21 Mart 2021 Pazar

DATÇA’DAN BETÇE’YE-2020-4

ELAKİ’DEN REŞADİYE’YE
 21-24 Ekim 2020
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Elaki’nin kurucu atası Giritli Ali Ağaki ve Tuhfezadeler
 
Rivayete göre Giritli bir aileden gelen Ali Ağaki (Ali Giridi), 17.yy.da; donanmadaki hizmetlerinden dolayı Sultan tarafından miri emlak olarak Datça yarımadasıyla ödüllendirilir. Giritli Ali Ağaki, Datça yarımadasını Sultan’dan dirlik olarak alınca, idari ve askeri yükümlülükleri gereği yöreyi kolayca kontrol edebileceği bir yönetim merkezine dönüştürür.
 
Osmanlı Döneminde Datça Yarımadası'nın haritası
(Datça Belediyesi)

Reşadiye'deki Tuhfezadelerin iktidar yuvası; Kocaev
(https://www.kocaev.com/galeri.php)
 
Datça’nın ilk nüfus müdürü Fethi Meltem; basılmış, ama dağıtılmamış anılarında Tuhfezadelerin Datça’ya ne zaman ve nasıl geldiklerinden söz ediyor. Kendisi de bu ailenin mensubu olan Fethi Meltem, ailenin son temsilcilerinden Mehmet Ali Ağa’nın yeğenleri ile konuştuğunu belirtiyor. Mehmet Ali Ağa’nın yeğenlerine anlattıklarına göre; 1664 yılında Girit adası alındıktan 20 yıl sonra, yani 1684 yılında Ali Ağaki’ye Datça ağalığı ve tımarı verilerek yarımadaya gönderilmiş. Ali Ağaki, ilkin Hızırşah Camii’nin yakınlarında Menteşe Beyleri tarafından kurulan köye (bugünkü Hızırşah) yerleşmiş. Ancak kısa sürede bu yerleşimin tarımsal alanlara yakınlığı ve savunma açısından riskler taşıması nedeniyle köyün yerini beğenmemiş ve Reşadiye’de alçak bir tepenin üzerinde; şu anda su deposunun olduğu yerde konağını yaparak yerleşimin ve bölgenin idari merkezinin bu yapı çevresinde gelişimine imkân yaratmış. Bu konağın çevresinde ortaya çıkan yeni yerleşim, uzun yıllar Ali Ağaki’nin isminden hareketle Alaki ya da Elaki olarak anılmış.(1) Şimdi bile Datça’nın yaşlıları Reşadiye’den söz ederlerken, orası için Elaki ya da kısaca Ele diyorlar.
 
Fethi Meltem
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Reşadiye
(Nisan 2007)
 
Ali Ağaki’nin mensup olduğu Tuhfezadeler ailesinden bir başka Ali Ağa, Kanuni Sultan Süleyman’ın Kaptan-ı Deryası Barbaros Hayrettin Paşa’nın kethudası olarak görev yapmış. Yani anlaşıldığı kadarıyla; bu ailenin Osmanlı sarayına yakın olma gibi bir geleneği söz konusu. Belki bu başlangıç, Ali Ağaki’nin de 17.yy.da Girit’in fethi sonrası Datça ağalığıyla ödüllendirilmiş olmasını bizlere daha iyi açıklayacaktır.
 
Bir Reşadiye evi
(Nisan 2007)

Reşadiye evi; ama metruk...
(Hasan Doğan, Mart 2021)
 
Aynı evin duvarına gömülü devşirme malzeme
(Hasan Doğan, Mart 2021)
 
Reşadiye mahallesinin en yüksek noktasından denize doğru bakan bugünkü Mehmet Ali Ağa Konağı, Giritli Ali Ağaki’nin mirasçıları konumundaki Tuhfezadelerin malikânesidir. Reşadiye, yönetim merkezinin kurucusu Ali Ağaki’nin adından yola çıkılarak Elaki ismiyle de anılır. Ali Ağaki’nin ailesinin ve takipçilerinin Tuhfezadeler olarak anılmasının nedeni ise, Datça yarımadasının Sultan tarafından Ali Ağaki’ye armağan olarak verilmesi ve Arapça’da tuhfe sözcüğünün armağan anlamına gelmesidir. Tuhfezadeler, 17.yy.dan 20.yy.ın başlarına kadar yarımada tarihine bir anlamda damgalarını vururlar.
 
Reşadiye; panaromik görünümü
(Hasan Doğan, Mart 2021)
 
Bir eski Reşadiye evi
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Reşadiye; meydanlık
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Evliya Çelebi, 1670 yılında Datça kazasından söz ettiğine göre, Datça’nın kuruluşu Ali Ağaki döneminden önce olmalıdır. Muhtemelen o güne dek daima Menteşe sancağına bağlı olan Datça’nın, ne zaman Rodos sancağına bağlandığı bilinmemektedir. Datça, 1870 yılında nahiye seviyesine düşürülüp, Bozburun nahiyesi ile birlikte Marmaris kazasına bağlanır. 1911 yılında ise, Datça iki ayrı nahiyeye ayrılır. Süleymaniye; diğer adıyla Betçe ve Reşadiye; yani Datça… Aynı zamanda yarımadanın merkez mahallesi Elaki’nin adı da Reşadiye olarak değiştirilir.
 
Reşadiye sokaklarında...
(Nisan 2007)

Reşadiye sokaklarında...
(Nisan 2007)

Reşadiye'de; bir avlu duvarının ardındaki hayat
(Nisan 2007)

 
Tuhfezadelerin bölgedeki yönetim merkezi olan konak, Mehmet Ali Ağa’nın babası Mehmet Halil Ağa tarafından 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başlarında yaptırılır. Nahiye müdürlüğü de yapan Mehmet Halil Ağa’nın oğullarından Mehmet Ali Ağa’nın zamanında konak en görkemli dönemini geçirir. Konak, bugün de onun ismi ile anılmaktadır. Mehmet Ali Ağa, 1895’de Rodos’ta İdare Meclis Azalığı görevinde bulunur. Mehmet Ali Ağa, kızı Münire Hanım’ı bölgede önemli bir tüccar olarak bilinen; Rodos’ta tanıştığı Kırım hanedanından Hidayet Şahingiray ile evlendirerek yakın adalarla olan ticaret ilişkilerini sağlamlaştırır. Mehmet Ali Ağa’nın oğulları Fehmi ve Halil Beyler ise, İstanbul'da hukuk eğitimi alırlar ve Kurtuluş Savaşı sırasında Reşadiye'de Kuvay-ı Milliye'ye önemli katkılarda bulunurlar. Mehmet Ali Ağa'nın son çocuğu Seza Hanım da erkek kardeşleri gibi evlenmeden ölür. Bu gelişmeler sonrasında konağı, hayatta kalan tek çocuğu olan Münire Hanım ve eşi Hidayet Bey sahiplenir. Ancak onların da çocuğu olmaz ve Münire Hanım’ın da vefatı sonrasında konak, tümüyle eşi Hidayet Şahingiray’a kalır. 1940'ların sonlarında ölen Hidayet Bey'in mirasçıları (aralarında Cemil Sait Barlas da vardır) konağı satışa çıkarırlar. Konak birkaç kez el değiştirir; tütün deposu, sinema, okul, düğün salonu olarak kullanılır. Konak bu süreçte tamamen değişir; hasar görür, tadilatlar yaşar. 2000’li yıllarda ise; yeni sahipleri tarafından restore edilip yeniden hayat bulan konak, bugün bir konaklama tesisi olarak turizme hizmet vermektedir.(2)
 
Reşadiye'de Mehmet Ali Ağa Konağı ya da Kocaev
(https://www.kocaev.com/galeri.php)
 
Reşadiye'de beyaz badanalı bir ev
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Datça'da meşhur olan "öküz güreşleri" için beslenmiş bir boğa
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Modern zamanlarda Reşadiye’de idari teşkilatlanma
 
Büyük usta Halikarnas Balıkçısı, Hey Koca Yurt isimli eserinde Knidos önlerindeki coğrafyaya bakarak şöyle seslenir:
 
“Knidos’ta (Tekirburnu) insan dimdik ayakta durunca burnun yüksek uçurumlarından mıdır, nedir; aşağısında, ufuklara dek uzanan masmavi denizleri ve onu çiçekler gibi benek benek noktalayan ada serpintisini görünce -sanki kendi yaratmış- yersiz ve densiz bir onur duygusu doğar içinde. Belki de insanoğlu bir doğa yavrusudur da doğanın en aklı maklı aşan bir hüner yaptığını görür; doğa adına bir hayranlık ve alabildiğine bir gönül açıklığı duyar.
 
Bir yanımız Akdeniz, diğer yanımız Ege; ortada Knidos Limanı...
(Hasan Doğan Arşivi)

Knidos'ta gün batımı
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Sözgelişi Roma’da Sen Piyer kilisesi için ”Çok büyük, çok şanlı” derler… Eh öyledir de. Ama Knidos tepesinden insan bakışı, tüm yayılımınca sağdan sola süpürüldü müydü, görülen açıklığa karşın Sen Piyer kilisesi, bir ocağın üstündeki konsolumsu rafa konulmuş bronz rokoko saate döner. İnsanın, Diogenes gibi; “Gölge etme!” diyerek saati elinin tersiyle bir yana fırlatası gelir. Bu duygu o denli doğaldır ki, oraya çıkıp bakan kimse, upuzun bir “Aaaa…aa..aaa!...” salıvererek insanı hoşlukla güldürür.
...
Tevekkeli değil, Praksiteles’in çıplak Knidos Aphrodite’sini Knidos’un bir tepesine diktiler. Başka nereye dikselerdi, oraya yakıştığı kadar yakışmazdı. Evet, rasgeleydi ama, duyulur düşünülür sanatta bile böyle rasgelelikler olur.
Aphrodite, Knidos’a öyle yakışmıştı ki; insan, heykelin durduğu tepeye gelince, evlenecek çiftlerin tanrıça Venüs’e getirdikleri çifte kumruların seslerinin anısını –sanki kumrular kanatlarını çark ede ede dem çekiyorlarmış gibi- duyar gibi olur, uzak bir gök gürültüsü halinde…
 
Praksiteles'in Knidos Afrodite'sinin bir replikası
 
Aphrodite’nin (Venüs’ün) kutsal çiçekleri, kırmızı gül ve kokulu mersin çalısıydı. Kurak Knidos’ta gül ne gezer? 
 
Galiba kırmızı renk, tarihten önceki zamandan beri insanoğluna pek çarpıcı gelmiş ki; hemen hemen tüm dillerde kırmızı sözü aynı şekilde öter; Kırmızı, cramoisi (kramuazi), crimson (krimson), cremisi (kremsi). 
 
Murdala koyu; Arşipel'de...
(Ekim 2020)
 
Galamış koyu ve Galamış değirmeni; Akdeniz'de...
(Ekim 2019)
 
Mersinlere gelince, herhalde tepede şimdi görünen mersinler, iki bin yıl öncekiler değildir. Ama onların torunlarının torunlarıdır. Zaten mersin, ölümsüzlüğünden ötürü Aphrodite’nin bitkisi sayılmıştır. 
 
Knidos burnu dolanılınca, Datça yarımadasının kıyısına gelinir. Burada ince, renkli çakıllı, bir iki mil genişliğinde bir koy vardır. Rüzgar sabahleyin alınca ve deniz yüzüne koyu yol kilimlerini serince; koyun boyunca bir keman yayı çekiyor sanki; uzun bir “Fış…şş..şıyuuu!...” duyulur. 
Bu başlangıç notasıdır.”(3)
 
Her yanımız mersin, sular akar tersin tersin; Mersincik'e doğru...
(Ekim 2020)
 
Mersincik yolunda pirenler çiçekte...
(Ekim 2020)
 
Hasan Hoca ise aynı coğrafya ile ilgili duygularını şöyle aktarıyor bize: 
 
Datça; bir yanı mavi ile turkuazın yer değiştirdiği Akdeniz’in berrak sularıyla, diğer yanı da Arşipel’in; yani denizlerin en güzelinin salınarak dansı gibi… Denizlerin arşı yücesi; Halikarnas Balıkçısı’nın rüyalarını süsleyen Arşipel, sadece Ege Denizi için söylenmiş bir yakıştırma… İşte böyle bir yerde; ben Datçayım, bir yarımadayım sokuluvermişim sessizce; Akdeniz ile Arşipel’in koynuna. Bir yanımda Akdeniz’in büklüm büklüm bükleri ve Galamışları, diğer yanımda da Arşipel’in bükceğizleri ve kargıcakları; hatta mersin kokan koyları... Afrodite’nin; o berrak suların köpüklerinden çıkıp geldiği muhteşem coğrafya… Bu coğrafya geçmişte ne kadar müthiş uygarlıklara sahne olduysa da ne yazık ki son yıllarda tüm bu avantajlarına ve potansiyeline rağmen gözden düşmüş ve derin bir sessizliğe gömülmüş. Ondaki o müthiş turizm potansiyeli asla fark edilememiş. 20. yy. başlarına kadar bir ağa sülalesine terk edilmiş bir potansiyel cennet... Düşünün bir kere yakın zamanlarda; 1960’lı yıllarda merakını gidermek için deniz yoluyla geldiği Datça’da Türkiye Cumhuriyeti’nin bir numarası bile (Cevdet Sunay) şöyle bir cümleyi ağzından kaçırıvermiş; “Allah Allah! Datça diye bir yer mi varmış bu memlekette?” diye hayretini gizleyememiş.” 
 
Galamış kıyıları; Akdeniz'de...
(Ekim 2019)
 
Mersincik koyu
(Ekim 2020)
 
Mersincik koyundan Merdivenli'ye giderken...
(Ekim 2020)
 
Belki de zorlu coğrafyasından kaynaklanan nedenlerden de beslenerek 20.yy.ın başına dek bir ayan sülalesinin insafına terk edilmiş; iki denizin birleşimindeki bu güzelim cennet yarımada, uzun yıllar boyunca gözden ve gönülden ırak kalır. Sultan Reşat döneminde; 1914’de Datça nahiye yapılır ve tahttaki V. Mehmet Reşat’ın isminden ötürü yerleşime Reşadiye adı verilir. İlk nahiye müdürü Mir’at Efendi’dir. Nahiye meclisi üyeleri ise Ali Osman Ağa, Emrullah Efendi ve Panayot Efendi’den oluşur. Nahiye merkezi de bugünkü Ele, yani Reşadiye’dir. Mehmet Ali Ambarcı anılarında nahiyenin tam teşekküllü olmadığını, ancak bir asayiş karakolunun bulunduğunu belirtiyor. 
 
Reşadiye'nin yeni evleri
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Reşadiye'de bir eski ev
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Daha sonraları nahiye merkezinde bir de kadılık teşkilatı kurulsa da, kasabada daha epey bir zaman Reşadiye ağalarının sözü geçer. Zira ağalar, yarımadadaki bütün köylere hâkimdirler. Nahiye müdürleri ise, sadece sembolik bir rol oynarlar. Nahiye müdürlerinin bu durumu o kadar dramatik bir noktaya taşınır ki, birçoğu nahiye yıllarında; ağaların adamları tarafından çocuklara taşlattırılırmış bile. Bu nahiye müdürlerinden biri; nahiyeden dargın bir şekilde ayrılırken, hayıflanarak şöyle demiş: “Memleket olarak pek güzelsin. Bir tavus kuşuna benziyorsun; ama insanların da bu kuşun ayakları…
 
Merdivenli yolunda...
(Ekim 2020)

Merdivenli koyu
(Ekim 2020)
 
 
Reşadiye, nahiye olarak 14 yıl ağaların nüfuzu altında bu şekilde yönetilir. Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında ise; 1928 yılında Datça, ilçe hüviyetine kavuşur. Marmaris ile doğru dürüst bir karayolu bağlantısının olmadığı o yıllarda, kazaya atanan ilk kurucu kaymakam bir gün Datça’ya at sırtında çıkagelir. Gelen kurucu kaymakam; bir kurtuluş gazisi ve kahraman; Tekelioğlu Sinan Bey’dir. Balkan ve Çanakkale Savaşlarında düşmanlara karşı büyük mücadelelerin içinde pişen bu yiğit kişi, memleket topyekûn düşman işgaline uğradığında da yine cephenin en ön saflarında düşmana karşı direnişi örgütleyerek mücadelenin ta göbeğine atlar. 
 
Datça'nın ilk kaymakamı Tekelioğlu Sinan Bey
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Eski bir Reşadiye evi
(Nisan 2007)
 
Kuvayı Milliye’nin örgütlenmesi aşamasında; Güney Cephesi’nde Fransızlara karşı çarpışır. 40 kişilik birliğiyle sivil kıyafetler içinde düşman işgali altındaki köylere sızarak, 700 kişilik Fransız birliğini darmadağın eder. Daha sonraki yıllarda; bu olayın, Fransızları Ankara hükümeti ile anlaşmaya zorlayan en önemli hamlelerden biri olduğu anlatılır. 
 
Datça Kazası'nın ilk hükümet konağı
(Ekim 2020)

Datça'nin ilk hükümet konağının yan cephesi
(Ekim 2020)
 
Kaymakam Sinan Bey, Kurtuluş’tan sonra da Kuruluş sürecinde devletin ve ülkenin inşasında görev alır. Datça’da imkânsızlıklar içinde ilçe teşkilatının oluşturulması için iki yıl boyunca canla başla çalışır. Reşadiye’de kiralık binalar bularak teşkilatlanmaya çaba gösterir. Bunlardan biri de, o günlerde ilçede hükümet konağı işlevini gören ve bugün Reşadiye’de belki artık gelenin geçenin bile pek de dikkatini çekmeyen; yüksek duvarlı bir avlunun içinde, harap vaziyetteki iki katlı taş binadır. Harap halinden anlaşıldığı kadarıyla özel mülkiyet altında olduğu düşünülen bu yapının, en kısa sürede kamulaştırılması ve restore edilerek içinde barındırdığı hatıraya uygun olarak yaşatılması Datça’ya ve Datçalılara yakışan en güzel davranış olacaktır. 
 
Reşadiye Meydanı'nda Kahveci İsmail'in Kahvehanesi; 1939'dan beri...
(Ekim 2020)

Tipik Reşadiye evlerinden biri
(Ekim 2020) 
 
Datça’nın kaza olarak ilk ismi kayıtlara Dadya (İlkçağ’daki uzunluk ölçümü Stadia’dan kaynaklanan isminden hareketle) olarak geçer. Kısa bir zaman sonra; o dönemin İçişleri Bakanı İstanköylü Şükrü Kaya, Kastamonu’nun kazası Daday ile olan isim benzerliği nedeniyle karıştırılmaması için, ilçenin isminin Datça’ya dönüştürülmesine vesile olur. 
 
Reşadiye sokaklarında...
(Mart 2021)
 
Bir Tuhfezadenin dramatik sonu 
 
Tuhfezadeler, yarımadadaki egemenliklerinin merkezini Ele ya da Reşadiye olarak tanımlarlar. Ali Giridi (Ağaki) ile 17.yy.da başlayan süreç, günümüze bir turistik konaklama tesisi olarak ulaşan Mehmet Ali Ağa Konağı’nda vücut bulan ailenin iktidar gücünü, 20.yy.ın ilk yarısına dek taşır. Ailenin bir başka kolu ise, Sındı merkezli bir nüfuz egemenliği tesis eder yarımadada. Tuhfezadelerin Sındı koluna mensup birçok üyesi, bugün Sındı köy mezarlığında sınırlandırılmış özel bir bölümde yatmaktadırlar. 
 
Sındı girişinde Sındı Ağalarının aile mezarlığı
(Ekim 2020)
 
İçlerinde en gösterişlisi...
(Ekim 2020)


İşte bu mezarlardan birisinin taşı, diğerlerinden oldukça farklıdır. Belli ki bu ölüm, can yakan, yürek burkan erken bir ölümdür. Prof. Dr. Namık Açıkgöz’ün Datça’nın Mezar Taşları isimli kitabındaki aktarıma göre; mezar taşında Hüseyin Ağa olarak tanımlanan 27 yaşındaki bu kişiyle ilgili şöyle bir bilgi yer alıyor: “İki düşman gelip kurşun ile anı şehit ettiler, Hüseyin Ağa’yı bi-günah”. Yine Hasan Hoca’nın Betçe köylülerinden dinledikleri çerçevesinde olayla ilgili aktardıkları ise şu doğrultuda: 
 
Çeşmeköy'ün ağası; mütesellim Ömer İhsan Bey'in Sındı mezarlığındaki mezarı
(Ekim 2020)
 
"Bu olay, takriben üç asırlık bir ağalık sürecinde bir ilk… Ben de merak ettim ve Betçe’de bu işin aslı astarı olup olmadığını yaşlılara sordum. Köylülerden edindiğim izlenim, bu olayın pek konuşulmak istenmediği yönünde… Ancak bir zaman sonra anladım ki; Sındı köyünde yaşayan ağa çocuğu, köyde kadın kız ne varsa, onlara sarkıntılık edermiş. Devlet onlar, hükümet onlar; halk da korkuyor tabii ki. Köyde kadınlar çamaşır asamaz olmuşlar. Özellikle bu genç, çamaşır günleri kadınların temizliğini bildiği için, onlara sataşırmış. Sındı köyü bu olayla çalkalanır olmuş ve sonuçta köyden birileri bu gidişe dur demek için bir plan yapmışlar. Önce konaktaki köpekleri belirli zamanlarda etle beslemişler. Köpekler, bu insanların kokusuna alıştırılmış. Bir zaman sonra konağa gizlice girildiğinde, köpekler ses çıkarmamışlar. Konağa girenler, gizlice genci konaktan alıp kaçırmışlar. Atın ayaklarına da nalları ters çakmışlar. İşin sonunda gencin ölüsü Hızırşah mezarlığında bulunmuş. Ama bu cinayeti işleyenler bir daha asla ortaya çıkarılamamış."
 
Sındı Ağalarının aile mezarlığı
(Ekim 2020)
  
Tuhfezadelerden bugüne kalan 
 
Mehmet Ali Ağa Konağı 
Reşadiye’de; Kavak Meydanı’nda yer alan Mehmet Ali Konağı, 18.yy.ın sonu ve 19.yy.ın başlarında Mehmet Ali Ağa’nın babası Mehmet Halil Ağa döneminde yaptırılır. Halk arasında büyüklüğü nedeniyle Kocaev olarak da anılan konak, esas şöhretine ve en debdebeli günlerine, ağanın oğlu ve ailenin son temsilcisi olan Mehmet Ali Ağa zamanında erişir. Yazının ilk bölümünde anlatılan süreçte konak, Tuhfezadelerin yasal mirasçılarının elinden satışa çıkarıldıktan sonra birkaç kez el değiştirir; tütün deposu, sinema, okul ve düğün salonu olarak kullanılır. Bu süreçte bu değerli yapı oldukça yıpranır ve aslına uygun olmayan değişikliklere uğrar. 
 
Mehmet Ali Ağa Konağı ya da Kocaev
(https: //kocaev.com/galeri.php)
 
Yapıyı son olarak satın alan şimdiki sahipleri Pir Ailesi, Mehmet Ali Ağa Konağı’nı aslına uygun olarak restore ettirerek yapıyı bir müze-otel olarak bölge turizminin hizmetine sunarlar. Arkitera Dergisi’nde konuyla ilgili bir röportajda; restorasyonu yürüten Yüksek Mimar Süreyya Saruhan restorasyon süreci ve konak ile ilgili şu bilgileri veriyor:
 
Kocaev'in girişindeki Kavak Meydanı'nda; "gavağ"ın altındayız. 
(Nisan 2007)
 
Kavak Meydanı; aynı "gavak"; 2021 yılında...
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Buradaki amacımız, konağı tamamen ilk haline dönüştürmek. Evrensel restorasyon ilkeleri doğrultusunda, onarıp sağlamlaştırıyoruz ve o devri yaşatacak bir yapı tasarlıyoruz. Konağın orijinal yapısına, özelliklerine, mekânlarına hiç bir biçimde müdahale etmiyoruz. Dünyadaki restorasyon mantığı da "en az müdahale, en iyi restorasyondur.”(4) 
 
Mehmet Ali Ağa Konağı'nın avlusu
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Mehmet Ali Ağa Konağı, geleneksel Türk mimarisinin, Anadolu'da yer alan çok önemli bir örneğini oluşturmaktadır. Geniş bir arazi içinde yer alan yapı, iki katlıdır. Konağın alt katı yığma taş, üst katı ise ahşap karkas arası tuğla dolgu olup, sıva ile örtülüdür. Yapının dış cephelerinde herhangi bir süsleme izine rastlanmamakla beraber, zaman içinde geçirdiği çok sayıdaki onarım nedeniyle dış cephedeki kalemişi süslemelerin yok olduğu düşünülebilir. 
 
Mehmet Ali Ağa Konağı'nın avlusundan dışarıya açılan koca kapı
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Kavak Meydanı
(Nisan 2007)
 
Giriş katında kuzey yönünde taş kemerler ile bir açık sofa sağlanmıştır. Üst katta ise; ahşap direklerle desteklenen bir tür revak, bütün katın balkonunu çevirir. Zemin katta, ambar ve depo alarak kullanılan mekânların dışında giriş holü vardır. Üst katta ise, 6 oda bulunmaktadır. Bunlardan güney-batı ucunda yer alan başoda, kalemişi ve ahşap işçiliği ile literatüre girmiştir. 
 
Kocaev; yan cephe
(Nisan 2007)
 
Mehmet Ali Ağa Konağı'nın önündeyiz. Alt kat yığma taş; üst kat ahşap karkas ve tuğla dolgulu bir yapı...
(Nisan 2007)
 
Mehmet Ali Konağı ile ilgili ilk yayınlardan biri, 1974 yılında Prof. Dr. Günsel Renda tarafından yazılmıştır. Sanat Dünyamız Dergisi'ndeki "Datça'da Eski Bir Türk Evi" adlı makalesinde Renda, konağın gerek planı, gerekse ahşap işçiliği ve duvar nakışları yönünden sanat tarihimizde önemli bir yeri olduğunu belirtiyor. Mimar Sinan Üniversitesi, Geleneksel Türk Sanatı Kalemişi Öğretim Görevlisi Dr. Kaya Üçer ve ekibi, konaktaki kalemişlerinin restorasyonunu gerçekleştirmiş. Dr. Kaya Üçer, restorasyon sürecinde mevcut badanalı duvarların altında da desenlerin ortaya çıkarıldığını ve bunların belgelenerek kopyalanıp arşivlendiğini aktarıyor.(4) 
 
Bahçeden konağa giriş
(https://kocaev.com/galeri.php)

Mehmet Ali Ağa Konağı ya da Kocaev; genel görünüş
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
1974 yılındaki Prof. Dr. Günsel Renda tarafından yapılan inceleme sırasında, yapının güney kanadının bir bölümünün yıkılmış olduğu, zemin katın bir dizi kemerle bahçeye açılan revak bölümünün ise tümüyle kapatılmış olduğu belirtiliyor. Aynı yıllarda konağın güney kanadının yanında yer alan hamamın orijinal nakışlarının da bulunduğu ifade ediliyor. 
 
Mehmet Ali Ağa Konağı; üst katta başoda...
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Üst kat sofasının kuzey ucunda yer alan yaklaşık 5*9 metre boyutundaki başoda, üç yanında yer alan dokuz, seki altında yer alan bir adet giyotin pencere ile oldukça aydınlıktır. Başoda, iki kolon ile seki altından ayrılmakta olup, hemen her noktası kalemişi nakışlarla süslüdür. Sekinin arka bölümünün ortasında kapakları geometrik düzenlemeli bir yüklük ile onun her iki yanında üçer raflı bir niş dizisi bulunmaktadır. Seki altının iki yan duvarında ortasında baklava motifli, kırmızı renk ağırlıklı büyük birer süsleme yer almaktadır. 
 
Başodada sekinin arka bölümünde yer alan yüklük ve duvarlardaki kalemişi süslemeler
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
İki kanatlı yüklüğün üst bölümündeki duvar yüzeyi beş bölüme ayrılmış olup, ortadaki üç bölümde, birer adet manzara resmi bulunmaktadır. Ortadaki resim bir İstanbul manzarası olup, Topkapı Sarayı, Haliç girişi anlatılmaya çalışılmıştır. Denizde çok sayıdaki teknenin arasından Kız Kulesi net bir şekilde seçilmektedir. Gerçek İstanbul tasavvurundan uzak olsa da, ressamın kendi hayal gücünü yansıtması açısından oldukça ilginç ve usta işidir. Nedense taşra konaklarında hayali İstanbul manzaralarını resmetmek bir gelenek olsa gerek. Aynı durum Birgi’deki Çakırağa Konağı’nın kalemişi süslemelerinde de mevcuttur. 
 
Birgi Çakırağa Konağı
(Haziran 2008)

Konağın üst katında yer alan kalemişi süslemelerden biri
(Haziran 2008)
 
Birgi Çakır Ağa Konağı; başoda
(Haziran 2008)

 
İstanbul manzarasının sağında yer alan resimde ortasından, küçük bir ırmak geçen bir kasaba canlandırılmıştır. Irmağın üzerinde bir köprü, hemen yanında tek minareli küçük bir mescit, onun sağında ise ikişer şerefeli, iki minareli, üç gözlü son cemaat yeri olan bir selâtin cami seçilmektedir. Ön planda ağaçlar arasında iki geyik ve birazda abartılı şekilde çizilmiş ağzında yılan tutan leylek, resme hareket kazandırmaktadır. Genellikle bu gibi resimlerde herhangi bir canlı motifi bulunmamasına karşın, burada görülen geyik ve leylek figürü ilgi çekicidir. Soldaki resim ise, iki burcu ile orta yerinde kırmızı ve sarı renklerinden oluşan birer bayrağın bulunduğu yerleşmedir. Ön plandaki hurma ağaçları bu şehrin Arabistan’a ait bir yerleşmeyi anımsattığını düşünmemize yol açmaktadır. 
 
Alt katta taş kemerlerle oluşturulmuş sofa; zeminde gaga taşlarıyla oluşturulmuş desenler ise göz alıcı...
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Konağın bahçesinden bir görünüm
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Girişin sağında ortasında yer alan, müsenna-aynalı simetrik “Allahu Ekber-Maşallah” yazısının(5) okunduğu büyük madalyonun sol yanında surla çevrilmiş bir yerleşme, sağında ise üç bölümlü bir son cemaat yeri görülen dört minareli anıtsal bir cami bulunmaktadır. Başodanın her üç duvarında da birbirlerinden ince ve zarif ahşap kolonçelerle ayrılmış, madalyonlu panolar içindeki vazolarda farklı çiçek buketleri yer almakta olup, üstlerinde birbirine benzer çiçekli bir silme vardır. Başodanın tavanının tam ortasında; çarkı felek motifli büyük bir tavan göbeği bulunmakta olup, bu bölüm tavanın diğer kısımlarından daha çukurdur. Tavanın büyük bölümü ise, kırmızı ve sarı renkler ile boyanmış dikdörtgen ve karelerden oluşmaktadır. 
 
Konakta diğer odalardan bir görünüm
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Odalardaki ahşap oyma işçiliği ile öne çıkan gömme dolaplar ve ahşap süslemeli panolar
(https://kocaev.com/galeri.php)
  
Yapının diğer odaları başoda kadar kalemişi süslemelere sahip olmayıp, genelde ahşap oyma işçiliği ile ön plana çıkmaktadır. Sofanın arka bölümünde yer alan dört odanın bazılarında yorgan ve yatak koymak için ahşap yüklükler bulunmakta olup, bu odalarda silme şeklinde çok az kalemişi mevcuttur. 
 
Kocaev'in koca kapısı
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Kocaev; avlu duvarı ve yan sokağın görünümü
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Günümüzde yapının çevresinde yer alan müştemilat yapıları büyük oranda yok olmuştur. Buna karşın 2000’li yılların başlarında yapılan restorasyon sonrasında zemin kat avlusunun ortasında, çevresi çakıl taşı döşeli, iki kademeli bir selsebilin(6) yer aldığını görmekteyiz.(7) 
 
Konağın tam önünde yer alan avludaki selsebil
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Mehmet Ali Ağa Konağı'nın avlusundayız.
(Nisan 2007)
 
Bahçedeki peyzaj örnekleri
(https://kocaev.com/galeri.php)
 
Reşadiye’de bulunan, yaklaşık iki yüz yıllık geleneksel Türk mimarisinin bu nadide örneğinin insanlığın bir kültür mirası olarak bütün unsurlarıyla korunarak gelecek kuşaklara aktarılması için gerekli tüm önlemlerin alınması hayati önemdedir. 
 
Reşadiye Tuhfezade Camii; restorasyon sürüyor.
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Caminin giriş kapısı; tuğra ve kitabe...
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Reşadiye Tuhfezade Camii; Abdülmecid'in tuğrası ve kitabe
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Kitabenin tercümesi
(Kaynak: Prof. Dr. Namık Açıkgöz, "Datça'da Mezar Taşları ve Kitabeleri")
 
Reşadiye Tuhfezade Camii 
Reşadiye Camii, 1856 yılında yapılmıştır. Caminin banisi, El-Hacı Halil’in oğlu Tuhfezade Es-Seyyit Mehmet Halil Ağa’dır. Caminin taşları tarihi Knidos kentinden getirtilmiştir. Bu arada Mehmet Halil Ağa mülki teşkilatın son ağalarındandır. Caminin giriş kapısı üzerinde kitabesi ve zamanın Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid’in tuğrası vardır. Caminin girişinde altı köşeli şadırvan sizi karşılar. Cami kesme taştan ve kare plan üzerine kuruludur. Bu kare plan üzerine bir kubbe oturtulmuştur. Caminin önünde üç bölümlük son cemaat yeri mevcuttur. Mihrabı dikdörtgen formlu ve yarım daire nişlidir. Kadınlar mahfili ise, U biçiminde ahşaptan yapılmıştır. Minberi de ahşaptan ve yenidir. Ağa öldüğünde cenazesi caminin önüne gömülmüş ve etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiştir. Çevresi de yaz kış kırmızı açan çiçeklerle donatılmıştır. Sonraları bu bölüme aile fertleri de gömülmüştür. Ne yazık ki 1928 yılında bu mezarlık sökülmüş ve buradan kaldırılmıştır. Cami 1945 ve 1975 tarihlerinde tadilat görmüştür. Cami halen bugünlerde yeni bir restorasyon süreci geçirmektedir.(8) 
 
 Reşadiye Tuhfezade Camii; kadınlar mahfili
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Kadınlar mahfilinin alttan görünüşü
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Reşadiye Tuhfezade Camii; genel görünüş...
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Karaköy Tuhfezade Camii 
Karaköy Camii, Köymen Limanı’na giden yolun doğusundadır. Önündeki çınar ağacı ile fark edilir. Ayrıca önünde bir su kuyusunun varlığından söz ediliyor. Ne yazık ki çatısı çökmüş durumdadır. Caminin duvarlarında ve pencere aksamlarında Knidos antik kentinden getirilen devşirme antik malzeme kullanılmıştır. Son cemaat yerinden geçilerek girilen caminin, giriş kapısının üzerinde kitabesi vardır. Karaköy Tuhfezade Camii, 1796 yılında yaptırılmıştır. Cami, Mehmet Halil Ağa tarafından yaptırılmıştır. Üstü ahşap çatı ve kiremitle örtülmüştür. Caminin sadece mihrabı ayaktadır. Cami 1955-1956 yılına kadar ibadete açık kalmıştır.(8) 
 
Yıkık Karaköy Camii'nin karşısındaki çınar (burada gavag derler) ağacı
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Karaköy Camii'nin içi
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Caminin kitabesi
(Hasan Doğan; Mart 2021)

Kitabenin tercümesi
(Kaynak: Prof. Dr. Namık Açıkgöz, "Datça'da Mezar Taşları ve Kitabeler")
 
Karaköy Camii'nin mihrabı
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Caminin kapısı
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Karaköy Camii'nin tahta kepenkli ve kemerli penceresi
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Caminin bir devşirme malzemeden elde edilmiş mermer lentolu diğer penceresi
(Hasan Doğan; Mart 2021)
 
Camide yapıtaşı olarak kullanılmış; İlkçağ'dan kalma bir mermer mimari parça
(Hasan Doğan; Mart 2021) 
  
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1)     Bu bilgiler Datça’nın ilk nüfus müdürü Fethi Meltem’in basılmamış anılarından derlenmiştir. 
(2)   Tuhfezadeler ve Mehmet Ali Ağa hakkındaki bilgiler için bkz. Horst Unbehaun, Türkiye Kırsalında Kliyentalizm ve Siyasal Katılım, Ütopya Yayınevi; l. Basım-Mart 2006; sayfa:83 ve “Datça’daki Mehmet Ali Ağa Konağı yeniden hayat buluyor” isimli yazı için bkz. https://v3.arkitera.com/v1/haberler/2003/09/13/datca.htm 
(3)  Halikarnas Balıkçısı, Hey Koca Yurt; Baskıya Hazırlayan: Şadan Gökovalı; Bilgi Yayınevi, 6.Basım; Kasım-2001; sayfa: 141-142-143 
(4)  Datça’daki Mehmet Ali Ağa Konağı yeniden hayat buluyor” isimli yazı için bkz. https://v3.arkitera.com/v1/haberler/2003/09/13/datca.htm 
(5)  Müsenna-aynalı yazı; hat sanatında bir yazı tekniğidir. Sözlükte “iki kısım veya iki parçadan oluşan, ikili, iki katlı” anlamındaki müsennâ kelimesi terim olarak “düz istifli veya girift, çift ve karşılıklı şekilde yazılmış yazı, aynalı yazı” demektir. Soldaki ikinci kısım sağdaki asıl yazının ters şeklidir. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi; müsenna maddesi) 
(6)  Selsebil; Kur’ân-ı Kerîm’de İnsân sûresinde geçen (76/18) selsebîl kelimesi cennetteki berrak bir su kaynağını, Osmanlı mimarlık terminolojisinde göze ve kulağa huzur verecek biçimde düzenlenmiş yapay çağlayanları ifade eder.  İslâm dünyasında selsebiller, hemen yalnızca saraylarda, kasırlarda, köşklerde ve yalılarda kullanılmıştır. Zarif görünümleri ve çevrelerine yaydıkları su şırıltısıyla huzurlu bir hava meydana getirmeleri yanında özellikle sıcak yaz günlerinde bulundukları mekânı serinletirlerdi. (Kaynak: İslam Ansiklopedisi; selsebil maddesi) 
(7)   Prof. Günsel Renda’nın Sanat Dünyamız Dergisi’nde 1974 yılında yayınlanan Datça’da Eski bir Türk Evi isimli incelemesi ile ilgili bilgiler için "Datça Reşadiyede Bir Ev", Şehir ve Kültür, 55, İstanbul, Şubat 2019, s. 8-11. | Dr. Mimar Sinan Genim adresinden yararlanılmıştır. 
(8)  Reşadiye ve Karaköy Tuhfezade Camileri ile ilgili bilgiler için Fethi Meltem’in yayınlanmamış anılarından yararlanılmıştır.

(9)   Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

 

Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu

Düzenleyen: MYC

4 yorum:

  1. Antropoloji,entroğrafya,arkeoloji....Hepsi var. En güzeli de herkesin anlayacağı,akıcı bir anlatım. Emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler geri bildiriminize. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
  2. Merhabalar, Karaköy Tuhfezade Camisi için kullandığınız fotoğrafları izniniz olursa Karaköy ile ilgili yüksek lisans tezimde kullanmak isterim. Cevabınızı bekliyorum. Ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kaynak göstermek kaydıyla kullanabilirsiniz. Sayfalarımız korumalı olduğu için kopyalamada sorun olabilir. Bloğun altındaki mail adresime hangi fotoğrafları istediğinizi spesifik olarak belirtirseniz size yardımcı olabilirim. İF

      Sil