9 Aralık 2013 Pazartesi

ÖZBEKİSTAN NOTLARI-2




“MÜCEVHER” ŞEHİR HİVA

29 Ağustos-7 Eylül 2013
İbrahim Fidanoğlu

“Kumdan Kaleler Yapmak”

Taşkent’ten sabahleyin havalanan uçağımız, yaklaşık 2 saatlik bir uçuş sonrası öğle üzeri Harezm vilayetinin başkenti diyebileceğimiz Ürgenç Havaalanı’na indi. Kırsaldaki kumdan kale kalıntılarıyla Harezm, Ortaçağın kadim gücü şaman Harezmiler’in (bizim ilkokulda öğrendiğimiz şekliyle Harzemşahlar) bugüne uzanan eli gibiydi. Mantı ve yoğurttan oluşan öğle yemeğimizi Ürgenç’te yol üstünde bir restoranda yedik. Ürgenç, Taşkent’e göre taşrada kalan ve yeni yeni gelişmekte olan bir şehir izlenimi verdi bize. Şehir, havaalanından başlayarak tüm önemli caddeleri boyunca bir şantiye görünümündeydi. 

 Amu Derya'yı geçerken (araçtan çekilen)

Bir de şunu söyleyelim; bu Ürgenç’lerden bir tane de Türkmenistan’da var. Onun tam ismi Kunya-Ürgenç (yani eski Ürgenç anlamında) ve Harzemşahlar’ın kadim başkenti olarak biliniyor. Harzemşahlar’a Maveraünnehir coğrafyasında, egemenlikleri boyunca Türkmenistan’daki Kunya Ürgenç, Özbekistan’daki Ürgenç yakınlarındaki bizim de ziyaret ettiğimiz Toprakkale ve Hiva kentleri başkentlik yapmışlar. 

 Amu Derya yada Ceyhun Irmağı geniş yatağında akarken

Yemek sonrası Özbekistan’ın içinde özerk bir cumhuriyet olarak tanımlanmış, Kazaklara daha yakın olduğu söylenen ve çölün ortasındaki bitmek bilmeyen kumullar üzerinde yaşayan Karakalpakların yurdu Karakalpakistan’daki Harezm Kaleleri’nden bazılarını görmeye gittik.

Karakalpaklar, aslında 1 milyon civarında, Özbekçe’den farklı bir lehçe ile konuşan ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Kazaklarla akraba kabul edilen bir halk. Topraklarının çoğunu doğuda Kızılkum ve güneyde Karakum Çölleri oluşturuyor. Zaten ziyaret ettiğimiz kaleler de çöldeki tek malzeme olan kumdan ve onun bağlayıcısı olarak da susuzluğa son derece dayanıklı, kökleri kumulların çok derinlerine nüfuz edebilen saksavul isimli, bizim ılgın ağacına benzeyen bir çöl bitkisinden yararlanılarak inşa edilmişler.

 Ayaskale yolunda çöl bitkisi saksavullar

Ürgenç kırsalına ulaştığımızda yolumuzu Amu Derya (yada Ceyhun) kesti bir an; geniş yatağında ama eski muhteşemliğinden uzakta; aheste aheste akıyordu. Nehrin üzerindeki köprüden geçerek kumullar dünyasına daldık. Geçiş noktasındaki küçük bir kulübe, açık halde bir tantan ve iki yeşil üniformalı Karakalpak görevli Karakalpakistan’a girdiğimizin işaretiydi.

 Toprakkale'ye tırmanırken

Amu Derya’dan beslenen kanallarla hayat bulmuş küçük köylerin arasından geçerek tarihi İpek Yolu’nun kadim zamanlarda güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş kumdan Harezm kalelerinin yer aldığı Kızılkum Çölü’nün ıssız kumullarına yöneldik. Güneş tepede, hava Eylül olmasına rağmen çok sıcak ve ortada saksavullar dışında tek yeşillik dahi yoktu.

 Toprakkale; kumdan kale

Harezm Kaleleri, tarihi İpek Yolu rotasında sürekli gidip gelen kervanların güvenliğini sağlayan garnizonlar durumunda planlanmış. Ipıssız ve karanlık çölde; geceleri yolculuk eden kervanlara ışık veren ve rotalarını kaybetmemelerini sağlayan kaleler, tarih boyunca bu işlevi sürdürmüşler. Kumdan kaleler, M.S. 3-4.yy.dan kalma, kerpiç örgülü kaleler. 20.yy.da 1940’lı yıllarda; 2. Dünya Savaşı sırasında Rus arkeolog Tolstov tarafından yürütülen yüzey araştırmaları ve kazılar sayesinde gün yüzüne çıkarılmış. Kazılardan elde edilen buluntular, saray duvarlarındaki o günkü saray yaşamına dair sahneleri içeren duvarlardaki freskler Petersburg’a götürülmüş. İşte bizim de ziyaret ettiğimiz Toprakkale ve Ayaskale de bu kumdan kalelerden sadece ikisi. Mihmandarımızdan, çöl topraklarında bu kalelerden İpek Yolu rotasını belirleyen onlarcasının bulunduğunu öğrendik.

 Toprakkale; Rus Arkeolog Tolstov'un "açma"ları, duvarlardan sökülen fresklerin yerleri fark ediliyor.

Toprakkale'nin içinden surlara bakış

Bunlardan Toprakkale, Harezm Ülkesi’nin amiral gemisi gibi bir yermiş zamanında; belki de başkent demek daha doğru olabilir. Ancak şu andaki görünümü itibariyle; Toprakkale, Ayaskale’ye göre daha kötü durumda denilebilir. İçinde bir saray yapısını da barındıran Toprakkale, çevreye hâkim yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alıyor. Etrafı kerpiç surlarla çevrili kaleyi, Rus arkeolog Tolstov, bir köstebek gibi kazmış ve değerli olarak ne bulduysa, onları Rusya’ya götürmüş. Ne yazık ki, tonozlu bazı geçişler, onlarca odaya benzer hücre duvarları, sarnıçlar, duvarlarda Rusya’ya götürülen fresklerin söküldükten sonraki kalan izleri ve doğanın devam eden tahribatı sonucunda gün yüzüne çıkmış kalenin giderek artan yıpranmışlığı… Görebildiğimiz kadarıyla Toprakkale’den bugüne kalanlar bunlardı. Bu fresklerin benzerlerini Taşkent’teki Tarih Müzesi’ni gezerken görmüştük. Örneğin Harezm Sarayı’nda hükümdar tarafından karşılanan yabancı elçilerin kendilerini hükümdara takdim edişleri, kervanların yürüyüşü ve hükümdarın av sahneleri gibi…


 Toprakkale; saksavul ve geçit

Ayaskale ise çölün ortasında oluşturulmuş bir gölün yakınlarında ve adını veren sert rüzgârlara açık; yine yüksek bir tepenin üstünde kurulmuş. Bu kale kentlerin bir özelliği; iç kale, dış kale ve tepeden aşağıdaki düzlükte yer alan ve genellikle halkın yaşadığı alanları koruyan bir üçüncü kaleden oluşmaları. İç kalede genellikle hükümdar ve ailesi, kent yönetiminin ileri gelenleri ile askeri ve sivil bürokrasi; dış kalede ise kaleyi savunan askeri birlikler yer alıyor. En aşağıda ise; sivil halkın yaşadığı, ekip biçtikleri tarımsal alanların ve sivil konutların bulunduğu düzlükler uzanıyor. Bu lojistik alanların savunulması ise düzlükte yer alan bir üçüncü ve en dış kalenin misyonu olsa gerek. Bu kurguyu Ayaskale’de aynen görmek mümkün. Tepede yer alan iç ve dış kale ile düzlükte yer alan üçüncü bir kale…

 Bir diğer kumdan kale; Ayaskale

Ayaskale yakınlarında göçebe hayatın temsil edildiği göçer çadırları

Kaleye tırmandığımız çöl toprağının ayaklarımızın altından kayıp gidişi ve bu nedenle hızlı bir şekilde hareket edemeyişimiz çölde çekilmiş Yeşilçam filmlerini hatırlatıyor. Sabırla saksavullara tutuna tutuna patikadan yukarı, kaleye doğru tırmanıyoruz. Arkamızda, çöldeki göçebelerin yaşamını yansıtan ve aynı zamanda konaklanabilecek göçer çadırları yer alıyor. Çadırların birine biz de giriyoruz. İçerde çay içip çöl kavunu tadıyoruz; kavunun kendine has aromatik bir lezzeti var, üstelik de çok tatlı. Özbekistan’da daha çok yeşil çay tüketiliyor. Ama kara çay da mevcut. Çayın sunumu önemli; genellikle porselen çaydanlık ve fincanlarda servis ediliyor. Yani Doğu’nun geneline has; çay sunumundaki törensellik aşağı yukarı burada da mevcut… 

 Önde Bekir Hoca; arkasında ekip, Ayaskale'ye tırmanırken...

Ayaskale surları; kumdan bir kale daha

Ayaskale’nin dış kalesinin kerpiç surları günümüze oldukça iyi bir şekilde ulaşabilmiş. Sur duvarlarında dizi dizi mazgal delikleri rahatlıkla izlenebiliyor. Ayrıca kalenin çeperlerinde yer alan tonozlu geçişler, iç ve dış kalenin mekânsal ilişkileri, muhtemelen askerlerin eğitim yaptıkları geniş avlular ve iki katı seçilebilen bazı yapısal oluşumlar kalede bugüne ulaşabilmiş önemli unsurlar olarak dikkat çekiyor. Kalede bir üst düzlemde yer alan büyük avluda ziyaretçilerin yere taşlarla yazdıkları isimleri; kendilerinden geriye bıraktıkları bir iz olarak gelenekselleşmiş.

 Ayaskale; iç kalenin zeminine taşlarla atılan ziyaretçi imzaları

Ayaskale; kemerli bir geçitin önündeyiz

Kalenin en dik yamacından aşağıdaki kaleyi seyrediyoruz. Ovada sivil yaşamın izleri diyebileceğimiz temel kalıntıları seçilebiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla son yıllarda Özbekistan yönetimi de bu bölgeye dikkatini çevirmiş durumda ve “kumdan kaleler” ile ilgili araştırma ve kazılar sürüyor.

 Ayaskale'nin dışında aşağıdaki düzlükte yer alan üçüncü kale ve bizi kaleye ulaştıran karayolu

 Ayaskale surlarında yer alan mazgallar

Ayaskale önlerindeki göçebe çadırlarından birinin içi

 Ayaskale; surların içeriden görünüşü

 
Ayaskale'ye veda; önde düzlükteki kale, yukarıda Ayaskale

Ayaskale’den geldiğimiz yolu takip ederek Karakalpakistan’dan ayrılıyoruz artık. Yeniden Amu Derya ve Ürgenç’den geçerek Hiva’ya doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 1,5 saatlik bir otobüs yolculuğu sonrası Hiva’nın UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dâhil edilen Eski Şehri’ne; iç kalenin surlarına vuran akşam güneşinin kızıllığı altında giriyoruz. Kentin üstündeki kızıllık ve akşamın dinginliği, birbirine ne de yakışmış Hiva’da şimdi.

Hiva; Eski Şehrin Batı Kapısı; Ata Kapı ve akşamın kızıllığı

 Müstakillik Bayramı’nda Müze Kent Hiva’dayız

Hiva’da bir bayram sabahındayız. Bugün Özbekistan, tüm ülkede “müstakilliğin” yıldönümünü kutluyor. Hiva sokaklarına sabahtan itibaren Özbek halk müziğinin en coşkulu örnekleri yayılıyor bangır bangır. Surların hemen dibindeki otelimizde erken bir sabaha uyanıyoruz Hiva’da. Doğudan yükselen güneş, Karakum Çölü’nün nerdeyse ortasında yer alan; her şeyiyle topraktan yapılmış bu şehrin üstüne yavaş yavaş çökmekte. Batı yönünde uzanan Eski Şehrin surlarına gömülü onlarca kabrin; Arap akınlarının Hiva’ya yöneldiği 8.yy.dan sonra kenti korumak adına Hivalılar tarafından akıl edilmiş bir yol olduğunu öğreniyoruz. Kenti koruyan “aziz”lerden sonra kenti koruyan mezarlar bahsi yani ve biz artık Hiva’yı dolaşmak üzere otelin yakınlarındaki Taş Kapı’dan kaleye doğru giriş yapıyoruz.

 Hiva, Eski Şehrin Güney Kapısı, Taş Kapı

Hiva, kenti güneyden çeviren surlar ve Arap akınlarına karşı surlar üzerinde konuşlandırılmış mezarlar

İç kalenin ardındaki kente 4 büyük kapıdan giriliyor. Güney yönündeki Taş Kapı, Batı yönündeki Ata Kapı, Kuzey yönündeki Bahçe Kapı yada Buhara Kapı ve zamanında esir ticareti ile öne çıkan ve tam bir curcunanın hâkim olduğu Doğu yönündeki Pehlivan Kapı kentin 4 ana girişini belirliyor.

 Hiva; Taş Kapı'nın bir kanadındaki ahşap işçiliği

Hiva, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan, Çin’e giden kervanların yol boyunca konakladığı en önemli duraklardan birisi, Ortaçağ’ın bölgedeki önemli aktörlerine başkent işlevi görmüş, tarih boyunca da bu önemini 19.yy sonuna kadar korumuş bir kent. Harezmliler ve Hiva Hanlığı dönemleri kentin altın çağını temsil ediyor. 10.yy.dan itibaren kent, Çin’e gidip gelen kervanların konakladığı önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. 16.yy.dan itibaren Harezmlilerin bölgedeki hâkimiyeti, göçebe Özbek aşiretlerinin daha güneye inişi ve Hiva Hanlığı’nı oluşturmasıyla el değiştirmiş. 19.yy.da Rusların bölgede tesis ettikleri nüfuz egemenlikleri, çarların sınıf arkadaşlığı noktasına kadar taşınan Petersburg maceralarına dahi sürüklemiş Hiva hanlarını… Bu noktadan ileride yeniden söz açacağız, ama Hiva’da sonunda varılan nokta; Kızılordu’nun 1920’lere doğru bölgede gücü ele geçirişi ve diğer hanlıklarla birlikte şimdiki Özbekistan topraklarını 20.yy. boyunca sürecek Sovyet egemenliği günlerine taşıma becerisidir.

 Geçmişten bugüne taşınan ustalık; ahşap oymacılığı; eyvanların kolonları nasıl işlenir?

Hiva-Eski Şehir

Taş Kapı’dan Eski Şehir’e ulaşan tozlu yolların iki yanında geniş avlulara açılan koca kapılar ve hemen yanında yükselen kerpiç duvarların ardındaki Hivalı yaşamı saklayan o evler… Çöl sıcağının gün boyu kavurduğu kerpiç duvarlar, içeriye sızdırmıyor sarı sıcak havayı; içerde serin bir hayat ve avlunun etrafına yerleştirilmiş mekânlar… Kapıdan uzanan meraklı bakışlar, geçişimizi izliyor usulca. Bir açık hava müzesini andıran ve neredeyse birbirinin içine girmiş gibi hemen dip dibe konumlanmış birbirinden benzersiz mimari yapılar; medreseler, camiler, saraylar ve türbelerle süslü kentin daracık sokaklarına doğru ilerliyoruz ağır ağır. 

 Hiva; İslam Hoca Külliyesi ve minare; akşama doğru Hiva sokaklarında ışıkla gölgenin oyunu

 Hiva'da akşama doğru Cuma Mescidi'nin dev minaresinin önündeyiz

Turkuaz rengi kubbeler, 50 metreden fazla yüksekliklere tırmanan göğe uzanmış dev minareleri, kerpiçten yapılmış yüksek duvarlar arkasında saklı eski ve yeni sarayların gizemli mahremiyeti ve kentin koruyucusu kabul edilen Pehlivan Mahmut’un dilek pınarına dönmüş türbesi… Genişleyen, bazen birkaç basamakla yükselen ve bazen aniden daralıp sonra küçücük meydanlara açılan o sürprizlerle dolu sokaklar, kubbelerin ve minarelerin ışıkla biteviye sürüp giden oyunları ve binaların gölgelerine sığınmış Özbek satıcılar; hepsi Hiva’da; Eski Şehir’in İçhankala’sında; yani İç Kale’de…

 Hiva, İçhankale yani İç Kale'nin yerleşim planı; Ata Kapı girişinde bir duvar seramiği

El Harezmi’nin Kenti Hiva

Batı yönünde Ata Kapı’dan geniş bir meydana açılan şehrin ana aksı üzerinde kentin önemli mimari yapıları yer alıyor. Surların dışında; kentin unutulmaz siması, cebrin babalarından El Harezmi’nin heykeli her akşam ıssız Karakum Çölü’nün üstünde batan güneşin kızıllığında yalnızlığını yaşıyor. 9.yy.da Harezm coğrafyasında yaşamış; ikinci dereceden polinomların köklerinin hesaplanmasında günümüzde kullandığımız “Δ-delta” denklemini geometrik olarak bulan ve ispatlayan çağın büyük matematikçisi El Harezmi de Ortaçağ’ın bu parlayan kentinin çocuğuydu. O ve ondan sonra gelenler; El Biruni, İbni Sina, Nişapurlu Ömer Hayyam ve diğerleri bu toprakların tanıdığı en aydınlık yüzler, “güneşin” doğudan yükseldiğinin delili gibiydiler.

 Hivalı ünlü matematikçi El Harezmi'nin Ata Kapı yakınında, sur dışındaki heykeli

Ortaçağın "mücevher" şehri Hiva, Eski Saray'ın terasından kentin bugünkü görünümü; soldaki büyük minare Cuma Mescidi'ne, sağdaki büyük minare ise İslam Hoca Mescidi'ne ait; hemen yanında turkuaz kubbeli büyük bina kentin manevi koruyucusu Pehlivan Mahmut'un Türbesi



 Hiva; Doğu-Batı aksında yer alan Ortaçağ'ın benzersiz yapıları; sağda Divan Beyi Medresesi'nin yarım kalan dev minaresi; arkada Cuma Mescidi'nin 52 metrelik minaresi; soldaki sur gibi duvarlar Eski Saray'a ait.

Hiva surları, dayanımını güçlendiren belli bir eğimle zemine doğru alçalırken, 5-6 metreden 10 metreye kadar değişen bir aralıktaki kalınlıklarıyla yüzyıllar ötesinden bugüne ulaşabilmeyi başarmışlar. Eski şehrin çevresini saran kilden duvarların uzunluğu neredeyse 10 km.yi buluyor. Sovyetler döneminde; bir ara kenti korumak adına kentin sakinleri, surların dışına çıkarılmış ve Eski Şehir sessizliğe bürünmüş. Ama bu sakinlik, tam tersine tarihi kentin daha çok yıpranmasına ve ölü bir şehre dönüşmesine yol açmış. Daha sonra gözden geçirilen bu karardan dönülerek, yeniden surlar içinde sivil halkın yerleşimine izin verilmiş. Bugün sürüp giden restorasyon faaliyetleriyle kentin marka değeri ve UNESCO’nun 1990 yılında verdiği unvanı korunmaya çalışılıyor. Ancak; daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi hem birçok yapının restorasyonunda izlenen “yıkıp baştan yapma” diye özetleyebileceğimiz yöntem ve bu yapıların müze ya da kendi işlevleri dışında bir alışveriş mekânı olarak kullanılması yapıları ruhsuzlaştırmış. Bu anlamda örneğin dini nitelikli bir mimari yapının içine girdiğinizde binanın kutsal köşelerinin (camide mihrap, türbede kabir önü v.b.) resmi görevliler tarafından bile bir alışveriş mekânına dönüştürülmesi, kendisini “mustakillik” sonrası İslam kimliği ile öne çıkaran (devlet başkanının ismi bile İslam; daha ne demeli) bir ülkede biraz ironik oluyor. 

 Hiva; Batı yönünde uzanan İç Kale'nin duvarları

Hiva Medreseleri

Ata Kapı’dan itibaren Doğu’ya yönelen kentin ana aksı üzerinde El Harezmi heykelinin arka planında 19.yy. Hiva Hanlarından Muhammed Emin Han’ın Medresesi, hemen ondan biraz ilerde aynı sırada ise, yarım kalmış turkuaz kubbesi ile dikkati çeken Matniyaz Divan Beyi Medresesi yer alıyor. Her iki medresenin duvarlarını bitki motifleri ve geometrik desenlerle süslü seramikler kaplıyor. Bereketi simgeleyen nar motifleri, güvercin kanadından geliştirildiği söylenen Rumi desenler, badem motifleri dikkat çeken süslemelerden. Divan Beyi Medresesi’nin 70 metre olarak planlanıp tamamlanamayan ve 24 metrede kalan turkuaz kubbesinin üzerinde yer alan çiniler, 1997 yılında onarılmış. Kubbenin üzerinde Harezmli şairlerin Arapça harflerle yazılmış şiirleri yer alıyor.

 Hiva; Muhammed Emin Han Medresesi; Ata Kapı yakınlarında...

Anadolu’nun kalbinde; Sivas’ta, Erzurum’da, Kayseri’de gördüğümüz medrese mimarisinin Özbekistan ziyareti sonrasında bu topraklardan Anadolu’ya yayıldığına bir kez daha tanıklık ediyoruz. Bu coğrafyada İslam’ın yayılması sonrasında yaygınlaşan medreseler esas olarak; ön cephede büyük bir taç kapı ve ortasında geniş bir avlusu olan; alt katta dersliklerin, üst katta ise yatakhanelerin bulunduğu dikdörtgen formlu ana binadan oluşuyor. Taç kapılar, kervansarayların aksine; avluya doğrudan açılmıyor; dikdörtgen formlu alt koridorun uzun kenarları boyunca yer alan karşılıklı kapılardan avluya çıkılıyor. 

 Hiva; Divan Beyi Medresesi; iç avlu

Hiva; Ota Darvoza; Ata Kapı, içerden görünüş

Hiva; Divan Beyi Medresesi kapı üstü detayı

Bugün Özbekistan’da birkaçı dışında medreselerin çoğu tamamen müze yada hediyelik eşya ve el sanatları ürünlerinin satıldığı alışveriş mekanları olarak kullanılıyor. Hiva’da da durum farklı değil. Kimisinde küçük müzeler, ama çoğunlukla ellerinde suzani dokumaları, ahşap oymacılık örnekleri; 16 değişik pozisyona kadar seçeneğe sahip ceviz ağacından portatif rahleler, Özbek başlıkları “doppi”ler, yün patikler, atkı ve fularlar v.b. Özbek el sanatları ürünlerini satmaya çalışan Özbek kadınlarının merkezinde yer aldığı kenarda köşede kurulmuş alışveriş mekânları… Bu mimari yapıları dolaşırken en sık karşılaşılan manzara bu.

 İç Kale'de Hiva patikleri

 Hiva; suzani dokumaları

Kale gibi Saray; Kohna Ark-Eski Saray

Ata Kapı’ya yakın konumda; İç Kale’nin içinde ikinci bir kale kadar korunaklı Kohna Ark yada Eski Saray, Hiva’nın en eski bölgesinde yer alıyor. Bu saray kompleksi, kerpiç örgü duvarlardan oluşan surların arkasında; hanedanın yaşadığı haremlik ve selamlık bölümleri; kışlık ve yazlık kabul salonları, cami, mutfak ve diğer yaşam mekânları, muhafızların barındığı odalar, avludan geçilerek ulaşılan bir merdivenle çıkılan ve Hiva Kenti manzarasına hâkim bir teras ve diğer müştemilattan oluşuyor. Saray, 17.yy.da Arang Han tarafından yaptırılmış. 

 Eski Saray'ın yazlık kabul avlusu

Eski Saray; kabul avlusundaki duvarları geometrik ve bitki desenleriyle kaplı; ön cephenin ortasına denk gelecek şekilde, zemini tavana bağlayan ve üzeri oymacılık sanatının eşşiz örnekleriyle dolu, iki adet ahşap sütunuyla temsil edilen eyvan

 Eyvan; duvar seramikleri ve ahşap sütun

Özbekistan’daki cami ve medreselerin revaklarında gördüğümüz; aşağıdan yukarıya doğru giderek incelen kesitli ahşap sütunların üzerinde yükselen ve kalem işi nakışlarla süslü tavanlarla kaplı eyvanlar, kabul salonlarının en gösterişli bölümlerini oluşturuyor. Avlunun ortasında; yükseltilmiş dairesel bir zemin üzerinde ise, hanın yazın konuklarını kabul ettiği kıldan örme çadır yer alıyor. 

 Eyvanın kalem işi bezemelerle  süslü tavanı

Eski Saray; kabul avlusunu çeviren iki katlı konuk odaları

Eyvanlardaki ahşap sütun kaidelerine bir örnek

Eyvanlardaki sütunların üzerinde yer alan; bitki desenleriyle süslü ahşap oymacılık sanatının benzersiz örnekleri göz kamaştırıyor. Hele eyvanların üç duvarını süsleyen; üzerinde bitki süslemeleri ve geometrik desenlerin bulunduğu, mavinin egemenliğindeki seramiklerin her bir karesinin ayrı bir anlamı ve hikayesi olmalı; belki bereket gibi, belki hayat ağacı; bugünkü hayat yada öteki dünyaya dair mesajlar gibi.

 Eyvanın arkasında yer alan hanın tahtı ve konuklarını kabul ettiği oda

Eski Saray; kabul odasının tavanı; sekiz köşeli yıldızlar iç içe

Kabul odasının bir duvarını süsleyen raflar; bir çok Özbek evinde benzer kabul odalarına ve bu raflara rastladık.

Eyvandaki ahşap kapılardan biri

Eyvan duvarlarındaki sekiz köşeli yıldız desenleriyle süslü lacivert seramikler

Kabul salonlarının bulunduğu selamlık bölümünden, dehlize benzer labirent şeklindeki bir koridorla hareme ve hanın kadınlarının bulunduğu odalara ulaşılıyor. Bu labirentler, sadece hanın hedefine ulaşabileceği karmaşık bir planda düşünülmüş. Hanın o gece hangi gözdesi ile birlikte olacağı konusunda hiç kimsenin bilgi sahibi olmaması fikri üzerine bina edilmiş bir mimari tasarım olmalı. Harem, 19.yy.da II. Muhammed Rahim Han zamanında bugünkü şeklini almış.

 Eski Saray; mutfak ve tandır fırınları

Eski Saray; terastan Hiva'ya bakış

Eski Saray'ın terasından Hiva'nın bir başka görünümü 

Avludan ayrılarak hanın tüm Hiva’yı temaşa eylediği o güzelim terasa çıkıyoruz. Bir alt katta sarayı koruyan topların konuşlandığı bir askeri alan söz konusu… Topların bulunduğu ikinci kata oldukça dar ve dehliz görünümlü bir merdivenle içeriden; ikinci kattan terasa ise küçük bir merdivenle dışarıdan çıkılıyor. Teras, bugün dahi, o muhteşem görünümüyle Hiva’yı; 360 derecelik bir açı ile tarayabilme kabiliyetine sahip görünüyor.

 Öteki Hiva; halkın Hiva'sı

Cuma Mescidi

Hiva - Eski Şehir içinde Ata Kapı’yı Pehlivan Kapı’ya bağlayan ana aks üzerinde yer alan diğer önemli bir yapı da Cuma Mescidi olarak bilinen ve insana ilk bakışta dikdörtgen formundaki yapıda yer alan 215 ahşap sütunuyla İspanya’da Cordoba’daki (biz Kurtuba diye öğrenmiştik) Endülüs Camisi’ni hatırlatan Cuma Camisi’dir. Cami, Cuma ve bayram namazları için bir önceki yapının üzerine 18.yy.ın sonlarında inşa edilmiş. Tek holden oluşan ibadet mekânının içine sığdırılmış 215 adet ahşap sütunu, atmosfere açık ve caminin tam ortasında yer alan karlık havuzu, bayramlarda şerbet dağıtılan sebili ve 52 metre uzunluğundaki dev minaresi ile son derece dikkat çekici bir yapı.

 Cuma Mescidi'nin 215 adet ahşap sütunla kaplı ana holü

Cuma Mescidi'nin şerbet sebili

Cuma Mescidi'nin tam ortasında yer alan karlık havuzu

Camideki en eski sütunlardan biri; ahşah oymacılığının en iyi örneklerinden...

Cuma Mescidi'nin ahşap sütunlarının tavanla birleşim detayı

Sonunda  İslam Hoca Külliyesi'nin bulunduğu sokak; solda Pehlivan Mahmut Türbesi'nin giriş kapısı

Hiva’nın kahraman önderi Pehlivan Mahmut Kompleksi

Kentin manevi koruyucusu olarak adlandırılan Pehlivan Mahmut’un türbesinin de bulunduğu diğer bir yapılar kompleksi, güneydeki Taş Kapı yakınlarında; Cuma Mescidi’nin güney yönünde yer alıyor. Daha alt düzlemde yer alan türbenin hemen birkaç basamakla ulaşılan üst düzleminde ise, İsfendiyar Han’ın baş veziri İslam Hoca’nın Medresesi ve Hiva’nın her yanından görünen minaresi ile dikkat çeken camisi yer alıyor.

 Hiva'nın kubbeleri; büyük turkuaz kubbe Pehlivan Mahmut Türbesi'ne ait

Pehlivan Mahmut Türbesi

Türbenin avlusunda yer alan Pehlivan Mahmut ile ilgili panolardan biri

Pehlivan Mahmut, 14.yy.da yaşamış, zamanının önemli dini ve askeri önderlerinden birisi olarak biliniyor. Savaşçı ve şair özelliklerini aynı kimlikte buluşturmuş bu saygın önder, tasavvuf üstüne yazdığı şiirleriyle bugün bile Özbek yurdunda tanınıyor. Türbesindeki eyvanların duvarında da bu manzumelerden bazıları yer alıyor. 

Pehlivan Mahmut'un sandukası

Türbenin avlusunda kutsal kabul edilen su; dilek pınarı

Türbenin bulunduğu kompleks, bayram nedeniyle bugün çok kalabalık. Çevre kasaba ve köylerden gelen Özbekler, öncelikle Pehlivan Mahmut’un Türbesi’ni ziyaret edip iyi bir hayat için dilekte bulunuyorlar; avludaki kutsal kabul edilen çeşmeden su içiyorlar ve türbe girişindeki salonda, bir tür bağış karşılığında Kuran-Kerim’den bölümler okuyan bir kişinin karşısında adaklarını yerine getiriyorlar.

 Türbenin içinde bağış karşılığında ziyaretçilerin adakları için dua okuyan görevli

Pehlivan Mahmut'un türbesinin giriş kapısı

Turkuaz seramiklerle kaplı dev kubbesiyle Hiva’nın en dikkat çeken yapılarından olan Pehlivan Mahmut Türbesi 1701 yılında yapılmış. Başlangıçta mütevazı bir mekân iken, kentin kahramanı ve manevi önderi kabul edilen bu kutsal kişiye yakın olmak düşüncesiyle, bazı hanedan mensuplarının da takip eden yıllarda Pehlivan Mehmut’a komşu başka türbelere gömülmesiyle burası giderek bir hac mekânı işlevi görecek ölçüde büyük bir komplekse dönüşmüş.

 Şimdi müze olarak kullanılan Muhammed Rahim Han Medresesi'nin  avlusu

 Muhammed Rahim Han II; müzeden


 İslam Hoca Külliyesi

Bir üst düzlemde yer alan İslam Hoca Külliyesi’ne gelince; daracık bir sokakla ulaşılan; Hiva ölçülerinde büyük sayılabilecek bir meydanın hemen yanında yükselen 57 metre yüksekliğindeki minare, Cuma Mescidi ile birlikle Hiva’nın en yüksek yapılarından birisi olarak dikkat çekiyor. Aşağıdan yukarıya doğru daralan kesidi (taban çapı 10 metre civarında), aralıklarla etrafını çeviren turkuaz seramik kuşakları ve en tepede bir şapka ile sonlanan görkemli minarenin hemen arkasında 50’ye yakın hücresi ile büyük bir medrese ve cami yer alıyor. 

 İslam Hoca Mescidi ve 57 metre yüksekliğindeki minaresi

Muhammed Rahim Han'ın veziri İslam Hoca; müzeden

İslam Hoca, 19.yy.da Rusya’nın nüfuzu altındaki Hiva Hanlığı’nın son demlerinde hüküm süren II. Muhammed Rahim Han’ın vezirlerinden ve diplomat kişiliği ile zamanının önemli bir devlet adamı olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda Muhammed Rahim Han’ın dünürü de olan İslam Hoca, hanın bir Petersburg ziyareti sırasında aynı zamanda okuldan arkadaşı olan çarın kabulündeki gaflarını örten ustaca manevraları ile de hatırlanıyor. İslam Hoca’nın devlet yönetiminde giderek artan gücü ve şöhreti, damadı İsfendiyar Han’ı zaman içinde rahatsız ediyor ve onu bir komployla yönetimden uzaklaştırıp öldürtüyor. Ancak; hayırsever kimliği ve devlet yönetimindeki etkinliğiyle halk tarafından sevilen İslam Hoca’nın bu dramatik sonu, İsfendiyar Han’ın da sur dışında katledilmesine ve gelenek üzere bu nedenle de; atalarının yanına Eski Şehir’e gömülememesiyle sonuçlanıyor. Bir anlamda fitne karşılığını buluyor.

Hiva Hanlarının Yazlık Sarayı; Taş Avlu

Kentin en doğusunda; serin rüzgârlara açık, Pehlivan Kapı’nın (Polvon Darvoza) hemen yakınında hanedanın yazlık sarayı Taş Avlu yer alıyor. 19.yy.ın ilk yarısında inşa edilen saray; kışlık eşdeğeri gibi yine kerpiçten yapılmış surların arkasında; hanedanın en gösterişli yapılarından haremlik ve selamlık bölümlerini de kapsayan bir kompleksi saklıyor. 

 Taş Avlu ve duvarları

Taş Avlu; Arz Avlu'nun konuk odaları

Taş Avlu; Arz Avlu'nun eyvanı 

Arz Avlu; ışıkla gölgenin oyunu

Saray, esas olarak üç avlunun etrafında konumlanmış bir dizi yapıdan oluşuyor. En güneydeki avlu; Arz Avlu olarak biliniyor ve hanın konuklarını kabul ettiği ve günlük işlerin yürütüldüğü hücreler ve eyvanlar bu bölümde yer alıyor. İkinci avluya eğlence odaklı bir işlevi nedeniyle İşrat Avlusu adı verilmiş. Üçüncü avlu ise hanın kadınlarının yaşadığı mekânları barındıran Harem Avlusu… Avluları binalara bağlayan labirent şeklindeki karanlık koridorlar, bir anlamda hedefin ulaşılabilirliğinin ne kadar zorlaştırıldığının göstergesi olmalı. Hele haremde yer alan hücrelere ulaşan koridorlar tam bir labirent ve o akşam hanın, kimin odasına yönleneceği bir bilmece gibi. Avlulara bakan eyvanların duvarları diğerlerinde olduğu gibi yine son derece eşsiz seramikler ile kaplı. Eyvanlarda yer alan karaağaçtan yapılma ahşap kolonlarının üstündeki ahşap işlemeciliğinin en güzel örnekleri, diğer mekânlardaki gibi göz kamaştırıyor.

 Odaların tavan detayı

 Arz Avlu'da yer alan ahşap sütunun üzerindeki işlemlerin detayı

 Harem Avlu

Üst kat balkonlarının tavan detayı; Gümüşhane Sarı Çiçek Köyü'nün köy odalarını ne kadar andırıyor!

Alt katta tek sütunlu eyvan; üst katta bir balkon ölçüsünde daha küçük eyvanlar ve her ikisinin arkasında yer alan odalar, kabul avlusunun karakteristik özelliği. Buna karşılık; Harem Avlusu’nda ise 5 adet birbirine bitişik konumdaki eyvan, yakıcı çöl sıcağından korunmak için kuzey rüzgârlarına açık konumda tasarlanmış. 

 Harem Avlu

Harem Avlu;  harem odalarından birinin balkon tavanındaki sekiz köşe yıldızlar

Haremdeki odalardan biri

Ticaretin yoğunlaştığı bir kapı olarak öne çıkan Pehlivan Kapı, bir dönem esir ticaretinin yoğunluğu ile ün salmış. İpek Yolu’nun üzerinde yer alan Hiva’daki bu ticari yoğunluk nedeniyle 19.yy.da Alla Kuli Han tarafından bu kapıya ve yazlık saraya komşu bir de kervansaray yapılmış. Tarihi kapı, bugün de; hediyelik eşya satıcıları ile eski geleneksel işlevini bir nebze olsun sürdürmeye devam ediyor.

Bütün tarihi yapıların duvarına kazınmış o esrarlı seramik işaret; yeşil yada turkuaz; kimi Zerdüştlük günlerine; kimi Şaman zamanlara bağladı; ama bir kesin bilgi yok.

Hiva’ya veda ederken

Akşam yaklaşmakta ve biz; olağanüstü güzellikteki süslemelerle bezenmiş açık ve kapalı mekânları, ışığın ve gölgenin zıtlık teşkil edecek tarzda benzersiz kullanımıyla ile unutulmaz yazlık saraydan ayrılıp, Eski Şehrin en doğusunda yer alan Pehlivan Kapı’dan şehrin dışına doğru ilerliyoruz. Vakit ikindi namazı vakti; ama yine ezan yok; az sayıda da olsa cemaat, şehrin dışında halkın kullanımı için yapılmış bir küçük mescide doğru hareketlenmekte. Caminin kapısının üstünde Said Niyoz Sholikorboy Mescidi ve Minaresi yazıyor. 1842 yılında yaptırılmış. Üzerinde de küçük bir detay; anlaşıldığı kadarıyla Özbekistan’da camiler “Madaniyat Vazirliği”ne bağlı; yani bizim dildeki Kültür Bakanlığı’na…

 Pehlivan Kapı

Pehlivan Kapı'nın giriş holü; Ortaçağın esir pazarı buradaydı.

Pehlivan Kapı’nın üstünden güneş yavaş yavaş devrilmekte artık; akşam üzeri sur dışındaki otelimizin bahçesinde yenecek erken akşam yemeği bizi beklemekte. Sonrasında ise tarihi İpek Yolu’nun üzerindeki kadim kentlerden bir diğeri Buhara’ya uçmak üzere, yolumuz yine Ürgenç’e çıkacak gibi.

 Hiva'ya veda zamanı; tarihi İpek Yolu'nun izinde Buhara'ya doğru...

DEVAM EDECEK

Yazan ve fotoğraflayan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder