İbrahim Fidanoğlu
Doğa yürüyüşü niyetiyle
çıktığımız Karaburun seferi, iki gündür beklenen yağmurun aniden sağanaklar
halinde bastırması ile Rüzgârlı Mimas’ın çevresinde
yaptığımız bir yarımada gezintisine dönüştü. Nergis ve sümbül diyarı Karaburun Yarımadası’nda
Akdağ’ın
(antik dünyanın Mimas’ı) eteklerine serpilmiş saklı köylerine girdik çıktık,
Bazen lodosla kabaran denizin kıyıcığında; küçük molalarla renklendirdik
günümüzü. Bazen de denize tepeden bakan köy kahvehanelerinde soluklandık;
yağmurun hafiflemesini bekledik; köylülerle lafladık. Velhasıl bugünün özeti;
Karaburun kıyılarında tatlı ve ıslak bir tembellik oldu çoğunlukla.
Balıklıova'da sabah yağmuru
Sabah erken saatlerde
Urla – Gülbahçe yoluyla ulaştığımız Balıklıova’da yağmur altında kahvaltımızı
yaptık. Deniz suyu, lodosun etkisiyle epey kabarmıştı. Balıklıova’daki
kahvehanenin önünde; denize uzanan derme çatma iskele, tamamen sular altında
kalmıştı.
Kahvaltı sonrası kıyıyı
takip ederek Kuzeye doğru yola çıktık. Yağmur sürekli yağıyordu. Yapılacak tek
şey; Akdağ
eteklerine serpilmiş köylere birer birer girip çıkmak, bu saklı dünyadaki
yaşamı yağmurlu bir günde gözlemekti.
Kösedere Köyü Camisi'nin 2008 yılındaki eski hali
Mordoğan sapağına
yaklaşırken solumuzda Çatalkaya ve sapağı geçtikten
yaklaşık 1 km. kadar sonra da süslemeleri ile meşhur Ayşe Kadın Camisi’nin de
bulunduğu Eski Mordoğan Köyü’nü ardımızda bıraktık. Eğlenhoca (bu kadar güzel
köy ismi olur mu?) Köyü levhasından yukarı döndük. Köyün merkezindeki camide
iskeleler kuruluydu. Belli ki bir restorasyon faaliyeti sürmekteydi. Köyde
durmadık; zaten yağmurdan dolayı da ortalarda kimsecikler yoktu. Kösedere’ye
doğru devam ettik. Baharın bütün güzelliği, yağmurla yıkanmışlık içinde göz
alıcı manzaralar sunuyordu. Erguvanlar, doğayı kendi adlarıyla anılan renklere
boyamışlardı. Kösedere Köyü’nün girişindeki mezarlığı geçerek köy meydanına
ulaştık.
Kösedere Köyü Camisi'nin girişteki kitabesi
Dikkatimizi çeken konu
camiyle ilgiliydi. 18.yy.dan kalma caminin daha sonraki yüzyıllarda hemen
yanına yapılmış bina yıkılmıştı. Üzerinde güvercin yuvasını andıran bir
rölyefle dikkat çeken caminin kemerli kapısı açıktı; içeri girdik. Caminin
19.yy.da adalı Rum ustalar tarafından yapılması kuvvetle muhtemel mihrabındaki
barok alçı süslemeleri ve duvarlarda yer alan deniz ve doğayı konu alan duvar
resimleri oldukça etkileyiciydi. Mihrabın solunda 19.yy.dan kalma İzmirli Rum
saat ustalarının el ürünü bir ahşap gövdeli saat durmaktaydı. Camideyken bizi
merak edip içeri gelen köy ihtiyar heyetinden bir köylüyle köyün kahvehanesinde
sohbet ettik. Caminin yanındaki eklenti binanın kendileri tarafından
yıkıldığını, Anıtlar Kurulu’ndan ilgililerin cami ile ilgili incelemelerde
bulunduğunu, proje çalışmalarının yürütüldüğünü, yakın zamanda bir restorasyon
planlandığını anlattı. Caminin orijinal halinde camiye bitişik halde bulunan
Abdülhamit dönemi minaresinin 1940’lı yıllarda yaşanan deprem sırasında tamamen
yıkıldığını, minarenin daha sonra bugün yıkılmış olan eklenti binanın ötesine
ve camiden ayrık konumda yeniden yapıldığını köy azasından öğrendik. Caminin
etrafında çevreden çıkarılmış olan çok sayıda mezar taşı ve antik malzeme
bulunuyordu. Bunların koruma altına alınması gerektiği konusundaki
temennilerimizi azaya bir kez daha söyledik ve yola devam ettik. Yağmur kısa bir
süre ara vermişti. Bunu fırsat bilerek belki yürüyebiliriz umuduyla; Meli’ye
doğru yarımadanın arka yüzüne, yönümüzü çevirdik.
Caminin kemerli giriş kapısının üstündeki rölyef
Karaburun’u geçtikten
sonra Tepeboz altındaki Yeni Liman’a yaklaşırken berbat bir
yağmur yeniden başladı. Lodos ve Batıyla birlikte çılgın bir şekilde yağan
yağmur nedeniyle köyün limana yakın kahvehanesine sığındık. Balıkçı tekneleri
sıra sıra limana dizilmişti. Bugün hayat, Karaburun Yarımadası’nda sanki durmuş
gibiydi; yada yağmurun etkisiyle bize öyle göründü. Çayların eşliğinde denize
küçük şapkalar şeklinde düşen yağmuru uzun süre keyifle seyrettik. Biraz
hafifleyince Hasseki’ye doğru yola çıktık.
Yeni Liman'da yağmuru seyreden gezgin
Vadiye inen sis içinden
ilerlerken, bayıra doğru terk edilmişlik içinde yalnızlığına sarılmış, kente
akın akın göçen gençlerin ardında kalan birkaç yaşlı nüfusu ve bazı şehir
kaçkınları ile yüzyılların yorgunluğunu taşıyan silüetini gösterdi bize Hasseki.
Yağmurda Yeni Liman
Akdağ’ın Ege Denizi’ne doğru
uzanan derin vadilerinde 19.yy.da sürdürülen yoğun bağcılıktan eser yok artık
buralarda. Sökülen bağların sekileri zaman zaman seçilmiyor değil aslında.
Ancak, son yıllarda bu derin vadilerin yamaçlarında merkezi hükümetin
teşvikiyle makilik alanların sökülerek zeytin dikilmesi operasyonu yürütülüyor.
Bu amansızca ve hunharca sürdürülen doğa katliamı sonunda, iktidara yakınlığın
avantajlarından da yararlanılarak devlet bankalarından elde edilen teşviklerle bu
güzelim yamaçlar, tamamen o doğal örtüsünden arındırılmış ve kel bir başa
döndürülmüş durumda. Ancak, doğa her zamanki gibi uyarılarını ve derslerini
vermekte. Yağan şiddetli yağmurlar sonrasında bu doğa tahribatının ceremesini
ve sonuçlarını Badembükü, Hamzabükü gibi cennet köşesi koylara
doğru akan dereciklerin taşıdığı zemin toprağının, denizi boyadığı kahverengi
sularda aramak gerek. Ne diyelim sözün bittiği noktadayız artık.
Hasseki; 2008 yılında...
Karaburun Yarımadası’nın
Batıya bakan yüzünde; kendini bu vadilerin korsan akınlarına kapamış saklı
koyaklarında gizlemiş bir dizi köy yer alıyor. Hepsi de; II. Abdülhamit dönemi
tek tip minareleri ile dikkat çeken 19.yy. camileri ve yerel malzeme kayrak
taşlardan yapılmış sivil mimari örneği güzelim evleri ile ortak bir ayar
tutturmuşlar sanki. Hasseki, Sarpıncık, Parlak, Salman ve Küçükbahçe bunlardan
bazıları… Bazıları da var ki; Rumların Türklerle birlikte yaşamının sonlandığı
1922 sonrasındaki Mübadele’den sonra kaderleri hepten değişmiş ve doğanın ve
insanın tahribatı ile günümüze kadar devam eden bir yok oluş sürecine
sürüklenmişler.
Salman Köyü Camisi; 2008 yazı
Parlak’ı geçince, yalısı olan Badembükü’ne
doğru inen bayır aşağı yoldan çok rahatlıkla seçilebilen ve bize her
geçişimizde Fethiye’deki Kayaköy’ü hatırlatan Sazak Köyü bunlardan en
dikkate değer olanı diyebilirim. Bir de bugün yazlık sitelerin istilasına
uğramış haldeki Kara Reis Çifliği’nin üstünde; terk edilmiş eski Rum Köyü Meli
var. Aslında Hasseki, Parlak ve hatta Küçükbahçe’nin kendisi de; iki
halkın bu ortak yaşamına yüzlerce yıl tanıklık etmiş köylerdir. Ancak, 1922’de
yaşanan o büyük travma, Ege’nin her iki yakasında da bugüne dek uzanan onulmaz
yaralar açmış ve zihinlerde hiç silinmeyecek izler bırakmıştır.
Badembükü yolundan Sazak Köyü harabelerine bakış; 2008 yazı
Sazak yada Rumların verdiği
isimle Sazaki, mübadeleye
kadar Rumların ve Türklerin birlikte yaşadığı, ağırlıklı olarak bağ tarımının
yapıldığı müreffeh bir köymüş. 450 kişilik bir nüfusu varmış. Mübadele sonrası,
Kayaköy’e benzer bir kaderi paylaşmış. Bağ terasları toprağın aşınan izleri
arasında hala seçilebiliyor. Köy şu anda harabe halinde... Yamaçta kurulduğu
için evler arasında daracık taşlı patikalardan geçilerek bir üst terastaki ev
grubuna ulaşılabiliniyor. Köyün altında bir kilise yıkıntısı var. Evlerin
formatları birbirine benziyor. Yıkılan evlerin duvarlarında ise nişler dikkat
çekiyor.
Kumtaşları üzerinde Badembükü martıları; 2010 Ocak ayı
Sazak Köyü’nün eski yalısı Badembükü,
yağan yağmurlarla kahverengiye dönüşen kıyısındaki sularında geçmişini arıyor
aslında. Hiç bir şeyin kıymetini bilmeyen bir insanlık var şimdi bu
topraklarda. Oysaki Tanrı’nın bize armağan ettiği ve asla bizim olmayan o
cennet köşeler, bizim bozuk para gibi harcayıp kenara atacağımız bir miras
değildir bizlere. Ancak, bu gözü dönmüşlük ve doymamışlık hali bizi toplumca bu
noktaya getirdi ne yazık ki. Tufeyli takımı ve bir çapulcular sürüsü, elbirlik
memleketin her yanında bu cennet yurdun bir şekilde yağmasını sürdürmekteler.
Ne demiş Tevfik Fikret ustamız tam yüzyıl önce; ibretlik olsun diye…
Han-ı
Yağma
Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazr!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır
hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim
bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin,
alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay
kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı
lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak
çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Büyük Usta, yüzyıl önce
söylemiş; ne farkı var o günden bugünün; belki yöntemler biraz değişti; belki
daha teknik yöntemler kullanılıyor soygunda o kadar. Ama işin özü aynen sürüyor
bu topraklarda. Ne diyelim “benim zavallı ve yalnız yurdum” nasıl kıydılar
sana…
Badembükü Yalısı; 2010 Ocak
Badembükü, 1922’de terk edilmiş Sazak
Köyü’nün yalısı konumunda. Parlak Köyü’nün yanından sapılan bir yolla
bayır aşağıya iniliyor. Sarıyar Çeşmesi, yörenin tek tatlı
su kaynağı. Bu yörede yamaçlara saçılmış, bu türden çoban çeşmelerine rastlamak
pek mümkün. Küçükbahçe’ye tırmanırken Ege’yi tepeden seyreden böyle
heybetli bir çeşme daha var. Andezit taşlardan örülmüş çeşmelerin yıllara
meydan okuyan vakur duruşu, bu sessiz yamaçlarda daha bir anlamlı sanki.
Badembükü'ne inerken Sarıyar Çeşmesi ve Ege Denizi; Ocak 2010
Karaburun’un arka
yüzünde, Badembükü’nün önünde Sakız Adası önünde sıçrama noktaları
teşkil eden adacıklar uzanıyor. Bunlar, bize Börklüce’nin direniş günlerini ve
Sakız ile kurulan ilişkiler yumağını hatırlatıyor. Mağaza Dağı önündeki
Doğuya mihrap yapan bir silik kilise izi, o günlerden bugüne uzanan bir
hikâyeyi bize fısıldıyor. Sakız Adası’ndan Bedrettin yiğitlerine ve Karaburun
direnişine destek olmak üzere Börklüce Mustafa’ya gönderilen mancınığın karaya
çıkarıldığı plaj burası olmalı. Bedrettin yiğitlerinin Sakızlı Rum gemicilerin
desteğinde I.Mehmet’e karşı ayaklandığı topraklar burası. On binlerin ak
libaslarıyla “Edirne Sarayı’nda sulanmış atların” nalları altında acımasızca ezildikleri
topraklar burası.
Badembükü; Mağaza Dağı'ndan plaja bakış; 2010 Ocak
Badembükü’ne doğru bayır aşağı
inen yolda ilerlerken koyun keçi otlatma nişangâhları dikkatimizi çekiyor. Üst
üste konulan taşlarla uzaktan bir baca izlenimini veren bu yapılar otlakların
konumunu ve sınırlarını belirliyor olmalı.
Badembükü; Kilisenin temel izlerinin bulunduğu tepe; 2010 Ocak
Seyrek evlerle kaplı;
bol ağaçlı ve verimli tarım arazileriyle kaplı bir yer Badembükü. İsmini de
düzlükte yoğun şekilde yer alan badem ağaçlarından almış. Rivayete göre; Süveyş
Kanalı’nın açılması ile 19.yy.da sular aniden Badembükü’nden çekilmiş.
Eskilerin günümüze taşıdığı bir hikâye bu; doğru mudur bilinmez? Bizden
aktarması…
Badembükü'nde Mağaza Dağı'nda kilisenin temel izleri; Ocak 2010
Badembükü’nün arazisinden
yukarıdaki Salman ve Parlak köylerinin sakinleri
yararlanıyor. Deniz kıyısında; tuzlu suyun ve kumun, denizin gelgitleri ile
yükselip alçalması sonucunda oluşturduğu kumtaşı oluşumlar yer alıyor. Yaz
günleri doyumsuz ve sakin plajı ile buraları, hala çok az kişinin bildiği bir
saklı cennet olarak dikkat çekiyor.
Badembükü'nün seyrek evleri ve tarımsal alanlar
Salman Köyü’nden ilerde; sahilde Denizgiren’e
sapıyoruz. Bir kuyunun başında ve yağmur altında o eşsiz çınarı ziyaret
ediyoruz. Yağmur bütün hızıyla yağıyor. Ortalıkta kimsecikler yok; ardıçlar,
bir dizi boyunca bulunduğumuz yerden denize doğru yol boyunca uzanıp gidiyor. Baharla
birlikte doğanın uyanışına bizim anıt çınar da katılmış.
Denizgiren'deki Kuyulu Çınar'da yağmurun altındayız
Narenciye bahçelerinin
içinden ilerleyerek, dağdan denize doğru akan ve yağmur sularıyla beraber
toprağı denize sürükleyen bir dere yatağının üstündeki köprüden geçiyoruz. Köpüre
köpüre kahverengi toprağın rengine bulanmış sular Küçükbahçe’nin yalısına
doğru ilerliyor. Yol, Karaburun Yarımadası’nı bir hallaç pamuğu gibi atmakta
olan balık çiftliği ve madenci kamyonları tarafından lime lime edilmiş.
Karaburun'un traşlanan vadileri; 2008 yazı
Keklik yetiştirme
sahalarının yakınından ilerleyerek Küçükbahçe’nin sisler arasından
seçilen eski evlerine doğru yol alıyoruz. Köyün arka yüzünde Rumlardan kalma
eski mahalle yer alıyor. Bir vadinin koyağında saklı Rum evlerinin yıkık dökük
halleri, eski bir çeşme, akan bir dere; evlerin birisinden sallanan ay yıldızlı
bayrağımız bu zapt edilmişlik içinde hangi zafer türkülerini söyletiyor
bizlere? Terk edilmiş evler ve kıyıya inmiş Küçükbahçe artık
buralarda değil. Jandarma karakolu ile devlet ise, dimdik ayakta ama… Hüzün
dolaşıyor Küçükbahçe’nin terk edilmiş sokaklarında. Birkaç evden tüten
duman buralarda sürüp giden yaşamı ele veriyor bize. Karakolun önünden
arabamızla dönüş yapıp Kara Reis Çiftliği’ne doğru yola
çıkıyoruz. Yolda sis iyice bastırıyor.
Küçükbahçe sisler altında...
Kara Reis
Çiftliği’ne giden en kısa yolu, Balıklıova - Ildır
sapağından itibaren 17 km. içerde yer alan ve Gerence Körfezi’ni dolanan bir
yolla Karaburun Yarımadası’nın Çeşme-Ilıca’ya bakan kıyısını dolaşarak ulaşılan
güzergâh oluşturuyor. Bizim bugün yaptığımız ise, tam tersine; tüm Karaburun Yarımadası’nın
Doğusunu ve Kuzeyini dolaşarak Kara Reis’e varmak oldu.
Küçükbahçe yolunda anıt çitlembik
Şu
anda yazlık kooperatifler ve balık çiftlikleri tarafından ele geçirilme süreci
tamamlanmakta olan Karaburun kıyılarının bu yakasında eskiye dair ilginç
bilgiler yer alıyor. Kara Reis, rivayete göre Mısırlı,
denize ve balıkçılığa düşkün bir zat, Osmanlı döneminde bu topraklara devlet
tarafından yerleştirilmiş. Buranın bir tür sahibi; ancak padişah tapusu altında…
Yani padişah adına buraları yöneten bir bey diyelim. Kara Reis Çiftliği diye
anılan ve denize doğru uzanan yaklaşık 10 000 dönüm genişliğinde arazide
zamanında çok zengin badem, incir ve zeytin ağaçları varmış.
Küçükbahçe'de bir kır çeşmesi; 2007 Ekim
Kara
Reis Çiftliği’ni
tepeden gören konumda bulunan bugün yıkıntılar içindeki Meli Köyü’nde mübadeleye
kadar Rumlar yaşamışlar. Köyü, önceki yazlardan birinde gezerken eski bir
kilise yıkıntısı da görmüştük. Burası vakti zamanında oldukça zengin bir
köymüş. Yunan İşgali sırasında; Rumlar, işgal kuvvetleri ile işbirliği yaparak
civar köylerdeki Türklerin köylerinden kaçmalarına neden olmuşlar. Kurtuluştan
sonra, Rumların hepsi evlerini bırakıp Sakız’a kaçmışlar kayıklarla. Mübadele
sonrası köye gelen ilgililerin 750 eve hane numarası vurduğu söyleniyor. Bu da
750 ev ve yaklaşık 3000-4000 arasında nüfus demek... Köy içinde Rumlar
zamanından kalma Alanaki, Kuruçeşme
ve Kolado Mevkii adları hala
biliniyor. Kilise yıkıntısının karşısında dev bir çınar ve çam ağacı, buraları
dolaştığımız o yaz mevsiminde; cehennem sıcağında bize ayazma serinliği vermişti.
Gerçekten de çevrede hala içinde su olan, ancak muzır insanlar tarafından taş
ve tahta atılarak kapatılmış üç yada dört kuyu görmüştük. Kuyulardan biri kare
şeklinde açılmıştı.
Kara Reis'e doğru eşşsiz koylardan biri; 2008 yazı
1950’li
yıllarda Küçükbahçe’den ilerde bulunan Yaylaköy’de heyelan
olmuş, evler kaymış. Ankara’dan ilgililer gelmişler, Yaylaköy’de bu durumda
oturulamayacağına karar vermişler. Köylüler, Kara Reis’e taşınmak istememişler.
Ankara’dan gelen yetkililer ise, gelin sizi ovaya indirelim, ayağınıza deniz
değsin demişler. Köylüler kabul etmemişler. “Biz bu dağdaki taşları kullanır,
evleri yaparız” demişler. En sonunda Rumların 1922’de terk ettiği Meli’nin
bulunduğu yere iskan izni verilmiş. Ancak kadastro geçirmek amacıyla bütün
eskiden kalan Rum evlerini yıkmışlar. Zaten o güne kadar dağda hayvan otlatan
çobanlar, yakmak için yada işe yarar gördükleri ahşap malzemeyi tamamen söküp
almışlar. Böylece evlerin taş duvarları da bu olayla yerle bir olunca,
Fethiye’de Kayaköy’deki manzaranın çok daha kötüsü burada oluşmuş. Devlet,
köylülere 750m2 yer ve o zamanın parasıyla 10.000 TL. vermiş. (Bülent
Ecevit’in Çalışma Bakanlığı sırasında) Üç kağıtçı bir müteahhit denk gelmiş,
evleri son derece çürük bir şekilde yapmaya başlamış, işi bitirmeden de kaçmış
ve köylüleri dolandırmış. Köylülerin bir kısmı bu yarım kalan evleri
tamamlayarak burada oturmuş, bir kısmı Yaylaköy’deki evlerine dönmüş, kimisi de
İzmir’e göçmüş.
Yaylaköy Çeşmesi; 2008 yazı
Zamanla
Cumhuriyet dönemindeki bir takım arazi spekülatörlerinin köylüden deniz
kıyısındaki 10 bin dönümlük bu araziyi ele geçirmeleri ve Ankara’dan aldıkları
verimsiz arazi raporları ile tescil ettirmeleri sonucunda, güzelim ağaçlar bir
çırpıda yerlerinden sökülüvermiş. Bir ara yerine mandalina ağaçları dikilmiş,
ancak bunlar da kısa zamanda kurumuşlar ve onlar da söküldüğünde Kara
Reis Çiftliği, tamamıyla rant avcılarının kucağına düşüvermiş.
İris Gölü; Kara Reis sisler altında
Eski
Rum köyü Meli’den Yaylaköy’e bir dağ yolu var. Orman
içi bir yol bu. Meli’den yaklaşık 1,5 km. sonra yolun sağında zeytinlikler
civarında, yol kenarında bir su kaynağı var. Zamanla İzmir’den gelen hali vakti
yerinde kişiler, bu yarım kalan evleri satın almışlar, kimisi restore
ettirerek, kimisi de tamamen farklı tarzda yeniden yaparak dağdaki köye
yerleşmişler. Bu şekilde eski köyün yıkıntıları arasında 5-6 ev var. Aşağıda
ise denize doğru Kara Reis Çiftliği’nin yeni sahipleri yazlık siteler…
İris Gölü sisler altında
Kara
Reis Çiftliği’ni
ardımızda bırakarak sazlıklar ve eflatun renkli süsenler arasında seçilebilen İris
Gölü’ne ulaşmak çok az bir zamana karşılık geliyor. Neredeyse 5 dakika
içinde bu yılki bereketli yağmurlarla zenginleşen İris Gölü’ne
ulaşıveriyoruz. Genellikle yazın bastıran sıcaklarla birlikte kuruyan göl kışın
yağışlarla beraber geri dönüyor. Ancak bu yılki görüntüsünün oldukça tatminkâr
düzeyde olduğu söylenebilir.
Gülbahçe erguvanları
Gerence
Körfezi’ni dolana dolana ve bazen bu körfez için büyük bir tehdit haline gelmiş
olan balık çiftliklerini ardımızda bırakarak Kara Reis’den bu yana 17 km.lik
yolu tamamlıyor ve Ildır – Balıklıova sapağına ulaşıyoruz. Artık rotamız belli;
Balıklıova’da yağan yağmurun eşliğinde kıyıdaki salaş balıkçı lokantalarından
birinde bir iki barbunla günü sonlandırmak… Suya düşen yağmur damlalarının
oluşturduğu baloncuklar eşliğinde; yağmurlu bir günde Karaburun yarımadasını
dolaşmış olmanın keyfiyle günümüzü noktalıyoruz. Esintili hava, hafiften
ürpertiyor içimizi; lokantadan kalkıyoruz ve tertemiz bir havada akşama doğru
keyifle direksiyonu Gülbahçe üzerinden İzmir – Çeşme otoyoluna doğru çeviriyoruz.
Nasipli geziler olsun diye…
Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Bir izmirli olarak bende bu anlattğınız yerleri ilk defa gezdim(utanıyorum)
YanıtlaSilKaraburun yarım adası gerçekten mükemmel bir yer.Heryerden tarih fışkırıyor.
iki türlü gidebilirsiniz buraya.
Birincisi urla üzerinden gülbahçe,balıklıova,mordoğan,karaburun
İkincisi ise daha çok doğa severler için.Çok bakir bir yol,kendinizi karadenizde zannedersiniz.Mükemmel bir doğa yapısı var,ufak köyler cabası.Buraya ise çeşme ıldırı dan gidiliyor.bazen deniz kenarından bazen ise dağların ve ovalarından geçmek çok güzel.Zeytin ve zeytinyağı çok meşhurdur.Tavsiye ederim
Her iki yoluda mutlaka deneyin.Karaburun gerçekten cennet gibi bir yer.
Katkınız için teşekkürler... Yeni yorumlarınızı bekleriz. İyi geziler...
YanıtlaSilBu yaziyi okuduktan sonra oralara yerlesmeye karar verdim
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, yalnız elinizi çabuk tutun; çünkü yarımadada talan hızlandı. Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin sürekliliğini dileriz. İF
YanıtlaSil