ALSANCAK’DAN PASAPORT'A...
9 Mart 2023
İbrahim Fidanoğlu
Anatoli
Ionia
ülkesinde uzak ve geniş,
Knossos’dan
Bergama’ya ilahi lütuf.
Smyrni;
sen her zaman bir inci…
Küçük
perinin (Mikrasia) saçında;
Smyrni;
kader bir kez daha senin için cömert…
Annenin
sıcak kucağında sanki…
Onu
kucaklamak için kollarını sonsuza dek açan bir evren;
Her yana
saçılmış barsaklarını..
(Bir Frangoulis şarkısından)
Giriş
Eski
günlerin hatırına Alsancak Garı’ndan
başlayarak şehrin kalbine; Kemeraltı’na
doğru yapılacak bir yolculuk tasarlamıştık aylardır. Aybey, bir gece; içindeki bu uhdeyi şöyle dile getirmişti bizim
arkadaşlar içinde:
“İyi
akşamlar arkadaşlar… Bir gün kararlaştıralım. 43 senenin hayrına olsun ama. Çok
da uzak bir zaman da olmasın bu. Söz alayım önce! Planı yaptım. Şöyle ki;
sabahtan, Alsancak Garı’nda başlarız tura. Bornova sokağına dalar, oradan
Alsancak gevrekçi fırınına gider; isteyen kumru, isteyen çıtır gevrek alır.
Tulum peyniri de yanında… Sahile iner, aheste Pasaport’a doğru yol alırız.
Deniz
kenarındaki bir kahvehanede çaylarımızı içeriz. Belki martılar da gelir
yanımıza. O eski günlerin hayalini, İzmir yaşantısını, güzelim deniz kokusuyla
içimize çekeriz. Sohbet ederiz. En son ne zaman oturmuştuk buralarda?
Benim
yıllar oldu. Nerdeyse unuttum zamanını.
Oradan Kemeraltı’na gideriz. Ama giriş en özel
yerden Hisarönü’nden olsun. Dolaşalım
oralarda kayıtsız. Havra sokağına da uğrar, belki bir sade kahve de oralarda;
Şadırvan Camii Şerifi Şadırvanı’nda içeriz. Yine etrafı seyreyleyerek Hisarönü’ne geliriz. Yüzlerce yılın en
göz alıcı, en cazibeli alışveriş mekânı…
Öğlen
oldu belki de…
Oylama
yaparız.
1-Havra Sokağı’nda balık ekmek yapan
ayaküstü lokantalar var. Şimdi zamanı; palamut veya uskumru var. Çıkışta karşı
tarafta Altan Manisalı’dan helva
alırız; ekmek arası… Yediğimiz balığı bastırsın diye.
2-Kemeraltı’nda tarihi pide yapan mekânlar
var. Bir keresinde İbo ile o pidecilerin ikinci katında yemiştik lezzetli
pideleri… (O pideci artık yok; Haktanır
Pide idi ismi; yakınlarda kapandı. İF)
3-Yine
oralara yakın, esnafın bildiği çok özel lokantalar var. Tarif edemem, dolaşarak
bulacağız. Yine İbo ile bir Kemeraltı
gezimizde bu lokantada yemek yemiştim. (Küçük
Demir Han’ın avlusunda yer alan ve Urlalı
Hasan Usta’nın Kısmet Lokantası
idi orası.-İF) Spesiyal ise bizim için kabak çiçeği dolması idi. Güzeldi de unutmam. Hem yer, hem de yemek
bulmak mesele…
4-Eskiden
döner meşhurdu Kemeraltı’nda. Ama ona pek rağbet etmeyeceğinizi umarım. Neden,
çünkü ne o meşhur dönerciler kaldı, ne de o lezzet…
Karnımızı
doyurduktan sonra, gerisin geriye; tekrar Hisarönü’ne kaymaklı şambali yemeğe…
Gerçi onlar da çağa ayak uydurup fabrikasyon oldular ya! Haydi neyse…
O gün
yaramazlık günü, felekten bir gün çalacaz.
Dolaşırız
daha, kim özel bir yer biliyorsa oraya.
Gün boyu
dolaştık durduk, her şeyi yâd ettik. Yorulduk da… Kapanışı Veysel Çıkmazı’nda
ikişer bira içerek, sohbeti daha da koyulaştırmayı teklif ediyorum.
Kabul
edenler?”
(Mart 2023)
Elbette
kabul edildi kadim arkadaşım Aybey’in bu teklifi.
Kısmet
bugüneymiş. Sabah erkenden Aybey’in
bu projesini hayata geçirmek üzere düştük yollara; ama bu kez şehrin tam
kalbine doğru… Haydi, bakalım; uğurlar olsun bize.
(Mart 2023)
(Mart 2023)
(Mart 2023)
Alsancak’tan Pasaport'a
Karşıyaka’dan bindiğim İzmir Banliyösü’ne ait metro treni
saat 10’a doğru Alsancak Garı’na
doğru usulca yanaştı. Sabah yoğunluğu bir nebze geçmiş olsa da, bir yerlere
yetişme telaşı içindeki insanların çoğu vagonları boşalttı bir anda.
Turnikelerden çıkışa doğru akan insan selinin arkasından ben de izledim
önümdeki kalabalığı. Erken geldiğimi düşünerek çıkış holündeki bir sandalyeye
tam ilişeyim derken çıkışa yakın bir başka sıradan Aybey’in bana doğru seslenerek el salladığını gördüm. Projenin
fikri babası olarak Kemalpaşa’dan
erkenden gelip konumlanmıştı Alsancak
Garı’nın girişine. Saat tam 10’da Bornova
elçimiz Cezzar girdi kapıdan.
Ekip tamamlanmıştı; gidebilirdik. İlk hedefimiz garın karşısından denize doğru
ilerleyen Bornova Sokağı’ndan girerek
tarihi Alsancak Gevrek Fırını’na
ulaşmak ve orada sıcacık İzmir gevreği ve kumrusuyla, İzmir tulumu ve çaylar
eşliğinde enfes ama mütevazı bir kahvaltı ile başlamaktı bu İzmir gününe
elbette.
(Mart 2023)
Geceden sabaha kalan; 19.yy.da yük katarları, Alsancak Garı'ndan Pasaport'taki limana doğru ilerlerken...
Geceden beri, geçebilecekleri
genişlikteki kapılarından Alsancak Garı’nın
içine kadar giren tren katarları, gardan aldıkları yüklerini Quais (Kais ya da Rıhtım) yoluyla Pasaport’taki
limana doğru yağmur altında taşıyıp durmuşlardı durmamacasına. Çelik
tekerleklerin raylara çarpa çarpa çıkardıkları tıkırtık tıkır tıkırtık tıkır kıvamındaki metalik sesleri sabaha
dek devam etti. Aydın Dağları’ndan
inerek doğu ucundaki Karavanyo
(Kervan) Köprüsü yoluyla şehre giren
yorgun deve kervanları ise, dağın cevizini, incirini, kestanesini; hasılı tüm
bereketini getirip yıktılar Kemeraltı’ndaki
hanlara ve rıhtımdaki depolara. Yağmurlu geceden geriye kalan ise, karşıdaki İki Kardeşler (La Dua Fratella) tepesinin
üzerinde sanki bir pamuk yığını gibi serpilmiş duran bulut öbeğiydi.
Cumhuriyet Döneminde (1929) Rıhtım'da atlı tramvaylar; arka planda La dua Fratella (İki Kardeşler Tepesi)
(Mart 2023)
Alsancak Garı’nın karşısında 19.yy.da İngiliz Anglikan Kilisesi’nin hemen yanından başlayarak önce Alyotti Caddesi, daha sonra Bornova Sokağı; Punta’yı ikiye bölen
meşhur Trasa (bugünkü Kıbrıs
Şehitleri) Sokağı’na oradan da başka
sokaklara kavuşarak denize doğru ilerlerdi. Biz de aynı rotayı izleyerek, bugün
için 19.yy. dan kalma yorgun yapıların arasında kendilerine yer açan şehrin
kozmopolit dünyasına doğru adım attık.
(Mart 2023)
(Mart 2023)
(Mart 2023)
Geometrik desenlerle cephesi kaplanmış bir bina; aslında bir şey anlatıyor, ama okuyup sökmesi zor...
Geometrik desenlerle cephesi kaplanmış bir bina; aslında bir şey anlatıyor, ama okuyup sökmesi zor...
(MYC; Mart 2023)
(MYC; Mart 2023)
Tarihi Alsancak Gevrek Fırını, 1464 sokak ile
1466 sokağın kesişim noktasında yer alıyor. Bu fırının sıcacık gevrek ve
kumruları 1962 yılından beri İzmirliyi doyuruyor. Her ne kadar Bornova sokağından denize doğru yürürken
1466 sokağı kaçırmış olsak da, “kitsch” diye adlandırabileceğimiz türden
“heykelimsi” ve “resimsi” unsurlarla kaplı cepheleriyle dikkat çeken yorgun
apartmanların arasında tek tük kalmış birkaç eski Rum evinin bulunduğu
sokaklarda dolaşarak sonunda Alsancak
Gevrek Fırını’na ulaştık.
(Mart 2023)
Alsancak Gevrek Fırını; 1464 sokak ile 1466 sokağın kesişim noktasında yer alıyor.
(Mart 2023)
(Mart 2023)
Aybey için sabah sürprizi, Alsancak Gevrek Fırını'nın kilit personeli; kayınbiraderi Muzaffer kardeş, dışarıya gevrek servisinden sorumlu bu sabah...
(Mart 2023)
Otoparklar, tabelacılar,
çayhaneler, bazı dernek ve “hostel”lar ve başka şeyler arasından geçerek vardık
gevrek fırınına; önünde düzensiz bir kalabalık; karşıda aynı gevrekçinin
çayhanesi olduğunu düşündüğümüz geniş bir mekân, sokağa taşmış oturma sıraları
ya da masalar; sabah sabah bir telaş bir telaş… Kara fırının önündeki usta bir
yandan elinde küreği; ha bire fırına pişirilecek gevrek ve kumruları sürerken;
bir başkası fırından çıkan gevrekleri pencerenin önünde bekleşen müşterilere
yetiştirmeye çalışmakta… Tezgâhın önünde başka bir hoş tesadüf; Aybey’in
kayınçosu; fotokopi makinesi tamirciliğinden gevrekçiliğe gönüllü devşirilen
Muzaffer kardeşimizle ayak üstü yapılan kısa bir muhabbet; torbalara bırakılan
gevrek, kumru ve dilim peynirlerle gevrek fırınının önündeki kaosa veda
ederken, yaşanan; doğruca bardağı 5 TL.sına içilen Alsancak havalisinin en ucuz çayhanesine bir yatay geçiş sahnesiydi
bizimkisi…
(Mart 2023)
Alsancak Gevrek Fırını yakınlarında bir çay ocağında kahvaltı sonrası keyif çayları içiliyor.
(MYC; Mart 2023)
(MYC; Mart 2023)
(Mart 2023)
(MYC; Mart 2023)
Kahvaltı sonrası Kıbrıs Şehitleri’ne doğru yürüdük; yani Trasa sokağına. Oradan denize doğru; Gazi Kadınlar sokağına… Derinden
derinden sesler geliyordu kulağımıza; dikkat kesildik 100 yıllık zaman
diliminin ardına; İzmir’in yoksul mahallelerinden denize doğru üflüyordu zaman
nefesini…
19.yy. İzmir'i, önde rıhtım; arkada antrepolar, incir atölyeleri ve başka şeyler, Frenk sokağından göğe yükselen Aya Fotini'nin çan kulesi, en arkada Aya Vukolos kilisesi ve diğerleri
Aya Fotini; 19.yy. 13 Eylül 1922 Büyük İzmir Yangını'nda yok oldu.
Kadifekale sırtlarından, Cumhuriyet dönemi; çocukluğumuzun İzmir'i; ortada Roma Dönemi Devlet Agorası
“Bizim sokak Rum Mahallesi’nin bitiminde,
Türk Mahallesi’nin başlangıcındaydı. İki ev ötemizde, iki kızı ve bir oğluyla
Zaharula oturuyordu. Üç çocuğundan en büyük kızı Lefkotea, Fransızca okumuştu.
İyi bir kızdı. Ekmeğini kazanabilsin diye annesi ona, zengin mahallelerdeki
evlerde her tarafa serilen Bornova usulü dantel örtüler örmeyi öğretmişti.
…
Vasilya’nın yanındaki ve bizim tam karşımızdaki,
iki odası olan mahallenin en büyük evinde balıkçı kocasıyla Pinela oturuyordu.
Odalardan birine yer yataklarını sermişlerdi; mutfağın tam karşısında ise bütün
günlerini geçirdikleri ve içinde sadece bir divan bulunan odaları vardı.
Balıkçı olan kocası geceleri İzmir Körfezi’nin bereketli sularında balık
avlamaya giderdi. Barbunya, ıstakoz, çupra, kolyoz… Ağustos ayında sadece küçük
balıkları yemek için oradan geçen büyük balıklar Argiri Bey’in ağlarına
takılırdı. Oğullarından biri baba mesleğini yapıyordu. Bir diğeri ise
tesisatçıydı. Her sabah alet çantasını sırtına takarak mahalleleri tabana
kuvvet gezer, tamirat yapardı. Kimi zaman bir inşaatta çalışma fırsatı
yakalarsa bu onun için daha iyi oluyordu; böylelikle bütün günü yollarda
geçirmekten kurtuluyordu. İnşaatta çalıştığı zamanlar eve dana eti getiriyordu
ki; annesi ona acempilavı yapsın.
İzmir'in Müslüman mahalleleri; Kestelli'den aşağı, Salepçioğlu Camii ve İzmir Limanı'nda gemiler hemen önümüzde...
1851 yılında kurulan Konak'taki İzmir Gureba-i Müslimin Hastanesi ya da bizim çocukluğumuzda bildiğimiz adıyla Memleket Hastanesi
…
Bizim sokağımız Türk mahallesinin
başındaydı. Biraz ileride Rum mahalleleri ve boş alanlar vardı. Sol taraftaki
sokakta Yahudilerin, sağ taraftaki sokakta ise Biberlerin(1) yani Ermenilerin mahalleleri vardı. Her tarafları
örtülü Ermeni kadınları orada oturuyorlardı. Türk kadınlarından katbekat daha
fazla çarşafa bürünüyorlardı. Bir de başlarına bizim kiliselerdeki papazlarınki
gibi dikdörtgen bir başörtüsü takıyorlardı. Küçük Ermeni kızları sokakta
oynamak için evlerinden çıkmazlardı; sadece çok nadiren yetişkin kadınlar
sokağa çıkardı. Rum erkekleri, şans eseri bir tanesiyle karşılaştıklarında o
güzel, tatlı bakışlara deli oluyorlardı. Birçoğu sarışın, beyaz tenli ve mavi
gözlüydü. Ne kadar sarışın olurlarsa, anneleri, onları o kadar çok top kumaşın
altına saklardı.
…
Çok zengin Ermeniler de vardı, hem de çok
zengin. Ama onlar da aynıydı; peçe ve cübbeleriyle. Sadece biraz daha zengin
olanlar, Rum Mahallesi’ne yakın mahallelerinin en iyi sokağında otururlardı.
Ermeni Mahallesi’nin sol tarafında;
hahamlarla ve Hisar Camisi Çarşısı’na kadar uzanan Yahudi evleriyle dolu
mahalleler vardı.
Yahudi kadınları, temiz kadınlardı.
Boyunlarına inandıkları Davut’un yıldızını takarlardı. Erkekler ise, bir sürü
değişik malın ticaretini yaparlardı.
Biz Yahudilerden pek hazzetmezdik. İlk
geldiğimiz zaman Fula, bizi buralara yabancı olduğumuz için bilgilendirmişti.
Biz de Yahudilere beslediği nefreti bize aşılamasına memnuniyetle izin
vermiştik.
19. yy. İzmir'inin Yahudi mahalleleri; Agora arkasındaki aile evleri
(Aralık 2018)
İzmir'e sökün eden Sefarad Yahudilerinin Ladino (İbranice ve İspanyolca karışımı) dilinde bir şarkısını Jak ve Janet Esim söylüyor.
(Youtube'dan alınmıştır)
(Ekim 2017)
İzmir'in senkretizmi; Kadifekale'de Roma döneminde katledilen ilk Hristiyanlardan Aziz Polikarp'ın mezarı ya da Osmanlı Döneminde Müslüman ahalinin Yusuf Dede diye ziyaret ettikleri makam mezarı
“Yahudiler, Paskalya Bayramı’nda bizim
küçük çocuklarımızı kaçırıp varillere koyuyorlar; sonra delik açarak onların
kanlarını içiyorlar. Aman çocuklara göz kulak ol Eftalya.”
Kutsal Perşembe hep beraber kiliseye
giderken demişti Fula bunları.
...
Sanki bu yetmezmiş gibi Kutsal Cuma
sabahı pencereyi açar açmaz karşı komşusu Deme Vasilya sabah sabah Eftalya’nın
korkularını iyice körüklemez mi?
Havra sokağı civarında Yahudi mahallesinde yer alan 18.yy.dan kalma İzmir sinagoglarından biri Algaze Sinagogu
(Aralık 2018)
Algaze Sinagogu'nun bir anlamda minberi
(Aralık 2018)
(Aralık 2018)
“Birkaç yıl önce Meli Nehri’nin(2) oralarda bir Yunan
çocuğu kayboldu. Millet onu ararken çıldırdı. Herkes yollara döküldü; aileler,
papaz. Hiçbiri yoktu. O zaman onu Yahudilerin kaçırdığını söylediler. Onu
kaçırıp öldürdükten sonra kapılarının üstünü çocuğun kanıyla boyadıklarını
söylediler. Herkes ayaklandı, neredeyse onları canlı canlı yiyeceklerdi.”(3)
…
İzmir’deki ilk Paskalya Bayramımızda
Eftalya, bize Frenk Mahallesi’ndeki ünlü alışveriş merkezi Diogeni’den beyaz ayakkabılar almıştı. Eve döndüğümüzde yumurtaları
kırmızıya boyayıp çeşit çeşit kurabiye yiyecektik. Pazar günü İzmir’de kuzuyu
nasıl pişirdiklerini öğrenecektik. Köydeyken kuzuyu pişirme işini babam
yapardı. Burada mahallenin ortasına nasıl çukur açabilirdik ki?
Bizim mahallenin tam arkasındaki sokakta
her şeyleriyle; camileri, minareleri, çamurları, pislikleri, çarşıları ve
fakirliğiyle Kaçamba Durağı’ndan limandaki hapishanelere kadar uzanan Türk
mahalleleri başlıyordu.
Türk mahalleleri, şehrin en ücra
kısmındaydı. Basit, pislik içinde ve derbederdiler. Rumlardan uzakta,
Fransızlardan, İtalyanlardan daha uzakta ve tiyatroları, okulları, kafeleri,
saray gibi evleriyle, beyleri ve hanımefendileriyle zengin olan öteki İzmir’den
daha da uzaktaydılar.
Bir İzmir türküsü; "Şu İzmir'den çekirdeksiz nar gelir"; Muammer Ketencoğlu söylüyor.
(Youtube'dan alınmıştır)
Bir de zengin olan öteki İzmir vardı.
Bazı Pazar günleri annem bizi Kai’ye
gezmeye götürürdü. Sarayları ve evleri ağzımız açık seyrederdik. Bütün bu yerde
Tanrı’nın cömert davrandığı Yunan dükkânları ve ticarethaneleri vardı. Kuyumcu,
yağ tütün ve un tüccarı olan Yunanlar, gerçekten de Londra’dan, Paris’ten
kıyafet getiren ihtişamlı mağazaların da sahipleriydiler.
Hizmetçileri olan evlerde yaşayan bu
insanların at arabaları vardı ve çocuklarını İzmir’in en iyi okullarında
okutuyorlardı. Cumartesi günleri öğretmenleri yakalı, temiz, saçları taralı ve
başlarında şapkaları olan bu çocukları bayrak önde sahile gezmeye götürüyordu.
Biz de onların geçişlerini izlerdik. Anneso, onların arkalarından koşup, “bir
iki, bir iki” diyerek yürüyüşlerini taklit ederdi; ancak Eftalya hemen
arkasından gider, eteğinden çekiştirerek onu geri getirirdi. Kai’de gezinti demek, güzel, uzun beyaz
önlükleriyle sağa sola koşuşturan garsonları olan Bella Vista, Bahar Kokusu gibi kafelerin en iyi orkestraların
çaldığı, ta dışarıdan duyulan İtalyan ritimli, o tatlı, güzel müziği eşliğinde
baka baka dolaşmaktı.
(Mart 2023)
Alsancak (Punta) rıhtımında 1908'de açılmış olan Cinema Pallas'tan 1933'de Yeni Tayyare Sineması'na dönüşüm süreci
Alsancak Gazi Kadınlar Sokağı'nda birbirine yaslanmış konumda Sakız tipi sıra evler
(Mart 2023)
At arabaları ve yapılmış saçları,
şapkaları ve dantelli kıyafetleriyle dikkati çeken; Avrupai, uzun boylu, süslü
kadınlar seyredilmeye değerdi. Kafelerde onlara eşlik eden beyefendilerle
otururlardı. Ne kadınlardı ama!
…
Bu hanımefendiler, ağızlarıyla ve
etekleriyle konuşurlardı. Bütün bir gece boyunca onun eteğinden çıkan hışırtı
kulaklarımda çınlamıştı. Ne müzikti ama! Konuşmaya başladığında ise ağzından
başka bir melodi yayılırdı etrafa. Düzgün, tatlı, yumuşak bir konuşma!”(4)
Bugünkü Kordonboyu'nun Cumhuriyet Meydanı'na açıldığı köşede yer alan ve 1922 İzmir Büyük Yangını'nda yok olan İtalyan Mektebi
19.yy.İzmir'inde Rıhtım'daki alafranga kafelerden biri; Cafe Paris...
İzmir Yahudileri kitabının yazarı Henri Nahum ise, kitabında 19.yy.da Anadolu’nun incisi; kozmopolit İzmir’in sosyal yapısına koşut biçimde;
şehirdeki farklı etnik ve dini kalabalıkların nasıl konumlandığını şöyle
aktarıyor:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer
yerlerinde olduğu gibi İzmir’de de cemaatler ayrı semtlerde yaşar. … Türk
Mahallesi Pagos Dağı’nın (Kadifekale) yamaçlarında dizilir: Dar sokaklar
boyunca düzensiz bir şekilde sıralanmış ahşap evlerden oluşmuştur. Yanında
Yahudi Mahallesi uzanır; az ötede Ermeni mahallesi… Rum Mahallesi şehrin çukur
bölgesini işgal eder ve kentin ticari merkezi ve şık kesimi olan Frenk
Mahallesi ile yan yanadır. Frenk Sokağı’nda ve Paralel Sokağı’nda Paris’ten en
son gelen malların sergilendiği butikler, gramofonların, dikiş makinelerinin ve
daktiloların Fransa’da, Almanya’da ya da Amerika’da piyasaya çıktıktan hemen
birkaç ay sonra satışa sunulduğu büyük mağazalar bulunur. Limanda, Kordon’da
denizcilik ve sigorta şirketlerinin şubeleri, Avrupa ülkelerinin
konsoloslukları, yanlarında sinemalar, tiyatrolar, büyük kafeler ve Sporting
Club yer alır. Hareketli ve şık bir Avrupa kenti ile tepelere sürülmüş “renksiz
ve mahmur” bir Türk şehrinin arasındaki tezat, yolcuların hepsini hemen
çarpar.”(5)
Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve ona açılan sokaklar,
19 yy.da İzmir’in bugün dahi bütün
yok edilmişliğine rağmen hala sıkça rastlanan ve gayrimüslimlerin ortak mimari
anlayışını temsil eden birbirine yaslanmış şekilde Sakız tipi bu sıra evlerin muhtelif örneklerini barındırır.
“Tipik bir İzmir konutu, iki katlı sıra ev düzeninde çoğu kez asimetrik
cepheli ve ahşap cumbalıdır. Plan ve cephe organizasyonu açısından bu konutlar
biri dar, diğeri geniş iki akstan oluşmaktadır. Zemin katta giriş holü dar aks
üzerinde konumlanmakta, geniş aksta ise yaşama mekânları yer almaktadır. Üst
katta yer alan yatak odalarının bir kısmı, sokak cephesine, diğer bir kısmı ise
arka avluya yönelmektedir. Bu odalar genellikle merkezi bir hol etrafında
düzenlenmişlerdir (Kuban 2001).
Genellikle cephenin orta aksında yer alan cumba, odaya iliştirilmiş kapalı bir
balkon işlevi görmektedir.
İzmir'in 19.yy. asimetrik yapıda ve ahşap cumbalı Sakız tipi evlerinden biri; Gazi Kadınlar Sokağı'nda...
(Mart 2023)
(Mart 2023)
Aynı sokakta bir başka evin girişi; mermer basamaklar ve ferforje demir kapılar; yapmaya ustası yok şimdi...
(Mart 2023)
Zemin katta ön ve arka cepheden ışık ve
hava alan iki temel yaşama mekânına, arka bahçeye uzanan bir servis kütlesi
eklenmiştir. Bu kütlede mutfak, banyo, tuvalet ve kiler gibi servis birimleri
yer almaktadır. Çoğu kez iki kat üzerine planlanan, servis mekânları konut
sıraları arasında oluşan avluya bakacak biçimde, iç mekânla ilişkilendirilir.
Avlulara geçiş yalnız konut içinden sağlanmıştır. Bu konutların büyük bir
bölümünde bodrum kat bulunmaktadır. Bu kat özellikle su tabanı düşük semtlerde
nem problemine karşı yapıyı havalandırmak amacıyla yapılmıştır. Strüktürel
açıdan değerlendirildiğinde 19.yy. boyunca İzmir’de yapılan konutların
neredeyse tamamının, içi moloz taş ile doldurulmuş ahşap karkas sistemiyle
yapıldığı gözlemlenebilir. Ayrıca döşemelerde demir putrel, cumba altlarında
dökme demir konsollar, dökme demir giriş kapıları ve saç kepenkler
kullanılmıştır (Akyüz, 1997).
En eski örnekleri ile bugün Alsancak diye adlandırdığımız Punta semtinde karşılaştığımız bu
konutlar, daha sonra yapılan tüm konutların prototipini oluşturmaktadır.
Alsancak Gazi Kadınlar Sokağı'nda bir başka evin ön cephesi; bu da asimetrik ve oldukça değişikliğe uğramış durumda...
(Mart 2023)
Bir köşe ev; iki cepheli ve simetrik yapıda, her iki cephede de ahşap cumbalar binanın cephelerini ortalıyor.
(Mart 2023)
Yerleşim düzeni açısından
değerlendirildiğinde bu konutların tümünün avlu, servis ve yaşam mekânları diye
isimlendirebileceğimiz üç temel elemandan oluştuğu gözlemlenebilir. İçinde
giriş holü, günlük yaşam mekânları ve yatak odaları bulunan ana kütle, zemin
katta dar-geniş (asimetrik) ya da geniş-dar-geniş (simetrik) akslarla
kurgulanmaktadır. Çoğu zaman simetrik bir plan ve cephe düzenine sahip olan üst
katla alt kat oldukça geniş bir merdiven holü ile birbirine bağlanmaktadır.
Büyük evlerde bu merdivenlerin sahanlığından servis mekânlarının üst katına
ulaşım sağlanmıştır. Evlerin arkasında yer alan küçük avlular yüksek duvarlarla
çevrilmiş küçük arka bahçeler niteliğindedir. Avlunun bir köşesinde yer alan
servis hacimleri ana konut kütlesine merdiven altından iliştirilmişlerdir.”(6)
17.yy.da kıyı-kenar çizgisi Saint Policarp Kilisesi'nin dibindeymiş. Düşünün bir kere; nereden nereye...
(Wikipedia'dan alınmıştır)
Bu da vakti zamanında bir rivayete göre denize yakın olduğu için, bir başka rivayete göre denize açılan gemicilerin denize çıkmadan önce dua etmeye geldikleri kilise olarak Denizciler Kilisesi diye de adlandırılan Santa Maria Kilisesi
(Şubat 2007)
Gazi Kadınlar Sokağı’ndan denize doğru yürüdük. Şimdi başka
kimliklere bürünmüş, kimisi dernek lokali, kimisi bar ya da gece kulübü
işlevini sürdürmekte olan 19.yy.ın mirası bu yorgun binaların kaderi ne yöne
evrilecekti acaba? 1980’li yılların başından itibaren küresel ekonomik sisteme
eklemlenerek; değerleri ve kaynakları tüketme temelinde gelişen bir yeniden
üretim sistematiğinin toplumu ele geçirdiği bu zaman diliminde, acaba bu
insanlık mirasını kurtarabilecek miydik? Bir büyük şüphe içinde taklit Arnavut
kaldırımı taşlardan yeniden üretilmiş Punta’nın
sahil şeridine ulaşmıştık bile. 1930’lu yıllardan kalma eski İzmir
fotoğraflarına bakıldığında neredeyse kıyıdaki 19.yy. yapılarının tümünün aynen
Kurtuluş Savaşı sonrasına
taşınabildiğine tanıklık ederken, bugün bu cephenin denizden esen imbat
rüzgârının içerilere asla nüfuz edemeyeceği bir engele nasıl ve kimler
tarafından dönüştürülmüş olabileceğini düşünebilir miydiniz? Tasavvur edin bir
kere; bu ülkenin ve bu şehrin insanları, İzmir’i
13 Eylül 1922’de kimlerin yaktığını on yıllarca medyada tartıştılar; onun bunun
üzerine attılar bu suçu. Peki diyelim ki; onlar yaktı, yani gidenler; bu
toprakları terk edenler… Bugün geldiğimiz nokta itibariyle; artık bu konu
tartışılmaya değer bir mesele olmaktan çıkmıştır ne yazık ki. Çünkü 13 Eylül
1922’den yıllar sonra, bu şehrin 19.yy.da sahip olduğu bütün güzelliklerini ve
değerlerini, ne yazık ki bizlerin ve bizden önceki nesillerin yok ettiği artık
aşikârdır. Bugün hala o saçma tartışmayı; kim yaktı, ilk kibriti kim çaktı diye
sürdürmenin de hiç bir anlamı kalmamıştır.
(Mart 2023)
Alsancak Kordonboyu; sıra sıra apartmanlar; 1960 yılları...
Yayalara ayrılmış olması
gereken geniş kaldırımlar kıyıdaki kafeterya ve lokantaların işgali altında;
birer daracık geçitten yolcularına geçiş imkânı verirken, çürük diş gibi duran;
binaları yıkılıp kalmış birkaç kıyı parseli “kentsel dönüşüm” kapsamında yeni
inşaat hamlelerine açık bir şekilde beklemektedir Alsancak sahilinde. Evet; İzmir artık “sonuna kadar” Türktür,
Türkleştirilmiştir, ama insanlığın ortak mirası niteliğindeki değerli kültür
varlıklarının çoğunu yitirmiştir artık İzmir. Haydi gözümüz aydın…
(Nisan 2023)
Gündoğdu Meydanı oldukça sakindi; ama yolda park etmiş kamyonet
ya da minibüslerden kıyıdaki lokantaların günlük iaşe ihtiyaçları ikmal
edilirken, bir arabanın geçebileceği yol bile neredeyse kalmamıştı. Şehirde her
şey sinir harbi kıvamındaydı. Kıyı kenar çizgisini denize doğru 1980-1990
yılları arasında taşıyarak İzmir halkının teveccühüne mazhar olan eski belediye
başkanlarını sitayişle anıp kendimizi kıyıya attık.
Cepheden cepheye gidiyordu Mehmetçik; "dişler kenetli, ayaklar çıplak ve bir ipek halıya benzeyen bu toprak" uğruna oluyordu her şey...
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
Oysaki 9 Eylül 1922
sabahı nasıl başlamıştık güne; 30 Ağustos 1922 günü Afyon’u Yunan işgal
kuvvetlerinin elinden kurtaran Türk Ordusu’nun öncü birlikleri, o gün
Halkapınar’dan denize doğru ilerlerken, gazetelere şöyle yansıyordu zaferi ve
mazlum bir milletin onuru…
“Fransızlarca işletilen İzmir Kasaba
Demiryolu Şirketi müdürü, daha 8 Eylül 1992 günü tanıklığını “Halkapınar’da demiryolu üzerinde duran
askeri yeme içme malzemesi yüklü vagonları, askerler ve sığıntılar yağma etti.
Buna karşı koyacak hiçbir güvenlik gücü ortada kalmadı. Basmane Garı da,
Halkapınar’da olduğu gibi yağma edildi. Burada hiçbir denetim yok. Garda
görevli Yunanlı komutanın yanında, böyle bir güvenlik sağlama işinde
kullanabileceği tek bir asker kaldı; o da bize gelerek artık gideceğini
bildirdi ve veda etti. 9 Eylül sabahı, kargaşalık, artık çılgınlığa varmıştı”
şeklinde anlatmıştı.
(Bilge Umar; İzmir’de Yunanlıların Son Günleri;
Bilgi Yayınları, İstanbul, 1974; sayfa: 265)
Yine 8 Eylül günlü anlatısında da İzmirli
bir Rum aydını olan Hristos Solomonidis, “Cephe
yıkıldı! Korkunç haber İzmir’e bir yıldırım hızıyla geliyor… Melankolik ve
kederli bir halde rıhtımda dolaşıyoruz. Deniz bile ölmüş. Gökyüzünde kesif
bulutlar, ayı örtmeye çalışıyor… 8 Eylül gecesi. Kordonda son gecemiz. Neden
ağlıyorsun, dostum? Neden gökyüzüne bakıyorsun? Çünkü tatlı memleket, ben seni çok
seviyorum. Çünkü her şey trajik, kanlı ve mücrimane bir şekilde son buluyor.
Gece, ölmek üzere olan Küçük Asya Yunanistanı’nın ölüm hırıltısı başlamıştır”
demekteydi.
(Bilge Umar; İzmir’de Yunanlıların Son Günleri;
Bilgi Yayınları, İstanbul, 1974; sayfa: 266-267)
İzmir'e ağıt; belki bir özlem; Mario Frangoulis'den Anatolia...
(Youtube'dan alınmıştır)
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
Türk tarafı olarak da yıllar sonra Anadolu gazetesi, İzmir’e Türk
Ordusu’nun girişini şu şekilde anlatacaktı: “Artık İzmir’e girilmişti. En önde Şerafettin Bey olarak adeta bir uç
kumandanı gibi yanında emir zabiti Mülazım Hamdi ve dördüncü alaydan Ali Rıza
Efendiler olduğu halde Kordon boyunu takip ediyorlardı. Pasaport Mevkii
civarında elinde bomba bulunan bir düşman askerine Şerafettin Bey tarafından
elindeki bombayı yere bırakması ihtar edilmiş ve asker korkusundan dolayı
olması pek muhtemel bulunan ani bir hareketle bombayı infilak ettirmiş ve bu
infilak neticesi Şerafettin Bey yüzünden yaralanmış, gerek kendi atı ve gerek
yanında bulunan yirminci alayın 3.bölüğü kumandanı Yüzbaşı Nuri Bey’in atı
yaralanmış olduğu halde bütün bir sükûnet ve ağırbaşlılık ile yürüyüşüne devam
ve hükümet konağına ulaşmak için Mülazım Ali Rıza Efendi’ye hükümet kapısını
açtırıp, işgal alameti olarak 9-9-338 öğleden evvel saat 10.30’da Türk
nöbetçileri koydurmuştu. Bu suretle 15 Mayıs 335 sabahı işgal faciasına uğrayan
İzmir, tam yirmi yedi ay, yirmi dört gün ağır bir kabus gibi düşman istilası
altında kaldıktan sonra ebedi olacak Türk hakimiyetine intikal etmişti.”(Anadolu,9 Eylül 1932)(7)
(Mart 2023)
(Mart 2023)
"İzmir, onuncu Cumhuriyet Bayramını candan coşkunlukla bu meydanda kutluladı; 29 Birinciteşrin 1933"
Cumhuriyet'in kuruluşunun 10.yılı için Cumhuriyet Meydanı'na dikilen mütevazı hatıra abidesi; hala orada her şeyin tanığı ve sessizce duruyor.
Cumhuriyet'in kuruluşunun 10.yılı için Cumhuriyet Meydanı'na dikilen mütevazı hatıra abidesi; hala orada her şeyin tanığı ve sessizce duruyor.
(Mart 2023)
Şimdi o günlerin
hatırasına Ege’nin kıyısında iki anıt yükseliyor; biri Cumhuriyet Meydanı’nda 1932 yılında açılan İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’nın eseri; yürüyen bir
at sırtında ve “Ordular; İlk hedefiniz
Akdeniz’dir. İleri!” emrini verirken betimlenen Kurtuluş’un Önderi Atatürk’ün heykeli; diğeri ise Prof. Dr. Ferit Özşen tarafından
tasarlanan Gündoğdu Meydanı’nda 2003
yılında tamamlanan ve Milli Mücadele’yi
temsil eden Cumhuriyet Ağacı heykeli…
(Mart 2023)
Anıtın alt bölümünde bulunan kabartmalardan ön cephedeki; Kurtuluş Savaşı'na katılan kadınlarımız ve askerlerimiz betimlenmiş.
(Mart 2023)
(Mart 2023)
Anıtın sağ alt bölümünde ise Kemalpaşa yolunda Belkahve Mevkii'nde ordunun ilerleyişi anlatılıyor. Dört askerin bir topu iple dağın tepesine çıkarmaya çalışırken, ayrıca silah yüklü bir kağnı ve uzaktan İzmir görünür. Mustafa Kemal Paşa ise Belkahve Mevkii'ndeki asırlık çınar ağacının altındaki bir çeşmeden avuçlarıyla su içmektedir.
(Mart 2023)
Pasaport ya da Gümrük
Kıyıyı takip ederek Cumhuriyet Meydanı’na oradan da Pasaport’a doğru yürüdük. Pasaport’un alâmetifarikası; Osmanlı’nın
gümrük binası, şimdinin şehir hatları vapurlarının tarihi Pasaport İskelesi, bütün yaşadıklarına rağmen hala ayaktaydı ve
hala hayatımızın tam ortasındaydı; o sarı, sapsarı badanalı haliyle.
(Mart 2023)
Pasaport'tayız. Rıhtımda balık tutanlar mevzilenmiş.
(Mart 2023)
(MYC; Mart 2023)
“19. yüzyılda, İzmir’deki ulaşım sisteminde dört değişim
yaşanır: Uzun mesafe kervan ticaretinin yerini bölgesel kervan taşımacılığı
almaya başlar ve demiryolu, karayolu ile denizyolu alt yapıları kurulmaya
başlanır. Demiryollarının yapım imtiyazını devralan İzmir-Aydın Demiryolu şirketi, 1857
yılında demiryolu inşaatına başlar. Demiryolu hattı, 1860 yılında Torbalı’ya, 1866’da ise Aydın’a ulaşır. 1863
yılında bir başka İngiliz grubuna verilen İzmir-
Kasaba (Turgutlu) demiryolu
imtiyazı ile, 1865’te Manisa’ya, 1866’da ise Kasaba’ya
ulaşılır. 19.yy ile birlikte kentin
giriş kapısı rolünü üstlenen, 1859’da
temeli atılan Punta Garı ile 1876’da açılan Basmane Garı, İzmir’in modern kent imgesi ve morfolojisinin
oluşmasında başat rol oynarlar. Bu dönüştürücü gücün diğer aktörleri, karayolu
ve deniz yollarındaki gelişmelerdir. 1866
yılında yol yapma izninin verilmesinden itibaren yolcu ve posta taşımacılığı
yaygınlaşır. Ancak taşımacılıkta esas ağırlığı denizyolları karşılamaktadır. Bu
taşıma biçiminin kalıcı bir sisteme dönüşmesi, 1867’de İngilizlerin aldığı ve 1869’da
Fransız M. & M. Dassault
kardeşlere devrettikleri liman ve rıhtım yapma imtiyazı sonucu denizin doldurulmaya
başlanması ve Kordonboyu ile rıhtımın
inşa edilmesiyle gerçekleşir. Rıhtım’ın inşası, kıyı kesimini hızla
dönüştürmeye başlar. Levantenler, tüccarlar ve onlara aracılık yapan Osmanlı
tebaasından Musevi, Rum ve Ermeniler, Kemeraltı’ndaki
işyerlerini boşaltarak kıyı kesiminde yer almaya başlarlar. Mahallelerin
cemaatlere göre organize olan yapısı da yerini, oluşmakta olan burjuvazinin
belirlediği bu prestijli yeni semtlere bırakır. Kıyı kesiminde yoğunlaşan yeni
burjuvazinin talepleri doğrultusunda, kentin sosyal ve kültürel hayatını
biçimlendiren, kulüpler, tiyatrolar ve sinema gibi modern kamusal mekanlar
oluşmaya başlar. Böylece, 1876’da
tamamlanan Kordon (Bella Vista yada Bella Vue), özellikle gayrimüslim tebaanın kent içinde görünürlük
ve prestij kazandıkları, kentin en önemli kamusal mekanına dönüşür. 1870’li yıllarda şehrin dışı sayılan Karataş’ın ötesindeki Karantina, Göztepe ve Kokaryalı
bölgeleri, kentteki nüfus yığılmasının getirdiği ivme, 1881 tarihinde Karataş-Göztepe yolunun genişletilerek açılması
ve sonrasında 1883’de tramvay
hattının döşenmesi ile kentten kopuk olmayan, prestijli birer semte dönüşürler.
1891 yılında Halil Rıfat Paşa Caddesi’nin açılmasıyla, bu adla anılan semt
oluşur. Bu bölgenin doğusunda, kentin geleneksel Musevi mahallelerinden ayrılan Yahudilerin
oluşturduğu Karataş semti oluşur. 1907 yılında girişimci Nesim Levi tarafından Karataş ile Halil Rıfat Paşa Caddesi arasında yer alan 32 metrelik yarı aşmak üzere, buhar gücüyle çalışan bir Asansör inşa ettirilerek, bu topografik
bariyer aşılır. 1883 yılında
başlayan Körfez içi Vapur İşletmeciliği sayesinde, Karşıyaka ve Mersinli
kıyısındaki Bornova İskelesi olarak
adlandırılan yer, deniz yoluyla da ulaşılabilir hale gelir. İzmir, kara ve
demiryolu ile olduğu kadar, denizyollarıyla da birbirine eklemlenerek,
bütünleşik hale gelir.”(8)
19.yy.da eski İzmir Limanı ve Gümrük
Eski rıhtım; karpostalın üzerinde 12 Ocak 1901 tarihi okunuyor.
19.yy.da Aydın Dağları’nın ve İzmir’in hinterlandında yer alan
tarımsal ürünlerin dünyaya ihraç edildiği bir çıkış noktası gibiydi Pasaport’taki İzmir Limanı… Trenlerle Punta
(Alsancak) Garı’na; oradan da Kordon boyunca sabahlara dek
durmamacasına çalışan vagonlarla limana taşınan bu zenginliklerin dünyayla
buluştuğu noktaydı Pasaport… Deve kervanlarıyla
Kemeraltı’ndaki hanlara yıkılan Aydın Dağları’nın ve ovasının incirinden
kestanesine, meyan kökünden, üzümüne dek uzanan tüm bereketi, Pasaport limanına yanaşmış şileplere ve
mavnalara geceden sabaha, sabahtan yine geceye durmaksızın yüklenirdi. Hiç
durmazdı hayat Pasaport’ta…
Ege'nin bereketini taşıyan deve kervanları yüklerini boşaltmış olmalı; 19.yy.a ait bir İzmir kartpostalı
19.yy.da Körfez'deki sportif yarışmaların kadınlı erkekli birlikte balkonundan izlendiği Sporting Club
Pasaport, 19.yy.da bir
yandan İzmir’in dünyaya açıldığı bir ticari liman iken diğer yandan da kıyıdaki
kafeteryaları, birahaneleri ve çağın en güzel konaklama tesislerinin bulunduğu
bir mevki idi aynı zamanda. Kordon’daki Alhambra, Centrale, Cristal, Budapest, Brasserie Resna, Clonavidis gibi birahaneler, Hulk
Hotel ve diğerleri hepsi birer çekim merkezi gibiydiler. Cumhuriyet
döneminde giderek Pasaport kıyısının bu etkinliği Pasaport kahvehanelerine
dönüştü. İzmirli için günbatımını bu kahvehanelerde içilen çaylar ya da akşam
kahveleriyle karşılamanın keyfi başkaydı.
Adeta katledilen 19.yy. ruhunun ahının tuttuğu ve ekonomik kriz nedeniyle çoğu mekanın kapanarak bomboş ve metruk bir yapıya dönüştüğü şimdiki PİER alışveriş merkezinin Pasaport'tan görünümü
(Mart 2023)
19.yy.da bir Fransız
şirketine İzmir mendireği ile birlikte yaptırılan ve o dönem liman olarak
kullanılan Pasaport’ta gümrük binası
işlevi gören Pasaport İskelesi, o
günden bugüne defalarca onarım geçirmiş. 13
Eylül 1922’deki Büyük İzmir Yangını’nda
hasar gören bina, 1926 yılında İzmir Valisi Kazım
Dirik zamanında neredeyse sil baştan yeniden yapılmış.
Eski körfez vapurlarından biri şimdi Pasaport'ta demirlemiş, duruyor. Herhalde özel davetlerde kullanılıyor olmalı. İsmi Zübeyde Hanım...
(Mart 2023)
(Mart 2023)
(Aralık 2018)
Karşıyaka-Pasaport vapurları, benim lise çağlarım için hatıralarla
doludur. O yıllarda Karşıyaka’dan Atatürk Lisesi’ne giderken hep bu
iskeleyi kullanırdık. Vapurların bir de bodrum katı vardı; vapurun girişinden
merdivenle inilirdi aşağıya. 1974-1976 yıllarını kast ediyorum; o yıllarda
henüz bu bodrum kat (ya da alt kat) yolcuların kullanımına açıktı. Genellikle
de Karşıyaka’dan İzmir’e muhtelif okullara giden öğrenciler tercih ederdi bu katı.
Üst kata merdivenle çıkılır; hava sıcaksa arkadaki ya da öndeki balkonda da
oturulabilirdi. Sıcak günlerde ve Karşıyaka’ya
dönüş yolculuklarında; püfür püfür esen imbat rüzgârı eşliğinde, gençliğin yeni
uyanışlarıyla lezzet bulan sohbetler eşliğinde karşı kıyıya nasıl vardığımız
anlaşılmazdı bile. Üst kattaki koltuk araları oldukça geniş ve konforluydu. Sabah
aynı saatte bindiğiniz Pasaport
vapurunda, bir süre sonra bütün yüzler size bildik gelirdi. Herkes genellikle
aynı koltukta ve belli kişilerle birlikte otururdu. Dolayısıyla hiç
konuşmasanız dahi, her gün birlikte yolculuk yaptığınız o insanlar, sizler için
o kadar tanıdıktı ki. Merdivenin başındaki çay ocağından dumanı üstünde çayları
kapan garson, bütün vapuru dolaşıp sabah çaylarını yine her zaman bildiği
şekilde tiryakilerine dağıtır, geçerdi. Erken gençliğimizin güzel yolculuklarıydı;
denizin komşuluğundaki bir şehirde süren yaşam kültürüne dair. Oysaki şimdi artık
ne o yolculuklar, ne de o eski vapurlar kaldı; otobüste gider gibi sıkış tepiş
gidiliyor körfez vapurlarında.
Çocukluğumun Pasaportu
Çocukluğumun Pasaport’unun ise, benim için anlamı çok
daha farklıydı. Ulusal bayramların İzmir’de kutlandığı mekândı Gümrük. Pasaport’un diğer ismiydi Gümrük…
O yıllarda İzmir’de Hatay’da oturuyorduk. Ulaşım imkânları
kısıtlıydı. Aileler için özel otomobil bir hayaldi o zamanlarda. Hani şimdinin
pek meşhur ifadesiyle; ilk “yerli ve milli” otomobilimiz Anadol bile üretilmemişti daha. Ama bayramlarımız vardı; kutlanmaya
değer. Gerisi vız gelir, tırıs giderdi. Şimdi çifte çifte otomobiller her
kapıda; ama o güzelim bayramlarımızı ara ki bulasın.
Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma bir fotoğrafta kalan Konak'taki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları; en arkada Sarı Kışla, henüz yıkılmamış.
Geçmiş yazılarımızdan birinde
şöyle anlatmışım çocukluğumun bayramlarından birini; 30 Ağustos Zafer
Bayramını;
“İzmir’de bayram Gümrük’te
kutlanırdı her 30
Ağustos'da. O zamanlar özel araçlar daha yaygın değildi. Belediye
otobüsleri, vapur ya da taksi dolmuşlarla gidilirdi Gümrük'e.
Erkenden kalkılan bir
sabahtı 30
Ağustos... Gümrük’ten
askerlerin resmî geçidini izlemek için iyi bir yer kapmak amacıyla erkenden
çıkmak gerekirdi yollara.
Sabah radyoyu açmak
adettendi bizim evde. Ulusal bayram sabahlarında ise Harbiye
Marşı ya da davul-zurna havaları ile uyanmak olmazsa olmazımızdı sanki.
Evin içinde yankılanırdı kahramanlık ezgileri... Bir ritüeldi marşla uyanmak
bayram sabahlarında…
Annem en güzel
elbiselerimizi giydirirdi törene giderken; bana ve kız kardeşime. Hatay’dan
otobüsle, Karşıyaka'dan
ise vapurla ulaşırdık Gümrük'e.
Araçların içinde başlardı bayramın coşkusu. Karşıda Kadifekale,
önümüzde uzanan Akdeniz’in
mavi suları ve vapurun güvertesinde esen püfür püfür bir rüzgâr... Nasıl bir
andı çocukluk düşümde o gün?
Karşıyaka İskelesi'ne yanaşmış 9 Eylül vapuru; birazdan yolcusunu Konak'a doğru taşıyacak. Eski bir kartpostaldan...
Konak'ta iskeleye yanaşırken
vapur; ortalık mahşer kalabalığı gibiydi sanki. Ege'de
Kurtuluş
günlerinin her zaman ayrı bir anlamı ve tadı vardı o eski zamanlarda. 30
Ağustos'a yaklaşan günler Ege kasabalarında ve köylerinde hasat günleriydi
aynı zamanda. İnsanlar aynı 26
Ağustos 1922'de olduğu gibi; kör şafaklarda dökülürdü tarla yollarına. Üzümdü,
incirdi, tütündü derken bir yılın emeği ve alın teri sarı sıcak tarlalardan
kaldırılırdı o günlerde. Kızgın güneşin altında bütün gün durmaksızın çalışmak
çok zordu şüphesiz. Ancak o günlerde en büyük motivasyon kaynağı, 30
Ağustos ve 9
Eylül törenleri için İzmir'e
gitmek ve o günlerde açık olan İzmir
Enternasyonal Fuarı’nı gezmekti. Bu Egeli köylülerin benzersiz bir hayalî
idi o günlerde.
Gümrük'e ulaştığımızda ortalık
gerçek bir bayram yeriydi. Yolun iki yanında yer alan kaldırımların üzeri sıkış
tepiş insan kalabalıkları ile doluydu. Bir panayır gibiydi ortalık. Çevre köy
ve kasabalar dâhil olmak üzere farklı yerlerden gelen insanlar; kucaklarında
bebeleri, önlerinde çocuklar; pür neşe ve ellerinde kâğıttan bayraklarıyla
resmî geçidi beklemekteydiler.
Önümüzden askeri
birliklerin resmigeçidi esnasında askerlerin postallarının yere vuruşlarındaki
çıkardıkları uyumlu sesler, çok hoşuma giderdi. Kulakları çınlatırdı bando
mızıkaları. Kızılca kıyamet alkış sesleri, eşlik ederdi postal seslerine… Her
kuvvetin ayrı bandosu olurdu askerlerin önünde. Birisinin geçişi bittiğinde,
diğeri başlardı boruları öttürmeye. Gerçekten görülmeye değer bir şenlik
havasıydı o yaşadıklarımız.
19.yy.da bir İzmir kartpostalında zeybekler "çeteler" olarak adlandırılmış.
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
Ve zeybekler geçerdi
önümüzden; burma bıyıklı, cepkenleri savrularak takılan körfez rüzgârlarına.
Davulcu tokmağını indirirken ardı ardına; kös dinlermiş bu kalabalıklar sanki
bu günleri görünce gayrı. Harmandalı oynarken döne döne genç zeybek önümüzde;
bir şahinin kanatlarını andıran kollarını açarken iki yana doğru; ayaklarından
biri kalkar usulca yerden havaya; diğeri güm diye iniverirdi aniden Arnavut
kaldırımların üstüne.
Son gazilerin geçişi ise
bir başkaydı; savaşın ateşini ve acımasızlığını yaşayan son gaziler… Başlarında
kalpaklar, göğüslerinde İstiklal madalyaları ve vakur duruşlarıyla biz
çocuklara başka bir âlemden gelmiş gibi gelirlerdi bu “dede”ler. Ama anlardık
ki sonradan; bize bu hayatı onlar armağan etmişlerdi; Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün benzersiz liderliğinde ve “hiç kimseden hiçbir şey
beklemeksizin”…
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
Akşam ise ayrı bir
şenlik havası olurdu İzmir
sokaklarında. Fener
alayları; unutulmaz. Çocukluk yıllarında Konak’ta
düzenlenirdi diye hatırlıyorum fener alaylarını. Askerlerin ellerindeki ahşap
bir sopanın üstüne monte edilmiş birer teneke kutunun içinde yanan alevler
karşıdan göründüğünde, büyülü bir âleme doğru yolculuğu çıkardık sanki bize
yaklaşana dek. Tabii ki önde yine askeri bando olurdu hep. Önümüzden gelip
geçerlerdi. Ben isterdim ki onlarla beraber yürüyeyim; ben taşıyayım alevden
fenerleri. Ama yetişmezdi küçük adımlarım askerlerinkine.
9 Eylül 2019; Türk Yıldızları'nın İzmir semalarındaki gösteri uçuşları
(Eylül 2019)
Zaferden sonra Türk askerleri zeybek oynarken...
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
Son durak Fuar’dı
o gece. Kaskatlı
Havuz’un önünde askeri bandonun verdiği 30
Ağustos konseri ile mola verirdik dolaşmalarımıza. Sosisli sandviç, ayran, Tariş
pavyonunda üzüm şırası; paraşüt kulesi çevresindeki incik boncukçular, Sütsan
dondurmaları, Manolya’da
Zeki
Müren, Göl
Gazinosu’nda Gönül
Yazar ve diğerleri, SSCB, ABD, “Alamanya”; pavyonlardan topladığımız
broşürler, alamadığımız otomobiller derken; bitmek bilmeyen pavyon gezmeleri;
ayaklarda ne derman bırakırdı, ne de hal.
Akşam otobüs ya da
trenle eve dönüş faslı ise tam bir eziyetti aslında. Kucaklarda bebeler uyumuş
artık; çocuklar mahzun ve yorgun. Ama olsun kutladık ya 30
Ağustos’u… Ne gam; vız gelir, tırıs gider.”(9)
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
1. İzmir’deki Yunanlar, Ermenilere Biber derlerdi; çünkü Türkler,
onları, kafalarına bibere benzeyen bir fes takmaya mecbur etmişti. (Mari
Meimaridi notu)
2. Şimdi yerinde olmayan Halkapınar
gölünden çıkarak Bayraklı önlerinden körfeze dökülen Meles Çayı
3.
19.yy.da Bergama’da
Rum ve Yahudi cemaati arasında yaşanan en önemli olaylardan biri de kan
iftirası üzerine dayandırılan toplumsal çatışmalardır. “Paskalya yaklaşırken
bir Rum çocuğu, daha nadiren de bir yetişken kaybolur. Rumlara göre Yahudiler,
Pesah bayramlarının kutlanması sırasında gerekli olan hamursuz ekmeğe kanını
katmak için onu öldürmekle suçlanır. Kalabalık Rumlar, sopalarla Yahudi
Mahallesi’ni istila eder, yoldan geçenleri tartaklar, mağaza camekânlarını
kırar, dükkânları yağmalar. Bazen biri ölür. Sahne art arda birkaç gün
tekrarlanır. Türk Polisi, Vali’nin emriyle sükûneti sağlamak için araya girer.
Çocuk bulunur, kaçmıştır; ya da katil ortaya çıkarılır, Yahudi değildir.
Gazetelerde bir polemik başlar. Birkaç ay sonra bir mahkeme olur: isyancılar
hüküm giyer. Ama gerginlik devam eder. Bir sonraki Pesah sırasında, ya da iki
yıl sonra her şey baştan başlar.”( İzmir Yahudileri, Henri Nahum; 2. Baskı; s.
90)
4. Mari Meimaridi, İzmir Büyücüleri; Çeviren: Şebnem Christakopoulos; Literatür
Yayıncılık, 13.Basım-Kasım 2004; sayfa: 15-20
5. Henri Nahum, İzmir Yahudileri, Çeviren: Estreya Seval Vali; İletişim Yayınları, 2.Baskı
İstanbul-2000; sayfa:23-24
6. Şeniz Çıkış, Modern Konut Olarak XIX. Yüzyıl İzmir Konutu: Biçimsel ve Kavramsal
Ortaklıklar; METU JFA 2009/2 (26:2) 211-233 bkz. http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2009/cilt26/sayi_2/211-233.pdf
7. Mehmet Emin Elmacı; Kara Günden Ak Güne İzmir ve İzmir Yangınının Basına Yansıması; Çağdaş
Türkiye Araştırmaları Dergisi, XXII, Özel Sayı (2022) sayfa: 73-115; bkz. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2651483
8. Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nin 2005 yılı Universiade Oyunları için hazırladığı broşürden
alınmıştır.
9. Çocukluğumun 30 Ağustos’u için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2020/08/cocuklugumun-30-agustosu_30.html
10.
Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder