TİRE OVACIK ve KARAÇAMUR YAYLALARINDA KUVVACI
ZEYBEKLERİN İZİNİ SÜRDÜK.
13 Kasım 2024
İbrahim Fidanoğlu
Ateşi ve ihaneti
gördük.
Ruhumuz fırtınalı,
etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve
ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz
zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve
beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler
çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir
fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda
kişneyip köpürmeden
sabırlı ve
doludizgin koşmasını biliyorlardı.
İnsanlar uzun
asker kaputluydu,
yalnayaktı
insanlar.
İnsanların başında
kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde
müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar
devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar,
etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında
unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker
postalları halinde
yan yana, sırtüstü
yatıyorlardı.
Koparılmış gibiydi
parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında
toprak ve kan vardı.
Kuvayı Milliye
Destanı; 3.Bab
Nazım Hikmet RAN
Giriş
Bugün Ekim ayında Bayındır civarında bu yaz çıkan
yangınların bıraktığı hasarı gözlemlemek için yaptığımız kısa yürüyüşleri
saymazsak, sezonun ilk yürüyüşünü Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın bağrındaki Ovacık ve Karaçamur yaylalarında gerçekleştirdik. Farklı zamanlarda farklı
rotalardan bu yaylalara birkaç kez yürümüştük. Bu defa Yunanlıların 15 Mayıs
1919’da İzmir’e asker çıkararak
başlattıkları Batı Anadolu’nun işgali sürecinde Tire ve havalisinde Kuvayı
Milliye’nin oluşturulması çabaları içinde öne çıkan Gökçen Hüseyin Efe ve onun baş kızanı Halil Çöp Efe’nin 1919 yazında isyan ateşini bu dağlarda tutuşturmak
çabasıyla giriştikleri mücadelelerin izini sürdük bu yaylalarda. Bize yürüyüş
boyunca Halil Çöp Efe’nin torunu;
emekli edebiyat öğretmeni Yakup Çöpoğlu hem mihmandarlık yaptı, hem de aile
büyüklerinden ve diğer kaynaklardan derleyip toparladığı bilgileri bizlerle
paylaştı. Kendisine katkıları için buradan bir kez daha teşekkür ederiz.
(Kasım 2024)
İzmir’in dağlarında kurtuluşun ateşlerini yakmak…
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi sonrası 1.Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilaf
Devletleri bir anlamda Osmanlı Devleti’nin
idam fermanını imzaladılar. Bunu takiben İtilaf Devletleri ve onun
taşeronlarının Trakya ve Anadolu topraklarını işgal etmeye başlamaları
sürecinde Yunan kuvvetleri de İngilizlerin zırhlılarının gözetiminde 15 Mayıs
1919’da İzmir’e asker çıkardılar.
İşgal günlerinin hemen öncesinde İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin İzmir Kâtip-i Mesullüğü görevini yürütmekte
olan Mahmut Celal Bey (Celal Bayar), arkadaşlarıyla durumun
ciddiyetini değerlendirerek İzmir’den
ayrılmaya karar verdi.
19
Mart 1919 günü; bir şafak vakti İttihat ve
Terakki’den arkadaşı; Jandarma Yüzbaşısı Edip Bey (İzmir Suikastı’nda asılarak idam edilen Sarı Edip Efe) ile birlikte atlarına
bindiler. Geceki şiddetli yağmurdan sonra pırıl pırıl bir gün başlamıştı. Ama
her yer yağmurdan nasibini almış gibiydi. Yollardaki çukurlar suyla doluydu.
İşgali bekleyen Rum çetelerinin kol gezdiği Buca’nın
arkasındaki bozuk yollardan ilerleyerek Torbalı
üzerinden Küçük Menderes Havzası’na
ulaştılar.
Bir gece vakti Ödemiş İstasyonu yakınlarında Sarı Efe Edip’in yakını İnceoğlu Şevket Bey’in evine misafir
oldular. Burada bazı toplantılara katıldılar. Ödemiş’te hem İstanbul Hükümeti’nin takibat baskısı, hem de
yereldeki yetersizlikler ve tutukluklar nedeniyle, işler yavaş ilerliyordu. Celal Bey bu nedenle acilen Gökçen Efe ile görüşmek niyetinde idi.
Ödemişli İnceoğlu Şevket Bey ve Cumhuriyet döneminde Adalet Bakanı olarak görev yapacak olan oğlu Refik Şevket İnce
Celal Bey ile Gökçen Hüseyin Efe’nin; onun 1914
yılında yüze indirilme sürecinden bir tanışıklıkları vardı. Tire ve Ödemiş bölgesinde o dönem görev yapan Jandarma Yüzbaşısı Edip Bey de bu süreçte Celal Bey ile birlikte yer almışlardı. Şimdi İzmir’in işgali arifesinde Celal
Bey, Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye’nin
oluşturulması sürecinde bu kez ondan ve diğer zeybeklerden yardım bekliyordu.
Gökçen Efe, Celal Bey ile arkadaşı Edip
Bey’i Fata’da dikkat çekmemesi
için köyden bir yaşlı kadının evine yerleştirdi. Bir müddet burada gündüzleri
evden çıkmayıp, geceleri Gökçen Efe
ile istişareler yapan Celal Bey’in Kuvayı Milliye’ye katılması yönünde
Efe’ye yaptığı teklife Gökçen Efe bir
gece şöyle yanıt verdi:
“-Yapacağımız
çok işler var. Seninle anlaşırsak, o zaman bana yardım, hatta iyilik etmiş
olursun.
dedim.
Efe’nin zekâ saçan gözleri parladı, sordu:
-Ne gibi?
-Yunanlılar,
ben öyle sanıyorum, İzmir’i almaya kalkacaklar. Veya memleketimize komite
çıkarıp Müslümanlara saldıracaklar. Bu yüzden kadın, çoluk çocuk ayakaltında
kalacaktır.
Sözün
buraya geldiği zaman Efe dayanamadı:
-Heyt!...
Kahpe dinliler!
diye ağır
bir küfür savurdu.
-O zaman
sonuna kadar seninle beraberim, bizim oğlan.
dedi ve
sözlerine şunu ilave etti:
-Yalnız
bir şartım var! Sen daima benim yanımda kalacaksın.
İstediği
gibi olacağını temin ettim, anlaştık. Böylelikle Efe şahsını garanti etmek ve
zeybek adetine göre benimle tehlikeyi paylaşmak istiyordu.”(1)
(Mayıs 2008)
Gökçen'de bir parkın içindeki Gökçen Efe'nin hatırasına Tireli taş ustası Taşçı Rıza tarafından yapılan abide
(Mayıs 2008)
(Mayıs 2008)
Ödemiş’i işgal etmeye gelen Yunan kuvvetlerine karşı örgütlü ilk direnişin (İlkkurşun Savaşı) cephe komutanı olan Ali Orhan İlkurşun’a göre “Milli bir
mukavemet imkânı sağlayabilmek için geceli gündüzlü çalışmış olan Jandarma
Kumandanı Tahir Bey de, 20 Mayıs gününden itibaren yüz seksen derecelik bir dönüşle
aksi istikamete vaziyet almıştır. Kendi mıntıkasında herhangi bir milli
teşekkül vücuda gelmesine mani olmuştur. Diğer zatlar da bir daha sahnede
görünmemişlerdir… Bu şartlar altında gerek Jandarma Kumandanı Tahir Bey, gerek
birinci gizli vatan cemiyeti mensubu olan arkadaşları maneviyatlarını
kaybetmişlerdi. Artık Ödemiş’te tek bir ümit ışığı kalmamıştı. 19 Mayıs
akşamına kadar Jandarma Tabur Komutanı sıfatıyla milli teşkilat için müspet bir
unsur teşkil eden Tahir Bey, 25 Mayıs sabahı yatağından bambaşka bir insan
olarak kalkmıştı. Evet, yine jandarma tabur kumandanı idi, ama bu sefer sıfat
ve salahiyetlerini milli teşkilata mani olmak için kullanacak ve bunda korkunç
ve utandırıcı bir derecede ısrar edecekti.”(2)
Jandarma Binbaşısı Ahmet Rifat Kemerdere'nin Cumhuriyet döneminde 1938 yılında yayınlanan ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili hatıralarını içeren Pusu isimli kitabı
Ödemiş merkezli yeni gelişen bu durum karşısında direniş kuvvetlerinin
komutanı rolündeki Tahir Bey’in Celal Bey ve Gökçen Efe ile yaptığı son görüşmeye tanıklık eden Jandarma Üsteğmeni Ahmet Rifat (Kemerdereli)’nin hatıratında Celal Bayar’a hitaben bu konuyla ilgili
şu aktarım yapılıyor:
“Tahir Bey’in
size anlattıkları aşağı yukarı şunlardı: Ödemiş’te milli bir harekete
girişmenin şimdilik imkânı yoktur. Müsait bir zamanı beklemek lazımdır.
Ödemiş’te yüksek seciyeli ve hamiyetli birçok gençler mevcut ise de, ortaya
atılmaya cesaret edemeyenler, böyle bir iş için belli başlı zatı başta görmek
isteyenler az değildir.
Her tarafta
Rumlar ve Ermeniler göze çarpmaktadır. Bunlar dört gözle bekledikleri Yunan
işgal kuvvetlerini karşılamak üzere iken Yunan bayrakları hazırlamaktadırlar.
Bizim gibilere “İttihatçı” damgası vuruluyor. Bizler İttihatçıların emellerine
hizmet için kan dökmek istiyormuşuz. Velhasıl Ödemiş mukavemet hareketine
girişmek bakımında hiçbir suretle elverişli değildir… Siz Nazilli’ye gidiniz.
Orada teşkilatınızı kurunuz. Biraz sonra biz de geliriz ve orada hep birlikte
çalışırız.”(3)
Kuvayı Milliye günlerinde Yunan'a karşı çete savaşları esnasında Ödemiş Jandarma Komutanı Yüzbaşı Tahir Özerk
Ahmet Rifat Bey’in hatıratında aktarılan bu bilgilerin yanı sıra Ali Orhan İlkkurşun’un kendi hatıralarını hazırlama sürecinde
Ankara’da Celal Bayar ile yaptığı
görüşmede ise, Jandarma Kumandanı Tahir
Bey ile o gün Kahrat’ta yapılan
görüşme sonrasında Gökçen Efe’nin de Küçük Menderes Havzası’nda Yunan
işgaline karşı oluşturulmaya çalışılan direnişe karşı kararsızlık içine girdiği
anlaşılmaktadır.
“…Yüzbaşı
Hüsamettin ve daha iki kişi olduğu halde Kahrat köyünde yanıma gelen Tahir Bey,
kat’i bir ifade ile:
-Mıntıkamda
hiçbir milli hareket yaptırmayacağım, dedi.
İşte o zaman
her şey alt üst oldu. Gökçen Efe, Torbalı önlerinde-benim de yanlarında
bulunmamı şart koşarak seksen doksan kişilik bir kuvvetle Yunanlılarla
savaşacağına söz verip dururken, bu defa fikrini birden değiştirdi ve bana
hitaben:
-Celal Bey,
benim kendi yedi kızanım vardır; onlarla sana her türlü yardımı yapayım, fakat
beni mazur gör; ben bu işlerle uğraşmayacağım.”(4)
(Kasım 2008)
Kahrat’ta yapılan bu görüşmenin içeriği, daha ileri safhada anlatılacak;
düşmana atılan ilk kurşun özelliği de içeren Zincirlikuyu Savaşı’nda Gökçen
Efe’nin tereddütlü davranışını da açıklamaktadır. Ama bu tereddüt neredeyse
çok pahalıya mal olacaktır.
Celal Bey, Küçük Menderes
Havzası’ndan Aydın’a doğru ayrılıyor.
Celal Bayar, bu görüşmeden sonra Kahrat’da
daha fazla kalamayacağını anlamıştır. Zaten 20 Mayıs’ta da Torbalı, Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Yanındaki Sarı Efe Edip ile birlikte önce bir gece
vakti Tire-Torbalı yolu üzerindeki Mahmutlar Çiftliği’ne (bugünkü Mahmutlar köyü), daha sonra da Edip ailesinin Darmara Çiftliği’ne (bugünkü Eskioba
köyü) geçerler. 25 Mayıs’a kadar Darmara’da
kalan Celal Bey, 25 Mayıs 1919 gecesi
yanındaki Şerafettin Çavuş ile Darmara Çiftliği’ne dönerken; Bayındır’ın işgali sonrasında uzaktan
kasabanın ışıklarının fazlalığına, fener alaylarının ve eğlencelerin gece
boyunca devam edişine tanıklık eder. Ertesi günün gecesi (26 Mayıs 1919) artık Aydın’a yola çıkma zamanıdır. Celal Bey, gecenin karanlığında;
arkadaşı Sarı Efe Edip’in temin
ettiği 5 silahlı atlı ve Galip Hoca
kılığında Aydın Dağları’na doğru yola
çıkar. Hedef Aydın Dağları’nın saklı
vadilerinden birinde yer alan Dağyenice
köyüdür. (Şimdiki Dağyeniköy…)
1919 yılında Tire-Aydın geçişi sırasında Celal Bayar'ı yaklaşık 15 gün misafir eden Dağyeni köyüne; cumhurbaşkanı iken 1957 yılında Celal Bayar tarafından yaptırılan ve Paşa Çeşmesi olarak anılan çeşme (restorasyon sonrası hali)
Galip Hoca kılığında; Aydın Dağları’nı
aşarak Germencik’teki İttihat Terakki’den arkadaşı Germencik
Nahiye Müdürü Emin Ulucan’ın yanına
sığınan Celal Bayar, yerli Rumların
da katkısıyla deşifre olur ve bir gece karanlığında bir öküz arabasının
arkasında Büyük Menderes Ovası’nın
içerlerine doğru; Reisköy’e
kaçırılır. O, oradan Çine’ye ve daha
sonra da Nazilli’ye geçecek, Albay Şefik Aker ve Yörük Ali Efe ile Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye direnişinin örgütlenmesi için çalışacaktır.
Ödemiş’te
Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın oluşturulması
Eşme’deki 17.Kolordu Kumandan Vekili Bekir Sami Bey’in emirleri ve onun arkasında hissedilen; 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayıp 23 Nisan
1920’de Ankara’da Büyük Millet
Meclisi’nin açılışıyla kristalize olacak Anadolu’daki bağımsızlık iradesinin
gücü sayesinde, Ödemiş’teki yaklaşan
Yunan işgaline karşı Kuvayı Milliye
Cephesi’nin oluşumu ile ilgili tereddütlerin giderek dağıldığı görülüyordu.
Bundan sonra işgal
altındaki Tire ve Bayındır üzerinden yaklaşmakta olan
düşmana karşı oluşturulacak milli cephe için atılması gereken adımlar ardı
ardına gelmeye başladı. 29 Mayıs’ı 30 Mayıs’a bağlayan gece yarısına dek uzayan
Ödemiş Hükümet Konağı’nda Kaymakam Bekir Sami’nin (Baran) odasındaki toplantıda 17.Kolordu Kumandan Vekili Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’in Ödemiş’e yaveri Yüzbaşı Rasim Bey ile birlikte yazılı olarak gönderdiği açık ve net
emirlerin ışığında her şey bir anda değişmişti.
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
1932 yılı; Ödemiş Kuvayı Milliyesi'nin önde gelen isimlerinden; Cumhuriyet döneminde Adalet Bakanlığı yapan Refik Şevket İnce bir misafiriyle Gölcük Yaylası'nda...
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
2 Haziran 1919; Ödemiş Kaymakamlığı önünde Yunan işgal subayları ve en önde işgali kutsayan bir Rum Papazı...
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
Toplantı sonunda
mektupta belirtilen zorlu iradeyi görünce, Ödemiş
Kaymakamı Bekir Sami (Baran) ikna olmuştu. Tahir ve Hamit Beylerle
birlikte Hükümet Konağı’nda Albay Bekir
Sami Bey’in Ödemiş’e gönderdiği Yüzbaşı Rasim Bey’in (daha sonraları Korgeneral Rasim Aktuğ) de yer aldığı ve
bir gaz lambasının loş ışığının aydınlattığı odada Ödemiş Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın kurulması kararı alınmıştı
artık. Bu karar, herkesi rahatlatmış; kararsızlıklar, gelgitler ve ihanetler
arasında geçen sıkıntılı günlerin sonuna gelinmişti.
Ödemiş Kuvayı Milliyesi'nin önemli simalarından olan Refik Şevket İnce; Cumhuriyet Dönemi Adalet Bakanlarından...
30
Mayıs 1919 sabahı o yıl Ramazan ayının ilk gününe denk gelmişti. Akşamki toplantıda
alınan kararlardan biri de Ali Orhan
İlkkurşun’un Hacı İlyas Cephesi
komutanlığına atanmasıydı. Gece silah depoları açıldı ve 1200 civarı silah
halka dağıtıldı. Silah deposuna el koyan yedek subaylar; Ali Orhan İlkkurşun’un aktarımına göre Selim Kayalar, Selim Örsel, Aziz Kurtcebe, Ali Orhan, Hamdi Akalın,
Muallim Faik ve Nuri Beyler idi. Ali Orhan İlkkurşun’a göre; 30 Mayıs’ta
halkın eline iki bine yakın silah geçmiş olmalıydı. Efeler ve zeybekler
dağlardan kafileler halinde inmekteydiler. Çevre köylerden kasabaya akın eden
gönüllüler silah ve cephane almak için Ödemiş
çarşısını doldurmuşlardı.
Ödemiş Belediyesi yayınları içinde çıkan Yedek Zabit Ali Orhan İlkkurşun'un Kuvayı Milliye günlerine dair hatıralarının yer aldığı kitabının kapağı
Ali Orhan İlkkurşun’un anılarında 30 Mayıs
sabahında Ödemiş çarşısında çizilen
bu olumlu resme karşılık, yine kendi anlatımına göre; Jandarma Komutanı Tahir Bey’in, Kuvayı
Milliye’nin Ödemiş’te tesisini engelleyen Yarbay Halim Pertev, topçu yarbaylığından emekli Iraklı Arap Sait Bey, Yeni Cami imamı Edip Hoca, Hadımlı Lütfi Hoca, Muallim
Meyzinin Ahmet, Sabuncu İsmail,
Hürriyet ve İtilaf üyesi Ekmekçinin Rifat
gibi bozguncu kişileri cezalandıracak iradeyi gösterememesi nedeniyle bu
kişilerin kasabadaki bozguncu tutumları Kuvayı
Milliye’nin oluşumu sonrasında da devam etti. Tabii ki bunun yanında Yerli
Rumların ve Ermenilerin Yunan kuvvetlerini kasabaya davet etme yönündeki
girişimleri de mevcuttu.
Ön sırada oturanlar; (soldan sağa); Jandarma Yüzbaşısı Sarı Edip Efe, Mahmut Celal (Bayar) Bey, Avukat Refik Şevket (İnce) Bey, Ödemiş Halkapınar Cephesi'ni kuran Mursallılı İsmail Efe, yanında ayakta duran İsmail Efe'nin oğlu Hüseyin Efe; arka sırada ayakta duranlar (soldan sağa); Hüseyin Onbaşı, Kasap Recep, Ahmet Çavuş, Durmuş Ali Efe ve bir zeybek
(Kaynak: www.odemis.adalet.gov.tr)
Bozguncuların
halk arasındaki “Yunanlılar
Padişah’ın emriyle geliyor! Asayiş düzelince çekilip gidecekler. Binaenaleyh
onlara atılacak kurşun, Padişahımız Efendimize atılmış sayılacaktır. Milleti
yeni baştan kana boyamayın. Bu işlerin başına geçenler keselerini doldurmak
isteyen bir takım serserilerdir. Sakın onlara kapılmayın, işinizin gücünüzün
başına dönün.”(5) propagandaları, 31
Mayıs Cuma günü kuşluk vakti, Ali Orhan
İlkkurşun’un anlatımına göre şöyle bir manzaraya yol açmıştı:
“Tellallar
bağırıyor… Bayraklar çekilmiş… Hükümet önünde milli kuvvetler, grup grup toplanmakta…
Şu var ki; birkaç bin kişinin yığılması beklenirken, ortada sadece 300 kadar
silahlı göze çarpıyor. Dua edecek bir hoca aranıyor… Yok! Nihayet evine
dönmekte olan Rufai Şeyhi İsmail Baba yolundan çevriliyor. O da bir başka
türlüsünü bilmediğinden acayip bir tekke duası yapıyor ve kafile tekbir
uğultuları arasında uğurlanıyor.”(6)
(Eylül 2019)
Hacı İlyas (ya da bugünkü ismiyle İlkkurşun) Tepesi'nde Yunan'a atılan ilk kurşunun hatırasına dikilen abide
(Eylül 2019)
Silahlı
kuvvetler, Hacı İlyas sırtlarına
geldiklerinde; arkalarındaki zeybekler yok olmuşlardı. Ali Orhan İlkkurşun’a göre; zeybeklerden Hacı İlyas Cephesi’ne 100 kişi kadar gönüllü katılmış, cephe
kuvveti bunlarla birlikte 300 kişiye ancak ulaşmıştı.
Civar
köylere postalar çıkarılmış, eli silah tutanların deppoydan silah alarak
cepheye ulaşmaları istenmişti. Bu maksatla Gökçen
Efe’ye verilmek üzere Tahir Bey
tarafından bir mektup iletildi. Ama o da Kuvayı
Milliye’nin oluşumu öncesinde ortaya çıkan tereddütler nedeniyle olsa
gerek, bu daveti karşılıksız bıraktı. 31 Mayıs 1919 akşam vakti hava kararırken,
cephe kumandanı Ali Orhan Bey’e Tahir Bey’den bir not iletildi; notta Gökçen Efe ile anlaşıldığı; Tire’deki Yunan kuvvetlerine bir
baskının planlandığı, bu amaçla birliğinden 80 kişilik atlı bir kuvvetin Kahrat’a doğru yola çıkarılması
isteniyordu. Gereği yapıldı; Hacı İlyas
sırtlarındaki silahlı savaşçı sayısı neredeyse 100’ün altına düşmüştü artık.
(Eylül 2019)
Zincirlikuyu Muharebesi ve Gökçen Efe’nin Kuvayı Milliye’ye
katılma konusundaki tereddütleri
Yunanlıların
İzmir’i işgali sonrası Tire, Bayındır ve Ödemiş
üzerine ilerleyişlerine karşılık vermek üzere Ödemiş merkezli örgütlenen Kuvayı Milliye kuvvetleri, İlkkurşun (eski adıyla Hacı İlyas) Tepesi önlerinde bir cephe
hattı oluştururlar. Amaçları bölgedeki zeybeklerden de destek alarak Bayındır üzerinden Ödemiş’e trenle gelecek Yunan kuvvetlerine bir baskın vermektir. Bu
cephe hattında tahkimat faaliyetleri sürerken, bir yandan da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de katkısıyla 80 kişilik bir birlikle Tire’deki
işgalci Yunan kuvvetlerine karşı bir şafak baskını düzenlemeyi planlarlar.
Bu baskın öncesinde de
Ödemiş Jandarma Bölük Komutanı Mülazım
Ahmet Rifat Kemerdere ve arkadaşı Hamit
Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa
geçmek ve baskına katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a (bugünkü Gökçen
Kasabası) gider. Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen
Efe, anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan
işgali altındaki Güme Dağı’nda
bulunan Canbazlı köyüne çıkar.
Olay, 30-31 Mayıs 1919
gecesi Tire-Kahrat-Boynuyoğun-Zincirlikuyu-Kemerdere
ve Eğridere Vadilerinde
gerçekleşir. Bu olayı Gökçen Efe’nin
kızanlarından Hüseyincik, Ödemişli
Kuvayı Milliye kahramanı Ali Orhan
İlkkurşun’un anılarında şöyle anlatır:
“İftar vakti Gökçen’i ziyarete gelen iki
zabitin emrinde 70 kişilik bir kuvvet vardı. Onlar bu kuvveti köyün dışında
bırakarak Efe’nin evine gelmişlerdi. Eğer her istediklerini kabul eder
görünmeseydik bizi öldürebilirlerdi. Çünkü karşılıklı kuvvet bakımından 7’e
karşı 70 idiler.
Bu sebeple Efemiz Gökçen, onların bütün
tekliflerine “peki” dedi. Onlar çekip gittikten sonra biz doğruca Yunan
işgalindeki Canbazlı köyüne çıktık. Gökçen, bu iş için Yunan kumandanını bizzat
görmüş değildir. Fakat köyümüzde çalışan bahçıvan İlya ile haber yolladı.
Ertesi sabah yapılan muharebeyi (Zincirlikuyu
Muharebesi kast ediliyor) biz, Canbazlı köyünden seyrettik. Milli kuvvetler
geri çekilip Yunan kuvvetleri Ödemiş’e girince, biz de Kahrat’a döndük.”(7)
(Mayıs 2008)
Hüseyincik’in iki zabit
dediği Ahmet Rifat ve Hamit Şevket Beylerdi. Mahiyetlerinde
hiçbir kuvvet yoktu aslında; fakat her nedense Efe’ye ve adamlarına öyle
gelmişti ve bu şüphesiz iki genç vatanseverin hayatları bakımından hayırlı
olmuştu.
Vatanın kurtuluşuna
adanmış bir insan hayatının bu dramatik anları, Ödemişli Kuvayı Milliye
kahramanı Ali Orhan İlkurşun’un
anılarında şu şekilde aktarılıyor:
“Ahmet Rifat Bey, ölüm kasırgaları içinde
24 saat çırpınmıştı. Manen ve maddeten bitkin haldeydi. Kemerdere Yaylası’nın ıssız dağları arasına girmişti. Mendegüme(6) köyüne varmak için emin bir yol arıyordu. Nihayet
bir siyah kıl çadır gözüne ilişti, o tarafa yöneldi. Burası Yörük Halil’in
çadırı idi.”(8)
(Mayıs 2012)
Yol boyunca dağda
rastladıklarının kuşkulu tavırlarına maruz kalan Ahmet Rifat Kemerdere ve yol arkadaşı Giritli Süvari Mustafa, Yörük Halil’in çadırında da aynı manzarayla
karşılaşır. Kısa sürede buradan ayrılan yolcular, Ahmet Rifat Kemerdere’nin ifadesiyle iki taraflarında yükselen
kıvrım kıvrım dik sırtların arasında muazzam bir huninin dibine ulaşırlar.
Burada karşılarına çıkan Yörük İbrahim ve bir başka Yörük Kara Halil isimli
kişilerin onlara haince bir tuzak hazırladıklarını bilmeksizin, Mendegüme yolunu onlardan öğrenmeye
çalışırlar. Yörük Halil’in; ısrarla “bu gece çadırda kalın, Mendegüme’ye yarın yola çıkarsınız”
sözlerine rağmen aldıkları tarif üzerinden Mendegüme’ye
doğru yollarına devam ederler. Vakit epey ilerlemiştir, tam o sırada karşıdaki
çalıların içinden üzerlerine doğru tüfeklerle bir yaylım ateşi başlar; arkadaşı
Süvari Mustafa orada cansız yere
devrilir, kendisinin de saçmalardan dolayı bütün vücudu kanlar içinde kalır.
Neyse ki yarası arkadaşınınki gibi hayati değildir. Can havliyle bir yarın
başından Eğridere’nin derin ve buz
gibi sularına atlayan Ahmet Rifat Kemerdere, uzun süre suyla mücadele
eder. Eğridere’nin giderek genişleyen
vadisinin bir kuytusunda yer alan Eğridere
köyüne ulaştığında son bir gayretle köyün muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’i bulur. Muhtar, karşılaştığı köylülerin aksine
ona yardımcı olur, köyün misafirhanesinde ağırlar, yaralarını sarar. O sırada
köyde Zincirlikuyu Muharebesi sonrası
köye sığınan ve Ahmet Rifat Kemerdere’nin
tanıdığı Kuvvacı zabit arkadaşları da vardır. Hep birlikte Eğridere köyünde bir gece geçirirler. Muhtar, ertesi günü büyük bir
cesaret örneği gösterir, oğlunu da rehber olarak Ahmet Rifat Kemerdere’nin yanlarına vererek, onların Mendegüme’ye ulaşmalarını sağlar. Bu
onların kurtuluşu ve Kuvvacılar arasına katılmaları anlamına gelmektedir.
(Mayıs 2012)
(Mayıs 2012)
Gökçen Efe’nin Kuvayı Milliye’ye katılma konusundaki
tereddütlerini kim giderdi?
Celal Bey’in anılarında Hacı Halil isminde bir şahsiyetten söz edilir. O sıralarda Celal Bayar, ziyaretçilerin hiç eksik
olmadığı Aydın-Köşk’teki karargâh
olarak kullanılan binadadır. 1919’un Ağustos ayıdır zaman. Demirci Mehmet Efe de oradadır. Bir yemek sonrası ellerini yıkamak için
Celal Bey dışarı çıktığında, elli
ellibeş yaşlarında sakallı, sıhhatli, mahalli kıyafetler içinde; yağız, temiz
ve sempatik bir ağanın evdekilerden bir kişi ile yüksek sesle konuştuğunu
duyar.
“Gelen zat ısrar ile Demirci Mehmet
Efe’yi görmek istediğini söylüyordu. “Tire’den geldim” sözü dikkatimi çekmişti.
Ağa’ya arzusunu sordum: Yunan gâvuruna karşı cephe kurduklarını, başlarında
Gökçen Hüseyin Efe’nin olduğunu, buraya silah, cephane istemek için geldiğini
anlattı, kendisini de tanıttı:
-Gökçen Efe’nin yakın dostu, Tire’nin
Dereli köyünden Hacı Halil Ağa…
Demek ki bütün emeklerimin, çektiğim
sıkıntıların semeresini bugün elde etmiş oluyordum. İçimden gelen gerçek bir
muhabbetle ağayı tebrik ettim. Gökçen’den, ailesinden, dostlarım kızanlarından
bilgi edinmek istedim. Benim bu samimi ilgimi görünce, Ağa dikkatli dikkatli
yüzüme baktı; “Kahrat’ta Efe’nin bir misafiri vardı; sakın siz o olmayasınız?”
dedi. Ta kendisidir cevabını alınca bana sarıldı. Tamamen anlaşmıştık. Arzusunu
yerine getirmeye çalışacağımı Ağa’ya temin ettikten sonra Gökçen’in nerede
olduğunu sordum.
Gökçen ihtiyati bir tedbir olmak üzere
köyde kalmış; dostu Hacı Halil Ağa’yı karargâha göndermiş. Efe’nin çekinmeden
hemen gelip beni görmesini tavsiye ettim. Ayrıldık.”(9)
(Kaynak: Sabahattin Burhan)
(Kaynak: Sabahattin Burhan)
Kendi güvenliği nedeniyle
önce karargâhtan uzak bir köyde bekleyen ve daha sonra yukarıdaki çağrı üzerine
Celal Bey’in yanına gelen Gökçen Efe yüksek kabul görür. Ziyaretin
sebebi silah, lojistik destek ve mühimmattır. Görüşmede durgun görünen halini
soran Celal Bey’e kendisi şu yanıtı
verir:
“Yunanlılar bana dokunmadı, aksine itibar
etti. Elimde silahımla serbest geziniyordum. Fakat “Nasılsın Efe, iyi misin?”
dedikleri zaman, sanki anama avradıma sövüyorlarmış gibi dokunuyordu bana,
fazla dayanamadım, önce davarları bir kolayını bulup Yunan işgal bölgesi dışına
çıkarttım. Sonra da çoluk çocuğu Nazilli yakınında bir köye naklettim. Şimdi
serbestim, gavurla vuruşmak istiyorum.”(10)
Bu konuşma Gökçen Efe’nin resmen Kuvayı Milliye hareketine katılımını
temsil eder. Ama bu konuşmanın öncesi de vardır.
(Mayıs 2012)
Dağa Kaçtım gezginlerinden Ahmet Tamer, Eğridere göletlerinden birinin başında; eski bir hatıra...
(Mayıs 2012)
(Mayıs 2012)
Hacı Halil Ağa ya da Halil Çöp Efe(11)
Hacı Halil Ağa, Hicri 1282/Miladi 1866 yılı Tire Dereli köyünün yaylasında doğar.
Babası Musa, annesi Dudu’dur (Havva). Babası Yörük Musa Ağa, Avşarların Kızılışık boyundandır. Halil,
ailenin 10 çocuğundan biridir. Kardeşlerinin isimleri sırasıyla şunlardır:
Yörük Mustafa Ağa (Karasakal), Cennet (Topaloğlu), Ümmühan (Güllü) Bozköylü,
Fadime (Tekeli) İmre, Yörük Hacı Halil (Çöpoğlu), Yörük Veli Ağa (Yunan işgali
önce vefat etmiştir), Yörük Musa Ağa (evliydi; Çanakkale’de şehit düştü), Yörük
İbrahim Ağa (Çöp), Süleyman (evliydi; Çanakkale’de şehit düştü) ve Raziye…
Hacı Halil (Çöp) Efe
(Hasan Doğan Arşivi)
(Kasım 2015)
Halil’in çocukluğu yaylalarda koyun keçi güderek geçer. Hayatları
sürekli Tire ile Aydın arasında bir göç serüveni şeklindedir. Yani Aydın Dağları ve onun saklı yaylaları Hacı Halil için hiçbir zaman bilinmez
değildir. 17.yüzyılda hayvanlarının peşinde Tire-Aydın-Nazilli-Acıpayam-Konya
Ermenek-Toroslar rotasında gelişen bu göçebe yaşam, Osmanlı Devleti’nin konargöçer Yörük obalarını vergilendirmek ve
askere almak amaçlı yerleşik hayata zorlaması nedeniyle, Dereli köyü ile Karaçamur
Yaylası arasındaki bir dünyaya sıkışır. Zeybeklerin Osmanlı’ya
başkaldırdıkları 18.ve 19.yy.larda Aydın
Dağları’nın kuzey-güney geçişlerinde bulunan bu yaylalar, bir anlamda “eşkıya”
yatağı olarak işlev görürler. Hacı Halil
Efe ile Gökçen Hüseyin Efe’nin
kadim dostlukları da aslında o uzak yıllara dayanır.
(MYC; Kasım 2024)
(Hasan Doğan Arşivi)
Ovacık'tan Karaçamur'a doğru yürürken; Aydın Dağları'nın derin vadilerine doğru bakış; en sağdaki tepe Çaldede...
(Kasım 2024)
Babası Musa Ağa, oğlu Halil’i okutmak ister. Bu amaçla Halil, Tire-Bahçekahve Mevkii’ndeki
bir medreseye verilir. Ancak babasının vefatı üzerine okuma serüveni yarım
kalır; köyüne babasının bıraktığı hayvanlarının başına döner. Bu arada bir süre
Tire’deki medreseye devam etmiş
olması nedeniyle ona Molla Hacı Halil
de derler.
Torunu emekli edebiyat
öğretmeni Yakup Çöpoğlu, dedesinden şu şekilde söz ediyor:
“Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Tütün
dahi içmezdi. Oldukça varlıklı bir aileye mensup olmasına rağmen şımarmamıştı.
Varlıklı gibi yaşamazdı. Sade giyinirdi, kültürlüydü. İleri görüşlüydü. Aydın
fikirli ve cömertti. Çevresinde ekmeğini yemeyen yoktu. Fakirleri evlendirir,
kimsesiz çocukları sünnet ettirirdi. Çok cesurdu. Daima gülümserdi, fakat
yerine göre sert konuşurdu. Zekiydi, dindardı. Sözü sağlam, katı iradeliydi.
Sözüne sadıktı. Aşırı cesaretinin yanında, yerine göre aşırı inattı.”(12)
(Hasan Doğan Arşivi)
29 Mayıs 1919’da Bayındır’dan gelen Yunan işgal
kuvvetleri Tire’ye girerler. Yerli
Rumlar, sevinçten çılgına dönerler bir anlamda. Türkler ise kasabada işgal
gerçeğiyle yüz yüze kalmışlardır. Bir kısım idari yönetici düşmanla işbirliği
yaparken, yerli halk ise vatanın içine düşürüldüğü durumdan dolayı çaresiz ve
kederli haldedirler. İşgal bir hafta sonra Gökçen
Efe’nin yüze indikten sonra yaşamını çiftçilik ve kır bekçiliği ile
sürdürdüğü Fata’ya da ulaşır. Yunan
kuvvetleri, Efe’yi gücendirmemek için ona azami bir dikkat ve ihtimam
gösterirler. Serbestçe ve silahıyla dolaşmasına kimse ses çıkarmaz. Böyle bir
iklimde bir gece kapısı çalınır; kapıya gelen bir köylü delikanlı koynundan bir
mektup çıkararak, Gökçen Efe’ye uzatır:
“Eskiden Osmanlı’ya karşı zeybeklik
ediyor, Kahramanlık yaptım sanıyordun. Zeybeklik yapacak zaman gelmiştir ve
şimdidir. Memleketimizin bu acı hali, yüreğini sızlatmıyor mu? Haydi bakalım
gayrı iş başına… Anlaşmak ve yapacağımız işleri kararlaştırmak için bir yer
göster! Selam ederim, gözlerinden öperim oğlum.”(12)
İmza: Hacı Halil…
(Kasım 2015)
(Mayıs 2012)
Bu mektubu Eğridere köyü üzerinde Karaçamur Yaylası’nda oturan Kızılışık aşiretinden Hacı Halil Ağa göndermişti. Hacı Halil ile Gökçen arasında sarsılmaz bir dostluk, unutulmaz hatıralar vardı. Mektubun
sahibi, Efe’nin Yunanlılar elinde ve nezareti altında kalmasını hazmedemiyor,
Yunanlılara karşı milli teşkilat yapılmasını istiyordu.
(Mayıs 2008)
(Kasım 2015)
Gökçen Efe, mektubu
okuyunca son derece duygulanır ve mektubu getiren köylü gence şu mesajı Hacı Halil Ağa’ya iletmesini ister:
“Bak delikanlı; Hacı Emmime çok selam
söyle, ellerinden öperim. Değerli mektubundan, nasihatlerinden çok sevinç
duydum. Önümüzdeki Çarşamba günü Çobanköy yanında Sarı Kahya Çeşmesi’nde
birleşelim, konuşalım. Böylece Hacı Emmi’me söyle.”(13)
Koyuncular Yaylası
(Mayıs 2016)
Karaçamur Yaylası ve Eğridere Vadisi
(Mayıs 2012)
Belirtilen buluşma
gününde Gökçen Efe, yanında Kara Hüseyin Efe olduğu halde Hacı Halil Ağa ile Çobanköy yakınlarındaki Sarı
Kahya çeşmesinin başında buluşurlar. Ürettikleri karar şudur:
“Ortak besledikleri koyunları düşman
elinde bırakılmayacak, köy delikanlılarından arzu edenler, aileleri ile
birlikte Kahrat’tan kaçıp, Karaçamur’daki Hacı Halil Ağa’nın obasına
gidecekler, burası başlayacak milli mücadele hareketinin merkezi olacak.”(14)
(Kasım 2006)
Bu buluşmadan 4 gün
sonra Hacı Halil Ağa, Kahrat’a gelir. Gökçen Efe’nin evinde bir toplantı yapılır. Yunan işgalcileri Gökçen Efe’ye güvendikleri için
şüphelenmezler. Toplantıya bir takım fedakâr gönüllüler de katılır. Bunların
içinde Celal Bey’in Fata günlerinden tanıdığı Gökçen Efe’nin arkadaşları da vardır: Kara Hüseyin, Eskici Mehmet, İlyas Çavuş,
Sartlı Halil, Hacı Mustafa yeğeni Koca Mustafa, Bağrıaçık oğlu Mehmet, Halil’in
kayınbiraderi Mehmet Ağa, Deşteban Hüsnü Paşa gibi… Gökçen Efe, toplantıdakilere şu
konuşmayı yapar:
“Arkadaşlar, bu gâvurların içinde durmak
bize haramdır. Allah’tan ümidinizi kesmeyin. Kimin hayvanı yoksa benim
“öyrek”ten gitsin beğendiği hayvanı tutsun, ikişer kat çamaşır heybelerinize
katın, birer de kaput alın, ailelerinize tembih edin; bu kararınızı analarına
bile söylemesinler, bu akşam dağa çıkacağız. Hepiniz evinizde hazırlanıp
hayvanına binsin, gece beşte köyün kıblesine düşen ve hepinizin bildiği koca
tarlanın içindeki “taşlıca armudun” dibinde toplanalım. Çoluk çocuğunuzu da
alın. Eğer köyden çıkarken herhangi bir düşmana rast gelir de hakkından
gelemeyecek olursak, birbirimizin çocuklarını öldürelim; tek düşmana teslim
olmayalım. Söz söz mü arkadaşlar?”
Toplantıya katılan zeybeklerin hepsi bir
ağızdan yanıtlarlar:
“Evet, Efe ölmek var, dönmek yok. Söz
veriyoruz.”(14)
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
Sözleştikleri gibi
ertesi günü Pazar akşamı Gökçen Efe
ile Hacı Halil Ağa, köyün kahvesinde
Rumları şüphelendirmemek için onların arasında görünürler. Daha sonra kahveden
ayrılarak “taşlı armudun” yanında bekleyenlerle birlikte buluşup Karaçamur Yaylası’na doğru yola
çıkarlar. Maceralı bir yolculuk olur gece karanlığında. Önce yollarını
şaşırırlar, daha sonra Rum gözcülerini atlatırlar bir şekilde. Sonunda bilinmez
dağ geçitlerinden ve sık ormanların arasından tırmanarak çileli bir yolculuk
sonrası geç vakit Karaçamur Yaylası’na
ulaşırlar.
Geçen ay sonsuzluğa uğurladığımız arkadaşımız Aydın Aydemir Peşrefli-Karakaya yürüyüşü'nde Karakaya'nın zirvesini işaret ederken...
(Şubat 2014)
(Şubat 2014)
(Şubat 2014)
Düşmana İlk Baskın; Fata’nın (bugünkü Gökçen kasabası) basılması
Gökçen Hüseyin Efe ve kızanlarının Yunan işgal kuvvetlerine yönelik
ilk baskını Fata’daki Yunan askeri
karakoluna düzenlenir. 16 Ağustos 1919 günü gerçekleşen baskını, 5-6 gün sonra Köşk’e ulaşan Gökçen Efe kendi ağzından şöyle anlatır:
“Sizden ayrıldıktan iki gün sonra
toplanan ellibeş altmış arasındaki gönüllülerle, Yunanlıların Fata içindeki
sınır karakollarına hücum etmek kararı verildi. Karaçamur köyünden
(yaylasından) kalktık. Peşrefli köyü üzerindeki Üçceviz Mevkii’nde Dede’nin
Bahçesi’ne vardık, gece olmuştu. Burada Peşrefli köylüleri, kumanya hazırlayıp
bize ikramda bulundu. Ertesi günü şafak ile beraber herkes ayakta idi. Çetenin
kumandanı veya kurmay makamında olan heyeti topladım. Bunlar benden başka Hacı
Halil Ağa, senin Kahrat’tan tanıdığın Eskici Mehmet Efe ve tecrübeli birkaç
zeybek arkadaşımdı. Önce Fata’ya değişik kıyafetle adam gönderip düşmandan
bilgi edinmeye karar verdik. Bu işi yapacaklar; Fata’dan Bağrıaçık Hacı
Hasanoğlu ile Dereli Hasancıoğlu Ali Efelerdi. Bunların getirdikleri bilgiye
göre Yunanlıların kuvveti, Fata’da jandarma karakolu ile okul binasında
bulunuyordu. Derhal tertibat aldık. Tire’nin Osmancık köyünden Hocaoğlu Molla
Mehmet Efendi idaresindeki iki kişi Tire ve Ödemiş ilçelerine bağlı telefon
hatlarını kesmekle görevlendirildi. Elli iki kişiden ibaret gönüllülerimiz altı
müfrezeye ayrıldı. Bunlardan Kara Hüseyin Efe, Büyük Kemerdere’den Ahmet Efe,
Halil Bey Efe, Kuru Hasan Efe, Molla Velioğlu Ali Efe Hacı Halil Ağa’nın
kumandasına verildi. Gökçen Efe, hepsine kumanda etmekle beraber yanında on
kişi bulunuyordu.
(Kasım 2007)
Tire-Peşrefli köyünün üzerindeki Peşrefli Kalesi'nden Gökçen (Eski Fata) kasabasına bakış
(Kasım 2007)
Kara Hüseyin Efe Kahrat köyünden gelen
yol üzerine; Ahmet Efe, Halil Bey Efe ve Kuru Hasan Efe, Tire’den gelen yol
üzerine; Molla Ali Efe ve kızanları, Fata’nın tarafına; Hacı Halil Ağa,
Fata’nın güney cihetine; ben de (Gökçen Efe) on arkadaşımla doğu yönüne cephe
alıp Fata’yı her yanından çevirdik. Saat 16.30’da hep birden taarruza geçtik.
Yunanlılar karavanadan henüz kalkmak üzereydi. Bu ani hücumdan şaşırmışlardı.
Düzensiz bir durumda silaha sarıldılar, müsademe başladı. Benim (Gökçen Efe) ve
Hacı Halil Ağa’nın müfrezeleri, derhal cami önünde yerleşti. Burada kaçan
Yunanlılar, okul binasına sığınmak için koşarlarken keklik gibi avlanıyordu.
Tire yönündeki müfreze de karakolda kalanlara ateş ediyordu. İki taraftan
fasılasız kurşun yağıyordu. Meydanda kalan zeybekler için durum oldukça
tehlikeli idi. Hacı Halil Ağa’nın hatırına karakolu yakmak geldi ve derhal
teşebbüse geçti. İki tarafın kurşunları arasında sırığın ucuna bağlanmış gazlı
bez ve saz demetleri ile karakol ateşe verildi. Bina içinde mermi ve bombaların
patlamasından baş gösteren gürültü ve ateş içinde dışarıya fırlayan Yunanlılar
hemen vuruluyordu.
(Şubat 2014)
(Şubat 2014)
Saat 19 sıralarında müsademe sona erdi.
Kahrat köyü düşmandan temizlenmişti. Maalesef benim (Gökçen Efe) bizzat kumanda
ettiğim kuvvetten Adagümeli Mustafa Bey ile Kara Hüseyin Efe müfrezesinden
Kahratlı Kocaoğlan oğlu Osman Efe şehit düştü. Kemerdere’den Molla Velioğlu Ali
Efe yaralandı. Burada baskına uğrayan Yunan kuvvetinden ancak üç, dört kişi
kurtulabildi. Diğerleri tamamen öldürüldü. Fazla olarak, Fata okulunun yanında
küçük bir binayı Yunanlılar cephane ambarı yapmışlardı; buradaki tüfenk,
makinalı tüfenk, bomba, cephane ve çeşitli askeri teçhizat ele geçirildi.
...
Düşman ani ve şiddetli baskınımızdan o
kadar şaşırdı ki, kaçarken silahını bırakıyor, iki eliyle başını tutarak rast
geldiği çukura, kuyuya kendisini atıyordu. Fata’yı ele geçirdiğimiz sırada
düşmanın Ödemiş’ten, Tire’den getirdiği kuvvetlerle bizi çevirdiğini
anlamıştım. Buradan hemen çekilmeliydik. O halde düşmanın ihata çemberinin
hangi noktasından vurup çıkmalıydık? Düşman bizim için serbest saha olan dağ
yönünü tercih edeceğimizi hesaplar, daha ziyade kuvvetlerini burada toplar, ova
cihetinde hafif perde halinde bir kuvvet bulundurur. Bu düşünceye göre bütün
kuvvetlerimi topladım, ova yönünü gösterdim. Düşman istilası altındaki yerlere
doğru yürüyüşü, gerekirse vuruşmayı emrettim. Bizi çeviren düşman kuvvetlerinin
dışına çıktım. Düşmanın arkasından geniş bir daire çevirerek dağa, Ovacık
Yaylası’na vardım. Şimdi hepsi selamettedir.”(15)
(Kasım 2016)
(Kasım 2016)
Fata Baskını’nı Aydın’daki milli kuvvetlerle birlikte dağlık arazide
gerçekleştirilen Üçyol Muharebeleri
takip etti.(16) Gökçen Efe ve kuvvetleri Üçyol’da iken, Karaçamur’da harekât merkezini korumakla görevli bıraktıkları Hacı Halil Ağa’nın kardeşi Mustafa Ağa, az sayıda savaşçı ile Fata’yı basmış ve köyü ele geçirmişti.
Gelen habere göre Gökçen’den destek
istemekteydi. Kayadan kayaya seken birer satir misali Yörükler, ovaya vardılar.
Fata’yı Yunan kuvvetleri dört bir
yandan çevirmiş; Tire’den ve Ödemiş’ten gelen destek kuvvetleriyle
adeta kasabayı muhasaraya almışlardı. Gökçen
Efe, parlak zekâsı ve üstün savaşçı özelliğiyle savaşçılarının az bir
miktarını kuşatma karşısında bırakıp, düşmanı yanıltarak kuvvetlerinin tümünün Peşrefli Boğazı’ndan Karaçamur’a salimen ulaşmasını sağladı.
Tire’den gelen Nasihat Heyeti ve
Ovacık Muharebesi
Fata Baskını’nın Tire’deki yankıları
büyüktü. Gökçen Efe’nin Tire’yi de basacağı söylentileri alıp
yürümüştü ortalıkta. Yunan işgal kuvvetlerinin komutanının pek güvendiği Tire Müftüsü Adanalızade Hacı Mehmet Efendi,
işgal komutanının izniyle Hoca Sunullah
Efendi ve Ayvaz oğlu Mehmet Bey’in
de içlerinde olduğu bir nasihat heyeti oluşturarak Karaçamur Yaylası’ndaki Gökçen
Efe’nin yanına gittiler. Heyet bir gece Karaçamur’da
kaldı. Heyetin gelişinin gerçek nedeni, Tire’ye
bir baskın yapmaktan Efe’yi vazgeçirmekti. Celal
Bey’in aktarımlarına göre; bu istişarenin sonucunun ne olduğuna dair bir
kesin bilgi olmamakla birlikte Gökçen Efe’nin
Kurtuluş yanlısı Sunullah Bey’den
değerli öğütleri aldığı belirtilmektedir.
Heyet Tire’ye döndükten
yaklaşık 15 gün sonra Yunanlılar, Tire üzerindeki
Gökçen Efe baskısına kesin bir çözüm
getirmek niyetiyle donanımlı bir piyade alayı hazırlamışlardı. Tire’den gelen mektuplar, yeni duruma
dair bilgileri Gökçen Efe’ye
iletmekteydi. Mektupta “Kemerdere
yoluyla Gökçen’in karargâhı Karaçamur’a taarruz edileceği, Sarı Kahya Çeşmesi’ndeki milli kuvvetler
üzerine de düşmanın Fata yoluyla
yürümekte olduğu” bilgisi yer alıyordu. Gökçen
Efe, Ovacık Yaylası’nın
girişindeki Narpızlık olarak bilinen
tepenin üzerinde, Dallık yönünden
gelip Kılçık Tepe’de üslenecek Yunan
kuvvetlerine karşı mevzilendi. Ovacık
Muharebesi olarak anılan çarpışmalar bu iki tepelik arasında üslenen Yunan
ve Türk kuvvetleri arasında gerçekleşti.
Gökçen Efe kuvvetlerinin pusu kurduğu Ovacık Yaylası'ndaki Narpızlık (yaban nanesine Tire havalisinde narpız ya da narpuz derler) sırtları
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Şafaktan sonra düşman Kemerdere
köyünün üstünden görünmeye başladı. Yunanlıların bir kısmı köye girdi; buradan Molla Veli oğlu Ali Efendi’nin
kayınbabası Hacı, Topçuoğlu Mehmet, Kadir oğlu Ahmet Ağalarla köy hocasını kılavuz olarak aldılar.
Yunan kuvvetleri; önde Türk kılavuzlar, arkada askerler olmak üzere bu şekilde Ovacık Yaylası önlerinde pusuya
girdiler. Gökçen Efe, Narpızlık üzerinde mevzilenmişti.
Gelenler menzil içine girdikleri vakit, umumi ateş işareti anlamına gelen Gökçen Efe’nin elindeki tabanca patladı
ve birden Türk kuvvetlerinin Narpızlık
sırtlarından ateşi başladı. İlk anda vurulan Yunan askerleri yerlere saçıldı.
Ağır teçhizatlarla Ovacık Yaylası’na
ulaşmış olan Yunan kuvvetleri ilk darbe sonrasında, Kılçık Tepe’nin ardına mevzilendiler. Çatışma sesleri üzerine Yunan
topçuları da ateşe başladı. Yoğun bir çarpışma vardı. Karşılıklı ateş öğleye
kadar devam etti. Ancak; savaşın ilerleyen koşullarında Yunan birliklerinin
topçu üstünlüğü, Ovacık
yakınlarındaki Sarı Kahya Çeşmesi’nde
iyice açığa çıktı. Gökçen’in emriyle
birlikler Karaçamur Yaylası’na doğru geri
çekildiler. Bu çarpışmalarda Celal Bayar’ın
anılarında belirtilenlere göre Çeriközü’nden
Çataloğlu, Fata’dan Ramazan oğlu Mustafa
Ağa ve Gökçen’in baş
kızanlarından Sartlı Halil Efe şehit
olmuştu. Biz bugün Söğüt Gediği’nden
ilerideki savaş alanında dolaşırken, bu şehitler için yapılmış iki adet temsili
mezarın üzerlerinde ise “Gökçen’in kızanı
Katip Ahmet” ve “Gökçen Efe’nin
kızanı Halil oğlu Mustafa” isimlerini okuduk. Yakup Çöpoğlu'nun aktarımına göre ise, bunlara ilave olarak; Çeriközü'nden Çatalbaş lakaplı bir zeybeğin de burada şehit düştüğü belirtilmektedir. Ovacık Muharebesi sonrası Karaçamur’daki
Kuvayı Milliye karargâhının
mevcudiyeti tehdit altındaydı. Bu nedenle Gökçen
Efe’nin kuvvetleri, Karaçamur Yaylası’ndan
Mendegüme yönünde geri çekildiler.
(Mayıs 2012)
(Mayıs 2012)
Ovacık Muharebesi’nden sonra…
Bu durum, başta Gökçen Efe
olmak üzere zeybeklerin canını sıkmaktaydı. Üzümlü
Deresi’ndeki cephe karargâhında, Bozdağ’da
ve Gölcük’te diğer efelerle yapılan
toplantılarla Yunan kuvvetlerine ders niteliğinde Ödemiş’e bir saldırı düzenlenmesi planlanıyordu. Bu arada düşmanın
ikmal yollarını kesmek amacıyla, Küçük
Menderes Ovası’nda; Bayındır’da Uladı Köprüsü ve Hacı İlyas Tepesi ilerisinde yer alan Doyranlı Köprüsü havaya uçurulmuştu. Gökçen Efe, Yunanlılara karşı saldırı iznini almak üzere Köşk’e gitmişti. Ancak yaptığı
görüşmeler sonrasında Aydın’da bulunan 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Aker’den gerekli izni alamamıştı. Dönüş yolunda; dağda
Yunan kuvvetlerinin Üzümlü Deresi’ne
büyük bir saldırı düzenledikleri haberini aldı. Bu durum, onun için can
sıkıcıydı. Gece vakti ulaştığı cephede gönüllülerin savaş hattından Keldağ’a doğru çekildiklerini gördü. Bu
iyi haberdi.
(Haziran 2014)
Bundan sonra olaylar şöyle gelişti:
Yunanlılar, zeybeklerin geri çekildiğini görünce cephenin çöktüğünü
sanarak ve ihtiyatsızca ilerlemeye başlarlar. Yunanlıların arkadan pervasızca
atış menziline girdiklerini gören zeybekler, Gökçen’in talimatına uyarak gizlendikleri yerlerden düşmanı yoğun
yaylım ateşine tutarlar. Yunan kuvvetleri, neye uğradıklarını şaşırırlar. Gökçen’in kuvvetleri bunu fırsat
bilerek, dağdan dağa atlayıp Gölcük’e;
daha sonra da bir gecelik dinlenmenin ardından Birgi üzerinden Kaymakçı
kasabasına ulaşırlar. Bu sırada Hacı
Halil Ağa da Nazilli’den
getirdiği silah ve cephane ile arkadaşlarına burada katılır.
(Mayıs 2008)
Kaymakçı Muharebesi ve Gökçen
Efe’nin Şehadeti
Bu olaydan üç dört gün sonra Yunanlıların Ödemiş’ten Adagide ve Üçyol cephesine silah ve mühimmat
nakledecekleri bilgisi alınır. Bunun üzerine zeybekler, yol üstünde pusu
kurarlar ve baskını yiyen Yunan birliğini darmadağın ederler. Gökçen Efe, 13 Kasım 1919 günü
hastalanır. Efe’nin hastalığını haber alan Yunan birlikleri, 16 Kasım 1919 günü
Kaymakçı önlerinde saldırıya geçer.
Bu savaş Gökçen Efe’nin şahadeti ile
son bulacak muharebedir.
Kurtuluş sonrası 1920'li yıllar; Ödemiş -Mezarbaşı, Muallimler Birliği'nin Cumhuriyet kutlaması
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
Muharebeye katılan zeybeklerden Ödemişli
Mehmet Kara Efe (Hacı Mehmet Kara Erkek) çarpışmayı ve Gökçen Efe’nin vurulmasını şöyle anlatmaktadır:
“Kaymakçı-Kurucaova arasında Almunlar
Tepesi’nde Yunan, istihkâm kazmış, mevzilenmişti. Aramızdaki çarpışmada
ölenin hesabını bilmiyorum. Bir gece Yunan hazırlanıp baskın yaptı. Her
taraftan silah sesleri geliyordu. Daha önceden hasta olan Gökçen Efe, biraz tedaviden sonra iyileşir gibi olmuştu. “Hemen
atımı getirin” dedi. “Gökçen, sen gitme” dedilerse de dinlemedi: “Ben
gitmeyince olmaz” deyip atına bindi. Almun Tepesi’nde Yunan askeriyle yirmi
metre mesafede karşı karşıya geldik. Atından inerek diz çöktü ve ateşe başladı.
Yedi sekiz düşmanı devirdi. Ayağa kalkınca mitralyöz kurşununa hedef oldu.
Kolundan tutup yüz metre kadar götürdük. Orada ruhunu teslim etti. Yunanlılar, Gökçen Efe’yi karşılarında görünce
silahlarını bırakıp kaçarlardı. Yerli Rumlar, Efe’nin şehit olduğunu işitince
şenlikler yapmışlardı.”(17)
Albay Şefik Aker’in Genelkurmay Başkanlığı’na genel rapor niteliğindeki 57.Tümen ve Aydın Milli Cidali adlı eserinde Gökçen Efe’den şu şekilde söz
edilmektedir:
“Gökçen Efe, Türk vasıflarını taşıyan,
şuurlu, cesur, çok vatansever bir Türk yiğidiydi.
Onun, ben de
derin izler bırakan şu vasıflarını zikretmeden geçemeyeceğim. O, Yunanlılarla
ne şan ve şeref için, ne de herhangi bir menfaat için çarpışmıştı. Sırf, Türk
vatanı, Türk şerefi için çarpışmıştı. Onun bütün sözleri, bunun etrafında
dönerdi. O iki tarafa ayrılmış gibi duran zeybek partilerinin hiçbirisine
taraftarlık göstermemiş, her iki tarafla hoş ve tarafsız geçinmişti. Şahsi
dedikoduları kulağına sokmaz, hiç kimsenin arkasından atıp tutmaz, söyleyeceği
varsa yüzüne karşı söyler, temiz hareketiyle subayların saygısını sevgisini
kazanmıştır. Akli ve haklı mütalaa ve tavsiyelerini kabul eder, maiyetini
halkın hukukuna tecavüzü şiddetle meneder, kendisinin yüksek izzeti nefsine ve
şerefine herkesten nasıl saygı beklerse, kendisi de herkesin şerefine, izzeti
nefsine saygı beslerdi. Bütün gençliğini zeybeklikte, çarpışmalarda geçirmiş
olduğundan küçük cenklerde mahirdi.
(Hasan Doğan Arşivi)
Üzerine gelen
düşman, ne kadar çok olursa olsun telaşa kapılmaz, metin bir azim ve iman ile
en çok yapılabilecek işi şuurlu bir cüretle yapmaktan çekinmez bir yaradılışta
idi.
Aydın havalisi
milli savaşında Gökçen Efe,
bilaistisna herkesin sevgisini kazanmış bir kahramandı. Onun vatani
kahramanlığına şükran olmak üzere Fata
nahiyesine Gökçen adının verildiği
malumdur.
Şehit Gökçen Efe’nin yetim olan küçük oğlu ile
kızını bugün İktisat Vekili olan ve Gökçen’in
de bir mürşidi olan İzmir Saylavı (milletvekili) Bay Celal’in himaye ettiğini ve onları mekteplerde okutmakta
olduğunu da derin şükranlarımızla işittik.”(18)
(http://www.erolsasmaz.com/?oku=1763)
(Hasan Doğan Arşivi)
Celal Bayar’ın ifadesiyle; bu sözlere ilave edilecek kelime bulmak zordur. Gökçen Hüseyin Efe, Küçük ve Büyük
Menderes bölgeleri Kuvayı Milliyesi’nin parlak bir yıldızı idi.
Gökçen’den sonra…
Gökçen Efe, şehit edildikten sonra, savaşçılarının başına; işgal sırasında 53
yaşındayken dağa çıkan, baş kızanı ve bir anlamda akıl danıştığı insan; “Hacı Emmim” diye saygı gösterdiği Hacı Halil Ağa geçer. Kurtuluş
Savaşı’nda Meclis’in düzenli orduya geçiş kararına dek, Hacı Halil Efe’nin yönetiminde çete savaşları sürdürülür.
(A. Aydemir; Haziran 2014)
Hacı Halil Efe, Aydın’ın kurtuluşuna Yörük Ali Efe ile birlikte katılır.
Kurtuluş sonrasında çocukluğunda okuduğu medresenin yakınlarındaki Bahçekahve’ye yerleşir. Soyadı Kanunu
çıkınca, Hacı Halil Efe, zayıf
olduğundan ötürü Çöpoğlu soyadını
alır. Kurtuluş sürecinde göstermiş olduğu fedakârlıklar ve hizmetlerinden
dolayı İstiklal Madalyası töreni için Ankara’ya çağrıldığında; “Ben mücadelemi
madalya ve para için yapmadım. Ne yaptımsa vatan için, namus için yaptım!”
diyerek Ankara’daki törene katılmaz. Sonradan sadece İstiklal Madalyası’nı
kabul eder. 1937 yılına kadar eski Tire
Devlet Hastanesi’nin Acil
girişinin karşısındaki evde oturur. 1938 yılında yeniden Dereli köyüne döner. Hacı
Halil, torunu Yakup Çöpoğlu'nun nüfus kayıtlarına dayanarak yaptığı aktarıma göre 29 Aralık 1938 tarihinde bu dünyaya veda eder ve Dereli köyündeki eski köy mezarlığına gömülür. Dereli köyü mezarlığında bulunan mezarının başındaki taşta ise, ölüm tarihi 20 Kasım 1939 olarak yazmaktadır.
Hacı Halil Efe'nin Dereli köyündeki mezarının genel görünümü
(Ekim 2016)
(Ekim 2016)
Yürüyüşün Hikâyesi
Sabah 9.30 gibi İzmir yolcuları yağmur hazırlığında bir
havanın eşliğinde Tire’ye girdiler.
Hasan Hoca ile sözleştiğimiz üzere, Tire’deki
mutad buluşma yerimiz Çınaraltı’nda
durmadık bu kez. Tire’nin doğusunda
yer alan Karacaali’ye doğru
ilerledik. Onlarla dağda; Söğüt Gediği’nde
buluşacaktık. Tire Asri Mezarlığı’nın
yanındaki sapaktan Karacaali’ye doğru
yöneldik. Dallık yoluna sarmadan;
düzlükteki kavşakta yer alan Kuyulu Kahve
derbeder vaziyetteydi; kapanmıştı. Üzüldük. Çünkü hatıralarımız vardı o
kahvede.
Kuyulu Kahve'den eski bir hatıra
(Mart 2019)
Karacaali yolunda birkaç köylüyle karşılaştık sadece.
Sabahın mahmurluğu vardı sokaklarda. Dallık
levhasını takiben Güme Dağı’na doğru
tırmanmaya başladık. Geçen yıl Efeler
Yolu rotalarından birisinde Dallık
üzerinden Ovacık Yaylası’na doğru
hayatın yeni uyandığı İlkbahar günlerinden birinde yürümüştük. Bugünkü hedef
ise, Gökçen Efe’nin Yunan
işgalcilerine karşı direniş ateşini tutuşturduğu Ovacık ve Karaçamur Yaylaları
idi. Ovacık ve özellikle Karaçamur Yaylaları su yönünden oldukça
zengin alanlar olarak biliniyor yörede. Yıllarca Yörüklerin hayvanlarıyla
birlikte göç ettikleri yükseklerdeki yaylalar olarak bilinen bu havaliden Aydın Dağları’nın kalbine doğru
ilerleyen geçişler başlıyor. Çok uzaklarda; güney doğu yönünde Aydın’ın tepesindeki Paşa Yaylası’nı, hemen Karaçamur Yaylası’nın dibinden yükselen
ve geçişin kilidi gibi duran Tavşan Dağı’nı,
Peşrefli köyünün arkasında bir duvar
gibi yükselen Karakaya’yı ve Tire ile İncirliova köylülerinin hafızasında yer etmiş Türkmenlerin kadim Mahya şenliklerinin mekânı Çaldede Zirvesi’ni çevre topografyadaki
önemli yükseltiler olarak sayabiliriz.(19)
(Kasım 2024)
Dallık’a kadar tırmandıktan sonra asfaltı takip ederek, önce Yamandere kavşağına, daha sonra da Ovacık Yaylası’na doğru ilerleyen bozuk
yayla yoluna vasıl olduk. Hava yükseldikçe epey soğudu. Hasan Hoca ile Halil
Çöp’ün (Çöpoğlu) torunu Yakup
Çöpoğlu, bizi yaprakları sararıp dökülmekte olan bir dut ağacının dibindeki
çeşme başında beklemekteydiler. Söğüt
Gediği’ne daha epeyce mesafe vardı. Yakup Bey, bize burada Ovacık Muharebesi’nin geçtiği alanları; Gökçen Efe’nin kuvvetlerinin pusu
kurduğu Narpızlık sırtını ve bu
pusuya düşen işgalci Yunan askerlerinin şaşkınlıkla sığınıp mevzilendikleri Kılçık Tepe’yi gösterdi; muharebe
koşulları hakkında bilgi verdi.
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Bu muharebede yukarıda
da belirttiğimiz gibi üç şehit vermişti Gökçen Efe’nin gönüllüleri. Bu çarpışmalarda şehit olanlar için Söğüt
Gediği’nden Ovacık Yaylası’na
doğru ilerleyen tali asfalt yolun kıyısındaki alçak bir tepede, iki temsili
mezar yapılmıştı. Aslında şehitler anlatılanlara göre; savaş koşullarında biraz
aşağıdaki düzlükte, farklı yerlerde gömülü idiler. Temsili mezarların üzerinde
ise, kurtuluş için gözünü kırpmadan ölen bu isimsiz kahramanlar adına bir
bayrak direğinin ucundaki ay yıldızlı bayrağımız dalgalanmaktaydı; ama ne yazık
ki bayrağımız rüzgârdan zarar görmüş ve yırtılmıştı. Bu durum bizi üzdü.
(MYC; Kasım 2024)
(MYC; Kasım 2024)
Arabaları Söğüt Gediği’ne bıraktık ve yürümeye
başladık. Hava oldukça rüzgârlıydı. Çevre topografyaya sarı renk hâkimdi. Her
şey, ama her şey sararmıştı. Yaylada sayısız ahlat ağacının yanından geçtik.
Ahlat armutlarından erenler yerlere dökülmüştü hep. Her biri benzersiz
lezzetteydi. Yemeye doyamadık. Ve sonra yaylanın cevizleri başladı sağda solda.
Sırtlar ve vadi koyakları, hep ceviz ağaçlarıyla kaplıydı. Çoğunlukla cevizler
toplanmıştı, ama sanki dağ başının yolcuları ve oraları mesken tutmuş kurdu
kuşu da nasiplensin diye üzerlerinde ve yerlerde bir kısmı da bırakılmış
gibiydi. Biz o izlenimi edindik.
(MYC; Kasım 2024)
(MYC; Kasım 2024)
Ovacık Yaylası’na dek bir kısmı asfalt, bir kısmı stabilize
toprak yoldan yürüdük. Başımızın üstünde uçan kuzgunlar vardı. Onlar da ceviz
derdindeydiler. Yol boyunca sık sık sararmış yaprak yığınlarının arasında ceviz taraşı (yere düşen meyvelerin
aranıp bulunarak toplanmasına Tire yöresinde verilen isim) yaptık.
Ovacık Yörük Mezarlığı
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Ovacık Yörük Mezarlığı'nda yer alan bir Osmanlı mezar taşı; 1214 Hicri (1799 Miladi) tarihini taşıyordu.
(Kasım 2024)
Bir tepeyi aştıktan
sonra Ovacık Yaylası’nın Yörük Mezarlığı göründü. Balballar,
üzerinde Osmanlıca yazılar yer alan mezar taşları çevreye dağılmış vaziyette
durmaktaydı. Birkaçını okumaya çalıştık. Genellikle üzerinde yazı ve tarih
olanlar 19.yüzyıldan kalmıştı. Ama mezarlıkta yakın döneme ait mezarlar da
bulunmaktaydı.
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Sararmış kuru otlar
arasında baş vermiş güzelim dağ karanfilleri gördük. Gevenlerin iki türü vardı
yaylada; ama hepsi uykudaydı artık. Ovacık
Mezarlığı’ndan sonra toprak yoldan ayrılarak güneye doğru; rehberimiz Yakup
Bey’in Yörüklerin yüzlerce yıl kullandığı “göç
yolu” olarak adlandırdığı bir patikaya yöneldik. Bir süre bayır aşağıya ve
yoğun cevizliklerin içinden yürüdük.
Yörükler bu patikayı yüzlerce yıl ovadan yaylalara hayvanları ile birlikte göç etmek için kullandılar.
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Giderek derinleşen bir
vadiye doğru alçalan patika, Yakup Çöpoğlu’nun aktarımına göre; bizi Karaçamur Yaylası’na toprak yolla
kıyaslandığında, kestirmeden ulaştıracaktı. Güney yönünde Tavşan Dağı, arkamızda Çaldede
ve en uzaklarda Paşa Yaylası’nın
zirvesi fark ediliyordu. Her yanımız sapsarı eğrelti otlarıyla kaplıydı.
Üzerinde meyveleriyle dere yatağında kızlar elması ağaçları
(Kasım 2024)
Yol boyunca ahlat
armutlarının ve Ovacık cevizlerinin
tadına baktık. Bu fasılalarla kesilen yolculuğumuz, bir süre sonra bir dere
yatağının kıyısında son buldu. Derede su ve her iki kıyıda böğürtlen
çalılarının yoğun dikenli örtüsü vardı. Derenin karşı yamacında ceviz
ağaçlarını budayan bir köylüyle karşılaştık. Dereyi nereden geçebileceğimizi
sorduk; o bize ileriyi gösterdi. Vedalaşıp ayrıldık yanından. Dere yatağının
biraz aşağılarına doğru yürüyünce, karşı kıyıya uygun bir geçiş yeri bulduk.
(Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Dere yatağının ötesinde
yine cevizlikler, ahlat ve üzerinde küçük kırmızı renkli meyveleriyle dikkat
çeken kızlar elması (üvez de derler) ağaçları vardı. Bugün
binlerce yıl ötedeki avcı-toplayıcı geçmişimizi hatırlamış gibiydik sanki. Her
geçtiğimiz yerde dağın bereketi karşıladı bizi. Ovacık ve Karaçamur Yaylaları
işte böyle benzersiz bir verimliliğe sahiptiler. Örneğin buraların barbun
fasulyesinin lezzetine doyulmazdı. Ve diğer sebzeler… Karaçamur Yaylası, çevre köylerin su deposu gibiydi. Buradan çıkan
su kaynakları, kuzey yönündeki derin Eğridere
Vadisi’ne doğru akarak, yüzlerce yıldır ovaya bereketini taşımaktaydı.
(Kasım 2024)
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
Üzerinde beyaz renkli
çiçekleri ve keskin kokularıyla hemen dikkatimizi çeken kekik kolonileriyle
karşılaştık. Bu mevsimde hala çiçek açıyor olmaları doğrusu bizi şaşırttı.
Onlardan da aldık nasibimizi. Güney doğuya doğru alçalan bir vadinin yamaçları
boyunca devam eden hoş bir patikayı takip ederek bir süre önce terk ettiğimiz
şoseye yeniden ulaştık.
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
(MYC; Kasım 2024)
(Kasım 2024)
Sırtı aşınca Eğridere Vadisi ve Karaçamur Yaylası’nın yamaçlara serpilmiş birkaç bağ evi gözüktü
uzaktan. Buralarda havalar soğumuş olmasına rağmen, alışkanlık olduğu üzere
ovaya inmek için ilk karı bekliyordu Yörükler. Rüzgâr, yol düzleminde oldukça
sert esiyordu. Söğüt Gediği’nden
çıktımızdan beri yaklaşık 6 km kadar yürümüştük. Mesafe az olmakla birlikte,
sürekli iniş çıkışlar nedeniyle bizi biraz zorlamıştı. Şimdi yemek zamanıydı.
(MYC; Kasım 2024)
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
Karaçamur Yaylası'na saçılmış Yörük obalarından evrilmiş yayla evleri
(Kasım 2024)
Rüzgârdan korunmak
gayesiyle vadiye doğru alçalan bir gediğe indik. Herkes ilişti kuytuluklara ve
yanımızda getirdiklerimizi afiyetle yedik. Yağmur baskısı giderek artıyordu.
Aylar sonra beklenen yağmur, bu şiddetli rüzgârla birlikte bize bir sürpriz
yapabilirdi. Bu riski almak istemedik; Yakup Bey, yayladaki akrabalarından
birisine telefon edip aracıyla bizi gelip almasını ve Söğüt Gediği’ne bırakmasını istedi. Yakup Bey’in kuzeni Yaşar Çöp,
kamyonetinden gübre boşaltıyormuş. İşini bitirir bitirmez Hızır gibi yetişti
doğrusu. Çöplerimizi yanımıza alarak Karaçamur’dan
ayrıldık. Yaşar Bey, soyadı gibi incecik bir fiziğe sahipti; Ovacık Yaylası’nın virajlarını birer
birer alt ederek, kısa sürede Söğüt Gediği’ne
ulaştırdı bizi. Bol gönüllü insanların yurduydu bu yaylalar; Yaşar Çöp,
bahçesinden aceleyle topladığı yeşil elmalardan ayaküstü bir torba ikram etti
bizlere. Kendisine teşekkür edip vedalaştık.
(MYC; Kasım 2024)
Dallık’a doğru inerken indirdi yağmur. Yaşar Çöp sayesinde kıl
payı kurtulmuştuk ıslanmaktan. Dallık
içinden geçerek, çıkarken konumu itibariyle dikkatimizi çeken ve ovaya hâkim
bir kır kahvesinin önünde mola verdik. Yaklaşık 1000 metre yüksekliğindeki bir
düzlemden bakıyorduk Kaystros Ovası’na…
Benzersiz bir manzaraydı. Yağmur kahveye girerken durdu. Fazla sürmemişti. Ama
arka arkaya dolup boşalan çaylarla geçirdiğimiz bu an, bizim için iyi bir
kapanış olmuştu. Az yürümüş, çok konuşmuştuk; şimdi manzara karşısında susma
zamanıydı.
(Kasım 2024)
Tire’ye indiğimizde kadim dostumuz Ahmet Tamer’e uğradık. Biraz rahatsızdı. Ama iyi görünüyordu. Kısa
sohbet ona da iyi gelmişti. Fazla durmadık yanında; vedalaşıp İzmir’e doğru yola çıktık. Yol boyunca
geçtiğimiz yerlerde de yağmurun yağmış olduğunu gördük. Ama esas sürpriz, bizi Buca-Gişelerden sonra otoyolun İzmir girişinde bekliyordu. Trafik,
yağmur ve kazalar nedeniyle felç olmuştu. Tire’den
1 saatte İzmir’e gelmiştik, ama Bornova’dan Karşıyaka’ya ancak 2 saat 40 dakikada bir cehennem tünelinin
içinden geçerek ulaşabildik. Sanki bir savaştan çıkmıştık. Her şey bir kâbus
gibiydi. İnsanlar, kendi hayatlarını da tüketen bu tüketici düzenin esiri
olmuşlardı. Dağda yaşadığımız o güzel anlar, ağaç diplerinden ceviz toplarken
yüklendiğimiz pozitif enerji, yaşama sevinci; her şey, ama her şey bu 2 saat 40
dakikada yok olup gitmişti. Her şeyi yutan bir girdap gibiydi şehir. Her
yanımız negatifti; yazıktı bu insanlara, hayatını her sabah ve akşam bu
acımasız trafik içinde telef edenlere…
Dipnotlar:
(1) Celal Bayar, Ben de Yazdım,
6.Cilt; Sabah Kitapları-1997; sayfa:18
(2) Ali Orhan İlkkurşun; Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısının Kaleminden İlk
Kurşun ve Sonrası, Ali Orhan İlkkurşun’un Anıları; Yayına Hazırlayanlar: Engin
Berber, Taner Bulut, Tülay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi
Yayını:4; Mart-2013; sayfa: 67
(3) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 69-70
(4) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 70
(5) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 106
(6) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 107
(7) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 132
(8) Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 146-154
(9) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 48
(10) Hacı Halil Çöp Efe ile ilgili kişisel bilgiler için
torunu edebiyat öğretmeni Yakup Çöpoğlu’nun bize ilettiği el notlarından
yararlanılmıştır.
(11) Kaynak: Yakup Çöpoğlu’nun Hacı Halil Çöp ile ilgili
notları
(12) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 52
(13) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 53
(14) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 53
(15) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 50-51
(17) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 69
(18) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 70
(20)
Fotoğraflar,
belirtilenler dışında gezi sırasında İ.
Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC