30 Kasım 2024 Cumartesi

GÜME DAĞI’NDA YUNAN İŞGALİNE KARŞI İLK DİRENİŞ ATEŞLERİ

TİRE OVACIK ve KARAÇAMUR YAYLALARINDA KUVVACI ZEYBEKLERİN İZİNİ SÜRDÜK. 
 
13 Kasım 2024
İbrahim Fidanoğlu
 
Ateşi ve ihaneti gördük.
Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
İnsanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
 
Kuvayı Milliye Destanı; 3.Bab
Nazım Hikmet RAN
 
Giriş
 
Bugün Ekim ayında Bayındır civarında bu yaz çıkan yangınların bıraktığı hasarı gözlemlemek için yaptığımız kısa yürüyüşleri saymazsak, sezonun ilk yürüyüşünü Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın bağrındaki Ovacık ve Karaçamur yaylalarında gerçekleştirdik. Farklı zamanlarda farklı rotalardan bu yaylalara birkaç kez yürümüştük. Bu defa Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkararak başlattıkları Batı Anadolu’nun işgali sürecinde Tire ve havalisinde Kuvayı Milliye’nin oluşturulması çabaları içinde öne çıkan Gökçen Hüseyin Efe ve onun baş kızanı Halil Çöp Efe’nin 1919 yazında isyan ateşini bu dağlarda tutuşturmak çabasıyla giriştikleri mücadelelerin izini sürdük bu yaylalarda. Bize yürüyüş boyunca Halil Çöp Efe’nin torunu; emekli edebiyat öğretmeni Yakup Çöpoğlu hem mihmandarlık yaptı, hem de aile büyüklerinden ve diğer kaynaklardan derleyip toparladığı bilgileri bizlerle paylaştı. Kendisine katkıları için buradan bir kez daha teşekkür ederiz.
 
Ovacık şehitlerine selam olsun.
(Kasım 2024)
 
Dağlarda zeybek ateşleri hiç sönmesin.
(A.Aydemir; Kasım 2015)
 
İzmir’in dağlarında kurtuluşun ateşlerini yakmak…
 
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi sonrası 1.Dünya Savaşı’nın galipleri olan İtilaf Devletleri bir anlamda Osmanlı Devleti’nin idam fermanını imzaladılar. Bunu takiben İtilaf Devletleri ve onun taşeronlarının Trakya ve Anadolu topraklarını işgal etmeye başlamaları sürecinde Yunan kuvvetleri de İngilizlerin zırhlılarının gözetiminde 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkardılar. İşgal günlerinin hemen öncesinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İzmir Kâtip-i Mesullüğü görevini yürütmekte olan Mahmut Celal Bey (Celal Bayar), arkadaşlarıyla durumun ciddiyetini değerlendirerek İzmir’den ayrılmaya karar verdi.
 
Kuvayı Milliye günlerinin "Galip Hoca"sı; Celal Bayar...

Sarı Edip Efe (solda oturan); zeybeklerle...

19 Mart 1919 günü; bir şafak vakti İttihat ve Terakki’den arkadaşı; Jandarma Yüzbaşısı Edip Bey (İzmir Suikastı’nda asılarak idam edilen Sarı Edip Efe) ile birlikte atlarına bindiler. Geceki şiddetli yağmurdan sonra pırıl pırıl bir gün başlamıştı. Ama her yer yağmurdan nasibini almış gibiydi. Yollardaki çukurlar suyla doluydu. İşgali bekleyen Rum çetelerinin kol gezdiği Buca’nın arkasındaki bozuk yollardan ilerleyerek Torbalı üzerinden Küçük Menderes Havzası’na ulaştılar.
 
20.yy.başları; İzmir Rıhtımı
 
15 Mayıs 1919; İzmir Rıhtımı'na çıkan işgalci Yunan efzun askerleri Kordonboyu'nda yürüyor.

 
Bir gece vakti Ödemiş İstasyonu yakınlarında Sarı Efe Edip’in yakını İnceoğlu Şevket Bey’in evine misafir oldular. Burada bazı toplantılara katıldılar. Ödemiş’te hem İstanbul Hükümeti’nin takibat baskısı, hem de yereldeki yetersizlikler ve tutukluklar nedeniyle, işler yavaş ilerliyordu. Celal Bey bu nedenle acilen Gökçen Efe ile görüşmek niyetinde idi.
 
Ödemişli İnceoğlu Şevket Bey ve Cumhuriyet döneminde Adalet Bakanı olarak görev yapacak olan oğlu Refik Şevket İnce
 
Celal Bey ile Gökçen Hüseyin Efe’nin; onun 1914 yılında yüze indirilme sürecinden bir tanışıklıkları vardı. Tire ve Ödemiş bölgesinde o dönem görev yapan Jandarma Yüzbaşısı Edip Bey de bu süreçte Celal Bey ile birlikte yer almışlardı. Şimdi İzmir’in işgali arifesinde Celal Bey, Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye’nin oluşturulması sürecinde bu kez ondan ve diğer zeybeklerden yardım bekliyordu.
 
Gökçen Hüseyin Efe; zeybeklik günlerinde...

Gökçen Efe, Celal Bey ile arkadaşı Edip Bey’i Fata’da dikkat çekmemesi için köyden bir yaşlı kadının evine yerleştirdi. Bir müddet burada gündüzleri evden çıkmayıp, geceleri Gökçen Efe ile istişareler yapan Celal Bey’in Kuvayı Milliye’ye katılması yönünde Efe’ye yaptığı teklife Gökçen Efe bir gece şöyle yanıt verdi:
 
“-Yapacağımız çok işler var. Seninle anlaşırsak, o zaman bana yardım, hatta iyilik etmiş olursun.
dedim. Efe’nin zekâ saçan gözleri parladı, sordu:
-Ne gibi?
-Yunanlılar, ben öyle sanıyorum, İzmir’i almaya kalkacaklar. Veya memleketimize komite çıkarıp Müslümanlara saldıracaklar. Bu yüzden kadın, çoluk çocuk ayakaltında kalacaktır.
Sözün buraya geldiği zaman Efe dayanamadı:
-Heyt!... Kahpe dinliler!
diye ağır bir küfür savurdu.
-O zaman sonuna kadar seninle beraberim, bizim oğlan.
dedi ve sözlerine şunu ilave etti:
-Yalnız bir şartım var! Sen daima benim yanımda kalacaksın.
İstediği gibi olacağını temin ettim, anlaştık. Böylelikle Efe şahsını garanti etmek ve zeybek adetine göre benimle tehlikeyi paylaşmak istiyordu.”(1)
 
Gökçen evlerinden biri ve çeşme
(Mayıs 2008)
 
Gökçen'de bir parkın içindeki  Gökçen Efe'nin hatırasına Tireli taş ustası Taşçı Rıza tarafından yapılan abide
(Mayıs 2008)
 
Ödemiş’i işgal etmeye gelen Yunan kuvvetlerine karşı örgütlü ilk direnişin (İlkkurşun Savaşı) cephe komutanı olan Ali Orhan İlkurşun’a göre “Milli bir mukavemet imkânı sağlayabilmek için geceli gündüzlü çalışmış olan Jandarma Kumandanı Tahir Bey de, 20 Mayıs gününden itibaren yüz seksen derecelik bir dönüşle aksi istikamete vaziyet almıştır. Kendi mıntıkasında herhangi bir milli teşekkül vücuda gelmesine mani olmuştur. Diğer zatlar da bir daha sahnede görünmemişlerdir… Bu şartlar altında gerek Jandarma Kumandanı Tahir Bey, gerek birinci gizli vatan cemiyeti mensubu olan arkadaşları maneviyatlarını kaybetmişlerdi. Artık Ödemiş’te tek bir ümit ışığı kalmamıştı. 19 Mayıs akşamına kadar Jandarma Tabur Komutanı sıfatıyla milli teşkilat için müspet bir unsur teşkil eden Tahir Bey, 25 Mayıs sabahı yatağından bambaşka bir insan olarak kalkmıştı. Evet, yine jandarma tabur kumandanı idi, ama bu sefer sıfat ve salahiyetlerini milli teşkilata mani olmak için kullanacak ve bunda korkunç ve utandırıcı bir derecede ısrar edecekti.”(2) 
 
 
Jandarma Binbaşısı Ahmet Rifat Kemerdere'nin Cumhuriyet döneminde 1938 yılında yayınlanan ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili hatıralarını içeren Pusu isimli kitabı
 
Ödemiş merkezli yeni gelişen bu durum karşısında direniş kuvvetlerinin komutanı rolündeki Tahir Bey’in Celal Bey ve Gökçen Efe ile yaptığı son görüşmeye tanıklık eden Jandarma Üsteğmeni Ahmet Rifat (Kemerdereli)’nin hatıratında Celal Bayar’a hitaben bu konuyla ilgili şu aktarım yapılıyor:
 
“Tahir Bey’in size anlattıkları aşağı yukarı şunlardı: Ödemiş’te milli bir harekete girişmenin şimdilik imkânı yoktur. Müsait bir zamanı beklemek lazımdır. Ödemiş’te yüksek seciyeli ve hamiyetli birçok gençler mevcut ise de, ortaya atılmaya cesaret edemeyenler, böyle bir iş için belli başlı zatı başta görmek isteyenler az değildir.
 
Her tarafta Rumlar ve Ermeniler göze çarpmaktadır. Bunlar dört gözle bekledikleri Yunan işgal kuvvetlerini karşılamak üzere iken Yunan bayrakları hazırlamaktadırlar. Bizim gibilere “İttihatçı” damgası vuruluyor. Bizler İttihatçıların emellerine hizmet için kan dökmek istiyormuşuz. Velhasıl Ödemiş mukavemet hareketine girişmek bakımında hiçbir suretle elverişli değildir… Siz Nazilli’ye gidiniz. Orada teşkilatınızı kurunuz. Biraz sonra biz de geliriz ve orada hep birlikte çalışırız.”(3)
 
Kuvayı Milliye günlerinde Yunan'a karşı çete savaşları esnasında Ödemiş Jandarma Komutanı Yüzbaşı Tahir Özerk
 
Ahmet Rifat Bey’in hatıratında aktarılan bu bilgilerin yanı sıra Ali Orhan İlkkurşun’un kendi hatıralarını hazırlama sürecinde Ankara’da Celal Bayar ile yaptığı görüşmede ise, Jandarma Kumandanı Tahir Bey ile o gün Kahrat’ta yapılan görüşme sonrasında Gökçen Efe’nin de Küçük Menderes Havzası’nda Yunan işgaline karşı oluşturulmaya çalışılan direnişe karşı kararsızlık içine girdiği anlaşılmaktadır.
 
“…Yüzbaşı Hüsamettin ve daha iki kişi olduğu halde Kahrat köyünde yanıma gelen Tahir Bey, kat’i bir ifade ile:
-Mıntıkamda hiçbir milli hareket yaptırmayacağım, dedi.
İşte o zaman her şey alt üst oldu. Gökçen Efe, Torbalı önlerinde-benim de yanlarında bulunmamı şart koşarak seksen doksan kişilik bir kuvvetle Yunanlılarla savaşacağına söz verip dururken, bu defa fikrini birden değiştirdi ve bana hitaben:
-Celal Bey, benim kendi yedi kızanım vardır; onlarla sana her türlü yardımı yapayım, fakat beni mazur gör; ben bu işlerle uğraşmayacağım.”(4)
 
Zincirlikuyu Muharebesi'nin olduğu yere ismini veren meşhur Zincirlikuyu
(Kasım 2008)
 
Kahrat’ta yapılan bu görüşmenin içeriği, daha ileri safhada anlatılacak; düşmana atılan ilk kurşun özelliği de içeren Zincirlikuyu Savaşı’nda Gökçen Efe’nin tereddütlü davranışını da açıklamaktadır. Ama bu tereddüt neredeyse çok pahalıya mal olacaktır.
 
Küçük Menderes Ovası'ndaki Zincirlikuyu Mevkii
(Temmuz 2016)
 
Celal Bey, Küçük Menderes Havzası’ndan Aydın’a doğru ayrılıyor.
 
Celal Bayar, bu görüşmeden sonra Kahrat’da daha fazla kalamayacağını anlamıştır. Zaten 20 Mayıs’ta da Torbalı, Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Yanındaki Sarı Efe Edip ile birlikte önce bir gece vakti Tire-Torbalı yolu üzerindeki Mahmutlar Çiftliği’ne (bugünkü Mahmutlar köyü), daha sonra da Edip ailesinin Darmara Çiftliği’ne (bugünkü Eskioba köyü) geçerler. 25 Mayıs’a kadar Darmara’da kalan Celal Bey, 25 Mayıs 1919 gecesi yanındaki Şerafettin Çavuş ile Darmara Çiftliği’ne dönerken; Bayındır’ın işgali sonrasında uzaktan kasabanın ışıklarının fazlalığına, fener alaylarının ve eğlencelerin gece boyunca devam edişine tanıklık eder. Ertesi günün gecesi (26 Mayıs 1919) artık Aydın’a yola çıkma zamanıdır. Celal Bey, gecenin karanlığında; arkadaşı Sarı Efe Edip’in temin ettiği 5 silahlı atlı ve Galip Hoca kılığında Aydın Dağları’na doğru yola çıkar. Hedef Aydın Dağları’nın saklı vadilerinden birinde yer alan Dağyenice köyüdür. (Şimdiki Dağyeniköy…)
 
1919 yılında Tire-Aydın geçişi sırasında Celal Bayar'ı yaklaşık 15 gün misafir eden Dağyeni köyüne; cumhurbaşkanı iken 1957 yılında Celal Bayar tarafından yaptırılan  ve Paşa Çeşmesi olarak anılan çeşme (restorasyon sonrası hali)
 
Galip Hoca kılığında; Aydın Dağları’nı aşarak Germencik’teki İttihat Terakki’den arkadaşı Germencik Nahiye Müdürü Emin Ulucan’ın yanına sığınan Celal Bayar, yerli Rumların da katkısıyla deşifre olur ve bir gece karanlığında bir öküz arabasının arkasında Büyük Menderes Ovası’nın içerlerine doğru; Reisköy’e kaçırılır. O, oradan Çine’ye ve daha sonra da Nazilli’ye geçecek, Albay Şefik Aker ve Yörük Ali Efe ile Batı Anadolu’da Kuvayı Milliye direnişinin örgütlenmesi için çalışacaktır.
 
Kuvayı Milliye günlerinde Celal Bayar; Galip Hoca kimliğiyle...
 
Ödemiş’te Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın oluşturulması
 
Eşme’deki 17.Kolordu Kumandan Vekili Bekir Sami Bey’in emirleri ve onun arkasında hissedilen; 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayıp 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla kristalize olacak Anadolu’daki bağımsızlık iradesinin gücü sayesinde, Ödemiş’teki yaklaşan Yunan işgaline karşı Kuvayı Milliye Cephesi’nin oluşumu ile ilgili tereddütlerin giderek dağıldığı görülüyordu.
 
Aydın'ın Yunan askerleri tarafından işgali
 
17.Kolordu Kumandan Vekili Bekir Sami (Günsav) Bey
 
Bundan sonra işgal altındaki Tire ve Bayındır üzerinden yaklaşmakta olan düşmana karşı oluşturulacak milli cephe için atılması gereken adımlar ardı ardına gelmeye başladı. 29 Mayıs’ı 30 Mayıs’a bağlayan gece yarısına dek uzayan Ödemiş Hükümet Konağı’nda Kaymakam Bekir Sami’nin (Baran) odasındaki toplantıda 17.Kolordu Kumandan Vekili Albay Bekir Sami (Günsav) Bey’in Ödemiş’e yaveri Yüzbaşı Rasim Bey ile birlikte yazılı olarak gönderdiği açık ve net emirlerin ışığında her şey bir anda değişmişti.
 
 Yıl 1922; Ödemiş Meyhaneci Boğazı; Uzun Sokak çıkışı...
 
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)

 1932 yılı; Ödemiş Kuvayı Milliyesi'nin önde gelen isimlerinden; Cumhuriyet döneminde Adalet Bakanlığı yapan Refik Şevket İnce bir misafiriyle Gölcük Yaylası'nda...
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
 
2 Haziran 1919; Ödemiş Kaymakamlığı önünde Yunan işgal subayları ve en önde işgali kutsayan bir Rum Papazı...
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
 
Toplantı sonunda mektupta belirtilen zorlu iradeyi görünce, Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami (Baran) ikna olmuştu. Tahir ve Hamit Beylerle birlikte Hükümet Konağı’nda Albay Bekir Sami Bey’in Ödemiş’e gönderdiği Yüzbaşı Rasim Bey’in (daha sonraları Korgeneral Rasim Aktuğ) de yer aldığı ve bir gaz lambasının loş ışığının aydınlattığı odada Ödemiş Kuvayı Milliye Teşkilatı’nın kurulması kararı alınmıştı artık. Bu karar, herkesi rahatlatmış; kararsızlıklar, gelgitler ve ihanetler arasında geçen sıkıntılı günlerin sonuna gelinmişti.
 
Ödemiş Kuvayı Milliyesi'nin önemli simalarından olan Refik Şevket İnce; Cumhuriyet Dönemi Adalet Bakanlarından...
 
Ödemiş Kuvayı Milliyesi şehitlerinden; Bozdağlı Poslu Mestan Efe
 
30 Mayıs 1919 sabahı o yıl Ramazan ayının ilk gününe denk gelmişti. Akşamki toplantıda alınan kararlardan biri de Ali Orhan İlkkurşun’un Hacı İlyas Cephesi komutanlığına atanmasıydı. Gece silah depoları açıldı ve 1200 civarı silah halka dağıtıldı. Silah deposuna el koyan yedek subaylar; Ali Orhan İlkkurşun’un aktarımına göre Selim Kayalar, Selim Örsel, Aziz Kurtcebe, Ali Orhan, Hamdi Akalın, Muallim Faik ve Nuri Beyler idi. Ali Orhan İlkkurşun’a göre; 30 Mayıs’ta halkın eline iki bine yakın silah geçmiş olmalıydı. Efeler ve zeybekler dağlardan kafileler halinde inmekteydiler. Çevre köylerden kasabaya akın eden gönüllüler silah ve cephane almak için Ödemiş çarşısını doldurmuşlardı.
 
İlkkurşun Cephesi Komutanı Yedek Zabit Ali Orhan İlkkurşun

Ödemiş Belediyesi yayınları içinde çıkan Yedek Zabit Ali Orhan İlkkurşun'un Kuvayı Milliye günlerine dair hatıralarının yer aldığı kitabının kapağı
 
Ali Orhan İlkkurşun’un anılarında 30 Mayıs sabahında Ödemiş çarşısında çizilen bu olumlu resme karşılık, yine kendi anlatımına göre; Jandarma Komutanı Tahir Bey’in, Kuvayı Milliye’nin Ödemiş’te tesisini engelleyen Yarbay Halim Pertev, topçu yarbaylığından emekli Iraklı Arap Sait Bey, Yeni Cami imamı Edip Hoca, Hadımlı Lütfi Hoca, Muallim Meyzinin Ahmet, Sabuncu İsmail, Hürriyet ve İtilaf üyesi Ekmekçinin Rifat gibi bozguncu kişileri cezalandıracak iradeyi gösterememesi nedeniyle bu kişilerin kasabadaki bozguncu tutumları Kuvayı Milliye’nin oluşumu sonrasında da devam etti. Tabii ki bunun yanında Yerli Rumların ve Ermenilerin Yunan kuvvetlerini kasabaya davet etme yönündeki girişimleri de mevcuttu.
 
 
Ön sırada oturanlar; (soldan sağa); Jandarma Yüzbaşısı Sarı Edip Efe, Mahmut Celal (Bayar) Bey, Avukat Refik Şevket (İnce) Bey, Ödemiş Halkapınar Cephesi'ni kuran Mursallılı İsmail Efe, yanında ayakta duran İsmail Efe'nin oğlu Hüseyin Efe; arka sırada ayakta duranlar (soldan sağa); Hüseyin Onbaşı, Kasap Recep, Ahmet Çavuş, Durmuş Ali Efe ve bir zeybek
(Kaynak: www.odemis.adalet.gov.tr)
 
Ödemiş; Havuzlu Park

Bozguncuların halk arasındaki “Yunanlılar Padişah’ın emriyle geliyor! Asayiş düzelince çekilip gidecekler. Binaenaleyh onlara atılacak kurşun, Padişahımız Efendimize atılmış sayılacaktır. Milleti yeni baştan kana boyamayın. Bu işlerin başına geçenler keselerini doldurmak isteyen bir takım serserilerdir. Sakın onlara kapılmayın, işinizin gücünüzün başına dönün.”(5) propagandaları, 31 Mayıs Cuma günü kuşluk vakti, Ali Orhan İlkkurşun’un anlatımına göre şöyle bir manzaraya yol açmıştı:
 
“Tellallar bağırıyor… Bayraklar çekilmiş… Hükümet önünde milli kuvvetler, grup grup toplanmakta… Şu var ki; birkaç bin kişinin yığılması beklenirken, ortada sadece 300 kadar silahlı göze çarpıyor. Dua edecek bir hoca aranıyor… Yok! Nihayet evine dönmekte olan Rufai Şeyhi İsmail Baba yolundan çevriliyor. O da bir başka türlüsünü bilmediğinden acayip bir tekke duası yapıyor ve kafile tekbir uğultuları arasında uğurlanıyor.”(6)
 
Ödemiş'e yaklaşırken Hacı İlyas Tepesi
(Eylül 2019)
 
Hacı İlyas (ya da bugünkü ismiyle İlkkurşun) Tepesi'nde Yunan'a atılan ilk kurşunun hatırasına dikilen abide
(Eylül 2019)

Silahlı kuvvetler, Hacı İlyas sırtlarına geldiklerinde; arkalarındaki zeybekler yok olmuşlardı. Ali Orhan İlkkurşun’a göre; zeybeklerden Hacı İlyas Cephesi’ne 100 kişi kadar gönüllü katılmış, cephe kuvveti bunlarla birlikte 300 kişiye ancak ulaşmıştı.
 
Civar köylere postalar çıkarılmış, eli silah tutanların deppoydan silah alarak cepheye ulaşmaları istenmişti. Bu maksatla Gökçen Efe’ye verilmek üzere Tahir Bey tarafından bir mektup iletildi. Ama o da Kuvayı Milliye’nin oluşumu öncesinde ortaya çıkan tereddütler nedeniyle olsa gerek, bu daveti karşılıksız bıraktı. 31 Mayıs 1919 akşam vakti hava kararırken, cephe kumandanı Ali Orhan Bey’e Tahir Bey’den bir not iletildi; notta Gökçen Efe ile anlaşıldığı; Tire’deki Yunan kuvvetlerine bir baskının planlandığı, bu amaçla birliğinden 80 kişilik atlı bir kuvvetin Kahrat’a doğru yola çıkarılması isteniyordu. Gereği yapıldı; Hacı İlyas sırtlarındaki silahlı savaşçı sayısı neredeyse 100’ün altına düşmüştü artık.
 
Bugün İlkurşun Tepesi'nde rüzgara kaşı salınan bağımsızlık sembolü al bayrağımız
(Eylül 2019)
 
Zincirlikuyu Muharebesi ve Gökçen Efe’nin Kuvayı Milliye’ye katılma konusundaki tereddütleri
 
Yunanlıların İzmir’i işgali sonrası Tire, Bayındır ve Ödemiş üzerine ilerleyişlerine karşılık vermek üzere Ödemiş merkezli örgütlenen Kuvayı Milliye kuvvetleri, İlkkurşun (eski adıyla Hacı İlyas) Tepesi önlerinde bir cephe hattı oluştururlar. Amaçları bölgedeki zeybeklerden de destek alarak Bayındır üzerinden Ödemiş’e trenle gelecek Yunan kuvvetlerine bir baskın vermektir. Bu cephe hattında tahkimat faaliyetleri sürerken, bir yandan da Kahrat’ta bulunan Gökçen Efe’nin de katkısıyla 80 kişilik bir birlikle Tire’deki işgalci Yunan kuvvetlerine karşı bir şafak baskını düzenlemeyi planlarlar.
 
Gökçen Efe, Fata günlerinde kızıyla birlikte...
 
Bu baskın öncesinde de Ödemiş Jandarma Bölük Komutanı Mülazım Ahmet Rifat Kemerdere ve arkadaşı Hamit Şevket Bey, Gökçen Efe ile temasa geçmek ve baskına katılmasını sağlamak üzere Kahrat’a (bugünkü Gökçen Kasabası) gider. Sağlanan mutabakata rağmen Gökçen Efe, anlaşmaya uymaz ve Kuvvacı güçlere güvenmeyerek baskın gecesi Yunan işgali altındaki Güme Dağı’nda bulunan Canbazlı köyüne çıkar.
 
Canbazlı'dan ovaya bakmak...
(Temmuz 2008)
 
Olay, 30-31 Mayıs 1919 gecesi Tire-Kahrat-Boynuyoğun-Zincirlikuyu-Kemerdere ve Eğridere Vadilerinde gerçekleşir. Bu olayı Gökçen Efe’nin kızanlarından Hüseyincik, Ödemişli Kuvayı Milliye kahramanı Ali Orhan İlkkurşun’un anılarında şöyle anlatır:
 
“İftar vakti Gökçen’i ziyarete gelen iki zabitin emrinde 70 kişilik bir kuvvet vardı. Onlar bu kuvveti köyün dışında bırakarak Efe’nin evine gelmişlerdi. Eğer her istediklerini kabul eder görünmeseydik bizi öldürebilirlerdi. Çünkü karşılıklı kuvvet bakımından 7’e karşı 70 idiler.
 
Bu sebeple Efemiz Gökçen, onların bütün tekliflerine “peki” dedi. Onlar çekip gittikten sonra biz doğruca Yunan işgalindeki Canbazlı köyüne çıktık. Gökçen, bu iş için Yunan kumandanını bizzat görmüş değildir. Fakat köyümüzde çalışan bahçıvan İlya ile haber yolladı.
 
Ertesi sabah yapılan muharebeyi (Zincirlikuyu Muharebesi kast ediliyor) biz, Canbazlı köyünden seyrettik. Milli kuvvetler geri çekilip Yunan kuvvetleri Ödemiş’e girince, biz de Kahrat’a döndük.”(7)
 
Eski Fata (Gökçen) Mezarlığı
(Mayıs 2008)
 
Hüseyincik’in iki zabit dediği Ahmet Rifat ve Hamit Şevket Beylerdi. Mahiyetlerinde hiçbir kuvvet yoktu aslında; fakat her nedense Efe’ye ve adamlarına öyle gelmişti ve bu şüphesiz iki genç vatanseverin hayatları bakımından hayırlı olmuştu.
 
Vatanın kurtuluşuna adanmış bir insan hayatının bu dramatik anları, Ödemişli Kuvayı Milliye kahramanı Ali Orhan İlkurşun’un anılarında şu şekilde aktarılıyor:
 
“Ahmet Rifat Bey, ölüm kasırgaları içinde 24 saat çırpınmıştı. Manen ve maddeten bitkin haldeydi. Kemerdere Yaylası’nın ıssız dağları arasına girmişti. Mendegüme(6) köyüne varmak için emin bir yol arıyordu. Nihayet bir siyah kıl çadır gözüne ilişti, o tarafa yöneldi. Burası Yörük Halil’in çadırı idi.”(8)
 
Eğridere vadilerinde boğuşmak...
(Mayıs 2012)
 
Eğridere yamaçlarında baharı karşılarken...
(Mayıs 2012)
 
Yol boyunca dağda rastladıklarının kuşkulu tavırlarına maruz kalan Ahmet Rifat Kemerdere ve yol arkadaşı Giritli Süvari Mustafa, Yörük Halil’in çadırında da aynı manzarayla karşılaşır. Kısa sürede buradan ayrılan yolcular, Ahmet Rifat Kemerdere’nin ifadesiyle iki taraflarında yükselen kıvrım kıvrım dik sırtların arasında muazzam bir huninin dibine ulaşırlar. Burada karşılarına çıkan Yörük İbrahim ve bir başka Yörük Kara Halil isimli kişilerin onlara haince bir tuzak hazırladıklarını bilmeksizin, Mendegüme yolunu onlardan öğrenmeye çalışırlar. Yörük Halil’in; ısrarla “bu gece çadırda kalın, Mendegüme’ye yarın yola çıkarsınız” sözlerine rağmen aldıkları tarif üzerinden Mendegüme’ye doğru yollarına devam ederler. Vakit epey ilerlemiştir, tam o sırada karşıdaki çalıların içinden üzerlerine doğru tüfeklerle bir yaylım ateşi başlar; arkadaşı Süvari Mustafa orada cansız yere devrilir, kendisinin de saçmalardan dolayı bütün vücudu kanlar içinde kalır. Neyse ki yarası arkadaşınınki gibi hayati değildir. Can havliyle bir yarın başından Eğridere’nin derin ve buz gibi sularına atlayan Ahmet Rifat Kemerdere, uzun süre suyla mücadele eder. Eğridere’nin giderek genişleyen vadisinin bir kuytusunda yer alan Eğridere köyüne ulaştığında son bir gayretle köyün muhtarı Yüzbaşıoğlu Mehmet’i bulur. Muhtar, karşılaştığı köylülerin aksine ona yardımcı olur, köyün misafirhanesinde ağırlar, yaralarını sarar. O sırada köyde Zincirlikuyu Muharebesi sonrası köye sığınan ve Ahmet Rifat Kemerdere’nin tanıdığı Kuvvacı zabit arkadaşları da vardır. Hep birlikte Eğridere köyünde bir gece geçirirler. Muhtar, ertesi günü büyük bir cesaret örneği gösterir, oğlunu da rehber olarak Ahmet Rifat Kemerdere’nin yanlarına vererek, onların Mendegüme’ye ulaşmalarını sağlar. Bu onların kurtuluşu ve Kuvvacılar arasına katılmaları anlamına gelmektedir.
 
Eğridere'yi besleyen dereciklerden biri
(Mayıs 2012)
 
Eski Eğridere evlerinden biri
(Mayıs 2012)
 
Gökçen Efe’nin Kuvayı Milliye’ye katılma konusundaki tereddütlerini kim giderdi?
 
Celal Bey’in anılarında Hacı Halil isminde bir şahsiyetten söz edilir. O sıralarda Celal Bayar, ziyaretçilerin hiç eksik olmadığı Aydın-Köşk’teki karargâh olarak kullanılan binadadır. 1919’un Ağustos ayıdır zaman. Demirci Mehmet Efe de oradadır. Bir yemek sonrası ellerini yıkamak için Celal Bey dışarı çıktığında, elli ellibeş yaşlarında sakallı, sıhhatli, mahalli kıyafetler içinde; yağız, temiz ve sempatik bir ağanın evdekilerden bir kişi ile yüksek sesle konuştuğunu duyar.
 
Celal Bayar; İstiklal Madalyası ile...

 
“Gelen zat ısrar ile Demirci Mehmet Efe’yi görmek istediğini söylüyordu. “Tire’den geldim” sözü dikkatimi çekmişti. Ağa’ya arzusunu sordum: Yunan gâvuruna karşı cephe kurduklarını, başlarında Gökçen Hüseyin Efe’nin olduğunu, buraya silah, cephane istemek için geldiğini anlattı, kendisini de tanıttı:
-Gökçen Efe’nin yakın dostu, Tire’nin Dereli köyünden Hacı Halil Ağa…
Demek ki bütün emeklerimin, çektiğim sıkıntıların semeresini bugün elde etmiş oluyordum. İçimden gelen gerçek bir muhabbetle ağayı tebrik ettim. Gökçen’den, ailesinden, dostlarım kızanlarından bilgi edinmek istedim. Benim bu samimi ilgimi görünce, Ağa dikkatli dikkatli yüzüme baktı; “Kahrat’ta Efe’nin bir misafiri vardı; sakın siz o olmayasınız?” dedi. Ta kendisidir cevabını alınca bana sarıldı. Tamamen anlaşmıştık. Arzusunu yerine getirmeye çalışacağımı Ağa’ya temin ettikten sonra Gökçen’in nerede olduğunu sordum.
 
Gökçen ihtiyati bir tedbir olmak üzere köyde kalmış; dostu Hacı Halil Ağa’yı karargâha göndermiş. Efe’nin çekinmeden hemen gelip beni görmesini tavsiye ettim. Ayrıldık.”(9)
 
Cumhuriyet Döneminde Gökçen Efe'nin torunları ve gelini
(Kaynak: Sabahattin Burhan)
 
Gökçen Efe'nin yakınları Celal Bayar ile birlikte...
(Kaynak: Sabahattin Burhan)
 
Kendi güvenliği nedeniyle önce karargâhtan uzak bir köyde bekleyen ve daha sonra yukarıdaki çağrı üzerine Celal Bey’in yanına gelen Gökçen Efe yüksek kabul görür. Ziyaretin sebebi silah, lojistik destek ve mühimmattır. Görüşmede durgun görünen halini soran Celal Bey’e kendisi şu yanıtı verir:
 
“Yunanlılar bana dokunmadı, aksine itibar etti. Elimde silahımla serbest geziniyordum. Fakat “Nasılsın Efe, iyi misin?” dedikleri zaman, sanki anama avradıma sövüyorlarmış gibi dokunuyordu bana, fazla dayanamadım, önce davarları bir kolayını bulup Yunan işgal bölgesi dışına çıkarttım. Sonra da çoluk çocuğu Nazilli yakınında bir köye naklettim. Şimdi serbestim, gavurla vuruşmak istiyorum.”(10)
 
Bu konuşma Gökçen Efe’nin resmen Kuvayı Milliye hareketine katılımını temsil eder. Ama bu konuşmanın öncesi de vardır.
 
Eğridere akarken...
(Mayıs 2012)
 
Dağa Kaçtım gezginlerinden Ahmet Tamer, Eğridere göletlerinden birinin başında; eski bir hatıra...
(Mayıs 2012)
 
Hacı Halil Ağa ya da Halil Çöp Efe(11)
 
Hacı Halil Ağa, Hicri 1282/Miladi 1866 yılı Tire Dereli köyünün yaylasında doğar. Babası Musa, annesi Dudu’dur (Havva). Babası Yörük Musa Ağa, Avşarların Kızılışık boyundandır. Halil, ailenin 10 çocuğundan biridir. Kardeşlerinin isimleri sırasıyla şunlardır: Yörük Mustafa Ağa (Karasakal), Cennet (Topaloğlu), Ümmühan (Güllü) Bozköylü, Fadime (Tekeli) İmre, Yörük Hacı Halil (Çöpoğlu), Yörük Veli Ağa (Yunan işgali önce vefat etmiştir), Yörük Musa Ağa (evliydi; Çanakkale’de şehit düştü), Yörük İbrahim Ağa (Çöp), Süleyman (evliydi; Çanakkale’de şehit düştü) ve Raziye…
 
Hacı Halil (Çöp) Efe
(Hasan Doğan Arşivi)
  
Karaçamur'dan Eğridere'ye bakış
(Kasım 2015)
 
Halil’in çocukluğu yaylalarda koyun keçi güderek geçer. Hayatları sürekli Tire ile Aydın arasında bir göç serüveni şeklindedir. Yani Aydın Dağları ve onun saklı yaylaları Hacı Halil için hiçbir zaman bilinmez değildir. 17.yüzyılda hayvanlarının peşinde Tire-Aydın-Nazilli-Acıpayam-Konya Ermenek-Toroslar rotasında gelişen bu göçebe yaşam, Osmanlı Devleti’nin konargöçer Yörük obalarını vergilendirmek ve askere almak amaçlı yerleşik hayata zorlaması nedeniyle, Dereli köyü ile Karaçamur Yaylası arasındaki bir dünyaya sıkışır. Zeybeklerin Osmanlı’ya başkaldırdıkları 18.ve 19.yy.larda Aydın Dağları’nın kuzey-güney geçişlerinde bulunan bu yaylalar, bir anlamda “eşkıya” yatağı olarak işlev görürler. Hacı Halil Efe ile Gökçen Hüseyin Efe’nin kadim dostlukları da aslında o uzak yıllara dayanır.
 
Ovacık sırtlarında...
(MYC; Kasım 2024)
 
Hacı Halil Çöp'ün (Çöpoğlu) oğlu Musa Çöpoğlu
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Ovacık'tan Karaçamur'a doğru yürürken; Aydın Dağları'nın derin vadilerine doğru bakış; en sağdaki tepe Çaldede...
(Kasım 2024)
 
Babası Musa Ağa, oğlu Halil’i okutmak ister. Bu amaçla Halil, Tire-Bahçekahve Mevkii’ndeki bir medreseye verilir. Ancak babasının vefatı üzerine okuma serüveni yarım kalır; köyüne babasının bıraktığı hayvanlarının başına döner. Bu arada bir süre Tire’deki medreseye devam etmiş olması nedeniyle ona Molla Hacı Halil de derler.
 
Torunu emekli edebiyat öğretmeni Yakup Çöpoğlu, dedesinden şu şekilde söz ediyor:
 
“Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Tütün dahi içmezdi. Oldukça varlıklı bir aileye mensup olmasına rağmen şımarmamıştı. Varlıklı gibi yaşamazdı. Sade giyinirdi, kültürlüydü. İleri görüşlüydü. Aydın fikirli ve cömertti. Çevresinde ekmeğini yemeyen yoktu. Fakirleri evlendirir, kimsesiz çocukları sünnet ettirirdi. Çok cesurdu. Daima gülümserdi, fakat yerine göre sert konuşurdu. Zekiydi, dindardı. Sözü sağlam, katı iradeliydi. Sözüne sadıktı. Aşırı cesaretinin yanında, yerine göre aşırı inattı.”(12)
 
Hacı Halil Çöp Efe; istiklal madalyası ile...
(Hasan Doğan Arşivi)
  
29 Mayıs 1919’da Bayındır’dan gelen Yunan işgal kuvvetleri Tire’ye girerler. Yerli Rumlar, sevinçten çılgına dönerler bir anlamda. Türkler ise kasabada işgal gerçeğiyle yüz yüze kalmışlardır. Bir kısım idari yönetici düşmanla işbirliği yaparken, yerli halk ise vatanın içine düşürüldüğü durumdan dolayı çaresiz ve kederli haldedirler. İşgal bir hafta sonra Gökçen Efe’nin yüze indikten sonra yaşamını çiftçilik ve kır bekçiliği ile sürdürdüğü Fata’ya da ulaşır. Yunan kuvvetleri, Efe’yi gücendirmemek için ona azami bir dikkat ve ihtimam gösterirler. Serbestçe ve silahıyla dolaşmasına kimse ses çıkarmaz. Böyle bir iklimde bir gece kapısı çalınır; kapıya gelen bir köylü delikanlı koynundan bir mektup çıkararak, Gökçen Efe’ye uzatır:
 
“Eskiden Osmanlı’ya karşı zeybeklik ediyor, Kahramanlık yaptım sanıyordun. Zeybeklik yapacak zaman gelmiştir ve şimdidir. Memleketimizin bu acı hali, yüreğini sızlatmıyor mu? Haydi bakalım gayrı iş başına… Anlaşmak ve yapacağımız işleri kararlaştırmak için bir yer göster! Selam ederim, gözlerinden öperim oğlum.”(12)
İmza: Hacı Halil…
 
Dağa Kaçtım gezginleri; Karaçamur Yaylası civarında...
(Kasım 2015)
 
Eğridere vadilerinde...
(Mayıs 2012)
 
Bu mektubu Eğridere köyü üzerinde Karaçamur Yaylası’nda oturan Kızılışık aşiretinden Hacı Halil Ağa göndermişti. Hacı Halil ile Gökçen arasında sarsılmaz bir dostluk, unutulmaz hatıralar vardı. Mektubun sahibi, Efe’nin Yunanlılar elinde ve nezareti altında kalmasını hazmedemiyor, Yunanlılara karşı milli teşkilat yapılmasını istiyordu.
 
Fata (Gökçen) çınarları
(Mayıs 2008)
 
Karaçamur; Dibekdere...
(Kasım 2015)
 
Gökçen Efe, mektubu okuyunca son derece duygulanır ve mektubu getiren köylü gence şu mesajı Hacı Halil Ağa’ya iletmesini ister:
 
“Bak delikanlı; Hacı Emmime çok selam söyle, ellerinden öperim. Değerli mektubundan, nasihatlerinden çok sevinç duydum. Önümüzdeki Çarşamba günü Çobanköy yanında Sarı Kahya Çeşmesi’nde birleşelim, konuşalım. Böylece Hacı Emmi’me söyle.”(13)
 
Koyuncular Yaylası
(Mayıs 2016)

 
Karaçamur Yaylası ve Eğridere Vadisi
(Mayıs 2012)
 
Belirtilen buluşma gününde Gökçen Efe, yanında Kara Hüseyin Efe olduğu halde Hacı Halil Ağa ile Çobanköy yakınlarındaki Sarı Kahya çeşmesinin başında buluşurlar. Ürettikleri karar şudur:
 
“Ortak besledikleri koyunları düşman elinde bırakılmayacak, köy delikanlılarından arzu edenler, aileleri ile birlikte Kahrat’tan kaçıp, Karaçamur’daki Hacı Halil Ağa’nın obasına gidecekler, burası başlayacak milli mücadele hareketinin merkezi olacak.”(14)
 
Tire'de Eski Askerlik Şubesi Binası
(Kasım 2006)

Tire; Dere mahalledeki eski evler
(Kasım 2006)

Bu buluşmadan 4 gün sonra Hacı Halil Ağa, Kahrat’a gelir. Gökçen Efe’nin evinde bir toplantı yapılır. Yunan işgalcileri Gökçen Efe’ye güvendikleri için şüphelenmezler. Toplantıya bir takım fedakâr gönüllüler de katılır. Bunların içinde Celal Bey’in Fata günlerinden tanıdığı Gökçen Efe’nin arkadaşları da vardır: Kara Hüseyin, Eskici Mehmet, İlyas Çavuş, Sartlı Halil, Hacı Mustafa yeğeni Koca Mustafa, Bağrıaçık oğlu Mehmet, Halil’in kayınbiraderi Mehmet Ağa, Deşteban Hüsnü Paşa gibi… Gökçen Efe, toplantıdakilere şu konuşmayı yapar:
 
“Arkadaşlar, bu gâvurların içinde durmak bize haramdır. Allah’tan ümidinizi kesmeyin. Kimin hayvanı yoksa benim “öyrek”ten gitsin beğendiği hayvanı tutsun, ikişer kat çamaşır heybelerinize katın, birer de kaput alın, ailelerinize tembih edin; bu kararınızı analarına bile söylemesinler, bu akşam dağa çıkacağız. Hepiniz evinizde hazırlanıp hayvanına binsin, gece beşte köyün kıblesine düşen ve hepinizin bildiği koca tarlanın içindeki “taşlıca armudun” dibinde toplanalım. Çoluk çocuğunuzu da alın. Eğer köyden çıkarken herhangi bir düşmana rast gelir de hakkından gelemeyecek olursak, birbirimizin çocuklarını öldürelim; tek düşmana teslim olmayalım. Söz söz mü arkadaşlar?”
 
Toplantıya katılan zeybeklerin hepsi bir ağızdan yanıtlarlar:
“Evet, Efe ölmek var, dönmek yok. Söz veriyoruz.”(14)
 
Tire-Hacı Şerif Evi
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
 
Hacı Şerif Evi'nin bahçesindeki havuz
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
 
Havuzun kıyısındaki süsleme
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
 
Sözleştikleri gibi ertesi günü Pazar akşamı Gökçen Efe ile Hacı Halil Ağa, köyün kahvesinde Rumları şüphelendirmemek için onların arasında görünürler. Daha sonra kahveden ayrılarak “taşlı armudun” yanında bekleyenlerle birlikte buluşup Karaçamur Yaylası’na doğru yola çıkarlar. Maceralı bir yolculuk olur gece karanlığında. Önce yollarını şaşırırlar, daha sonra Rum gözcülerini atlatırlar bir şekilde. Sonunda bilinmez dağ geçitlerinden ve sık ormanların arasından tırmanarak çileli bir yolculuk sonrası geç vakit Karaçamur Yaylası’na ulaşırlar.
 
Geçen ay sonsuzluğa uğurladığımız arkadaşımız Aydın Aydemir Peşrefli-Karakaya yürüyüşü'nde Karakaya'nın zirvesini işaret ederken...
(Şubat 2014)
 
Karakaya'nın eteklerindeki Kapan Çeşmesi
(Şubat 2014)
 
Karakaya yolunda Kımıl Beli'nin isimsiz mezarları
(Şubat 2014)

Düşmana İlk Baskın; Fata’nın (bugünkü Gökçen kasabası) basılması
 
Gökçen Hüseyin Efe ve kızanlarının Yunan işgal kuvvetlerine yönelik ilk baskını Fata’daki Yunan askeri karakoluna düzenlenir. 16 Ağustos 1919 günü gerçekleşen baskını, 5-6 gün sonra Köşk’e ulaşan Gökçen Efe kendi ağzından şöyle anlatır:
 
“Sizden ayrıldıktan iki gün sonra toplanan ellibeş altmış arasındaki gönüllülerle, Yunanlıların Fata içindeki sınır karakollarına hücum etmek kararı verildi. Karaçamur köyünden (yaylasından) kalktık. Peşrefli köyü üzerindeki Üçceviz Mevkii’nde Dede’nin Bahçesi’ne vardık, gece olmuştu. Burada Peşrefli köylüleri, kumanya hazırlayıp bize ikramda bulundu. Ertesi günü şafak ile beraber herkes ayakta idi. Çetenin kumandanı veya kurmay makamında olan heyeti topladım. Bunlar benden başka Hacı Halil Ağa, senin Kahrat’tan tanıdığın Eskici Mehmet Efe ve tecrübeli birkaç zeybek arkadaşımdı. Önce Fata’ya değişik kıyafetle adam gönderip düşmandan bilgi edinmeye karar verdik. Bu işi yapacaklar; Fata’dan Bağrıaçık Hacı Hasanoğlu ile Dereli Hasancıoğlu Ali Efelerdi. Bunların getirdikleri bilgiye göre Yunanlıların kuvveti, Fata’da jandarma karakolu ile okul binasında bulunuyordu. Derhal tertibat aldık. Tire’nin Osmancık köyünden Hocaoğlu Molla Mehmet Efendi idaresindeki iki kişi Tire ve Ödemiş ilçelerine bağlı telefon hatlarını kesmekle görevlendirildi. Elli iki kişiden ibaret gönüllülerimiz altı müfrezeye ayrıldı. Bunlardan Kara Hüseyin Efe, Büyük Kemerdere’den Ahmet Efe, Halil Bey Efe, Kuru Hasan Efe, Molla Velioğlu Ali Efe Hacı Halil Ağa’nın kumandasına verildi. Gökçen Efe, hepsine kumanda etmekle beraber yanında on kişi bulunuyordu.
 
Tire Boynuyoğun kahvehanesi
(Kasım 2007)
 
Tire-Peşrefli köyünün üzerindeki Peşrefli Kalesi'nden Gökçen (Eski Fata) kasabasına bakış
(Kasım 2007)
   
Kara Hüseyin Efe Kahrat köyünden gelen yol üzerine; Ahmet Efe, Halil Bey Efe ve Kuru Hasan Efe, Tire’den gelen yol üzerine; Molla Ali Efe ve kızanları, Fata’nın tarafına; Hacı Halil Ağa, Fata’nın güney cihetine; ben de (Gökçen Efe) on arkadaşımla doğu yönüne cephe alıp Fata’yı her yanından çevirdik. Saat 16.30’da hep birden taarruza geçtik. Yunanlılar karavanadan henüz kalkmak üzereydi. Bu ani hücumdan şaşırmışlardı. Düzensiz bir durumda silaha sarıldılar, müsademe başladı. Benim (Gökçen Efe) ve Hacı Halil Ağa’nın müfrezeleri, derhal cami önünde yerleşti. Burada kaçan Yunanlılar, okul binasına sığınmak için koşarlarken keklik gibi avlanıyordu. Tire yönündeki müfreze de karakolda kalanlara ateş ediyordu. İki taraftan fasılasız kurşun yağıyordu. Meydanda kalan zeybekler için durum oldukça tehlikeli idi. Hacı Halil Ağa’nın hatırına karakolu yakmak geldi ve derhal teşebbüse geçti. İki tarafın kurşunları arasında sırığın ucuna bağlanmış gazlı bez ve saz demetleri ile karakol ateşe verildi. Bina içinde mermi ve bombaların patlamasından baş gösteren gürültü ve ateş içinde dışarıya fırlayan Yunanlılar hemen vuruluyordu.
 
Peşrefli sırtlarından Küçük Menderes Ovası'na bakış
(Şubat 2014)
 
Peşrefli üzerindeki Kımıl sırtlarından Yenişehir ve Osmancık vadilerine bakış
(Şubat 2014)
 
Saat 19 sıralarında müsademe sona erdi. Kahrat köyü düşmandan temizlenmişti. Maalesef benim (Gökçen Efe) bizzat kumanda ettiğim kuvvetten Adagümeli Mustafa Bey ile Kara Hüseyin Efe müfrezesinden Kahratlı Kocaoğlan oğlu Osman Efe şehit düştü. Kemerdere’den Molla Velioğlu Ali Efe yaralandı. Burada baskına uğrayan Yunan kuvvetinden ancak üç, dört kişi kurtulabildi. Diğerleri tamamen öldürüldü. Fazla olarak, Fata okulunun yanında küçük bir binayı Yunanlılar cephane ambarı yapmışlardı; buradaki tüfenk, makinalı tüfenk, bomba, cephane ve çeşitli askeri teçhizat ele geçirildi.
...
Düşman ani ve şiddetli baskınımızdan o kadar şaşırdı ki, kaçarken silahını bırakıyor, iki eliyle başını tutarak rast geldiği çukura, kuyuya kendisini atıyordu. Fata’yı ele geçirdiğimiz sırada düşmanın Ödemiş’ten, Tire’den getirdiği kuvvetlerle bizi çevirdiğini anlamıştım. Buradan hemen çekilmeliydik. O halde düşmanın ihata çemberinin hangi noktasından vurup çıkmalıydık? Düşman bizim için serbest saha olan dağ yönünü tercih edeceğimizi hesaplar, daha ziyade kuvvetlerini burada toplar, ova cihetinde hafif perde halinde bir kuvvet bulundurur. Bu düşünceye göre bütün kuvvetlerimi topladım, ova yönünü gösterdim. Düşman istilası altındaki yerlere doğru yürüyüşü, gerekirse vuruşmayı emrettim. Bizi çeviren düşman kuvvetlerinin dışına çıktım. Düşmanın arkasından geniş bir daire çevirerek dağa, Ovacık Yaylası’na vardım. Şimdi hepsi selamettedir.”(15)
 
Üçyol Muharebeleri'nin olduğu Aktaş tepeleri
(Kasım 2016)
 
Mendegüme yolunda Aktaş Mevkiii
(Kasım 2016)
 
Fata Baskını’nı Aydın’daki milli kuvvetlerle birlikte dağlık arazide gerçekleştirilen Üçyol Muharebeleri takip etti.(16) Gökçen Efe ve kuvvetleri Üçyol’da iken, Karaçamur’da harekât merkezini korumakla görevli bıraktıkları Hacı Halil Ağa’nın kardeşi Mustafa Ağa, az sayıda savaşçı ile Fata’yı basmış ve köyü ele geçirmişti. Gelen habere göre Gökçen’den destek istemekteydi. Kayadan kayaya seken birer satir misali Yörükler, ovaya vardılar. Fata’yı Yunan kuvvetleri dört bir yandan çevirmiş; Tire’den ve Ödemiş’ten gelen destek kuvvetleriyle adeta kasabayı muhasaraya almışlardı. Gökçen Efe, parlak zekâsı ve üstün savaşçı özelliğiyle savaşçılarının az bir miktarını kuşatma karşısında bırakıp, düşmanı yanıltarak kuvvetlerinin tümünün Peşrefli Boğazı’ndan Karaçamur’a salimen ulaşmasını sağladı.
 
Karakaya sırtlarından ovaya bakış
(Şubat 2014)

Kımıl Çeşmesi; sarı sulu...
(Şubat 2014)

Tire’den gelen Nasihat Heyeti ve Ovacık Muharebesi
 
Fata Baskını’nın Tire’deki yankıları büyüktü. Gökçen Efe’nin Tire’yi de basacağı söylentileri alıp yürümüştü ortalıkta. Yunan işgal kuvvetlerinin komutanının pek güvendiği Tire Müftüsü Adanalızade Hacı Mehmet Efendi, işgal komutanının izniyle Hoca Sunullah Efendi ve Ayvaz oğlu Mehmet Bey’in de içlerinde olduğu bir nasihat heyeti oluşturarak Karaçamur Yaylası’ndaki Gökçen Efe’nin yanına gittiler. Heyet bir gece Karaçamur’da kaldı. Heyetin gelişinin gerçek nedeni, Tire’ye bir baskın yapmaktan Efe’yi vazgeçirmekti. Celal Bey’in aktarımlarına göre; bu istişarenin sonucunun ne olduğuna dair bir kesin bilgi olmamakla birlikte Gökçen Efe’nin Kurtuluş yanlısı Sunullah Bey’den değerli öğütleri aldığı belirtilmektedir.
 
Tire'de Suratlı yakınlarında eski konaklardan biri
(Aralık 2015)
 
Yörükoğlu İbrahim Evi
(Şubat 2023)

Heyet Tire’ye döndükten yaklaşık 15 gün sonra Yunanlılar, Tire üzerindeki Gökçen Efe baskısına kesin bir çözüm getirmek niyetiyle donanımlı bir piyade alayı hazırlamışlardı. Tire’den gelen mektuplar, yeni duruma dair bilgileri Gökçen Efe’ye iletmekteydi. Mektupta “Kemerdere yoluyla Gökçen’in karargâhı Karaçamur’a taarruz edileceği, Sarı Kahya Çeşmesi’ndeki milli kuvvetler üzerine de düşmanın Fata yoluyla yürümekte olduğu” bilgisi yer alıyordu. Gökçen Efe, Ovacık Yaylası’nın girişindeki Narpızlık olarak bilinen tepenin üzerinde, Dallık yönünden gelip Kılçık Tepe’de üslenecek Yunan kuvvetlerine karşı mevzilendi. Ovacık Muharebesi olarak anılan çarpışmalar bu iki tepelik arasında üslenen Yunan ve Türk kuvvetleri arasında gerçekleşti.
 
Gökçen Efe kuvvetlerinin pusu kurduğu Ovacık Yaylası'ndaki Narpızlık (yaban nanesine Tire havalisinde narpız ya da narpuz derler) sırtları
(Kasım 2024)
 
Pusu sonrası Yunan askerlerinin kaçıştığı Kılçık Tepe
(Kasım 2024)
 
Şafaktan sonra düşman Kemerdere köyünün üstünden görünmeye başladı. Yunanlıların bir kısmı köye girdi; buradan Molla Veli oğlu Ali Efendi’nin kayınbabası Hacı, Topçuoğlu Mehmet, Kadir oğlu Ahmet Ağalarla köy hocasını kılavuz olarak aldılar. Yunan kuvvetleri; önde Türk kılavuzlar, arkada askerler olmak üzere bu şekilde Ovacık Yaylası önlerinde pusuya girdiler. Gökçen Efe, Narpızlık üzerinde mevzilenmişti. Gelenler menzil içine girdikleri vakit, umumi ateş işareti anlamına gelen Gökçen Efe’nin elindeki tabanca patladı ve birden Türk kuvvetlerinin Narpızlık sırtlarından ateşi başladı. İlk anda vurulan Yunan askerleri yerlere saçıldı. Ağır teçhizatlarla Ovacık Yaylası’na ulaşmış olan Yunan kuvvetleri ilk darbe sonrasında, Kılçık Tepe’nin ardına mevzilendiler. Çatışma sesleri üzerine Yunan topçuları da ateşe başladı. Yoğun bir çarpışma vardı. Karşılıklı ateş öğleye kadar devam etti. Ancak; savaşın ilerleyen koşullarında Yunan birliklerinin topçu üstünlüğü, Ovacık yakınlarındaki Sarı Kahya Çeşmesi’nde iyice açığa çıktı. Gökçen’in emriyle birlikler Karaçamur Yaylası’na doğru geri çekildiler. Bu çarpışmalarda Celal Bayar’ın anılarında belirtilenlere göre Çeriközü’nden Çataloğlu, Fata’dan Ramazan oğlu Mustafa Ağa ve Gökçen’in baş kızanlarından Sartlı Halil Efe şehit olmuştu. Biz bugün Söğüt Gediği’nden ilerideki savaş alanında dolaşırken, bu şehitler için yapılmış iki adet temsili mezarın üzerlerinde ise “Gökçen’in kızanı Katip Ahmet” ve “Gökçen Efe’nin kızanı Halil oğlu Mustafa” isimlerini okuduk. Yakup Çöpoğlu'nun aktarımına göre ise, bunlara ilave olarak; Çeriközü'nden Çatalbaş lakaplı bir zeybeğin de burada şehit düştüğü belirtilmektedir. Ovacık Muharebesi sonrası Karaçamur’daki Kuvayı Milliye karargâhının mevcudiyeti tehdit altındaydı. Bu nedenle Gökçen Efe’nin kuvvetleri, Karaçamur Yaylası’ndan Mendegüme yönünde geri çekildiler.
 
Karaçamur yakınlarında Dibekçiler civarında Halil Efe'nin mezarı
(Mayıs 2012)
 
Ovacık çöğenleri
(Mayıs 2012)
 
Ovacık Muharebesi’nden sonra…
 
Bu durum, başta Gökçen Efe olmak üzere zeybeklerin canını sıkmaktaydı. Üzümlü Deresi’ndeki cephe karargâhında, Bozdağ’da ve Gölcük’te diğer efelerle yapılan toplantılarla Yunan kuvvetlerine ders niteliğinde Ödemiş’e bir saldırı düzenlenmesi planlanıyordu. Bu arada düşmanın ikmal yollarını kesmek amacıyla, Küçük Menderes Ovası’nda; Bayındır’da Uladı Köprüsü ve Hacı İlyas Tepesi ilerisinde yer alan Doyranlı Köprüsü havaya uçurulmuştu. Gökçen Efe, Yunanlılara karşı saldırı iznini almak üzere Köşk’e gitmişti. Ancak yaptığı görüşmeler sonrasında Aydın’da bulunan 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Aker’den gerekli izni alamamıştı. Dönüş yolunda; dağda Yunan kuvvetlerinin Üzümlü Deresi’ne büyük bir saldırı düzenledikleri haberini aldı. Bu durum, onun için can sıkıcıydı. Gece vakti ulaştığı cephede gönüllülerin savaş hattından Keldağ’a doğru çekildiklerini gördü. Bu iyi haberdi.
 
Ödemiş-Keldağ'a çıkarken...
(Haziran 2014)
 
Dağa Kaçtım; Keldağ'da...
(A.Aydemir; Haziran 2014)
 
Bundan sonra olaylar şöyle gelişti:
 
Yunanlılar, zeybeklerin geri çekildiğini görünce cephenin çöktüğünü sanarak ve ihtiyatsızca ilerlemeye başlarlar. Yunanlıların arkadan pervasızca atış menziline girdiklerini gören zeybekler, Gökçen’in talimatına uyarak gizlendikleri yerlerden düşmanı yoğun yaylım ateşine tutarlar. Yunan kuvvetleri, neye uğradıklarını şaşırırlar. Gökçen’in kuvvetleri bunu fırsat bilerek, dağdan dağa atlayıp Gölcük’e; daha sonra da bir gecelik dinlenmenin ardından Birgi üzerinden Kaymakçı kasabasına ulaşırlar. Bu sırada Hacı Halil Ağa da Nazilli’den getirdiği silah ve cephane ile arkadaşlarına burada katılır.
 
Beydağ-Nazilli Kuvayı Milliye yolu üzerindeki küçük şelale
(Mayıs 2008)
 
Kaymakçı Muharebesi ve Gökçen Efe’nin Şehadeti
 
Bu olaydan üç dört gün sonra Yunanlıların Ödemiş’ten Adagide ve Üçyol cephesine silah ve mühimmat nakledecekleri bilgisi alınır. Bunun üzerine zeybekler, yol üstünde pusu kurarlar ve baskını yiyen Yunan birliğini darmadağın ederler. Gökçen Efe, 13 Kasım 1919 günü hastalanır. Efe’nin hastalığını haber alan Yunan birlikleri, 16 Kasım 1919 günü Kaymakçı önlerinde saldırıya geçer. Bu savaş Gökçen Efe’nin şahadeti ile son bulacak muharebedir.
 
Kurtuluş sonrası 1920'li yıllar; Ödemiş -Mezarbaşı, Muallimler Birliği'nin Cumhuriyet kutlaması
(Kaynak: Kaya Bengisu, "Koca Doktor" Mustafa Bengisu kitabı; Ödemiş Belediyesi Yayınları)
 
Muharebeye katılan zeybeklerden Ödemişli Mehmet Kara Efe (Hacı Mehmet Kara Erkek) çarpışmayı ve Gökçen Efe’nin vurulmasını şöyle anlatmaktadır:
 
Kaymakçı-Kurucaova arasında Almunlar Tepesi’nde Yunan, istihkâm kazmış, mevzilenmişti. Aramızdaki çarpışmada ölenin hesabını bilmiyorum. Bir gece Yunan hazırlanıp baskın yaptı. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Daha önceden hasta olan Gökçen Efe, biraz tedaviden sonra iyileşir gibi olmuştu. “Hemen atımı getirin” dedi. “Gökçen, sen gitme” dedilerse de dinlemedi: “Ben gitmeyince olmaz” deyip atına bindi. Almun Tepesi’nde Yunan askeriyle yirmi metre mesafede karşı karşıya geldik. Atından inerek diz çöktü ve ateşe başladı. Yedi sekiz düşmanı devirdi. Ayağa kalkınca mitralyöz kurşununa hedef oldu. Kolundan tutup yüz metre kadar götürdük. Orada ruhunu teslim etti. Yunanlılar, Gökçen Efe’yi karşılarında görünce silahlarını bırakıp kaçarlardı. Yerli Rumlar, Efe’nin şehit olduğunu işitince şenlikler yapmışlardı.”(17)
 
Albay Şefik Aker, Çanakkale Savaşları sırasında yaveriyle...
 
Albay Şefik Aker’in Genelkurmay Başkanlığı’na genel rapor niteliğindeki 57.Tümen ve Aydın Milli Cidali adlı eserinde Gökçen Efe’den şu şekilde söz edilmektedir:
 
Gökçen Efe, Türk vasıflarını taşıyan, şuurlu, cesur, çok vatansever bir Türk yiğidiydi.
 
Onun, ben de derin izler bırakan şu vasıflarını zikretmeden geçemeyeceğim. O, Yunanlılarla ne şan ve şeref için, ne de herhangi bir menfaat için çarpışmıştı. Sırf, Türk vatanı, Türk şerefi için çarpışmıştı. Onun bütün sözleri, bunun etrafında dönerdi. O iki tarafa ayrılmış gibi duran zeybek partilerinin hiçbirisine taraftarlık göstermemiş, her iki tarafla hoş ve tarafsız geçinmişti. Şahsi dedikoduları kulağına sokmaz, hiç kimsenin arkasından atıp tutmaz, söyleyeceği varsa yüzüne karşı söyler, temiz hareketiyle subayların saygısını sevgisini kazanmıştır. Akli ve haklı mütalaa ve tavsiyelerini kabul eder, maiyetini halkın hukukuna tecavüzü şiddetle meneder, kendisinin yüksek izzeti nefsine ve şerefine herkesten nasıl saygı beklerse, kendisi de herkesin şerefine, izzeti nefsine saygı beslerdi. Bütün gençliğini zeybeklikte, çarpışmalarda geçirmiş olduğundan küçük cenklerde mahirdi.
 
Gökçen Efe'nin şehadetini bildiren raporun aslı ve tercümesi
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Üzerine gelen düşman, ne kadar çok olursa olsun telaşa kapılmaz, metin bir azim ve iman ile en çok yapılabilecek işi şuurlu bir cüretle yapmaktan çekinmez bir yaradılışta idi.
 
Aydın havalisi milli savaşında Gökçen Efe, bilaistisna herkesin sevgisini kazanmış bir kahramandı. Onun vatani kahramanlığına şükran olmak üzere Fata nahiyesine Gökçen adının verildiği malumdur.
 
Şehit Gökçen Efe’nin yetim olan küçük oğlu ile kızını bugün İktisat Vekili olan ve Gökçen’in de bir mürşidi olan İzmir Saylavı (milletvekili) Bay Celal’in himaye ettiğini ve onları mekteplerde okutmakta olduğunu da derin şükranlarımızla işittik.”(18)
 
Gökçen Efe'nin Kaymakçı-Maşattepe'deki anıt mezarı
(http://www.erolsasmaz.com/?oku=1763)
 
 
Gökçen Efe'nin mezar kitabesi
(Hasan Doğan Arşivi)
 
Celal Bayar’ın ifadesiyle; bu sözlere ilave edilecek kelime bulmak zordur. Gökçen Hüseyin Efe, Küçük ve Büyük Menderes bölgeleri Kuvayı Milliyesi’nin parlak bir yıldızı idi.
 
Gökçen’den sonra…
 
Gökçen Efe, şehit edildikten sonra, savaşçılarının başına; işgal sırasında 53 yaşındayken dağa çıkan, baş kızanı ve bir anlamda akıl danıştığı insan; “Hacı Emmim” diye saygı gösterdiği Hacı Halil Ağa geçer. Kurtuluş Savaşı’nda Meclis’in düzenli orduya geçiş kararına dek, Hacı Halil Efe’nin yönetiminde çete savaşları sürdürülür.
 
Başyayla'dan inişte Lübbey köyü; zeybek yatağı
(A. Aydemir; Haziran 2014)

Keldağ'ın çevresindeki topografya
(A.Aydemir; Haziran 2014)
 
Hacı Halil Efe, Aydın’ın kurtuluşuna Yörük Ali Efe ile birlikte katılır. Kurtuluş sonrasında çocukluğunda okuduğu medresenin yakınlarındaki Bahçekahve’ye yerleşir. Soyadı Kanunu çıkınca, Hacı Halil Efe, zayıf olduğundan ötürü Çöpoğlu soyadını alır. Kurtuluş sürecinde göstermiş olduğu fedakârlıklar ve hizmetlerinden dolayı İstiklal Madalyası töreni için Ankara’ya çağrıldığında; “Ben mücadelemi madalya ve para için yapmadım. Ne yaptımsa vatan için, namus için yaptım!” diyerek Ankara’daki törene katılmaz. Sonradan sadece İstiklal Madalyası’nı kabul eder. 1937 yılına kadar eski Tire Devlet Hastanesi’nin Acil girişinin karşısındaki evde oturur. 1938 yılında yeniden Dereli köyüne döner. Hacı Halil, torunu Yakup Çöpoğlu'nun nüfus kayıtlarına dayanarak yaptığı aktarıma göre 29 Aralık 1938 tarihinde bu dünyaya veda eder ve Dereli köyündeki eski köy mezarlığına gömülür. Dereli köyü mezarlığında bulunan mezarının başındaki taşta ise, ölüm tarihi 20 Kasım 1939 olarak yazmaktadır.
 
Hacı Halil Çöp'ün (Çöpoğlu) Dereli köyündeki mezarı
(Ekim 2016)

Hacı Halil Efe'nin Dereli köyündeki mezarının genel görünümü
(Ekim 2016)
 
Yürüyüşün Hikâyesi
 
Sabah 9.30 gibi İzmir yolcuları yağmur hazırlığında bir havanın eşliğinde Tire’ye girdiler. Hasan Hoca ile sözleştiğimiz üzere, Tire’deki mutad buluşma yerimiz Çınaraltı’nda durmadık bu kez. Tire’nin doğusunda yer alan Karacaali’ye doğru ilerledik. Onlarla dağda; Söğüt Gediği’nde buluşacaktık. Tire Asri Mezarlığı’nın yanındaki sapaktan Karacaali’ye doğru yöneldik. Dallık yoluna sarmadan; düzlükteki kavşakta yer alan Kuyulu Kahve derbeder vaziyetteydi; kapanmıştı. Üzüldük. Çünkü hatıralarımız vardı o kahvede.
 
Kuyulu Kahve'den eski bir hatıra
(Mart 2019)
 
Karacaali yolunda birkaç köylüyle karşılaştık sadece. Sabahın mahmurluğu vardı sokaklarda. Dallık levhasını takiben Güme Dağı’na doğru tırmanmaya başladık. Geçen yıl Efeler Yolu rotalarından birisinde Dallık üzerinden Ovacık Yaylası’na doğru hayatın yeni uyandığı İlkbahar günlerinden birinde yürümüştük. Bugünkü hedef ise, Gökçen Efe’nin Yunan işgalcilerine karşı direniş ateşini tutuşturduğu Ovacık ve Karaçamur Yaylaları idi. Ovacık ve özellikle Karaçamur Yaylaları su yönünden oldukça zengin alanlar olarak biliniyor yörede. Yıllarca Yörüklerin hayvanlarıyla birlikte göç ettikleri yükseklerdeki yaylalar olarak bilinen bu havaliden Aydın Dağları’nın kalbine doğru ilerleyen geçişler başlıyor. Çok uzaklarda; güney doğu yönünde Aydın’ın tepesindeki Paşa Yaylası’nı, hemen Karaçamur Yaylası’nın dibinden yükselen ve geçişin kilidi gibi duran Tavşan Dağı’nı, Peşrefli köyünün arkasında bir duvar gibi yükselen Karakaya’yı ve Tire ile İncirliova köylülerinin hafızasında yer etmiş Türkmenlerin kadim Mahya şenliklerinin mekânı Çaldede Zirvesi’ni çevre topografyadaki önemli yükseltiler olarak sayabiliriz.(19)
 
Ovacık Yaylası'na doğru...
(Kasım 2024)
 

Ovacık yolu üzerinde buluşma noktamız olan dut ağacının dibindeki çeşme
(Kasım 2024)
 
Dallık’a kadar tırmandıktan sonra asfaltı takip ederek, önce Yamandere kavşağına, daha sonra da Ovacık Yaylası’na doğru ilerleyen bozuk yayla yoluna vasıl olduk. Hava yükseldikçe epey soğudu. Hasan Hoca ile Halil Çöp’ün (Çöpoğlu) torunu Yakup Çöpoğlu, bizi yaprakları sararıp dökülmekte olan bir dut ağacının dibindeki çeşme başında beklemekteydiler. Söğüt Gediği’ne daha epeyce mesafe vardı. Yakup Bey, bize burada Ovacık Muharebesi’nin geçtiği alanları; Gökçen Efe’nin kuvvetlerinin pusu kurduğu Narpızlık sırtını ve bu pusuya düşen işgalci Yunan askerlerinin şaşkınlıkla sığınıp mevzilendikleri Kılçık Tepe’yi gösterdi; muharebe koşulları hakkında bilgi verdi.
 
Ovacık Yaylası yolunda...
(Kasım 2024)
 
 Ovacık yolunda çeşme başında buluşma anı
(Kasım 2024)
 
Bu muharebede yukarıda da belirttiğimiz gibi üç şehit vermişti Gökçen Efe’nin gönüllüleri. Bu çarpışmalarda şehit olanlar için Söğüt Gediği’nden Ovacık Yaylası’na doğru ilerleyen tali asfalt yolun kıyısındaki alçak bir tepede, iki temsili mezar yapılmıştı. Aslında şehitler anlatılanlara göre; savaş koşullarında biraz aşağıdaki düzlükte, farklı yerlerde gömülü idiler. Temsili mezarların üzerinde ise, kurtuluş için gözünü kırpmadan ölen bu isimsiz kahramanlar adına bir bayrak direğinin ucundaki ay yıldızlı bayrağımız dalgalanmaktaydı; ama ne yazık ki bayrağımız rüzgârdan zarar görmüş ve yırtılmıştı. Bu durum bizi üzdü.
 
Ovacık şehitleri için yaptırılan temsili mezarlar
(MYC; Kasım 2024)

Ovacık'tan Karaçamur'a
(MYC; Kasım 2024)
 
Şehitler Tepesi'ne bakış
(Kasım 2024)
 
Arabaları Söğüt Gediği’ne bıraktık ve yürümeye başladık. Hava oldukça rüzgârlıydı. Çevre topografyaya sarı renk hâkimdi. Her şey, ama her şey sararmıştı. Yaylada sayısız ahlat ağacının yanından geçtik. Ahlat armutlarından erenler yerlere dökülmüştü hep. Her biri benzersiz lezzetteydi. Yemeye doyamadık. Ve sonra yaylanın cevizleri başladı sağda solda. Sırtlar ve vadi koyakları, hep ceviz ağaçlarıyla kaplıydı. Çoğunlukla cevizler toplanmıştı, ama sanki dağ başının yolcuları ve oraları mesken tutmuş kurdu kuşu da nasiplensin diye üzerlerinde ve yerlerde bir kısmı da bırakılmış gibiydi. Biz o izlenimi edindik.
 
Gezginlerin ahlat armudu toplama (taraş) telaşı  
(MYC; Kasım 2024)
 
Dağa Kaçtım gezginlerinin Ovacık-Karaçamur yol hatırası
(MYC; Kasım 2024)

Ovacık Yörük Mezarlığı
(Kasım 2024)
 
Ovacık Yaylası’na dek bir kısmı asfalt, bir kısmı stabilize toprak yoldan yürüdük. Başımızın üstünde uçan kuzgunlar vardı. Onlar da ceviz derdindeydiler. Yol boyunca sık sık sararmış yaprak yığınlarının arasında ceviz taraşı (yere düşen meyvelerin aranıp bulunarak toplanmasına Tire yöresinde verilen isim) yaptık.
 
 
Ovacık Yörük Mezarlığı
(Kasım 2024)

Ovacık Yaylası'nda ceviz taraşı
(Kasım 2024)

Ovacık Yörük Mezarlığı'nda yer alan bir Osmanlı mezar taşı; 1214 Hicri (1799 Miladi) tarihini taşıyordu.
(Kasım 2024)
 
Bir tepeyi aştıktan sonra Ovacık Yaylası’nın Yörük Mezarlığı göründü. Balballar, üzerinde Osmanlıca yazılar yer alan mezar taşları çevreye dağılmış vaziyette durmaktaydı. Birkaçını okumaya çalıştık. Genellikle üzerinde yazı ve tarih olanlar 19.yüzyıldan kalmıştı. Ama mezarlıkta yakın döneme ait mezarlar da bulunmaktaydı.
 
Ovacık yaylasında dağ karanfilleri
(Hasan Doğan; Kasım 2024)

Yörük Mezarlığı'nda yer alan balballar
(Kasım 2024)

Ovacık'tan Karaçamur'a doğru; Yörüklerin yüzlerce yıllık göç yolundayız.
(Kasım 2024)
 
Güneyimizde uzanan vadiler; önde sapsarı eğrelti otları, arkada ise Çaldede ve başka zirveler var.
(Kasım 2024)
 
Sararmış kuru otlar arasında baş vermiş güzelim dağ karanfilleri gördük. Gevenlerin iki türü vardı yaylada; ama hepsi uykudaydı artık. Ovacık Mezarlığı’ndan sonra toprak yoldan ayrılarak güneye doğru; rehberimiz Yakup Bey’in Yörüklerin yüzlerce yıl kullandığı “göç yolu” olarak adlandırdığı bir patikaya yöneldik. Bir süre bayır aşağıya ve yoğun cevizliklerin içinden yürüdük.
 
Yörükler bu patikayı yüzlerce yıl ovadan yaylalara hayvanları ile birlikte göç etmek için kullandılar.
(Kasım 2024)
 
Ovacık Yaylası'nda ahlat armutları
(Kasım 2024)

Gezginler, Ovacık Yaylası'nda bir dere yatağına doğru iniyorlar.
(Kasım 2024)

Her yerde, her zaman ceviz taraşı; Ovacık Yaylası'nda...
(Kasım 2024)
 
Giderek derinleşen bir vadiye doğru alçalan patika, Yakup Çöpoğlu’nun aktarımına göre; bizi Karaçamur Yaylası’na toprak yolla kıyaslandığında, kestirmeden ulaştıracaktı. Güney yönünde Tavşan Dağı, arkamızda Çaldede ve en uzaklarda Paşa Yaylası’nın zirvesi fark ediliyordu. Her yanımız sapsarı eğrelti otlarıyla kaplıydı.
 
Üzerinde meyveleriyle dere yatağında kızlar elması ağaçları
(Kasım 2024)

Karaçamur'a doğru...
(Kasım 2024)

Sapsarı  bir uykuya dalmış gevenler
(Kasım 2024)

Yol boyunca ahlat armutlarının ve Ovacık cevizlerinin tadına baktık. Bu fasılalarla kesilen yolculuğumuz, bir süre sonra bir dere yatağının kıyısında son buldu. Derede su ve her iki kıyıda böğürtlen çalılarının yoğun dikenli örtüsü vardı. Derenin karşı yamacında ceviz ağaçlarını budayan bir köylüyle karşılaştık. Dereyi nereden geçebileceğimizi sorduk; o bize ileriyi gösterdi. Vedalaşıp ayrıldık yanından. Dere yatağının biraz aşağılarına doğru yürüyünce, karşı kıyıya uygun bir geçiş yeri bulduk.
 
Ovacık'tan Karaçamur'a; yeniden toprak yolda...
(Kasım 2024)
 
Vadiden çıktık; arkamızda Çaldede...
(Kasım 2024)

Sonbaharın güzelliği; mor çiğdemlerden biri
(Kasım 2024)
 
Dere yatağının ötesinde yine cevizlikler, ahlat ve üzerinde küçük kırmızı renkli meyveleriyle dikkat çeken kızlar elması (üvez de derler) ağaçları vardı. Bugün binlerce yıl ötedeki avcı-toplayıcı geçmişimizi hatırlamış gibiydik sanki. Her geçtiğimiz yerde dağın bereketi karşıladı bizi. Ovacık ve Karaçamur Yaylaları işte böyle benzersiz bir verimliliğe sahiptiler. Örneğin buraların barbun fasulyesinin lezzetine doyulmazdı. Ve diğer sebzeler… Karaçamur Yaylası, çevre köylerin su deposu gibiydi. Buradan çıkan su kaynakları, kuzey yönündeki derin Eğridere Vadisi’ne doğru akarak, yüzlerce yıldır ovaya bereketini taşımaktaydı.
 
Dağın bereketi; ceviz ve ahlat armutları...
(Kasım 2024)
 
Karaçamur'a doğru...
(Hasan Doğan; Kasım 2024)
 
Bu mevsimde beyaz çiçekleri ve keskin kokularıyla dikkat çeken dağ kekileri
(Kasım 2024)

Üzerinde beyaz renkli çiçekleri ve keskin kokularıyla hemen dikkatimizi çeken kekik kolonileriyle karşılaştık. Bu mevsimde hala çiçek açıyor olmaları doğrusu bizi şaşırttı. Onlardan da aldık nasibimizi. Güney doğuya doğru alçalan bir vadinin yamaçları boyunca devam eden hoş bir patikayı takip ederek bir süre önce terk ettiğimiz şoseye yeniden ulaştık.
 
Karaçamur ve Eğridere Vadisi görüş alanımızda...
(Hasan Doğan; Kasım 2024)

Eğridere Vadisi ayaklarımızın altında...
(MYC; Kasım 2024)
 
Karaçamur Yaylası'ndan Koyuncular Yaylası'na bakış; karşı dağın ötesi Mendegüme...
(Kasım 2024)
 
Sırtı aşınca Eğridere Vadisi ve Karaçamur Yaylası’nın yamaçlara serpilmiş birkaç bağ evi gözüktü uzaktan. Buralarda havalar soğumuş olmasına rağmen, alışkanlık olduğu üzere ovaya inmek için ilk karı bekliyordu Yörükler. Rüzgâr, yol düzleminde oldukça sert esiyordu. Söğüt Gediği’nden çıktımızdan beri yaklaşık 6 km kadar yürümüştük. Mesafe az olmakla birlikte, sürekli iniş çıkışlar nedeniyle bizi biraz zorlamıştı. Şimdi yemek zamanıydı.
 
 
Karaçamur Yaylası'nda yemekteyiz. 
(MYC; Kasım 2024)

Karaçamur Yaylası'ndan vadilere doğru bakış
(Hasan Doğan; Kasım 2024)

Karaçamur Yaylası'na saçılmış Yörük obalarından evrilmiş yayla evleri
(Kasım 2024)
 
Rüzgârdan korunmak gayesiyle vadiye doğru alçalan bir gediğe indik. Herkes ilişti kuytuluklara ve yanımızda getirdiklerimizi afiyetle yedik. Yağmur baskısı giderek artıyordu. Aylar sonra beklenen yağmur, bu şiddetli rüzgârla birlikte bize bir sürpriz yapabilirdi. Bu riski almak istemedik; Yakup Bey, yayladaki akrabalarından birisine telefon edip aracıyla bizi gelip almasını ve Söğüt Gediği’ne bırakmasını istedi. Yakup Bey’in kuzeni Yaşar Çöp, kamyonetinden gübre boşaltıyormuş. İşini bitirir bitirmez Hızır gibi yetişti doğrusu. Çöplerimizi yanımıza alarak Karaçamur’dan ayrıldık. Yaşar Bey, soyadı gibi incecik bir fiziğe sahipti; Ovacık Yaylası’nın virajlarını birer birer alt ederek, kısa sürede Söğüt Gediği’ne ulaştırdı bizi. Bol gönüllü insanların yurduydu bu yaylalar; Yaşar Çöp, bahçesinden aceleyle topladığı yeşil elmalardan ayaküstü bir torba ikram etti bizlere. Kendisine teşekkür edip vedalaştık.
 
Dallık Manzara Kahvesi'nde günün değerlendirmesi
(MYC; Kasım 2024)
 
Dallık’a doğru inerken indirdi yağmur. Yaşar Çöp sayesinde kıl payı kurtulmuştuk ıslanmaktan. Dallık içinden geçerek, çıkarken konumu itibariyle dikkatimizi çeken ve ovaya hâkim bir kır kahvesinin önünde mola verdik. Yaklaşık 1000 metre yüksekliğindeki bir düzlemden bakıyorduk Kaystros Ovası’na… Benzersiz bir manzaraydı. Yağmur kahveye girerken durdu. Fazla sürmemişti. Ama arka arkaya dolup boşalan çaylarla geçirdiğimiz bu an, bizim için iyi bir kapanış olmuştu. Az yürümüş, çok konuşmuştuk; şimdi manzara karşısında susma zamanıydı.
 
 Karaçamur Yaylası'na veda...
(Kasım 2024)
 
Tire’ye indiğimizde kadim dostumuz Ahmet Tamer’e uğradık. Biraz rahatsızdı. Ama iyi görünüyordu. Kısa sohbet ona da iyi gelmişti. Fazla durmadık yanında; vedalaşıp İzmir’e doğru yola çıktık. Yol boyunca geçtiğimiz yerlerde de yağmurun yağmış olduğunu gördük. Ama esas sürpriz, bizi Buca-Gişelerden sonra otoyolun İzmir girişinde bekliyordu. Trafik, yağmur ve kazalar nedeniyle felç olmuştu. Tire’den 1 saatte İzmir’e gelmiştik, ama Bornova’dan Karşıyaka’ya ancak 2 saat 40 dakikada bir cehennem tünelinin içinden geçerek ulaşabildik. Sanki bir savaştan çıkmıştık. Her şey bir kâbus gibiydi. İnsanlar, kendi hayatlarını da tüketen bu tüketici düzenin esiri olmuşlardı. Dağda yaşadığımız o güzel anlar, ağaç diplerinden ceviz toplarken yüklendiğimiz pozitif enerji, yaşama sevinci; her şey, ama her şey bu 2 saat 40 dakikada yok olup gitmişti. Her şeyi yutan bir girdap gibiydi şehir. Her yanımız negatifti; yazıktı bu insanlara, hayatını her sabah ve akşam bu acımasız trafik içinde telef edenlere… 

Dipnotlar:
(1)   Celal Bayar, Ben de Yazdım, 6.Cilt; Sabah Kitapları-1997; sayfa:18 
(2)  Ali Orhan İlkkurşun; Ödemişli Bir Özgürlük Savaşçısının Kaleminden İlk Kurşun ve Sonrası, Ali Orhan İlkkurşun’un Anıları; Yayına Hazırlayanlar: Engin Berber, Taner Bulut, Tülay Gül, Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi Yayını:4; Mart-2013; sayfa: 67
(3)  Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 69-70 
(4)  Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 70 
(5)  Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 106 
(6)  Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 107 
(7)   Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 132 
(8)  Ali Orhan İlkkurşun; a.g.e.; sayfa: 146-154 
(9)  Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 48 
(10) Hacı Halil Çöp Efe ile ilgili kişisel bilgiler için torunu edebiyat öğretmeni Yakup Çöpoğlu’nun bize ilettiği el notlarından yararlanılmıştır.
(11)  Kaynak: Yakup Çöpoğlu’nun Hacı Halil Çöp ile ilgili notları
(12) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 52 
(13) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 53 
(14) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 53 
(15) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 50-51 
(16) Üçyol Muharebeleri hk.da bkz. Dağa Kaçtım: GÖKÇEN EFE’NİN ÜÇYOL SAVAŞLARI 
(17)  Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 69 
(18) Celal Bayar, a.g.e.; sayfa: 70 
(19) Çaldede Mahya Şenlikleri için bkz. Dağa Kaçtım: Tire’de Çaldede Mahya Şenlikleri(*)  
(20)   Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC