CANBAZLI’DAN EŞEKÇİOĞLU MEVKİİ’NE YÜRÜDÜK
12 Haziran 2014
İbrahim Fidanoğlu
Yürüyüş sezonunun son yürüyüşlerini yapıyoruz artık. Yaz sıcakları, uzun
süren bahar yağmurlarından sonra birden kendini hissettirmeye başladı. Bu
nedenle yüksek yaylalarda dolaşarak sıcaklara direnç göstermek hedefimiz oldu
birkaç haftadır. Bu hafta da Tireli dostların önerisi ile Güme Dağı’nın Tire’ye bakan yüzünde yer alan ve geç eren, eşsiz
lezzetteki karadutu ile ün salmış Canbazlı
Köyü’nün yukarılarına doğru yürüdük. Yaklaşık on kilometrelik yürüyüş
rotamız, yine hoş sürprizlerle kesildi zaman zaman. Bazen kiraz toplayan Gümüldek Mevkii’ndeki Canbazlı köylülerinin bahçesinde
soluklandık biraz; bazen bir eşeğin geçebileceği genişlikte daracık bir
patikayı takip ederek yaylaya doğru ilerledik; bazen de sık kestaneliklerin
arasında kır çeşmeleriyle karşılaştık. Sözün kısası; bildik bir coğrafyada ve dar
bir topografyada güzel bir gün geçirdik yine.
Değirmendere Vadisi
Değirmendere'de bahçeler arasında eski bir ev
Değirmendere'de yılan yastıkları çiçekte; bu güzelliğe yakışmayacak denli anlatılmaz bir koku; sakın yanına yaklaşmayın.
Şimdi kuru Değirmendere
Canbazlı Köyü’ne çıkmadan önce, kısa bir süre Değirmendere
Vadisi’ne uğradık. Sabahın erken saatlerinde, Değirmendere ıpıssızdı. Dereye paralel seyreden yol, son
yağmurlarla iyice tahrip olmuştu. Ama esas tahribat; doğanın bütün güzelliğine
karşın, bu ortamdan yararlanmak amacıyla buraya piknik yapmaya gelip, bütün
pisliklerini arkalarında bırakarak gidenlerin izleriydi. Derede su yoktu; çünkü
İzmir çevresindeki bütün akan dereler gibi, Değirmendere’nin
de suyu çoktan beridir zapturapt altına alınmıştı. Vadinin girişindeki yeni
açılan çay bahçesi de kapalıydı. Biraz oyalandıktan sonra Değirmendere Vadisi’nden ayrılarak Canbazlı’ya yöneldik.
Gezgin, Değirmendere Vadisi'nde tadım anında...
Değirmendere Vadisi'nde sellerin dibini oyduğu bir çınar ağacı; sanki boşlukta duruyor.
Değirmendere Vadisi'nde eski zamanlardan kalan bir sokak dokusu
Canbazlı Köyü, Güme Dağı’nda yüzlerce yıl
önceki göç hikâyeleriyle sürüp giden bir serüvenin sonlandığı noktalardan biri.
Bu büyük göçün hatırası adına; 80’li yıllara kadar düzenli olarak gerçekleştirilen
Canbazlı Mahyası, artık dağın arka
yüzünde yer alan Aydın Dağları’nın
yüksek zirvelerinden birisi olan Çaldede’ye
çekilmiş durumda. Eylül ayının ilk Pazar günü Çaldede Zirvesi’nin eteklerinde; Tire’nin ve İncirliova’nın
köylerinden gelen o Yörüklerin torunları, hala o büyük göçün hatırasını
anmaktalar. Her şey rağmen bu da bir şeydir.
Canbazlı Köyü
Köyün çıkışında çeşme ile birlikte karadutun altındayız.
Güme yamacındaki Canbazlı Köyü ve aşağıdaki Tire
Karadutlar ve kestaneler içinde Canbazlı Köyü
Köyün çıkışında çeşme ile birlikte karadutun altındayız.
Güme yamacındaki Canbazlı Köyü ve aşağıdaki Tire
Karadutlar ve kestaneler içinde Canbazlı Köyü
Dağa yaslanmış, aralarından kıvrılarak geçen daracık sokakların iki
yanındaki; kısmen ayakta, sivil mimarinin örnekleri sayılabilecek köyün eski
evleri dikkat çekici. Ama esas vurgulanması gereken, 1980’lerden sonra dünya
ekonomisine eklemlenme sürecinde; Tire’nin ovaya hâkim, yüksekteki diğer köylerindeki
gibi bu köyde de yaşanan dönüşüm… Köyün üst düzlemindeki sekilerde; birer konağı
andıran, abartılı büyüklükteki birkaç katlı villalar, neredeyse köyün dokusunu
değiştirmiş durumda. Köyün bir zamanlar, yüklü küfeleriyle katır yada eşeklerin
ancak geçebileceği genişlikteki kayrak taşlarla kaplı daracık sokakları, bugün
artık kilit taşı ile kaplanmış durumda. Köyün en önemli gelir kaynaklarından
birisi olan karadutun zahmetli hasat süreci sonrasında üreticiyi tüccar
baskısından koruyabilecek şartları sağlama potansiyelini taşıyan kooperatif ve
soğuk hava deposu, köydeki önemli girişimlerden birisi olarak öne çıkıyor.
Canbazlı düzleminden Güme'ye bakış
Gezginler, Eşekçioğlu Mevkii yolunda...
Canbazlı Köyü'nün eski mezar taşları
Canbazlı'nın şifalı karadutu
(Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Canbazlı'da karadut, tek tek elle toplanır;kısacası hasat çok zahmetlidir.
(Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Bugün Cambazlı Köyü’nün yukarılarında; Güme’nin bağrında yer alan Kavuşu Mevkii’ndeki Sultan Kızı Mezarlığı’nda gömülü olduklarına inanılan âşıkların
mezarları, halkın belleğinde karadut ile özdeşleştirilmiş bir hikâyeyi de barındırıyor.
Rivayete göre; bu dağlarda yaşayan bir çobana Sultan’ın (belki de yöredeki bir
tekfurun) kızı âşık olur. Sevgilerini gizlice bu dağın saklı köşelerinde
yaşayan iki sevgiliyi, sultanın askerleri bir gün dağda kıstırır ve babasının
talimatıyla her ikisini de katlederler. İki aşığın kanlı bir şekilde yok
edilişi, halkın hafızasında bu yöreye özgü karadutun; asla lekesi çıkmayan
özsuyunun renginden ötürü âşıkların kanları ile özdeşleştirilmiştir. Bu arada
belirtelim; karadutun lekesini çıkarmak için tek çare, yine karadutun kendi yaprağıdır.
Köyün anıtsal karadut ağaçlarından biri
(Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Canbazlı'nın üst düzleminden eski bir hatıra; bir gün batımı anı
(Nisan 2006'da İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Canbazlı'nın yukarısında; Gümüldek Mevkii'nde kiraz toplayan köylüler
Tarihi Eşekçioğlu yolu; aynı zamanda sel yatağı
Gezginler, bir kestane ocağının altından geçerken
Canbazlı köylülerinin önemli gelir kaynaklarından kestane ocakları
Canbazlı-Eşekçioğlu Mevkii yolu
Yakınlarda yağan şiddetli yağmurlar, patika yolu zaman zaman yüksekten
taşınan çalılarla kapamış. Yolun bu kesimlerinde yürüyüş, bazen bizi zorlasa da,
asırlık dev kestanelerin ve cevizlerin gölgesinde yükseldiğimizin farkına bile
varmıyoruz. Bazen genişleyen, bazen daralan patikanın iki yanında kestane
ocakları var. Bu ocaklardan elde edilen sırıklara ülke çapında büyük rağbet
varmış. Dibekçiler Yaylası yolunda
yer alan bu ocaklar, dev kökleri ve biraz üstünden itibaren etrafa saçılmış bir
görüntü içinde; yukarılara doğru uzayıp giden incecik dallarıyla oldukça
dikkatimizi çekiyor. Bazılarının sel suları ile altındaki toprağı boşalmış ve
havada asılı gibi duruşları ise apayrı bir görünüm sunuyor. Anlatılanlara göre;
üç beş senede kendini yenileyen bu ocaklar, 5-10 milyar lira civarındaki
değerlerle el değiştiriyormuş. Bir de şunu belirtmeliyiz ki; ocak derken tek
bir kökten fışkıran kestane dallarından söz ediyoruz.
Eşekçioğlu yolunda rastladığımız doğanın renklerinden biri
Anıt ağaç kestane
Gezgin, Güme Dağı'ndaki hakim taban örtüsü eğreltiotları arasında...
Yöreye özgü endemik Tire gülleri
Gezginler, kestane ormanı içinde bir mola anındalar.
Belki yüzlerce yıllık bir serüvendi Dibekçiler
Yaylası’nda yer alan obalardan Tire
Pazarı’na inmek. Çeriközü’nden, Kemerdere’den ve Dibekçiler’den odun yüklü eşeklerin; yaklaşık 5-7 saati aşkın
yolculuklar sonrası pes edip yorgunluktan bir adım daha ileriye gidemediği
noktada verilen molaların ve bir gecelik konaklamaların hatırasına bu yaylanın
adı Eşekçioğlu’na çıkmış anlaşıldığı
kadarıyla. Şimdi kestanelikler ve taban örtüsü olan eğreltiotları arasında
neredeyse kaybolmuş birkaç yapı yıkıntısı, bu konaklamaların bugüne uzanan
izleri bir anlamda.
Eşekçioğlu Mevkii'nde bir yayla evi
Bu kestane ocağının bir sahibi var; ismi üstünde saklı...
Eşekçioğlu Mevkii
Eşekçioğlu Çeşmesi
Eşekçioğlu Çeşmesi'nin kayrak taştan yapılmış; suyun döküldüğü ağzı
Yol üstünde yer alan; suyu buz gibi ve tatlı, taş örgülü bir çeşme de Eşekçioğlu Çeşmesi ismiyle anılıyor.
Çeşmeyi yaptıran, hemen yakınında geniş bahçelikleri ve içinde evleriyle
neredeyse bir koloni oluşturmuş Büyükkemerdere
Köyü’nden “Mutafer” yada Muzaffer
Bey’in dedesi… Onu rahmetle anarak çeşmenin şerbet lezzetindeki buz gibi
suyundan kana kana içip Muzaffer Ağabey’in bahçesine kısa süreliğine konuk
oluyoruz. Muzaffer Ağabey, bize büyüklerinden dinlediği Eşekçioğlu rotasındaki yolculuklardan söz ediyor. Çocukken
babasıyla birlikte Karaçamur ve Ovacık Yaylalarında çalışmaya gittiği yıllara
dair kanaatkâr zamanların hatırasından söz ediyor. Oğlu Ali, bahçedeki yörede “kebap eriği” adıyla anılan pek lezzetli
yeşil erikten bir avuç toplayıp getiriyor. Bahçe tatlı bir eğimle ovaya doğru alçalıyormuş
hissiyle ufka yöneliyor. Ağaçların koyu gölgesinde uzun bir tırmanış sonrası bu
kısa dinlenme molası ve tatlı sohbet, ilaç gibi geliyor bize. Bir süre sonra; ev
sahibinden izin isteyip tepedeki Büyükkemerdere-Dallık-Dibekçiler
yol çatısına kadar yürümek üzere yola çıkıyoruz.
Eşekçioğlu Mevkii'nden ovaya bakış; en arkada Mahmut Dağı
Büyükkemerdereli "Mutafer" Ağabey, Eşekçioğlu Mevkii'ndeki bahçelerinde...
Eşekçioğlu Mevkii'ndeki bir zamanlar misafirhane olarak kullanılan evlerden kalanlar
"Mutafer" Ağabey, Eşekçioğlu Mevkii'nde yıkıntılar arasında
Eşekçioğlu Mevkii; Dibekçiler Yaylası'ndan Tire Pazarı'na odun götüren köylüler bir gece bu evlerde konaklardı.
Eşekçioğlu Konaklama Mevkii'nden ovaya bakış
Muzaffer Bey’in rehberliğinde; bir sel yatağından ilerleyerek bir
zamanlar Tire Pazarı’na gelen Dibekçiler Yaylası’nın köylülerinin
Tire’ye varmadan önce bir gece konakladıkları; kayrak taştan yapılmış ve misafirhane
işlevi gören evlerden bugüne kalan yıkıntılarını görmek üzere tepeye
tırmanıyoruz. Evlerin yapılmış olduğu düzlem, Tire’ye ve Küçük Menderes
Ovası’na hâkim bir konumda bulunuyor. Ama çoğu neredeyse tamamen yıkılmış.
Muzaffer Bey’in anlatımına göre 80’li yıllara kadar kullanıldığını öğrendiğimiz
bu evlerin bulunduğu mekânda; şimdi o köylülerin ve yanlarında yükten yere
yıkılmış yorgun eşeklerinin halini canlandırmaya çalışıyor gözlerimiz. Her
tarafı ot bürümüş; çalılar sarmış her yanı. Yürümek bile oldukça zor bu
mekânda. Zaman her şeyin üstünü örtmüş sanki.
Güme Dağı'nın arka yüzü; aşağıda Büyükkemerdere Köyü
Yol çatısına doğru yürürken bir kestane ocağından; fasulyeleri için
sırık kesmeye gelmiş bir köylüyle karşılaşıyoruz. Traktörü ise biraz ötede
duruyor. Demek ki; yol buradan itibaren düzgün… Bu bizi biraz rahatlatıyor.
Daracık patikalardan ve sel yataklarından ilerleyen tarihi yolun, buradan
itibaren genişleyip neredeyse toprak bir şoseye dönüşmesi, bundan sonraki
işimizi kolaylaştırıyor.
Güme Dağı'nın ön yüzü; aşağıda Küçük Menderes Ovası
Yaklaşık bir yarım saatlik yürüyüş sonrasında tepeye ulaşıyoruz. Aşağıdaki
vadide birkaç hafta önce; köy kahvehanesinde yemeğimizi yediğimiz Büyükkemerdere Köyü yer alıyor. Ufuk
çizgimizde Çaldede Zirvesi’nin de yer aldığı Aydın Dağları’nın bir sırası uzanmakta.
Gördüğümüz arka arkaya dağ sıraları arasında ise, onlarca derin vadi yer
alıyor. Bulunduğumuz nokta; Dallık Köyü’nden
gelen yolun Dibekçiler, Büyükkemerdere ve Paşa Çeşmesi yönüne doğru çatallandığı bir yer. Bizim için ise;
bugünkü yürüyüşte geriye dönüş noktasını temsil ediyor.
Yol çatısından Büyükkemerdere Köyü'ne bakış
Bu noktadan itibaren biz, Paşa
Çeşmesi yönüne doğru döndük. Biraz sonra asfalttan ayrılıp, Cambazlı
Köyü’nün tepesine doğru inen toprak yolda ilerledikten sonra, ovaya nazır bir
sekide; ağaçların gölgesi altında yanımızda getirdiğimiz yemeklerimizi yedik. Yemeğimiz
Hasan Hoca’nın değerli eşi Sevcan Abla’nın bizim için hazırladığı nefis bir
ekmek dolmasıydı. Anmasak olmazdı; bu bizim için günün büyük sürpriziydi.
Ekmek Dolması
(Fotoğraf, Hasan DOĞAN arşivinden alınmıştır.)
Yemek yediğimiz düzlükten aşağılara doğru bakış
Cambazlı'ya dönüş yolunda
Güme Dağı'nın sarı papatyaları
Güme Dağı'nın sularını aşağılara taşıyan eski bir su yolundan bugüne kalan...
Bir süre toprak yolu takip ettikten sonra, kestaneler ve eğreltiotları
ile kaplı geniş bir alana geldik. Burada yol bitmişti. Tatlı bir eğimle alçalan
bir tepeden aşağıya doğru, kaybettiğimiz yolu bulmak için inmeye başladık. Sık
ağaçlar arasından ilerleyerek Eşekçioğlu
Mevkii’ndeki yıkıntıların bulunduğu tepeye kadar yürüdük. Bundan sonrası
kolaydı. Hemen aşağıdaki düzlemde Canbazlı
Köyü’ne doğru inen toprak yol, ağaçlar arasından görünüyordu. Kısa sürede
yola ulaştık. Sabah Eşekçioğlu Mevkii’ne
tırmanırken geçtiğimiz daracık patika yolla bir noktada buluştuk. Bu kez toprak
yolu takip ederek, yine köyün aynı çıkış noktasına; mezarlığa ulaştık.
Cambazlı Köyü'nün yukarıdan girişindeki köyün yaşını ele veren mezarlık
Sırıkçı Rıdvan Usta'nın dükkanının önündeki karadut
Köyün eski dokusuna bir örnek; eski bir Canbazlı evi
Akşamüstü hava biraz serinlemişti. Köyün girişindeki evlerin önünde
kadınlar görünmeye başlamıştı bile. Köyün aşağıdaki meydanına indiğimizde; Eşekçioğlu Suyu’nun aktığı çeşmeden
şişelerimizi doldurduk. Çeşmenin üstündeki bir sekide; yaşlı bir karadutun
gölgesinde, kestane sırıklarından kürek sapı yapan Rıdvan Usta’dan başka
meydanda kimsecik yoktu. İçimizden bazılarının kürek sapına ihtiyacı olduğu,
dükkâna girince anlaşıldı. Bir süre mekânda soluklandık; kürek saplarını alıp, Cambazlı Köyü’nden Tire’ye dönmek üzere
ayrıldık.
Cambazlı Köyü Meydanı
Kavakdibi Kahvehanesi'nde "sıcak" bir mola anı
Toptepe üzerinden kente ulaşmak için aşağı doğru inerken, yolumuzun üstündeki Ekinhisarı Mahallesi’nde yer alan Kavakdibi Kahvehanesi’nde ne zamandır
hedeflediğimiz son molamızı verdik. Ama ne yazık ki, yanlış zamandı. Tente ile
kaplı avlusu, içimizi serinleten Eşekçioğlu
Yaylası’ndan sonra çekilecek gibi değildi. Sıcaktan tente kızmış ve ikinci
bir güneş gibi tepemizde bizi kavurmaktaydı. Soda ve çaylarımızı içtikten hemen
sonra Tire’ye indik.
Gezginler, Tire'de; günün son demlerinde...
Çarşıya ulaştığımızda; hala küçücük işyerinde, çocukluğumuzda yediğimiz
dondurmaların lezzetinde dondurma yapmakta olan, Tire’nin meşhur dondurmacısı Ayhan Usta’nın dükkânına uğramasak
olmazdı. Sıcaklarla birlikte gelenekselleşmiş dondurma ziyafeti ile Tire’deki
günümüzü sonlandırmış olduk. Artık dönme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak
İzmir’e doğru yola çıktık.
İzmir yolunda; Belevi Gölü'nün üstüne akşam güneşinin ışıkları vurmuş.
Dipnotlar
(1) Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında; yürüyüş sırasında
Aydın Aydemir tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder