15.Mayıs 2013
İbrahim Fidanoğlu
2012
güzünde Girit’e gitmiştik. Herakleion’da Müze’yi gezerken galerilerden bir
tanesinin iki köşesinde çift başlı baltalar (labrys) dikkatimizi çekmişti. Kadim Minos uygarlığının Knossoss
gibi saray kentlerinde öne çıkan en önemli dinsel simgelerinden çift başlı
baltanın yaygın olarak bir tapım unsuru olarak en çok karşımıza çıktığı yerlerden
biri de İlkçağ’da Anadolu’nun Karya bölgesi idi.
Girit'te Heraklion Arkeoloji Müzesi'nde "Labrys" Zeus'un çift ağızlı baltası; 2012 Ekim
Bugün
İlkçağ’daki Karya coğrafyasının kalbi sayılabilecek Milas ile çevresinde ve
onun inanç merkezi sayılabilecek dağların üstündeki Labraunda’da dolaştık. Son
yıllarda 2008 yılından beri pek de sessiz sedasız denilemeyecek bir şekilde
yağmalanan ve Perslerin ilk Karya Satrabı Hekatomnos’a ait olduğu söylenen
anıt mezarla da gündeme oturan bu İlkçağ uygarlığının kalbinde dolaşmak her
zamanki gibi heyecan vericiydi.
Labraunda'nın genel görünüşü
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Labraunda önlerinde bizim gezginler
Sabah
geleneksel Belevi kahvaltımızdan sonra bahardan yaza dönen bir havada Bafa Gölü
kıyısını takiben, yıllardır sürüp giden bölünmüş yol çalışmaları nedeniyle
sıkıntılı bir güzergâhtan Milas’a doğru yöneldik. Saat 11 civarı Karya
Ülkesi’nin Bodrum’dan önceki başkenti Milas’a girdik. Milas içindeki
planladığımız gezintimizi öğleden sonraya bırakarak kentten 14 km. uzaklıkta ve
Aydın’ın Karpuzlu ilçesi (eski Alinda antik kenti) yolu üzerinde yer alan
Karya’nın kutsal alanı Labranda’ya yöneldik.
Labraunda Kutsal Alanı'ndan Gökova üstündeki Kıran Dağları'na doğru bakış
Milas
– Bodrum yolu üzerindeki “şehir merkezi” girişini sağımızda bırakıp döner
kavşaktan İzmir yönüne tekrar döndükten sonra, Labranda levhasından Doğu yönüne doğru saptık. Yargının üstünlüğünü
(?) vurgulamak için olsa gerek 11 yıllık icraat döneminde Roma döneminin
ahalide korku ve eziklik yaratmaya matuf kamu binalarını andıran taşra
kasabalarının dev adliye binalarından birini solumuzda bırakarak, Anadolu’daki
İlk Çağ’ın kadim inanç merkezlerinden birine doğru; dağa sarmaya başladık. Çift
yönlü ve bulvar görünümlü kaliteli bir yol, bir süre sonra Beşparmaklar’dan yakınlardaki
Güllük Limanı’na feldispat madeni taşıyan yük kamyonlarının hayli hırpaladığı
daracık bir tali asfalta ve ören yerine 1-2 km. kala da yine aynı tahribat
sonucu asfaltın kaybolarak engebelerle dolu berbat bir şoseye dönüşüyordu.
Akropol'den Labraunda Kutsal Alanı ve topoğrafyanın görünüşü
Perslerin
Karya Satrapı Maussollos tarafından ören yeri yakınlarındaki Kargıcak
Köyü üzerinden yapılan bir döşeme yolla ulaşılan kutsal alan, aslında
buluntu çömleklerin yaşları itibariyle M.Ö. 7 yüzyıla kadar dayandırılan bir
inanç merkezi olarak kayıtlara geçmiş. Ören yerini 19.yy.da yeniden bulan
Avrupalı gezginler de aynı rotayı izlemişler. Bugün bile Kargıcak yönünden yapılacak yürüyüşle bu döşeme yolun günümüze
kalan bazı parçalarına rastlamak mümkün.
Ören yerinin bekçi köpeği ile hasbıhaldeyiz
Beşparmakların
uzantıları üzerinde bir kartal yuvası gibi göğe yükselen Labraunda Kutsal
Alanı, açık ve temiz bir havada ufka doğru bakıldığında, oldukça geniş bir
görüş açısına sahip bir yükseltide ve son derece etkileyici bir konumda yer
alıyor. Gözlerimiz ufka doğru etkileyici topografyayı tarıyor. Uzaklarda;
Bodrum’un üstünde Torba çöküntüsünü ve Türkbükü’nün arkasındaki Kaplan Dağı’nı,
daha da ötelerde Ege Denizi’nde Bodrum yarımadasının hemen dibindeki İstanköy
Adası’nın hörgücünü ve en önde uzayıp giden Gökova’nın Kıran Dağları’nın
uzantısı Kuru Kümes Dağları’nı bir silsile şeklinde seçmeye çalışıyoruz. Kutsal
alan, binlerce yıllık kadim geçmişinde saklı kutsallığını borçlu olduğu ve
sanki yıldırımlı yağmurlarla ikiye ayrılmak üzereymiş hissini veren dev bir
yarık kaya çekirdeği ile onun dibindeki pınarın altından itibaren geniş bir
yaylakta aşağılara doğru uzanıp gidiyor.
Labraunda'nın kutsal kayası; Yarıkkaya
Dağların
tepesinde, ıssız bir yaylada İlkçağın hac edilen bir kutsal alanı ve Batı
Anadolu’nun eski zaman sakinleri Karyalıların kutsal merkezi olan Labraunda’ya
Mylasa’dan, Alinda ve Alabanda’dan gelen ziyaretçiler tanrılarının onuruna
yapılan ve muhtemelen beş gün süren şenlikler için buraya yılda bir kez
yürüyerek gelirmiş. , Tapınağa Milas yönünden gelenler, Güney Kapısı’ndan
(Güney Propylonu); Alinda yönünden gelenler ise Doğu Kapısı’ndan (Doğu
Propylonu) ulaşırlarmış. Bu kapılardan girmeden önce temizlenmek, arınmak ve bu
kutsal mekâna bir anlamda her türlü “kirinden” arınarak girmek esasmış. Bu
amaçla kutsal alanın Kargıcak
yönündeki güzergâhında; aşağılarda var olan pınarlardan söz ediliyor.
Yarıkkaya'nın Labraunda'nın kutsal pınarı
Labranda’yı
eşsiz kılan en önemli özelliklerden biri de, Zeus’a adanmış tapınağın hemen
altında ve aynı hizada yer alan iki Andron’u barındırıyor olması. Andronlar
yada “erkek meclisleri”, kutsal törenlerde sadece Karyalı halkların ileri gelen
soylu temsilcilerinin katılabildiği kurban şölenlerinin düzenlendiği
mekanlardı. Güneye doğru uzayıp giden derin vadiye bakan; son derece kalın
duvarlara açılmış pencerelerden giren denizden gelen meltem rüzgârı, bu
yükseltilere dahi ulaşan Milas’ın yaz aylarındaki kavurucu sıcağına çare olarak
düşünülmüş olmalı.
Labraunda Kutsal Alanı'nın andronları; alt düzlemde Maussollos, üst düzlemde İdrieus'un Andronları
“Andronlarda
duvarlar boyunca yer alan sedirlere oturan 40 civarı konuk, bu şölenlere
katılır, yer içer ve geceleyin de uyur kalırdı. Önemli katılımcılardan belki
yüzden fazlası da kutsal alanın doğu kısmındaki stoada yer alan altı yemek
salonunda ağırlanırdı. Katılımcıların büyük çoğunluğu, muhtemelen çeşitli
teraslar üzerinde kurulan geçici barınak veya çadırlarda yerde yiyip içmek ve
yatıp uyumak durumunda olmasına karşın Labranda’daki bu sıra dışı ziyafet
tesislerinin benzerleri çoğu antik kutsal alanda bulunmaz.”(1)
Maussollos Andronu'nun şölen odası
Ören
yerinin önündeki düzlüğe geldiğimizde yaylada hafif bir esinti vardı. Yol
çatısından itibaren bizi takip eden tasmalı (büyük ihtimalle bekçilerin) iki
kurt köpeği arabayı bıraktığımız vadiye nazır düzlükte bizi koklayarak teftiş
ettiler. Kutsal alana girmemize bir engel olmadığına karar veren bu hınzırları
bir süre sevdik. Hala ötemizde berimizde dolaşan köpeklere bir şeyler vermek
için bakındık, ama onlara layık bir şey bulamadık yanımızda. Bir süre
Gökova’nın üzerinde yükselen ve uzaktan bir siluet olarak fark edilen Kıran
Dağları’nın sırtlarını seyrettik. Arkamızı döndüğümüzde, yamaçta mitolojik hikâyelerin
kaynağı Yarıkkaya bütün haşmeti ile
karşımızda duruyordu. Hemen sol yanında ise günümüze oldukça sağlam bir şekilde
ulaşabilmiş bir mezar yapısı vardı. Rivayetlerden birisi üç sedirli bu mezar
anıtının Mausollos’un kardeşi İdrieus’a ve onun ailesine ait
olabileceği doğrultusundaydı. Ne olursa olsun içine de girdiğimiz bu yapı
günümüze ulaşan sağlamlığı ve kalın duvarları ile eşsiz güzellikteydi.
Maussollos'un Andronu; şölen odasının girişindeki hayat ve sütunlar
Yarıkkaya’nın üstünde yer alan nişler büyük
olasılıkla kült heykelciklerin konulduğu kutsal bölümlerdi. M.Ö. 7.yy. kadar
uzanan bir geçmişe sahip kutsal alanın bütün sihri bu kayadan kaynaklanıyor
olsa gerekti.
Yarıkkaya ve altındaki nişler
Batı
Anadolu’da M.Ö. 546’da Perslerin Sart önlerinde Lidya Kralı Krezüs’ü
dize getirip Lidya’nın egemenliğine son verişi ile yeni bir dönem başladı.
Persler, tüm Anadolu’da bir tür eyalet düzeni olan Satraplıklar’ı oluşturdular.
Yerel ileri gelen hanedanların temsilcilerinden atanan satraplar Anadolu’daki
Pers egemenliğinin temsilcisi ve sürdürücüsü oldular. Karya’da da bu işi Hekatomnosoğulları
üstlendi. Baba Hekatomnos (yönetim süresi: M.Ö. 392-377) Persler tarafından atanan ilk satrap
oldu. Hekatomnos’un üç oğlu ve iki kız vardı. Bunlar sırasıyla oğulları Mausollos
(yönetim süresi: M.Ö.
377-352), İdrieus (yönetim süresi: M.Ö.
351-344) ve Piksadoros (yönetim
süresi: M.Ö. 344-336) ve kızları Artemisia (yönetim süresi: M.Ö. 352-351) ile Ada idi. Aynı zamanda Artemisia, Mausollos’un;
Ada
da İdrieus’un
karısı idiler. Büyük İskender, Batı Anadolu’ya ulaştığında Alinda önlerinde
onu karşılayan Kraliçe Ada, İskender ile kurduğu yakın dostluk sayesinde Halikarnassos’u ele geçirdikten sonra
yeniden Büyük İskender tarafından
Karya’nın yönetimine getirildi.
İdrieus'un Andronu; Milas Ovası'na bakan pencereler
“Karya
bölgesinin iç kesimleri Arkaik dönemde (M.Ö. 7.-6.yy) kentleşmemişti ama çok
sayıda küçük köy ve mezra vardı. Bu yerleşmeler, kendi ortak çıkarları için
çeşitli birlikler veya konfederasyonlar kuruyordu. Bu birliklerin M.Ö. 5. Ve
4.yüzyıllarda en büyüğüne hoi kares deniyordu.
Hem Karyalılar birliğinden hem de Labraunda’dan ilk bahseden yazar M.Ö. 5.
yüzyılda yaşayan Herodotos’tur.
Bodrumlu (eski Halikarnassos) olan babasının adı Lykses, Karca (Karyalıların konuştuğu dil) idi. Herodotos’a göre Karya
güçleri (Persler Batı Anadolu’da ilerlerken) Labraunda Kutsal Alanı’na sığındı
ve akabinde burada Perslerle bir savaş yapıldı. Anlaşılan Labraunda, Karya
Birliği için önemli bir buluşma yeriydi.
Yarıkkaya'nın altında stoa düzlemi ve önde Roma dönemi çeşmesi
M.Ö.
3.yüzyılda en önemli Karya konfederasyonu Khrysaoreis
denen başka bir birlikti. M.Ö. 1.yüzyılın sonlarında veya M.S. 1.yüzyılın
başlarında yazan Antik coğrafyacı Strabon’a
göre bu birliğin toplanma yeri Stratonikeiea bölgesindeki Zeus
Khrysaoreis tapınağı idi. Ancak
bu her zaman böyle değildi. Bir yazıta göre bu birlik, M.Ö. 267 yılında
Labraunda’da toplanıyordu; Labraunda’da ele geçen başka yazıtlarda da Khrysaoreis’ten söz ediliyor.” (2)
Maussollos Andronu kiriş yazıtındaki Maussollos yazısı; şimdi yerde
Kutsal
alana; Milas yönünden gelen ziyaretçiler için düzenlenmiş Güney Kapısı’ndan
girdik. Her taraf, bahar yağmurları ve güneşle coşmuş otlarla kaplıydı. Ören
yeri bekçileri, bu otları biçmekle meşguldüler. Biraz soluklanıp onlarla sohbet
ettik. Ören yerinde bir tuvalet dahi bulunmaması büyük eksiklikti. Onlar,
sadece bizi dinlediler. Zaten dertleri başlarından aşkındı. Burası dağ başında
unutulmuş bir mahrumiyet bölgesi gibiydi; aslında cennetten bir köşeydi tabii.
Oysaki, Korint Körfezi’ne hâkim pozisyonda; yılda milyonlar mertebesinde
turistin ziyaret ettiği ve darphane gibi para basan, Orta Yunanistan’daki bir Delphoi
Tapınağı gibi neden olmasın diye düşündük? Konumu da bir o kadar
benziyordu. İç geçirip tapınak alanını gezmeye başladık.
Orta Yunanistan'daki İlkçağın kenanet merkezi Delphoi Tapınağı; 2012 yazı
“Labraunda,
en yakın kentlerden oldukça uzakta bulunduğundan burada yaşayan küçük topluluk
için günlük yaşam muhtemelen çok sıkıcı ve sıradandı. Şenliklerin yapıldığı
birkaç gün gerçekten büyük bir fark yaratıyor olmalıydı. Görünüşe göre yılın en
büyük olayı, muhtemelen arka arkaya beş gün süren ve Zeus’a kurbanlar sunulan
şenliklerdi.
İdrieus'un Andronu'na doğru
Yıllık
kurban şenliklerine binlerce kişi katılıyor olmalıydı. Bu kişiler, Mylasa’dan taş döşeli Kutsal Yol’u izleyerek yada Labraunda’nın kuzey tarafındaki
dağlardan ve ardındaki vadide yer alan Alinda ve Alabanda’dan başka bir
taş döşeli yolu izleyerek büyük kafileler halinde geliyorlardı. Yanlarında; kurban
edilmek üzere öküzler, koyunlar ve keçiler ile şenlikler için şarabın yanı sıra
diğer yiyecekler ve kamp malzemesi de getiriyorlardı. Hem kurbanlarda hem
şenliklerde müzisyenler ve atletler de hazır bulunuyordu. Atletizm yarışları,
Antik dünyanın diğer kutsal alanlarında olduğu gibi burada da şenliklerin bir
parçasıydı. Kutsal alanın hemen birkaç yüz metre batısında yer alan stadion bunun en büyük kanıtıdır.
İdrieus'un Andronu önünde "andron" yazısı
Şenliklerin
en önemli kısmı tabii ki, sunakta tanrı için yapılan zaman alıcı kurban
törenleriydi; burada hayvanlar ritüellere göre kurban ediliyor ve tanrının
kemik ve yağlardan oluşan payı yakılıyordu. Kurbanlıkların kesilmesinden sonra
hizmetliler ve köleler şenlikler için eti hazırlamaya ve pişirmeye başlıyordu.
Bu sırada “stadion”da da yarışlar yapılıyordu.
Topluluğun en önemli üyeleri, seçilmiş liderler ve rahipler bundan sonra “andron”larda
bulunan ziyafet salonlarına davet ediliyordu. Andronlarda sedirlere uzanan bu
kişilere kurban etinden hazırlanan yemekler sunuluyor ve odanın arka
duvarındaki niş içinde tunçtan heykeli duran tanrı şerefine önemli miktarda
şarap tüketiliyordu. Diğer önemli kişiler Doğu Stoa’daki her biri 11 sedir ile
döşenmiş ziyafet odalarında ziyafete katılıyordu. Her sedire iki kişi
uzanıyordu; yani andronlar ve stoada toplam 200’den fazla kişi misafir
edilebiliyordu. Yine de katılımcıların büyük çoğunluğunun dışarıda, kutsal
alanın teraslarına kurulmuş çadırlarda veya geçici barınaklarda kaldığını
unutmayalım.” (3)
Mylasa yönünden gelenler için Güney Propylonu
Labraunda’ya Mylasa
yönünden gelen ziyaretçiler, kutsal alana; İdrieus tarafından yaptırılan Güney
Propylon’dan giriş yaparlardı. Her iki cephesinde ikişer adet İon tarzı
sütunların yer aldığı Propylon yapısında basamaklarla çıkılan üç giriş yer
almaktaydı. Milas’ın sırtını dayadığı Sodra Dağı’nın gri renkli mermerinden
yapılmış Güney Propylonu, gelen ziyaretçiler için bu basamaklarla
çıkılan ihtişamlı girişten sonra artık Tanrı’nın huzurunda düzenli ve dikkatli
olunması gerekliliğinin işareti kabul edilirdi. Aynı durum, Alinda yönünden gelecek ziyaretçilerin
giriş yaptığı Doğu Propylonu için de geçerliydi.
İdrieus zamanından kalma Dorik tarzda çeşme yapısı
Güney
Kapısı’nın hemen sağında; yine bir kiriş yazıtının üstündeki “Hekatomnos oğlu Milaslı İdrieus adadı” şeklindeki ifadeden anlaşıldığına göre İdrieus
zamanından kalma Dorik tarzda bir çeşme binasının kalıntıları yer alır. Çeşme
yapısının doğu yönünde; biraz ilerisinde ise, bir zaman sıçramasıyla Roma döneminden
kalma Doğu Hamamı ve Bizans döneminden kalma Doğu Kilisesi’ne ulaşılır.
Bizans Kilisesi
M.Ö.6.yy.da
bugünkü Yarıkkaya’nın hemen altındaki üst düzlemde küçük bir tapınak olarak
varlığını sürdüren Labraunda Kutsal Alanı, aşağı yukarı M.Ö. 4 yy.dan itibaren bugünkü
görünümünü kazanmış. Bu da tarihsel olarak Pers Satrapları Hekatomnosoğulları
dönemine denk düşüyor. Roma döneminde ise kutsal alana; biri bugünkü çam
ağaçlarının yoğunlukla bulunduğu alanda, diğeri de daha sonrasında Bizans
döneminde bir kilise ile paylaşılan ortak alandaki Doğu Hamamı, üst düzlemde
yer alan çeşme ve benzeri yapılar ilave edilmiş. M.S. 6-7. yy.larda ise, Hristiyan
nüfusun çiftçi olarak bölgeye yerleşmesiyle; buradaki mevcut yapılardan yararlanılmış.
Onlar üzerinde modifikasyonlar ve eklemeler yapılarak, Hristiyanlığın ruhuna
uygun hale getirilmişler. Doğu Hamamı’nın içine Bizans Dönemi’nde bir kilise
yerleştirilmesi de o dönemlere denk düşüyor olmalı. 10 yy.dan sonra
Türkmenlerin akınları sonucunda Menteşeoğulları’nın bu topraklara
ulaşması sonucunda; bölgenin güvensiz hale gelişi ile Labraunda, 1743 yılında
kutsal alanı yeniden keşfeden Richard Pocock’un bölgeye gelişine
dek sessizliğe gömülmüş.
Gezginler o muhteşem merdivenlerde...
Güney
Propylonu’ndan
kutsal alana giriş yapıldıktan sonra İdrieus ve Maussollos’un Andronları’na
doğru ilerlerken, ziyaretçileri; bir üst düzlemle bulunduğumuz alanı birleştiren,
uzaktan son derece gösterişli görüntüsü ile günümüze ulaşabilmiş ve çıkanı
yormayacak bir maharetle yapılmış; öne doğru eğimli basamaklarıyla geniş bir merdiven
karşılar. Yukarıdaki düzlemde yer alan şölen odaları Andron’lara kabul edilişin büyük onuru ile çıkılan anıtsal
merdivenler, bu derinlikli yapıya hem güçlü ve sağlam, hem de anıtsal bir
görünüm kazandırmaktadır. Yapı malzemesi aslında çok da gösterişli olmayan
yerel grano gnays kayaç malzemeden oluşmaktadır. Birer birer çıkılan
basamaklarla birlikte, insanı yormadan yukarı doğru çeken bu ergonominin,
yaklaşık 2500 yıl öncesinden zamanımıza süzülerek ulaşabilmesi ne kadar heyecan
vericidir; anlatılamaz.
Andron C; kime aitti; henüz bilinmiyor.
Merdivenlerle
ulaşılan düzlemde; mermer sütunlarıyla dikkat çeken Zeus Tapınağı’nın altında,
kronolojik olarak en eski erkekler meclisi yapısı Maussollos’un Andron’u (ANDRON B) yer almakta. Andron’un
kapısının kirişi üstünde yer alan “Maussollos” yazısı bugün bizi bu
düzlem çizgisinin hemen üstünde karşılıyor. Maussollos kardeşi İdrieus’un
Zeus
Tapınağı ile aynı düzlemde yer alan “andronu”nun aksine;
Tanrı’nın yüceliğini temsil eden bu çizginin altında kalmayı yeğleyen bir bakış
açısı ile kendi şölen odasını yapılandırmış olmalı. Bir üst düzlemde yer alan
kardeşi İdrieus’un Andronu’na göre
daha kötü durumda günümüze ulaşmış olan Mausollos’un erkekler meclisi, basit
bir megaron yapısına benzer bir plana
sahip. Arkada yer alan ve yemekli şölenin gerçekleştirildiği yaklaşık 30-40
kişinin bir arada yemek yiyebildiği iç oda; onun devamında bir hayat ve hayatın
önünde yer alan iki sütun bu megaron yapısının iskeletini oluşturuyor. Bu yapı,
eğer sütunlarla çevrilmiş olsaydı, bir Yunan tapınağı şekline bürünmüş
olacaktı. Bu haliyle ise, yapı erkekler meclisi işlevi görmekte. Andron
yapısının önünde yer alan sütunlar, Sodra Dağı mermerinden İon tarzı sütunlar;
ancak yapının üst kısmındaki Dorik mimari yaklaşımı, yüksek dağların
tepesindeki ıssız dünyasına sıkışmış bir taşralılıkla açıklamak belki mümkündür.
Maussollos'un Andronu; önde sütunlar; arkada hayat ve şölen odası
Bu
yapının önemli özelliklerinden biri de şölen odasının arka duvarının ortasında
yer alan girintidir. Bu boşluğun her iki yanında Maussollos ve karısı Artemisia
ile ortasında elinde baltası ile Zeus’un heykellerinin bulunduğu kabul edilir. Bu
durum; bu odada yemek yiyenlerin himayesi altına girdikleri gücün temsili
ifadesi olmalıdır. Odanın içini şöyle bir tasavvur edelim şimdi:
Maussollos'un Andronu; şölen odasının arka duvarındaki heykellerin konulduğu girinti
Bu
odanın üç tarafında duvarlar boyunca dizili sedirler bulunmaktadır. Bu
sedirlerin üzerinde ise kabile reisleri, soy ağacının en tepesinde bulunan
toplumun ileri gelen yaşlı önderleri ve benzeri seçkin kişilerden oluşan 30-40
kişilik bir topluluk oturmaktadır. Bu ev tanrıya ait bir evdir. Bu evdeki
tabaklar, sehpalar her türlü eşya tanrının malı kabul edilir. Ona kurban
edilmiş hayvanların etinden yapılan yemeklerin; tanrının malı olan aksesuarlar
kullanılarak yendiği böylesine kutsal bir şölene katılmak müthiş bir statüko
meselesi olmalıdır.
Teras evleri ve üst düzlemde Zeus Tapınağı'nın mermer sütunları
Kutsal
alanın bu en önemli yapılarına değinmişken; Karya’daki bu yeni yapılanmayı belki
de şöyle özetlememiz yerinde olur. Persler,
Satraplık
müessesesi sayesinde yerel gücü bu şekilde kendi lehlerine çevirmiş; Maussollos
ise yenilikçi bir yaklaşımla Kıta Yunanistanı’ndan getirttiği ünlü mimar ve
heykeltıraşla bir anlamda yenilikçi bir yaklaşımla yeni bir yaşam anlayışını
Karya topraklarında tesis etmeye çalışmış olmalıdır. Belki de Batı Anadolu’da
Hellenistik çizgiler taşıyan bu sanatsal anlayışı İlkçağ’ın bir tür “rönesansı” olarak kabul etmemiz uygun
olacaktır.
Teras evlerinin duvarlarında izlenebilen isodomik duvar tekniği
Andron
B’nin bulunduğu
düzlemden yukarıda; Zeus Tapınağı’nın temellerinin de bulunduğu tapınak düzleminde İdrieus’un
Andronu; Andron A yer almaktadır. Bundan başka en alt dü<zlemde
hrenüz şimdiye kadar kime ait olduğu tespit edilememiş (belki de küçük kardeş Piksadaros’a
aitti) bir başka andron daha mevcuttur. Bu da arkeologlar tarafından Andron
C olarak adlandırılmıştır.
İdrieus'un Andronu; ön cephede Dorik sütunlar ve şölen odası girişi
Andron
A, hepsi içinde
bugüne en iyi durumda erişmiş bir örnektir. Kutsallık atfedilmiş Yarık Kaya’ya
karşıdan bakan bir konumda Zeus Tapınağı ile aynı düzlemde konumlanmış yapı
belki de İdrieus’un zamane
dindarlığını, Tanrı katına yakınlıkla ifade edişinin bir şeklidir.
İdrieus Andronu; şölen odasının içi
Güneye
bakan kalın duvarlarına; Milas’ın yaz aylarındaki kavurucu sıcaklarını bir
nebze azaltmak ve bu amaçla denizden gelen meltem rüzgârlarının serinletici
etkisini alabilmek için hem hayat bölümünde hem de şölen odasına denk gelen
bölümde pencereler açılmış bulunmaktadır. Şölen odasında muhtemelen Tanrı Zeus
ortada olmak üzere, İdrieus ve karısı ve aynı zamanda kardeşi Ada’nın heykellerinin yer
aldığı bir girinti seçilebilmektedir.
İdrieus'un Andronu; şölen odası; güneye bakan pencereler; en arkada heykellerin konduğu duvardaki girinti
Yapı
Maussollos’un şölen odasına göre daha
yeni bir yapı olmakla yapısal özellikleri açısından daha sağlam bir özellik
kazanmış bulunmaktadır. Hayat girişindeki kiriş ve bunu hala taşımakta olan;
bir Yunan yapı hilesi olarak yukarıya doğru giderek daralan kapı açıklığını
temsil eden kapı söveleri bu sağlamlığın delili olmalıdır.
İdrieus'un Andronu'nun giriş kapısı; kiriş hala yerinde duruyor!
Sığ
yivli sütunlardan oluşan Dor düzeninde yapılmış; Andron A yapısının hemen
yanında yer alan Oikoios binası, tamamen Zeus Tapınağı’nın rahiplerine ayrılmış
bir konut görünümündedir. Sütunların kaideleri bulunmamakta; iki göz odadan
oluşan ve Labraundalı Zeus’a adandığını belirten bir de kiriş yazıtının
bulunduğu yapı 4.yy.ın ortalarından kalmıştır. Hristiyanlık döneminde odanın
köşelerine yerleştirilen tuğla örgülü direkler, yapının üstünü örten kubbeyi
taşıyor olmalıydı.
Önde Zeus Tapınağı; arkada solda Andron A; sağda Oikoi yapısı -rahipler evi
Menderes
kıyısında yükselen Priene kentindeki Athena
Tapınağı’nın mimarı Pytheos’a yaptırıldığı ileri sürülen
Zeus
Tapınağı ve Andron A yapıları, kutsal alanın en göz alıcı yapılarındandı. Bugün
artık tapınağın sadece temelleri ve etrafa saçılmış sütunlar ve diğer yapı
malzemeleri seçilebiliyor. Tapınağın ön ve arka cephelerinde altışar sütun,
yanlarda ise sekizer İonik sütun varmış. Arşitrav bloğunun üzerindeki yazıtta
ise; Hekatomnos
oğlu İdrieus’un
adı, tapınağın banisi olarak yer almış. Yerel gnays malzemeden inşa edilen cella duvarları haricinde tapınağın geri
kalanı mermerden inşa edilmiş. (4)
Zeus Tapınağı
Tapınağın
mermer zemini ile basamaklarının önemli bir kısmı günümüze ulaşabilmiş. Ancak
Zeus’un kült heykelinden bugüne herhangi bir iz kalmamış. Strabon’a göre; kült
heykeline, ahşaptan ve ilkel görünüşlü heykel anlamında ksoanon deniyormuş; kabartmalarda ve sikkelerde bu kült heykeli,
sol elinde bir mızrak, diğerinde ise bir çift ağızlı balta tutarken
betimlenmiş. M.S. 2.yy.da yaşayan Plutarkhos’a
göre; bu çift ağızlı balta, bir zamanlar Herakles
tarafından Amazon kraliçesinden kazanılmış ve Lidyalılara hediye edilmişti.
Bunu takiben; M.Ö. 7.yy. ortalarında Lidya üzerindeki egemenlik mücadelesindeki
yardımından dolayı Lidya Kralı Gyges
tarafından onlara yardıma gelen Mylasalı Arselis’e vermiş, o da bu
baltayı Labraunda’daki Zeus heykeline hediye etmişti. (5)
Zeus Tapınağı ve arkada İdrieus'un Andronu ile Oikoi - rahipler evi
Bu
yarı mitolojik hikâye, bizim geçen yıl Girit’te gördüğümüz çift başlı baltaları
herhalde pek açıklamıyor. Santorini adasında M.Ö. 17.yy.daki büyük patlamanın ardından
Girit adasındaki Minos uygarlığının
darmadağın olması ve Anadolu anakarasına yönelen göçlerle; özellikle Batı
Anadolu’da, kıyıda kolonize olan Minos kökenli halkların bu inanç sistemini
buralara taşımış olması, iki ayrı coğrafyada gördüğümüz çift başlı baltaları
daha iyi açıklayacak gibi…
Kuzey Stoa'sı
Kuzey
Stoa’sının temel izleri üzerinden, Yarıkkaya’nın
dibindeki bir kaynaktan binlerce yıldır usul usul akan pınara doğru ilerledik.
Diz boyu olmuş otların arasından ilerlerken yılanların uyanmış olduğunu bilerek
pür dikkat hareket ettik. Pınar, her zamanki gibi bütün muhteşemliği ile akmaya
devam ediyordu. Yarık kayanın dibinden kaynayan bu tertemiz ve şerbet tadındaki
su, kutsal alandaki binlerce yıl önceki inancın da kaynağı olmalıydı.
Gezginler, Kuzey Stoa'da incelemede...
Daha
sonra, kutsal kayanın hemen üstünde yer alan mezar yapısını görmek üzere
tapınak terasının üstündeki patikadan Akropolis’e doğru tırmandık. Mezar
yapısı, yine yerel malzeme olan gnays kayalardan elde edilen kesme taşla
kullanılarak yapılmıştı. Son derece sağlam ve düzgün bir duvar örgüsüne sahip
mezarın içinde giriş kapısının etrafında üç duvara yanaşık pozisyonda yekpare
kayadan oyulmuş üç tane lahit bulunuyordu. Anıt mezarın tapınakta görev yapan
rahiplere ait olabileceğini söyleyenler de var; İdrieus’a ait olabileceğini ileri
sürenler de… Ancak, kazıyı yürüten İsveçli arkeologlara göre; mezarda mermer
malzemenin hiç kullanılmamış olmasının birinci olasılığı düşündürdüğü kuvvetle
muhtemel. Ayrıca, böyle bir anıt mezara tapınakta görev yapan rahiplerin
gömülmüş olmaları, onların toplum içindeki yüksek statülerini göstermesi
açısından da bir işaret olsa gerek.
Kuzey Stoa'nın üstündeki duvarlar
Biraz
daha tırmandığımızda akropolün gnays taşlarla örülü giriş kapısından içeri
girdik. Sur duvarları öteye beriye saçılmıştı. Duvarların temel izleri
rahatlıkla izlenebiliyor; ama çoğunlukla yıkılmış durumdaydı. Bu arada sıcak
iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Tepede kısa bir mola verdik.
Tapınak alanının yukarıdan görünüşü eşsizdi. Yukarıda da sözünü etiğim gibi,
bana Yunanistan’daki bilicilik merkezi Delphoi’yi
hatırlattı. Tabii ki orası çok daha iyi korunmuş ve çok daha geniş bir alana
yayılmıştı.
Tepedeki mezar yapısını içi
Ne
yazık ki; bu kadar değerli bir ören yerinin biz yine değerini bilememiştik. Bu
kadar önemli bir ziyaret alanında doğru dürüst bir tuvalet ve diğer asgari
ihtiyaçları giderme yerlerinin olmayışı da buraya yakışır bir şey değildi.
İlgisizlik diğer ören yerlerinde olduğundan farksızdı; iki tane özverili ören
yeri bekçisinin yapabileceği şeyler de nihayetinde son derece kısıtlıydı.
Akropolden Labraunda Kutsal Alanı'na bakış; solda mezar yapısının duvarı
Tapınak
terasının altındaki terasta bulunan anıtsal melengeç ağacının altındaki gölgede
soluklandık. Susamıştık; pınardan doldurduğumuz son stoklarımızı da burada
harcadık. Milas’a doğru su buharından giderek zor seçilmekte olan derin vadiyi
doya doya seyrettik. Vakit gelmişti; Milas’a, baba Hekatomnos’un Uzunyuva
diye bilinen mevkideki yağmalanan ve şimdilerde çevresiyle birlikte bir
arkeopark olarak düzenlemeye çalışılan anıtsal mezarını görmek üzere yola
çıktık.
Akropol'ün giriş kapısı ve yıkılan akropol surlarının parçaları
Hekatomnos’un Anıt Mezarı mı?
2008
yılından beri üzerine konumlanmış bir evin satın alınması ile başlayan
yağmalama sürecinin 2010’da ortaya çıkması ile gün yüzüne çıkan anıt mezar;
yüzyıllarca üzerinde değişik uygarlık dönemlerinde yerleşimin sürmesi nedeniyle
büyük oranda tahrip olmuş. Ancak yerin yaklaşık 10 metre altında bulunan mezar
odasındaki lahdin ele geçirilmesi amacıyla sürdürülen bu talan, işin tuzu
biberi olmuş denilebilir.
Labraunda'nın Yarıkkayası üstündeki gezgin
Yurtdışı
ve yurtiçinde örgütlü bağlantıları olan ve Milas’ın göbeğinde neredeyse tam iki
yıl boyunca sürdürülen talanda; bir evin altından açılan tünelle erişilen,
mermercilerin kullandığı delgi makinalarıyla mezar odasının 2 metrelik
duvarlarının delinmesi sonucunda ulaşılan lahdin içindeki tüm eşi benzeri
bulunmayan hazine çalınarak yurt dışına pazarlanmış bile. Soygun fark
edildiğinde iş işten geçmiş; ancak yine de zamanın Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay’ın katkısıyla alınan karar sayesinde; çevresindeki 19.yy.dan kalan eski
Milas evlerinin bulunduğu tüm alanın kamulaştırılarak bir arkeopark şeklinde;
kazılar ve restorasyonlarla neticelenecek bir sürecin sonunda kültür hayatımıza
kazandırılması hedeflenmiş.
Uzunyuva; anıt mezarın podyumu
Anıt
mezar, Milas’ta üzerinde sürekli yer alan leylek yuvasından dolayı halkın “Uzunyuva” olarak adlandırdığı Roma
döneminden kalma Korint tarzı bir sütunun yüzlerce yıldır yeryüzündeki tek
alâmetifarikası gibi durduğu Hisarbaşı Tepesi’nin üstündeki bir sekinin hemen
hemen ortasında; ama yerin yaklaşık 12 metre kadar altında yer alıyordu. Ama
heyhat; bundan kimsenin haberi yoktu. Belki de vardı. Sütunun, Roma döneminde Mylasalı
ünlü hatip Menandros (M.Ö. 40 yılında
ölmüş) onuruna dikildiği kaidesinde bulunan yazıttan anlaşılmıştı.
Uzunyuva; Menandros sütunu
Bugün
üstü bir çatı örtüsü ile örtüldüğü için heybeti pek fark edilmese de aslında
yapı ortaya çıkarıldığı şekliyle Halikarnassos’daki Maussollos’un anıt mezarı
ile boy ölçüşebilecek nitelikte görünüyor. Mezarın üstünde yükselen podyumun
ölçüleri 30*36 metre boyutlarında bir alana oturuyormuş. Bu Bodrum’daki
Maussollos’un Mezarı ile kıyaslanabilir nitelikte görünüyor. (Maussollos’un
Mezarı için bu podyum ölçüsü 32,5*38,5 metre olarak veriliyor)Anıt mezarın
muazzamlığı, mezar odasındaki ele geçen lahit üzerindeki aile sahnelerinin
deşifresi sonucunda mezarın Hekatomnosoğulları’na ait bir mezar olduğu
konusunda kesinlik arz ediyor. Ancak; şimdilik mezarın Hekatomnosoğulları’nın
babası Hekatomnos’a mı, oğulları Maussollos yada İdrieus’a mı ait olduğu konusunda
kesin kanaat oluşmuş değil.
Anıt mezardaki lahdin üzerindeki veda sahnesi
Lahdin
üzerinde yer alan frizlerde; aileye ait sahneler var. Uzun kenar üzerinde yer
alan düzlemde; bir sedir üzerinde uzanmış durumdaki, ölen hanedan temsilcisi
(Hekatomnos, Maussollos yada Idrieus olabilir), ona hüzünle bakan ve büyük
olasılıkla eşi tarafından ona doğru uzatılan bir tabak; ellerinde
oyuncaklarıyla resmedilmiş çocukları ve diğer aile yakınlarının mezara
bıraktıkları hediyelerle temsil edilen bir veda sahnesi yer alıyor. Diğer yüzde
ise; kralın ne kadar güçlü ve kudretli olduğunu göstermeye yönelik; bir aslanı
dize getirmek üzere temsil edilmiş bir av sahnesi var. Pers ve Helen
motiflerinin birlikte kullanıldığı; bir anlamda Batı ve Doğu’nun sentezinin
yansımış olduğu bu eşsiz yapıtın üzerinden elde edilecek yeni bilgiler
arkeoloji dünyasına önemli kazanımlar sağlayacak.(6)
Lahdin diğer yüzündeki av sahnesi
Bugün
Uzunyuva çevresinde hummalı bir çalışma sürüyor. Bir yandan kamulaştırılan
alanda yürütülen kazılarla ortaya çıkan anıt mezarın üstünde yükselen ve
değişik dönemlere karşılık gelen yapılar, döşeme yollar, mezarlıklar ve diğer
oluşumlar, zaman sıçramaları içinde eklektik bir kesitten parçalar sunuyor. Arkeopark’ın
hemen üstünde yer alan 19.yy.dan kalma Hacı Ali Ağa Konağı da, Milas
Belediyesi tarafından restore edilerek kentin kültür hayatına kazandırılmış.
Konağın alt katı, Milaslı ünlü karikatürist sanatçımız Turhan Selçuk’un
anısına; onun sanatını ve yaşamını simgeleyen eserler ve objelerle bir sürekli
müze ve anı evi haline getirilmiş. Üst kat ise Milas’ın ve Milaslının
hafızasını tazeleyen eski fotoğraflar ve etnografik malzeme ile bir kent müzesi
formatında düzenlenmiş. Evin hemen bir üst düzleminde ise yerel sanatçıların
çalıştığı bir heykel atölyesi faaliyet gösteriyor. Atölyede faaliyetteki
sanatçılar, Karya’nın tarihin tozlu sayfalarında kalmış kadim yüzlerine bu
güzel atmosferde yeniden can vermeye çalışıyorlar.
Hacı Ali Ağa Konağı
Arasta’ya
doğru, Hisarbaşı Tepesi’ne çıkan yokuştan yukarı yürüyoruz. İlerde Belediye’nin
bulunduğu meydanda azıcık soluklanıyoruz. Halen bu alana açılan büyük bir
boşlukta yer alan Çöllüoğlu Hanı’nın restorasyon çalışmaları sürüyor. Han,
18.yy.da yerel bir otorite olan Abdülaziz Ağa tarafından yaptırılmış. İki katlı
ve dikdörtgen planlı han, zamanının tüm el sanatlarının icra edildiği, Milas’ın
ticaret ve sosyal hayatının kalbinin attığı önemli bir mekânmış. Umarız,
restorasyon sonrasında da benzer havanın solunduğu bir etkinlik merkezi haline yeniden
gelir.
Uzunyuva teras duvarları restorasyonda...
Milas’ın
her gün zamanın ve insanın tahribatı karşısında biraz daha yıpranmışlık
sarmalına sürüklenen güzelim evleriyle dolu sokaklarının arasından süzülerek
önce Menteşeoğulları’ndan kalma Ulu Cami’ye; daha sonra da
Labraunda’ya uzanan hac yolunun altından geçtiği Baltalı Kapı’ya uğradık.
Kapının sokağa bakan yüzünde çift ağızlı “Labrys” bize sanki göz kırpıyordu.
Baltalı Kapı
Bu
balta da vardı bir keramet. Karya’ya ve Milas’a damgasını vurmuştu bir kere.
İçimizden bir ses usulca “Minos” dedi. Minos’a mı Anadolu’dan
bulaşmıştı bu kült; yoksa Minos’dan mı Anadolu’ya; orası hala pek açık değil,
ama ne olursa olsun şimdi bu topraklarda yaşayan ve aynı denizin karşı
kıyılarında yaşayan bu insanların torunları bugün artık bunun farkında mıydı
acaba? Hayıflanarak sessiz çoğunlukların zaferlerine(!) yandık bir daha…
Baltalı Kapı üzerinde yer alan "Labrys" kabartması
Milas’dan
bir tat aldık biz bugün… Esas hedefimiz; Labranda’ydı elbette. Ancak; her
uygarlığın bir katman halinde iz bıraktığı bu güzelim Ege kasabasında biraz
zaman eylemeden hiç olmazdı. Akşamı nasıl ettik anlamadık; Bafa üstünden güneş
devrilirken, yaşadığımız anın güzelliklerini ve aydınlığa tutkulu insanların
yaşadığı bu güzelim kasabayı ardımızda bırakarak Bafa üzerinden İzmir’e doğru
yola koyulduk.
Dönüş yolunda Bafa Gölü kıyısında moladayız
Dipnotlar:
1. Labraunda; Karya Zeus Labraundos Kutsal Alanı Gezi
Rehberi, Pontus Hellström; Ege Yayınları,
2007; sayfa:13
2. a.g.e. sayfa: 18-19
3. a.g.e. sayfa: 23 ve 25
4. a.g.e. sayfa: 113
5. a.g.e. sayfa: 116
6. Hekatomnos Lahdi ile
ilgili resimler, www.milas.gov.tr
adresinden alınmıştır.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Blogunuzu takip etmeye başladım, güzel bir iş çıkarmışsınız... Tebrikler, teşekkürler...
YanıtlaSilwww.demirhalil.blogspot.com
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
SilVerdiğiniz bilgilere teşekkürler. Çok faydalı oldu. Güzel bir çalışma. Tebrikler.
YanıtlaSilHarika bir anlatım ve birbiriyle bağlantılı güzel bilgiler.. Çok teşekkürler karyalıları tanıttığınız için
YanıtlaSilKatkınız için teşekkürler...İF
SilGüzel bir yazı, teşekkürler.
YanıtlaSilçok güzel
YanıtlaSil