7 Mayıs 2014
İbrahim Fidanoğlu
Balabanlı Kalesi, İlkçağ’da Ephesos – Sardis Kral Yolu üzerinde bu
önemli geçişi denetleyen gözetleme ve savunma amaçlı küçük bir garnizonun barınabileceği
büyüklükte bir İlkçağ ve Ortaçağ Kalesi’dir. Bugün Kale, Tire’yi Ödemiş’e
bağlayan asfalt yol üzerindeki Balabanlı
Köyü’nün hemen arkasında güney doğu yönünde bulunan 350 metre yükseklikteki
bir tepenin üstünde yer alıyor.
Ne zamandır Ödemiş yönüne yaptığımız yolculuklar sırasında Balabanlı Köyü’nün üstündeki bu kale
kalıntısı hep ilgimizi çekerdi. Kısmet bugüneymiş; bu amaçla İzmir’den Tire
yönüne doğru saat 8.30’da yola çıktık.
Balabanlı Köyü Camisi
Belevi’den itibaren Mayıs ayıyla birlikte Küçük Menderes Ovası, yeşilin
bin bir tonuna bürünmüştü. Hele o yeşil denizinin ortasındaki kırmızı gelincik adaları…
Rüzgârla birlikte salınan başaklar iyice boy atmış gibi; neredeyse sararma
arifesindeler hepsi… Mısır ve pamuk, ekildikleri topraktan çoktan baş verip
serpilmişler. Velhasıl Artemis Tanrıça’nın toprakları, bu bahar da coşkuyla
yeni hayata merhaba demiş bir kere.
renk ve ahenk; rengarenk
Tireli dostumuz Hasan Hoca’yı Tire’den aldıktan sonra Ödemiş yönüne
doğru yola devam ettik. Boynuyoğun, Işıklı, Kireli, Dereli, Peşrefli, Kırtepe,
Eğridere, Yeğenli, Kazanlı derken; Aydın Dağları’nın eteklerine kurulmuş bir
dizi köyü ve Gökçen Kasabası’nı arkamızda bırakarak oldukça eski bir yerleşim
olan Balabanlı Köyü’ne ulaştık.
Balabanlı Köyü'nün zamana direnen eski evleri
Balaban, Türkmen boylarının Batı’ya doğru ilerlerken, Anadolu’da ve
Balkanlar’da kurulan köylere yaygın olarak verdikleri köy isimlerinden biri
olarak biliniyor. Alevi terminolojisinde yeri olan ve bir tür yırtıcı kuş olarak
bilinen Balaban, kutsal kabul
ediliyor. Bu da işin başka bir yönü olmakla birlikte, Aydın Dağları’nın
sırtlarında ve eteklerinde son bulan büyük göçün izlerini taşıyan bu
yerleşimlerde, yüzlerce yıllık Osmanlı idaresinde vücut bulan baskın Sünni
yaklaşımlarıyla orijine dair izler görünürde silinmiş gitmiş gibi. Derinlerde
ne olduğunu anlamak ise, o kadar da kolay değil bugün; her iş gibi erbabını,
uzmanını arıyor bu topraklardaki şifreler belki.
Tepeye tırmanırken; Balabanlı Köyü'nün görünüşü
Köyü ana yola bağlayan iki giriş var. Birinden girilip köyü kat ederek
diğerinden yeniden Tire-Ödemiş asfaltına kavuşmak mümkün. Eski evleri ve
balıksırtı kiremit çatılarıyla özellikle 350 rakımlı Kale Tepe’den bakınca köy, içinde saklı tarihi meraklısına
fısıldıyor gibi. Ama şimdilerde yoğun olarak büyük ve küçükbaş hayvancılıkla
geçinen, Küçük Menderes Ovası’na doğru nüfuz etmiş; bu temel iş kolunu besleyen
mısır, arpa, fiğ gibi lojistik tarımsal alanlarıyla da dikkat çeken köyün
dokusu, yaşam mekânlarına bitişik hayvan damlarıyla giderek farklılaşmış
durumda.
Kaletepe ve Balabanlı Kalesi
Köyün meydanlığındaki kahvehanede rastladığımız birkaç köylü, evlerin
koca kapıları ardından gelen birkaç kadın ve çocuk sesi dışında köyde bir
sessizlik hâkim. Kaleye en kolay çıkış noktasını öğrenmek için aradığımız bir
insan yüzüyle dağın eteklerindeki son evlerden birinin önünde karşılaşıyoruz.
Yaşlı bir teyze ve oğlu, kapıda bize eksiksiz bir tarif sunuyorlar birlikte. Sonra
çıplak bir yamaçtan kalenin bulunduğu tepeye doğru çıkan ve bazen şekilli
kayalarla tekdüzeliği bozulan bir vadinin yamaçları, bizi oldukça (23 derece
civarı) sıcak bir havada yürüyüşe davet ediyor.
Kale Tepe'ye doğru tırmandığımız vadideki dere yatağındayız.
Balabanlı Köyü’nün sırtını dayadığı iki tepe var; bunlardan biri üzerinde Bizans
döneminden kalma bir gözetleme kalesinin bulunduğu Kale Tepe, diğeri ise hemen onun batısında yer alan ve ondan daha
yüksek bir zirvesi olan Erler Tepe…
Biz bu iki tepeyi birleştiren, birkaç ahlat ve çınar ağacı ile çalı bitkisinin
yer aldığı taşlık bir dere yatağının hemen yamacındaki bir patikadan yürümeyi
hedefledik. Vadinin Kale Tepe
yönündeki yamacı tamamen çıplaktı. Yamaçlarda baharla birlikte kabaran
yeşilliğin cazibesiyle; yaklaşık 5 sürü ayrı yönlerde keyifle otluyordu.
Balabanlı Kalesi'nin önündeki yamaçta otlayan sürüler
Gezginler, kale önlerindeler.
Vadi yeşile boyanıyor; arkada Balabanlı Kalesi
Tatlı bir meyille yükseldiğimiz Kale
Tepe’nin eteklerine doğru, hayvanlar için bir çeşme ve yalağı ile hemen üst
düzleminde yükselen bir çınar ağacı, bu sıcakta bize soluklanma imkânı verdi. Tüm
yürüyüş boyunca Erler Tepe’nin güney
sırtları dışında; hem Kale Tepe, hem
de Erler Tepe’nin üzeri neredeyse
tamamen yeşil kırmızı kanatlı irili ufaklı binlerce çekirge ile kaplı idi.
Yürüyüş sırasında her adım atışımızda, aynı anda yüzlerce çekirge önümüzden
kalkıp biraz ilerde yeniden yere konuyordu. Ortalık çekirge tarlası gibiydi
sanki.
Tepeye tırmanırken soluklandığımız çeşme
Balabanlı Köyü’nden Kale’ye yürüyüşümüz yaklaşık 45 dakika kadar sürdü. Kalenin batı
yönünde yer alan ve en sağlam durumdaki burcunun hemen yanındaki patikadan
kaleye giriş yaptık. Dönüp arkamıza baktığımızda Balabanlı Köyü ve ötesinde çizgiler şeklinde birbirinden ayrılan
Küçük Menderes Ovası’nın tarlaları, ayaklarımızın altında uzanıp gidiyordu.
Tepeden Küçük Menderes Ovası'na ve Balabanlı Köyü'ne bakış
Balabanlı Kalesi, Bizans dönemine tarihlenen ve Kral Yolu geçişini denetlemeye yönelik
bu tepenin üzerinde inşa edilmiş bir gözetleme kalesi. Ancak, onu esas ilginç
kılan ise, kalenin neredeyse tam ortasında yer alan ana kayaya oyulmuş ve büyük
ihtimalle Arkaik Dönem’e ait İlkçağ tapınağından kalanlar. Kaya, üç sıralı
basamaklar şeklinde oyulmuş ve sırtını ana çekirdeğe yaslamış; bir tahtı
andıran yine aynı kayadan bir arkalıkla bir kutsal alana dönüştürülmüş olmalı.
Bir tek bugün için bu Arkaik tapınakta eksik olan, sadece Anadolu’nun yerli Ana
Tanrıçası Kybele’nin tahta oturtulmuş
bir heykeli gibi.
Balabanlı Kalesi'nin ayakta kalan burcu
Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nde yer alan Kybele
maddesinde ana tanrıça kültü ile ilgili şu satırlar yer alıyor:
“Tarih öncesinin en gerilerinden tek tanrılı dinlerin yerleştiği
dönemlere kadar uzanan ve Akdeniz yöresini kapladıktan sonra, bir yandan kuzey
ülkelerine, öte yandan Asya’nın içlerine dek yayılan; birçok ulus, uygarlık ve
kültürlerde değişik adlarda anılıp hep aynı prototipe indirgenebilen Ana
Tanrıça dininin kaynağı Anadolu’dur.”
Kaledeki ana kayaya oyulmuş Ana Tanrıça Kutsal Alanı
“Son yıllarda konuyu en çok aydınlatan bilim dalı arkeoloji olmuştur.
Çatalhöyük ve Hacılar’da yapılan kazılar, Ana Tanrıça figürünün İ.Ö. 6500
yıllarına kadar uzandığını ortaya koymuştur. Sümer’den de önceki bir kültür
çağını yansıtan bu tarihler, Ana Tanrıça’nın Anadolu’nun yerlisi olduğunu açığa vurmaktadır. İşin en tuhaf ve düşündürücü
yönü de Ana Tanrıça yontularıyla bir arada bulunan çizgi motiflerinin
Anadolu’nun geleneksel halk sanatlarını, örneğin bugün bile yaşayan kilim
motiflerini yansıtmasıdır.”
Balabanlı Kalesi'nin içinde yer alan Kybele Tapınağı
“Oturmuş durumda, kalın kalçalı, göbekli, dolgun memeli bir tanrıça,
kollarında çok daha ufak boyda bir erkek figürü taşımakta; bu figür göğsüne
yapışmış, üstüne tırmanmış gibidir. Bu erkek, Tanrıçanın hem çocuğu, hem
sevgilisidir, ilerde efsanesi anlatılacak Attis’in
ta kendisidir... Kalın kalça, meme, karın altının bir üçgen biçiminde
belirtilmesi gibi motifler, analığı ve dişiliği simgelemek bakımından
Kybele’den Artemis’e kadar büyük ana tanrıça imgelerinde bulunmaktadır.”
İç Kale'nin ortasında; Kybele Kutsal Alanı'nın sırtına düşecek şekilde; güney yönünde ana kayaya oyulmuş basamaklar
“Bir de arkeolojinin daha değinmediği, toprak üstünde oldukları için
belki hiç değinmeyeceği Kybele
anıtları vardır ki, İlkçağ’da Phrygia diye
tanınan bölgede yaygın bir alana dağılmış kır tapınaklarıdır. Eskişehir’le
Afyon arasında ulaşımı zor bir yöredeki bu anıtlardan en çok tanınanı Yazılıkaya diye anılan Midas anıtıdır. Çoğu ormanlarda,
yeşillik arasında bir kayaya yaslanmış olarak, ya da düzlükte birkaç basamak
üstüne kurulmuş olan bu anıtlar birer cepheden ibarettir. Üçgen biçiminde bir
çatı, altında bir taş duvar, duvarın içinde de çokluk bir niş oyulmuştur ve
nişlerin kimisinde ayakta bir tanrıça heykeli görülmektedir. Tapınakların
bazılarında tanrıça heykelinin iki yanında ön bacaklarını tanrıçaya dayamış iki
aslan vardır, tanrıçanın da, aslanların da seks yerleri zamanla aşınmıştır.
Buraya Ana Tanrıça’ya tapınmaya gelen duacıların Kybele’nin simgelediği bereket ve doğurganlıktan pay almak için
seks yerlerine dokunup aşındırdıkları bellidir. Ev biçimindeki bu basit
tapınaklar, Phrygia’da Kybele dininin kentler dışına da
taştığını, bütün doğaya yayıldığını gösterir.”
İç Kale'nin kuzey yönü boyunca izlenebilen sur duvarları
“Ana Tanrıça kültünün yerli olup Phrygia bölgesini ele geçiren ulustan
çok daha eski olduğu bütün kanıtlardan anlaşıldığı halde, tanrıça bu yeni
siyasal gücü ve etnik topluluğu öyle etkilemiş ki, tarihe Kybele, bir Phrygia tanrıçası olarak geçmişti. Phrygia krallarından Midas’ın
da, Marsyas’ın da Ana Tanrıça ile
yakın ilişkileri tarihe geçmiştir. Midas tanrıçanın oğlu olmakla, Pessinus’taki (bugünkü Sivrihisar
civarında Balhisar) tapınağını kurmakla övünürdü. Kimmerler de Phrygia
devletini yıkar, ama Ana Tanrıça kültünü ortadan kaldıramazlar. Tersine bu
tapım daha çok Lydia yöresine kaydıktan sonra, Metragyrtoi diye anılan dilenci rahipler Akdeniz çevresine yayılır
ve birer misyoner gibi davranarak Ana Tanrıça’nın mistik ve gizemli dinini dört
bir yana tanıtırlar.”(1)
Dış Kale'nin temel izleri
Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nden
yaptığımız bu uzun alıntı, konunun ve Balabanlı
Kalesi’nin içindeki ana kayaya oyulmuş İlkçağ tapınağının anlaşılması
açısından oldukça önemlidir. Kimmerler’in
saldırılarıyla tarih sahnesinden çekilen Frigler’in devlet dini Ana Tanrıça
Kültü, yukarıda da anlatıldığı şekilde Batı Anadolu’da Sardis merkezli Lidya
Devleti’nin nüfuz alanlarına yayılmıştır. İşte çevredeki höyükleri, Balabanlı Kalesi ile haberleşir
konumdaki eski Lidya yerleşimi Hypaipa ve
Didga gibi diğer Lidya yerleşimleri
ile M.Ö. 7-6.yy.larda Tmolos Dağları’ndan
(Bozdağlar) Kaystros Ovası’na (Küçük
Menderes) akan ve bir güç merkezi haline dönüşen Lidya uygarlığının izleri,
bugün Balabanlı Kalesi’nin yıkık
dökük surları içinde karşımıza çıkmaktadır. Lidya zamanında Frigya’nın güneyine
doğru sarkan Ana Tanrıça inancı, büyük ihtimalle Balabanlı Kalesi ve çevresindeki yerleşimleri de etkisi altına
almış olmalıdır.
Balabanlı Kalesi'nin ayakta kalan burcu ve duvarları
Ephesos’u Sardis’e bağlayan Kral Yolu üzerindeki çok sayıdaki gözetleme
kalelerinden biri olan Balabanlı Kalesi,
bugüne ulaşabilen ortasındaki Ana Tanrıça Kutsal Alanı ile İlkçağ’da da büyük
olasılıkla bir yerleşime ev sahipliği yaptığını bize haber vermektedir. Topografik
özellikleri itibariyle savunması nispeten kolay bu tepedeki kale, Ortaçağ’da da;
İlkçağ’da olduğu gibi, Kral Yolu’nu denetleyen ve bu güzergâh üzerinden bölgeye
yönelebilecek akınları önceden önlemeye yönelik savunma amaçlı bir yerleşim
olmalıdır.
Dış Kale'nin burcundan Küçük Menderes Ovası'na bakıyoruz.
Gelelim bizi buralara çeken ve aşağılardaki yoldan da görünebilen Bizans
Kalesi’ne… Kale, büyük olasılıkla 11-12.yy.dan itibaren batıya yönelen Türkmen
akınlarına karşı koymak amacıyla yeniden inşa edilmiş olmalı. Burası küçük bir
garnizonu barındırabilecek ölçülerde ve gözetleme amaçlı kurulmuş görünüyor. Tepenin
son derece yalçın kayalıklarla sonlanan doğu yüzündeki uçurum, kaleye doğal bir
savunma imkânı sunuyor. Zaten kalenin bugüne erişen tahkimatına bakılırsa,
diğer üç yönde tepeyi çepeçevre saran sur temellerinden ve iç kaledeki günümüze
ulaşan burç ve kale duvarlarından söz edilebilir.
Gezginler, dış kalenin sur temellerini inceliyor.
Kale, yöredeki diğer kaleler gibi iç ve dış kaleden oluşuyor. Dış
kalenin duvarları tamamen yıkılmış durumda. Sur temellerinden, duvar
kalınlıklarının yaklaşık 2 metre civarında olduğu anlaşılıyor. Duvarların hemen
arkasında yer alan odaların temel izleri ise, bize burada konuşlanmış garnizona
ait barınma mekânlarını anlatıyor.
Doğu yönünde dış kaleyi iç kaleye bağlayan sur temellerinin izleri
İç kalede ana kaya çekirdeğine oyulmuş Arkaik tapınak dışında kısmen
izlenebilen sur duvarları bugüne ulaşabilmiş. Özellikle batı yönünde tatlı bir
meyille yükselen ve bizim de kaleye eriştiğimiz sırttan gelebilecek saldırılara
karşı kale, oldukça güçlü bir şekilde tahkim edilmiş. Bu yönde yükselen burç ve
onu kalenin ana gövdesine bağlayan sur duvarları, hala varlığını bugüne
taşıyabilmiş durumda.
Balabanlı Kalesi'nin güney-doğu yönünde yer alan kayalık yamaç; konuşan kayalar
Burç duvarlarında yerel malzemeden elde edilmiş düzensiz yapı taşları ve
tuğla dolgu malzemeleri, yan duvarlarda ise mika şist ve gnays yerel malzemeden
daha büyük bloklar halinde üretilmiş olan yapı taşları kullanılmış.
İç Kale'nin ortasındaki duvarlarla çevrili dikdörtgen planlı yerleşim izi
İç kalenin orta yerinde duvar örgüleriyle farklılaşan iki büyük yapının
izleri, kalede konuşlanan garnizona ait bir yönetim mekânını akla getiriyor.
Biraz ilerde ise kalenin su ihtiyacını karşılamaya dönük bir sarnıç kalıntısı
dikkat çekiyor. Ayrıca; bu tür mekânlarda, her zaman karşılaşılan hazine
avcılarının çukurlarını hiç saymıyoruz bile. Onlar; bu tarihsel mekânların
olmazsa olmazları…
Balabanlı Kalesi'nin yıkıntıları arasında dolaştık.
Kalenin güneyinde Aydın Dağları’nın kolları uzanıyor. Hemen yakınlarda Adagüme (Konaklı), biraz ileride Adagide (Ovakent; Adagide’nin
fonetiğinden eski Lidya yerleşimi Didga’yı
çağrıştırmasını hatırlatalım) ve arka planda Bademli’ye (Potemia) doğru uzanan karayolu seçilebiliyor. Kuzey-doğu yönünde Keltepe’nin eteklerinde eski Lidya
yerleşimi Hypaipa ile haberleşebilen
konumdaki kale, bütün Küçük Menderes Ovası’na ve batı-doğu aksında çalışan Kral
Yolu’na tamamen hâkim bir konumda bulunuyor.
İç Kale; ana kaya
Burcu, güney yönünden saran sur duvarları
Balabanlı Kalesi'nden Ovakent-Konaklı-Bademli yönüne bakış
Balabanlı Kalesi; güney-batı yamacındaki duvarlar
Kale, Türkmenlerin bu topraklara yerleşmeleri sürecinde giderek önemini
kaybetmiş olmalı. Bu zaman diliminde, kaleden arta kalan harabelerin
Türkmenlerin hayvanlarına ağıl işlevi gördüğü de söylenebilir. Bugün bile bu
işlevin devam ettiği, yamaçlara dağılmış onlarca sürüden anlaşılıyor.
Balabanlı Kalesi; batıdan görünüş
Balabanlı Kalesi'nin eteklerinde anasından süt emmeye çalışan bir kuzunun çabası
Gezginler, Erler Tepe'ye tırmanırken, ardımızda Balabanlı Kalesi
Balabanlı Kalesi ve Küçük Menderes Ovası
Erler Tepe'den Mendegüme yönüne bakış; solumuzda Mendegüme'ye giden karayolu
Kaleden ayrıldıktan sonra Balabanlı
Köyü’nün üstünde yer alan diğer tepeye; Erler
Tepe’ye doğru ilerliyoruz. Bu iki tepeyi birbirine bağlayan bir sırtı takip
ederek yaklaşık 500 metre yüksekliğindeki Erler
Tepe’ye çıkışımız bir buçuk saat kadar sürüyor. Sırtın güney yakasında Adagüme’den Mendegüme ve daha ötede Aydın’ın Köşk ilçesine doğru uzanan derin
vadilerde; bir yılan gibi ilerleyen karayolunu izliyoruz. Hemen altımızda büyük
bir keçi ağılı var; ta uzaklardan bizi fark eden köpeklerin sesleri geliyor
aşağılardan. Üstümüzde şahinler uçuyor durmadan; hatta bir tanesi önümüzdeki
pırnarların kıyısından havalanıveriyor birden. Vadinin derinliklerine doğru
dalarak gözden kaybolup gidiyor şahin.
Yürüyüş boyunca fotoğraflarımızı çeken Aydın arkadaşımıza teşekkürlerimizle...
Erler Tepesi'ne varmadan önce Küçük Menderes Ovası'na karşı bir soluklanma anındayız.
Erler Tepe'den Aydın Dağları'na selam olsun.
Erler Tepesi öncesi son virajdayız.
Biz ise, tepeye toplaşmış ahlatlar ve pırnar meşelerinin arasından bulduğumuz
patikayı takip ederek Erler Tepe’nin
en yüksek noktasına ulaşıyoruz. Bu noktadan itibaren bir yüksek gerilim hattı
direğinin dikilmesi sürecinde açılmış olan ve aşağıdaki Balabanlı Köyü’ne kadar kesikli patikalarla devam eden bir yoldan
inişe geçiyoruz. Bu noktada toprak yolun çalılar arasında kalan kenarında duvar
parçaları ve yapı yıkıntıları dikkatimizi çekiyor. Önümüzdeki düzlükten sık
makilerle kaplı bu alanın arkasındaki düzlüğe dolaşıp makiler arasında neler
olduğuna bakmak istiyoruz. Makilik bölgede zorlukla bulduğumuz geçişler, bizi
öbekler halinde başka yapı yıkıntılarına ulaştırıyor. Arazideki döküntülerden tuğla
malzemenin de kullanıldığı anlaşılan bu yapı kalıntılarının bir manastıra mı
yoksa Türkmenlerin hayvan ağıllarına mı ait olduğu konusunda bir kanaat
oluşmuyor sonuçta.
Erler Tepe'den Mendegüme Vadisi'ne doğru bakış
Erler Tepe'nin kuzey yamaçlarında katırtırnakları (Tire yöresinde porut deniliyor)
Kale Tepe'den Erler Tepe'ye doğru yürüdüğümüz sırt (kuzey yamacı)
Erler Tepe üzerinde duvar temelleri
Erler Tepe üzerinde, makilik bölgede yerleşim izleri
Yavşan otu yada pav yavşanı
Tepeden aşağıya doğru kısmen yolu, kısmen patikaları izleyerek Balabanlı
Köyü’ne kadar inişe devam ettik. Köye doğu yönünden girdik ve ıslah edilmiş bir
dere yatağının üstündeki köprüden geçerek, arabamızı bıraktığımız caminin
önündeki meydana ulaştık. Hedefimiz, Balabanlı
Kalesi’ne tırmanmak ve bu ören yerini keşfetmekti. Bunu neredeyse günün ilk
yarısında gerçekleştirmiş, akşama kadar da bir hayli zaman artırmıştık. Kalan
zamanda Tire’nin civarında avarelik etmek, baharın yeşile boyadığı vadilerde
dolaşmak bugün payımıza düşenlerdendi.
Balabanlı Köyü; eski bir eyvanlı ev
Balabanlı Köyü; bir eski köy evi daha...
Yemek için yanımıza aldığımız azıklarımızı yemek nasip olmadı. Çünkü Eğridere
Vadisi’ne girdiğimizde, Osmancık Köyü sapağında Alabalık Lokantası levhasını
gören Aydın arkadaşımızın ısrarına dayanamadık; rotayı Osmancık Köyü’ndeki
Alabalık Lokantası’na çevirdik. Köyün en dibinde, her tarafından suların aktığı
cennet gibi bir vadinin yamacına kurulmuş bu kır lokantasında; suyun ve kuşların
seslerini dinleyerek kedilerle anı ve yemeğimizi paylaştık.
Osmancık Köyü; Alabalık Lokantası'nda yemek molasındayız.
Osmancık'tan Eğridere Vadisi'ne doğru bakış
Osmancık Köyü Alabalık Lokantası
Yemek sonrası Osmancık dönüşünde; Eğridere Köyü’nün meydanındaki
kahvehanelerden birine çay içmek için uğradık. Daha önceleri Eğridere Vadisi’nde
ve daha yukarılarda yaptığımız yürüyüşlerden bu havaliyi oldukça iyi
biliyorduk.(2) Ama
bilmediğimiz bir şey vardı; o da köyde kurulmuş olan bir zeybek derneği idi.
Eğridere Köyü Meydanı; kahveler önü
Eğridere Köyü, Gökçen Efe Zeybek Derneği'nin içinde yer alan panolardan biri
Dernekte yer alan Celal Bayar'ın Kurtuluş Savaşı'nın başlarında; Aydın Dağları'nda Galip Hoca kılığında dolaştığı zamanlara dair bir fotoğrafı
Köylüler bizi derneğe davet ettiler; duvarlarında 19-20.yy.larda Aydın
Dağları ve Ödemiş-Tire havalisinde zeybeklik yapmış, Kurtuluş Savaşı’nda milis
kuvvetleri içinde yer alarak direnişin fitilini ateşlemiş nice zeybeğin
fotoğraflarının yer aldığı panolar vardı. Şimdilerde dernek, zeybekler ve
zeybeklik üzerine geleneğin yaşatılması adına faaliyette bulunuyormuş. Köyde
oluşturdukları folklor ekibi; bayramlarda, özel günlerde ve çevredeki
düğünlerde büyük beğeni toplayan gösteriler yapıyorlarmış. Bizde geleneğin ve
kültürümüzün yaşatılması adına Eğridere köylülerinin bu çabalarından kıvanç duyduk
ve onlara teşekkür ederek köyden ayrıldık.
Eğridere Vadisi
Eğridere yada Manda Çayı
Daha sonraki durağımız ise, Hasan Hoca’nın köyü Peşrefli oldu. Uzun zamandır devam eden Pir Veli’nin kabri başındaki
düzenlemelerin ne durumda olduğunu görmekti amacımız. Epey emek verdiğimiz
yazı, toplu yemeklerin verildiği binanın girişindeki panoda yerini almıştı.(3) Ancak, meydan
düzenlemesi hala tamamlanamamıştı; ovadan getirilen antik kiriş ve sütun
parçaları bir kumluk tepenin üstünde atılmış vaziyette duruyordu. Anlaşıldı ki;
meydan düzenlenmesi bitirilmeden, şükür yemekleri ile ilgili olan mekân
tamamlandığı için yerel seçimlerden önce biraz da aceleyle açılmıştı.
Arappınarı mesire alanı
Arappınarı Bektaşi Tekkesi'nin dede kabirleri; en solda Çolak Hasan Baba ortada Hacı İbrahim Baba ve en sağda Hüsnü Baba...(restorasyon sonrası)
Arappınarı Bektaşi Tekkesi'nin restore edilmiş hali
Arappınarı'nda rastladığımız bir köstebek
Tire’de son uğrak yerimiz, daha önceki yazılarımızdan(4) birine de konu olan Güme
Dağı’ndaki eski Bektaşi Tekkesi’nin bulunduğu Arappınarı idi. Burada da seçimleri kazanmış olmanın rehaveti ile
işler biraz yavaşlamış gibi geldi bize. Ama yine de Tire’ye Arappınarı’ndan
bakmanın keyfine doyum yoktu. Kısa bir oyalanma sonrası akşama doğru Tire’ye Derekahve
üzerinden indik.
Arappınarı düzleminden Tire'ye bakış
Bugün de Tire ve Küçük Menderes Coğrafyası’nda tarihin derinliklerinden günümüze
ulaşmış, az bilinen bir kültür hazinesinin kapağını aralamıştık. Günümüz dolu
dolu geçmişti; ama artık Tire’den ayrılma zamanıydı. Güneş dağların arkasına doğru
devrilirken, biz de İzmir’e doğru hareket ettik.
Dipnotlar
(1)
Mitoloji Sözlüğü, Azra ERHAT, 11.Basım, Kasım 2002,
Remzi Kitabevi; sayfa. 183 ve 185
(2)
Tire Eğridere
Vadisi’nde Manastır Mevkii’ne Doğru yazısı için;
http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
Eğridere Vadisi’nin üst düzleminde yer alan Karaçamur ve Ovacık Yaylaları yürüyüşleri için http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tirede-ovacik-ve-karacamur-yaylarina.html
Eğridere Vadisi’nde Yenişehir Köyü Koyuncular Yaylası’na doğru yazısı için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-yenisehir-koyuncular-yaylasina.html
(3) Pir Veli Beşe yazısı için;
http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-egridere-vadisinde-manastir.html
Eğridere Vadisi’nin üst düzleminde yer alan Karaçamur ve Ovacık Yaylaları yürüyüşleri için http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tirede-ovacik-ve-karacamur-yaylarina.html
Eğridere Vadisi’nde Yenişehir Köyü Koyuncular Yaylası’na doğru yazısı için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2012/05/tire-yenisehir-koyuncular-yaylasina.html
(3) Pir Veli Beşe yazısı için;
http://dagakactim.blogspot.com/2014/03/pir-veli-bese-icin-pesrefliden.html
(4) Arappınarı yazısı için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2013/07/gume-daginda-bir-huzur-yuvasi-arappinari.html
http://dagakactim.blogspot.com/2013/07/gume-daginda-bir-huzur-yuvasi-arappinari.html
(5)
Fotoğraflar, yürüyüş esnasında A.Aydemir tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
fotoğraflar ve yazımsal bilgiler için teşekkürler
YanıtlaSilİlginiz için biz teşekkür ederiz. İF
SilÇok teşekkürler . Enfes bir yazı . Topraklarımı tüm güzelliğiyle yansıtmaya çalılmışsınız . Kale dağı deriz oraya . Kaledeki Kaya kitleleri uzaktan oturan insan silüetlerine benzer . Rahmetli ninem , o silüetlere bağ evimizden bakar ve o silüetlerin taşa dönüşmüş insanlar olduğunu söylerdi bana . Çok korkardım küçükken ve hayallerim birbirine geçerdi . Dolunay zamanı Kale dağının etekleri aydınlık olurdu . Uyuyamadığımda bahçemizden dağa bakardım uzun uzun.. Yıllar sonra Kale’nin zirvesine çıktığımda panoraması beni mest etmişti . Küçük Menderes Ovası , göz alabildiğince ayaklarımın altında uzanıyordu. Sonbaharda yağmurlar başladığında , çimlerin dağın eteklerini bastığı ve suların akmaya başladığı zamanlarda , tırmanış ve iniş ayrı güzeldir. Mantar ve şifalı bitki topladığımız zamanlar oldu. Unutamıyorum antik dönemlerin Kartal yuvası gibi heybetli Kale dağını.
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz, bu tür geri bildirimler gerçekten bizi çok memnun ediyor ve yaptığımız işin sadece bir yürüyüş olmadığını ve amacımızın bloğumuza sizin gibi katkıda bulunan değerli insanlarca farkına varılmış olması nedeniyle; saatler mertebesindeki dağlarda geçirilen o zamanlara daha fazla bir değer kattığını gösteriyor. Katkılarınız, inanın bizim için çok değerli. Çünkü sizin de ifade ettiğiniz gibi yazdığınız her şey yaşanmışlık içeriyor. Bu da onun eşsiz kılıyor. Elinize sağlık. Karşıdan bakıldığında çırılçıplak bir tepenin üstünde gizlenen her şey bu yaşanmışlıklarda saklı. Değerli bilgileriniz için tekrar teşekkür eder, ilginizin ve katkınızın sürekliliğini dileriz. Sevgilerimizle... İF
Sil