“BAŞKENT” TAŞKENT
29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu
Genel
Şaman Türklerin Müslüman Araplarla karşılaştığı ve bugünkü kaderimizi
belirleyen tarihsel olayların geçtiği Maveraünnehir yada “suyun ötesi” olarak
adlandırabileceğimiz Özbekistan coğrafyasına doğru yola çıkarken, İstanbul
Atatürk Havalimanı’nda Özbekistan Hava Yolları kontuarında ilk izlenimlerimiz
oluşmaya başlamıştı bile.
Taşkent Çarşu Pazarı'da ilk karşılama; Doğu'ya merhaba
Koli bantlarıyla çepeçevre sarılmış, muhtelif büyüklükte ve belli bir
standarda uymadan paketlenmiş havaleli bagajları; hafiften çekik gözlü, elmacık
kemikleri çıkık, kısmen basık yüzlü, geniş alınlı ve pür telaş içinde
kendilerine yer açmaya çalışan, bireysel yük sınırını aşmış Laleli menşeli
bagajlarını bir şekilde “memlekete” ulaştırma çabası içindeki Özbekler sarmıştı
her yanımızı. Kontuara ulaşmak için Özbeklerle göğüs göğüse verdiğimiz
mücadeleyi, grup check-in yaptırma aşamasında aşabildik.
Özbekistan'da eskinin üstüne kurulmaya çalışılan yeni düzeni anlatıyor sanki
1991 yılından itibaren hayata geçirilen “mustakillik” sürecinde;
Özbekistan halkının yeniden inşa edilmeye çalışılan yeni düzenin gerçekleriyle
yüz yüze kalmasıyla birlikte, yaklaşık 10 milyon Özbek kaderini bir şekilde
yurt dışında arama yolunu seçmiş durumda. Bizim de havaalanında tanıklık
ettiğimiz yukarıdaki manzara da bunun günlük hayata yansımasından başka bir şey
değil aslında. İnsanlar kendi dertlerine düşmüş durumdalar; şimdi onlar, daha
iyi bir hayat ve kaybettikleri güvencelerini arıyorlar yurtlarından uzakta.
Taşkent Tarih Müzesi-ön cephe
İstanbul’dan havalanan Özbekistan Hava Yolları’na ait uçağımız yaklaşık
dört buçuk saatlik bir yolculuk sonrası Özbekistan’ın başkenti Taşkent’in
modern havaalanına akşamüstüne doğru indi. Arada Türkiye ile iki saatlik bir
saat farkı da bulunan Özbekistan’da gün tükenmek üzereydi. Taşkent’in önde
gelen otellerinden Dedeman Otel’e yerleşmek üzere havaalanından ayrıldık.
Taşkent’in merkezinde yer alan otelimize doğru ilerlerken karşılaştığımız
kentin son derece geniş caddeleri, yayalar için düzenlenmiş geniş kaldırımlar,
ortada neredeyse birer park işlevi görebilecek denli genişlikteki yemyeşil
refüjleri ve sakin akan araç trafiği, ülkenin geride bıraktığı “eski düzen”in
olumlu mirasını bize yansıtır gibiydi.
Dedeman Oteli yakınlarında geniş kaldırımlar ve yeşil alanlar
21.yy.da giderek dünyanın yeni jeostratejik merkezi haline geleceği
anlaşılan Orta Asya’nın göbeğindeki Özbekistan, tarihsel köklerimizin bulunduğu
Maveraünnehir havzasında yer alıyor. Yaklaşık 447.000 km2 yüzölçümü
ve 30 milyonluk nüfusuyla Özbekistan, tarihi İpek Yolu üzerinde olmaktan
kaynaklanan stratejik önemi sayesinde, tarih boyunca geçişken bir coğrafyada
yaşamanın nimeti ve külfetini birlikte yaşamış hep. Birbirine yakın yada komşu
konumdaki kadim kültürlerin etkileşimi altında ve bir o kadar da geçişkenlik
üzerinden bu topraklara uğrayan kavimlerin bıraktığı kültürel izler üzerinden yüründüğünde;
modern Özbekistan bugün itibariyle bile bu kültürler arası bileşimin ip
uçlarını hala taşımakta.
Taşkent caddelerinde geniş kaldırımlar üzerinde yürüyoruz
Ancak yakın tarihinde; dünyada küresel düzeyde ortaya çıkan büyük
ekonomik-politik değişikliklerin bu coğrafyadaki yansımaları sonucu 1991
yılında “eski düzen”e veda ederek ulusal ekonominin tuğlalarını üst üste
koymaya başlamış Özbekistan. Sosyalist sistemin pamuğa dayalı tek tip tarım ekonomisinden
dünya ekonomik sistemi içinde yer alma ve hayatiyetini sürdürme çizgisine
taşınması gibi bir misyonla yüklü Özbekistan Yönetimi, bağımsızlık sonrasındaki
22 yıllık pratikleri ile buna ne kadar yaklaşabildiler; şimdilik o bayağı
tartışmalı.
Taşkent'te Ali Şir Nevai Tiyatrosu'na nazır havuzlu bir parktayız
Ortalama aylık ücretin 30-100 Amerikan Doları civarında değiştiği
Özbekistan’da ilk bakışta demokratik düzenin tüm organları tesis edilmiş.
Ancak; ülkede biraz zaman geçirdikçe ve olana bitene biraz kulak verdikçe,
bunların hemen hemen tümünün içselleştirilememiş ve eğreti kalan uygulamalar
olduğu anlaşılıyor.
Açıkçası; Rusya’nın derin nüfuzu altında; 11 Eylül 2001’de İkiz
Kulelerin vurulması sonrasında Orta Asya’ya yönelen Amerikan stratejilerine
kayıtsız kalamayan ve karşılığında Afganistan’ın işgali sırasında kullanılan
bir de askeri üs veren Özbekistan, daha sonraki yıllarda kendi ekseninde
gelişen darbe girişimleri sonrası yeniden Rusya’nın etkisi altında yaşamaya
karar kılmış gibi görünüyor.
Taşkent'te ilk gün öğle yemeği yediğimiz, anhor kıyısındaki revaklı restoran
Sosyalist dönemde merkeziyetçi ekonomik politikaların belirleyiciliğinde
pamuk üretimine mahkûm edilen ülke ekonomisi, üretimin maksimizasyonu
çerçevesinde giderek çevre felaketlerine ve koskoca Aral Gölü’nün kurumasına
yol açacak son derece ağır faturaları ödemek zorunda kalmış. Tek ürüne
odaklanan ülke ekonomisi, sosyalist dönem sonrası şimdi Rusya ile Batı’nın
ekonomik yayılım hamleleri arasında kendisine yer açmaya çalışıyor. Bir ülkenin
az çok bütünsel bir ekonomik yapısı, yeniden oluşturulmaya çalışılıyor. Bu
uğurda, bizim Türk iş adamlarının da; radikal İslamcı darbe girişimlerine kadar
oldukça avantajlı bir konumda oldukları söylenebilir. Ancak; şimdilerde Güney
Kore, Çin, Almanya ve ABD’nin sermaye yatırımları ile Rusya’nın bölgede mevcut
ekonomik ilişkileri ekonominin belirleyici dış dinamikleri içinde yer alıyor.
Taşkent'in geniş caddeleri, Bunyodkor ve Meclis Binası önünde fıskiyelerin dansı
Kısa Tarih
Özbekistan, coğrafi konumu itibariyle; tarih boyunca İpek Yolu üzerinde
bulunmasından ötürü her zaman stratejik bir öneme sahip olmuş. Ticari yolları
kontrol etmek isteyen bölgedeki güçler de her zaman bu topraklar üstünde
egemenlik kavgasına girişmişler. Türkistan diye anılan; yakın çağda Doğu ve
Batı Türkistan olarak yeniden tanımlanan bu toprakların bir parçası olan
Özbekistan, Ortaçağ’da Çinliler ve Araplar arasında sıkışıp kalan Türklerin kendi
kimliklerini koruma mücadelesinde esas zemini oluşturan Amu Derya ve Siri Derya
ırmakları arasındaki Maveraünnehir havzasına denk düşmektedir.
İskender'den sonra Doğu Satraplıkları; Baktriya, Sogdiana ve diğerleri
(1)
İlkçağ’da; bu coğrafyada, bugünkü Kazakistan’dan güneye doğru sarkan
İranlı göçer kabilelerin gözüktüğü bir dönem var ilkin. İ.Ö. 5 yy.dan itibaren
Hazar Denizi’nin doğusundan başlayarak; Sogdiyana
(Sogdiana), daha güneyde Hindistan’a doğru uzanan daha geniş bir coğrafyada Baktriya (Bactria) ve bugünkü Fergana
Vadisi’nden ötede Toharistan (Çin’den
bu bölgeye doğru intikal eden kimi kaynaklara göre proto Türk kavimlerden
Yüeçiler) bölgenin egemenleri haline gelir.
Büyük İskender ve Roksana; 1756'da İtalyan Barok ressam Pietro Rotari'ye ait tabloda bu şekilde betimlenmişler.
(2)
Makedonyalı Büyük İskender’in,
batıdan doğuya doğru gelişen büyük seferinde; Pers İmparatoru Darius III’u İ.Ö. 332’de meşhur İssos
Savaşı’nda yenmesi ve İran merkezli Pers egemenliğine son vermesi, bir anlamda
gizemli Doğu’nun kilidini açar. Bu durumun; Büyük İskender’in, egemenlik
sınırlarını İran topraklarından öteye taşıyabilmesine ve sonuç olarak Grek
kültürünün bu vesile ile bu topraklarda hayat bulmasına yol açtığını
söyleyebiliriz. Sogdiyana topraklarını kolaylıkla ele geçiren Büyük İskender, İ.Ö.327’de Baktriya’da
ve bugünkü Afganistan topraklarında bir aşiret reisinin kızıyla (Roksana)
politik bir evlilik yapmasına rağmen büyük bir dirençle karşılaşır; daha fazla
ilerleyemez ve güneye Hindistan üzerine yönelir.
İskender’in Doğu Seferi’nden dönüş yolunda, İ.Ö.324’de İran’ın batısında
yer alan Susa kentinde yaklaşık 10
yıl önce yendiği ve o zamandan beri yanında taşıdığı Pers Kralı Darius’un kızı Stateira ile evlenmesi, bölgede Makedon egemenliğini sürekli kılmak
adına yapılan politik ve stratejik bir hamle olmalıdır. Bu öyle bir düğündür
ki, İskender’in İssos Savaşı’ndan
beri esir alıp yanında gezdirdiği saraylı Pers soylu kadınlarından 90’ını da
aynı törende İskender’in ordusunda görev yapan önemli komutanları ve en yakın
arkadaşlarıyla evlendirilir. Ancak, bütün bu stratejik hamleler, İ.Ö. 323’de Büyük
İskender’in Babil’de aniden ölümüyle yarım kalır. Her şey o kadar hızlı gelişir
ki, ölüm sonrasında İskender’in ilk karısı Baktriyalı Roksana (belki bir
Peştun) bir saray darbesiyle bir yıl önce İskender’in Susa’da debdebeli bir
törenle evlendiği Pers hanedanına mensup ikinci karısı Statiera’yı ve
yakınlarını öldürtür. İktidar hırsı her şeyi tepe taklak etmiş, Makedon
İmparatorluğu parçalanma sürecine girmiştir.
Bir dönem Selevkoslar’ın egemenliğinde kalan Asya toprakları, yeni dönemin yükselen güçleri, Pers sonrası İran’ın yeni egemenleri Sasaniler ve Altaylar’dan bu topraklara doğru nüfuz eden Türklerin (Beyaz Hunlar ve Göktürkler) ve diğer Türkî halkların güçlerini sınama alanına dönüşür. Ama bu bölgede söz sahibi bir başka güç odağı daha vardır; onlar da yüzyıllardır Türklere karşı gelgitlerle devam eden güç mücadelesinin diğer ucunda yer alan Çinlilerdir Çinliler, güç savaşında Orta Asya’nın içlerine doğru ilerlerken Türkler, bir anlamda batıdan gelen bir başka zinde güç Araplarla onların arasında sıkışıp kalmışlardır. Çinlilerin yüzyıllardır devam eden politik, askeri ve kültürel hamlelerine karşı kendi kimliklerini korumak adına Türklerin Araplarla temasında vardığı son nokta, İslam’ı benimsemek olmuştur.
İskender sonrası Grek-Baktriya Krallığı
(4)
Bir dönem Selevkoslar’ın egemenliğinde kalan Asya toprakları, yeni dönemin yükselen güçleri, Pers sonrası İran’ın yeni egemenleri Sasaniler ve Altaylar’dan bu topraklara doğru nüfuz eden Türklerin (Beyaz Hunlar ve Göktürkler) ve diğer Türkî halkların güçlerini sınama alanına dönüşür. Ama bu bölgede söz sahibi bir başka güç odağı daha vardır; onlar da yüzyıllardır Türklere karşı gelgitlerle devam eden güç mücadelesinin diğer ucunda yer alan Çinlilerdir Çinliler, güç savaşında Orta Asya’nın içlerine doğru ilerlerken Türkler, bir anlamda batıdan gelen bir başka zinde güç Araplarla onların arasında sıkışıp kalmışlardır. Çinlilerin yüzyıllardır devam eden politik, askeri ve kültürel hamlelerine karşı kendi kimliklerini korumak adına Türklerin Araplarla temasında vardığı son nokta, İslam’ı benimsemek olmuştur.
Abbasilerin Emevilerden hilafeti ele geçirişleri sonrasında İ.S.751
yılında, bugünkü Kazakistan sınırları içinde yer alan Talas’ta Çin ve Arap
ordularının karşılaşması ve savaş sonrasında Araplar’ın elde ettikleri zafer,
İslam’ın Türkler ve Orta Asya’daki diğer halklar arasında yayılma sürecinin
dönüm noktasını teşkil eder. Elbette Türkler, Talas Savaşı’nı takiben oluk oluk
İslam’a akmamışlardır; Türklerin İslam’la buluşması; Araplar açısından
bakarsak, bu “cihad süreci”nin büyüsüyle donanmış bir akışkanlığı da içermez. Nihayetinde;
Türklerin İslamlaşması sürecinin, bu açıdan yaklaşık 300 yıllık; inişler ve
çıkışlarla dolu ve oldukça acılı bir süreç olduğu söylenebilir.
Taşkent, El Sanatları Müzesi; suzani dokumalar
Arapların bölgedeki egemenlikleri, bir tür İslam Rönesansı diye
adlandırabilecek bir dönemin de başlangıcını teşkil eder. Ticaret yollarının
güven altına alınması, ticaretle elde edilen zenginliğin bilimde ve sanattaki
yansımaları, Maveraünnehir coğrafyasında kültürel gelişmenin temel
dinamiklerini oluşturur.
9. ve 10.yy.lardan başlayarak İslam’ın giderek bu coğrafyada etkinlik
kazandığı bir sürece girilmiştir artık. Bu dönem, zaman zaman Farsların ve
Türklerin yönetiminde; Samanioğulları’nın, Karahanlılar’ın, Gazneliler’in ve
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun öne çıktığı ve giderek aşiret yapılarından
büyük devlete evrildiği bir aşamayı temsil eder.
Taşkent, Ali Şir Nevai Milli Parkı
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Bağdat’a girerek bir anlamda Abbasi
halifelerini rehin alışı ve bunun karşılığında Selçuklular’ın İslam’ın
silahşörleri olarak Bizans İmparatorluğu’nun egemenlik sınırları içinde yer
alan Anadolu Yarımadası’ndaki “küffar”a yönelmeleri, 1071’de Malazgirt’te Romen
Diyojen ile Alpaslan’ın güç savaşında noktalandı. Oğuzların bir kısmı, bu
şekilde yüzyıllardır Batıya yönelen büyük göçü Anadolu’nun içlerine ve
Akdeniz’e doğru sürükleme şansını yakaladılar. Ama Amu Derya’nın kuzey hattında
yer alan Harezm bölgesindeki yine Oğuz boylarından bir başka güç odağı Harzemşahlar, 12.yy.da Maveraünnehir’in
yeni egemeni haline geldiler ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun bölgedeki
egemenliğine de bu şekilde son vermiş oldular.
Taşkent, Ebülkasım Medresesi
13.yy.da Moğollar’ın Cengiz Han yönetiminde; Orta Asya’da
bir talan imparatorluğu olarak ortaya çıkışları ve askeri-siyasi yönden
bölgenin tek hâkimi haline gelişleri sonucunda, Maveraünnehir coğrafyasında
büyük ölçekli nüfus hareketlerine ve yer değiştirmelere, akabinde bölgede
sosyal ve kültürel büyük çalkalanmalara yol açtı. Mevcut yapıların acımasız
katliamlarla dağıtılması, Harzemşahların başkenti Ürgenç başta olmak üzere
Semerkant, Buhara ve Keş (Taşkent) gibi önemli kentlerin ele geçirilmelerini
takiben büyük yağmalara uğraması sonucunda her şeyin yeniden tanımlanması
gerekti.
Taşkent, El Sanatları Müzesi, suzani işlemeleri
Cengiz Han’ın 1227’de ölümünü takiben imparatorluğun varisler
arasında paylaşılması ve Maveraünnehir coğrafyasına Çağatay Hanlığı’nın egemen
olması, bölgede bir durulma ve uygarlık faaliyetlerinin yeniden yapılandırılması
sürecini temsil eder. Kendisi köken olarak Moğol asıllı olmayan, ancak Cengiz
Han’ın oğlu Çağatay Han’ın soyuna; bir Moğol olan Bibi Hatun ile evlenerek
eklemlenen Şehri Sebz doğumlu Timurlenk, bu süreçte bölgenin tek hâkimi
haline gelir.
Taşkent, Amir Temur Meydanı; Timurlenk'in at üstünde temsil edildiği heykeli
Bölgede egemenliğini tesis ettiği 1380’lerden, Çin’e düzenlenen bir
askeri sefer arifesinde; bugünkü Kazakistan topraklarında 80 yaşlarında
hayatını kaybettiği 1408 yılına kadar Timur, acımasız şiddet ve büyük
katliamlarla devam eden büyük bir fütuhat serüvenine girişti. Sürecin sonunda;
artık Aksak Timur, Semerkant ve Orta Asya’nın tamamı merkez alınmak üzere; bir
yandan Orta Doğu’da ve Anadolu’da, Çin topraklarında, Hindistan’da ve
Karadeniz’in kuzeyinde Rusya içlerine kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada tek
egemen haline geldi.
Taşkent'in kalbi; Amir Temur Meydanı
Ancak, büyük kavgalar ve savaşlarla devam eden bu serüven bir yandan da
Maveraünnehir coğrafyasının abad edilme sürecini temsil eder. Çünkü Timur,
mihver coğrafyada; savaşlar ve talanlarla elde edilen zenginliği kendi şehri
Şehri Sebz, Semerkant, Buhara ve diğer ipek yolu kentlerini her yönden
kalkındırma ve birer uygarlık merkezi haline dönüştürme seferberliğinde
kullanır. Zamanın en tanınmış felsefe, bilim ve sanat adamlarını Semerkant’ta
toplayan Timur, bu anlamda bölgeyi kültürel ve sanatsal açıdan da önemli bir çekim
merkezi haline getirir. Özellikle kendi de; Batı tarafından kabul edilmiş büyük
bir astronom olan torunu Uluğ Bey zamanında bu süreç doruk
noktasına çıkar. Ancak, bu yeni durumu ellerinde tuttukları imtiyazların kayıp
gideceğini hisseden taassup yanlısı yobazlar, oğlunu kullanarak Uluğ
Bey’in katledilmesine ve Timur İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinin
bir anlamda tetiklenmesine yol açarlar. Varislerin bitmek bilmeyen iktidar
kavgaları, 1501’de Aral Gölü’nün kuzeyinde yaşayan göçebe Özbek aşiretlerinin Timur
İmparatorluğu’nun mirasına egemen olması sonucunu doğurur.
Taşkent, Ali Şir Nevai Tiyatrosu
Şeybaniler yönetiminde Buhara merkezli köle ticaretinin
merkezi haline gelen Buhara Hanlığı,
19.yy.da Rusların bu coğrafyaya ulaşması öncesinde Buhara Emirliği ile Hiva
ve Hokand
Hanlıkları şeklinde üç ayrı yönetim merkezine dönüşür. Hiva
Hanlığı, Harezm diye
tanımlanan bölgenin egemenleri olarak, iç içe iki kalenin arkasına saklanmış
eski Hiva Şehri’nin göğe yükselen turkuaz çinilerle kaplı iç dünyasında hüküm
sürerken; Buhara Emirleri, bir yanda Registan
Meydanı’ndan başlayarak yükselen bir kumluk tepenin üstüne kurulmuş Buhara Kalesi’nin içinde Kızılkum’un egemenleri olarak
yaşamalarına devam ederler.
19 yy.da Hiva Hanlığı; Lehler tarafından 1903'de yapılan bir harita
(6)
Rusların Orta Asya’ya 17.yy.ın sonlarından başlayan sızma çabaları
19.yy.da bir anlamda realize olur. Her ne kadar sürdürülen savaşlar sonucunda
Semerkant, Buhara, Hiva ve Taşkent gibi büyük kentlerin Ruslar tarafından ele
geçirilmiş olmasına rağmen, bu hanlıkların görece varlıkları 1917 Bolşevik
Devrimi’ne kadar devam eder. Rus Çarlarıyla okullarda başlayan arkadaşlıkların,
dominyon yönetimlerine dönüşmesi, 19.yy.da Maveraünnehir coğrafyasında açlık ve
sefaletin üzerine bina edilmiş han saraylarının şatafat ve gösteriş dolu
hayatını sürdürmesine çanak tutmuştur. Kızıl Ordu’nun Orta Asya’ya ulaşması ile
sarayların tatlı hayatı sona erer. Bu yeni durum, Orta Asya’da aşiret ve
saltanat kavgaları ile her zaman altta kalan zavallı halkın katlanacağı yeni
bir dönüşüm sürecinin başlangıcı demektir.
Ali Şir Nevai Milli Parkı'nda yer alan Ali Şir Nevai heykeli
Bugün gelinen nokta itibariyle, Özbekistan, 16 eski Sovyet
cumhuriyetinden birisi ve sosyalizm denemesinde hüsrana uğramış bir pratiğin mağdurları
olarak, bugün yeniden bağımsızlık denemesine girişmiş durumda. Bu yeni durumun,
dünyada değişen politik-ekonomik-sosyal şartlar göz önüne alındığında ve de
özellikle dünyanın stratejik ekseninin Doğu Asya ve Pasifik’e doğru
hareketlendiği bir dönemde nasıl sonuçlanacağı merak konusu olmalıdır. 11 Eylül
2001’den itibaren Dünya’da başlayan yeni süreçte Afganistan’ın bir çekim ve
terör merkezi haline gelişi, Özbekistan’ın da bu gelişmelerden ister istemez
etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. 2003’lerden beri özellikle Fergana ve
Ahdican’da gelişen din eksenli ayaklanma ve darbe girişimlerinin de bu politik
konjonktürden bağımsız geliştiği düşünülemez. Ancak, ne olursa olsun dış
dinamiklerin etkisinde gelişen Maveraünnehir coğrafyasındaki bu ayaklanma
girişimleri, hiçbir zaman halkların üzerindeki “tek adam” yönetimlerine
haklılık kazandıramaz ve zaten 21.yy.da bu tür girişimlerin sürdürülebilirliği
de artık kalmamıştır.
Hz. İmam Türbesi
Şaş’dan (yada Keş) Taşkent’e-“Ekmek Şehri”ne yolculuk
Tarihi İpek Yolu üzerinde yer alıp da diğerlerine göre daha geri planda
kalmış ve 19.yy.dan sonra Rusların elinde hayat bulmuş bir şehir olarak
Taşkent, 1966 yılında yaşadığı büyük deprem sonrasında Sovyetler Birliği döneminde
baştanbaşa yeniden tasarlanmış. Geniş bulvarları, şehirde yaşayanların nefes
almasına imkân veren son derece geniş yeşil alanları, 1966’da yapılan meşhur
metrosu ile yer altına çekilmiş yaya ve araç trafiği sayesinde, çağdaş insanın
yaşamına olanak verecek yaşam şartlarını bağrında taşıyan bir kent kısacası
Taşkent.
Hz. İmam Türbesi'nin içi
500 metre yüksekliğinde, 2008 yılında 2200’ncü kuruluş yıldönümünü
kutlamış, 1888’den itibaren de bölgenin resmi başkenti unvanını taşıyan
Taşkent, 2.Dünya Savaşı’nda Rus mültecilerin bir anlamda sığınağı ve doyduğu
yer olmuş. Bu nedenle de o günden beri Taşkent; “Ekmek Şehri” olarak da
anılıyormuş. Doğrusunu söylemek gerekirse, Taşkent’te yediğimiz; halka şeklindeki
ve üstünde onu yapan fırıncının mührünü taşıyan, oldukça tok, simit tadındaki
ekmekleri nedeniyle, şehrin bu unvanı hak ettiğini de belirtmeliyiz.
Ekmekler; Semerkant Siyab Pazarı'ndan
“Bizim gücümüze inanmazsanız bizim yaptırdığımız binalara bakın” diyen
ve müstakillik döneminde yeniden keşfedilen Timurlenk’e selam gönderen dev
boyutlu ve son derece gösterişli kamu binaları, kentin en dikkat çeken mimari
yapılarını oluşturuyor. Özellikle 1991’den itibaren ülkede başlatılan bir
bağımsız Özbekistan rüyasının tetiklediği imar hamleleri, bize geçen yıl Üsküp’te
Makedonların sürdürdüğü kente yepyeni bir çehre kazandırma uğruna giriştikleri
İskender’den başlayıp 19.yy. Bulgar-Makedon komitacılarına kadar uzanan bir
ulus yaratma serüvenini hatırlattı.
Taşkent'te Hz. İmam Camisi yada Cuma Mescidi
3 milyon civarı nüfusuyla eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde Moskova,
Petersburg ve Kiev’den sonra en büyük kent olarak dikkat çeken Taşkent, Orta
Asya’nın da en büyük kentidir. Gençlik yıllarımızda Taşkent Film Festivali’ne
ülkemizden katılan sinema oyuncularının uğurlama törenleriyle hatırladığımız
Taşkent, bugün için artık o eski Taşkent değildir. Bir yandan belli
“muhit”leriyle “yasak şehir” hezeyanlarına kapılmış ve eskinin gölgesinde
kalmış silüetine ruh verebilmenin telaşı içindeki yorgun kent, halkıyla ne
kadar barışık olduğu tartışılır bir yönetim anlayışının acımasız nüfuzu altında
kaderine yürümektedir şimdi.
Hz. İmam Türbesi
Taşkent ve diğer İpek Yolu üzerindeki Özbekistan şehirleri, İslam’ın
Orta Asya’daki hâkimiyetinin simgesi olarak görünen mescitler (onlar camiye
mescit diyorlar; bunu sonra konuşuruz), dev medreseler, türbeler ve
külliyelerle kaplı vaziyette. İnsan bu dini yapıların büyüklüğü ve ululuğu
karşısında ezim ezim ezilirken, Cuma ve bayram namazlarının kılındığı muazzam
büyüklükteki yaklaşık 10.000 kişinin birlikte namaz kılabildiği Cuma
mescitlerini dolaşırken bir şeylerin eksik olduğunu hissediyor. Bir dini yapıya
ruh veren ve onu bir anlamda yaşatan en önemli şey içinde inananların yaptığı
ibadet olsa gerek. Özbekistan’daki 10 günlük seyahatimiz sırasında bu muazzam
yapıların en büyük eksikliği olarak gözlemimiz, bu yapılara bir ruh kazandıracak
bu ruhani atmosferin mevcut olmamasıydı.
Hz. İmam Külliyesi; Medreseler önündeyiz
Bunu bir politik yada dini söylem olarak belirtmiyorum, bir gözlem
sadece bizimkisi. Yeniden bizleri düşündüren de; Timur’a selam gönderecek
büyüklükteki bu yapıların içini boşaltacak ölçüde yalnız bırakılmış o hüzünlü
ve kimsesiz duruşlarıydı sanki. En azından 10 gün boyunca o kadar dini
ağırlıklı yapıyı ziyaret etmemize, şehirlerin ara sokaklarında ve caddelerinde
günlerce dolaşmamıza rağmen, bir ezan sesini ülkemizdeki netlikte duyamadık.
Burada istisna olarak belirtebileceğimiz durumlar ise, Buhara’da Poyi Kalon
Camisi’nin son derece geniş avlusunda dolaşırken derinden derine duyduğumuz
Kuranı Kerim okuyan bir hafızın sesi ve Hiva’da yine böyle bir camide çok kısık
sesle ve sadece içeri verilmiş olarak işittiğimiz öğle ezanının sedasıydı. Bu
durum gerçekten hayret vericiydi; dini yapıları ve şekli kabulüyle o kadar
İslam görünüp de uygulamada bunun izlerini görememek, başka türlü bir “din”
uygulamasını ele veriyordu sanki.
Hz. İmam Camisi; revaklı avlu
Bu noktadan başlayarak, Taşkent’te sabahın erken saatlerinde ilk
uğradığımız yer de, şehrin biraz çeperinde yer alan Hz. İmam Külliyesi idi. Hz.
İmam yada asıl adıyla Ebubekir Muhammed Kafali Şaşi,
10.yy.da Maveraünnehir’de İslam’ın Şafii Mezhebi’nin yayılmasına öncülük eden,
anahtarcılık yaparak geçimini sağlayan (kafali oradan geliyormuş), Taşkentli
bir İslam önderi olarak biliniyor. Şaşi sözcüğü ise Taşkent’in o dönemdeki ismi
olan Şaş’dan geliyor; Taşkentli Anahtarcı Ebubekir Muhammed anlamında yani. Hz.
İmam, aynı zamanda Taşkent’in koruyucu dini önderi olarak da kabul ediliyor; bu
da bize Avrupa kentlerindeki kenti koruyan azizleri hatırlattı nedense.
Hz. İmam Camisi'nin (Cuma Mescidi) içi; 5000 kişi aynı anda namaz kılabiliyor.
Külliye, 2000’li yıllarda adı bilinmeyen(!) bir takım iş adamlarının
desteği ile adeta yeniden yapılmış. Çünkü “tek adam” yönetimlerinde asla o
kişinin önünde yada yanında başka isimlerin telaffuz edilmesine pek de iyi
gözle bakılmıyor. Özbekistan’da gördüğümüz bütün dini yapılarda; mimari
yapıların korunması ve yeniden ayağa kaldırılması açısından hep aynı yaklaşım
vardı diyebiliriz. Yapılar, zamanın tahribatına karşı restorasyon adı altında,
aslında tamamen sil baştan yapılıyor; çünkü yanlarına gidip incelediğinizde
yapı gıcır gıcır… Sanki yıkılıp yeniden yapılmış gibi. Bir de şunu söylemeliyiz
bitmeyen sürekli bir restorasyon ve tamirat süreci de hep mevcut.
Hz. İmam Camisi; revak ahşap sütun başlığı detayı
Külliye, Ebubekir Kaffal Şaşi
Türbesi, Sakalı Şerif Medresesi, Barakhan Medresesi, Müftülük Binası ve Halife Hz. Osman’a ait olduğu belirtilen ceylan
derisine yazılmış Kuran-ı Kerim’in saklandığı kütüphane binası ve revaklı Hz.
İmam Mescidi’nden oluşuyor. Hz. İmam
Mescidi, aslında bir Cuma mescidi... 5000 kişiden fazla insanın aynı anda
namaz kılmasına olanak verecek boyutta geniş bir mekâna sahip caminin içinin
hiçbir özgünlüğü yok. Tamamen yeni yaklaşımlarla yapılmış, koskocaman salonda
küçücük bir mihrap ve tavandan sarkan kocaman yeni bir avizeden başka neredeyse
ortada bir şey yok. Yani gözümüzü dolduran bizim selâtin camilerinin içindeki
şatafat ve görkem göz önüne alınırsa, son derece sade kalıyor. Bir başka açıdan
bakıldığında, belki de din de sadelik açısından bu daha iyi de olabilir. Ancak;
tezat olan şey, avlusunun çevresi ahşap revaklarla kaplı tarihi bir caminin
namaz kılınan bölümünün bu kadar yeni ve her türlü süslemeden uzak bir şekilde
tasarlanmış olması.
Hz. İmam Camisi; ön cephe
Caminin en önemli unsurlarından birisi, aslında bu revaklı avlu ve
caminin ana yapısında ayrı bir konumda yükselen yaklaşık 54 metrelik dev
minaresi. Revaklı bölüme avludan birkaç basamaktan oluşan merdivenlerle
çıkılıyor. Revaklar, genellikle karaağaçtan yada ceviz ağacından yapılan,
alttan üste doğru gidildikçe incelen bir kesite sahip, üzeri son derece güzel
desenlerle işlenmiş ahşap kolonlar tarafından taşınıyor. Son cemaat yeri işlevi
gören bu revaklarda kullanılan mimari üslubu, aşağı yukarı tüm Özbekistan
camilerinde gördük diyebiliriz.
Hz. İmam Camisi'nin 54 metrelik dev minaresi
Hz. İmam’ın Makberası da denilen ve turkuaz kubbesi ile çok uzaklardan seçilen Hz. İmam Türbesi, çevresinde yer alan
tuğla malzemeden örülmüş çok sayıda başka kabirlerle dolu bir alanda ve
külliyenin arka bölgesinde yer alıyor. Her bir kabrin düzgünlüğüne,
yıpranmamışlığına ve hatta kırmızı küçük tuğlalarla muntazaman örülmüş standart
duruşlarına ve hadi daha açık söyleyelim; yapaylığına bakıldığında, bunların
altında gerçekten yatan var mı diye de insanın aklından geçmiyor değil. Ama
Özbekistan’da gerek Hiva surlarında gördüğümüz; şehri Ortaçağ Arap akınlarından
korumak amaçlı konumlanmış mezarlar ve gerekse bu tür önemli dini kişiliklerin
türbeleri çevresine yerleşmiş mezarların hepsinde buna benzer bir durumu
gözlediğimizi söyleyebiliriz.
Hz. İmam Külliyesi, medreseler
Hz. İmam’ın Türbesi’nin hemen biraz ötesinde yer alan geleneksel bir
Özbek mahallesine uğruyoruz. İki yanı kerpiç evlerle kaplı; ortasından suyun
akmasına izin veren bir kanal, birbirine yanaşık düzen konumlanmış evlerin
yüksek duvarları ardında var olduğunu tahmin ettiğimiz geniş avlular, bu
avlulara açılan kapılar ve bizi kapı aralıklarından izleyen meraklı gözler
sokağın en dikkati çeken unsurlarıydı sanki.
Hz. İmam Camisi önündeki parkta serbestçe dolaşan leylekler
Hz. İmam Külliyesi yakınlarındaki tipik Özbek mahallesi
Günün ikinci durağı, sütkardeşi anlamına gelen ve 16.yy.ın ikinci
yarısında hüküm sürmüş bir hanın sütkardeşi ve aynı zamanda veziri olan Kulbaba
Kukeldaş’ın yaptırdığı Kukeldaş Medresesi’nin önünden
geçerek ulaştığımız Çarşu Pazarı oldu. Çarşu, aslında Farsça’dan gelen bir sözcük
olup, kavşak, dört yol ağzı anlamına geliyormuş. Biz de bu sayede çarşının
köklerini bu şekilde öğrenmiş olduk. Çarşu, kafes sistemlerden oluşan
ilginç çatısının altında konumlanmış, merdivenlerle ulaşılan girişlerinden
birinde “elga xizmet” (halka hizmet)
sloganıyla karşılandığımız iki katlı, dairesel planlı ana bina etrafında yer
alan bütün sokaklara dek yayılmış, bir anlamda sözlük anlamını hak eder tarzda
Taşkent halkının buluştuğu bir nokta gibi.
Taşkent; Kükeldaş Medresesi; Çarşu yakınlarında...
Tezgahlarda yer alan kayısıdan, kurutulmuş çöl kavununa, kayısı
çekirdeğinden her türlü kuruyemişe; kötülüklerin kovucusu demet demet
üzerlikten ve doğunun binbir çeşit baharatından kırmızı ve sarı renkte son
derece lezzetli bodur havuçlarına, Peru’yu hatırlatacak denli çeşit çeşit
patatesleri, kurutulmuş peynir ve yoğurdu; envai çeşit sebze, meyve ve
kurutulmuş yiyecek arasında şaşırdık kaldık. Tezgâhlardaki satıcıların çoğu
kadındı; rendelenmiş salata malzemesinin pazarda naylon torbaların içinde
satışa sunulmuş olması da ilginç bir konuydu.
Patatesçiler
Çarşu’nun çevresine yayılmış sokaklarda Çin malı her türlü ürünün
egemenliği tartışılmazdı. Geçim derdindeki Özbekler, devletten aldıkları kıt
kanaat emekli ücretlerinin yanında hayatlarına yön vermek adına, ellerine ne
geçerse bu pazarda satar durumdaydılar. Seslerin birbirine karıştığı, gelip
giden insanların yer yer göğüs göğüse ilerleyebildikleri pazardaki karmaşa,
doğunun egzotik dünyasına girdiğimizin işaretiydi sanki.
Çarşu; pazara doğru mahşeri kalabalık
Sarı ve kırmızı havuçlar
Çarşu'nun ana binasının girişi
Taşkent ve Semerkant, ekmekleri ile ün salmış kentler. Ekmekler, çevreye
doğru kalınlığı artan ve ortada en ince kesite erişen dairesel şekillerde,
genellikle tandır türü fırınlarda ocağın çeperine yapıştırılarak yapılıyor. Her
ekmeğin ortasında ustasını tanımlayan mühürler yer alıyor. Böylece bir anlamda
izlenebilirlik de sağlanmış oluyor. Özellikle Taşkent’te yediğimiz ekmekler
bana daha lezzetli geldi; nerdeyse bizdeki simidin hamurunu hatırlatan tatlı
maya tadında son derece leziz ekmeklerdi. Tabii ki; Semerkant’taki ekmekleri de
yabana atmamak gerek; Hint seferine çıkan Timur, askerleri o topraklarda
yabancılık çekmesinler diye fırıncılarını ve unlarını bile yanında götürmüş
derler.
Kurutulmuş peynirler
Sebzeler
Kuruyemişler
Pazarda rendelenmiş salatalık malzemeleri
Taşkent, 1966 yılında yaşamış olduğu büyük deprem felaketini, kente
hayat veren büyük su kanallarından (Özbekler, çevresi mükemmel bir peyzaja
sahip bu kanallara anhor diyorlar)
birinin hemen yakınlarındaki bir parkta yer alan Cesaret Anıtı ile hatırlıyor.
Depremin 10.yıldönümünde; 1976 yılında yapılan ve deprem sırasında yaşanan
büyük paniğin ve korkunun anlatıldığı heykelde; güçlü pazularıyla betimlenmiş
bir erkek, ailesinin önünde onları koruma kaygısıyla depreme karşı direniyor. Bu
kompozisyonun hemen önünde ise, ikiye parçalanmış siyah bir mermer küpün ön
yüzüne yerleştirilmiş saat kadranında ise zaman, depremin gerçekleştiği saat
olan sabaha karşı 5.23’de durmuş. Heykelin yer aldığı platformu çepeçevre
çeviren panolarda ise; felaketin izlerinin nasıl silinerek; küllerinden yeni ve
“mutlu” bir Taşkent’in yeniden yaratılış süreci bir dizi figüratif rölyefle anlatılıyor.
Cesaret Anıtı
Cesaret Anıtı ve Meydan
Cesaret Anıtı'nın çevresindeki panolardan biri
Kentin bağımsızlık süreci ile evrilen ve eski düzenin de izlerini
taşıyan dev meydanları, aynı zamanda halkın avarelik edebileceği hoş mekânlar
olarak öne çıkıyor. 1966’daki büyük depremden sonra oluşturulan, 1991’den önce Halkların
Dostluğu; şimdi ise Bunyodkor ismi ile anılan, Meclis ve
Senato binalarının da yer aldığı meydan, yüzlerce fıskiyeden fışkıran su
jetlerinin arkasındaki kamu binalarının bir görünüp bir kaybolduğu bir serap
görüntüsü sunuyor sanki izleyene. Meydan; biraz ilerisinde uzanan yapay göller
ve kanallarla son derece itina ile düzenlenmiş ve Özbekistan’ın ulusal kahramanlarından
Ali
Şir Nevai’nin ismini taşıyan milli parkla da bütünleşmiş durumda.
İçinden geçen geniş “anhor”un ikiye
böldüğü parkta; Abdulkasım yada Ebulkasım Medresesi, her yıl geleneksel
Nevruz törenlerinin yapıldığı ve binlerce insanın aynı anda törenleri
izleyebildiği açık hava tiyatrosu ile Ali Şir Nevai’nin; bir tepe üstünde, merdivenlerle
erişilen turkuaz rengi bir kubbenin altındaki heykelinin de bulunduğu platform
yer alıyor.
Özbeklerin milli başlığı "doppi"nin Ali Şir Nevai Tiyatrosu tavanında bir avize olarak kullanılması fikri
Bunyodkor isimli bir metro istasyonunun da yer aldığı meydanda en önemli
yapılardan biri de 1981’de yapılmış olan ve yine meydanın eski adı Halkların Dostluğu ismi ile bilinen
konser salonu. Adıyla birlikte “saray”
olarak anılan konser salonunun yaklaşık 4000 kişilik bir oturma kapasitesi
varmış. Dev gibi bir salon yani… Sosyalist dönemden kalma bir yaklaşım olmalı diye
düşünüyorum.
Ali Şir Nevai Milli Parkı girişinde yer alan gösterişli kapı
Ebulkasım Medresesi, bugün sesiz ve
sakin görünümü ile yine başka bir amaç için kullanılıyor. Medresenin iç
avlusuna açılan eski zamanların derslikleri, bugün yerel el sanatlarına ait
ürünlerin sergilendiği bir dizi dükkâna dönüşmüş durumda. Minyatürcülük, ağaç
işlemeciliği, bakır işlemeciliği, halı ve suzani dokumaları bunlardan sadece
bazıları… Medrese, 19.yy.da Taşkent’in en zengin ve tanınmış kişilerinden
birisi olan Abdulkasım Han tarafından
30.000 altın sikke harcanarak yaptırılmış. Ayrıca; Abdulkasım ismiyle maruf bu kişi, ölümüne kadar da her yıl 150
öğrencinin bu medresede öğrenim masraflarını karşılamış. Medresenin 2.katında
diğerlerinde olduğu gibi eğitim gören öğrencilerin kalabileceği hücreler
şeklinde odalar yer alıyor.
Ebülkasım Medresesi; iç avlu
Ebülkasım Medresesi avlusunda bakır işlemeciliğinin nadide örnekleri
Kentin merkezi niteliğinde diyebileceğimiz bir diğer meydan ise, Ali Şir
Nevai Parkı’ndan biraz daha doğuda yer alan Müstakillik Meydanı. Bu
meydan, bir anlamda 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Özbekistan’ın
“müstakilliğini” temsil ediyor. Biz meydanda dolaşırken, 1 Eylül Bağımsızlık
Günü için alanda sürdürülen düzenleme ve temizlik çalışmaları hummalı bir
şekilde sürüyordu. Ne yazık ki, Bağımsızlık Günü kutlamalarını Hiva’ya doğru
Taşkent’ten ayrılışımız nedeniyle izleyemedik.
Müstakillik Meydanı; Zafer Takı ve üzerindeki leylekler
Müstakillik Meydanı’nın girişinde;
bembeyaz kolonlar üstünde yükselen bir zafer takında Özbek Halkı için refah ve
mutluluğu simgeleyen bir dizi figüratif leylek yer alıyor. Bu leylekleri Hz.
İmam Külliyesi’nin içinde yer alan Cuma
Camisi’nin önünde de görmüştük; hem de canlıydı onlar ve salına salına
caminin önündeki parkta; Hindistan’daki kutsal inekler gibi dolanıyorlardı.
Sonuç olarak, vardığımız nokta, bu kuşların Orta Asya’nın bu noktasında
simgesel bir anlamı olduğu ve bir anlamda turna benzeri bir “kutsallık”
atfedildiği yönündedir.
Müstakillik Meydanı; zafer takının üzerindeki leyleklerin dansı
Meydanda önemli noktalardan birisi de; eskiden Meçhul Asker Anıtı’nın
olduğu noktada; bağımsızlığın ilanından sonra yer alan ve bize nedense
kucağında Hz. İsa ile Meryem Ana’yı hatırlatan Mutlu Anne heykeli. Bu anıt; kırmızı renkli andezit bloklardan
oluşan bir kaidenin üstünde Özbekistan haritasının yer aldığı dünyayı
simgeleyen bir küre ve onun hemen önünde yer alan, kucağında bebeğiyle birlikte
betimlenmiş mutlu anne heykelinden oluşuyor.
Müstakillik Meydanı; Mutlu Anne heykeli
Benzer bir heykel de 2. Dünya Savaşı’nda ölen Özbek askerlerinin
hatırası adına hiç sönmeyen bir ateşin yandığı, parkın bir başka köşesinde
bulunuyor. Kayıplar için duyulan hüzün; yine andezit taş bloklarla çevrili bir
yarım dairenin ortasındaki sekiz köşeli yıldızın içinde yanmakta olan ateşe,
dingin ve hüzünlü bir şekilde bakan başı örtülü bir Özbek annesiyle temsil
edilmiş.
2.Dünya Savaşı'nda ölenlerin anısına sönmeyen ateş ve bir anne heykeli daha...
Sovyetler Birliği döneminde; 2.Dünya Savaşı’ndaki çarpışmalarda, Ruslar
ve Ukraynalılardan sonra en çok kayıp veren Özbek Halkı, şehitlerini unutmamış;
onları bu meydanda yer alan Şehitler Hatırası Kompleksi ile anıyor. Özbek
camilerinin revaklı avlularını andıran ahşap malzemeden yapılmış gölgelik
alanlarda; bu çarpışmalarda hayatını kaybeden Özbek askerlerinin isimleri tek
tek memleketlerine göre metal yapraklar üzerine kazınmış. Bu alanın hemen
yanında da aynı tema üzerinden düzenlenmiş bir de müze bulunuyor.
2.Dünya Savaşı'nda hayatını kaybedenlerin isimlerinin yer aldığı panolar için hazırlanmış revaklardan biri
Meydan deyince; Özbekistan’ın tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan bütün
şehirlerinde heykellerini gördüğümüz “Amir Temur” Meydanı’ndan da söz
etmeden olmaz. Bizim Anadolu’yu kasıp kavuran, Anadolu’da oluşum aşamasındaki
birliği; 1402 yılındaki Ankara Savaşı yengisi ile tarumar eden Aksak Timur,
burada fazlasıyla kabul gören ve bağımsızlığın neredeyse sembol figürü olmuş
denilebilir. İşte Taşkent’te bu figürün at üstünde ihtişamlı bir heykelinin
bulunduğu meydan da onun adıyla anılıyor. Hemen arka planda yer alan ve deprem
öncesi Taşkent’ten bu çevrede neredeyse tek ayakta kalan yapılar olan saat
kuleleri ve dairesel planlı parkın yollara kavuşan anlamlı patikaları sanki
bize her yolun Timur’a çıktığını gösteriyor. Meydanın hemen yakınlarında da
halen restorasyon sürecinin devam ettiği Amir Timur Müzesi bulunmakta. Tamirat
nedeniyle müzeyi ne yazık ki gezemedik.
Amir Temur Heykeli
Taşkent’in önemli bir sosyal çekim merkezi de çok sayıda bar, kafeterya
ve gece kulübünün yer aldığı ve gençlerin eğlence odaklı bu özelliğinden dolayı
“Broadway” olarak andıkları Ressamlar Sokağı… Bu muhit, aynı zamanda
çok sayıda; sanatlarını icra eden ve resimlerini sergileyen ressamı da
barındırıyor. Sokağın iki yanında; bütün çevresi yemyeşil ağaçlarla ve peyzaj
alanlarıyla kaplı parklar uzanıyor. Hektarlarca alan; neredeyse bir ormanı
andırıyor. Çimenlerle kaplı bütün zeminler, rengârenk çiçeklerle süslenmiş. Bir
kent içerisinde olduğumuzu unutmazsak; gerçekten görülmeye değer manzaralar
bunlar. Yukarıda da defalarca belirttiğimiz gibi bu asla eğreti durmayan ve ülkemizde
son yıllarda; özellikle taşradaki illerimizde pıtrak gibi ortaya çıkan ve
lunapark zihniyetiyle inşa edilen yeşil alanlara hiç benzemiyor. Köktenci bir
yaklaşımı ve kültürü içinde barındırıyor. Bu kültürün köklerini ise dünde ve
“eski” düzende aramak gerek.
Ressamlar Sokağı
Ressamlardan biri çalışıyor.
Ressamlar Sokağı çevresindeki yeşil alanlar
Sokağa "Broadway" denmesinin nedenlerinden biri...
Ali Şir Nevai, edebiyatta Farsça’ya karşı
Türkçe’yi ilk kez bir yazın dili olarak benimsemiş önemli bir Türk Şairi ve
Edebiyatçısı. Tabii ki, Özbekler, Türkçe değil Özbekçe diyorlar bu dile; ancak
bu yaklaşımı nasıl açıklamalı o da biraz kaygı verici. Bizim yıllardır Türkî
Cumhuriyetler diye yere göğe koyamadığımız bu çiçeği burnunda ülkelerde yaşayan
halklar ve biz; ne yazık ki, tarihin girdabında hamur gibi yoğrulurken,
birbirimizden oldukça farklı noktalara düşmüşüz. En başta kimlik olarak kendini
tanımlama aşamasında bu farklılık ortaya çıkıyor. Kendisini bizden ve biraz da
Türkmenistan’dan başka Türk ismi ile tanımlayan neredeyse yok. Dil olarak
bizler Farsça, Arapça ve sonraları Batı dillerinin etkisinde kalırken, örneğin
Özbekler de Çinlilerin kültürel nüfuzunu fazlasıyla hissetmişler. Sözcüklerin
fonetiğine dikkat edilse, bu etki hemen görülecek düzeyde. Yani yüzlerce yıllık
bir ayrılığın ve farklı kulvarlarda ilerleyişin getirdiği sonuçları
kabullenmek, bunları anlamak ve bu noktadan hareket ederek, daha rasyonel
birliktelikler ve dostluklar tesis etmek, daha mantıklı ve olası gibi
görünüyor.
Ali Şir Nevai'nin heykeli
Ali Şir Nevai Milli Parkı'ndan bir görünüş
İşte O Ali Şir Nevai, bugün Özbekistan’ın müstakillik sürecinde; Timur
gibi, El Harezmî gibi, İbni Sina gibi, El Biruni gibi yeniden keşfettiği ve yücelttiği
milli “kahraman”larından biri. Bu anlamda da Taşkent’in birçok yerinde onun
ismine ve onun için yapılan yapılara, parklara rastlamak mümkün. Bu yapılardan
birisi de Bunyodkor Meydanı içinde yer alan Ali Şir Nevai Tiyatrosu.
Halen bir restorasyonun sürdüğü bina, Rus Mimar Şusev tarafından 1947 yılında
açılan bir yarışma sonucunda kazanan proje olarak hayata geçirilmiş. Mimar
Şusev, aynı zamanda; Moskova’da Lenin’in mozolesi ve Moskova Metrosu’nun da
tasarımcısı olarak tanınıyor.
Arkada eski düzenden kalan binalar, önde yeni düzenin bayram sloganları
Taşkent’te ziyaret ettiğimiz mekânlardan birisi de 19.yy.da Taşkent’te
Rus elçisi olarak görev yapan Poletzev’in evi oldu. Bu ev hem
Özbeklerin tüm mimari unsurlarının oldukça eklektik bir şekilde kullanıldığı
bir yapı olarak; ama aynı zamanda El Sanatları Müzesi olarak barındırdıklarıyla
da son derece ilginçti.
Poletzev Evi; şimdi El Sanatları Müzesi
Evin ön cephesinde yer alan eyvanlarından biri
Evin içinden bir köşe; kabul salonu
Özbekistan’a has suzani dokumalar, porselen işçiliğinin en güzel
örnekleri çay takımları, porselen vazolar ve tabaklar, kumaş baskıları, ahşap
işçiliğinin eşsiz örnekleri, mücevherler, halılar ve kilimler; evin L şeklinde
konumlanmış mimari hücreleri içinde özenle sergileniyordu. Hakkını vererek
gezmenin belki saatler süreceği müzede; depoda bulunanlarla birlikte yaklaşık
7000 parçalık bir koleksiyonun yer aldığını da ziyaretimiz sırasında öğrendik.
Suzani dokumalar
Bir başka örnek daha; suzani
Porselen çay takımları
kırmızının güzelliği
Özbek milli çalgıları; tar, tambur ve rubab
Özbekistan’ın kalbi, Timur’u kıskandıracak boyutta dev binalar ve geniş
meydanlarıyla aklımızdan silinmeyecek bu modern kentten Hiva için ayrılma zamanı
gelmişti. Yeni cumhuriyetin gözbebeği, bütün yatırımların ilk aktığı yer modern
Taşkent’ten, tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan bir başka şehir; Harezmiler’in
kadim yurdu, eski Hiva Hanlığı’nın
başkenti Hiva’ya uçmak üzere Taşkent Havaalanı’na doğru yola çıktık.
Hedef; UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Hiva ve onun çekirdeği
Eski Şehir’di artık.
DEVAM EDECEK
Dipnotlar:
(1) http://en.wikipedia.org/wiki/Bactria
adresinden alınmıştır.
(2) http://en.wikipedia.org/wiki/Roxana
adresinden alınmıştır.
(3) http://en.wikipedia.org/wiki/Stateira_II
adresinden alınmıştır.
(4) http://en.wikipedia.org/wiki/Bactria
adresinden alınmıştır.
(5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Mongol_dominions1.jpg
adresinden alınmıştır.
(6) http://en.wikipedia.org/wiki/Khanate_of_Khiva
adresinden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder