16 Şubat 2021 Salı

DATÇA’DAN BETÇE’YE-2020-2

BATIR ya da HIZIRŞAH

DATÇA'NIN KURUCU ATALARI;

MENTEŞEOĞULLARI

(1.BÖLÜM)

21-24 Ekim 2020

İbrahim Fidanoğlu

Hızırşah’a doğru…

Ilıca değirmenlerini ardımızda bırakarak girdik Datça İskelesi’ne. Datça kasabasının merkezi bugün oldukça değişmiş göründü bizlere. İskele olarak adlandırılan bu muhit, imar görmüş ve eski yapıların birçoğu yıkılmıştı. Eskilerden dikkatimizi çeken yegâne yapı, PTT binası idi. Yıllar önceki gelişlerimizden birinde kaldığımız kıyıdaki öğretmen evi de yıkılmış; yeri, belediye tarafından otopark alanı haline dönüştürülmüştü. Cadde boyunca köşelere bırakılmış çok sayıda mermer yontu dikkatimizi çekti. Ilıca değirmenleri ise, restore edilerek bir dinlenme mekânı olarak düzenlenmişti. Gölün içinden sıcak su kaynıyor; öbür yanda ise deniz… Yarımadadaki gerek su ve gerekse rüzgâr değirmenleri, 1960’lı yıllarda Amerikan motorları ülkeye girinceye dek durmaksızın çalışmışlar; yarımadanın bir anlamda ekmeklik ununu üreterek “ada” insanlarının iaşesini temin etmişler. Özetle dramatik bir durum…

Ilıca Değirmenleri
(Ekim 2020)

Datça-ilçe merkezinden bir görünüm
(Ekim 2020)

Şehri tam ortadan ikiye bölen Kazım Yılmaz Caddesi’nin üzerindeki eski Datça hapishanesinin önünden geçtik. Hasan Hoca, eski başbakanlardan Bülent Ecevit’in 12 Eylül döneminde Arayış dergisinde yazdığı bir yazıdan ötürü bu binada bir süre hapis yattığını, bugünlerde bu binanın restore edilerek kültür amaçlı kullanımının planlandığından söz etti. Biraz ileride bir benzin istasyonunun karşısından kuzeye doğru saptık. Datça yarımadasında kesilmekten kurtulmuş son palamutların oluşturduğu bir koruluğu ardımızda bıraktıktan sonra yarımadada bugüne gelebilmiş; ayaktaki iki Rum Ortodoks kilisesinden birinin bulunduğu Hızırşah köyünün girişine ulaştık. Yıllar önce yine Hasan Hocalarla birlikte buraya ilk gelişimizde; kilise binası, otlar içinde kalmış ve harap vaziyetteydi. Ancak 2015-2017 yılları arasında Güney Kalkınma Ajansı ve Datça Belediyesi’nin işbirliği altında geliştirilen bir proje çerçevesinde kilise yeniden ayağa kaldırılarak bugünkü haline dönüştürülmüş. Hızırşah Kilisesi, bugün birtakım sergi, konser ve toplantıların düzenlendiği bir kültürel etkinlik mekânı olarak kullanılıyor.

Datça İskelesi
(Eylül 2005)

Datça-İskele
(Datça Belediyesi Arşivi)

Hızırşah ve Menteşe Beyliği

Halkın eskiden beri Batır olarak andığı bu köy, Datça yarımadasının en eski yerleşimlerinden biri… Menteşe Beyleri’nden Hızır Bey’in (ya da Hızırşah) ismi ile anılan bir cami çevresinde gelişen ilk yerleşimin yer üstündeki hamam ve benzeri kimi kalıntıları bu caminin çevresindeki tarlalarda ve onun içinde yer alan çalılıkların içine gizlenmiş konumda yer yer hala izlenebiliyor. 

Hızırşah Camii
(Mart 2004)
 

Belki de kurucu atası olarak kabul edebileceğimiz Hızır Bey’ın daha sonraları yeniden hatırlanarak köye ismini vermesi de ilginç olmalı. Bu isimlendirmenin hangi zaman dilimine denk düştüğü ise meçhul… Daha sonraları 17.yy.da Osmanlı’nın donanmadaki hizmetlerinin karşılığı olarak Datça yarımadasıyla ödüllendirdiği Giritli Ali Ağaki, bölgedeki etkinliğini tesis etmek üzere bu topraklara geldiğinde, anlaşıldığı üzere bu bölgedeki bir yerleşimin varlığı üzerine oturur. Bu gerçek de Elaki olarak anılan ve Giritli Ali Ağaki’nin bir derebeylik kurumu olarak 20.yy.a dek uzanan bölgedeki egemenliğinin, Reşadiye’den önce bu topraklarda yeşerdiğine işaret etmektedir.

Reşadiye ya da Elaki
(Nisan 2007)

Bir zamanlar Datça Beyleri'nin iktidar yuvası; Mehmet Ali Ağa Konağı
(Nisan 2007)

Ancak sonra nasıl bir zorunluluk ortaya çıkar ya da yarımadadaki egemenliğin tesisinde Reşadiye coğrafyasının ne tür avantajları belirir ki; ileride yönetim merkezi olacak Elaki ya da bugünkü adıyla Reşadiye, Datça Beyleri’nin iktidarlarını bina ettikleri bir yaşam mekânına dönüşecektir. 

Cumhuriyet döneminde Datça'nın ilk hükümet konağı; Reşadiye'de...
(Ekim 2020)

Reşadiye'de Kahveci İsmail'in mekanı; 1939'dan beri...
(Ekim 2020)

1944 yılında Türk Tarih Kurumu yayınları içinde Orhan Şaik Gökyay’ın çevirisiyle yayınlanan Avusturyalı tarihçi Paul Wittek’in Menteşe Beyliği isimli kitabının önsözünün bir yerinde Menteşe Beylerinin özgünlüğü konusunda şöyle bir ifade yer alıyor:

Menteşeoğulları'nın yönetim merkezi; Milas'taki Beçin Kalesi
(Nisan 2007)

“Menteşe Beyliği’ne gelince, Anadolu Beylikleri arasında bu, teşekkülü bakımından bir hususi vakıa teşkil ediyor: Bu -her halde yegâne Beylik-Türk korsanlarının bir tesisidir, denizden gelinerek zapt edilmiş ve denize doğru yapılacak akınlar için üs olarak düşünülmüşse de bu, şüphesiz çok geçmeden Rodos şövalyeleri tarafından felce uğratılmış ve bu suretle hayat damarı kesilmiştir. Bu menşei dolayısıyla bu Beylik “sahil,, kelimesinin tarihi manada “hudut,, yerini tuttuğuna da kıymetli bir delildir.”(1)

Samson Dağı'ndan Büyük Menderes Deltası'na ve Balat önlerine doğru bakış...
(Kasım 2014)

Miletos Tiyatrosu üzerinde yükselen Bizans dönemi kalesi; Palatia, daha sonraları Menteşeoğulları döneminde Venediklilerle ticaretin yoğunlaştığı bir liman kentine dönüşen Balat...
(Ekim 2005)

Aydınoğlu Umur Bey’in; derin bir ekonomik krize ve gerilemeye doğru sürüklendiği bir evrede, Bizans Devleti’nin; Ege kıyılarında kolonize olan Cenevizlilerin deniz gücüne güvenerek dağıttığı donanma gücünden yararlanarak, Ege adalarında ve Kıta Yunanistanı’nda; Korint Körfezi’nde ve daha ötelerde o dönem için emsalsiz olarak nitelendirilebilecek çapta korsanlık faaliyetlerine(2) girişmesinden epey öncesinde, böyle bir deniz-devlet ilişkisi kurabilmiş olması Menteşe Beyliği’ni gerçekten özgün kılıyor.

Balat'ta İlyas Bey Camii'nin muhteşem girişi ve üzerinde yer alan kitabesi
(Ekim 2005)

İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri isimli Türk Tarih Kurumu yayınları arasında çıkan kitabında; Menteşe Beyliği’ni kuran Türkmenlerin Anadolu Selçuklu Devleti’nin elinde bulunan Pamfilya ve Likya kıyılarından deniz yoluyla Karia bölgesine gelerek sahilden içerilere doğru Bizans egemenliğine karşı, karada ilerlediklerinden söz ediliyor. Aynı zamanda yukarıdaki Aydınoğlu Umur Bey örneğinde olduğu gibi Bizans donanmasının dağıtıldığı bir döneme denk gelen bu süreçte, bu donanmaya mensup gemicilerin de Türkmen beyleri tarafından değerlendirilerek denizde de faaliyette bulunmuş olma olasılığından söz ediliyor. Bu konuda söz söyleyen tarihçilerden; gerek Paul Wittek ve gerekse İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya göre Karia’da hâkimiyet tesis eden bu beyliğe verilmiş olan Menteşe isminin de, Bizans kroniklerine dayandırılarak Salpakis Mantachias (Salpakis Menteşe); yani Sahil Beyi Menteşe diye anılması kuvvetle muhtemeldir.(3)(4)

Aydınoğulları'nın yönetim merkezi Birgi'de bulunan Gazi Umur Bey'in heykeli
(Haziran 2008)
 
Aydınoğlu Mehmet Bey Camii
(Haziran 2008)
 
Aydınoğlu Mehmet Bey Camii'nin girişi ve üzerinde yer alan kitabesi
(Haziran 2008)

Yine Paul Wittek’in kitabında, Bizans kroniklerine dayandırılarak Bizans İmparatoru Michael VIII. Palaologos zamanında (1259-1289) Menderes vadisinin denizden gelen ve sonrasında içerilere doğru devam eden Menteşe isimli bir komutanın liderliğindeki Deniz Türkmenleri (Turqmeno de mar) tarafından nasıl ele geçirildiği anlatılıyor. Daha sonra yazar şu çıkarımı yapıyor sözün devamında;

Balat'taki İlyas Bey Camii'nin ön cephesinde yer alan mermer bordürlerden biri
(Ekim 2005)

Aynı caminin ön cephesinin sol duvarında yer alan diğer mermer bordür
(Ekim 2005)

“Şu halde biz, …Menteşe’yi, içinde Karia sahillerine ve adalara karşı teşebbüslerinde emrine hazır adamlar ve gemiler bulunan aşağı yukarı Makri (şimdiki Fethiye) körfezindeki sahil mıntıkasının beyi olarak düşünüyoruz. Garbi Küçük Asya havalisinin devamlı şekilde elde tutulması şüphesiz deniz yoluyla olmazdı. Bunun için karadan sahile doğru tazyik eden Türklerle işbirliği yapmak lazımdı. Menderes’in şimalinde Menteşe’nin halefi olan Sasa (aynı zamanda damadı), Germiyan içerilerinin kumandanı olan Aydınoğlu Mehmed Bey’i sahil mıntıkasına çağırdığı zaman başka türlü hareket etmemişti. Zapt edilen mıntıkaların hakikaten sahibi olmak için gereken insan kalabalığı ancak memleket dâhilinden çıkarılabilir. Şu halde… Menderes'le Ephesus arasındaki sahil mıntıkası fethinin denizden beri yapılan hücumla ve memlekette göçebe olan, denildiği gibi ilk önce hakikaten, “kışlamak üzere sahile gelen” Türklerin teşkilatlandırılması ve çağırılmasıyla elde edilmiş olduğu hakkındaki tasvirinin, esasına bakınca kati şekilde tuttuğu ve son olarak da iyi bir membaa istinat ettiği kabul edilebilir.”(5)

Eski Çine'deki Ahmet Gazi Camii'nin avlusunda yer alan Orhan Bey'in iki oğlu Hızır Bey ve İbrahim Bey'in mezarlarının bulunduğu türbe
(Mayıs 2008)
 
Türbenin girişi
(Mayıs 2008)

Ana karayla bağlantısı, Knidosluların bir zamanlar Pers istilalarına karşı koparmayı düşündükleri dar bir kıstaktan ibaret olan Datça yarımadasının insanları, yarımadanın bu özelliğinden ve engebeli topografyasından kaynaklanan nedenlerden ötürü yüzyıllarca anakaradan uzakta ve deniz üzerinden beslenen bir ilişki ile hayata tutunabilmişler. Belki yakın zamana dek “ada”da görülen bu ekonomik ve sosyal hayat, bu anlamda da bugünkü “uygarlığın” kurucu atalarından bir şekilde besleniyor.

Beçin Kalesi'nin girişi
(Nisan 2007)
 
Beçin Kalesi'nin içinden bir görünümü
(Nisan 2007)

Hızırşah köyünün girişinde Taksiarhon Kilisesi’nden biraz ileride, restorasyon süreci kötü anılarla kesikliğe uğramış olsa da bugün artık tamamlanmış bir caminin (Hızırşah Camisi) çevresinde gelişen ve köyün kurulduğu zamanlara dek uzanan bir eski hayatın emareleri yer alıyor. Kuruluş dönemine ve kuruculara dair rivayetler muhtelif olmakla birlikte; hikâyeler, Menteşe Beyliği’nin bugünkü Muğla il sınırlarına karşılık gelebilecek bir alanda tutunduğu ve uç beylerinin sahiplendiği bir “gaza” misyonuyla Bizans’a karşı durduğu bir zaman dilimine denk düşüyor olmalı.

Beçin Kalesi'nde yer alan kubbesi çökmüş haldeki Orhan Bey Camii
(Nisan 2007)

Beçin Kalesi, daha sonraki zamanlarda da bir yaşam mekanı idi.
(Nisan 2007)

Hızırşah Camii, beyliğin kurucusu Menteşe Bey’in torunu Orhan Bey’in oğlu Hızır Bey tarafından yaptırılmış. Diğer kardeşi İbrahim Bey, babaları Orhan Bey’in ölümü sonrası Milas’ta beyliğin idaresini ele alınca, Hızır Bey de Çine’de hüküm sürüyor. Anlaşıldığı kadarıyla “baba” beyler öldükten sonra, beylik toprakları varis kardeşler arasında, ya sulh içinde ya da savaşarak aralarında bir şekilde paylaşılıyor. Ama Osmanlı’nın bu topraklarda egemenliğini tesis edinceye kadar, kaynaklar; Karamanoğulları, Germiyanoğulları ve Aydınoğulları ile sürekli yakın ilişkide bulunan bir Menteşe Beyliği’nden söz ediyor. Yer yer bu temasların içine, Orhan Bey’in kızının Aydınoğlu Süleyman Şah ile yaptığı evlilik ya da Menteşe Bey’in damadı Sasa Bey ile Aydınoğlu Mehmet Bey’in Tire ve Selçuk civarındaki Bizans egemenliğine karşı verilen savaşlardaki ittifak ilişkileri de dâhil olabiliyor.

Birgi'de tarih kokan bir sokak
(Haziran 2008)

Son örnekteki “küffar”a karşı ortak mücadele, savaş kazanıldıktan sonra o bölgede bir iktidar mücadelesine de dönüşebiliyor; Tire’de tutunmuş Sasa Bey örneğinde olduğu gibi sonunda Birgi’nin hâkimi Aydınoğlu Mehmet Bey ile girişilen güç savaşı, Sasa Bey’in aleyhine; savaş meydanında ölümüne yol açabiliyor. Bugün Menteşe Bey’in damadı; fütuhat peşinde koşan Sasa Bey, bu mücadelenin kaybedeni olarak; Tire’nin Selçuk yönünden girişinde, yaşlı bir servinin dibinde Kesikbaş namı ile yatıyor. 

Tire'nin Selçuk yönünden girişinde yer alan Menteşe Bey'in damadı Sasa Bey'in (Kesikbaş) mezarı
(Temmuz 2008)

Kesikbaş'ın mezarı ve başındaki ulu servi
(Temmuz 2008)

Caminin banisi Çine Beyi Hızır Bey’in Hızırşah diye anılması, Danişmendlilere dek dayandırılan bir “gaza” geleneğinin yansıması mıdır bilinmez, ama Paul Wittek’in Menteşe Beyliği kitabında Menteşe Bey’in ismini ve kökenini sorgularken başvurduğu kimi kaynaklarda şu tür referanslardan yararlanmış:

Beçin Kalesi ve ardında Kızıldağ
(Nisan 2007)

Beçin Kalesi'nde yer alan Ahmet Gazi Medresesi
(Nisan 2007)

Ahmet Gazi Medresesi'nin girişinde yer alan kitabe
(Nisan 2007)

11. nci asrın İslam-Türk fatihleri tarafında, ilk önce muvazi yürüyen, sonra mübayenet gösteren biri birinden farklı iki hareket sarahatle kendini meydana vurur: O zamanlar İslam dünyasının hemen hemen bütün Şark tarafına hükmeden Selçuk hanedanının teşebbüsleri ve diğer tarafta Fırat havalisinden eski hudut muharipliğinin meydana çıkışı, bunların bayrakları altında din için cihat eden (gaziler) uzaktan yakından toplanıyorlar ve bunlara, akıp gelen Türk göçebe kabileleri iltihak ediyor, bunların hepsi menşei belli olmayan, ihtimal Ermeni, belki de her halde yerli olan Gazi Danişmend’in idaresi altında az veya çok birleştirilmiş... Kendilerini, bizzat Küçük Asya mücahitlerinin kahramanı, efsanevi bir şekil alan Seyyit Battal Gazi’nin halefi olarak gösteren Danişmendliler, yarımadanın, bilhassa bütün şimal ve garbının zaptında en mühim rolü oynadılar ve böylece asırlarca müddet, Selçuk sülalesinin, İslam yüksek kültürünün vasıtaları ile hedefini bilerek, Küçük Asya’da nizamlı bir İslam devlet teşkilatının kurulmasına çalışan kolunu gölgede bıraktılar. Ancak yeni kazanılmış ve sarhoşluğu henüz geçmemiş fütuhat devrelerinin ve Haçlıların hücumuyla daha ziyadeleşen, şekil almamış karışıklıkların geçmesinden sonradır ki Konya Rum Selçukları devlet idaresi, şimdi artık karşılıklı mücadelelerle kuvvetlerini törpüleyen Danişmendler üzerinde, nihayet bunlar meydanı tamamıyla boş bırakmağa mecbur oluncaya kadar, hakimiyeti elde etti. (12. nci asrın ikinci yarısı)

Eski Çine'de Ahmet Gazi Camii
(Mayıs 2008)

Ahmet Gazi Camii'nin mihrabı
(Mayıs 2008)

Beçin Kalesi'nde yer alan Ahmet Gazi'nin kabri
(Nisan 2007)

Eski hudut ananelerini bütün Küçük Asya üzerinde genişletmek tarihi vazifelerini Danişmendler yerine getirdiler. Bizans’a karşı, Trabzon’a karşı ve küçük Ermenistan’a karşı olan hudutlarda eski İslam hudut mıntıkalarının, Şuğur-al-Islam’ın, gaziliği yeni bir vatan buldu. Garp hududunda eski Nakoleia’da (Seyyit Gazi), Rafızîliğinden dolayı eskiden beri kötü adı çıkmış olan Firikya köşesinde; gazilerin, Malatyalı başkahramanı Seyyit Battal Gazi için bir mukaddes mahal vücut buluyor ki; sonradan bu 13. üncü asrın ortalarında, Fırat havalisinde bir zamanlar ki Paulikian mıntıkasında ortaya çıkan Rafızîlik hareketinin (Baba’iye’nin, bu itibarla onun devamı olan Bektaşiye’nin) merkezi oluyor.”(6)

Eski Çine'deki Ahmet Gazi Camii'nin içi
(Mayıs 2008)

Eski Çine'deki Ahmet Gazi Camii'nin ahşap mihrabındaki mukarnaslı süslemeler
(Haziran 2008)

Paul Wittek, dönemin önemli vakanüvislerine dayanarak yaptığı incelemelerde; Menteşe Bey’in babasının isminin bir yerde Bahaeddin, birçok yerde ise Bahadur olarak anıldığını belirtmekte. Bu arada Orhan Bey’in torunlarından Ahmet Gazi’nin 1391 (H. 793) yılına ait mezar taşında ise soy bilgileri şu şekilde yer alıyor:

“Ahmed Gazi ibn (6) İbrahim ibn (5) Orhan ibn (4) Mes’ud ibn (3) Menteşe ibn (2) Elbistan ibn (1) Karabay.”(7)

Buradan anlaşıldığına göre Menteşe Bey’in babası Elbistan, dedesi ise Karabay isimli kişiler…

Beçin Kalesi'nde Ahmet Gazi Türbesi
(Haziran 2008)

Beçin Kalesi'ndeki Ahmet Gazi Medresesi'nden bir köşe
(Nisan 2007)

Sonuçta yazar, gerek zamanın tarihçilerinden derlediği bilgiler ve gerekse daha eksik bilgi içeren Ahmet Gazi ve dedesi Orhan Bey’e ait Milas’taki başka kitabelerin de incelenmesi sonrasında Menteşe Bey’in isminin bir soy ismi mi, yoksa bir şahıs ismi mi olduğu konusunda kesin bir yargıya ulaşamıyor.

Çine Beyi Hızır Bey ve Hızırşah Camii hakkında…

Şimdi gelelim Hızırşah’a ve banisi olduğu Hızırşah Camii’ne…

Hızırşah Camii-2020 hali
(Ekim 2020)

Paul Wittek’in Menteşe Beyliği ile İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Anadolu Beylikleri isimli kitaplarında Menteşe Beylerinden Orhan Bey’den sonra “ulu beg” olan İbrahim Bey’in diğer kardeşi Hızır Bey’den; ismi zikredilerek açıkça söz edilmiyor ve refere edilen soy ağaçlarında belirtilmiyor. Ancak Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Remzi Duran’ın “Ortaçağ Türk Mimarisinin Önemli Eseri: Eski Çine-Ahmet Gazi Camii” isimli makalesinde ve yine İslam Ansiklopedisi’nin Erdoğan Merçil tarafından yazılan Menteşe Beyliği maddesinde; A. Elizabeth Zachariadou’nun “Trade and Crusade Venetian Crete and Emirates of Menteshe and Aydın” isimli incelemesine dayandırılan Hızır Bey ile ilgili bilgiler yer alıyor.

Hızırşah Camii'nin son restorasyon sonrası iç mekanının görünümü; beylikler dönemine ait oldukça sade bir iç mekana sahip.
(Ekim 2020)

Kaynaklara göre; Orhan Bey’in 1337 yılında Venediklilerle Girit’te yaptığı bir antlaşma metninde Çine Hâkimi olarak Hızır Bey isminde bir oğlundan söz ediliyor. Bu Hızır Bey’in Çine Beyi iken şimdi Eski Çine kasabasının girişinde yer alan tek kubbeli Ahmet Gazi Camii’ni de yaptıran kişi olduğu belirtilmekte. Bugün caminin avlusunda yer alan türbede Orhan Bey’in iki oğlu; İbrahim Bey ve Hızır Bey birlikte yatmaktalar. İbrahim Bey’in oğlu Ahmet Gazi ise, yönetimi sırasında hem türbeyi hem de camiyi ihya edip onarımdan geçirmiş olmalı ki, cami onun adıyla anılmakta. Benzer bir durum da Fethiye’de kale içinde yer alan ve bugün Ahmet Gazi Türbesi olarak anılan, ama aslında Menteşe Bey’in mezarı için de söz konusu. Menteşe Bey, Fethiye’nin ele geçirilmesi sırasında bir muharebede şehit düşüp hayatını kaybedince burada toprağa verilmiş. İbrahim Bey’in oğlu Ahmet Gazi Bey de babasının ölümü sonrasında buralarda hüküm sürdüğü bir dönemde, büyük dedesinin türbesini onarımdan geçirmiş; ancak daha sonraları halk arasında Fethiye’deki türbede onun gömülü olduğuna dair bir kanaat gelişerek, türbe Ahmet Gazi’nin adıyla anılır olmuş. Oysaki kayıtlara göre Ahmet Gazi’nin türbesi Milas’ta Beçin Kalesi’nin içinde yer alıyor.(8)

Hızırşah Camii'nin üç kademeli mukarnas süslemeli mihrabı
(Ekim 2020)

Prof. Remzi Duran’ın yukarıda sözü edilen makalesinin bir yerinde; Eski Çine’deki Ahmet Gazi Camii ve Datça-Hızırşah köyündeki Hızırşah Camii ile ilgili olarak şu yaklaşım aktarılıyor:

Yapı; inşâ tekniği, malzemesi, örtü şeması ve kubbe geçiş elemanlarıyla Datça'da şimdiki adı Hızırşah olan köyde bulunan ve muhtemelen Orhan Bey’in oğlu Hızır Bey tarafından inşâ ettirilmiş olan Hızırşah Câmii ile hacim olarak daha büyük tutulmuş olması ve son cemaat mahalli bulunmaması dışında, yakın benzerlik göstermektedir. Mimârî ve inşâî özellikleri bakımından XIV. yüzyıl ilk yarı karakteri göstermesi ve bu dönemde Çine hâkimi olarak Orhan Bey'in oğlu Hızır Bey'in görünmesi, bu tarihi destekler mahiyettedir. Dolayısıyla, literatüre "Ahmed Gâzi Câmii" olarak geçmiş olan bu câmiin de, Orhan Bey zamanında oğlu Hızır Bey tarafından yaptırılmış olması kuvvetle muhtemeldir.”(9) 

Hızırşah Camii ve hazirenin de yer aldığı avlusu
(Ekim 2020)

Görüldüğü gibi Prof. Remzi Duran’ın yaklaşımına göre; mimari açıdan birbirine çok benzeyen hem Eski Çine’deki Ahmet Gazi Camii’ni, hem de Datça-Hızırşah köyündeki Hızırşah Camii’ni yaptıran kişi Orhan Bey’in oğlu ve Çine Hâkimi Hızır Bey olmalıdır.

Hızırşah Camii; 2004 yılındaki durumu
(Mart 2004)

Ancak bizim de camiyi ziyaret ettiğimizde girişte yer alan tanıtım levhasında aktarıldığı gibi zamanının din âlimlerinden olan; bir başka Hızırşah’tan da söz ediliyor ve caminin ismini o kişiden aldığı bilgisi aktarılıyor. Onun hikâyesi ise söz konusu levhada şu şekilde anlatılıyor:

Hızırşah Camii; minber
(Mart 2004)

“Caminin adını 1400’lü yıllarda yaşayan ve bu bölgede vefat eden bir din bilgininden aldığı tahmin edilmektedir (Çanlı ve Türkeş; 1998, s.193). Bursalı Mehmet Tahir Bey, “Osmanlı Müellifleri” isimli eserinde “Hızırşah Menteşevi” adlı âlimin Mısır’da tahsil gördüğüne, Allame-i Tusi’nin öğrencisi olduğuna, Hicri 853 yılında vefat ettiğine değinir ve Hızırşah’ın Şerhu Tecrid, Talikat Ale’l-Mevakıf, Talikat Ale’l-TelVih, Haşiye Ala Mouazade gibi ilmi eserleri olduğundan bahseder (1972-s.336). Eserde Hızırşah’ın 15 yıl kadar Mısır’da kaldıktan sonra Menteşe’ye geri döndüğü belirtilmiştir (1972, s.336). 1449’da vefat eden Hızırşah’ın Datça’nın bu bölgesine yerleşip, tekkeye benzer bu yapı çevresinde kültürünü yayarak bölgeyi İslamlaştırdığı söylenebilir.

Kaynak: Begüm İŞCANI, Muğla Datça Hızırşah Köyü Kırsal Sit Alanı Koruma Projesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 2016”

Balat'ta İlyas Bey Camii
(Ekim 2005)

İlyas Bey Camii'nin giriş kapısı
(Ekim 2005)

Hızırşah Camii, mimari açıdan bakıldığında; tek kubbeli, bir tipik beylikler dönemi eseri olarak dikkat çekiyor. Prof. Remzi Duran, 7,30 metre kubbe çapına sahip bu caminin Menteşe Beyliği döneminde yapılan tek kubbeli 5 caminin en eskisi olduğunu aktarıyor. Yapıldığı dönemden beri günümüze dek birçok kez onarım gören caminin, 1998 yılında başından geçen tatsız bir restorasyon denemesi sonrasında son restorasyonu 2013 yılında Aydın Vakıflar Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiş.
 
Hızırşah Camii'nin avlusunun girişinde yer alan anıt palamut ağacı
(Ekim 2020)

Avlusuna girişte bir anıtsal meşe ağacı ile dikkat çeken Hızırşah Camii’nin kuzeye bakan cephesindeki girişinde taş ayaklar üzerinde taşınan, üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunuyor. Kare planlı hariminin üzerinde ise, altıgen planlı bir kaide üzerine oturan 7,30 metre çapında bir basık kubbe yer alıyor. İç mekâna revaklı son cemaat mahallinin orta aksından girilen kapı üzerinde herhangi bir kitabe bulunmuyor. İçi son derece sade ve mütevazı boyutlarda olan caminin giriş kapısının tam karşısına denk düşen bir konumda üç kademeli, mukarnaslı bir mihrap yer almakta. Kubbenin üstü restorasyon sonrası alaturka kiremit örtüsü ile kaplanmış.

Hızırşah Camii; son restorasyon öncesi...
(Mart 2004)

Caminin girişindeki revaklı son cemaat yeri
(Mart 2004)

Prof. Remzi Duran’ın Menteşe Beyliği dönemine ait kubbeli camilerden diğer dördü olarak belirttiği camilerin isimleri ise şunlar:

Eski Çine-Ahmet Gazi Camii (14.yy.ilk yarısı), Turgut (Leyne) İlyas Bey Camii (14.yy. ikinci yarısı), Balat İlyas Bey Camii (1403-1404), Beçin Yelli (Kepez) Camii (15.yy. başı)

Eski Çine'deki tek kubbeli Ahmet Gazi Camii
(Mayıs 2008)

Hızırşah Camii’nin haziresinde çok sayıda mezar bulunuyor. Bunların bir kısmı yeni, bir kısmı daha eski dönemlere ait. Özellikle bunlardan 12 dilimli olması nedeniyle Bektaşi başlıklarını andıran 12 dilimli sarık başlı mezar taşları dikkat çekici…
 
Hızırşah Camii'nin haziresinde yer alan 12 dilimli mezar taşları
(Ekim 2020)

Caminin güney yönündeki alçak kayalıklardan geldiğini tahmin ettiğimiz bir su kaynağı mevcut. Mevsimsel dalgalanmalara bağlı olarak kimi azalan, kimi çoğalan bu suyun aktığı oluğun üzerinde ise Cumhuriyet döneminde bir onarım geçirdiğine işaret eden ve üzerinde “T.C. Tarım Bakanlığı Muğla Teknik Ziraat Müdürlüğü” yazısı bulunan bir mermer yazıt bulunuyor.
 
Hızırşah Camii'nin arkasındaki kaynaktan gelen suyun aktığı çeşme
(Ekim 2020)

Caminin önünden geçen yolun öbür yakasında bulunan bir tarlanın içinde ise, çalılar arasında kalmış eski bir yıkıntının izleri var. Moloz taştan yapıldığı anlaşılan yapı kalıntısı acaba bir hamam yıkıntısı olabilir mi? Büyük olasılıkla bu yapı kalıntıları, camiyi tamamlayan zaviye, hamam ve diğer müştemilata işaret ediyor. Ancak izlerin çoğu silinmiş durumda.

Hızırşah Camii'nin karşısındaki bir tarlada; çalılar içinde izlenebilen kalıntılar
(Ekim 2020)

Şimdi o soruyu sormanın zamanıdır; şimdiki zamanda yukarıdan beri anlatılan o kadim geçmişten kimler haberdardır? “Küffar” ellerinde Orta Asya bozkırlarından Akdeniz’e doğru akan o büyük nehirde bir gerçeğin peşinde; Anadolu’ya sökün eden o isimsiz Türkmen önderlerinden; Seyit Battal Gazi’den ve Danişmend Gazi’den kimlerin haberi vardır acep? Osmanlı’nın daha tek bir neferinin dahi ortalıklarda görünmediği anlarda; Balkanlar’da halkın içinde “derya içre bir balık” misali bir kaybolup bir görünen; ama fütuhat öncesi küffar ellerini yumuşatma eylemiyle meşgul, o “erdemli” kolonizatör dervişlerden kimler haberdardır? Sarı Saltuk Baba, Otman Dede, Kızıl Deli Sultan, Balım Sultan ve Gül Baba’lardan şimdi kimler haberdardır?

Bu artık sorulası bir sorudur; bizim için.

Hızırşah Camii ve haziresi; 2004 yılı...
(Mart 2004)

Taksiarhon Rum Ortodoks Kilisesi

Ari Çokona’nın 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri isimli kitabında; Datça yarımadasında Rumların yaşadığı köylerin isimleri sıralanırken Batira isminde bir köyden söz ediliyor. Bugün bilindiği üzere yarımadanın yaşlıları bu köyü Batır olarak anıyorlar. Hatta Hızırşah’ın tarihi mezarlığında üzerinde Batırlıoğlu yazan mezarlar mevcut. Demek ki bu köyün Batira ya da Batır diye anıldığı bir dönem de mevcut.

Hızırşah Kilisesi; batı cephesi, restorasyon öncesi...
(Mart 2004)

Yine Ari Çokona, yukarıda sözü edilen kitabında Datça yarımadasında yaşayan Rum ahali hakkında şu bilgileri aktarıyor:

“Yarımadanın batısında, Simi adasının tam karşısında bulunan 200 haneli Stadia (Datça) köyünde 10 hane Rum yaşıyordu. 17. ya da 18. yüzyılda Nisiros ve Simi adalarından gelen göçmenler tarafından kurulmuştu.

Süngercilik, balıkçılık, badem, incir, limon ve portakal üretimiyle geçinen Datça ve çevresindeki yoksul köylerin Rum cemaatleri, sancağın Pisidia Metropolitliği’ne bağlı diğer yerleşimlerinden farklı olarak, İliupoleos kai Thiatyron Metropolitliği’ne bağlıydı. Okulları olmayan ve kiliselerinde düzenli ayin yapılmayan bu küçük köylerin sakinleri, dini ihtiyaçlarını, Datça’nın dışında, Rum mezarlığının yanında bulunan Taksiarhon Kilisesi’nde (Bugünkü Hızırşah yakınlarında, yeni restore edilen kilise-İF) karşılıyorlardı. Dini törenleri tekne ile Simi’den gelen papaz yönetirdi. Datça-Reşadiye yolu üzerinde, ayazması da olan Panayia Tekiriani Kilisesi ve Ayios Dimitrios Şapeli vardı. Okumak isteyen çocuklar, Simi, Nisiros ya da İzmir’e gönderilirdi.

Restorasyon sonrası Hızırşah ya da Taksiarhon Rum Ortodoks Mezarlık Kilisesi; kuzey cephesinde yer alan yağmur tahliye kanalı dikkat çekici...
(Ekim 2020)

Peça köyleri genel adıyla bilinen çoğu karma nüfuslu yerleşimler şunlardı: Elee (Ele, bg. Reşadiye, karma nüfuslu, 6 hane Rum, Profitis İlias Şapeli), Yakaköy (karma nüfuslu, 6 hane Rum), Yazıköy (karma nüfuslu, 7 hane Rum, Yukarı Ayios Yeoryios Kilisesi), Avlana (Evlana, 20 hane Rum, Aşağı Ayios Yeoryios Kilisesi), Pelenköy, Kumyari (Cumalı, karma nüfuslu, 3 hane Rum, Ayios Nikolaos Kilisesi), Çeşmeköy (karma nüfuslu, 6 hane Rum), Mezgit (karma nüfuslu, 4 hane Rum), Karaköy (karma nüfuslu, 9 hane Rum; büyük miktarlarda kaliteli incir üretiliyor, İzmir ve Rodos’a gönderiliyordu), Batira, Tarahia ve Kızlan (karma nüfuslu, 6 hane Rum).”(9)

Hızırşah Kilisesi'nin avlusunda gördüğümüz bir boğa başı motifli sunak taşı
(Ekim 2020)

Hızırşah köy kilisesi, gerek mimarisi ve gerekse süslemeleri açısından Batı Anadolu geç dönem kiliseleri içerisindeki önemli örneklerden birisidir. Orijinal adını gösteren herhangi bir kitabeye rastlanmamakla birlikte Ari Çokona’nın söz konusu kitabında sözü edilen ismine dayandırılarak Taksiarhon Kilisesi olarak anılmaktadır. Bu yayında da belirtildiği üzere, kilise; yanındaki bir Rum mezarlığı ile birlikte değerlendirilmektedir. İsminden hareketle; baş melekler Mikhail ve Cebrail’e adandığı anlaşılan Taksiarhon Kilisesi, bir mezarlık kilisesi olarak öne çıkmaktadır.

Hızırşah Kilisesi; doğu cephesi, restorasyon öncesi...
(Mart 2004)

Taksiarhon ya da Hızırşah Kilisesi, 19.yy.da taş ve tuğla malzemeden inşa edilmiş, tek nefli (kilisede cemaatin yer aldığı ana holler; birden fazla olabilir) ve beşik tonoz bir örtüye sahip bir Ortodoks Rum kilisesi… Kilise, doğu-batı ekseninde konumlanmış bir naos (kiliselerde cemaatin toplandığı mekân) ile naosun doğusuna eklenmiş içten yarım daire planlı, dıştan ise yedi cepheli bir apsisten (kilisenin doğu duvarında dıştan yuvarlatılmış ya da köşeli; tapınım alanı olarak tanımlanabilecek kilisenin en kutsal alanı; İslam mimarisinde mihraba karşılık gelen cephe) oluşuyor. Naosa batı ve kuzey cephelerinden erişilen iki kapıdan giriliyor. Naos, kuzey cephede iki, batı ve güney cephelerde ise üçer mazgal şeklindeki pencere aracılığı ile ışığı içeriye kabul ediyor.

Kilisenin batıya açılan kapısı ve iki yanında yer alan pencereleri
(Ekim 2020)

Batı kapısından içeri bakış; zeminde gaga taşları...
(Ekim 2020)

Kilisenin iç mekânında kuzey ve güney duvarlarına karşılıklı olarak oturtulmuş ikişer yarım daire planlı duvar payesi (duvarın taşıyıcı özelliğini güçlendiren, sütuna benzer; örgülü duvar parçası) ve onların üzerine bindirilmiş konumda, tavanı örten beşik tonoza destek işlevi gören iki sivri kemer dikkat çekiyor.

Batı cephesinde yer alan iki pencereden birisi
(Ekim 2020)

Naosun doğusunda bir basamakla yükseltilmiş durumda; şu anda olmayan bir ahşap ikonastasis (naos ile bemayı ayıran; üzerinde Hıristiyanlığın kutsal tasvirleri ile bezenmiş ikonalarla kaplı ahşap perde) ile ayrıldığı düşünülen bema (apsis duvarı ile “naos”tan ikonastasis ile ayrılan ve sadece rahiplerin ve onların yardımcılarının girebileceği basamakla erişilen alan) ve apsis bulunuyor. Apsiste doğuya bakan yönde içeriye ışığın girmesini sağlayan kemerli bir pencere ve iki yanında birer küçük niş yer alıyor. Ayrıca apsisin üstünü örten yarım kubbenin sonlandığı hattaki apsis duvarında ise, doğu ışığını içeri kabul eden bir başka dörtgen pencere mevcuttur.

Taksiarhon (Hızırşah) Kilisesi'nin naos ve apsis bölümleri; kuzey ve güney duvarlarında yer alan ikişer adet duvar payesi ve iki sivri kemer, beşik tonoz tavana destek oluyor.
(Ekim 2020)

Yapıya kuzey ve batı cephede mevcut iki kapıdan girilmektedir. Kuzey cephede yer alan kapı kireç taşından yapılmış bir profilli çerçeveye sahiptir. Batıya açılan kapının çatıya yakın üst bölümünde bir dairesel pencere yer almaktadır. Cephelerde gözlemlenen bir diğer unsur; beşik tonoz çatı örtüsünden zemine doğru ulaşan yağmur suyunu tahliyesi için düşünülmüş kanallardır. Zemine doğru genişleyen kanalların iç kısmı su geçirgenliği olmayan bir madde ile kaplanarak yağmur suyunun yapının bedenlerine zarar vermesi engellenmiştir.

Kilisenin doğuya bakan cephesindeki bema ve apsis bölümleri; apsis duvarında bir kemerli pencere ve iki yanında birer niş yer alıyor. Tonozu destekleyen sivri kemerlerde kalem işi bitki motifleri yer alıyor.
(Ekim 2020)

Kilisede bulunan stuko (alçı ve kireç karışımı bir tür sıva), kalem işi, fresk (ıslak kireç sıva ya da alçı üzerine ezildikten sonra, su ya da su ve kireç bileşimi bağlayıcı ile karıştırılan pigmentlerle yapılan resim), taş silmeler ile grafitiler yapının süsleme unsurlarını oluşturmaktadır. Stilize edilmiş akanthus (enginar) yapraklarından meydana gelen bitkisel bezemeler, kuzey ve güney naos beden duvarlarının tonoz başlangıcındaki ikişer duvar payesinin başlığı üzerinde yer almaktadır.

Beşik tonoz çatı örtüsünün üst bölümünde yer alan madalyonların hemen üzerindeki kalem işi bitki süslemeleri
(Ekim 2020)

Tonozu destekleyen sivri kemerler üzerinde yer alan kalem işi bitki motifli süslemeler
(Ekim 2020)

Yapıda kullanılan kalem işi süslemeler, beşik tonoz üzerindeki daire madalyonların üst kısımları ile tonozu takviye eden sivri kemerler üzerinde bulunmaktadır. Kalıp tekniği kullanılarak mavi renkli boya ile yapılmış olan süslemelerde çiçek ve yaprak gibi bitkisel motifler yer alır. Dinsel temalı olduğu düşünülen fresk süslemeler ise, büyük olasılıkla beşik tonozun üst bölümlerinde bulunan dairesel madalyonların içinde yer almaktaydı. Ama şimdi yok.

Apsis duvarında yer alan kalem işi başak motifleri
(Ekim 2020)


Kilisenin güney duvarında yer alan ve İtalyan işgali yıllarından kalma olduğu düşünülen bir şapkalı asker başı grafitisi
(Ekim 2020)

Rum Ortodoks cemaatinin Hızırşah’tan ayrılmasından sonra yapıldığı düşünülen diğer grafiti türü süslemeler ise, 20.yy.ın ilk yarısına; savaş yıllarına tarihlenmektedir. Grafitilerin birinde İtalyan işgali yıllarında yapının karakol olarak kullanıldığı dönemden kaldığı düşünülen; başında şapkasıyla bir İtalyan askeri profili, diğerinde ise bir kız resmi betimlenmiştir. Ayrıca apsis duvarında ise bir demet başağı andıran bitki motifleri, iki öküz ya da inek resmi ve kuzey duvarının doğu bölümünde ise bir eşek resmi mevcuttur.

Taksiarhon Kilisesi'nin apsis duvarı; pencere ve nişleri...
(Ekim 2020)

Özetle; tek nefli, beşik tonoz örtülü, yarım daire bir apsise sahip dikdörtgen planlı bu kilise, uzmanlar tarafından Bizans döneminden itibaren Anadolu’da uygulanan bir mimari geleneğin devamı ve mütevazı bir parçası olarak kabul ediliyor. Dikdörtgen planlı, takviye kemerleri ile desteklenen tonoz örtülü bir naos ile naosun doğusuna eklenmiş içten yarım daire planlı; dıştan ise çokgen bir apsise sahip olması bakımından Hızırşah Kilisesi’nin çok yakın benzerleri olarak Şirince Hagios Demetrios Kilisesi, Fethiye Kayaköy Yukarı Kilise ve Kayaköy Pirgiotissa Kilisesi sayılabilir.(10)

 (DEVAM EDECEK)

Dipnotlar:

(1)     Paul Wittek, Menteşe Beyliği, 13-15.inci Asırda Garbi Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik; Türkçeye çeviren: Orhan Şaik Gökyay; Türk Tarih Kurumu Basımevi-1944; Önsöz bölümünden alıntı.

(2)    Aydınoğlu Umur Bey’in Korinth Körfezi’ne dek uzanan korsan seferleri hakkında bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/01/korint-kanali-ve-hatirlattiklari.html

(3)    Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akoyunlu, Karakoyunlu Devletleri; Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara, 2003; sayfa: 70

(4)    Paul Wittek; a.g.e; sayfa: 27-28-29

(5)    Paul Wittek; a.g.e; sayfa: 46

(6)    Paul Wittek; a.g.e; sayfa: 7-8

(7)     Paul Wittek; a.g.e; sayfa: 52

(8)    Prof. Remzi Duran, Ortaçağ Türk Mimarisinin Önemli Eseri: Eski Çine-Ahmet Gazi Camii; Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:10-2003; sayfa:493-506

(9)    Ari Çokona, 20. Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’da Rum Yerleşimleri, Literatür Yayınları, 2016; 2. Basım; sayfa:308

(10) Hızırşah Kilisesi’nin mimari bilgileri ile ilgili olarak; Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi’nden Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Erken Hıristiyan ve Bizans Sanatları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Dr. İlker Mete Mimiroğlu’nun Datça Hızırşah Kilisesi isimli makalesinden ve kilisede yer alan bilgi panolarından yararlanılmıştır.

(11)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

 

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

2 yorum:

  1. Gerçekten eser niteliğinde bir çalışma ortaya çıkmış.Gelecek kuşaklara bilgi ve belge niteliğinde olup en yalın şekilde anlatılmış.Emeği geçen ve bizlere ulaştıran başta Hasan Hoca kardeşimiz olmak üzere,tüm arkadaşlara selam ve saygılar,teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginize teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil