16 Temmuz 2014 Çarşamba

GÜME DAĞI YÜRÜYÜŞLERİ



CANBAZLI’DAN EŞEKÇİOĞLU MEVKİİ’NE YÜRÜDÜK

12 Haziran 2014
İbrahim Fidanoğlu

Yürüyüş sezonunun son yürüyüşlerini yapıyoruz artık. Yaz sıcakları, uzun süren bahar yağmurlarından sonra birden kendini hissettirmeye başladı. Bu nedenle yüksek yaylalarda dolaşarak sıcaklara direnç göstermek hedefimiz oldu birkaç haftadır. Bu hafta da Tireli dostların önerisi ile Güme Dağı’nın Tire’ye bakan yüzünde yer alan ve geç eren, eşsiz lezzetteki karadutu ile ün salmış Canbazlı Köyü’nün yukarılarına doğru yürüdük. Yaklaşık on kilometrelik yürüyüş rotamız, yine hoş sürprizlerle kesildi zaman zaman. Bazen kiraz toplayan Gümüldek Mevkii’ndeki Canbazlı köylülerinin bahçesinde soluklandık biraz; bazen bir eşeğin geçebileceği genişlikte daracık bir patikayı takip ederek yaylaya doğru ilerledik; bazen de sık kestaneliklerin arasında kır çeşmeleriyle karşılaştık. Sözün kısası; bildik bir coğrafyada ve dar bir topografyada güzel bir gün geçirdik yine.

 Değirmendere Vadisi

 Değirmendere'de bahçeler arasında eski bir ev

Değirmendere'de yılan yastıkları çiçekte; bu güzelliğe yakışmayacak denli anlatılmaz bir koku; sakın yanına yaklaşmayın.

 Şimdi kuru Değirmendere

Canbazlı Köyü’ne çıkmadan önce, kısa bir süre Değirmendere Vadisi’ne uğradık. Sabahın erken saatlerinde, Değirmendere ıpıssızdı. Dereye paralel seyreden yol, son yağmurlarla iyice tahrip olmuştu. Ama esas tahribat; doğanın bütün güzelliğine karşın, bu ortamdan yararlanmak amacıyla buraya piknik yapmaya gelip, bütün pisliklerini arkalarında bırakarak gidenlerin izleriydi. Derede su yoktu; çünkü İzmir çevresindeki bütün akan dereler gibi, Değirmendere’nin de suyu çoktan beridir zapturapt altına alınmıştı. Vadinin girişindeki yeni açılan çay bahçesi de kapalıydı. Biraz oyalandıktan sonra Değirmendere Vadisi’nden ayrılarak Canbazlı’ya yöneldik.

 Gezgin, Değirmendere Vadisi'nde tadım anında...

Değirmendere Vadisi'nde sellerin dibini oyduğu bir çınar ağacı; sanki boşlukta duruyor.

 Değirmendere Vadisi'nde eski zamanlardan kalan bir sokak dokusu

Canbazlı Köyü, Güme Dağı’nda yüzlerce yıl önceki göç hikâyeleriyle sürüp giden bir serüvenin sonlandığı noktalardan biri. Bu büyük göçün hatırası adına; 80’li yıllara kadar düzenli olarak gerçekleştirilen Canbazlı Mahyası, artık dağın arka yüzünde yer alan Aydın Dağları’nın yüksek zirvelerinden birisi olan Çaldede’ye çekilmiş durumda. Eylül ayının ilk Pazar günü Çaldede Zirvesi’nin eteklerinde; Tire’nin ve İncirliova’nın köylerinden gelen o Yörüklerin torunları, hala o büyük göçün hatırasını anmaktalar. Her şey rağmen bu da bir şeydir.

 Canbazlı Köyü

 Köyün çıkışında çeşme ile birlikte karadutun altındayız.


Güme yamacındaki Canbazlı Köyü ve aşağıdaki Tire


Karadutlar ve kestaneler içinde Canbazlı Köyü


Cambazlı Eşekçioğlu Mevkii rotası 7km
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Dağa yaslanmış, aralarından kıvrılarak geçen daracık sokakların iki yanındaki; kısmen ayakta, sivil mimarinin örnekleri sayılabilecek köyün eski evleri dikkat çekici. Ama esas vurgulanması gereken, 1980’lerden sonra dünya ekonomisine eklemlenme sürecinde; Tire’nin ovaya hâkim, yüksekteki diğer köylerindeki gibi bu köyde de yaşanan dönüşüm… Köyün üst düzlemindeki sekilerde; birer konağı andıran, abartılı büyüklükteki birkaç katlı villalar, neredeyse köyün dokusunu değiştirmiş durumda. Köyün bir zamanlar, yüklü küfeleriyle katır yada eşeklerin ancak geçebileceği genişlikteki kayrak taşlarla kaplı daracık sokakları, bugün artık kilit taşı ile kaplanmış durumda. Köyün en önemli gelir kaynaklarından birisi olan karadutun zahmetli hasat süreci sonrasında üreticiyi tüccar baskısından koruyabilecek şartları sağlama potansiyelini taşıyan kooperatif ve soğuk hava deposu, köydeki önemli girişimlerden birisi olarak öne çıkıyor.

 Canbazlı düzleminden Güme'ye bakış

Gezginler, Eşekçioğlu Mevkii yolunda...

Canbazlı Köyü'nün eski mezar taşları

Canbazlı'nın şifalı karadutu
(Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Canbazlı'da karadut, tek tek elle toplanır;kısacası hasat çok zahmetlidir. 
(Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Bugün Cambazlı Köyü’nün yukarılarında; Güme’nin bağrında yer alan Kavuşu Mevkii’ndeki Sultan Kızı Mezarlığı’nda gömülü olduklarına inanılan âşıkların mezarları, halkın belleğinde karadut ile özdeşleştirilmiş bir hikâyeyi de barındırıyor. Rivayete göre; bu dağlarda yaşayan bir çobana Sultan’ın (belki de yöredeki bir tekfurun) kızı âşık olur. Sevgilerini gizlice bu dağın saklı köşelerinde yaşayan iki sevgiliyi, sultanın askerleri bir gün dağda kıstırır ve babasının talimatıyla her ikisini de katlederler. İki aşığın kanlı bir şekilde yok edilişi, halkın hafızasında bu yöreye özgü karadutun; asla lekesi çıkmayan özsuyunun renginden ötürü âşıkların kanları ile özdeşleştirilmiştir. Bu arada belirtelim; karadutun lekesini çıkarmak için tek çare, yine karadutun kendi yaprağıdır.

Köyün anıtsal karadut ağaçlarından biri
 (Haziran 2008'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Canbazlı'nın üst düzleminden eski bir hatıra; bir gün batımı anı
(Nisan 2006'da İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)

Bir zamanlar, Tire’yi Dibekçiler ve çevresindeki obalara bağlayan ve bir eşeğin geçebileceği genişlikteki patika yol, köyün mezarlığının da bulunduğu bir tepeyi aşan noktadan başlıyor. Mezarlıktaki isimsiz balbal mezar taşları köyün yaşı hakkında bir fikir vermekte... Haziran ile birlikte bastıran sıcaklar nedeniyle ortalıkta pek kimse görünmüyor. Bu sessizliği bozan ise; yokuşu tırmanan bir dondurmacı arabasının hoparlöründen yansıyan ve köyün çocuklarına yönelik seslenişler. Köylülerin bir kısmı ise, bu sırada; köyün yukarılarında yer alan bahçelerinde çalışmakla meşguller. Kimi bahçelerindeki fasulyeler için kestane ocaklarından sırık doğramakta; kimi ise yayladaki kirazı toplamakla meşguller. Böyle bir coğrafyada Eşekçioğlu Mevkii’ne doğru yürümekteyiz.

 Canbazlı'nın yukarısında; Gümüldek Mevkii'nde kiraz toplayan köylüler

Tarihi Eşekçioğlu yolu; aynı zamanda sel yatağı

Gezginler, bir kestane ocağının altından geçerken

 Canbazlı köylülerinin önemli gelir kaynaklarından kestane ocakları

 Canbazlı-Eşekçioğlu Mevkii yolu

Yakınlarda yağan şiddetli yağmurlar, patika yolu zaman zaman yüksekten taşınan çalılarla kapamış. Yolun bu kesimlerinde yürüyüş, bazen bizi zorlasa da, asırlık dev kestanelerin ve cevizlerin gölgesinde yükseldiğimizin farkına bile varmıyoruz. Bazen genişleyen, bazen daralan patikanın iki yanında kestane ocakları var. Bu ocaklardan elde edilen sırıklara ülke çapında büyük rağbet varmış. Dibekçiler Yaylası yolunda yer alan bu ocaklar, dev kökleri ve biraz üstünden itibaren etrafa saçılmış bir görüntü içinde; yukarılara doğru uzayıp giden incecik dallarıyla oldukça dikkatimizi çekiyor. Bazılarının sel suları ile altındaki toprağı boşalmış ve havada asılı gibi duruşları ise apayrı bir görünüm sunuyor. Anlatılanlara göre; üç beş senede kendini yenileyen bu ocaklar, 5-10 milyar lira civarındaki değerlerle el değiştiriyormuş. Bir de şunu belirtmeliyiz ki; ocak derken tek bir kökten fışkıran kestane dallarından söz ediyoruz.

 Eşekçioğlu yolunda rastladığımız doğanın renklerinden biri

Anıt ağaç kestane

Gezgin, Güme Dağı'ndaki hakim taban örtüsü eğreltiotları arasında...

Yöreye özgü endemik Tire gülleri

Gezginler, kestane ormanı içinde bir mola anındalar.
Belki yüzlerce yıllık bir serüvendi Dibekçiler Yaylası’nda yer alan obalardan Tire Pazarı’na inmek. Çeriközü’nden, Kemerdere’den ve Dibekçiler’den odun yüklü eşeklerin; yaklaşık 5-7 saati aşkın yolculuklar sonrası pes edip yorgunluktan bir adım daha ileriye gidemediği noktada verilen molaların ve bir gecelik konaklamaların hatırasına bu yaylanın adı Eşekçioğlu’na çıkmış anlaşıldığı kadarıyla. Şimdi kestanelikler ve taban örtüsü olan eğreltiotları arasında neredeyse kaybolmuş birkaç yapı yıkıntısı, bu konaklamaların bugüne uzanan izleri bir anlamda. 

 Eşekçioğlu Mevkii'nde bir yayla evi

Bu kestane ocağının bir sahibi var; ismi üstünde saklı...

Eşekçioğlu Mevkii

Eşekçioğlu Çeşmesi

Eşekçioğlu Çeşmesi'nin kayrak taştan yapılmış; suyun döküldüğü ağzı

Yol üstünde yer alan; suyu buz gibi ve tatlı, taş örgülü bir çeşme de Eşekçioğlu Çeşmesi ismiyle anılıyor. Çeşmeyi yaptıran, hemen yakınında geniş bahçelikleri ve içinde evleriyle neredeyse bir koloni oluşturmuş Büyükkemerdere Köyü’nden “Mutafer” yada Muzaffer Bey’in dedesi… Onu rahmetle anarak çeşmenin şerbet lezzetindeki buz gibi suyundan kana kana içip Muzaffer Ağabey’in bahçesine kısa süreliğine konuk oluyoruz. Muzaffer Ağabey, bize büyüklerinden dinlediği Eşekçioğlu rotasındaki yolculuklardan söz ediyor. Çocukken babasıyla birlikte Karaçamur ve Ovacık Yaylalarında çalışmaya gittiği yıllara dair kanaatkâr zamanların hatırasından söz ediyor. Oğlu Ali, bahçedeki yörede “kebap eriği” adıyla anılan pek lezzetli yeşil erikten bir avuç toplayıp getiriyor. Bahçe tatlı bir eğimle ovaya doğru alçalıyormuş hissiyle ufka yöneliyor. Ağaçların koyu gölgesinde uzun bir tırmanış sonrası bu kısa dinlenme molası ve tatlı sohbet, ilaç gibi geliyor bize. Bir süre sonra; ev sahibinden izin isteyip tepedeki Büyükkemerdere-Dallık-Dibekçiler yol çatısına kadar yürümek üzere yola çıkıyoruz.

Eşekçioğlu Mevkii'nden ovaya bakış; en arkada Mahmut Dağı

 Büyükkemerdereli "Mutafer" Ağabey, Eşekçioğlu Mevkii'ndeki bahçelerinde...

 Eşekçioğlu Mevkii'ndeki bir zamanlar misafirhane olarak kullanılan evlerden kalanlar

 "Mutafer" Ağabey, Eşekçioğlu Mevkii'nde yıkıntılar arasında

 Eşekçioğlu Mevkii; Dibekçiler Yaylası'ndan Tire Pazarı'na odun götüren köylüler bir gece bu evlerde konaklardı.

 Eşekçioğlu Konaklama Mevkii'nden ovaya bakış

Muzaffer Bey’in rehberliğinde; bir sel yatağından ilerleyerek bir zamanlar Tire Pazarı’na gelen Dibekçiler Yaylası’nın köylülerinin Tire’ye varmadan önce bir gece konakladıkları; kayrak taştan yapılmış ve misafirhane işlevi gören evlerden bugüne kalan yıkıntılarını görmek üzere tepeye tırmanıyoruz. Evlerin yapılmış olduğu düzlem, Tire’ye ve Küçük Menderes Ovası’na hâkim bir konumda bulunuyor. Ama çoğu neredeyse tamamen yıkılmış. Muzaffer Bey’in anlatımına göre 80’li yıllara kadar kullanıldığını öğrendiğimiz bu evlerin bulunduğu mekânda; şimdi o köylülerin ve yanlarında yükten yere yıkılmış yorgun eşeklerinin halini canlandırmaya çalışıyor gözlerimiz. Her tarafı ot bürümüş; çalılar sarmış her yanı. Yürümek bile oldukça zor bu mekânda. Zaman her şeyin üstünü örtmüş sanki.

 Güme Dağı'nın arka yüzü; aşağıda Büyükkemerdere Köyü

Yol çatısına doğru yürürken bir kestane ocağından; fasulyeleri için sırık kesmeye gelmiş bir köylüyle karşılaşıyoruz. Traktörü ise biraz ötede duruyor. Demek ki; yol buradan itibaren düzgün… Bu bizi biraz rahatlatıyor. Daracık patikalardan ve sel yataklarından ilerleyen tarihi yolun, buradan itibaren genişleyip neredeyse toprak bir şoseye dönüşmesi, bundan sonraki işimizi kolaylaştırıyor.

 Güme Dağı'nın ön yüzü; aşağıda Küçük Menderes Ovası

Yaklaşık bir yarım saatlik yürüyüş sonrasında tepeye ulaşıyoruz. Aşağıdaki vadide birkaç hafta önce; köy kahvehanesinde yemeğimizi yediğimiz Büyükkemerdere Köyü yer alıyor. Ufuk çizgimizde Çaldede Zirvesi’nin de yer aldığı Aydın Dağları’nın bir sırası uzanmakta. Gördüğümüz arka arkaya dağ sıraları arasında ise, onlarca derin vadi yer alıyor. Bulunduğumuz nokta; Dallık Köyü’nden gelen yolun Dibekçiler, Büyükkemerdere ve Paşa Çeşmesi yönüne doğru çatallandığı bir yer. Bizim için ise; bugünkü yürüyüşte geriye dönüş noktasını temsil ediyor.

 Yol çatısından Büyükkemerdere Köyü'ne bakış

Bu noktadan itibaren biz, Paşa Çeşmesi yönüne doğru döndük. Biraz sonra asfalttan ayrılıp, Cambazlı Köyü’nün tepesine doğru inen toprak yolda ilerledikten sonra, ovaya nazır bir sekide; ağaçların gölgesi altında yanımızda getirdiğimiz yemeklerimizi yedik. Yemeğimiz Hasan Hoca’nın değerli eşi Sevcan Abla’nın bizim için hazırladığı nefis bir ekmek dolmasıydı. Anmasak olmazdı; bu bizim için günün büyük sürpriziydi.

 Ekmek Dolması
(Fotoğraf, Hasan DOĞAN arşivinden alınmıştır.)

Yemek yediğimiz düzlükten aşağılara doğru bakış

Yediğimiz yemeğin lezzeti yanında, altımızda uzanan ovanın ve ovaya doğru alçalan Güme Vadilerinin manzarası doyumsuzdu. Güneş yakıcı olmakla birlikte; bulunduğumuz yükseklikteki serin havanın varlığı, bize bir konfor sunmaktaydı. Bir süre burada dinlendikten sonra, Cambazlı yönünde toprak yoldan inmeye başladık. Hâkim bitki örtüsü; kestaneler, ceviz ağaçları ve karadutlardı. Karadutlar, daha henüz olgunlaşmamıştı. Sonuç olarak tatmak nasip olmadı. Yürüyüşte;  tırmanış esnasında Gümüldek Mevkii’ndeki Cambazlı köylülerinin ikram ettikleri yerli kirazla yetinmek durumunda kaldık. Yanımıza o kadar fazla koymuşlardı ki; Eşekçioğlu Çeşmesi’nde soğuttuğumuz torbadaki kirazlar, öğle yemeğine bile yetti.

 Cambazlı'ya dönüş yolunda

Güme Dağı'nın sarı papatyaları

 Güme Dağı'nın sularını aşağılara taşıyan eski bir su yolundan bugüne kalan...

Bir süre toprak yolu takip ettikten sonra, kestaneler ve eğreltiotları ile kaplı geniş bir alana geldik. Burada yol bitmişti. Tatlı bir eğimle alçalan bir tepeden aşağıya doğru, kaybettiğimiz yolu bulmak için inmeye başladık. Sık ağaçlar arasından ilerleyerek Eşekçioğlu Mevkii’ndeki yıkıntıların bulunduğu tepeye kadar yürüdük. Bundan sonrası kolaydı. Hemen aşağıdaki düzlemde Canbazlı Köyü’ne doğru inen toprak yol, ağaçlar arasından görünüyordu. Kısa sürede yola ulaştık. Sabah Eşekçioğlu Mevkii’ne tırmanırken geçtiğimiz daracık patika yolla bir noktada buluştuk. Bu kez toprak yolu takip ederek, yine köyün aynı çıkış noktasına; mezarlığa ulaştık.

Cambazlı Köyü'nün yukarıdan girişindeki köyün yaşını ele veren mezarlık

Sırıkçı Rıdvan Usta'nın dükkanının önündeki karadut

 Köyün eski dokusuna bir örnek; eski bir Canbazlı evi

Akşamüstü hava biraz serinlemişti. Köyün girişindeki evlerin önünde kadınlar görünmeye başlamıştı bile. Köyün aşağıdaki meydanına indiğimizde; Eşekçioğlu Suyu’nun aktığı çeşmeden şişelerimizi doldurduk. Çeşmenin üstündeki bir sekide; yaşlı bir karadutun gölgesinde, kestane sırıklarından kürek sapı yapan Rıdvan Usta’dan başka meydanda kimsecik yoktu. İçimizden bazılarının kürek sapına ihtiyacı olduğu, dükkâna girince anlaşıldı. Bir süre mekânda soluklandık; kürek saplarını alıp, Cambazlı Köyü’nden Tire’ye dönmek üzere ayrıldık.

 Cambazlı Köyü Meydanı

 Kavakdibi Kahvehanesi'nde "sıcak" bir mola anı

Toptepe üzerinden kente ulaşmak için aşağı doğru inerken, yolumuzun üstündeki Ekinhisarı Mahallesi’nde yer alan Kavakdibi Kahvehanesi’nde ne zamandır hedeflediğimiz son molamızı verdik. Ama ne yazık ki, yanlış zamandı. Tente ile kaplı avlusu, içimizi serinleten Eşekçioğlu Yaylası’ndan sonra çekilecek gibi değildi. Sıcaktan tente kızmış ve ikinci bir güneş gibi tepemizde bizi kavurmaktaydı. Soda ve çaylarımızı içtikten hemen sonra Tire’ye indik.

Gezginler, Tire'de; günün son demlerinde...

Çarşıya ulaştığımızda; hala küçücük işyerinde, çocukluğumuzda yediğimiz dondurmaların lezzetinde dondurma yapmakta olan, Tire’nin meşhur dondurmacısı Ayhan Usta’nın dükkânına uğramasak olmazdı. Sıcaklarla birlikte gelenekselleşmiş dondurma ziyafeti ile Tire’deki günümüzü sonlandırmış olduk. Artık dönme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru yola çıktık.

 İzmir yolunda; Belevi Gölü'nün üstüne akşam güneşinin ışıkları vurmuş.

Dipnotlar
(1)    Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında; yürüyüş sırasında Aydın Aydemir tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu 
Düzenleyen: M.YC





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder