Sayfalar

15 Nisan 2019 Pazartesi

SANCAKLI’DAN YAMANLAR’A


Dağların dilinden anlayan adam;
Abdullah Güçlü'nün anısına...

BİR BAHAR KARŞILAMASI
15 Mart 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Yaz girmek ister bacadan; kış çıkıp gitmez kapıdan. Bir savaş ki; sormayın gitsin. Sanki seçim önü, bir cevval koltuk kavgası gibi; o büyük patlamadan beri, sürüp gider içimizdeki sancı… Ah bir doğursa da Tabiat Ana bu kez de selametle; yeni hayat filizlenip uyansa… İşte böyle bir kararsız günde; bahar geldi derken, aniden bastıran sert bir poyraz esmekte, Yamanlar Boğazı’na doğru kuzeyden. Tırmandıkça kızılçamların arasından yükseklere doğru, açıldıkça nefesimiz; kabarır heyecanlarımız, sevinçlerimiz; yürüdükçe uyanır insanlığımız, doğaya olan sonsuz sevdamız ve yoldaşlığımız…

 
Sancaklı'dan Yamanlar'a; bir bahar karşılaması

 
Şeytan payamları ve Yamanlar Dağı 


(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen:MYC)

Bugün Yamanlar’da bir bahar karşılaması yaptık; hemen Karşıyaka’nın dibinde; yemyeşil vadilerde yürüdük kaygısızca, bazen küçük dereciklerin içinden geçtik, bazen şeytan payamlarına (badem çalıları) göz kırptık hınzırca; yağmurdan ıslanmış kayaların üstünden atlayıp zıplarken kaydık gittik vadilerden aşağılara; doğa kucağını açtı sonuna kadar; sarıp sarmaladı bütün gün; sevgisine doyamadık.

  
Dağa Kaçtım gezginleri, Yamanlar Dağı'nın vadilerinde dolaşırken...

 
Bu gülüş, bu bakış unutulmaz. Bir doğa tutkunu; Abdullah Güçlü
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi) 

Örnekköy; başlangıcımız…

Çok erken olmasa da sabah ayazının ortasında döküldük yollara. Bornova yolcuları, bu kez Karşıyaka’da katıldı bize. Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisi doğrultusunda; başlangıç yıllarında örnek bir proje olarak şekillendirilmiş köylerden biri olduğu isminden anlaşılan Örnekköy’ün çıkışında bir kahvehanede verdiğimiz kahve molası kısa sürdü. Örnekköy’ün göçler ve kentsel dönüşüm rüzgârı altında bugün ulaştığı yer, başlangıçtaki çıkış noktasından hayli uzaklara düşmüştü. Evet; hala koskoca bir köy gibiydi Örnekköy; ama betondan kuleler ve henüz apartman olmayı becerememiş derbeder kulübelerin arasına sıkışmış hayatlar için, Cumhuriyet’in düşündüğü çağdaşlaşma projesi bu olmamalıydı. Modern apartmanların yeni sahipleri, buralardan gitmek zorunda kalan Örnekköy’ün eski sakinleri ile bir sosyal köşe kapmaca oynar gibiydi. Yerleşememişlik, yok olan bahçeler, insanların doğdukları mahalleleri terk edişleri; Örnekköy’ün unutulmuş hikâyelerinde saklıydı.

Sancaklı sırtlarından Sancaklı köyünün görünümü; yıkanmış, tertemiz...

 
Sancaklı sırtlarında gevenler uyanıyor. 

Kahve molası sonrası bu düşüncelerden sıyrılarak, yağmura gebe bir atmosferde Sancaklı Yörüklerinin Yamanlar’da yerleştikleri yerlerden biri olan Sancaklı köyüne doğru hareket ettik.

Sancaklı’dan Yamanlar’a

Yamanlar, İlkçağ’daki ismiyle Amanara, aslında bir volkanik dağ kütlesi. Andezit ve trahit kaya kütlelerinin, binlerce yıllık serüveninde; ufalanarak körfeze doğru akan Laka, Naldöken ve Bostanlı dereleriyle Karşıyaka önlerine taşınması sonrasında, bugünkü Karşıyaka’nın üstünde oturduğu düzlem oluşmuş. Hatta Naldöken ya da Rumların verdiği isimle Petrota tam da bu toprak dokusunu anlatmak için konmuş gibidir sanki.

 
Adatepe ya da Sancaklı Kalesi
(Ocak 2011)

 
Kararsız bir günde; Yamanlar'da...

 
Sancaklı Kalesi'nin eteklerinde duvar izleri
(Ocak 2011)

İlkçağ’da Smyrna’nın ileri karakolları durumundaki kale ve gözetleme noktalarını barındıran Yamanlar Dağı, bu anlamda kuzeyden gelebilecek tehlikelere karşı da bir set niteliğindedir. Doğançay üstündeki Aşağı Mormonda ve Yukarı Mormonda(1), Bayraklı sırtlarında Akropolis Kalesi ya da Büyük Kale(2), Örnekköy mezarlığı yakınlarındaki Mezarlıkkale, daha arkada ve yukarılarda; şimdiki Sancaklı Yörüklerinin Sancaklı köyü yakınlarındaki Adatepe ya da Sancaklı Kalesi(3) ile Yamanlar Dağı’nın kuzeye bakan yüzünde bir kartal yuvasını andıran Gökkaya’daki Melanpagos(4) yerleşimleri bunların en önemlileridir.

  
Kale zemininde bir duvar temeli
(Ocak 2011)

 
 Sancaklı Kale; güney cephesi
(Ocak 2011)

 
Adatepe'den sanatoryum altındaki Sivrikaya'nın görünüşü
(Ocak 2011) 

Yamanlar Dağı’nın eteklerinde bir Yörük köyü olan Sancaklı’nın hemen üstünde eski adıyla Adatepe, şimdiki ismiyle Sancaklı Kalesi yer alır. İ.Ö. 5-6.yy.lara tarihlenen ve doğal bir kayalık üstüne konumlanmış bu kale, Kimmer akınlarına karşı oluşan o büyük korkunun izlerini taşır. Tepekule’nin Yamanlar Dağı eteklerine saçtığı bu küçük yerleşimler, aslında İzmir – Çanakkale yönündeki geçiş yolunu denetim altında tutmaya yönelik çabalardan kaynaklanmıştır. Eteklerinde çatı örtüsü kiremitler ve her türlü seramik döküntünün bulunduğu tepeye tırmanırken, sekiler halinde duvar temellerinin izleri görülür. Kayalık alanın kuzey batı yönüne bakan yanında, uçuruma doğru çok iyi tahkim edilmiş yaklaşık 1,5 metre genişliğinde poligonal bir kale duvarı kalıntısı bulunmaktadır. Bu düzlük alanda ve daha yukarıda iki adet sarnıç vardır. Kale, yerleşimden daha çok savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Su ihtiyacının önemli olduğu bu bölgede, sarnıçların bu işlevi hayati olmalıdır. Tam tepede yer alan sarnıç ise oval yapıda ve daha büyüktür. Yakın zamanlarda yukarıdan koparak üstüne düşen dev kaya parçası, sarnıcın üstünü kısmen kapatmış durumdadır.


 
Sancaklı Kalesi; kale düzlemindeki isodomik (yapı elemanını enine-boyuna yerleştirmeli) düzende duvar parçaları
(Ocak 2011)

 
Sancaklı Kalesi; sarnıç

 
Sancaklı Kalesi; batı cephesinde yer alan poligonal (çokgen) duvarlar
(Ocak 2011)

 
Bir yarın başına konumlanmış Sancaklı Kale'den Yamanlar dünyasına bakış
(Ocak 2011)

 
Dev kaya parçasının içine düştüğü diğer sarnıç
(Ocak 2011)

Sancaklı köyünün alt sınırlarını belirleyen dere yatağındaki her türlü atığın yarattığı kara manzarayı görmeksizin, köyün içinden geçerek Adatepe’nin hemen altındaki beş-altı anıt pırnar meşesinin yakınlarında bulunan bir düzlüğe arabamızı bıraktık. Bu dağlarda baharın habercisi pembe-beyaz renkleriyle şeytan payamları karşıladı bizleri. Geceden beri yağan yağmur nedeniyle yosun kaplı andezit kayaların üzeri oldukça kayganlaşmıştı. Şeytan payamlarını fotoğraflamanın derdine; kayaların üstünde sekerken anladık bu gerçeği. Neyse ki maliyeti fazla olmadı düşüşümüzün. Yolumuza devam ettik. Sancaklı köyü çıkışından köyün mezarlığına doğru giden ve daha önceki yürüyüşlerimizden birinde de kat ettiğimiz bu patika, yağmurun yıkanmışlığında; arkamızda İzmir Körfezi, önümüzde Yamanlar Dağı olmak üzere benzersiz manzaralar sundu yine.

 
Sancaklı çıkışında anıt pırnar meşeleri; aslında yüzlerce yıl önce bunların hepsi birer çalıydılar.

  
Sancaklı'da; yağmur altında neyi bekler bu hayvancık; düşünceli ve mahzun...

Sancaklı'dan Yamanlar'a; bir bahar karşılaması

 
Sancaklı sırtlarında şeytan payamları (badem çalıları)

  
Şeytan payamlarının benzersiz güzelliği

  
Sis indi Yamanlar vadilerine yer yer...

Zaman zaman sis indi vadilere; arkamız kapandı görünmez oldu Körfez. Sisin içinde; havada asılı gibi duran su zerreciklerinin tenimize değdiğinde içimizi ürperten serinliği, bize doğanın okşayışı gibi geldi derinlerden. Anlatılmaz bir şevk ve heyecan kapladı içimizi. İşte o anda içimizden biri, bu dağları avucunun içi gibi bilen bir insandan söz etmeye başladı; düşürdü aklımıza insanlıkları; doğayı ve onu sevmeyi bilen insanları.

  
Abdullah Güçlü; meskeni dağlardı onun...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)

 
İnsanın ruhu hiç yaşlanmaz; örnekse Abdullah Güçlü...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)


Bir çeşme başı molası gibiydi hayat; geldi geçti. Geride kalan sadece hatıralar...
(Kaynak: Güleser Gölcük Güçlü Arşivi)

İzmir'de birçok dağcılık kulübünün yakından tanıdığı, aydın kişilikli, doğaya vurgun güzel bir insandı rahmetli Abdullah Güçlü. Her yürüyüş sezonunda, herkes onun rehberliğinden faydalanabilmek için önceden söz alırdı. Ege bölgesinde ve yurdumuzun çeşitli dağlarında, hemen hemen ayak basmadığı yer kalmamıştı. Uzun yıllar Ege Üniversitesi’nde elektrik-elektronik bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmış, emekli olduktan sonra da dağlardan hiç ayrılmamıştı. Dağa Kaçtım Ekibi olarak bizler de bugün yürüdüğümüz Yamanlar’da; her vadi koyağını, her benzersiz patikayı ve her kayanın ardını avucunun içi gibi bilen bu sevgi dolu adamı bu dağlarda anmak, onun aziz hatırasına bir selam göndermek istedik. Ruhun şad olsun güzel insan; bu dünyadan bir Abdullah Güçlü geçti; haberiniz var mı?

 
Çiçeğe ve yaprağa durmuş ahlatlar

  
Bir başka ahlat ise henüz tomurcukta...

 
Yamanlar'da ahlat çiçekleri; yakından...

Sancaklı mezarlığına ilerleyen yolun kıyısındaki küçük bir bahçenin yanından geçtik. Sağımızda bir şeftali; altımızdaki kızılçamların arasında düzensizce hayat bulmuş o dirençli ahlatlar, hepsi kendi dilinde baharın coşkusundan dem vurmaktaydı bizlere; kimi pespembe, kimi beyaz tonda. Ama o ahlatlar; saygı duyulası yaşama dirençleri, dikenli gövdeleriyle bir kayanın dibinde, kupkuru bir yamaçta; nerede olursa olsun bir şekilde hayata tutunmuş o mübarek ağaçlar; bir başkaydı onların hikayesi…

 
Gezginin şeftali çiçeklerini fotoğraflama çabası da saygıdeğerdir.

  
Ahlatların civarında rastladık ona; beyaz çiçekleriyle bir badem çalısı daha; o da dikenli tabii ki...

 
Yamanlar Dağı; sisler altında...

En değerli varlığı tohumlarını korumak uğruna; gövdesini ve dallarının her yanını dikenlerle donatan bu güzelim ağaç, özellikle kurak topraklardaki dayanıklılığı ile öne çıkar. Kurdun, kuşun hayatiyetini sürdürmesi için doğanın bir anlamda onlara sunduğu en mükemmel besin kaynağıdır ahlat armudu. Yazın kavurucu sıcaklarda; ısı kaybını azaltmak uğruna iyice küçülmüş ufacık yapraklarıyla meyvelerini besler, büyütür. Onun derdi neslini sürdürmektir bir şekilde; bu uğurda olgunlaşan meyveleri yiyen hayvancıkların her türlüsü, dışkılarıyla tohumlarına yeniden hayat verir; onların bir şekilde doğanın kucağında ve en uygunsuz koşullarda da olsa canlanıp yeniden dirençli ve dikenli ahlatlara dönüşmesine aracı olurlar. Bu ne müthiş işbirliğidir; ne yapıcı ve doğal bir ekip çalışmasıdır. Doğanın özünde vardır bu zaten; onu dumura uğratan; ahlatları armuda çevirip onların hırçın koşullara karşı direncini kıran hep insanoğludur. Dokunmasalar ahlatlara, inanın daha güzel nesiller gelişecektir ahlattan yana ve hatta bunu yapan insandan yana…

 
Yamanlar'da; kızılçamlar içindeyiz. 
(Fotoğraf: A. Çini)

 
Bir tepede yalnız çam; kızılçam... 

 
Kızılçamlar arasından Sivrikaya'ya doğru bakış...

 
Gezginler, sanatoryum yolunda...


 
Çevremizde şekilden şekile girmiş andezit kayalıklar ve yemyeşil bir çayır... 

Doğanın yeşil rengi içinde beyaza bürünmüş ahlatlar, hepimiz için birer ümittiler sanki. Kızılçamlardan oluşan ormanın içine doğru ilerleyen bir patikaya yöneldik. Sancaklı ile Yamanlar köyleri arasında uzanan derin vadilere doğru alçalan patika, bir sırtı takip ederek bizi bir süre sonra bir düzlüğe ulaştırdı. Ortasında bir çeşmenin de bulunduğu yemyeşil düzlükten sanatoryumun altında göğe doğru yükselen Sivrikaya’yı seçebiliyorduk. Düzlüğün hemen kuzey-batı yönünde de yine andezit özellikli bir başka büyük kaya kütlesi daha vardı. Düzlüğün sınırlarından başlayarak bir dere yatağının kıyısına dek devam eden bir başka patika, biraz sonra bizleri suyun sesine doğru yaklaştırdı. Ama dere yatağının kıyısında bizi bekleyen esas sürpriz, son yağmurlarla güçlenerek büyüyüp yükseklerden dere yatağına doğru dökülen bir şelale idi. Geçmiş yıllarda da buralara uğramıştık, ama şelaleyi hiç bu kadar yüklü görmemiştik. Suyun, baştankaraların ve ispinozların sesi, birbirine karışıp esir almışlardı sanki bizi. Uzun süre bırakıp da gidemedik suyun döküldüğü büvetin kıyısını. Bir süre sonra derenin karşı kıyısına geçtik ve Sivrikaya’yı kendimize referans alarak yeniden tırmanmaya başladık.

  
O güzelim patikalar...

 
Sancaklı Şelalesi

 
Hemen yakınından...

  
Dağa Kaçtım gezginlerinin bir şelale hatırası

Derenin öte yakasında...

  
Şelalenin üst kotlarına bakış; şelale aslında aşağıdan göründüğünden daha da büyük...

Kızılçamlar içine sıkışmış bir başka düzlükte, düzgün sınırlarıyla dikkat çeken temel izlerine rastladık. Ormanın yüzyıllardır süren gelişiminin nasıl seyrettiğini tahmin etmek güçtü. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi İlkçağ’daki hayata dair ipuçları sunan Yamanlar’ın tarihin derinliklerinde kalmış arka planıyla örtüşen izler miydi gördüklerimiz? Bilinmez…

 
Yosun tutmuş kızılçam gövdeleri

 
Yürüdükçe kızılçamlar arasında, yaklaşıyordu Sivrikaya...

 
Bir teras temeli mi, yoksa bir yapı izi mi?

  
Kızılçamlar arasında bir zeytin ağacı

Bunlar da diğerleri...

Patikamız, bir ara bu yarın başından geçti.

Kızılçamların arasına sıkışmış birkaç yaşlı zeytin ağacı şaşırttı bizi. İnsan eliyle dikildiği belli olan bu ağaçlar, bir dönem buralarda onları diken ve sahiplenen insanlar olduğunu anlatmaktaydı. Ama nasıl? Çünkü o kadar hırçın bir topografyadaydık ki… Bu sırada sol yanımızdaki vadinin derinliklerinden başlayarak üstümüze doğru yaklaşmakta olan bir sis tabakası önce vadinin tümünü kapladı; daha sonra ise, vadide yükselerek her yanı… Uçurumun kıyısındaki şeytan payamlarını ve vadinin karşı yakasındaki Sivrikaya’yı fotoğraflamaya çalışan gezginin o andaki çaresizliği görülmeye değerdi.

 
Gezgin, tam Sivrikaya'nın fotoğrafını çekecekti ki...

 
Bir anda her şey vadiyi ele geçiren yoğun bir sis tabakasının içinde kayboldu gitti.

  
Patikamız bir süre kızılçam ormanının içinden devam etti.

 
Ormandan çıkınca; karşımızda Sivrikaya...

 
Sanatoryum önünde; hemen üstümüzde aynı gövdeden hayat bulan iki karadut; bir mucize sanki...

 
Kızılçamlar arasından Körfez'e doğru bakış 

Kızılçamlarla kaplı ormanın içinden devam eden patika, sonunda bizi metruk sanatoryumun altındaki bahçelere ve son yıllarda pıtrak gibi biten orman içindeki villalara doğru ilerleyen toprak yola kavuşturdu. Bu sırada ince, ama yoğun bir yağış başladı. Hava da buna paralel olarak aniden soğudu. Sıcaklık neredeyse 10 derecenin altına düşmüştü. Resmen kışın ortasına düşmüş gibiydik. Yaklaşık 4 saattir Yamanlar Dağı’nın dere yataklarında ve sırtlarında gönül eğlemiştik; artık sofra zamanıydı. Yıkık dökük sanatoryum binasının önünde; bir zamanlar başında 10 Kasım törenlerinin yapıldığı Atatürk büstünün kaidesinin bulunduğu mekânda ayaküstü yemeğimizi sıcacık çayların eşliğinde yedik. Elbette her zaman olduğu gibi yalnız değildik; uzaktan bizi kollayan ve sürekli miyavlayan bir kedi ile beyaz renkli ürkek bir köpek soframızın ortağı oldular.

  
Gezginler, Sivrikaya önlerinde...

 
Sivrikaya; Adatepe'yi gören bir konumdaydı.

 
Sanatoryum altında bir doğa harikası; X şeklinde gelişmiş bir  ağaç gövdesi

Bulunduğumuz mekânın hikâyesini; Kasım 2016’daki Yamanlar Dağı’nda Dolaşırken isimli yazımızda uzun uzun anlatmıştık.(5) Ama o günden bu ana dek geçen zaman, bu bölgenin daha da berbat bir hale gelmesinden başka bir işe yaramamıştı. Soğuk hava ve sanatoryum çevresindeki gün geçtikçe artan derbeder görüntüler, dönüşe geçişimizi hızlandırdı. Çöplerimizi toplayarak altımızda bıraktığımız Sivrikaya’ya doğru inmeye başladık.

 
Sivrikaya; sanatoryuma giderken sis nedeniyle çekemediğimiz fotoğraf...

 
Ağaçların ardından Sivrikaya'ya bakış

 
Sanatoryumdan aşağıya doğru...

Sivrikaya, sanatoryum düzleminin aşağı yukarı tam altına denk düşen iki dev kaya kütlesinden ve onlardan daha yukarıda olanının hemen yanında yer alan; etrafı doğal kayalarla çevrili bir küçük sekiden oluşuyor. Sivrikaya’nın sahip olduğu konumu nedeniyle, neredeyse aynı hizada yer aldığı aşağılardaki Sancaklı Kalesi (Adatepe) ile haberleşir pozisyonda olması, buranın İlkçağ’da bir gözetleme noktası olarak kullanılmış olacağını akla getiriyor.

  
Sivrikaya
(Fotoğraf: MYC; Kasım 2016)

Sivrikaya'nın hemen yanında; bize izci selamı veren kayalar
 (Fotoğraf: MYC; Kasım 2016)

Sivrikaya ve ötesi; hepsi bir karede...

Aiol bölgesinde yıllarca yürüttüğü araştırmalarla tanınan ve bölgeyi en iyi yorumlayan bilim adamlarından Prof. Dr. Ersin Döğer, Yamanlar Dağı’ndaki dolaşmaları sırasında elde ettiği bilgiler ve 19.yy.daki gezginlerin tespit ettiği üç sınır taşından hareket ederek aşağıdaki sonuçlara ulaşıyor:

“Söz konusu sınır taşlarından isimlerini öğrendiğimiz üç iskânın(6) dışında Yamanlar Dağı’nın üzerinde tarafımızdan yapılan yüzey araştırmalarında hemen hemen benzer buluntular (çatı kiremitleri, basit ve kaba çanak çömlek parçaları, silindirik öğütme taşları) veren, 10 dönüm ile 100 dönüm arasında değişen tarım arazisine bitişik, çevresi ormanlık veya meralık yamaçlarla çevrili, yaklaşık elliye yakın iskan harabesi bulunmaktadır. Yamanlar Dağı üzerinde su kaynaklarının daha yoğun bulunduğu kuzey yamaçlar üzerinde ve Karagöl çevresinde yoğunlaşan bu iskânların, temelden çatıya tümüyle çamur harçlı taş duvarlı oldukları, çöktüklerinde üzerlerini örtecek kerpiç duvarlara sahip olmamaları nedeniyle harabelerin taş yığınlarından oluştuğu, genellikle bir pınarın yakınlarına açtıkları göletlerde biriktirdikleri yağmur sularıyla muhtemelen hayvanlarını suladıkları anlaşılmaktadır. Yeraltı suları bakımından fakir olan neojen kireç taşı oluşumlarına sahip Kurudere, Sarnıç, Karaçam köylerinin çevrelerinde saptanan Geç Antikçağ iskânları ise, su sorunlarını toprağın altına inşa ettikleri sarnıçlarla çözmüş görünmektedirler. Tüm bu iskânların iç mekân organizasyonlarının daha ayrıntılı anlaşılması için en az bir örnek seçilerek sistematik kazılarının yapılması gerekmektedir. Ancak bu kazılardan sonra bu harabelerin tarım ve hayvancılık yapan özgür köylülerin oturduğu bağımsız konutlardan oluşan köylere mi, 5. ve 6. yüzyıllarda Roma dünyasının her tarafına yayılmış küçük ve yoksul manastırlara mı veya çiftlik yapılarına mı ait oldukları ortaya çıkacaktır.”(7)

 
Şelalenin üstünden gelen dere

 
Şelale yönünde derenin akışı

Yolumuz üstünde rastladığımız eski bir havuz

Dönüş yolunda; sanatoryuma çıktığımız patikayı takip ederek, gelişte akışına tanıklık ettiğimiz şelalenin üst düzlemine dek indik. Buralarda yatağında usul usul akmakta olan derecik, birazdan uçurumun kıyısından kendini çaresiz aşağılara bırakacaktı. Kayaların arasından kayıp giden su zerreciklerinin bu serüveni de kendi çapında benzersizdi; ta ki Ege’ye varıncaya dek…

Önümüzü kesen bir kızılçam ölüsü

 Gezginler, dönüş yolunda...

Meşelerin arasından geçtik.

Sancaklı mezarlığı önündeki çeşme

Kızılçamların içinden ilerleyen bir başka patika, bizleri Sancaklı mezarlığının hemen yakınlarındaki bir meşeliğe çıkardı. Henüz uyanmamış; kupkuru dallarıyla karşımızda birer doğa harikasını andıran görüntüleriyle her biri görülmeye değerdi. Biraz ilerdeki çeşme ise, bu civardan gelip geçen hayvanlar için bir hayat kaynağı gibiydi. Yemeğimize ortak ettiğimiz ve sanatoryumdan beri yanımızdan ayrılmayan yol arkadaşımız beyaz köpekle birlikte köyün mezarlığına kadar ulaşan bozuk asfalt yolu takip ederek, Sancaklı köyüne doğru yöneldik. Köye birkaç kilometrelik yolumuz kalmıştı. Yaklaşık 2 saat önceki sisli ve yağmurlu havadan eser yoktu. Bir kavgaya tanıklık etmiştik sanki gün boyu; hayatın ve ölümün kavgası ya da kışla yazın kavgası… Şimdi durulmuştu ortalık; savaşçılar çekilmişti cenk meydanından.

 Dönüş yolunda Sancaklı'ya yaklaşırken, arkamızda bıraktığımız Yamanlar Dağı


Dönüş yolunda gösterişli bir  meşe ağacı

ve yine şeytan payamları

Dağa Kaçtım gezginleri, Sancaklı köyü sınırında yol arkadaşları ile beraber; karşımızda Karşıyaka...

Bize düşen ise, Karşıyaka düzlüğüne inmeden önce bir varoş kahvehanesinde günün muhasebesini yapmaktan ibaretti. Yağmurla sis, güneşle ısınan hava; hepsini ardımızda; Yamanlar Boğazı’nda bırakıp inmiştik; aynı andezit ve trahit kaya kütlelerinin, binlerce yıllık serüveninde; ufalanarak Körfez’e doğru akışı gibi…

Dipnotlar:
(1)     Doğançay ve Mormonda ile ilgili bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2015/05/mormondadan-dogancaya.html
(5)    Sanatoryum hikâyeleri; Yamanlar Dağı’nda dolaşırken… bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2016/12/yamanlar-daginda-dolasirken.html
(6)    19.yy.da A.E.Kontoleon ve A.Fontrier tarafından Karatepe’nin güney ve batı eteklerinde keşfedilen üç sınır taşından ilki, Doğançay’ın 3 km. kadar kuzeyinde yer alan Kocabahçe Mevkii’ndeki Mormonda ile Küçük Mormonda adlı iki köy sınırını, Karatepe’nin güneyinde bulunan ikincisi Mormonda ile Helos (Çayırlı) adlı iki köy sınırını, Karatepe’nin kuzey yamacında bulunan ve Geç Bizans Dönemine tarihlenen üçüncü taş ise Sykameinon (İncirli) köyünün sınırını tanımladığı düşünülmektedir. (Prof.Ersin Döğer;a.g.e; sayfa:125-126)
(7)     Ersin Döğer, İzmir’in Smyrna’sı, İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa:126-127
(8)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

4 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Bir açıdan sıradan, bir açıdan ise olağanüstü bir şey yapıyoruz. Farkındayız; ilginizin devamlılığı dileğiyle...İF

      Sil
  2. Öğrencilik yıllarımda arkadaşlarla yaptığımız Yamanlar gezilerinde hissettiklerimi anlatımınızla tekrar yaşadım. Dilinize sağlık

    YanıtlaSil