ILIPINAR’DAN
BOZKÖY’E DOĞRU...
BİR YOLCULUĞUN HATIRLATTIKLARI
18 Aralık 2024
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün Foça’nın Ilıpınar köyünden Aliağa’nın Bozköy
köyüne doğru; bazen kızılçam koruluklarının içinden, bazen geniş zeytinliklerin
kıyısı boyunca, ama yer yer son yağmurlarla neredeyse suya doymuş; killi
doğasından yapışkan ve inatçı bir çamura dönmüş zorlu bir zemin üzerinde
yürüdük. Yürüyüş parkurumuz zorluk derecesi açısından oldukça rahattı.
Çevremizde yükselen birkaç tepelik dışında pek yükselti de yoktu aslında. Zaman
zaman mutedil bir şekilde yükselen topografya bir süre sonra düzleşti. Bütün
derdimiz zeminin killi çamuruydu. O da bugünün çeşnisi olsun dedik; yürüdük
gittik.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Sabah 10 civarında
başladığımız yürüyüşümüzü akşamüstü saat 16’da sonlandırdık. Bu süreye yaklaşık
yarım saatlik yemek molası da dahildi. Toplamda yürüdüğümüz mesafe ise 14 km civarındaydı.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Sabah Ilıpınar’da…
Foça’dan ve Yeniköy’den
gelen arkadaşlarla saat 10’a doğru Ilıpınar köyünün girişindeki fırının
önünde buluştuğumuzda ortalıkta sabah ayazı vardı. Buradan doğruca köyün merkezine
yürüdük. Caddenin başlarındaki yeni restore edilmiş iki güzel taş bina dikkat
çekiciydi. Köyün merkezindeki caminin yanında suyu akmayan ve sanki eski bir
sarnıçtan bozma tarihi bir çeşme; hemen onun yanındaki çınar ağacının dibinde ise,
birkaç Dorik sütun ile daha sonraki zamanlarda dibek taşı olarak kullanılmış
bir İon tarzı sütun parçası bulunmaktaydı. Bu antikiteler çevredeki İon kenti Phokaia’nın
İlkçağdan kalma bağlı yerleşim izlerine (belki demos’larına) işaret
etmekteydi. Caminin karşısındaki kahvede birkaç kişi oturmaktaydı. Biz ise,
kahvenin hemen yanındaki sokaktan doğuya doğru dönerek, köyün Bozköy
yönündeki çıkışına doğru ilerledik.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Köy, kabına sığmaz bir
şekilde son yıllarda aldığı göçlerle her yöne doğru genişlemiş, şehir
kaçkınları ya da ataları bu köyden olup da emeklilik zamanlarını doğdukları
topraklarda geçirmek isteyen köyün yerlilerinin yaptırdığı modern evlerle
çepeçevre sarılmış gibiydi. Köyün doğu çıkışında sade mimarisiyle dikkat çeken bir
çeşme vardı. Biraz ilerideki top sahasının yanından geçerek zeytinlikler
arasından ilerleyen bir toprak yola girdik.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Zeytinliklerin bittiği
yerden kızılçamlar başladı. Yürüdüğümüz toprak yolun iki yakasında genç bir
orman vardı. Yürüdüğümüz zemin oldukça killiydi ve son yağmurlarla suya doyan
toprak birçok yerde çamura dönmüştü. Bu nedenle yürüdükçe ayakkabıların altı
kalıp gibi çamur kütleleriyle ağırlaşmakta, bir süre sonra biriken yapışkan
çamur, ağırlığıyla ayakkabıların tabanını terk etmekteydi.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Çevredeki hâkim bitki
örtüsü ağırlıklı olarak kızılçamlar, zeytinlikler, pırnar meşeleri ve diğer
makiliklerden oluşmaktaydı. Ormanın içine civardaki tavuk çiftliği gibi
birtakım işletmelerden atıldığını düşündüğümüz muhtelif inşaat artığı moloz,
mobilya, plastik malzeme ve çöp fazlasıyla rahatsız ediciydi. Doğada yaptığımız
birçok yürüyüşte rastladığımız bu berbat manzaralarla ne yazık ki Ilıpınar-Bozköy
rotasında da karşılaşmıştık. İnsanımızın bu kahredici kayıtsızlığına acıyarak
yolumuza devam ettik.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Yürüdüğümüz parkur, zemindeki
çamur dışında son derece düzgün ve rahattı. Kızılçam ormanının içinden ilerlerken,
sağımızda ya da solumuzdaki kimi tepelere doğru açılmış yangın yollarıyla
karşılaştık zaman zaman. Bunun dışında yol boyunca; ormanın kıyısında yer alan
tarımsal alanlarda, tarladaki ürünü; domuz gibi hayvanlardan korumak amacıyla
yol kenarındaki bazı çam ağaçlarının üzerine oturtulmuş ahşaptan iptidai
gözetleme mekanları ile karşılaştık. Çiftçiler geceyi bir kuş gibi bu derme
çatma mekanlara tüneyerek, ürünleri uğruna burada geçiriyorlardı. Ağaç
gövdelerine tırmanmak için, yine ahşaptan basit basamaklar yapmışlardı.
Tarladaki ürünü domuzlardan korumak için çamların üzerine kurulmuş derme çatma gözetleme mekanlarına bir örnek
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Bozköy’de…
Bozköy’e doğru, içindeki birkaç bağ
eviyle dikkat çeken; ekim dikim yapılan tarlalar ve zeytinlikler başladı
yeniden. Köyün girişinde köyün ilkokulu vardı; çocuklar sınıfta dersteydiler. Okulun
yola bakan beyaz badanalı duvarında Melih Cevdet Anday’ın yaşamak
üzerine yazdığı “Çok Güzel Şey” isimli şiiri yazılıydı:
“Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.”
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Ata yurdumda
hatırladıklarım
Bozköy benim de ata yurdum
aslında. Bir Yörük köyü... İsmini aldığım rahmetli dedem İbrahim Dönmez’in babası; büyük
dedem Yusuf Dönmez, 1920’lerde Burdur-Tefenni’den göçüp bu toprakları
yurt edinmiş. Yoğunlukla tütün dikimi, bahçecilik ve zeytincilik üzerine
gelişen tarımsal faaliyetler sonrasında, köyde bir un değirmeni kurup
değirmencilik yapmışlar bir süre. Yunan, Kurtuluş Savaşı sonrasında Aliağa’yı
terk edince, doğan imkanları değerlendirmek üzere; büyük dedem Yusuf Dönmez,
1920’li yılların sonuna doğru; oğulları İbrahim ve kardeşi Süleyman’a
bir miktar sermaye vererek Aliağa’ya göndermiş iş kursunlar diye. Onların izlediği
yol, rahmetli annemin anlatımına göre; eski bir balıkçı köyü olan Aliağa Çiftliği’nde
genç Cumhuriyetin ilk müteşebbislerinden biri olmaya varmış sonunda. Yine bir
un değirmeniyle başlayan müteşebbislik serüveni, bir yağhane ile
zeytinyağı üretimine ve daha sonraları ise ilk çırçır makinasının alınmasıyla (1950
yılında) pamuk işletmeciliğine dek evrilmiş. İşte böyle filizlenmiş Dönmez
Kollektif Şirketi genç Cumhuriyetin ilk yıllarında Aliağa Nahiyesi’nde.
Cumhuriyet döneminde Aliağa'nın ilk müteşebbisi; dedem İbrahim Dönmez
(1900-1957)
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
(Haziran 2012)
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
(İ.Fidanoğlu Arşivi)
O
yıllarda (1950’li yıllar) Aliağa’dan İzmir’e haftada bir gün Austin
marka burunlu otobüsler işlermiş. Salı günleri sabah gider, akşam dönermiş.
Her gün ise, Menemen’e otobüs kalkarmış. Yine akşam dönermiş bu otobüs
de Aliağa’ya… Şoför Ali’nin (Ali Sebat; Sebat Otobüs
İşletmesi’nin kurucusu) otobüsü varmış bir tane, sadece o çalışırmış.
Dedem; her hafta İzmir’e gidermiş. Borsada pamuk alır satarmış, diğer işlerini
takip edermiş. Dedem İzmir’e her indiğinde mutlaka İzmir’den
tuzlu balık getirirmiş. Kolyoz, sardalya ve levrek alırmış genelde. Dedem,
akşamları mutlaka bir çay bardağı ile bir bardak rakı içermiş. Rakının yanına
annemler biraz peynir, domates söğüş ve tuzlu balık çıkarırlarmış. Onları meze
edermiş dedem rakıya…Fabrikada işçilerle yaşadığı günün yorgunluğunu böyle
atarmış herhalde dedem. İzmir’den salamura balık getirdiğini bilen
anneannemin Bozköy’deki akrabalarından kardeş çocuğu Kara Bilal
Efendi de hemen haber göndertip istetirmiş bu balıklardan. Kıymetli imiş o
dönemler köylük yerde tuzlu salamura balık... (1)
Annemin
okuduğu ilkokul binası; bir zamanlar Aliağa'da tuz ticareti ile uğraşan
Levanten ailesi Baltazzi'lerin konağıydı. 1931 yılında Aliağa İlkokulu adıyla öğretime başladı. Şimi bu binanın yerinde yine
ilkokul var ama yenisi...
(Aliağa Tarihi; Ersin Doğer-Aliağa Kent Kitaplığı-2017)
(Aliağa Tarihi; Ersin Doğer-Aliağa Kent Kitaplığı-2017)
1957'de dedemin cenazesinin de kalktığı; Osmanlı Döneminde 19.yy.ın sonlarında Hagia Pandeleimon Kilisesi olarak inşa edilmiş; 1922 Eylül'ünde kısmen yanmış; şimdilerde Merkez ya da Çarşı Camii olarak anılan cami
(Haziran 2012)
Merkez Camii'nin bir Rum Ortodoks kilisesinden dönüştürüldüğünü gösteren yapının doğuya bakan cephesindeki apsisi
(Haziran 2012)
Anneannemlerin Aliağa’da
iki katlı ve yüksek tavanlı eski bir Rum evinde geçirdiğim yaz tatillerinin Eylül’e
yaklaşan son günlerinden hatırlıyorum; iki kanatlı, ahşaptan porta kapının
kanatları ardına kadar açılırdı. Bozköy’den başında sarı ya da belki
turuncu renkli tartamağıyla yaşlı bir köylünün kumanda ettiği; iki yanında asılı
durumdaki sebze-meyve dolu küfelerinin ağırlığından asla şikâyeti olmayan bir
eşek belirirdi kapıda. Kara Bilal’miş, Musa Dayıymış ve
başkalarıymış; Bozköy’ün bereketini taşırlardı her hafta anneannemlere.
Oradan hatırlıyorum Bozköy’ü ve Bozköylü akrabalarımızı…
(Haziran 2012)
(Haziran 2012)
(Mayıs 2018)
Bozköy’e güneybatı yönünden
girerken gözümün önünden geçti anne atalarım birer birer. Bayramlarda kurulan yer
sofralarında bir şölene dönen bayram yemekleri; kapamalar, etli pilavlar, rahmetli
anacığımın terinin sindiği mis gibi kokan ekşi maya tam buğday ekmekleri, yağları
bileklerimize süzülen deri tulum peynirleri, ekmek kavurmaları, softular(2)
daha neler neler… Hafızamın derinliklerinden çıkıp, yürürken önüme düşüyor bir
bir çocukluk günlerimin güzelim hatıraları…
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
İşte böyle olmalıydı; Bornova-Karaçam köyünde Fırıncı Osman'ın ekşi maya tam buğday-çavdar ekmekleri pişiyor.
(Aralık 2018)
(Aralık 2018)
(Aralık 2024)
Okuldan yokuş aşağı inen
yol, bizi önce bir dere yatağının üstünün örtülmesiyle kazanılan meydanlığa ve
daha sonra da yıllar önce İskenderun’da yedek subay olarak askerlik
görevini yapmakta iken bir trafik kazasında hayatını kaybeden; annemin en küçük
kuzeni Yusuf Dönmez’in adını taşıyan köyün camisinin yanına ulaştırdı.
Camiye Yusuf Dönmez ismi, büyük olasılıkla Yusuf Ağabey’in vefatını
takiben (1972) eski caminin ya onarılması ya da yeniden inşası sonrasında konulmuş
olmalıydı.
Köyün camiinin son cemaat yeri; annemin en küçük kuzeni rahmetli Yusuf Dönmez'in ismini taşıyor.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Caminin hemen yan
karşısında, yüksekteki giriş katına merdivenle ulaşılan köyün kahvehanesi
vardı. Biraz soluklanmak üzere kahvehanenin yan balkonundaki tahta sandalyelere
iliştik. Kahveci tarlasına gitmişti; haber verdiler, gelecekti. Bir süre sonra
kahveci göründü; çayların eşliğinde yılın çoğunu Yeniköy’deki
zeytinliklerinin içindeki taş evde geçirmekte olan İstanbullu dostlarımız
Süleyman ve oğlu Cem kardeşimizin ikramları poğaçaları atıştırdık. Gerçekten oldukça
lezizdi. Çayların ardından Bozköy haberlerini aldığımız kahveci ile
vedalaşarak, yeniden Ilıpınar’a doğru dönüş yoluna vasıl olduk.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Yeniden Ilıpınar patikalarında…
Aynı yolu izleyerek Bozköy’den
çıktık. Bu kez okulun bahçesinde oyun oynayan öğrenciler vardı. Öğle
paydosundaydılar. Biraz onlarla lafladık. Merakla elimizdeki batonlara varıncaya
dek bir sürü soru sordular. Biz giderken, sanki peşimizden gelmek ister gibi
bir halleri vardı. Bahçe duvarının üzerinden el salladı hepsi arkamızdan.
Öğle yemeği molası; piknik ateşi yakılıyor.
(Aralık 2024)
Foça tüfünün ve ateşin birlikteliği
(Aralık 2024)
Bozköy-Ilıpınar geçişinde yemek telaşı
(Aralık 2024)
Bozköy çıkışından yaklaşık bir
saat kadar sonra, bir yol çatısındaki oldukça geniş sahanlıkta öğle yemeği
molası verdik. Önce Foça tüfünden taşlarla derme çatma bir ocak yaptık
kendimize. Topladığımız çalı çırpı ile yaktığımız küçük piknik ateşinde Foçalı
dostumuz Nazım Bey, yanında hiç yüksünmeden getirdiği nefis dönerleri kızdırdı
tavada. Teçhizat benzersizdi. Konukseverlik de öyle… Her şey düşünülmüş; Bozköy’den
köy bakkalından aldığımız tazecik ekmeklerin içine döner sandviçler yapılmış ve
yanında eşlikçisi olacak şalgam suyu bile unutulmamıştı. Arkasından sıcacık çaylar
eşliğinden yenilen şambalilerle öğle molasının kapanışı gerçekleşti. Ateş
söndürüldü; söndüğünden emin olundu ve yolun kalan kısmını yürümek üzere
yeniden yola çıkıldı; Ilıpınar’a doğru…
Ilıpınar yolunda yemekteyiz.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Ilıpınar’a doğru yürürken; kısacık
günlerin akşama doğru devrilmekte olan son ışıkları, karşı tepelerden bir hüzme
şeklinde hedef almıştı sanki bizleri. Bazen köpeklerin uzaktan duyulan sesleri,
bazen ışığın göz kamaştırıcı arkadaşlığı eşlik etti gezginlere; kızılçamların
peşi sıra yaklaşırken köye doğru şoseden aşağı.
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
(Aralık 2024)
Biraz ilerde,
zeytinliklerden ötede bir sırtın doğu yüzüne yaslanmış Ilıpınar göründü
uzaktan. Kimi evlerin bacalarından göğe yükselen dumanlar, habercisiydi sanki
yaklaşan akşamın. Köyün doğu girişindeki çeşmeden camiye doğru kıvrıldık. Caminin
bulunduğu köyün merkezine ulaştığımızda saat 16 civarındaydı. Günün kapanışı ise,
biraz ilerideki yol üstü kahvehanesinde; yorgunluk çaylarının eşliğinde
gerçekleşti. Bu haftayı da boş geçirmemiş, Ilıpınar’dan Bozköy’e
doğru yürümüş; Bozköy meydanında çocukluk hatıralarına bir selam
göndermiştik. Ne mutlu bize, ne mutlu hatırlayanlara; ne mutlu hala
yürüyebilenlere…
(Aralık 2024)
Dipnotlar:
(1) Rahmetli annem Hüsniye Fidanoğlu’nun
anlattıklarından derlenmiştir.
(2) Softu: Bayatlamış
(aslında bayat olanı daha makbuldü) ekşi maya, tam buğday ve kara fırın köy ekmeğinin
içinin ufalanıp yumurta ve tereyağ ile kavrulması suretiyle yapılan, müthiş
lezzetli bir tür ekmek kavurması; anneannem çok iyi yapardı.
(3) Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC