SİSAM ya da SAMOS
19-20-21 Mayıs 2017
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Kurtuluş’un başlangıcı 19 Mayıs 1919’un hatırasının giderek sisli bir
hayale döndüğü günlerden bir gün, Kuşadası’ndan neredeyse Bandırma Vapuru
benzeri bir takayla Sisam’a doğru yola çıktık. Ne bilelim; Yunanistan’da da 19
Mayıs, bir anma gününe karşılık gelirmiş; bizim Kurtuluş’un ışığı diye
kutladığımız o günü, karşı komşular; 19 Mayıs Pontus Soykırımı diye ahla vahla
anarlarmış meğer… Bu işin ironik yanı; bir yanda sisli ve kasvetli bir bayram;
diğer yanda bitmek bilmeyen bir hüzün ve kin; komşuların karmakarışık ruh
halleri işte.
Samos ya da Sisam adası
Sisam’a giderken
Sabah Kuşadası’ndan Sisam’a doğru
hınca hınç bir göç vardı sanki. 19 Mayıs günü Sisam’a bir çıkarma yapar gibiydi Türkler. Dilek Yarımadası’nın burnunun
dibinde ve ana karadan yaklaşık 1400 metre uzaklıktaki bu adaya yaklaşık 90 yıl
önce de insanlar gitti. 90 yıl önceki göç bizimkisi gibi değildi tabii.
Hatıraları götürdüler yanlarında; acılarıyla birlikte; karşı kıyıya o insanlar.
İçlerinde ihanetin sancısı, tam Megali İdea’yı realize ettik derken, Küçük Asya
Felaketi’nin şok dalgaları eşliğinde; beyinlerinde yurt bildikleri topraklardan
koparılmış olmanın şaşkınlığıyla nasıl vardılar Gâvur Çamlı’dan, Yoran’dan
Samos’a 7-8 Eylül 1922 sabahlarında;
kim bilir?
İzmir yada Smyrna yanmadan önce; bir 20.yy. hatırası
(Kaynak: internet ortamı)
ve onlar İzmir'den giderlerken...
(13 Eylül 1922)
(Kaynak: internet ortamı)
Onların torunlarından biri olan ve şimdilerde Samos’da yaşayan Elsa Hiu,
ninesinden ona kalan hikâyeleri bir kitapta topladı ve İzmirli Nine ismiyle her iki yakada da yayınlandı. Kitap iki yakada
yaşayan halkların kardeşliğine adanmıştı ve 1997 yılında Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü’nü kazandı.
Yoran sokakları; terk edilmişliğin izlerinde...
(Fotoğraf:İF; Ekim-2010)
Didim’de Apollon Tapınağı’nın hemen
yanında; şimdi yıkıntılar içindeki Hieronda
ya da Yoran köyünün sakinleriydi
onlar. Köyde o günden bugüne kalan en önemli yapı İlahiyatçı Yahya Kilisesi, Apollon
Tapınağı’nın tam karşısında şimdi bir cami olarak hizmet veriyor. Kilisenin
hemen arkasında ise Miletos’dan Dydma Kutsal Alanı’na uzanan yaklaşık 14
km.lik döşeme hac yolunun izleri sonlanıyor. Yoran’ın yıkık kulübelerinin arasındaki daracık sokaklarında
dolaşırken insan, bin yıllar ötesinden gelen bir kültürün çağrısına uyarak
sadece anlamaya çalışıyor olanları ve olacak olanları...
Dydma Apollon Tapınağı; en arkada İlahiyatçı Yahya Kilisesi; şimdi cami...
(Fotoğraf:İF; Ekim-2010)
Elsa Hiu anlatıyor:
“Alman arkeologlar
Apollon Tapınağı'nı yeni kazmaya başlamıştı. İşçilerin başında, eli kırbaçlı
Rum bir kâhya vardı. Tapınağın karşısındaki kilisenin papazı Yorgi’nin kapısı
çaldı bir gece. Gelen eli kırbaçlı Rum kâhyaydı. Anlattığına göre; bir Rum
asilzadeyi karşıdaki büyük adadan getirip dağların tepesindeki bir kulübeye tek
başına kapatmışlar. İhtiyaçlarını karşılasın diye bir çobanın karısını hizmetçi
tutmuşlar. Asilzadenin yüzü hep kapalıymış. Çünkü o lanet olası hastalık bütün
suratını sarmış. Soylu aile, çocuklarının cüzamlı olduğunu ada halkından
gizlemek istemiş, ailenin adı kirlenmesin diye. İşte o asilzade, dün sabah
ölmüş. Öyküsünü bitirdikten sonra istediğini dile getiriyor Rum kâhya: “Ailesi,
ölü duasını senin okumanı istiyor Peder Yorgi. Türklerle sorun çıkmasın diye
naaşın buradan başka bir kayıkla açık denize çıkarılmasını istiyorlar. Bakıcı
kadın kefenleyecek. Önce kireç kuyusuna atıldı mikrop saçmasın diye. Heykele
döndü talihsiz delikanlı.”
(Fotoğraf:İF; Ekim-2010)
Kulübeden cenazeyi
almışlar. Önde dört kişi; mumya gibi sarılmış cesedi taşıyor, arkada Peder
Yorgi dua ediyormuş. Rum kâhya pedere dönmüş bir ara. “Önümüze gece zaptiyeleri
çıkarsa sen konuş. Cüzzamlı ölüyü anlat.”
Sonunda kıyıya
varmışlar. Hep beraber binmişler tekneye. Rum kâhya küçücük kumsalı olan
kayalıklara gelince, “İndirin” demiş. Pederin şaşkın bakışları arasında kefeni
açmaya başlamışlar. Peder Yorgi, dehşetle görmüş taşıdıkları cenazenin, aslında
yekpare mermerden bir Artemis heykeli olduğunu. Beddualar etmeye başlamış.
Arkasından gümüş buhurdanlığını öne arkaya doğru sallamaya başlamış. “Papaz
aklını oynattı” demiş adamlardan biri; “Heykeli tütsülüyor.””(1)
Bir eski Yoran evi
(Fotoğraf:İF; Ekim-2010)
Peder Yorgi, bu öyküyü anlatan Elsa Hiu'nun ninesinin babası. Şimdiki adı Didim olan Hieronda köyünün de mübadeleden önceki son papazı. Yıl 1913 ve henüz sonlanmamış hayat Yoran’da.
Samos'a doğru...
Pythagoreion'a doğru; yat limanı
Anadolu’da ve Ege adalarında devam ediyor hayat. Mavilikler üzerinden
bugün başka göç hikâyeleri kurgulanmakta Ege’de. Yine acıyla yüklü; yine yurt
hasretlikleri üstüne... Sığacık’ın ve
Didim’in kuytu plajlarından hareket
eden lastik botlarla yapılan ölüm yolculukları belki Samos’da, belki maviliklerin derinliklerinde son buluyor. Ama ne
gam; bazen ivmesi azalsa da bu ölüm yolculukları bitecek gibi değil; aynı bir
bileşik kaplar prensibiyle çalışıyor sanki dünya; bir zamanlar kanını emdikleri
biçare halkları çağırıyor sanki metropoller; dünyanın serveti büyük insanlığı
çekmekte kendine; ne top, ne tüfek, ne de engin mavilikler; durduramıyor asrın
büyük göçünü…
Pythagoreion; Pisagor'un vatanı; limanın en solunda Lykourgos Kulesi
Bu karmaşık duygular içinde; sanki hemen gelivermişiz gibi batı
kıyılarına paralel seyrettiğimiz Sisam’a
bakarken, Pythagoreion’a ulaşmak
nerdeyse 1,5 saati buluyor; sonunda bir yengecin açılan kıskaçları gibi derin
bir körfezin dibinde baharla birlikte henüz uyanmakta olan Pisagor’un (Pythagoras) memleketi
Pythagoreion’a giriyoruz usulca.
Pythagoreion iskelesinde...
Sisam ya da Samos coğrafyası
Sisam ya da onların deyişiyle Samos
adası batısında yer alan İkaria ve
güney batısındaki Furni adalarıyla
birlikte Yunanistan’ın ana idari bölümlerinden biri olan Samos vilayetini oluşturur. 477 km2 yüzölçümüne sahip Samos, Anadolu anakarasının bir uzantısı
olarak yeryüzü şekilleri ve bitki örtüsü açısından Dilek yarımadasına benzer
özelliklere sahip ve Anadolu’dan kopmuş gibi… Hele adanın kuzey batısındaki Karlovasi’nin Potami plajından başlayarak yükselen kireç taşı kayalıkların bir
dere yatağını izleyerek, giderek bir kanyona dönüştüğü derin vadi, bize Dilek yarımadasındaki topografyayı ve Olukdere Kanyonu’nu hatırlatır. Son
derece dağlık bir topografyaya sahip adanın en yüksek tepesi batıda yer alan
1433 metre yüksekliğindeki Kerketeas
(ya da Kerkis) Dağıdır. Tarıma müsait
düzlükler son derece kısıtlıdır. Derin vadilerle bölünmüş dağlık arazilerde, çalışkan
Samos halkının yarattığı son derece
düzgün teraslanmış bağ ve zeytin tarımına uygun alanlar dikkat çeker.
Samos haritası
(Kaynak: internet ortamı)
Pythagoreion
Kerkis Dağı'ndan Ege'ye bakış...
(Kaynak: internet ortamı)
Adanın temel ekonomik faaliyet alanları turizm ve tarımdır. Yıllardır
Vatikan’ın en önemli şarap tedarikçisi olmakla övünen Samos’un; özellikle dik yamaçlarında oluşturulmuş teraslarında
sürdürülen bağcılık ve şarapçılık faaliyetleri ile zeytin ve narenciye yetiştiriciliği
en öne çıkan tarımsal faaliyetler içinde yer almaktadır.
Vourlates'de bağ terasları
Pythagoreion
Samos’un güney batısında korunaklı bir koyun dibinde konumlanmış Pythagoreion, Ege Denizi’nde yer alan
birçok ada yerleşimi gibi sahilde başlayarak tepelere doğru tırmanan daracık
sokaklar; merdivenlerle ulaşılan evlerin arasındaki dar geçitler ve birbirinin
üstünde yükseliyormuş hissini veren ve bir üzüm salkımı gibi tepenin
yamaçlarına yayılan evlerden oluşuyor. Bir yay şeklindeki Pythagoreion’un küçücük rıhtımı, bizim Marmaris ve Bozburun’un
lokantalarla çepeçevre ele geçirilmiş sahil bandını bir o kadar andırıyor.
Zengin deniz ürünü çeşitliliği ile dikkat çeken bu lokantaların arasından
kuzeye doğru yönelen yol, Pythagoreion’un
alışveriş mekânlarının bulunduğu ana caddesini oluşturuyor. Adanın tek
havaalanı da limanın batısındaki Chora
düzlüğünde ve kıyıya paralel bir konumda yer alıyor.
125 metre yükseklikteki Spiliani Manastırı'ndan Pythagoreion'un görünümü
Rıhtımın güney ucunda yer alan Pisagor
heykeli, aslında ismiyle müsemma bu kasabanın da tarihine doğru bir yolculuğa
çıkarıyor bizleri. Geometri derslerinden hatırladığımız ve asla unutmadığımız Pisagor teoreminde sözü edilen
hipotenüsün karşısındaki dik kenarı kendi vücuduyla tamamlayan bir figür
şeklinde temsil edilen Pisagor,
elinde tuttuğu bir gönyeyle de; bize bir üçgenin dik kenarlarının karesinin
toplamının hipotenüsün karesine eşit olduğunu hatırlatıyor. Heykelin yer aldığı
güney rıhtımının arkasındaki plaj ise, kasabanın içinden denize ulaşmak için
uygun bir nokta olsa gerek.
Pythagoreion rıhtımında Pisagor'un heykeli
Kasabanın eski ismi tava
anlamına gelen Tigani imiş; ancak
1955 yılında Belediye Meclisi’nin kararıyla kasabanın adı, buralı olan
İlkçağ’ın büyük düşünürü Pisagor’un
hatırasına atfen Pythagoreion’a
dönüştürülmüş.
Ebruli gezginleri, Lykourgos Kalesi'nde...
Pythagoreion Limanı'na hakim bir noktadaki Lykourgos Kalesi; arkada Metamorphosis Kilisesi
Lykourgos Kalesi
Lykourgos Kalesi'nden bir başka görünüm
Kilisenin avlusundan; kompozit bir başlık...
Üzerinde aslan ağızlı olukları bulunan bir kiriş parçası; eski Samos'dan kalanlar...
Pythagoreion’a ayak bastığımızda; limanın güney batısındaki alçak tepenin üstünde
konumlanmış ve 19.yy. Yunan Ayaklanması’nın yerel liderlerinden olan Lykourgos Logothetis’in ismiyle anılan Lykourgos Kalesi ve hemen arkasında yer
alan Metamorphosis Kilisesi ilk dikkatimizi çeken yapılar oldu. Kıyı boyunca batıya doğru uzanan İlkçağ
yerleşimi Samos’un kalıntılarının yer
aldığı geniş kıyı bandının hemen önünde yükselen kalenin yapımında, bu kentin
antik yapı taşlarının kullanıldığı anlaşılıyor. Kaleye yönelecek saldırıları
püskürtmek amacıyla giriş kapısı yakınlarındaki seng-i endaz adı verilen ve bizim Batı Anadolu’daki bazı kalelerde
ve Aydın civarındaki Menderes Kuleleri’nde
görebileceğimiz; düşmana kızgın yağ ve taş atılan oluk örneklerine bu yapıda da
rastlıyoruz. Rivayet odur ki; kalenin konumlandığı tepe Antik Samos’un akropolüydü.
Kale ise, 1824 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı Sisam ve Sakız merkezli gelişen
ayaklanmada askeri amaçlı önemli bir işlev görmüş.
Metamorphosis Kilisesi
Kilisenin avlusuna giriş
Kasabanın mezarlığı ve Lykourgos
Kalesi
Mezarlık nasıl temiz tutulur "procesi"
Bir mezardan detay; solda ölen kişinin resmi, ortada bir gaz lambası ve sağda Hz. İsa
Arkasındaki Metamorphosis Kilisesi
ise kasabanın hemen hemen her yerinden seçilebilecek irilikte bir yapı olarak
dikkat çekiyor. Kilisenin güney yönünde; Lykourgos
Kalesi’nin alt düzleminde ise Pythagorieon’un
mezarlığı yer alıyor.1833 yılında Türklere karşı adadaki ayaklanmanın önderi
konumundaki Lykourgos Logothetis tarafından
Metamorphosis gününde (6 Ağustos 1824) kazanılan
zaferin anısına yaptırılmış olan kilise, İsa
Peygamber’in peygamber katına yükselişini temsil eden dönüşümüne (metamorphosis) adanmış. Her 6 Ağustos
günü, her iki olay; yani hem metamorphosis,
hem de 1824’de Türklere karşı kazanılan zafer, bu kilisenin bulunduğu düzlemde
törenlerle kutlanırmış. Halen kilisenin dış cephelerinde ve kiliseye bitişik
eklentilerde restorasyon faaliyetleri sürdürülüyor. Kilisenin görevlisi bir
yaşlı hanımın bizi içeri davet etmesi sayesinde kilisenin içini de görme
fırsatımız oldu.
Lykourgos
Kalesi'nden Spiliani Manastırı'nın da bulunduğu dağa bakış
Tam giderken görevli bayan, kilisenin kapısını açarak bizi içeri davet etti.
Metamorphosis Kilisesi; ikonastasis
Kilisenin giriş kapısının üstünde yer alan melek rölyefleri
Pythagoreion; tertemiz sokakları, belki turizm sezonunun hemen arifesinde olmanın
sakinliğiyle ziyaretçisine konforlu bir dinlenme olanağı sunuyor aslında.
Baharla birlikte vişneden mora doğru değişen rengârenk çiçekleriyle evlerin
avlularından sokaklara taşan begonvillerin görünümleri ise anlatılacak gibi
değil. Neredeyse her evin avlusunda bu çiçeklerden var. Tepeye doğru tırmanan
daracık sokaklar ya da merdivenlerin yüzeyi muhtelif desenlerle; mavi-beyaz
renklerde bezenmiş durumda. İnsan sokaklarda yürürken basmaya kıyamıyor doğrusu
sokaklara ve kaldırımlara.
Pythagoreion'un tertemiz sokakları
Pythagoreion'un alışveriş mekanlarının bulunduğu ana caddesi
Bu sevimli kulübeyi koymazsa olmazdı.
Pythagoreion rıhtımında tekneler...
Pythagoreion'da; begonvillerin önündeyiz.
Çok sayıda mütevazı otel ve pansiyon ziyaretçilerini bekliyor Pythagoreion’da… Aslında sıradan bir
sokakta geniş ya da küçük bir avluda sımsıcak restoranlar ya da kafeteryalar
davetkâr bir edayla çağırmakta ziyaretçisini. Akşama doğru; güneşin etkisinin
azaldığı anlarda; kıyıdaki kahvehanelerden birinde soluklanmak; denize karşı
kahvenizi yudumlamak ya da ara sokaklarda aniden karşınıza çıkan tahta
sandalyeli bir eski kahvehanenin sundurma altına sığınmak; tepelere doğru
tırmanırken, yorulduğunda insan; ne güzel bir an…
Pythagoreion'da sokakların açıldığı küçük bir meydandan görünüm
Aynı meydanda bir Pythagoreion evi
Zakkumla begonviller, bir arada...
Pythagoreion; tırmandıkça güzelleşen sokaklar...
Denizlere çıkar bütün sokaklar; Pythagoreion'da...
Denize inen bir sokak daha; sokak süslemelerine dikkat...
Tepeden Pythagoreion Limanı'na bakış
Ah o güzelim begonviller; her yerdeler.
Pythagoreion’da İlkçağ’ın Samos’undan kalan en önemli alan bu
adada doğduğu kabul edilen Tanrıça Hera’ya
adanmış Heraion Kutsal Alanı… Bunun
dışında ne var bu alanda; Roma döneminden kalan hamam kalıntıları, Bizans
döneminden kalma bir bazilikanın temelleri ve İlkçağ’dan beri varlığını koruyan
Glyfada Gölü’nün sınırlarını çizen
duvarlar… Yaklaşık kıyı düzleminden 125 metre kadar yüksekteki bir yamaçta ise,
adanın en önemli kutsal mekânlarından birisi olan Spiliani Manastırı bulunuyor. Bu manastırın önemi ise, üzerine
kurulu olduğu bir mağara içindeki ayazma ve Bakire
Meryem’e adanmış bir mağara kilisesinin varlığından kaynaklanıyor. Mağaranın
yukarısındaki üst düzlemde ise, çocukları olmayanların ziyaretine mazhar olan
ve Aziz Yorgi’ya adanmış bir başka
kilise daha var. Kıyıya hâkim benzersiz panoramik manzarası ve kara servilerin
koyu gölgesi altındaki tatlı serinliğiyle hatırlayacağımız bu kilisenin
avlusundan Pythagorieon’a ve açık
denize doğru bakmak benzersiz bir keyif anı şüphesiz.
Chora düzlüğünde yer alan Glyfada Gölü
(Kaynak: internet ortamı)
Spiliani Manastırı
Spiliani Manastırı'ndaki Aziz Yorgi Kilisesi
Spiliani Manastırı'ndan denize doğru bakış
Spiliani Manastırı; mağaranın genel görünümü
Spiliani Manastırı'nın altındaki mağarada yer alan ayazma ve Bakire Meryem Şapeli
Spiliani Manastırı; Bakire Meryem Şapeli
Spiliani Manastırı; şapelin içinden...
Spiliani Manastırı; ayazma
Spiliani Manastırı'ndan Chora Düzlüğü ve Glyfada Gölü'nün görünüşü
Spiliani Manastırı; çan kulesi ve avlu
Restorasyonunun sürmesi nedeniyle; Tiran
Polykrates zamanında kente içme suyu temini amacıyla, Kastro Dağı’nda Atinalı Mimar Eupalinos
tarafından açılan ve onun adıyla anılan Eupalinos
Tüneli’ni gezemedik. Tünel, kare kesitli; yüksekliği ve genişliği 1,8
metre, uzunluğu ise 1036 metre olup Unesco Kültür Mirası Listesi’nde yer
alıyor. Tüneli ilk kez 1703’de Fransız botanikçi ve gezgin Turnefort, Tigani’ye
geldiğinde tespit etmiş, ama çökme olduğu için içine girememiş. Tünelin bir
uçtan diğerine dek temizlenip açılması ise, 1882-1884 yılları arasında
gerçekleştirilmiş.
Eupalinos
Tüneli
(Kaynak: internet ortamı)
Eupalinos
Tüneli
(Kaynak: internet ortamı)
Eupalinos
Tüneli'ni gösteren 19.yy.da Almanlar tarafından hazırlanmış eski bir Samos haritasından; Pythagoreion'un ismi o zamanlar Tigani...
(Kaynak: internet ortamı)
İsmi Samos Adası ile özdeşleşen İyonyalı ünlü
matematikçi ve filozof Pisagor (Pythagoras) Samos’da doğmuştur. Yaşam yılları, Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe
Ansiklopedisi’nin Pitagorasçılık
maddesinde İ.Ö. 580-504 yılları olarak veriliyor. Pythagoreion'daki heykelin üstünde ise İ.Ö. 580-496 yılları yazıyor. Bir elmas yontucusunun oğlu
olan Pythagoras, ilk eğitimini
doğduğu ada Samos’da alır. Daha
sonraları; babasıyla birlikte ticaret amaçlı uzun yolculuklara katılır. Bu
seyahatler, ona farklı kültürler, insanlar ve bilgilerle tanışma olanağını
verir. Bu vesileyle tanıştığı Miletoslu
Thales’in bilgilerinden yararlanır. Thales,
ona Doğu’ya ve Mısır’a gitmesini önerir. Kırk yaşlarındayken o sıralar Samos’u yöneten Tiran Polykrates’in zorbalığından rahatsız olarak Samos’u terk eder;
Mısır’a, Babil’e, İran’a ve Hindistan’a kadar uzanır. En sonunda
yeniden Samos’a döndüğünde, hala Polykrates’in iktidarda olduğunu görerek
Samos’dan bir daha dönmemecesine
ayrılarak İtalya’nın Kroton kentine
yerleşir ve Helen düşüncesini bir anlamda Batı’ya taşır. Pythagoras, yirmi yıl kadar Kroton’da
kaldıktan sonra İtalya’nın doğusunda başka bir kente, Metapont’a göç etmiş ve orada ölmüştür.
İlkçağ'ın büyük düşünürü Pythagoras (Pisagor)
(Kaynak: internet ortamı)
“Pisagor, Syros’lu
Pherekydes’in öğrencisiymiş. Kimi antik çağ kaynaklarına göre İran’a gitmiş ve
Zerdüşt’le görüşmüş. Ondan var olan bütün şeylerin iki nedeni olduğunu, bu
nedenlerden birinin baba-ışık ve ikincisinin ana-karanlık olduğunu; ışığın
bölümlerinin sıcak, kuru, hafif, hızlı ve karanlığın bölümlerinin soğuk, yaş,
ağır, yavaş olduğunu öğrenmiş. Zerdüşt’ten öğrendiğine göre; evren, bunların;
erkekle dişinin bir araya gelmesiyle kuruluyormuş.
Kimi kaynaklara göre de
Hindistan’a gitmiş ve Buda’dan tek ve çift ikiciliğini, ruh göçünü, et
yememeyi, bekâr kalmayı, sert bir düzen içinde birlikte ve topluca yaşamayı,
kendi kendini yoklamayı ve derin düşünmeyi, insanlara bağlanmayı ve onlara
karşı iyi ve doğru olmayı öğrenmiş. Ruhun ölümsüzlüğü ve kalıptan kalıba göçüş
bilgisini, “kosmos”un yasalılığı ileri süren Milet öğretisiyle kaynaştırmış.
Kosmik devimin ilksiz ve sonsuz çevrimine insan ruhunun çeşitli bedenlerden
geçerek aynı biçime dönüşünün (reenkarnasyon
inancı) çevrimini katmış.
Pythagoras'ın heykeli, Pythagoreion rıhtımı
Pythagoras “bir gün gelecek, ben elimdeki bu değnekle
gene karşınızda ders vereceğim” dermiş. Ksenophanes’in
bildirdiğine göre bir köpeği kıyasıya döven bir kişiye “dur, vurma artık, dost bir kişinin ruhu var bunda, tanıdım onu sesini
duyunca” demiş. Tarihçi Herodotos
da, ad bildirmeden, bu konuda şunları söylemektedir: “İnsan ruhunun ölmez
olduğunu, vücut yok olunca her defasında ruhun başka bir canlı varlığa
girdiğini; toprak, deniz ve havadaki bütün varlıkları dolaştıktan sonra da
yeniden o zaman doğan bir insan vücuduna geçtiğini ve onun bu dolaşmasının üç
bin yıl sürdüğünü anlatan Mısırlılardır. Bu öğretiyi sanki kendi
mallarıymışcasına kullanan Hellen’ler olmuştur. Bunların adlarını biliyorum,
ama söylemem.”
Gerçekten de bazı
kaynaklar, Pythagoras’ın Mısır’a gittiğini, orada Hermes’in öğrencisi olduğunu,
Memphis tapınağında yirmi yıl kaldığını, yurduna döneceği sırada Mısır’a
İranlıların saldırdığını, İranlıların birçok Mısırlılar gibi onu da kendi
yurtlarına götürdüklerini (Zerdüşt’le
görüşmesi de bu sırada olmalı), tutsaklığının on iki yıl sürdüğünü, böylece
otuz iki yıl süren bir ayrılıktan sonra yurduna dönerek Delphoi tapınağına
yerleştiğini ve dört dereceli gizli bir okul kurarak derslerine başladığını
ileri sürmektedirler.
Ne var ki; bilimsel
olarak bu kaynakların hiç birinin doğruluğu tanıtlanmamıştır. Bu konunun
bilginleri Pitagorasçılığın “Yunan din
tarihinde görülen ilk mezhep” olduğu görüşünde birleşmektedirler.”(2)
Pythagoreion'da dolaşırken bir meydanda rastladık; Pythagoras'ın büstü
“İnsanlar bir’le sayar, bir’le düşünürler. Bir,
insanla Tanrı arasında ortak bir ilkedir. Bir,
bilenle bilineni, düşünenle düşünüleni birleştiren ortak bir ölçüdür. Peki, bu
ortak ölçünün öbür ucu niçin görünmüyor? Onu görebilmek için onunla birleşmek
gerekir. Ona benzemeye çalışarak ona yaklaşabilir. İnsan eşya gibi edilgin
değil, onun gibi etkin olmalıdır. İnsan kendisini böylesine yüceltmek için
çalışmalıdır (İnsanca ölümlü, Tanrıca
ölümsüz olmak da elimizde diyen Hermes’i hatırlayınız). Bir, erkek bir ilkeyle dişi bir ilkenin
birleşmesidir. (Orpheus da şu mısraı
söylüyor: Tanrısal karı ve koca olan Zeus…) Gücünüz yeterse sonsuz âlemleri
idrakinizle kucaklayınız, orada bulacağınız şey şu olacaktır: Yaratıcı düşünce
ve o yaratıcı düşünceyle sarmaş dolaş ruh,
can ve ben… Evrenin her yönünde
rastlayabileceğiniz bu üçlükle, o üçlüğün ilkesi olan teklikten başka hiçbir
şey yoktur. Evrensel üçleme, Tanrısal birliktelik (vahdet) içindedir.
Pythagoras’ın beden, can, ruh üçlemesi Hint’in Brahma-Vişnu-Şiva üçlemesine uygun olduğu gibi, Hıristiyanlığın baba-oğul-ruhülkudüs üçlemesini hazırlamıştır (Teslis). Bu üçlüğün ortak ilkesi de Hermes monoteisme’inin buluşu olan teklik’tir. Teklik, üçlüğü özetlediği gibi, üçlükle birleşerek dörtlük görünüşünde de bulunabilir. İşte Pythagoras’ın sayılar biliminin ana ilkeleri, bu ilk dört sayıda toplanmaktadır. Öteki sayılar, bu dört sayının birbirleriyle çarpılması ve toplanması sonunda elde edilebilirler. Örneğin kutsal yedi, üçle dördün toplanmasından meydan gelir ve insanın Tanrıyla birliğini belirtir. Kutsal on, ilk dört sayının toplamına eşittir ve Tanrılığın sürekliliğini anlatmaktadır.”(3)
Koumaradei köyü
Koumaradei köyünün girişi
Adadaki gezimizin ikinci gününde Heraion ziyareti sonrasında; adayı güney doğudan kuzey batıya doğru bir daha kat ettik; Karlovassi’ye doğru… Yolda Pyrgos’un ve Koumaradei’nin içinden geçtik. Koumaradei’de ise kısa bir kahve molasında soluklandık. Yemyeşil vadilere bakan bir sekide kurulu Panorama Kafenion’un balkonundan bağları doya doya seyretmenin keyfi bambaşkaydı. Ama bir de kahvehanenin girişindeki hediyelik eşya satan dükkânda Pisagor’un Adalet Kupaları da vardı. Ondan da söz ederek Pisagor’un hatırasını bir kez daha yâd ettik Koumaradei’de…
(Kaynak: internet ortamı)
Çömlekçi çalışıyor; Koumaradei köyü
“Azla yetinmeyen elindekinin tümünü de yitirir. Çoğu da asla
bulamaz.”
Koumaradei'de Pisagor'un rengarenk adalet kupaları
“İnsan bazen yaşamın
sundukları ile yetinmeyi bilmeli, çünkü daha fazlasını arzularken elindekiler
de kayıp gidebilir. Aynen kupadaki şarap gibi…”
Hera Tapınağı, Pythagoreion’a yaklaşık 6 km
uzaklıkta ve Ireon köyü yakınlarında;
deniz kıyısına paralel bir konumda yer alıyor. Antik Yunan Mitolojisi’nde Gök
Tanrısı Zeus’un eşi ve kardeşi olan Hera’nın
Samoslu olduğu kabul edilmektedir. 4 Avro değerinde bir biletle girilebilen
ören yerinde, gruplar için mutlaka yerel rehber kullanma zorunluluğu bulunuyor.
Tapınak alanına girişten itibaren başlayan ve yaklaşık 100 metreden fazla bir
uzunluğa sahip kutsal yol ile ulaşılıyor.
Hera ve Zeus
(Kaynak: İnternet Ortamı)
Hera Kutsal Alanı'na doğru; kutsal yol
Kutsal alanla ilgili Hera kültünün Geç Bronz Çağı’na dek dayandığı; ama
özellikle İ.Ö. 2.bin yılın 2.yarısına denk düşen Miken Dönemi ile
ilişkilendirildiği; Pausanias’ın tanrıçanın ahşaptan ilk heykelini Argoslu
Argonaut’ların Samos’a getirdiklerini aktardığını; İonların tapınağın bulunduğu
alanda Hera’ya benzettikleri bir ağaç kütüğü bularak buraya bir sunak
yaptıklarına dair bilgiler mevcut.
Hera Kutsal Alanı
İ.Ö. 8.yy.da, mevcut sunağın yanına ilk kez 100 feet (ayak) (hekatompedos=100 ayak) uzunluğunda Hera Tapınağı (Hekatompedos
I) inşa edilmiş. 7.yy.da ise, tahrip olan tapınağın yerine taştan bir
platform üstüne ahşap sütunlarla çevrili yeni tapınak (Hekatompedos II) yeniden yapılmış. Ama esas İlkçağ’ın büyüleyici
yapısı, İ.Ö. 570-560 yılları arasında mimar Rhoicus
ile sanatçı Theodoros tarafından
ortaya konmuş. Dipteral formlu (çift sıra
sütunlu) yeni tapınağın boyutları 52,5*105 metre imiş. Tapınak, Batı
Anadolu’da Ephesos’daki Artemis Tapınağı’ndan sonra ikinci
sırada yer alırmış o zamanlar. 155 adet olduğu söylenen yivli dev sütunların
yüksekliği yaklaşık 18 metre kadarmış. Bugün bu sütunlardan sadece biri
tapınağın güney tarafında ayakta duruyor.
Hera Kutsal Alanı; Kutsal Yol üzerindeki heykeller (asılları müzede...)
Hermes-Afrodit Tapınağı; Afrodit naosu
İon mimarisinin en önde gelen örneklerinden biri olarak değerlendirilen
bu üçüncü faz Hera Tapınağı, ne yazık
ki tamamlanmasından birkaç yıl sonra yaşanan büyük bir deprem sonucunda
yıkılmış. İ.Ö. 538’de Samos’da gücü
devralan Tiran Polykrates, yıkılan
tapınağı yeniden yapmak istese de; İ.Ö. 522’de bir Pers saldırısında Polykrates’in öldürülmesi sonucunda
tapınağın inşa süreci yarıda kalmış.(4)
Hera Kutsal Alanı'ndan...
Bir sütun kaidesi
Strabon’un Heraion ve Antik Samos ile ilgili aktarımları ise şöyle:
“Maindros’un denize döküldüğü yerlerden sonra, yukarı kısımlarında
Priene kentinin ve üstü yabani hayvanlarla dolu ve ağaçlarla kaplı olan Mykale
Dağı’nın (Dilek yarımadasındaki Samson
Dağı) bulunduğu Priene kıyısı gelir. Bu dağ, Samos topraklarının
yukarısında yer alır ve Trogilion denilen dağlık burnun (Dilek yarımadasının Samos’a doğru uzanan ucu) ucundan Samos’a doğru
uzanarak, yaklaşık yedi stadia genişliğinde bir boğaz meydana getirir.
Hera Tapınağı'nın ayağa kaldırılmış haldeki tek sütunu
…
Trogilion burnu yönünde aynı isimde bir ada uzanır. Oradan Sunion’a (Attika yarımadasının güneyindeki burun)
en yakın geçit bin altı yüz stadiadır; bir kimse yolculuk sırasında önce sağ
tarafta Samos, İkaria ve Korsia’yı ve sol tarafta Melantion kayalıklarını görür
ve yolun geri kalan kısmı Kyklad adalarının ortasından geçer. Trogilion denen
burun, Mykale Dağı’nın mahmuzu gibidir.
Hera Tapınağı'nın ören yeri levhalarında yer alan tapınak planı
Hera Tapınağı
…
Trogilion burnundan Samos’a uzaklık kırk stadiadır. Hem Samos, hem de bir
deniz üssüne sahip olan limanı (Pythagoreion
kast ediliyor) güneye bakar. Samos’un büyük bir kısmı deniz seviyesindedir ve
deniz tarafından yıkanır, fakat bir kısmı da bu düzlüğün gerisinde tepeye doğru
yükselir. Bir kimse kente deniz tarafından gelirken, sağda Mykale Dağı ile
birlikte yedi stadia uzunluğunda olan ve üzerinde Poseidon tapınağı bulunan
Poseidon burnu ile (Didim yakınlarında) karşılaşır. Bunun karşısında Narthekis
denen ada ve solda Heraion dolayındaki dış mahalleler, İmbrassos çayı (Hera Tapınağı’nın
yanındaki dere yatağı; İlkçağ’da Tanrıça Hera’nın bu ırmağın kıyısında
doğduğuna inanılırmış) ve eski bir tapınak ve şimdi içinde tabletler
bulunan büyük bir şapelden meydana gelen Heraion
bulunur. Buraya yerleştirilmiş tabletlerden ayrı olarak, adak tabletlerinin
durduğu diğer hazineler ve eski sanat yapıtlarıyla dolu bazı küçük şapeller de
vardır. Çatısı açık olan tapınak da en mükemmel heykellerle doluydu. Bunlar
arasında, bir kaide üzerinde ve Myron’un eseri olan üç anıtsal heykel yer almaktadır.
Antonius, bu heykelleri buradan alıp götürdü. Fakat Augustus Caesar, bunlardan
ikisini; Athena ve Herakles’inkini aynı kaide üzerine koydurarak geri verdiyse
de Zeus’inkini Capitolium’a (Roma’daki
ünlü bir tepe) taşıttı ve onun için orada küçük bir şapel yaptırttı.”(5)
Hera Kutsal Alanı; tapınak ve çevresindeki kalıntılar
Hera Tapınağı, büyüklük ölçeğini anlamak için...
Hera Tapınağı yakınlarında bir eksedra
Atinalılar, İ.Ö. 439’da Samos’u işgal ederler. Birçok Samoslu bu süreçte sürgüne gönderilir. Adaya Atinalılardan yerleştirilenler olur bu ara. Onlar da yanlarında kendi tanrılarını ve inançlarını da getiriler birlikte. Ekonomik iyileşmeyle birlikte; Heraion’da İ.Ö.322’de Samosluların yeniden yurtlarına dönüşleri sonrasında yeniden dinsel aktiviteler hareketlenir. Heraion, bu dönemde Samoslu politikacıların kendilerini tanıttıkları bir yer işlevi de görür. İ.Ö. 1.yy.da Samos, Roma egemenliğinde bir bölgeye dönüşür. Avgustus’un hükümranlığı döneminde Samoslular, Roma ve Avgustus’u onurlandırmak için Hera sunağını (altar) ve tapınağını geliştirerek büyük bir tapınak yaparlar. Bu dönemde Hera, bir kült olarak; Avgustus’un eşi Livia ile bütünleşir.
Hera Tapınağı
Kazı evine doğru üzerinde meyveleriyle dut ağaçları
Tarihte kalan sisli izler; bir Heraion hatırası; kazı ekibi ve işçiler, dikilen tek sütun önünde...
(Kazı Evi'nden)
Hera Kutsal Alanı yerleşim planı; Kazı Evi'nden...
Heraion kazı kronolojisi; Kazı Evi sergisinden...
Kazı evinin girişi
Kazı evi; mimari parçalar
Üzerinde yer alan çarkıfelekler, lotus çiçekleri ve diğer bitkisel bezemelerle süslü bir diğer mimari parça daha...
Kazı evindeyiz.
Hera Kutsal Alanı’nda 1855 yılında
yüzey araştırmalarıyla başlatılan ilk arkeolojik kazılar, bugüne dek; başından
beri Almanlar tarafından sürdürülüyor. Ören yerinin denize yakın konumdaki
geleneksel mimarinin izlerini taşıyan kazı evinde; Hera Kutsal Alanı’nın arkeolojik tarihçesi ile ilgili sergilenen
dokümanlarda, kazının kilometre taşları ve gelişimi anlatılıyor. Kazı evinin
bulunduğu sekinin eteklerini ise, denizin dalgaları yalıyor bugün de. Kıyıda denizin
tuzuna dayanıklı ılgın ağaçları, rüzgâra karşı saygıyla eğilerek kendilerini
bugüne taşımışlar. Hele ki bir tanesi eşsiz… Köpüren dalgalarda belki de; Hera’nın karşı kıyıya dek taşınan
kıskançlık hikâyeleri var; Rüzgârlı Mimas’a
ve onun eteklerinde casusluk nöbetleri tutan iris çiçeklerine kadar…
"Dışarıda deli dalgalar, gelir duvarları yalar."
Bizim Seferihisar Azmak kıyısında da görebileceğimiz; İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir korugan kalıntısı
Kazı evi
Saygı duyulası o muhteşem ılgın ağacı
Samos’un başkenti
Vathi ya da Samos
Adanın başkenti kabul edilen Vathi,
Samoslular tarafından Samos olarak da
isimlendiriliyor. Vathi, adanın en
büyük yerleşimi; limanın arkasındaki tepelere doğru yükselen ve oldukça geniş
bir alana yayılmış kasabanın nüfusu 9.000 civarında. Kasabanın Pythagoreion girişinde adanın meşhur muskat üzümlerinden yapılan şarapların
üretildiği Şarap Üreticileri Birliği’nin
şarap fabrikası, yıllanmış şarapların depolandığı mahzenler ve eskiden üretim
yapılan tesisin dönüştürülmesiyle elde edilen alanda sergilenen her türlü
üretim elementi ve dokümanının sergilendiği bir şarap müzesi bulunuyor.
Vatikan’ın uzun yıllardır şarap tedarikini gerçekleştiren ada halkı, bununla
gurur duyuyor. Adada Samos’a özgü oldukça
tatlı beyaz şaraplar üretiliyor. Tavernalarda yemek sonrası müşteriye ücretsiz
olarak sunulan bu şarapların bir yemek eşlikçisi olma özelliği pek yok.
Vathi; bağ terasları böyle yapılır. Müzeden...
Vathi, üzüm sıkma presi; müzeden...
Dev şarap fıçıları
Şarap üretiminde kullanılan ekipmanlara örnekler; şarap müzesinden...
Her ne kadar Samoslular bugün için ürettikleri şaraplarla övünseler de
İlkçağ’ın ünlü coğrafyacı ve gezgini Amasyalı
Strabon aynı fikirde değil. Samos
şarapları için Strabon, Geographika’da şöyle diyor:
“Civarındaki bütün adalarda ve ada olmayan komşu ülkelerin çoğunda,
örneğin; Khios, Lesbos ve Kos adalarında en iyi şaraplar elde edilmesine rağmen
Samos adasında iyi şarap çıkmaz. Gerçekten de Ephesosluların ve
Metropolislilerin (Torbalı) şarapları iyidir. Mesogis Dağı (Aydın Dağları),
Tmolos Dağı (Bozdağ) ve Katekekaumene ülkesi (bugünkü Kula), Knidos (Datça) ve
Smyrna (İzmir) ve diğer az önemli yerler; hem zevk vermek, hem de tıbbi amaç
için kullanılan çok iyi cins şarap elde ederler. Samos, şarap bakımından
talihli sayılmaz, fakat diğer bakımlardan mutlu bir ülkedir.”(6)
Vathi'de Pisagor Meydanı
Vathi Rıhtımı
Vathi; meydan ve deniz
Ano Vathi
Aziz Spyridon Kilisesi
Aziz Spyridon Kilisesi'nin girişi
Aziz Spyridon Kilisesi'nin içi
Aziz Spyridon Kilisesi; ikonastasis
Aziz Spyridon Kilisesi; kubbe ve kubbeye geçişler; en tepede Pantokrator İsa
Kilisenin tarihsel önemi, adanın Yunanistan’a ilhak edilmesi kararının
bu kilisede alınmasından ileri geliyormuş. Kilisede her yıl 12 Aralık günü;
kilisenin ithaf edildiği Aziz Spyridon
Yortusu düzenleniyor. Aynı meydanda yer alan Samos Arkeoloji Müzesi
ise oldukça göz alıcı eserlerle dolu. Antik
Samos’un tarihini parlatan bu nadide parçalar, karşı karşıya konumlanmış
iki ayrı binada sergileniyor. Özellikle Yunan
Heykel Sanatı’nın Mısır’dan etkilenen ilk dönemlerine ait; ellerin
bedenlere yapışık bir şekilde temsil edildiği İ.Ö. 6.yy.dan kalma 4,8 metre
yüksekliğindeki Kouros (erkek) ve Kore (kadın) heykelleri son derece
önemli bir yer tutuyor. Hera Kutsal Alanı’ndan
çıkarılan; ama aynı zamanda Asur, Babil, Mısır ve İran gibi farklı yerlerde
üretilmiş değerli buluntular da müzede sergileniyor. Ayrıca, seramik, bronz ve
fildişinden minyatür ölçekte savaşçılar, tanrı ve tanrıça heykelcikleri ve hayvan
betimlemeleri, cam ve süs eşyaları, İlkçağ’dan günümüze dek ulaşabilmiş ahşap
figürinler ve mobilya parçaları sergilenen objeler içinde ayrıca dikkat
çekiyor.
Heraion heykellerinin orjinalleri; Samos Arkeoloji Müzesi
Kouros; yakından...
Kore (kadın) heykeli; Samos Arkeoloji Müzesi
Roma dönemi heykelleri
Ahşap parçalara örnekler
Küçük toprak heykel başları
Bir kadın başı
Bir aslan heykeli
İdoller
Toprak figürinler ve insan başları
Bronz heykelciklere örnekler
Samos Arkeoloji Müzesi
Rıhtımda yer alan terk edilmiş eski bir otelin önündeki büyük afişten
otelin yeniden tasarımı ile ilgili bir yarışmadan haberdar oluyoruz. Hemen
yıkıp yerine bir alışveriş merkezi dikmek gibi cince bir fikir bu Yunanlıların
aklına gelecek gibi değil. Velhasıl; palikaryaların bizden öğrenecekleri çok
şey var daha(!)
Arkada Spyridon Kilisesi; Spyridon Meydanı'ndaki park
Aynı parktaki ilgimizi çeken, ancak ismini bilemediğimiz bir ağaç
Vathi Rıhtımı'ndan...
Vathi; Pisagor Meydanı'nın genel görünümü
Bir dükkanın camındaki Pontus Günü ile ilgili afiş
Yazı karşılamaya hazırlanan Vathi’nin
merkezinde 19 Mayıs ile ilgili afişler dikkat çekici. Belli ki biz gelmeden
önce belki de bir tören vardı; Pontus Günü için. Onu anmaya dönük dükkân
vitrinlerinde yer alan afişlerden anlıyoruz bunu. Ama bizim gitmemiz gerek;
yolumuz Kokkari’ye doğru; kıyıdan
kıyıdan.
Vathi’nin 10 km kuzey batısında yer alan ve Türkçe’de küçük soğan anlamına gelen Kokkari,
çevresindeki benzersiz koyları ve tertemiz plajları ile adanın kuzey kıyısında
ün salmış önemli bir turistik yerleşim. Merkezinde sahil boyunca son derece
lezzetli deniz ürünleri (kalamar, ahtapot ve diğerleri) pişiren tavernalar
dizilmiş sıra sıra. Normalde yaklaşık 1000 civarı bir nüfusun olduğu bu köyde
yazın oldukça kalabalık zamanlar yaşanıyor. Bu arada; yakınlarda yer alan Lemonakia (Limancık) ve Tsamadou plajları ise Samos
adasında çıplakların denize girebildiği nam salmış yerlerdenmiş.
Kokkari yalısı
Kokkari, sıra sıra tavernalar
Kokkari; kıyıdaki tavernalar yolu
Kokkari plajında tavernalar
Kokkari’de yer alan ve denizcilerin koruyucusu Aziz Nikolas’a adanmış Aziz
Nikolas Kilisesi, buradaki en önemli dini yapılardan biri. Kıyıdan biraz
içeride; araçların park ettiği alana yakın bir yerde konumlanmış Aziz Nikolas Kilisesi, iki adet çan
kulesi ve dış duvarlarındaki örgü işçiliği ile dikkat çekiyor.
Aziz Nikolas Kilisesi; Kokkari
Kokkari'nin doyumsuz sahili
Kokkari
Bir Kokkari evi
Kokkari'deyiz.
Kokkari’nin arka dünyasında; tepelerde yer alan dağ köyleri ise ayrı
bir güzel. Bunlardan bir tanesi de Urla’dan
gelen mübadillerin yerleştirildiği söylenen Vourlates
(Vourliotes) köyü. Engebeli bir dağ
yolunu takiben yılan gibi tırmanarak ulaşılan yaklaşık 350 metre
yüksekliğindeki Vourlates’e doğru;
yamaçlarda ilkin; son derece bakımlı bağ ve zeytin terasları karşılıyor
bizleri. Adanın meşhur muskat üzüm
bağlarını ilk burada görüyoruz yakından. Zeytinlikler de bir o kadar düzenli ve
temiz. Sekiler o kadar özenilerek yapılmış ki, hayran olmamak elde değil. Rodos’ta turizmin getirdiği refahla ters
orantılı olarak kırsaldaki başıboş bırakılmış zeytinlikleri hatırladığımızda Samos bizde ayrı bir sempati yaratıyor
doğrusu.
Vourlates sokakları
Vourlates'de bir yol ayrımı
Meydana doğru...
Bir evin basamaklarındaki uygarlığın resmidir.
Köy, yaklaşık 1000 metre
yüksekliğindeki Ampelos (Lazarus) Dağı’nın
eteklerinde; 16 yüzyılda kurulmuş eski bir yerleşim. Yukarıda da sözünü
ettiğimiz gibi 1924 Nüfus Mübadelesi
sonrası adaya Urla’dan gelen Rumların bir kısmı buraya yerleştirilmiş.
Kafenion'larla çevrili Vourlates'in şirin meydanı
Vourlates'de bir başka basamak süslemesi
Vourlates'de köy meydanı
Vourlates'in deniz gören eğimli sokaklarından biri
Vourlates, kafenion’larla
etrafı sarılı küçük bir meydana açılan daracık sokakları, kurulu olduğu yamacın
yukarılarından aşağılara doğru sevimli köy evlerinin bir üzüm salkımı gibi
saçıldığı şirin bir görünüme sahip. Köyün daracık sokaklarında arabayla
ilerlemek pek mümkün değil. Köyün girişindeki daracık alan da, park için
yeterli değil. Ama yapacak bir şey yok. En güzeli; köye daha girmeden uygun bir
yerde araçlardan inmek ve köyü yürüyerek dolaşmak…
Vourlates bağlarında...
Vourlates'in en büyük kiraz ağacı
Bu sokağa basmaya kıyamaz insan...
Vourlates
Köydeki kiliselerden biri
Dar bir sokak, sanki sonu yokmuşcasına; ama var...
Sırtlara doğru Vourlates'in bağlar içindeki son evleri
Vourlates'de mezarlık şapeli
Vourlates köy mezarlığı
Köyün bağlarla kaplı
kırsalına doğru açılan son evlerinden sonra küçük bir şapel ve köyün mezarlığı
yer alıyor. Tabii ki tertemiz… Yol üstünde olgunlaşan kirazlardan tadıyoruz bu
arada. Biraz ileride ise; altımızdaki bir bahçede yer alan dev boyutlu bir kiraz
ağacını fotoğraflıyoruz. Sessiz ve sakin sokaklarında dolaşırken köyün
ziyaretçileri tarafından ele geçirilmiş meydanı dışında pek de kimseyi görmek
mümkün değil ortalıklarda. Sokaklar yine muhtelif çiçek ve geometrik
desenleriyle bezenmiş durumda. Birkaç köy kilisesinin yanından geçerek yeniden
meydana ulaşıyoruz. Şimdi bir kahve zamanı…
Vourlates'de kahve zamanı
Karlovassi ve Potami
Karlovassi, Samos’un kuzey kıyısındaki en
önemli limanlarından biri. Vathi’nin
32 km kadar kuzey batısında yer alıyor. Dağdaki Karlovassi en eskisi; Paleo
Karlovassi adıyla anılıyor. Deniz kıyısında kurulu diğerleri ise Orta (Meseo) ve Yeni (Nea) Karlovassi olarak
adlandırılıyor. Arkamızdaki bir tepenin üstünden Agia Triada Kilisesi, tüm Karlovassi’yi
seyrediyor. Kasabanın 3 km kadar güney doğusundaki Kontaika’ya giden yolun kıyısında ise 18.yy.dan kalma Profiti İlias (İlyas Peygamber) Manastırı bulunuyor.
Karlovassi Limanı ve arkadaki tepede Agia Triada Şapeli
(Kaynak : İnternet ortamı)
Karlovassi'de Aziz Nikolaos Kilisesi
Nea Karlovassi
Rivayet odur ki; Karlovassi’nin
ismi de Türkçe’den geliyor; Karlıova anlamında… Hikâyesi ise şöyle; adaya
yaklaşmakta olan Osmanlı denizcileri, kıyıdaki kireç taşından kayalıkları ve
önündeki bembeyaz plajları görünce Karlıova deyivermişler buraya; ismi de Karlıova’dan Karlovassi’ye dönüşmüş Yunanca’da. Ama başka rivayetler de mevcut;
örneğin buranın İkarian Kolonisi
anlamındaki Kariova sözcüğünden ya da
yerel bir soyadı olan Karlovas sözcüğünden
türemiş olabileceği de ileri sürülüyor.
Karlovassi sahili
(Kaynak: internet ortamı)
Sahilde 19.yy.dan kalma deri tabaklama tesislerinin izleri var bugün. Orta Karlovassi’de ise, eski deri
tüccarlarının; refah dönemlerinin yansımaları olan neoklasik tarzda inşa
edilmiş sayısız konak ve köşkü yer alıyor. Geniş avlularda yükselen bu göz
alıcı yapılar, Karlovassi’nin simgesi
gibi. Yine Orta Karlovassi’de; gösterişli
Agias Nikolaos (Aziz Nikola) Kilisesi’nin yakınlarında, çınar
ağaçları altındaki koyu gölgeli avlusunda yemek yediğimiz kırmızı et
yemekleriyle öne çıkan Diyonisos
isimli tavernayı da Karlovassi adına
not etmeliyiz.
Potami'ye doğru Aziz Nikolaos Kilisesi
Aziz Nikolaos
Aziz Nikolaos Kilisesi'nin ikonastasisi
Potami Deresi
Karlovassi’nin daha batısında ise Potami
plajı ve derin bir vadinin dibinde 11.yy.dan kalma Metamorphosis isimli Bizans kilisesi ile plajdan içerilere doğru
nüfuz eden sevimli bir dere yatağı yer alıyor. Plajdan; Dilek Yarımadası’ndaki Oluklu Kanyonu andıran kanyonun içlerine
doğru girildikçe, iki tarafında kireç taşı kayalıkların yükseldiği bu sevimli
derenin çevresinden ilerleyen bir yürüyüş parkuru, zaman zaman küçük ve eğreti
tahta köprülerle dereyi atlıyor. Birkaç kilometre içerilere doğru giren ve
giderek daralan bu dere yatağı, sonunda Potami
şelalesinde ve bir küçük gölcükte sonlanıyor. Yürüyüş sırasında kafanızı
kaldırıp ağaçların yaprakları arasından görünen, dik kayalıkların üstündeki
mavi göğü seyretmek ayrı bir güzel; aynı Oluklu Kanyon’daki gibi…
Potami Kanyonu girişindeki 11.yy.dan kalma Bizans Kilisesi; Metamorphosis Kilisesi
Kilisenin içinden; kubbenin görünümü
Metamorphosis Kilisesi
Potami Deresi boyunca yürüdük.
Şirin tahta köprülerden geçtik.
Kanyondan bir başka görünüm
Şelaleye doğru
Potami kıyıları eşsiz güzellikte bir manzaraya ve denize sahip. Kıyıdaki küçük
kamping, son derece sevimli ve dost canlısı işletmecileri var. Deniz
kıyısındaki kayalıklar üstünde yükselen ve plaja hâkim noktadaki bir seyir
terasında ise, denizcilerin koruyucusu Aziz
Nikola’ya (Agias Nikolaos)
adanmış küçük bir şapel bulunuyor. Şapelin içindeki ikonalarda yine
Hıristiyanlık tarihini anlatan sahneler yer alıyor.
Potami Plajı
Potami plajındaki tesisin girişi
Potami'deki tesisin sevimli arka avlusu
Karlovassi’de günümüz, Nea Karlovassi’de
bir kahve molasıyla sonlanacak gibi. Aynı zamanda bir üniversite kenti olan Karlovassi’deki üniversite binaları bu
bölgede yer alıyor. Belediye binasının önündeki geniş meydanda yer alan
kafeteryalar yükünü tutmuş gibi. İçilecek bir yorgunluk kahvesi sonrası yolumuz
Pythagoreion’a doğru… Haydi
hayırlısı.
Karlovassi'ye veda...
Son Söz
Üç günlük bir kısa tatile sığdırdığımız ne çok şeyi yaşadık Samos’da. Ege’nin iki yakasındaki
birbirine düşman olarak yetiştirilen halkların, aslında kültürleriyle birlikte
birbirlerine ne kadar yakın ve dost olduklarına; aynı coğrafyanın ve iklimin
insanları olarak da zaten bunun aksinin olamayacağına tanıklık ettik bir kez
daha. Pisagor Usta’nın hatırasının izinde; ama restorasyonunun sürmesi
nedeniyle İlkçağ’ın meşhur Eupalinus
Tüneli’ni göremeden; kapetanların
Osmanlı’dan kopuş sürecindeki isyan hikâyeleri ve 1924 Mübadele neslinin
torunlarının hafızasında kalanlarla birlikte; nerdeyse adanın tümünü dolaşarak gezimizi sonlandırdık. Ne mutlu bize ve hala gezebilenlere…
Dipnotlar
(1) Bkz. Radikal / Celal Başlangıç
yazısı; http://www.radikal.com.tr/hayat/koklerinin-pesindeler-757135/
(2) Orhan Hançerlioğlu; Felsefe Ansiklopedisi, Kavramlar ve Akımlar, Cilt 5 (Ö-R), Remzi Kitabevi,
1.Basım-1978; sayfa: 192-193
(3) Orhan Hançerlioğlu; Düşünce Tarihi, Remzi Kitabevi,
2. Basım-Mayıs 1974; sayfa: 57 ve 60
(4) Heraion ile ilgili
bilgiler için ören yerinden alınan
broşürden yararlanılmıştır. Bkz. The
Heraion of Samos; 2015 Archeological Receipts Fund; www.tap.gr; Text: Maria Viglaki-Sofianou,
Translation: Deborah Brown Kazazis
(5) Strabon, Antik
Anadolu Coğrafyası (Geopraphika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof. Dr. Adnan PEKMAN, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları;3.Baskı-İstanbul 1993; sayfa: 151-152)
(6) Strabon, a.g.e.; sayfa: 153
(7) Fotoğraflar yazıda belirtilenler
dışında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
İbrahim bey,yine güzel bir gezi yazısı.Teşekkürler...
YanıtlaSilİlginize ve katkılarınıza teşekkür ederiz. İF
YanıtlaSil