BİR
GÜRCİSTAN RÜYASI(*)
(1.BÖLÜM)
COĞRAFYA ve TARİH
9-16 Temmuz 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki
süreçte kuralları tanımsız bir ekonomik düzenle yüz yüze kalan eski Sovyet
halkları, sinsice Kaf Dağı’nın ardında bekleyen bankacı kılığındaki tefeciler
tarafından ayaklarına pranga vurulmuş birer köle durumuna getirildiler. Bundan
sonra onların yapacakları tek şey kalmıştı; borçlarını ödemek ve yaşamlarını
sürdürebilmek için yabancı ülkelerde; almış oldukları eğitimlerle bağdaşmayacak
nitelikteki her türlü işte çalışmak… Bu şekilde sürüp giden sefalet
yolculuklarının bir kısmının uğrak yeri ise, belki de coğrafi yakınlık
nedeniyle Türkiye oldu. Buraya gelenlerin büyük çoğunluğu ise, kuzey doğudaki
komşumuz Gürcistan’dandı.
Gürcistan'ın benzersiz doğası; en kuzeyde Mestia sırtlarında; Büyük Kafkaslar'a bakarken...
Bu kez yolumuz; Kafkaslar’ın yalçın
zirvelerinden Karadeniz’e ve güneydeki düzlüklere doğru alçalan eşsiz doğasıyla
dikkat çeken, ancak bu güzellikle bağdaşmayacak denli kötü yönetimlerle
sefalete sürüklenmiş bir kadim halkın memleketi Gürcistan’a düştü. Karadeniz
kıyısından başlayıp İmereti
bölgesinin başkenti konumundaki Kutaisi’ye
kadar uzanan, oradan kuzeye kıvrılarak bizim Lazlarla akraba Megrellerin yurdu; Samegrelo ve daha ötesindeki Kafkasların 5000’lik zirvelerinin yer
yer buzullarla kaplı eteklerine yaslanmış Svanların
ülkesi; Svaneti’ye dek uzanan ve
alabildiğine doğayla iç içe bir rotaydı bizimkisi.
Rusya sınırına yakın bir yerde; Ushba Dağı'nın eteklerinde Mazeri'de Shdugra ya da Becho Şelalesi önündeyiz.
Ushba Dağı'nın güney yamacı ve Dolora Irmağı boyunca yürüdük ve ona ulaştık; Becho Şelalesi...
Gürcistan
Coğrafyası
Gürcistan, Büyük
Kafkas Dağları’nın batıdan doğuya doğru yükselen göz alıcı tepeleriyle
sınırlanmış ve bunların eteklerinden başlayarak güneydeki Acara ve İmereti
bölgesindeki Trialeti, Borjomi-Bakuriani ile Ahalstihe dağlarının yer aldığı Küçük Kafkas kütlesine doğru alçalan ve
bu iki sıra dağlar kütlesinin arasındaki kimi ova ya da yaylalardan oluşan
engebeli bir coğrafyaya sahip bulunuyor. En kuzeyde; bizim de gezimizin ana
temasını oluşturan Svaneti,
aralarındaki derin vadilerle birbirlerinden ayrılmış Şhara (Şara) (5068 m), Tetnuldi
(4858 m) ve Ushba (Uşba) (4710 m)
gibi yüksek zirvelerin eteğinde konumlanmış. Daha doğuda yer alan Kazbegi (5047 m) ve Rustavi (4960 m) de Gürcistan topraklarını kuzeyden sınırlayan
Kafkasların bu yüksek zirvelerinden diğerlerini oluşturuyor. Uzaktan
bakıldığında Ortaçağ’dan kalma karakteristik savunma kuleleriyle dikkat çeken
1500 metrelerdeki Mestia kasabası
sanki Kaf Dağı’nın ardına geçmek için bu rotada yer alan bir son durak gibi… Bu
zirvelerin arasındaki derin vadileri oyarak kendine yol açan ve bu dağların
zirvelerindeki buzullarla beslenerek Karadeniz’e doğru akan Enguri ve Rioni gibi akışı güçlü akarsular, aşağılardaki düzlüklere bir
anlamda hayat veriyor. Mestia
civarında Enguri’nin insanın
tüylerini ürpertecek denli köpüre köpüre akışı, Samegrelo bölgesinde kendi adıyla anılan Avrupa’nın en büyük
barajlarından biri olan Enguri Barajı’ndan
sonra Karadeniz’e doğru alçalarak
yatağının genişlemesi ve bir anlamda dinginleşmesi bu coğrafyadaki bir su
zerresinin macerasını anlamak açısından heyecan verici doğrusu.
Gürcistan Haritası
(Kaynak: http://www.nationsonline.org/oneworld/map/georgia_map2.htm)
Enguri Barajı
Becho Şelalesi'nden Mazeri Vadisi'ne bakış
Büyülü Usbha Dağı; bulutların arkasında...
Kuzey ve
güneydeki Büyük ve Küçük Kafkas dağ kütleleri arasında kalan çöküntü alanının
batı tarafında Kolkhida (Kolhit)
ovası, doğuda ise Kartli ve Kakheti yaylaları yer alıyor. Kar ve
buzullarla kaplı olan dağlardan inen Enguri
ve Rioni gibi çok sayıda ırmağın
suladığı Kolhit ovasının Karadeniz'e
yakın yerlerindeki bataklıkların kurutulmasıyla tarıma elverişli araziler
kazanılmış. İlkçağ’da Yunan Mitolojisi’nde yer alan Argonaut’ların Altın Postu
ele geçirmek üzere yola çıktıkları efsanevi yolculuklarının hedefi olan; hırsın
ve gücün simgesi Medeia’nın ülkesi Kolkhis Krallığı’nın toprakları da aşağı
yukarı buralarıydı. Bugün Sovyet sonrası dönemde mitolojik kahramanlar
üzerinden Batı ile kurulmak istenen ilişkinin bir somut bir delili olarak; Batum’da Avrupa Meydanı’nda büyücülük ve zehir konusundaki yetenekleriyle
öne çıkan güçlü Medeia’nın, göğe doğru
yükselen dev bir sütunun ucunda bir heykeli yer alıyor. Benzer temalı bir başka
anıtsal yapı; 30 civarı koyun ve keçi heykeli ile bezenmiş Kolkhis Çeşmesi, Kutaisi’nin
Opera Binası’nın da yer aldığı Merkez Meydanı’nda Sovyet Döneminde
Lenin heykelinin yerini almış durumda.
Kutaisi Merkez Meydanı'nda Kolkhis Çeşmesi
Batum'da Avrupa (Europa) Meydanı'nda dev kaidesinde Medeia'nın heykeli; elinde kral babası Aietes'den Iason ile birlikte yürüttükleri Altın Post
Kısa Gürcistan Tarihi
Gürcüler,
kendilerini Kartvelebi, ülkelerini Skartvelo, dillerini ise Kartuli olarak adlandırıyorlar. Efsaneye
göre Kartvellerin atası, Kitab-ı Mukaddes’teki Yafet’in torunlarından Kartlos’tur. Strabon, Herodot, Plutarkhos, Homeros gibi eski Yunan; Titus, Livius, Cornelius Tacitus gibi
Romalı yazarlar ülkenin doğusundakileri İberler,
batısındakileri de Kolhlar olarak
adlandırmışlar. Bu anlamda ülkenin doğusuna İlkçağda İberia, batısına ise Kolkhis
denilmiş.
Batum'da Drama Tiyatrosu önünde Poseidon ya da Neptün Çeşmesi; yapım tarihi 2010 yılı...
Batum'de bir gece; su ve ışık oyunları...
Gürcistan,
Güney Kafkasya’da geçiş yolları üzerinde bulunması nedeniyle tarih boyunca
birçok kez istilalara uğramış. Ama kadim bir halk olarak Gürcüler, dilleri,
Ortodoks Hıristiyan kimlikleri, kültürleri ve yaşadıkları benzersiz yurtlarıyla
bütünleşerek; binlerce yıl yaşadıkları dar ve engebeli bir coğrafyada
varlıklarını günümüze dek bir şekilde taşımışlar.
İmereti Bölgesi'nin başkenti Kutaisi'de Kolkhis Çeşmesi
Masalsı Svaneti'den; başı buzullarla kaplı Shara Dağı ve Ushguli'de Ortaçağ'dan kalma bir savunma kulesi
Gürcülerin Çıkışı ve Efsaneler
Gürcistan’da
Tiflis yakınlarındaki Dmanisi’de
yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulara göre Homo Georgicus diye adlandırılan insansıların kalıntıları (hominidler)
1,8 milyon öncesine tarihleniyor. Bu arkeolojik keşfin önemi ise, ilk kez
Afrika’nın dışında bulunan Homo Erectus
kemiklerinin varlığından kaynaklanıyor. Homo
Erectus kemikleri, Afrika dışında; Çin’de 800.000 yıl öncesine, İspanya’da
800.000 yıl öncesine ve Filistin’de 1.400.000 yıl öncesine tarihlenebilmiş. Dolayısıyla
Gürcistan’da bulunan zamanımızdan 1,8 milyon yıl öncesine ait Homo Erectus kalıntıları, insan neslinin
dünyadaki seyrinin açıklığa kavuşması açısından ayrı bir önem taşıyor. Aynı
bölge 5000 yıllık bir antik altın madeninin de izlerini barındırıyor. Ama bu
durum dünya mirası olan bütün bu arkeolojik zenginliğin modern çağda altın
madenini yeniden işleme kaygısını taşıyanlar nedeniyle büyük riskleri de
beraberinde getiriyor.
Arkamızda Usghuli; bir Ortaçağ köyünden manzaralar...
Ushguli'de vadinin girişinde yer alan; yine Ortaçağ'dan kalma bir dizi savunma kulesinin de bulunduğu bir mahallesi
İlkçağ’da
Gürcistan’ın doğusundaki İberia Krallığı
ile batısındaki Kolheti (Kolkheti ya da Kolkhis) Krallığı, Gürcistan’ın devlet geleneğinin temelini
oluşturuyorlar. Mitolojik Argonaut’lar efsanesi
ile de ilişkilendirilen Kolheti Krallığı,
İ.Ö. 2.binde Gürcistan’da devlet olmanın ilk işaretleri olarak Karadeniz
sahillerinde ortaya çıkar. Yunanistan’dan Kolkhis
Ülkesi’ndeki Altın Postu getirmek üzere yola çıkan Iason önderliğindeki 50 civarı kahramanın ana hedefi, belki de
gerçekte İlkçağ’da Karadeniz kıyılarındaki Yunan kolonizasyonunun altını çizen
ve tanrıların bile seferber olduğu bu efsanevi yolculuklarında bugünkü
Gürcistan’ın Karadeniz kıyılarıdır. Gürcü kaynaklarına göre; efsanenin
merkezindeki altın post temasının, belki de 5000 yıllık bir geçmişe sahip
altının rafinasyonunda; bizim Sardis’teki
Paktolos ırmağında koyun postları ile
suyun içindeki altının ayrıştırılmasına dayanan bir yöntemin Gürcistan’da da
kullanılması ile ilişkilendirilmiş olabileceği belirtilmektedir. Efsanede öne
çıkan Iason ile Altın Post’u elinde bulunduran Kolkhis
Kralı Aietes’ın kızı Medeia
arasında ateşlenen bir aşk, postun ele geçirilmesi uğruna gösterilen
kahramanlık ve çabalar; Kral Baba Aietes’in
elindeki Altın Post’un Medeia’nın yardımlarıyla kaçırılışı, Medeia’nın büyücülük ve zehirlere
hükmetme konusundaki ustalığı sayesinde güç ve iktidar uğruna Yunan anakarasına
yansıyan entrika dolu savaşlarla sürüp gider söylence.
Ama bu öyle
amansız bir mücadeledir ki; Iason’u Medeia’dan uzaklaştırır ve Korinthos Kralı Kreon’un kızı Kreusa ile evlenme girişimine kadar
götürür. Ama Medeia bütün bu
gelişmeler karşısında boş durmaz; belki de büyücülükte usta bu tutkulu kadın
ömrünün en korkunç suçunu işleyerek Kreusa’ya
güya düğün hediyesi olarak bir elbise gönderir, kız onu giyer giymez yanmaya
başlar. Bu işler olup biterken Medeia,
Iason’dan olma iki oğlunu boğar ve
babalarının önüne atar ölülerini.
İçerideki iki katlı yorgun evlerin yoğunlukla bulunduğu Eski ve kıyıdaki dev binalarla örülmüş Yeni Batum
Bundan sonra
Medeia(1), atası Güneş tanrısı Helios’un kendisine gönderdiği bir arabayla Atina’ya uçar. Orada Aigeus’a
kendisiyle evlenirse çocuk doğuracağını söyler, Theseus’u öldürmeye çalışır ve sonuçta bütün yaptıklarının bedeli
olarak Atina’dan sürülür. Bazı anlatılara göre de Kolkhis’e döndüğü ve daha birçok suç ve serüvenlerden sonra babası Aietes ile barıştığı bazı başka
söylencelerde anlatılmaktadır.(2)
Avrupa Meydanı'nda Medeia'nın heykeli
“Kolkhis Bölgesi'nde Paleolitik Devir’de başlayan insan topluluklarına ait izler,
yerlerini Neolitik Çağ'la
birlikte
yerleşik, tarıma dayalı küçük köy
toplumlarına bırakmıştır. Çünkü
bölgenin jeolojik, fizyografik ve iklimsel koşulları, insan topluluklarının yerleşmesi ve gelişmesi
açısından elverişli bir ortam yaratmaktadır.
Ayrıca Antikçağ'da, Kafkas Dağları'nda
ve
bölgenin ırmaklarında bulunan
zengin altın madeni
bölgeyi diğer kültürlerin
nazarında da ilgi çekici kılmaktaydı. Bundan dolayı, Kolkhis Bölgesi'ne Bronz Çağı'ndan itibaren yoğun bir şekilde yerleşilmiştir. M.Ö. VIII-VII. yüzyılla birlikte bölgede
efsanevi lason'un Altın Postlu
Koç'u aramaya geldiği Kolkhis
Bölgesi'ne ilişkin hikâyeler,
Hellen yazarlar tarafından
kaleme alınmaya başlamıştır. M.Ö.
VII-IV. yüzyıllarda, Hellenler
ve Perslerle ekonomik, kültürel ve siyasal alanda yoğun ilişkilerde bulunmuştur. Hellenistik Dönemle
birlikte, M.Ö. 115 yılında
Pontos
Kralı Mithridates VI Eupator'un egemenliğine giren bölge, M.Ö. 65 yılında Pompeius tarafından fethedilmeye çalışılmış ve Parth akınlarına karşı Roma'nın ileri
bir karakolu haline getirilmeye gayret edilmiştir.
Daha
sonra Arsakidler ve Sasanilerin egemenliğine
giren
Kolkhis, M.S. 300 yıllarında Roma
himayesinde bir devlete dönüşmüştür.
M.S.
V. yüzyılda ise,
kısa bir süre efsanevi kral Vahtang tarafından özgürlüğüne kavuşan Kolkhis, önce Sasani Kralı Hüsrev tarafından yağmalanmış ve M.S. VII. yüzyılın ortalarındaki
Arap fethine kadar Bizans ve İran
arasındaki mücadelelere sahne olmuştur.”(3)
Kutaisi'nin sırtlarındaki Ukimerioni Tepesi'nde yer alan, 11.yy.dan kalma Bagrati Katedrali; alaca karanlıkta...
Gürcülerin Hıristiyanlığı benimsemeleri; Ortaçağ’da
Arap, Moğol ve Türk akınları
Kapadokyalı Azize Nino aracılığıyla Gürcülerin
Hıristiyanlıkla tanışması, İ.S. 337 yıllarına denk gelir. Bu tarihten itibaren Kolkhis ve İberia’da resmi din olarak kabul edilen Hıristiyanlık(4), Gürcü kimliğinin
ayrılmaz bir parçası haline gelir. İ.S. 645 yılında Arap akınları, İran
üzerinden Gürcistan topraklarına ulaşır. Tiflis, Araplar tarafından ele
geçirilir. 10.yy.da Arapların özellikle Batı Gürcistan’da zayıflayan egemenliği
sayesinde Bizans İmparatorluğu’nun bölgedeki nüfuzu artar.
Kutaisi'nin 6 km kadar kuzey doğusunda; bir yarın başında yer alan ve "işkence edilmişlerin yeri" anlamına gelen 11.yy dan kalma Motsameta Manastırı
Ancak Büyük
Selçuklu İmparatorluğu’nun Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırlarını zorlamaya
başlaması ve 1048 yılında Hasankale önlerindeki
savaşı Selçukluların kazanması üzerine, Kuzey Doğu Anadolu’daki Gürcü ve Ermeni
Krallıklarının egemenlik sürdükleri topraklarda Selçuklu egemenliği dönemi
başlar. 1054’de Orta Çoruh Havzası, 1064’de Ermeni Bagratid Krallığı’nın başkenti Ani
fethedilmiş ve Gürcü Kralı IV. Bagrat’a
da Selçuklu egemenliği savaşlar ve yıldırıcı akınlarla kabul ettirilmiştir.
Motsameta Manastırı; kilisenin ikonastasisi
Malazgirt Savaşı ile
Selçukluların 1071’den itibaren Anadolu’ya yerleşmesi, Bizans İmparatorluğu’nun
Artvin çevresindeki etkisini silerek Gürcü Kralı II. Giorgi’nin de Selçuklulara karşı yalnızlaşarak onların
egemenliğini tanımasına yol açar.
Motsameta Manastırı; kilisede yer alan Pantokrator İsa ve önünde yer alan çarmıhtaki İsa
Tahtan 1089
yılında indirilen II.Giorgi’nin
yerine IV. David (1089-1125)
geçirilmiş ve kaybedilen bütün toprakları geri almayı başardığı gibi, feodal
beyleri ve kiliseyi devlet otoritesine bağlayıp ordusunu güçlendirmiş ve
böylece Haçlı orduları ile uğraşmakta olan Selçukluları 1121’de bölgeden
çıkararak Ani’yi de 1124’de Gürcü
egemenliğine geçirmiştir. Devletin gücünü arttırmaya ve Gürcülerin yaşadığı
toprakları birleştirmeye çalışan IV.
David, bu mücadelesi nedeniyle “Kurucu
David” olarak anılır.(5)
"Kurucu" David tarafından 12.yy.da yaptırılan ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Kutaisi yakınlarındaki Motsameta Manastırı; restorasyon sürüyor...
1122 yılında ise “Kurucu” David’in Tiflis’i Araplardan geri almasıyla bölgedeki Arap egemenliğine de son verilir. Bu dönem Gürcistan’ın en parlak döneminin başlangıcıdır bir anlamda. Altın Çağ olarak adlandırılan bu dönemde Kraliçe Tamara (1184-1213) özellikle öne çıkar. Gürcistan Krallığı, Kraliçe Tamara döneminde Kuzey Doğu Anadolu’dan Hazar Denizi’ne dek uzanan geniş topraklarıyla neredeyse bir imparatorluğa dönüşmüştür. Bugün dahi Artvin, Erzurum, Kars ve Ardahan çevresinde son derece harap da olsa; Bagrati Krallığı ve Kraliçe Tamara zamanından kalan Ortodoks Gürcü kilise ve manastırlarının kalıntılarına rastlamak mümkündür. Gürcü kaynaklarına göre Tamara’nın döneminde elde edilen güç o kadar benzersizdir ki; bir kadın olmasına rağmen kendisi “Kral” Tamara olarak anılmaktadır. Kraliçe Tamara dönemi, Gürcüler için aynı zamanda; zamanımıza ulaşan büyük kilise ve manastır yapılarıyla olduğu kadar bunların içindeki süsleme ve fresk sanatı ile de öne çıkan bir “Rönesans” dönemi olarak dikkat çeker. Ünlü Gürcü Şairi Shota Rustaveli’nin karşılıksız aşkı Tamara’ya adadığı “Knight in The Panther Skin”(Panter Postlu Şövalye; Gürcüce Vepkhis Tkaosani) isimli destanı da yine bu dönemde yazılmıştır. Şair, bu yapıtındaki anlatım ustalığı ve kullandığı dil nedeniyle Gürcü edebiyatının öncüsü; eseri de başyapıtı olarak kabul edilir. Bu eser Gürcüler için bir dönem o kadar önemli imiş ki; evlenecek kızların çeyizine dahi bu eser konurmuş. Gerisini siz düşünün…
Mestia'da küçük bir meydanın ortasında yer alan ve Kraliçe Tamara'yı betimleyen bir heykel
Kraliçe Tamara
(Kaynak: wikipedia)
(Kaynak: wikipedia)
“Destan, egzotik bir ortamda geçer. Rustaveli destanında, başka ülkeleri konu edinerek Gürcistan’ı anlatmıştır. Destana göre Arap komutan Avtandil, Şah Rostevan’ın kızı Tinatin’e âşık olur, ama aşkına karşılık bulamaz. Tinatin, tahta çıkma törenleri sırasında, babasının kuvvetlerini yenen kaplan postlu şövalye Tariel’i getirmesi halinde Avtandil’le evlenmeye söz verir. Ancak Avtendil, Hint şövalye Tariel’le karşılaşınca onunla dost olur. Sevgilisi Nestan Darecan’ı bulmasında ona yardımcı olur. Destanın sonunda, hem Tairel, hem de Avtandil sevgililerine kavuşur.”(6)
Gürcistan, 13.yy.da
başlayan Moğol istilası sonucu parçalanır. Ülkeyi kuzeyden güneye ikiye ayıran Surami Dağları’nın batısında kurulan İmereti Krallığı, Moğol istilasına
karşın ayakta kalmayı başarır. Tam geçti derken, bu defa da ülke; 1386-1403
yılları tam 8 kez Timurlenk’in
istilasına uğrar. Bu saldırılardan bizim gezinin rotasında yer alan ve
Kafkasların eteklerinde yer alan Svan
Ülkesi (Svaneti) belki de zorlu
coğrafyadan kaynaklanan nedenlerle bir şekilde kurtulur. Ama diğer bölgeleri
Moğollar, bir silindir gibi ezip geçer. Moğolların Gürcistan’da bıraktıkları
yıkım ise büyüktür.
Svaneti'nin kalbi Mestia
Bir savunma kulesinden Mestia'nın görünümü
Osmanlıların
1453’de İstanbul’u ele geçirmesiyle Gürcistan’ın Avrupa’daki Hıristiyan dünyası
ile bağları kopar. Gürcistan’ın bundan sonraki serüveni, genişlemekte olan iki
imparatorluk; Osmanlı ve İran Safevileri arasında sıkışıp kalmaktan ibarettir.
Her iki imparatorluğun güç mücadelesi arasında alan Gürcistan, bu dönemde her
iki devletin zaman zaman işgaline uğrar; kendi egemenliğini yitirir.
Osmanlılar, 16.yy.da Gürcistan’ın güney batısını ele geçirerek Çıldır Eyaleti’ni kurarlar. 1510’da ise İmereti Krallığı topraklarını istila
ederek başkent Kutaisi’ye girerler.
Bu gelişmelere paralel bir şekilde; İran Şahı İsmail de Kartli
topraklarını işgal eder. 1514’deki Çaldıran
Savaşı, bölgedeki bu iki büyük gücün birbirini sınadığı bir karşılaşmadır.
Bu savaştan galip çıkan Osmanlılar, 1578’de de Tiflis’i ele geçirirler. Ancak bir süre sonra Osmanlılar, İran Şahı
Abbas (1587-1929) tarafından Tiflis’ten çıkarılırlar. Bu şekilde Gürcistan’ın
batısı Osmanlıların, doğusu ise İranlıların denetimine geçer. Ta ki 18.yy.a
kadar…
Mestia'nın Ortaça'dan kalma masalsı savunma kuleleri
O kulelerden birine yakından bakalım.
Çarlık Rusyası’nın etkisi
Savefi
Hanedanlığı’nın 1722’de dağılması sonrasında Kral II. Erekle (Batılılar, Heraclius
II diye adlandırıyor.) Kartli ve Kakheti Krallıklarını birleştirerek
Gürcistan’ın doğusunun tek hâkimi haline gelir. Bu sıralarda İmereti Kralı I. Solomon da
bölgeden Osmanlıları çıkarır. Ancak, bu kez de kuzeyden gelen Müslüman Dağıstan
kabilelerinin saldırılarına maruz kalan Kral
II. Erekle, 1783’de Ruslarla; Rusya’nın himayesini kabul eden Georgiyevsk antlaşmasını imzalar. Ancak
Rusya ile imzalanan bu antlaşmaya rağmen, İran’dan gelen saldırılara Rusya
sesini çıkartmaz; bir anlamda tamamen kucağına düşmesini bekler Gürcistan’ın.
İranlılar 1795’de Tiflis’e kadar
ilerleyip kenti yakıp yıkarlar. Bu durum karşısında Ruslar, 1801’de Gürcü
yönetimine son vererek 1783’deki antlaşma hükümlerini tanımayarak Kartli ve Kakheti bölgesini ilhak ederler. Rusya, 19 yy.da; bölgedeki
halkların bütün direnişine karşılık bu ayaklanmaları kanlı bir şekilde
bastırarak, sırasıyla İmereti
(1810’da), Guria (1829’da), Megrelya ya da Samegrelo (1857’de), Svaneti
(1858’de) ve Abhazya (1864’de)
bölgelerini de kendisine bağlar. Bu sıralarda Osmanlı yönetiminde bulunan Karadeniz
kıyısındaki Poti ve Batumi liman kentlerini ise (Acarya) 1877-1878 yıllarındaki ülkemizde
93 Harbi olarak da bilinen Osmanlı-Rus Savaşı sırasında kendi
topraklarına ilhak eder. Bu şekilde Gürcistan, 19.yy.ın ikinci yarısında
tamamen Çarlık Rusyası’nın bir parçası haline gelir.
Mestia'da bir fırında tandır ekmeğinin hazırlanışı; tandır fırını hemen yanda...
Kapitalizm gelişirken ve Gürcistan’da sosyal
dönüşüm zamanı
Çarlık
Rusyası’nın Gürcistan’a vali olarak atadığı Mikhail
Semyonovich Vorontsov’un yönetiminde (1845-1854) Gürcistan’da ticari
ilişkiler gelişir. 1872 yılında Tiflis’i
liman şehri Poti’ye bağlayan
demiryolu açılır. Rus, Ermeni ve Batılı girişimciler tarafından açılan
madenler, fabrika ve işletmeler sayesinde ülkede ticari ve sınaî kapitalizmin
geliştiği bir döneme girilir. Bu dönemde faaliyete geçen işletmeler sayesinde,
ülkede kırlardaki köylülerin yanında, yükselen bir sınıf olarak işçiler öne
çıkar. Bu ekonomik gelişmelerin toplumun kültürel ve sosyal hayatında
değişimlere yol açmaması elbette düşünülemez.
Ushba'ya doğru yürürken...
20.yy.ın
başlarında Gürcistan’da yükselen iki politik hareket öne çıkar: Birincisi;
aslında bir edebiyatçı olan ve Pirveli
Dasi ya da Birinci Grup olarak
adlandırılan bir toplumsal hareketin de önderi olan İlia Chavchavadze’nin liderliğindeki milliyetçi akım; diğeri ise Noe Jordania, Karlo Cheidze ve asıl ismi Joseph
Dzhudgashvili (Çugaşvili) olan; daha yaygın ismiyle Joseph Stalin’in de içinde yer aldığı Mesame Dasi (İkinci Grup)
ya da yer altı örgütlenmesi olarak; Marksist Sosyal Demokrat Partisi hareketi (kuruluşu 1893)…
Kutaisi'de bir akşam vakti
Rusya’da
1905 Devrimi sonrasında Sosyal Demokrat
İşçi Partisi içinde Menşeviklerin güç kazanmasına paralel olarak,
Gürcistan’da da Sosyal Demokrat Parti
içinde Menşevikler etkin güç haline gelir. Bu durumda Bolşeviklerin yanında yer
alan Stalin, Gürcistan’ı terk ederek
mücadelesini Rus Bolşevikleri ile birlikte sürdürür. 1917 Büyük Ekim Devrimi
sonrasında; bütün iktidarın Sovyetler aracılığıyla Bolşeviklerin eline geçişi
ile birlikte 26 Mayıs 1918’de Gürcistan, Menşeviklerin önderliğinde
bağımsızlığını ilan eder. Almanya’nın himayesinde eski Menşeviklerden Noe Jordania liderliğinde ilk Gürcü
hükümeti kurulur. Ancak 1. Dünya Savaşı sonunda Almanların savaştan yenik
çıkması nedeniyle 1918 yılının sonlarında İngiliz birlikleri Tiflis’i işgal ederler. Gürcistan’ın
bağımsızlığı, savaş sonrası düzenlenen Paris
Barış Konferansı’nda Müttefikler ve Milletler Cemiyeti tarafından tanınır.
Mayıs 920’de de Moskova’daki Sovyet Yönetimi, Gürcistan’ın bağımsızlığını
tanır. Ancak Kızıl Ordu, dört bir
yanda Bolşevik Devrimi’ni Çarlık Rusya’nın en uzak köşelerine; Uzak Asya’ya ve Transkafkasya’ya doğru genişletme uğraşısı içindedir. Kısa bir süre
sonra Mart 1921’de Kızıl Ordu, kendi
de bir Gürcü olan Stalin ve Orconikidze’nin komutasında Gürcistan’a
girer ve Tiflis’te Bolşevik yönetimini kurar. 1936 yılına kadar Transkafkasya Sovyet Federe Cumhuriyeti’nin
bir bileşeni olan Gürcistan,
1936 yılında kabul edilen SSCB anayasasına göre Gürcistan Sosyalist Cumhuriyeti ismiyle Sovyetler Birliği’nin 15
cumhuriyetinden biri haline gelir.(7)
Kutaisi'de Bagrati Katedrali
Sovyetler Birliği dönemi
Lenin’in ölümünden sonra Sovyetler
Birliği Komünist Partisi’nin (SBKP) yönetimini ele geçiren ve bu süreçte 1917
Büyük Ekim Devrimi’nin Troçki, Buharin, Zinoviyev,
Kamenev ve Radek gibi önde gelen
isimleri ardı ardına Joseph Stalin
tarafından etkisizleştirilerek ortadan kaldırıldı. Artık o Sovyetler
Birliği’nin yenilmez armadası olmuştu. Onun bu yükseliş ve gücü ele geçiriş
mücadelesinde kendisi gibi Gürcü olan Orconikidze
ve Abhazya doğumlu Lavrenti Beria hep
yanındaydılar. Ancak; parti içindeki güç mücadelesi, tasfiye süreçleri ve
muhaliflerin yok edilişleri, ister istemez bu ikinci adamların da sonunu
hazırladı. Rivayet odur ki; herkesin herkesi “karşı devrimcilik”le suçladığı
bir ortamda parti içindeki komploların vardığı son noktada; Stalin’in kara kutusu ve gizli polis
teşkilatı ÇEKA’nın başındaki isim Lavrenti Beria, Stalin’in bilgisi dâhilinde Bolşevik Devrimi sırasında Gürcistan’a
birlikte girdikleri Orconikidze’yi
intihara zorlayarak ortadan kaldırır. Sonra bir başka rivayete göre ise, onun
yerine geçmeyi planlayan Beria
tarafından Stalin ve arkasından da
yeni güç savaşımında ortaya çıkan yeni komplocuların başındaki isim Kruşçev tarafından da Beria ortadan kaldırılır. Güçlü
Gürcülerin yönettiği SBKP’de
Gürcülerin sonu gelmiş ve Sovyetler
Birliği’nde bir dönem kapanmıştır artık.
Batum'da bir sokakta gördük; eskiden ismi Lenin Sokağı imiş.
Kruşçev ile başlayan “restorasyon” sürecinin vardığı son nokta ise, Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nin
tabutuna çivi çakacak “Glasnost” ve “Perestroyka” hamleleri olur. 1989’da
Sovyetler Birliği dağılır. 15 cumhuriyet düzenledikleri referandumlarla ardı
ardına birer bağımsız devlet haline gelirler. Gürcistan da 31 Mart 1991’de
düzenlenen referandum sonrasında bağımsızlığını ilan eder. Bu tarihten sonraki
Gürcistan’ın yaşadıkları, bir trajediden ibarettir artık; savaşlar ve
soygunlarla geçen bir trajedi…
Batum'da 1871 yılından kalma Aziz Nikola Kilisesi
Sovyetler’den sonra; bir toplumun çöküşü…
Transkafkasya’nın kadim halkı Gürcülere
bağımsızlık pek de yaramadı. İlk cumhurbaşkanları milliyetçi, Megrel asıllı Zviad Gamsahurdia’nın Rusya’ya kafa tutan ve onun bölgedeki
çıkarlarına aykırı yönetim anlayışı kısa sürede sonunu getirdi. Bu süreçte önce
1992 yılında Abhazya’yı kaybetti
Gürcüler. Gamsahurdia yönetimden
Rusya’nın marifetiyle uzaklaştırıldı ve Sovyetler
Birliği’nin son Dışişleri Bakanı olan Edward
Şavardnadze devlet başkanlığına getirildi. Ama artık yaylar boşanmış;
Kafkasya, Amerika ve Rusya’nın güçlerini sınadıkları bir açık sahaya
dönüşmüştü. 2003’de yapılan seçimlerin sonrasında; Amerika’nın Gürcistan’da
iktidara hazırladığı Mikhail Saakaşvili,
Batılıların Gül Devrimi dedikleri bir
tür sivil ayaklanma ile iktidarı ele geçirdi; Rusya’nın adamı Şavardnadze görevden çekilmek zorunda
kaldı. Bu dönem, Gürcistan’ın Batılı tefecilerin eline düştüğü; NATO, Avrupa
Birliği, Batılı finans kurumları tarafından esir alınmaya çalışıldığı bir
dönemin başlangıcını temsil eder.
Batum'da halk pazarı; teleferikten...
Batum Halk Pazarı'nda meyveli ceviz ve fındık sucukları
Bu süreçte
Rusya da kendi stratejik ve jeopolitik çıkarları doğrultusunda hamlelerle
karşılık verdi Batı’ya. 2008 yazında Gürcistan sınırları içinde yer alan Güney Osetya’ya Rus askerleri girdi.
Artık eskiden Gürcü toprağı olan Abhazya
ve Güney Osetya, Rusların
kontrolündeki bölgelere dönüşmüştü. Bu durum, Gürcüler için bir travma anlamına
gelmekteydi. Bu süreçte; bir yandan bütün fabrikalarını, tarımsal işletmelerini
kaybetmişler; ekonomileri çökmüş, Batı’nın kendilerine uzattıkları havuca
kanarak, ulusça büyük bir borç sarmalının içine yuvarlanmışlar; üstüne üstlük
bir de vatan topraklarından olmuşlardı. Artık onlar için hayatlarını
sürdürmenin tek yolu “gurbet”e çıkmaktan ibaretti. Bugün Türkiye’de yaklaşık
650.000 Gürcü, hasta, yaşlı ve çocuk bakımında; Karadeniz kıyılarında fındık ve
çay hasadında çalışmakta. Yaban ellerde çekilen bu eziyet, bankaların onlara
vurduğu prangadan kurtulmak için… Geride bıraktıkları ise bomboş köyler, evler
ve sokaklar… Yıllarca memleketlerinden uzakta, bu şekilde yaşamak da kolay
olmasa gerek.
Senaki yolunda sessiz köy evleri; insanları ekmek derdinde, şimdi gurbetteler.
Adnan
Menderes Havaalanı’nın bekleme salonunda Trabzon uçağının kalkış saatini
beklerken, yanımızda oturan bir kadının bizim konuşmalarımızla ilgilendiğini
hissettik bir an. Biraz sonra da onunla aramızda bir sohbet başladı. Gürcüydü
kendisi. O da 5 yıldan beri İzmir’de Rizeli bir ninenin bakımını üstlenmişti. Şimdi
nine ve torunuyla birlikte Çamlıhemşin’e yazı geçirmek üzere gidiyorlarmış.
Sohbet sırasında Gürcü kadının bize çizdiği manzara, son derece dramatikti.
Dedi ki;
Mestia yakınlarında Ushguli köyünde bir yürüyüş anı; doğası bir başka güzel, ama derdi büyük Gürcistan...
“Sarp’tan Gürcistan’a girdikten sonra Batum
civarında sizi hayaleti andıran fabrika binaları karşılayacak. Onların çoğu
Sovyetler Birliği döneminde Batum’daki çay bahçelerinden toplanan çayı işleyen
fabrikalardı. Başka fabrikalar da vardı Gürcistan’da… 1991’de ilan edilen
bağımsızlık sonrasında Gürcistan’da insanlar yiyecek ekmeğe dahi muhtaç hale
geldiler. İnsanlar, bu fabrikalardaki satılabilecek her şeyi söktüler ve çoğunu
da Türkiye’de Karadeniz’deki iş adamlarına sattılar. Onlar da şimdi
Karadeniz’de faaliyette olan birçok çay fabrikasının kuruluşunda kullanıldı.
Şimdi Gürcistan’da ne fabrika kaldı, ne de çay tarımı… Artık herkes karnını
doyurmak için Türkiye’ye koşturuyor.”
Sarp sınır
kapısından iki yanı metal paravanlarla kapatılmış, bitmek bilmeyen bir koridoru
takip ederek geçerken, Gürcülerin mukavva kutular, naylon torbalar, ağızları
iplerle bağlı valizlerle iki tarafa doğru transferleri hiç de kolay değildi.
Gümrükten geçerken öğrendik ki; günü birlik çay ve fındık hasadı için buradan
geçen yüzlerce Gürcü işçi vardı. Dramatik bir görüntüydü doğrusu. Batum’a ulaştıktan sonra gördüklerimiz
ise, Adnan Menderes Havaalanı’nda Gürcü kadının anlattıklarından farklı
değildi. Batum’da özellikle kıyıda
yoğunlaşmış; görgüsüzce fışkırmış gibi duran ve dünyadaki bazı sembol yapıların
komik replikalarını da içeren betona boğulmuşluk hali, bozulmuş çay tarlaları,
yıkık dökük fabrika viranelikleri, Eski Batum’dan
kalan ve kıyıdan uzaktaki mahallelerin yüz yılın yorgunluğunu taşıyan iki katlı
evlerinin duvarlarına sinmiş bütün sosyolojik izler Gürcistan’daki ilk
izlenimlerimiz gibiydi.
(DEVAM
EDECEK)
Dipnotlar:
(1) Medeia, Kolkhis Kralı Aietes’in kızı, Güneş Tanrısı Helios’un torunu ve
tanrıça Hekate’nin yeğenidir. Güneş soylularındandır. Akrabaları olan Kirke ve
Pasiphane gibi doğa dışı, tüyler ürpertici serüvenlerin kahramanıdır. Şunu da
belirtmeliyim; Gürcistan’da özellikle Senaki, Kutaisi ve Samegrelo (Hıristiyan
Lazların yurdu) idari bölgesinin merkezi konumundaki Zugdidi kentleri
arasındaki yollardan geçerken yol kıyısındaki çok sayıdaki köy evinin giriş
kapıların üstlerinde güneş kurslarının yer aldığını gözlemledim. Bunun
İlkçağ’daki Güneş Tanrısı Helios ile ne kadar ilişkilendirilebileceği ise
meraklı bir araştırmanın konusu olabilir.
(2) Arganaut’lar ile ilgili bilgiler, Azra Erhat’ın
Mitoloji Sözlüğü’nden (Remzi Kitabevi; sayfa: 51-54) alınmıştır.
(3) Murat Aslan, Kolkhis Bölgesi’nin Tarihi Coğrafyasına ilişkin Bazı notlar; Arkeoloji
ve Sanat Dergisi; Sayı:97; Temmuz-Ağustos 2000
(4) Gürcistan, Bizans İmparatorluğu’ndan sonra Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul
eden tarihteki ikinci devlettir.
(5) Selçuklu-Gürcü ilişkileri ve
Kurucu David hakkında bkz. Fahriye
Bayram, Artvin’deki Gürcü Manastırlarının Mimarisi; Ege Yayınları- 2005;
sayfa:19-20
(6) Wikipedia; Shota Rustaveli maddesi
(7) Gürcistan Tarihi ile ilgili
olarak Britannica Ansiklopedisi’nin
Gürcistan maddesinden yararlanılmıştır. Bkz. https://www.britannica.com/place/Georgia/Cultural-life#ref44321
(8) Fotoğraflar, yazıda belirtilenler
dışında, gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
(*) Bir Ebruli Turizm
etkinliğidir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Kyifle okuduğum bir gezi yazısı. Kaleminize sağlık. Huzurlu seyahatleriniz olsun.
YanıtlaSilGörüp dağasına ve tarihi kaçan mimarisine beğeni duyduğum bir yer. Fotoğraflar da çok güzel.
YanıtlaSil