31 Mayıs 2018 Perşembe

TİRE-DEĞİRMENDERE VADİSİ’NDE…


17 Mayıs 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Şöyle diyordu ozan dizelerinde;

“Ölüyorum tanrım/Bu da oldu işte./Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım./Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fena değildir.../Üstü kalsın...”(1)

Evet; 93 yıllık bir ömür de olsa, yine de her ölüm erken ölümdür ozanın dediği gibi. 1925’de Makedonya topraklarında başlayıp Anadolu’da devam eden sevgili babacığımın 93 yıllık dolu dolu yaşamı, bir Hıdrellez sabahı İzmir’deki bir hastanenin yer altına konumlanmış bir yoğun bakım odasında sonlandı, bitti. Bugün biraz da onun hatırası için yürüdüm Değirmendere’de; bir yağmur ormanını andıran yeşil örtülerin altında. Nebat konusunda ilk öğretmenim; çiriş otları, yılan yastıkları, arpa ile buğdayın farkı, ilkbaharda coşan arka bahçemizdeki sapsarı su düğün çiçekleri, geç eren ve meyvelerini yemeye doyamadığı güzelim kızılcık ağaçları, katırtırnaklarının adamı sarhoş eden bahar kokuları; bunların hepsi, biraz da bana doğa dostu sevgili babamı hatırlatacak bundan sonra. Değirmendere vadisinde yürürken bugün, bastığım toprak, dere yatağında biteviye öten bülbüllerin hayata dair söylediği her şey, ağaçların arasından bize göz kırpan güneş, her ne kadar zapturapt altına alınmış olsa da vadideki yaşamın kaynağı olan taban suyu, yol arkadaşlarıyla yaptığımız yarenlikler; ona gönderdiğimiz bir selam olsun; doyasıya ve sonsuzluğa doğru… Nur içinde yat; her şeye razı, sevgili “Rıza” babacığım…

 
Rıza Fidanoğlu
(1925-2018)

Tarihten bugüne Değirmendere

Değirmendere, Güme Dağı’nın hemen ayakuçlarında yer alan ve Tire’nin kadim yerleşimlerinden Ekinhisarı’nın hemen üstündeki Yıldırım Beyazıt’ın eşlerinden Hafsa Hatun’un yaptırttığı Hafsa Hatun Külliyesi’nin bulunduğu düzlemden başlayarak, Tire-İncirliova karayolu üzerindeki Paşa Çeşmesi’nin bulunduğu Güme Dağı’nın sırtlarına doğru yükselen benzersiz bir vadi ve dere yatağıdır. Tireli olup da buralarda vakit eylememiş, geçmişe dair buralarda anılarını bırakmamış kimse yok gibidir. Zamanında 37 değirmeni çalıştıracak denli büyük bir suyun aktığı vadide bugün, ne yazık ki; Mayıs ayının ortasında suya rastlamak, pek de mümkün olmamaktadır. Ama insanoğlu ne kadar sulara gem vurursa vursun, yine de Değirmendere’nin taban suyu hiçbir zaman kaybolmaz, nebata hayat verecek bir iksir gibi; yerin altından sızım sızım "sızlayarak" da olsa, Değirmendere, Güme’nin derinliklerindeki suyu aşağılara doğru usul usul taşır yine de.

 
Hafsa Hatun Külliyesi; cami
(Ocak-2007)


Hafsa Hatun Çeşmesi
(Ocak-2007)

Değirmendere Vadisi’nin aşağılarında başlar tarih ve coğrafya. Ekinhisarı’nın üstünde; eski adı Bademye olan Duatepe Mahallesi’nde ve Değirmendere Vadisi’nin hemen kıyısında yer alan Hafsa Sultan Külliyesi’nden bugüne kalanlar yıkık dökük bir minare, harap vaziyetteki bir hamam kalıntısı ve temelleri bile zor seçilen bir imaret binasıdır. Halk arasındaki anonim bilgiye göre külliyenin “çeyiz parası” ile yaptırıldığına dair rivayetler söylene gelmektedir.

 
Hafsa Hatun Külliyesi'nden; minarenin görünümü
(Ocak-2007)

Osmanoğulları’nın Anadolu Selçuklu Devleti’nin mirasçısı olarak Anadolu birliğini yeniden oluşturma sürecinde, bu topraklarda Aydınoğulları’nın egemenliği sürmektedir. O yıllarda Yıldırım Beyazıt, bir devlet politikası olarak; yaptığı evliliklerle rakip beylikler üzerinde bir tür nüfuz egemenliği oluşturma yolundadır. Bu şekilde boyun eğdirdiği Anadolu beyliklerinden biri de Aydınoğulları’dır.

 
Harap haldeki Hafsa Hatun Külliyesi'nin içinden görünüm; 11 yıl önce, şimdi çok daha kötü...
(Ocak-2007)  

1360 yıllarında ağabeyi Hızır Bey’in ölümünden sonra Aydınoğulları’nın başına geçen İsa Bey döneminde Osmanoğulları’nın Aydınoğulları’na boyun eğdirme süreci başlar. I.Kosova Meydan Muharebesi’nde babası Murat Hüdavendigar’ın savaş meydanında şehit edilmesi üzerine tahta geçen Yıldırım Beyazıt’a karşı Karamanoğulları’nın teşvikiyle Anadolu’da başlayan hareketlilik üzerine Beyazıt, hala bir Rum şehri olan Aydınoğulları’nın korumasındaki Alaşehir’in (Philedelphia) üzerine 1390 yılında bir sefer düzenler ve şehri teslim alır. Aydınoğulları’nın Osmanlı’ya bu boyun eğme süreci, Aşıkpazade kroniklerinde şu şekilde anlatılmaktadır:

 
Hafsa Hatun Külliyesi
(Ocak-2007)

“Alaşehir hisarı, Vilayet-i İslam arasında kalmıştı; padişahı kâfirdi. Aydın oğlu ilan müdara ilan zandegani iderlerdi. Bayezid Han niyet-i gaza dedi. Alaşehir’e yürüdü; dahi vilayetine varmadan yolda çağırup yasağıla gitti. Kimsenin bir çöpünü zulümle almayalar ve her kim bu yasağı kabul etmeye, yazığı kendi boynuna, dediler hemen ki han vardı, kafirler şehrin kapısını yapdı, cenge başladı, han dahi yağma dedi, kafir ki yağmayı işitti; aman diledi, ahidle fetholundu. Kanun-ı padişahı neyse olundu. Aydın oğlu dahi itaatlen geldi, vilayetinin bazısını kendüye virdiler, hisarlarına kul kodular; hutbe ve sikke Bayezid Hanın adına oldu. Aydın Oğlunu Ayasuluk’dan Tire’ye getirdiler. Ayasuluğ’u kendi kuluna verdi. Aydın Oğlunun vakıflarının tasarrufunu kendü elinde kodular; ol dahi razi oldu kim ecel gelince vilayetinden çıkmaya. Ahd-ü peyman muhkem olundu. Bayezid Han Saruhan eline yürüdü; ol dahi bu suretlen fetholundu. (Giese neşri S.59)

Görülüyor ki, Aydın Oğlu İsa Bey’e Tire’de oturmak kaydıyla bir kısım yerlerin idaresi ve hanedana ait vakıflara tasarruf hakkı bırakılmakla beraber hutbe, para bastırma ve timar’ların beratını verme gibi hükümranlık alametleri Yıldırım Han adına olacaktı.”(2)

 
Ah o mübarek serviler; Kaziroğlu Servileri...
(Ocak-2007)

Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri isimli eserinde aynı bahse şu şekilde değinmektedir:

“Bayezid, 1390’da burasını aldığı sırada Aydın Oğlu İsa Bey gelip saygı gösterdi. Bunun memleketleri Osmanlılara geçerek hutbe ve sikke Bayezid namına olmak üzere, kendisini merkezi Ayaslug’dan Tire’ye naklettiler. Bayezid, İsa Bey’in kızı Hafsa Hatun’u nikâhla aldı. Aydın Beyliği’nin Osmanlılar tarafından ilhakı, 1390 kışında veya ilkbaharındadır. Bundan sonra Menteşe, Saruhan ve Germiyan beylikleri ilhak edildi.

İsa Bey’in vefat tarihi belli değildir, Ankara muharebesinden evvel vefat ettiği anlaşılıyor. Kabri, Birgi’de babasının türbesindedir. Tahmini olarak hükümdarlığı müddeti otuz seneden ziyadedir.”(3)

 
Taşpazarı'ndaki Kara Kadı Necmeddin Camisi
(Ocak-2007)

Tireli yerel tarih araştırmacısı, yazar A. Munis Armağan’ın Devlet Arşivlerinde Tire isimli kitabında ise Hafsa Hatun ile ilgili olarak şu bilgiler aktarılıyor:

“Hafsa Hatun, Aydınoğlu İsa Bey’in kızı olduğu gibi aynı zamanda Yıldırım Bayezit’in de eşidir. Aydınoğullları Beyliği’nin Osmanlı Devleti’ne bağlanması sırasında (1390) Yıldırım Bayezit ile evlenen Hafsa Hatun 1,5 yıl gibi kısa bir zaman evli kaldıktan sonra vefat etmiştir… Hafsa Hatun, Aydınoğulları ailesinin vakıf bağışlarıyla en kayda değer adlarının başında yer almaktadır. Vakıfları Tire’den Birgi’ye değin uzanmaktadır. Özellikle vakıf gelirleri kapsamında ve “Bademye” bütünlüğü içinde ele alınan bir dizi yerleşimler ilginç özellikler taşımaktadır. Hafsa Hatun’un bu yerleşimlerden elde ettiği gelir, vakıf sıralamasında onu öncü konumuna taşımaktadır. Bu yerleşimler, Şeyhler, Tekke, Küp, Piri, Ahi Nakkaşi, Mehmet Paşa Mescidi, Derebaşı, Ekinhisarı, Bölücek (Küçükburun), Kömürcülü, Canbazlı, Kemerderesi, Dağlı cemaatlerini kapsamaktadır. Bu 2531 tarihli belgede yer alan yerleşimlere, 19.yy. belgelerinde Karacaali de eklenmiş görünmektedir. Bu vakıf gelirlerine ek, Bademye Hamamı, Suretli Hamamı (yarı hisse), bağlar, değirmenler, mezralar ve kestanelikler bulunmaktadır.


Kara Kadı Camii; devşirme sütun ve sütun başlıklarından biri
(Ocak-2007)
Özellikle Bademye külliyesi, Cumhuriyet öncesine değin hizmet etmiştir. Tire’nin doğu kesimlerine getirdiği suyolları ve çeşmelerinin yanı sıra, değirmenler ile dikkati çekmektedir. Karakadı Camii çevresinin o dönemdeki adı Taşpazarı’dır. Taşpazarı’nın su yapıları, Hafsa Hatun tarafından sağlanmıştır. Hafsa Hatun’un aynı adla anılan Birgi Taşpazarı mahallesinde de su yapılarının bulunduğu sicil belgelerinden anlaşılmaktadır.”(4)

 
Hafsa Hatun Külliyesi'nin hemen alt düzleminde yer alan Kozanoğlu Camisi
(Ocak-2007)

Halk arasında halen yaşamakta olan söylenceler ve tekerlemeler, onun halka dokunan hizmetleriyle ne kadar sevildiğinin bir delili gibidir.

“Hafsa Hatun,
Bir cebi altın,
Bir cebi gümüş.
Çamaşır yuğmuş,
Bahçeye sermiş,
Muradına ermiş.
Çat çatan ağacı,
Çöp çatan ağacı,
Kırmızı lale,
Kılbıdan ağacı…”(5)

 
Hafsa Hatun Külliyesi'nin bugünkü hali
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)

Değirmendere; ağaç denizinde...
(Fotoğraf: M.Yavuzcezzar)

Değirmendere Vadisi'nde bir gün

Henüz sıcağın etkisinin hissedilmediği saatlerdi. Hafsa Hatun Külliyesi’nin bugüne ulaşan ve artık zorlukla ayakta durmaya çalışan viranlıklarının yanından geçerek Değirmendere vadisinin başlangıcına ulaştık. Hemen girişte 37 değirmenden biri ve harap vaziyette olsa da, hala ayakta kalabilmiş bir değirmen yapısı karşıladı bizi; bir de çınarların gölgesinde şakıyan bülbüller… Dere yatağının serinliklerinde hayat bulan tabiat, bülbül sesleri içinde bizi yukarılara doğru sürükledi. Durmadan dinlenmeden; doğanın coşkusuyla bütünleşmiş bu küçücük kuşlardan çıkan inanılmaz nağmeler, nefesimizi kesti sanki. Dere yatağında hayat bulan dev çınarların ışığı kesen gölgesinde bir süre oyalandık. Doğanın kucağında bir arınma anıydı sanki bizimkisi.

 
Gezginler, sabah vakti Tire Çınaraltı'nda; kahvaltı sonrası hatırası...
 (Fotoğraf: Büfe ilgilisi)

 
Değirmendere Vadisi'nin başlarındayız.

 
Değirmendere değirmenleri; Seha Gidel Hocamızın yorumuyla...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)

 
Değirmendere; bir kış vakti
(Mart-2007)


Yürüyüş rotası; 5 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Bir süre yukarı doğru kıvrılarak ilerleyen asfaltı takip ettik. Yolun iki kıyısındaki  bakımlı bahçeler,  zengin bitki örtüsüyle uyum içindeydi. Ancak bu güzelim peyzajı bozan iki şey vardı; bir zamanlar 37 değirmene güç veren ama şimdilerde akmayan bir dere; bir de bu derenin iki yakası boyunca uzanan sekilerde ve derenin içine doğru bırakılmış inanılmaz boyuttaki çöpler… Birincisi, artık hiçbir şeyle doymayan bir nüfusun ihtiyaçları uyarınca, kelepçe vurulmuş derelerin tüketim ekonomisine esir edilme hikâyesinden ibaretti. Diğeri ise, bu doymak bilmeyen ve her şeyi hoyratça tüketerek yok eden zavallı insanoğlunun acınası hikâyesinde saklıydı. Biz daha fazla duramadık alçaklarda; insan elinin daha az ulaşabildiği ve bu oranda daha az zarar verebildiği vadinin nispeten daha zahmetli yükseklerine doğru ilerledik.

 Değirmendere'de bülbüllerin vakti

 
Gezginler, Değirmendere Vadisi'nde...


Gezginler, Değirmendere'nin yukarılarına doğru yürürken...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)


Değirmendere'de bir bahçenin girişinde sıra sıra güller


Nar çiçekleri

 
Nar çiçeği; yakından...


Lila rengi çiçekleriyle göz alıcı bit otları


Bu da bit otlarının çiçeklerinin yakından görünümü


Gelincikler


Ağaçlar arasında yürüdüğümüz asfalt yol

Baharın kışkırttığı sihirli hayat, bahçelerdeki bir çiti andıran sıra sıra ve rengârenk güllere, dallarından sarkan papaz eriklerine, mor renkli ve alabildiğine cazip görünümlü bit otlarına, dere kıyısındaki kıpkırmızı narçiçeklerine, yapraklarını ovuşturduğunuzda elinize bulaşan dayanılmaz limoni aromasıyla melisa otlarına ve daha nicelerine dokunmuştu sanki. Hele o yılan yastıkları; kimi tomurcukta, kimi açmış ama yanına asla yaklaşılmayacak ölçüdeki berbat kokularıyla tezat oluşturacak denli göz alıcı bordo renkli çiçekleriyle Değirmendere florası içinde ayrı bir yere sahiptiler.

 
Saçkıran otları

 
Yılan yastığı; çiçekte...
(Kokusuna gerçek anlamda dayanılmaz)

 
Bir bilge çınarın konuşan gövdesi; üstünü sarmış hedere helix'ler; yani asalak sarmaşıklar 

 
Değirmendere'de; eskiden kalan...
Bir bahçe içinde sonsuz huzurun tarifi

 
Bahçeden bir başka görünüm

 
Değirmendere'de ışıkla ağaçların oyunu

 
Ada çayları

Asfaltın sona erdiği noktadan dere yatağına girdik. Bitki örtüsü yukarılara doğru çıktıkça daha da sıklaştı. Asırlık çınarların göğe doğru uzayan kalın gövdelerine sarılmış sarmaşıklar, toprağın tüm yüzeyini örtecek şekilde eğrelti otları, melisalar, yarpuzlar, kekikler ve ada çayları dere yatağında birbirinin arasından güneşi yakalama telaşı içindeydiler.

 
Papatyalar

 
Değirmendere'de bahçeler arasındaki yollardan biri

 
Böğürtlen çiçekleri

 
Meyveye durmuş gerçek karadutlar

 
Yine bit otları; o kadar güzeldi ki...

 
Sahipleri gelmemiş henüz; yazın şenlenecek bu bahçeler...

Dere yatağında daha yukarılara çıktıkça yüzlerce yıllık değirmen kalıntılarına, suyu yönlendiren duvar izlerine ve bentlere rastladık. Vadinin güney yakasına yaslanmış bir çınar ağacının asırlar boyu besleyerek büyüttüğü geniş gövdesindeki anlamlı yumrular bir heykeli andırmaktaydı. Güme’den bahçelere indirilen onlarca hortum, dağın derinliklerindeki suyu aşağılara taşımaktaydı. Ahmet Tamer, bunlardan ağzı açık olan birinden toprağa akmakta olan suya ağzına dayadı. Gün ortasında yükselen güneşin yapraklar arasından süzülen sıcağı, harareti artırmıştı. Hepimiz kana kana Güme’nin buz gibi suyundan içtik ve yanımızdaki şişeleri de bu güzelim suyla doldurduk.

 
Ahmet Tamer, borudan buz gibi Güme suyunu içerken..

 
Koyu al renkli altın kamışlar

Koyu al renkli altın kamışlar; yakından...

Parlak yapraklarıyla dikkat çeken; limoni aromalı ve yatıştırıcı etkiye sahip melisa otları

Paşa Çeşmesi'ne doğru yürüdüğümüz patika...

Gezginlerin huzur anı; bülbül sesleri kaydediliyor.

Çınar gövdesinin taşla imtihanı

 
Aynı ağaca diğer yönden bakış

Göbek otu

Bir zamanlar, bir katır ya da merkebin geçebileceği genişlikteki bir patikadan değirmenlere ulaşan yolcu, hayvanının sırtındaki iki çuval buğdayını öğütmek için sabahın erken vaktinde bu değirmenlerden birinde sıraya girerdi. Belki de Salı pazarına inerken, buğday çuvalları değirmene bırakılır; köye dönüşte ise, değirmene uğranılıp öğütülmüş un çuvalları merkeplere yüklenerek, Güme Dağı’nın sırtlarına doğru yorgun bir tırmanış başlardı. Güme Dağı’nın yamaçlarına serpilmiş irili ufaklı köylerden yaklaşık bir-bir buçuk saatlik yolculuklarla ulaşılan Değirmendere vadisindeki bu değirmenler, o eski zamanların kapalı ekonomilerinde önemli yer tutan birer küçük işletmeydiler. Sıranın uzadığı zamanlarda buğdayını öğütmek için bekleyen yolcu, belki de geceyi değirmenin yanındaki bir ağaç gövdesinin siperinde geçirir; yanında getirdiği azığı ile de açlığını bastırırdı. Değirmen yolculukları, köylerden değirmene, değirmenden köye; belli sıklıkla biteviye rutini tekrarlardı şüphesiz.

 
İlk değirmen izleri

 
Suyun döküldüğü bir havuzdan kalanlar

 
Lamium; ballıbabagillerden...

 
Değirmendere vadisinde yürürken...

 
Eğrelti otları
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)

  
Doğanın estetiği; bir çınar gövdesine yansıyanlar...

 
Örümcek; melisa yaprağı üstünde pusuda sanki... 

 
Değirmendere'de ağaç denizinde...

Kadın aynaları

 
Böceklerin telaşı

 
 Civan perçemleri

Vadide ilerledikçe eğim dikleşmeye başladı. Yukarıya doğru sanki bir ağaç denizinin ortasında yürürken, sürekli eski değirmen yıkıntıları ve ağaç ölüleri önümüzü kesti. Eflatun rengi lir biçimli çan çiçekleri, geometrik mükemmellikleriyle heracleum’lar, bir topacı andıran çiçekleriyle pembe nakıllar, sarı ve beyaz papatyalar vadideki tırmanış mücadelemizde bizim tanığımız gibiydiler. Topografyanın zorlamaya başladığı bir noktadaydık; Paşa Çeşmesi’nin hemen altlarında bir yerde… Peygamber meyvesi diye de bilinen ve Orta Asya’dan beri atalarımızın ayak bastıkları her yere kutsal bilip diktikleri dutların Mayıs ayında tadına bakmazsak olmazdı. Her yıl yaptığımız gibi bu amaçla Kireli Altı’ndaki kır kahvehanesine uğramalıydık. Bu amaçla vadideki tırmanışımızı bu noktada sonlandırarak dönüşe geçtik.

 
Gezginin fotoğraf sevdası

 
Toprağın üstünü tamamen örten eğrelti otları

 
Bir değirmen yapısı

 
Ağaç ölüleri  

 
Eski değirmenlerden kalan...

 
Bir duvar parçası; değirmenle ilgili olsa gerek...

 
Bir eski su deposu

 
Değirmen yapıları

Dönüş yolunda kâh melisalara dokunarak, kâh eşek dalaganlarına mesafeli davranarak; ama zaman zaman da doğanın bizde yarattığı çağrışımlara da ayak uydurarak avarelikler yaptık vadinin derinliklerinde. O anlardan biriydi; Hasan Hoca seslendi uzaktan; "Hayriye Derviş’in söylediği “Çatal çamda rüzgâr var” türküsünü hatırlıyor musunuz?" Hatırlamak ne kelime; Değirmendere’de koyu gölgelikler altında, dökülmeye başlamıştı ezgileri bile…

 
"Çatal Çam'da rüzgar var."; Değirmendere'de ezgiler dökülürken...

Hayriye Derviş'in yorumuyla "Çatal Çam'da rüzgar var" 

“Demirciler demir döver tunç olur
Sevip sevip ayrılması -fidan boylum- güç olur
 Haydindi Çatalçam’da rüzgâr var
Benim yarim de bal gibi gözler var

İnme de turnam inme böyle susuz çöllere
Ben gidersem sen kalırsın –fidan boylum- ellere
Haydindi al işliğe mor düğme
Gavur kızı gine girdi gönlüme

Oduncular kısa keser odunu
Canfes şalvar sıka da koymuş –fidan boylum- budunu
Haydindi ovalarda kanyaşı
Yarim asker dinmez gözümün yaşı”

(Bodrum Türküsü)

 
Çiçek sonrası heracleum'lar

 
Dağa Kaçtım gezginleri, Tire-Değirmendere'de...

 
Lir biçimli çan çiçekleri

 
Kayaya sarılmış sarmaşıklar 

 
Eski bir değirmenden kalma bir duvar izi daha...

 
Değirmendere Vadisi'nin üst bölümünden biri görünüm

 
Lekeli trifolium

 
İsmini bilemedik.

 
Pembe nakıllar

 
 Değirmendere'de bir kerevetteki huzur

Suyla coşan yarpuzlar

 
Yabani sarmısak

Değirmendere vadisinin çıkışına ulaştığımızda meşhur Yılankıran Çeşmesi’ne uğradık. Tire-İncirliova karayolu üzerindeki Paşa Çeşmesi’nin altından bir yerden düzlüğe ulaşan bu buz gibi su, her halde soğukluğundan olsa gerek yılanı bile kırıp geçerdi. Azalan su stoklarımızı Yılankıran Çeşmesi’nin soğuk suyu ile takviye ettikten sonra, baharla birlikte hareketlenen Değirmendere bahçelerine veda ederek Kireli Altı’na doğru yola çıktık.

 
Değirmendere'de bir hindinin öfkesi

 
Vadiden çıkış noktası; tırmandığımız vadi gerilerde kaldı artık.

  
Yılankıran Çeşmesi

Kireli Altı, Tire-Ödemiş karayolu üstünde yer alan eski bir kuyunun bulunduğu bölgeye halk arasında verilen bir isim aslında. Buradan biraz daha içerde yer alan Kireli köyüne geçen yıllarda yaptığımız bir ziyareti, o günlerde bir yazımızın konusu etmiş; Çanakkale Savaşı’nda Fransızlara esir düşen Kireli Çalık Hüseyin ile Çakıcı Efe’nin baş kızanı Hacı Mustafa’nın hikâyelerini burada aktarmıştık(6). Yaz ortasında; o gün kuyunun buz gibi suyuyla yüzümüzü yıkamış, doyasıya serinlemiştik. Ama bu kez geldiğimizde ne yazık ki, kuyunun suyu tükenmişti. Yağışsız geçen bir koca kış, ovadaki kuyuların da beslenmesine engel olmuştu anlaşılan. Tabii ki; Küçük Menderes ovasındaki hoyratça su kullanımlarını da göz ardı etmediğimizi burada ayrıca not etmeliyiz.

 
Kireli Altı; kır kahvehanesinde, kuyu başında serinlerken...
(Temmuz-2016)


Kireli Altı'nda; Hasan Hoca şimdi suyu kalmamış kuyudan iki yıl önce Temmuz'da su çekerken...
(Temmuz-2016)

Tireli değerli dostumuz Hasan Hoca’nın benzersiz konukseverliği çerçevesinde hazırlanan öğle sofrası, kır kahvehanesindeki havayı birden değiştirdi. Arkası arkasına gelen çaylar eşliğinde afiyetle yenilen zeytinyağlı sarmalar, kabak çiçeği dolmaları, ev yapımı poğaçalar, haşhaşlı çörekler, vişne, ayva ve kayısı reçelleri; yani kısacası tam tekmil bir şölendi bizimkisi. Elbette iş bununla kalmadı; tabii ki Kireli Altı’ndaki molanın esas amacı, Mayıs’ta dut yemekti. Hem beyazından, hem de karasından; üstelik de aynı ağacın farklı dallarından…

 
Kabak çiçeği dolmaları
(Hasan Doğan Arşivi)

 
Kutu Han; restorasyon öncesi
 (Aralık 2006)

Gecikmiş öğle yemeğini takiben, dalından koparılarak gerçekleştirilen dut yeme seansı da bihakkın ifa edildikten sonra, artık Tire’ye doğru yola çıkma zamanı gelmişti. Tire Çarşısı’nda; çocukluk günlerimizin dondurmacısı Ayhan Ağabey’in dondurmaları, Şemsiyeci Raşit Ağabey’in irfan dolu muhabbetleri; restorasyonu bir hayli ilerlemiş Kutu Han’ın arkasında içilen yorgunluk kahveleriyle gün akşama evrilmişti bile. Yanımızda Tire’den yüklendiğimiz “ganimet”ler; sıkıntı ve hüzün dolu aylardan sonra doğayla kucaklaşma anları; bize bugün bir armağan gibiydi sanki hepsi. Ne mutlu ki yaşadık bu anları… Şimdi yönümüz İzmir’e doğru…

Dipnotlar:

(1)   Cemal Süreya; Üstü Kalsın
(2)  Aydınoğulları Tarihi hakkında Bir Araştırma; Dr. Himmet Akın; Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, No:60, Tarih Enstitüsü No:6; İlavelere yapılmış ve düzeltilmiş 2. Baskı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1968; sayfa: 60-61
(3)  Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri; Türk Tarih Kurumu Basımevi, 5.Baskı, 2003; sayfa:113
(4)  A. Munis Armağan, Devlet Arşivlerinde Tire; Bilkar Bilge Karınca Matbaacılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. 25 Nisan 2003; sayfa: 207-208
(5)  A.Munis Armağan; a.g.e; sayfa:208
(7)     Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder