8 Mayıs 2015
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Karaburun Yarımadası’nın pınarlarla anılan iki köyünden biridir
Karapınar… Bir diğeri de Karaburun İlçe Merkezi’ne yaklaşık 12 km uzaklıkta
olan Kaynarpınar’dır. Her iki kaynak da; özellikle Şeyh Bedrettin’in müridi
Börklüce Mustafa’nın bu yarımadada ağırlık kazanan 15.yy.daki Çelebi Mehmet
iradesine karşı önderlik ettiği ayaklanmanın askeri ve lojistik hikâyelerinde
su temini açısından önemle üzerinde durulması gereken iki nokta olarak dikkat
çekmektedir. Özellikle Börklüce kuvvetlerine karşı, zamanına göre son derece
donanımlı Şehzade Murat ve Beyazıt Paşa komutasındaki 30.000 kişilik Osmanlı
Ordusu’nun günlük su ihtiyacının karşılanması o gün için önemli bir lojistik
problemi olmalıdır. Bu da Osmanlı Ordusu’nun Kanlıburun’a doğru evrilecek
rotasının belirlenmesinde anahtar meselelerden biri olarak kabul edilmelidir. Bizim
bugünkü yürüyüşümüzdeki genel yaklaşım; bölgenin tarihsel arka planının da
gözetilmesi çerçevesinde aşağı yukarı yarımadanın kıstağında yer alan ve
doğudan batıya geçiş imkânı veren vadilerden birini daha kat etmekti.
Karapınar Boğazı
Karapınar
80’li yıllardan itibaren yazlık sitelerin ağırlık kazandığı yapılaşma
baskısı altında Karapınar artık köy özelliğini yitirmiştir denilebilir. Gülbahçe
ile Balıklıova arasında benzer kaderleri paylaşan bu üç köy eskisi, artık
yazları giderek kalabalıklaşan yazlıkçı nüfusu ile sisteme entegre olmanın
dayanılmaz ağırlığı altında ezilmeye başlamıştır bile. Ama esas çılgın rüzgar,
bugünlerde Mordoğan’a kadar olan kısmı tamamlanarak trafiğe açılmış olan yeni
Karaburun yolunun, bölgeye getireceği yeni rant ve yapılaşma imkanlarının ete
kemiğe bürünmesiyle yaşanacaktır. Ne diyelim ilahlar korusun bizi…
Karapınar Vadisi'nden denize doğru bakış
Mordoğan'a kadar trafiğe yeni açılan Karaburun asfaltı
Gülbahçe’deki kahvehanelerden birinde yaptığımız kahvaltı sonrası,
Karapınar’ı yeni Karaburun yoluna bağlayan kısa asfaltı kat ederek batıya doğru
tatlı bir eğimle yükselen vadiye girdik. İki yanında narenciye bahçeleriyle
çevrili Karapınar Deresi’nin yatağı çınar ağaçları için bulunmaz bir mekândı.
Genelde tipik Akdeniz bitki örtüsü makilik alanların hâkim olduğu Karaburun
Yarımadası’nda bu manzaraya anca dere yataklarında rastlamak mümkündü. Bir süre
dere yatağının içinden yürüdük. Derenin iki yanındaki narenciye bahçelerinin
sınırı belirleyen çitlerde elektrik olduğunu belirten uyarıcı levhalar vardı. O
anda gözümün önüne; Peru’nun başkenti Lima’da zenginlerin oturduğu Miraflores
semtinde gördüğümüz yüksek duvarlar ve onun üzerindeki 220 volt elektrik
verilmiş dikenli tellerle çevrili lüks villalar geldi. Ne içerden dışarıyı, ne
de dışarıdan içeriyi görmek mümkün değildi ve korku dağları bekliyordu. Bir
ülke ve onu yurt edinmiş sakinleri için herhalde arzu edilir bir manzara
değildi bu.
Karapınar Deresi'nin yatağındayız; buralarda su az.
Dere yatağının Barbaros-Ildır yönünde ilerleyişi
Dere yatağında selin sürüklediği iri kayaların üstünden atlayarak bir
süre daha dereden yürüdük. Çınarlarla kaplı dere yatağı koyu gölgelik bir
konfor sunmaktaydı ziyaretçilerine. Girit ladenleri, karabaş otları, sık
çalıların arasında nadiren rastladığımız; kırmızı beyaz renkte inek memeleri,
makilik bitki örtüsünün dikkat çeken unsurlarıydı. Tabii ki zeytin ağaçları,
kimisi yaşlı kimisi daha genç; bu ölmez ağaçlar bu vadide de önemli ölçüde yer
kaplıyordu.
Girit ladenleri yada bayır gülleri; bunların çiçekleri beyazdı.
inek memeleri
Çınarlarla kaplı Karapınar Deresi
Karapınar Deresi'nin vadide ilerleyişi
Bir süre sonra çınarlarla kaplı dere yatağından ayrılarak yeniden üst
düzlemdeki Karapınar’dan Barbaros Köyü’ne doğru ilerleyen toprak yola çıktık.
Yol giderek yükseldi ve dere yatağı ile zamanla ciddi bir kod farkı oluştu. Arkamıza
dönüp baktığımızda; vadinin iki yakası arasında masmavi bir deniz göz
kırpıyordu bize. Yükseldikçe uzaklaştık ondan ve yolun birkaç kıvrımından sonra,
artık göremez olduk denizi. Ama yanı başımızda akıp giden ve yükseldikçe
büvetler oluşturan Karapınar Deresi, Barbaros’a doğru son düzlüğe kadar hiç
terk etmedi bizi.
Karapınar Deresi'nin daha alçak kodlardaki hali; akış zayıf...
Vadinin yamaçlarında genç zeytinlikler
Vadide tırmanırken geriye dönüp baktığımızda Karapınar Boğazı'ndan denizin görünümü
Kocadağ'ın eteklerinde gördüğümüz mağaranın uzaktan görünümü
Derenin aktığı vadinin derinleştiği bir noktada; tam üstünde telefon
antenlerinin bulunduğu çevredeki en yüksek tepe olan Kocadağ’ın eteklerine denk
düşen bir konumda bir mağara dikkatimizi çekti. Vadinin dere yatağına dik bir
şekilde alçaldığı bir noktadaydı. Biraz ilerleyince suyun akışıyla iyice
aşınmış ve şekil almış kayalarla kaplı vadinin dibinden karşıya
geçebileceğimizi kestirdik. Aslında derede oldukça çok miktarda su vardı; hele
suyun birikerek birer havuz haline geldiği büvetlerde yaklaşık bir metreyi
aşkın su vardı. Kayaların üstünden atlayarak karşı kıyıya geçtik ve makilik
alanda çalılarla boğuşarak sırta tırmandık. Yamacın doğu yüzüne dönünce hemen
hemen mağara ağzının alt düzlemine erişmiştik bile. Ancak karşıdan büyük bir
mağarayı andıran oyuk, kireç taşı kütlenin bir kısmının; doğal yollarla
aşınması sonucunda ortaya çıkmış, fazla derinliği olmayan bir sundurma
niteliğindeydi. Bulunduğu konum itibariyle çevreye hâkim bir noktada yer alan mağaranın
önündeki düzlükte bir süre vadiyi ve geldiğimiz yöndeki coğrafyayı seyrettik.
Kısa süreli bu dinlenme iyi gelmişti; bir süre sonra yeniden sırttan aşağıya
inerek, vadinin daha yukarılarına doğru dere boyunca yürümeye devam ettik.
Büvetlerde soluklanan Karapınar Deresi
Gezginler, mağaranın bulunduğu sırta tırmanmadan önce dere yatağında...
Karapınar Deresi
Mağaranın önündeyiz.
Yolda ilerlerken biraz önce karşı tepelerden birkaç köpek eşliğinde
inmekte olan sürünün, dere yatağının artık kaybolduğu bir noktadaki gölette su
içtiklerini gördük. Mağaranın bulunduğu sırttan dere yatağına doğru inerken
bizi fark edip uzaklardan havlamaya başlayan ve yamacımıza kadar yaklaşıp bir
anlamda bize güç gösterisinde bulunan köpeklerin su kenarında eski havalarından
eser yoktu. Usulca yanlarından uzaklaşıp Barbaros Köyü’ne doğru yöneldik. Köye
neredeyse bir kilometre kadar yol kalmıştı. Uzaktan köyün evlerinin çatıları
görünüyordu artık. Bu noktada Karapınar’dan beri bizi takip eden dere, artık
Ildır yönüne dönerek bizden hayli uzaklaşmıştı. Biz ise, antenlerin bulunduğu
Kocadağ’a giden yolun ikiye böldüğü bir başka sulama göletine ulaşmıştık.
Barbaros yolunda ilk gölet; sürüyle karşılaştığımız an...
İkinci gölet ve arkasında Kocadağ
Gölet kıyısındaki yol arkadaşlarımızdan biri
ve diğeri
Gölet ve kıyısındaki yalnız meşe ağacı
Hava iyice ısınmıştı. Suyun kenarına kadar gidip bir meşe ağacının
altındaki gölgeye sığındık. Suyun içinde kurbağalardan oluşan bir orkestra,
senfonisini dinletme çabasındaydı. Bu sırada ilerde büyük bir kertenkele,
kayaların arasından suya doğru kayarak gözden kayboldu. Yanımızda ise
çimenlerin arasından usul usul ilerleyen bir kaplumbağa, yanına yaklaşan
yabancıların dost olup olmadıklarını denetlemekle meşguldü. Doğanın kucağındaki
bu dinginliği bölen, Barbaros yönünden gelen bir motor sesi oldu. Sürüden
ayrılmış bir keçiyi sordu motorun üstündeki delikanlı ve yine geldiği gibi
Karapınar yönüne doğru yanımızdan hızla uzaklaştı.
Barbaros Köyü yolunda eski bir değirmenden günümüze kalan...
Barbaros Köyü
Barbaros’a doğru Kocadağ’a tırmanan yolun ayrıldığı üç yol ağzından
itibaren yürüdüğümüz toprak yol, asfalta döndü. Yolun iki kenarı boyunca küçük
derecikler köye kadar eşlik etti. Zengin taban suyu dikkat çekiciydi. Karapınar
Vadisi boyunca denizden içerilere doğru esen rüzgâr, bu havzanın nefes almasına
imkân veriyor olmalıydı. Kireç taşı kütleler arasındaki düzlüklerde birbirine
yakın konumdaki Zeytinler, Uzunkuyu, Birgi, Nohutalan ve Barbaros Köylerinin
her biri; tertemiz çevresi, sağlıklı tarımsal ürünleri ve nispeten bozulmamış
toplumsal yapısı ile Urla-Çeşme geçişinde her zaman bir soluklanma noktasıydı
aslında.
Karapınar yönünden Barbaros Köyü'nün görünüşü
Köyün eski camisi
Caminin avlusu ve yaşlı zeytin ağacı
Köyün arka sokakları
2007 yılında bölgeye yaptığımız bir gezi sırasında tanıştığımız köyün o
zamanki muhtarı Yüksel Bey’in anlattığına göre; Köyün ilk kurulduğu yer Ildır
yönünde Başköy Mevkii’nde imiş. Osmanlı Döneminde bu bölgede ortaya çıkan bir
salgın hastalık nedeniyle, ahalinin yer değiştirerek köyün bugünkü yerine
taşındığına dair bir bilgi var. Kuşaktan kuşağa anlatılan anonim bilgilere
göre; salgından kaçan halk, köyün bugün bulunduğu yere kadar bir koyunu kesip
etlerini yol boyunca ağaç dallarına asmışlar. Et, en geç bu köyde bozulmuş.
Köyün bulunduğu havalinin havasının temiz olduğuna kanaat getirip buraya
yerleşmişler. Gerçekten de yukarıda da sözünü ettiğimiz Karapınar Boğazı’ndan
gelen poyraz rüzgârı, bu havzaya hayat veren bir özellik taşıyor.
Barbaros sokaklarındayız.
Köyün evleri, o dönemde savunma içgüdüsüyle dip dibe ve sıra sıra inşa
edilmiş. Bu nedenle de köyün ilk ismi Sıradam imiş. İzmir’in Cumhuriyet
Döneminin ilk valilerinden Kazım Dirik, bir gün bu köye ziyarete gelmiş; köyün
ismini beğenmemiş ve köyün ismi bundan böyle Barbaros olsun demiş. O gün
bugündür köy Barbaros Köyü olarak anılır olmuş.
Bahçesindeki görkemli çitlembik ağacı ile dikkat çeken bir ev ve meydana açılan koca kapısı
Biz köye Karapınar yönünden girdik. Köyün esas girişi, Ildır yolu
üzerinde bulunuyor. Bu noktada bulunan ve 1912 yılından kalma köyün eski
ilkokulu, bugün restore edilerek bir turistik tesis haline dönüştürülmüş. Bölge
Yunan işgali altında iken; Yunanlar, bu binayı karakol binası olarak
kullanmışlar. İşgal sonrası ise bina, yine uzun yıllar ilkokul olarak hizmet
vermiş.
Köyün ilkokulunun 2007 yılındaki restorasyon öncesi hali
(Fotoğraf:2007 Nisan-IF)
Çanakkale Savaşı sırasında köyden yaklaşık 100’ün üzerinde şehit
verilmiş. Köyde o yıllarda sağlam erkek kalmamış. Ölenlerin isimleri, köy
meydanında Atatürk büstünün yanında yer alıyor. Köyün üst düzleminde ise eski
bir cami daha var. Bahçesinde yaşlı bir zeytin ağacı ve haziresindeki
Osmanlı’dan kalma eski mezar taşları dikkat çekici. Minarenin kapısının üstünde
ise eski bir kitabe var.
Eski caminin haziresindeki mezar taşlarına örnek
(Fotoğraf:2007 Nisan-IF)
Minarenin üstündeki kitabe (Hicri 1313)
(Fotoğraf:2007 Nisan-IF)
Köy meydanına inen sokak ve beyaz badanalı, birbirine bitişik sıra evler
Barbaros sokaklarında kazların protestosu
Köyün birbirine bitişik nizamda yapılmış bembeyaz badanalı evlerinin
arasından geçen daracık sokaklar, bizi köyün aşağıdaki meydanına ulaştırıyor.
Geniş meydanda köyün yeni camisi, Atatürk büstü ve kahvehaneler yer alıyor. Mevsim
itibariyle çiftçinin işinin yoğunlaştığı günlere geldik artık. Yine de
söyleşecek kadar insan var kahvede. Kahvehanelerinden birine; önünde birkaç
basamakla çıkılan sekideki koyu gölgelik asmaların altında bir masaya
ilişiveriyoruz. Karapınar’dan beri yaklaşık 10 km.lik bir yürüyüşün
yorgunluğunu atmak için bizlere iyi bir fırsat sunuyor Barbaros Köyü…
Kahvehanenin bayan sahibesi, bize yemek de yiyebileceğimizi söylüyor. Biraz
sonra nefis bir menemen önümüze geliyor. Arkasından içilen çaylar; yanımızda
getirdiğimiz nevaleler ise yine yenmeden geri götürülecekler.
Köy meydanına bakan yemek yediğimiz kahvehane
Köyün meydanı ve yeni cami
Uzun süren bir dinlenme sonrası gezginler için, yavaş yavaş yeniden yola
çıkma vaktidir artık. Yeniden köyün içinden geçerek Karapınar yönünde yola
koyuluyoruz. Aynı yolu takip ederek vadiye giriyoruz. Sabahleyin saat 10 civarı
başladığımız yürüyüş etkinliğimiz, akşama doğru saat 17.30 civarı vadinin
Karapınar çıkışında nihayet buluyor. Bugünkü özet; biri bozulmuş diğeri direnen
iki eski köyden kalanlar, bölgeye hayat veren Karapınar Deresi’nin neredeyse
boydan boya kat edilmesi, bir mağaranın tespiti ve yol boyunca yapılan
avareliklerden ibaret…
Dönüş yolunda vadinin ucunda deniz göründü; solumuzda ise çınarlarla kaplı dere yatağı...
Dipnotlar:
(1)
Yazıda belirtilenler dışında fotoğraflar, yürüyüş esnasında A. Aydemir tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Düzenleyen: M.YC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder