“ÇÖLÜN ÇİÇEĞİ”
SESSİZ, SICAK VE MUHTEŞEM
KUTSAL ŞEHİR BUHARA
(BÖLÜM-1)
29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu
Buhara’yı Anlamak
Bir kent düşünün; çölün tam ortasında, yüzlerce yıl su ihtiyacını
karşılamak için kumların altındaki damarlara vurulmuş; ancak şimdi çoğu battal,
yüzü aşkın dev kuyusu; kentin kadim tarihinin kimi tanıkları, yüzlerce yıllık
eşsiz mimari yapıları ve sıcağı kadar eski o mütedeyyin atmosferiyle Buhara...
Orta Asya’nın kalbinde ve tarihi İpek Yolu üzerinde, ticaret erbabı Yahudilerin
tanıklığında; can çekişse de az sayıdaki üyesiyle küçücük cemaati ve hala ibadete
açık olmakla birlikte zamana zorlukla direnen sinagoguyla Yahudi Mahallesi ve
eskilerde kalmış kozmopolit ve egzotik bir yaşamın şifrelerini taşıyan kent;
Buhara... Faal birkaç eski kuyudan biri ve kentin en prestijli mekânlarından
olan Leb-i Havuz’un çevresinden
başlayarak her yana saçılmış Orta Asya’nın kutsalı dut ağaçları ve İslam’ın;
isimleri birer hale ile çevrili erenleri ve sufi önderleriyle adeta sımsıkı
korunan bir tılsımlı şehir; çölün ortasında toprak rengi binaları ve kadim
merkezi Registan Meydanı’yla bir
şehirden fazlası; orası Buhara işte.
Buhara'nın dini merkezi Poyi Kalon Meydanı'nda yer alan Cuma Mescidi'nin mihrabı önünden Miri Arab Medresesi'nin kubbelerine bakış
Buhara, eski zamanlarda ateşe tapan Zerdüştlerin kurban törenlerini
düzenledikleri kutsal bir tepenin çevresinde gelişen bir çıkış noktasına sahip.
Kimi kaynaklara göre ismi Sanskritçe’de Budist Manastırı anlamına gelen “vihara”dan, kimi kaynaklara göre de
Farsça’da bilginin kaynağı anlamına gelen ve Zerdüşt günlere dayalı bir isim “bukhar”dan geliyormuş. Ben de diyorum
ki; yazları 50 dereceyi aşkın kavurucu çöl sıcağıyla sakın kentin ismi
“buhar”dan gelmesin. Yani rivayetler muhtelif olsa da; yüzyıllarca Batıyla Doğu
arasındaki akıp giden ticaret kervanlarının seyir güzergâhı üzerinde bulunan Buhara,
bu özelliği ile giderek zenginleşen, onlarca hanedana başkentlik yaparak bu
özelliğiyle de her zaman tarihte bölgenin önemli bir ekonomik, siyasal ve
kültürel merkezi rolünü üstlenmiş. 20.yy.da Kızılordu tarafından Buhara’nın ele
geçirilmesiyle, Seyyitler soyuna Arap hanedanları üzerinden bağlanarak hanlık
değil, Buhara Emirliği diye anılan Buhara’nın son egemenlerinin saltanatı da bu
şekilde sona ermiş. Son Buhara Emiri Muhammed
Âlim Han’ın; gösterişli giysiler içinde ve vücut ölçülerinin izin verdiği
ölçüde sığabildiği tahtı üstündeki fotoğrafları, bugün ve her zaman Buhara’nın
kalbi Registan Meydanı’ndaki Kışlık Saray’da yer alan müzede
sergileniyor.
Registan Meydanı ve Buhara Emirliği'nin Kışlık Sarayı
Şehrin simgesi dev minaresi Poyi
Kalon’u, ihtişamlı turkuaz ve lacivert rengi taç kapıların ardındaki
yüzlerce yıllık medreseleri, meslek gruplarına göre organize olmuş bir mimari
içinde gelişen esnaf ve zanaatkâr çarşıları, Zerdüşt dönemi mimarisinin etkisi
altında İslam’ın yorumlandığı geçiş dönemi cami ve türbeleri, yeşille mavinin
buluştuğu çölde vaha misali havuzları ve yoksul ama can dostu konuksever
insanlarıyla Buhara’yı dolaşma zamanıdır şimdi.
Buhara'nın en prestijli alanı; Lyabi (yada Leb-i) Havuz Kompleksi; arkada Divan Beyi Nadir Bey Medresesi; Hoca Nasreddin'in heykeli önündeyiz.
Buhara’nın Surları ve
Kuyuları
Buhara’nın çevresini saran surların Şeybaniler
zamanında 11 kapısı varmış; ama Buharalılar, soranlara; surların 12 kapısı var
derlermiş. Gerçek 11 kapıya zihinlerde eklenen 12. kapı ise, Buharalıların
gönül kapısı imiş. 11 Kapı varken, bu on ikinci gönül kapısı hep açık olurmuş
Buhara’ya gelenlere. İşte böyle konuksever bir kentin kapılarının birinden
giriyoruz içeri.
Buhara Şehir Surları önündeki havuzlardan biri
Anlatılanlara göre; Buhara’nın çevresindeki surların toprağı
Semerkant’tan getirilmiş. Burçlara çamuru tutan ahşaptan hatıllar atılarak
surlar güçlendirilmiş. Nineler, torunlarının isiliğini gidermek için höllük olarak surların bünyesine
katılmış bu topraktan yararlanırlarmış. Bugün, bu sur parçalarından bir kısmını
büyük ölçüde harap olmasına rağmen, kentin bazı yerlerinde halen görebilmek
mümkün… Biz de bunlardan bir kısmını, zamanında kentin su ihtiyacını karşılamak
amacıyla açılmış olan büyük kuyuların mirası sayılabilecek iki büyük havuzun
neredeyse ortasında yer alan Orta Asya İslam’ının ilk türbesi İsmail Samani Türbesi’nin civarında
gördük.
İsmail Samani Türbesi önündeki havuz
Leb-i Havuz; temsili deve kervanı ve lokantalar; arkada Kükeldaş (sütkardeş) Medresesi
Ortaçağ’da kentin su ihtiyacını sağlamak amacıyla bu havuzlardan 100
civarında varmış. Ancak, çoğunun Buhara’da yaşayanlar için birer salgın
hastalık kaynağı haline gelmesiyle kuyulardan çoğu zaman içinde boşaltılarak
devre dışı bırakılmış. Şimdi Buhara’da o günlerden günümüze ulaşabilen 10
civarı kuyu yada havuz kalmış. Biz; bunlardan ikisi Bolo (Bala; Özbekçede a seslisi o olarak yazılıyor; a diye telaffuz
ediliyor) Havuz (Çocuk Havuzu) ile Lebi Havuz
(Havuz kıyısında anlamında) diye
bilinen ikisini ve çevresindeki mimari yapıları ziyaret etme fırsatını
yakaladık.
Bolo Havuz ve camisi
İsmail Samani Türbesi
Samaniler, Ortaçağda İslam öncesi İran ve Maveraünnehir coğrafyasında muktedir
olmuş Farsi hanedanlardan biri aslında. Bugün Tacikler, kendi kökenlerini bu
hanedana bağlıyorlar. Özbekistan’ın her yanında yeni ulusun yeni kahramanlarını
yaratmak adına Timurlenk ve Timur İmparatorluğu nasıl yüceltiyorsa,
Tacikistan’ın başkenti Duşanbe ve diğer şehirlerinde Samani hanedanının
önderlerinin heykellerinden geçilmiyor. Bu da bugün için 1989 sonrasında eski
Sovyet Cumhuriyetlerinde öne çıkan bir eğilimi temsil ediyor.
İsmail Samani Türbesi ve eskiden (20.yy.a kadar) mezarlık olan şimdiki park alanı
İsmail Samani Türbesi; yakın plan
Sasaniler’in Arap akınları sonrasında yıkılması, Abbasilere verdikleri destek
sayesinde öne çıkan Samaniler’in
İran, Horasan ve Maveraünnehir coğrafyasında bir güç olarak ortaya çıkması,
Farsi kültürün Orta Asya’da yayılmasında büyük rol oynadı. Bu dönem, bu
coğrafyanın Zerdüşlükten İslamlığa evrildiği bir zaman dilimidir aslında. İsmail Samani de başkent Buhara’yla
simgeleşen egemenliğini, kültür ve sanatta Fars etkisini bölgede pekiştirerek
sürdürür. Sanatta Fars izlerinin etkisi, bugün Buhara Surları’nın kıyısındaki İsmail Samani Türbesi’nde kendini
hissettirmektedir.
Orta Asya'daki pişmiş tuğladan yapılmış ilk mimari yapı; İsmail Samani Türbesi
İsmail Samani Türbesi'nin ön cephesinden ayrıntı; desenler sadece pişmiş tuğla kullanılarak yapılmış.
Başlangıçta Hz. Muhammed’in “en
iyi mezar kaybolan mezardır” anlamındaki sözü gereği İslam’da türbe
geleneğinin olmamasına rağmen, iktidarın nimetleriyle donanan yönetici sınıflar,
özellikle Abbasiler döneminde ilk türbeleri yapmaya başlarlar. İslam dünyasında
ilk türbe kabul edilen Kubbetüs Süleybiye’yi,
Hz. Muhammed’den 200 yıl sonra; 850 yıllarında Abbasi halifesi El Memun, Hıristiyan annesi için bugünkü
Irak’da Samarra şehrinde yaptırır. İsmail Samani Türbesi de bundan yaklaşık
100 yıl sonra 950 yıllarında, Orta Asya’daki İslam’ın ikinci türbesi olarak
Buhara’da yaptırılır. İslam tarihindeki üçüncü türbe ise İran’daki Gurgan şehrindeki Büyük Selçuklu yapısı
olan Gumbeti Kâbus’tur. (1006
yılları). Bundan sonra İslam Dünyası’nda türbe yapmak, İslam’ın ruhuna rağmen
parası olan; önce hükümdarlar ve daha sonra da giderek yaygınlaşarak zengin
kesimde bir moda haline gelir ve bu durum o kadar abartılı bir hale dönüşür ki;
mezarlıklar neredeyse bir türbe mezarlıkları haline dönüşür.
İsmail Samani Türbesi'nin içi; kubbeden kare plana geçişler; tromp'lar
İsmail Samani Türbesi, pişirilmiş tuğla kullanılarak yapılan ilk bina olarak biliniyor. 19.yy.a
kadar etrafı da mezarlarla kaplı bu alanın belki de ilk mezarı olan türbe, kare
planlı ve kubbenin yükünün duvarlar tarafından taşındığı bir yapı. Bu nedenle
duvarlar oldukça kalın; yaklaşık 2 metre kalınlığında. Zeminde su çok
olduğundan, binanın sağa sola çökmemesi için kubbenin dört yanına da ağırlık
kuleleri yerleştirilmiş ve bina yukardan aşağıya doğru genişleyerek iniyor.
Bütün bunlar yapının çökmemesi için, çağın yaklaşımlarına göre alınmış önlemler
olarak dikkat çekiyor.
İsmail Samani Türbesi; pencere ayrıntısı
Binanın dört girişi var; bunun da Zerdüştlük inancından kalma 4 temel
unsur; su, hava, ateş ve topraktan kaynaklandığı söyleniyor. Yapı eski bir
Zerdüşt tapınağını andırıyor. 9-10.yy.lar; bu topraklarda Zerdüştlükten İslam’a
geçişin temsil edildiği bir uyanış sürecini tarif ediyor. Sırlı tuğla, o
zamanlar daha yapılarda kullanılmaya başlanmamış durumda. Bu nedenle türbe,
tuğlalar kullanılarak yapılmış 18 farklı desenle süslenmiş. Kubbeden kare
tabanlı yapıya geçişler Sasaniler’den
beri bilinen tromp adı verilen ve
karenin dört köşesinde yer alan iç bükey kavisler şeklindeki tuğlayla örülmüş
tonozlarla sağlanmış. Mezar; türbenin içindeki zeminden yaklaşık 2 metre
derinde; kripta adı verilen hücrede
yer alıyor. Bu mimari gelenek, Orta Asya’dan Anadolu’ya Selçuklular
aracılığıyla taşınmış. Osmanlı türbelerinde ise gömüt; yüzeyin hemen altında
yer almasıyla bu geleneksel davranıştan ayrılık gösteriyor.
İsmail Samani'nin kabri; kripta yaklaşık zeminden 2 metre derinde...
Kripta’nın içinde yer alan cenaze, eski ölü gömme geleneklerine uygun
olarak mumyalanmış. Türklerde mumyalama geleneği, İslam’a kadar devam eder.
İslam inanışında insanın canını Allah verir ve Allah alır. İnsanı yaşatmak
dolayısıyla insanın işi değildir. Cenazelerin mumyalanması, bu anlamda
İslamiyet’te günahtır. Bu yaklaşıma uygun olarak; türbelerde gömülü cenazelerin
mumyalanması geleneği, Anadolu’da yaklaşık 14.yy.a kadar süren bir geçiş süreci
boyunca varlığını devam ettirir. Ancak; Osmanlı Devleti’nde bu tarihten sonra
İslam’ın genel yaklaşımları doğrultusunda mumyalanma geleneği ortadan kalkar.
İsmail Samani Türbesi'nin içinde pişmiş tuğlalarla yapılmış desenlerin görünüşü
Selçuklu Türbesi’nde mumyanın çürüyüp bozulmaması için bırakılmış
“kripta”ya inen havalandırma kanalları vardır. Bu anlamda Selçuklu türbeleri,
dış görünüş açısından da Osmanlı türbelerinden farklılık gösterir. Yer altında
ise, kriptanın küçük bir giriş kapısı bulunur.
İsmail Samani Türbesi ve önündeki havuz-kuyu
Orta Asya’da İslam Dünyası’nın ikinci türbesi olan İsmail Samani
Türbesi, Hem süsleme hem de mimari açısından Orta Asya Türk Mimarisi’ne
örneklik eden ilk türbedir. Bumdan sonrasındaki tarihi süreçte bütün türbeler,
hep bu şekilde; tek kubbeli ve kare planlı olarak yapılmıştır. Bu geleneği
başlatan türbe, Buhara’daki işte bu İsmail
Samani Türbesi’dir.
(Gezi esnasında Sanat Tarihi Prof.
Bekir Deniz Hoca’nın anlatımlarından yararlanılarak aktarılmıştır.)
Buhara'nın bakır tabakları
İsmail Samani
Türbesi’nden Registan’a doğru
İsmail Samani Türbesi, Buhara’nın antik su kaynaklarından kalan az sayıdaki havuzlardan
birinin yanında yer alıyor. Türbenin önündeki geniş alan 19.yy.da büyük bir
mezarlık halinde imiş. Günümüzde bu alan, geniş bir park alanı şeklinde yeniden
düzenlenmiş. Alanın bir köşesinde geleneksel Buhara el sanatlarından örnekleri
sergileyen zanaatkârlar ve onların ürünü hediyelik eşyaların satıldığı
dükkânlar bulunuyor. Alanın Registan
Meydanı yönünde Harzem mimarisinin izlerini taşıyan Hz.Eyüp Çeşmesi’nin de
yer aldığı kubbeli bir kompleks yer alıyor. Bugün içi bir müze olarak
düzenlenmiş olan yapı, Hz. Eyüp’ün Buhara’ya uğradığı bir ziyareti sırasında;
halkın susuzluğuna çare olsun diye bastonunu yere vurarak ortaya çıkardığına
inanılan bir su kaynağını ve sahibi bilinmeyen bir mezarı da barındırıyor. İslamiyet
öncesi bir kurban alanı olduğu rivayet edilen mağaradaki suyun şifalı olduğuna
inanan yöre insanları, bu suyu içmek için bu mekânı sürekli ziyaret ediyorlar.
İçinde Hz. Eyüp Çeşmesi'nin yer aldığı Harezmiler döneminden kalma kompleks yapı
Biraz ilerde bir başka havuz; Bolo
Havuz (Özbekçede bala-çocuk
havuzu anlamına geliyor) ve hemen onun yanında ise ahşap işlemeciliği ve kalem
işi nakışlarıyla dikkat çeken Bolo Havuz
Camisi yer alıyor. Benzersiz süslemeleriyle öne çıkan caminin son cemaat
yeri ve bu mahalde bulunan mukarnaslı başlıklarıyla 20 adet ahşap sütunun göz
kamaştırıcı görünümü, tüm ziyaretçilerin ilgisini fazlasıyla hak ediyor. 1713
yılında yapılan caminin son cemaat yeri 1917’de son haline getirilmiş. Camiden
ayrı bir konumda olan minare de o dönemden kalma.
Bolo Havuz Camisi
Bolo Havuz’un önündeki yeşil alan ve cadde ise Buhara’nın kalbi diye
nitelendirilebilecek Registan Meydanı’na
açılıyor. Şimdi sırada orası ve Buhara Hanlığı’nın Kışlık Sarayı var.
Buhara Hanlığı’nın Tarihi
Merkezi; Registan Meydanı
Eski Buhara Şehri’nin merkezi, elbette ki Kışlık Saray’ın bulunduğu Registan
Meydanı’dır. Kumluk yer anlamına gelen meydanda yükselen ve Buhara’nın en
yüksek mekânı olarak bilinen yaklaşık 20 metre yüksekliğinde suni bir tepecik üzerinde
kurulmuş olan Kışlık Saray, toprak
surlarla çevrili bir kale görünümündedir. Kadim zamanlardan kalma Zerdüştler
için kutsal bir kurban alanı olarak bilinen tepelik alandaki saray ihtimal ki,
var olan antik kalıntılar üzerinde yükselmiş olmalıdır.
Kışlık Saray
Kışlık Saray'ın giriş kapısı
Surların ardındaki Buhara Hanlığı’nın Kışlık Sarayı yani iç kale,
saltanatın bütün yaşam mekânlarını kapsamaktadır. Burası bir anlamda iç
kaledir. İç kalede, Hükümdar Sarayı, devletin yönetim organları, Cuma Camisi,
medrese ve pazar yeri yer alır. Halk, pazara geldiğinde hükümdarla birlikte
namaz kılmak ister. Bu anlamda Cuma Camisi’nin ülke yönetimi ve saltanat
açısından da önemi büyüktür. İç kale ile dış kale arasındaki mesafe, şehrin
büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Zamanında bu alanda sivil halkın yaşam mekânları
yer almaktaydı. Dış Kale’ye Şahistan
adı verilmektedir. Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, Arap şehir
mimarisini de benimsemişlerdir. Buhara
Kalesi, Fatımiler, 9.yy.da
buralara geldikten sonra inşa edilmiş, daha sonra Buhara Hanlığı’nın yönetim ve
yaşam merkezi olarak 20.yy.ın başına kadar işlevini sürdürmüştür.
Kışlık Saray'ın Cuma Mescidi
Mangıt Sülalesi ile Buhara Hanlığı, Peygamber
soyundan geldiği savı ile Buhara Emirliği’ne
dönüşür. Emirlik hanedanlığı, saltanatını Kızıl Ordu’nun 1920 yılındaki
yıkımına kadar sürdürür. Son Emir, Seyyit
Âlim Han, Rus Çarı II. Nikola’nın Petersburg’dan sınıf arkadaşıdır. 1911’de
tahta çıkar. Petersburg’daki Rus mimarisinin izlerini hafızasından atamayan
emir, Buhara yakınlarında benzer mimari çizgilere sahip büyük bir de yazlık
saray yaptırır. Ama bu şatafat ve saltanatın sonu da bir gün gelir ve Kızıl
Ordu’nun uçakları tarafından saray ve Buhara yerle bir edilir. Bombardıman
sırasında kalenin içinde yer alan üç camiden ikisi yıkılır, ayrıca sarayın
ahşap bölümleri yanıp kül olur.
Cuma Mescidi'nin son cemaat yeri ve ahşap sütunlar
Cuma Mescidi son cemaat yeri tavan ayrıntısı
Cuma Mescidi'nin ahşap kolon başlıkları
Bugünkü saraya açılan yolun başında; hafif bir rampa ile ulaşılan; iki
kulenin arasında ve altı adet ızgaralı pencerenin altındaki kemerli bir giriş
kapısı yer alır. Surların arkasındaki beyaz boyalı geleneksel mimarinin
örnekleri olan yaşam mekânları arasındaki daracık sokaklar, sonunda ziyaretçiyi
bir meydana ve oradan kalenin tek camisi olan Cuma Mescidi’ne ulaştırır.
Cuma Mescidi'nin mihrabı
Cuma Mescidi; yandan görünüş
Cuma Mescidi, oymacılık sanatının en güzel örnekleriyle kaplı ahşap sütunları ve
kalem işi süslemelerle bezenmiş göz alıcı tavanıyla dikkat çeken son cemaat
yeri; aynı zamanda insanı ezen ve heybetli görünümü ile kutsal bir mekâna
girildiğini haber veren niteliktedir.
Kışlık Saray'ın sokaklarına bir örnek
Emir'in Kabul Avlusu
Kışlık Saray'ın Kabul Avlusu'nun girişindeki aslan heykeli
Kabul Avlusu'nu çevreleyen eyvanların çatılarında yer alan "dandan" süslemeleri
Camiden biraz daha yukarı doğru yüründüğünde kapısında iki aslandan biri
kalmış selamlık avlusuna ulaşılır. Bu mekân, Emir’in mermerden tahtı üzerinde
ziyaretçilerini kabul ettiği, onları dinlediği; üç tarafı ahşap revaklarla
kaplı oldukça geniş bir avludur. Avlunun üç yanını çeviren revakların
kenarları, Sasani geleneğinden
alınma; dandan adı verilen ahşap
dişlerle çevrilmiş durumdadır.
Saray'dan Buhara'ya bakış
Buhara Müzesi'nin içi
Son Buhara Emiri Alim Han'ın müzede yer alan resmi
Emir'in tahtı
Kışlık Saray'ın meydanlarından biri
Kışlık Saray'ın hanedana ait mekanları
Buhara Emirliği'nin bir devenin başını andıran haritası
Cuma Mescidi; eyvan
Registan Meydanı ve arkada Buhara'nın sembol yapıları; Poyi Kalon Minare ve Camisi, en arkada ise çifte kubbeli Miri Arab Medresesi
Bugün Kışlık Saray’ın kapalı mekanlarının pek çoğu, 1945 yılından beri Buhara
Hanlığı ve Özbekistan Tarihi hakkında düzenlenmiş birer müze işlevi görmekte; Özbekistan
ve Buhara Tarihi’ne ait pek çok arkeolojik, nümizmatik ve etnografik malzeme ve basılı yayın, Buhara Müzesi ismini taşıyan bu kompleks içinde sergilenmektedir.
DEVAM EDECEK
Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim FidanoğluDüzenleyen: M.YC
Bu güzel resimler ve verdiğiniz bilgiler için çok teşekkürler. Ata topraklarını, kültürlerini görme imkanı bulmuş olduk sayenizde. 1912 doğumlu olan dedem (Hacı Mehmet oğlu) Şerif Togan, 3 yaşındayken Buhara'dan Tarsus'a göçmüşler. Belki bir şekilde Ata toprakları Buhara'dan göçen kişilerle karşılaşma imkanı buluruz. Elinize, emeğinize sağlık... Ahmet Örsel
YanıtlaSilAhmet Bey, Merhabalar... Değerli geri bildiriminiz için teşekkür ederim. Dedenize rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın. Ne büyük bir serüven olsa gerek; Özbekistan'dan Anadolu topraklarına savrulmak... Horasan'dan göçüp gelen kadim atalarımız gibi.Eminim sizin gibi köklerine bağlı insanlar mutlaka benzer aile hikayelerine sahip insanları bulurlar ve o hikayeleri paylaşırlar. Hepimizin bir hikayesi var; bizler de Makedonya'dan göçüp gelmişiz bu topraklara. Vatan kolay kazanılmıyor; değerini bilmek gerek. Sevgiyle kalın. Eleştirilerinizi bizlerden esirgemeyin lütfen. İF
SilDeğerli bilgiler ve resimler için tşekkürler
YanıtlaSilÇok güzel bilgiler...
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle...İF
Silçok faydalı bilgiler içeren güzel bie yazı olmuş. teşekkür ederim
YanıtlaSilDergi editörüyüm. Görsele ihtiyacım var. Bu sebeple alıntılamak istiyorum.
YanıtlaSilKaynak göstererek elbette alıntılayabilirsiniz. Amacımız bilgi ve görselleri paylaşmaktır. Kötü amaçlı kullanımlar için sayfalarımız korumalıdır. Spesifik isteklerinizi (fotoğraf v. b.) blog sayfasının altında yer alan e-mail adreslerine iletebilirsiniz. İF
Sil