütün papazların ileri gelenlerinden yaşlı
ve engin bilgili bir adamdı. İstanbul, Frenk, Sis, Canik ve daha başka
vilayetlerden (kendi dinlerinin) ilmini öğrenmek için ona gelir, ondan (din)
ahkâmını öğrenirlerdi. İşte bu başpapaz, hikâye etti ki: Mevlana, bir gün bir
dağın eteğinde bulunan bu Deyr-i Eflatun’a gelmişti. Soğuk su çıkan mağaranın
dibine kadar gitti, ben de mağaranın dışında durmuş, ne olacak diye bakıyordum.
Mevlana, yedi gün yedi gece o soğuk su içerisinde oturdu. Ondan sonra kendinden
geçmiş bir halde dışarı çıkıp yola koyuldu. Gerçekten onun mübarek vücudunda
hiçbir değişiklik olmamıştı. Bu rahip yeminler ederek: “İsa’nın sıfatı hakkında
okuduğum, İbrahim ve Musa’nın kitaplarında (suhuf) mütalaa ettiğim ve geçmiş
tarihlerde peygamberlerin nefis terbiyelerinin büyüklüğüne dair gördüğüm
şeylerin hepsi Mevlana’da fazlasıyla vardır” dedi.”(3)
Süt Kilisesi'ne çıkarken; altımızdaki vadide Sille
Ak Cami
Önde Türk mezarlığı, arkada Azize Helena Kilisesi
Önde Sille hamamlarından biri; arkada kayalıklar
“Arkadaşların hakikati bilenlerinden nakledilmiştir ki: Deyr-i Eflatun
Manastırı’nda birçok fenleri bilen yaşlı, hâkim bir rahip vardı. Arkadaşlar
gezmek için oraya geldiklerinde, bu rahip onlara türlü hizmetlerde bulunur ve
çok itikat gösterirdi. Çelebi Arif’i de çok severdi. Bir gün arkadaşlar: “Sen
Mevlana’yı nasıl gördün ve nasıl bildin?” diyerek ondan bu itikadın sebebini
sordular. Rahip dedi ki: Siz onun kim olduğunu ne biliyorsunuz? Ben ondan
hadsiz kerametler, birçok mucizeler görmüş ve onun candan bir kulu olmuşum.
Geçmiş peygamberlerin hayatlarını İncil’de ve onların kitaplarında okumuştum.
Hepsini onun mübarek zatında müşahede ettim ve onun hakikatine iman getirmişim.
Yine bir gün burayı şereflendirmişti. Kırk güne yakın bir hücrede halvet etti.
Halvetten çıktığı vakit, onun mübarek eteğini tuttum ve: “Yüce Tanrı Kur’anı
Mecid’de ‘Sonra onlardan Cehennem’e girmeye layık olanları biz daha iyi
biliriz’ buyurmuştur. Mademki hepsinin gidişi ateş olacak, o halde İslam
dininin bizden üstünlüğü nedir ve bu nasıl olacak?” dedim. Mevlana, hiçbir şey
söylemedi. Bir an sonra işaret edip şehre doğru yola koyuldu. Ben de o ulu
kişinin arkasından yavaş yavaş gidiyordum. Mevlana, birdenbire şehrin kenarında
bulunan bir fırına girdi. Fırıncılar fırını kızdırmışlardı. Benim siyah, ince
ipek elbisemi aldı, kendi ferecesine sarıp fırına attı. Başını önüne eğerek bir
müddet bir köşede oturdu. Büyük bir dumanın çıktığını gördüm. Kimsede söz
söylemek mecali yoktu. Ondan sonra Mevlana: “Bak!” diye buyurdu. Baktım,
fırıncının mübarek fereceyi dışarı çıkarıp Mevlana hazretlerine giydirdiğini
gördüm. Ferece tertemiz olmuştu. Benim ipek elbisem ise tamamıyla yanmıştı.
Mevlana: “Biz böyle gireriz, siz de böyle girersiniz” buyurdu. Bunun üzerine
derhal baş koyup mürid oldum.”(4)
Ak Cami yakınlarında bir Sille evi
Sille Deresi'nde; bir köprü üzerinde...
Sille'den Gidenler: Karamanlı Rumlar
19.yy.da Karamanlı Rumlarının yoğun olarak yaşadığı bir bölge olarak öne çıkıyor Sille. O yıllarda Sille’de 60 civarında kiliseden söz ediyor kaynaklar. Ama birkaçı dışında çoğundan haber alınamıyor bugün nedense. O günlere dair Sille’nin meşhur bağlarından ve ondan elde edilen pek makbul şarabından ise, bugün fazla bir ize rastlamak mümkün değil artık. Mütedeyyin ortam, Konya’ya koşut bir şekilde Sille’yi de sarıp sarmalamış durumda. Ama bu sosyolojik olgudan hareketle; bugünkü Sille’nin kadim tarihini ve onun bugüne uzanan izlerini kullanarak bir yere varmak da pek mümkün gözükmüyor. Sonuçta gelinen nokta; Konya’dan 8 kilometre kadar uzaklıkta; ortasından geçen kısmen susuz bir derenin iki yanında gelişen gıcır gıcır restorasyonlarla ulaşılan bir mesire yerine dair manzaralar; hepsi bu… Böyle bir yapay iklimde de; eli yüzü düzgün tek restorasyon gibi duran Azize Helena Kilisesi ile de ne yazık ki zevahir kurtulmuyor.
19.yy.da Karamanlı Rumlarının yoğun olarak yaşadığı bir bölge olarak öne çıkıyor Sille. O yıllarda Sille’de 60 civarında kiliseden söz ediyor kaynaklar. Ama birkaçı dışında çoğundan haber alınamıyor bugün nedense. O günlere dair Sille’nin meşhur bağlarından ve ondan elde edilen pek makbul şarabından ise, bugün fazla bir ize rastlamak mümkün değil artık. Mütedeyyin ortam, Konya’ya koşut bir şekilde Sille’yi de sarıp sarmalamış durumda. Ama bu sosyolojik olgudan hareketle; bugünkü Sille’nin kadim tarihini ve onun bugüne uzanan izlerini kullanarak bir yere varmak da pek mümkün gözükmüyor. Sonuçta gelinen nokta; Konya’dan 8 kilometre kadar uzaklıkta; ortasından geçen kısmen susuz bir derenin iki yanında gelişen gıcır gıcır restorasyonlarla ulaşılan bir mesire yerine dair manzaralar; hepsi bu… Böyle bir yapay iklimde de; eli yüzü düzgün tek restorasyon gibi duran Azize Helena Kilisesi ile de ne yazık ki zevahir kurtulmuyor.
Bu noktadan Karamanlı Rumlara yeniden dönecek olursak;
Karamanlı Rumlar, kendi deyimleriyle öyle karmaşık bir yol tutturmuşlar
ki, Yunanca harflerle Türkçe konuşup Türkçe söylemişler. Bu ruh hali aşağıdaki
şu dörtlükte cisimleşmiş:
“Gerçi Rum isek de Rumca bilmez
Türkçe söyleriz
Ne Türkçe yazar okuruz ne de
Rumca söyleriz,
Öyle bir mahludi hatt-ı
tarikatımız vardır,
Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram
eyleriz.”(5)
Karamanlı Ortodoks Rumlar; bir düğün fotoğrafı
(http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=764)
“Karamanlılar, Türkçe konuşan Ortodoks Hıristiyanlardı ve yazı dili
olarak Yunan alfabesiyle yazılan Türkçeyi kullanıyorlardı. Bu halk, sınırları
farklı dönemlerde farklı tanımlanan bir bölgenin, geniş anlamıyla Kapadokya’nın
sakinleri idi. Bölgenin işlemekte olduğumuz konuyla ilişkili sınırları; kuzeyde
Ankara, Yozgat ve Bursa’ya (Hüdavendigar), güneyde Antalya ve Adana’ya, doğuda
Kayseri ve Sivas’a ve batıda Aydın Vilayetine kadar uzanmaktaydı. Türkçe
konuşan Ortodoks cemaat, yoğun Müslüman nüfusa sahip bölge içinde, 1924
yılındaki nüfus mübadelesine kadar, Türkçe konuşan Ermeniler ve Türkçe konuşan
Protestanlar ile bir arada ve aynı zamanda Rumca konuşan Ortodoks
Hıristiyanların oluşturduğu dağınık yerleşim bölgeleri içinde yaşamışlardı.”(6)
Kayseri Gesi Bağları'nda Karamanlı Rum kadınları halay çekiyor.
(http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=764)
Yunanistan'ın Larissa şehrine bağlı Mandıra köyünde, Konya Karşılaması oynayan Karamanlı Rumların torunları
(http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=764)
Yine aynı yazar, Türkçe konuşan Karamanlı Ortodokslarının kökeni ile ilgili olarak iki geleneksel görüşün varlığından söz ediyor:
1-Bu halk Rum kökenli olup, yalıtılmış koşullarda yaşamaları ve
Anadolu’ya yerleşmiş Türk kavimleriyle sürekli etkileşim dolayısıyla Türkçe
konuşur hale gelmişlerdir ya da bir diğer görüşe göre zorlama ve baskı
sonucunda Türkçe konuşur olmuşlardır.
2-Bu halk Osmanlı fetihlerinden önce Bizans topraklarına göç edip yerleşen ya da Bizans ordularında paralı asker olarak yer alan Türklerin soyundan gelmektedir, yeni efendilerinin dinini benimsemekle birlikte dilini kabul etmemişlerdir.(7)
2-Bu halk Osmanlı fetihlerinden önce Bizans topraklarına göç edip yerleşen ya da Bizans ordularında paralı asker olarak yer alan Türklerin soyundan gelmektedir, yeni efendilerinin dinini benimsemekle birlikte dilini kabul etmemişlerdir.(7)
Bu türküyü hepimiz biliriz; bir de bir Karamanlı'dan dinleyin.
Theodoros Dermencioğlu - Şen Olasın Develi
(Youtube'dan alınmıştır.)
Yazarın ağırlık verdiği esas yaklaşım ise, söz konusu kitapta yine şu şekilde ifade edilmektedir:
“Ancak, konuya ilişkin bilimsel kuramlar ve militanca görüşler dışında,
Karamanlıların kökenlerine dair çalışmalarda sistemli araştırmaya dayalı
verilerin eksikliği hep söz konusu olmuştur. Oysa bu konuda, milliyetçiliğin
ikili mantığı doğrultusunda ifade edilen, “ya Türk’tür ya Rum’dur” yolundaki
kuramsallaştırmalar, Akdeniz dünyası gibi mükemmel bir eritme potasından geçmiş
halklar için büyük olasılıkla fazla basit kaçar. Karamanlıların etnik
kökenlerine yönelik çalışmalarda kaçınılmaz olarak karşılaşılan açmazlara karşı
alınabilecek ilk tedbir, meseleyi bu köken meselesinden ziyade, bu halkın
19.yüzyıl ile 20.yüzyıl başlarında, asıl vatanları olan Kapadokya’da kendi
kimliklerini nasıl tanımladıklarına ve bu kimliği farklı düzlemlerde nasıl
ifade ettikleri konusuna odaklanmaktır.”(8)
Karamanlı Rum kadınları
(http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=764)
Türküler yalan söylemez!...
Karamanlı ağzıyla söylenen Gesi Bağları
(Youtube'dan alınmıştır.)
Bu bahiste son olarak bugünkü Sille’de neler var; biraz onlardan söz edelim. Kaya kiliseleri, Ak Manastır, kasabanın kadim Türk mezarlığına bakan alçak tepede yer alan Azize Helena Kilisesi, hemen onun karşısındaki diğer tepede; şimdi antika saatlerin ve muhtelif gemici usturlabının sergilendiği bir Zaman Müzesi’ne dönüştürülmüş, zamanında sütü kesilen kadınların şifa bulmak ümidiyle başvurdukları ve bu nedenle Süt Kilisesi ismiyle de anılan küçük şapel, Gevele Kalesi, hafızasında saklı suyun hikâyesini betimleyen iki hamam, çeşmeler, su yolları, kemerler ve köprüler, taşın ve ahşabın kardeşliğini temsil eden sivil mimari örneği güzelim Sille evleri ve bir kaç cami Sille’nin tarihini bugüne taşıyan izler olarak dikkat çekiyor.
Süt Şapeli'nin karşısında yer alan vadi geçişinde bir su kemeri kalıntısı
Azize Helena Kilisesi'nin kuzeyinde yer alan bir eski çeşme
Yeni restore edilmiş, Süt Kilisesi olarak da adlandırılan şapel; şimdi Zaman Müzesi
Süt Kilisesi'nin terasından Sille'nin görünümü
Zaman Müzesi'nden; güneş saatleri
usturlab
Zaman Müzesi'nden; bir duvar saati
Şu Sille'nin içinden geçtik; ama gündüz...
Restore edilmiş bir Sille Konağı
Azize Helena Kilisesi; yakın zamanda Selçuklu
Belediyesi’nin çabalarıyla restore edilmiş. İçinde Mübadele sırasında göçerken bir Türk aileye emanet edilen küçük bir kilise orgunun da yer aldığı yapının girişinde
yer alan onarım kitabesinden 327 yılında kutsal haçı bulmak için Kudüs’e
gitmekte olan İmparator Konstantin’in
annesi Helena’nın isteği
doğrultusunda Baş Melek Mikhael
Archangelos adına kilisenin bulunduğu yere yaptırıldığı; Osmanlı döneminde
ise Padişah II. Mahmut zamanında
onarıldığı belirtiliyor. Kitabenin bir özelliği de Karamanlıca (Karamanlıdika)
kullanılarak yazılmış olması. Bu da bölgedeki Karamanlı Ortodoks
Hıristiyanların ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermesi açısından
ayrıca dikkat çekici. Kitabenin en altında ise, 12 Şubat 1833 tarihi yer alıyor. Kilise; Osmanlı döneminde; II. Mahmut’tan sonra, Padişah Abdülmecit zamanında da ayrı bir
onarımdan geçirilmiş.
Azize Helena Kilisesi
Kilisenin ikonastasisi
Kilisedeki süslemelerden; çift başlı Bizans Kartalı; aynı Selçuklu Kartalı gibi...
Aya Eleni Müzesi'nde sergilenen 1832 yılında Mason&Hamlin firmasının ürettiği küçük kilise orgu
Kilisenin ikonastasisinden sahneler
Kilisenin kubbesinde yer alan Pantokrator İsa portresi
Ikonastasis
Kubbede yer alan Pantokrator(10) İsa betimlemesi
dikkat çekici. Kubbe kasnağında ise, yuvarlak kemerli bir çerçeve içinde Musa, Süleyman, Davut ve Danyal peygamberlerin temsili resimleri
yer alıyor. Kubbeden gövdeye geçişlerdeki pandantiflerde(11) yer alan yuvarlak madalyonlarda dört İncil
yazarının resimleri varmış; ancak restorasyon sırasında yerlerinde bulunmayan
bu madalyonlar boş bırakılmış. Naosta(12) kubbeyi taşıyan dört
kemerin altına yirmi figür işlenmiş. Batı haç kolu kemerinde Âdem ve Havva’nın yasak meyveyi koparmaları ile cennetten kovuluş
sahneleri, Tanrı’nın tahtını koruyan altı kanatlı bir Serafim(13) meleği, Mısırlı Azize Mary ve Lystralı (şimdiki
Hatunsaray) Azize Tekla tasvirleri;
Kuzey haç kolu kemerinde, İlyas, Elyasa
ve Ezekiel peygamberler ile bir Serafim
meleği; Güney haç kolu kemerinde Danyal,
Nahum peygamberler ile bir Serafim
melek tasviri ve doğu haç kolu kemerinde Tanrı’nın gözü sahnesi tanımlanabilen
figürler olarak yer alıyor.
Kilisenin kubbe kasnağında yer alan üç sıra tuğla süslemeleri
Kilisenin dış duvarında yer alan bir pencere detayı
Kilisenin güney duvarında yer alan üç aslan başı detayı
Kilisenin güney üst düzleminde yer alan bir mezar odası
Kilisenin güneyindeki üst düzlemde ise birkaç mezar odası dikkat çekici.
Kubbe kasnağının dış yüzünde yer alan tuğlalarla işlenmiş balıksırtı, zigzag ve
güneş desenleri ise, yapıya ayrı bir hareket kazandırıyor. 1.Dünya Savaşı
sırasında askeri depo ve yaralı askerlerin tedavisi için kullanılan yapının
Cumhuriyet döneminde yeniden harap bir hale gelmiş olması da ayrıca üzücü. Selçuklu Belediyesi’nin çabasıyla ayağa
kaldırılan bu kadim kilise, bugün bir müze olarak ziyaretçilerini bekliyor.
Süt Şapeli'nin çevresine saçılmış Türk mezarlığı
Süt Şapeli'nin karşısındaki tepede yer alan Karataş Camisi
Vadiye doğru uzanan evler, en arkada su kemeri; Süt Şapeli'nden...
Sille'de; derenin üstündeyiz.
Ak Cami minberi
Ak Cami; son cemaat yeri
Ak Cami; kadınlar mahfili
Ak Cami; mihrap
Sille’de yer alan camiler, yine taş ve ahşap işçilikleri ile öne çıkıyor.
Aşağı mahallede Ak Cami, Sille Deresi kıyısındaki Çay Camisi, daha yukarılarda yer alan ve
çevresindeki nüfusun boşalmasıyla sessizliğe gömülen Kayabaşı ve Karataş Camileri
bu özelliği taşıyorlar. Ak Cami, Sille’nin hemen girişinde sayılabilecek
bir sekide yer alıyor. Caminin hariminde ve son cemaat yerinde yer alan ahşap
sütunları, ahşap kadınlar mahfili, minber, mihrap ve kürsüsünün ahşap
işçiliğiyle dikkat çeken cami 19.yy.da inşa edilmiş. Önünde yer alan
meydanlığın izin verdiği ölçüde bir sosyal canlılığa da sahip bulunan caminin
çevresinde 19.yy.dan kalma eski Sille
evleri, zamanın ve insanın yıpratıcılığına karşın direnmeyi sürdürüyor.
Sille sokaklarından birinde...
Sille Deresi ve köprüler
Sille evleri
Sille'de dar bir geçit
Sille'de zaman
İki yanında yükselen kayalıkların arasındaki bir dere yatağının iki
yakasına serpilerek gelişmiş; Konya’nın hemen yakınındaki 19.yüzyılın bu
kozmopolit kasabası, 1924 Nüfus Mübadelesi ile sessizliğe gömülmüş, zaman
içinde kadim tarihinden izler taşıyan birçok değerini yitirmiş olmakla
birlikte; bugün belki de evrensel kültürün her yerde duyulan ayak seslerinden
cesaret alarak bir dirilişin arifesinde. Aşağılarda akan; zaman zaman
fıskiyelerle coşkun bir şekilde göğe doğru yükselmeye çalışan; ama yukarıya
çıktığımızda bir anda kaybolan derenin suyu gibi bir serap mıdır gördüğümüz,
kim bilir?
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar
(1) Michel Balivet, Şeyh Bedrettin; Tasavvuf ve İsyan, Tarih Vakfı Yurt Yayınları
94-2000; sayfa:18, 28 no.lu dipnot
(2) Konya Belediyesi Web Sitesi; bkz. http://www.konya.bel.tr/engelli/makale/sille.php;
Prof. Dr. Semavi Eyice; Konya ile Sille
arasında Ak Manastır; bkz. http://www.journals.istanbul.edu.tr/iusarkiyat/article/viewFile/1023011123/1023010381
(3) Michel Balivet, a.g.e; sayfa:17
(4) Michel Balivet, a.g.e; sayfa:17-18
(5) Evangelia Balta, Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz,
Karamanlılar ve Karamanlıca Edebiyatı üzerine araştırmalar, Türkiye İş Bankası
Yayınları-2012; sayfa: 117
(6) Evangelia Balta, a.g.e; sayfa:117-118
(7) Evangelia Balta, a.g.e; sayfa:119
(8) Evangelia Balta, a.g.e; sayfa:120
(9) İkonastasis; Ortodoks kiliselerinde cemaatin yer aldığı orta nefi (naos) apsisten
(mihrap) ayıran, arkasına sadece papazların geçebildiği ve üzerinde
Hıristiyanlık tarihine dair kutsal resimlerin (ikona) yer aldığı paravan ya da
duvar
(10) Pantokrator: Her şeye gücü yeten; evrenin hâkimi
(11)Pandantif: Mimaride karesel bir tabandan küresel bir kubbeye geçişte kullanılan
üçgen şeklindeki yapı elemanları
(12) Naos: Ortodoks kiliselerinde cemaatin bulunduğu bölüm
(13) Serafim: Hıristiyanlıkta Tanrı’nın tahtını koruyan en üst düzeydeki melekler;
altı kanatlı…
(14) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir. Tarihi Ak Manastır fotoğrafları internet ortamından temin edilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Sayenizde Sille'yi tanıdım,şu Anadolu toprakları, sanki devasa bir açık hava HANI , gelen öncekini kovmuş, konaklamış, giden ,hüzün bırakmış bakmasını bilene...Yunus'un söylediği gibi, ''mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?'' Gezgin Dostlarıma teşekkür ediyorum...
YanıtlaSilGüzel derleme
YanıtlaSilçok güzel bir sayfa olmuş. uzun yazılara boğmadan anlatmışsınız. harika
YanıtlaSilDr Tarık Altınok Harika bir site aydınlandım, tariksmail@gmail.com
YanıtlaSil