Sayfalar

14 Nisan 2023 Cuma

YOK OLMAYAN DÜŞÜMÜZ İZMİR-1

ALSANCAK’DAN PASAPORT'A...
9 Mart 2023
 İbrahim Fidanoğlu
 
 Anatoli
 Ionia ülkesinde uzak ve geniş,
 Knossos’dan Bergama’ya ilahi lütuf.
 Smyrni; sen her zaman bir inci…
 Küçük perinin (Mikrasia) saçında;
 Smyrni; kader bir kez daha senin için cömert…
 Annenin sıcak kucağında sanki…
 Onu kucaklamak için kollarını sonsuza dek açan bir evren;
 Her yana saçılmış barsaklarını..
 (Bir Frangoulis şarkısından)
 
 Giriş
Eski günlerin hatırına Alsancak Garı’ndan başlayarak şehrin kalbine; Kemeraltı’na doğru yapılacak bir yolculuk tasarlamıştık aylardır. Aybey, bir gece; içindeki bu uhdeyi şöyle dile getirmişti bizim arkadaşlar içinde:
 
19.yy.da Punta (Alsancak) Garı ve önündeki kafeteryası
 
“İyi akşamlar arkadaşlar… Bir gün kararlaştıralım. 43 senenin hayrına olsun ama. Çok da uzak bir zaman da olmasın bu. Söz alayım önce! Planı yaptım. Şöyle ki; sabahtan, Alsancak Garı’nda başlarız tura. Bornova sokağına dalar, oradan Alsancak gevrekçi fırınına gider; isteyen kumru, isteyen çıtır gevrek alır. Tulum peyniri de yanında… Sahile iner, aheste Pasaport’a doğru yol alırız.
 
Deniz kenarındaki bir kahvehanede çaylarımızı içeriz. Belki martılar da gelir yanımıza. O eski günlerin hayalini, İzmir yaşantısını, güzelim deniz kokusuyla içimize çekeriz. Sohbet ederiz. En son ne zaman oturmuştuk buralarda?
 
Benim yıllar oldu. Nerdeyse unuttum zamanını.
 
Oradan Kemeraltı’na gideriz. Ama giriş en özel yerden Hisarönü’nden olsun. Dolaşalım oralarda kayıtsız. Havra sokağına da uğrar, belki bir sade kahve de oralarda; Şadırvan Camii Şerifi Şadırvanı’nda içeriz. Yine etrafı seyreyleyerek Hisarönü’ne geliriz. Yüzlerce yılın en göz alıcı, en cazibeli alışveriş mekânı…
 
Öğlen oldu belki de…
Oylama yaparız.
 
1-Havra Sokağı’nda balık ekmek yapan ayaküstü lokantalar var. Şimdi zamanı; palamut veya uskumru var. Çıkışta karşı tarafta Altan Manisalı’dan helva alırız; ekmek arası… Yediğimiz balığı bastırsın diye.
 
2-Kemeraltı’nda tarihi pide yapan mekânlar var. Bir keresinde İbo ile o pidecilerin ikinci katında yemiştik lezzetli pideleri… (O pideci artık yok; Haktanır Pide idi ismi; yakınlarda kapandı. İF)
 
3-Yine oralara yakın, esnafın bildiği çok özel lokantalar var. Tarif edemem, dolaşarak bulacağız. Yine İbo ile bir Kemeraltı gezimizde bu lokantada yemek yemiştim. (Küçük Demir Han’ın avlusunda yer alan ve Urlalı Hasan Usta’nın Kısmet Lokantası idi orası.-İF) Spesiyal ise bizim için kabak çiçeği dolması idi.  Güzeldi de unutmam. Hem yer, hem de yemek bulmak mesele…
 
4-Eskiden döner meşhurdu Kemeraltı’nda. Ama ona pek rağbet etmeyeceğinizi umarım. Neden, çünkü ne o meşhur dönerciler kaldı, ne de o lezzet…
 
Karnımızı doyurduktan sonra, gerisin geriye; tekrar Hisarönü’ne kaymaklı şambali yemeğe… Gerçi onlar da çağa ayak uydurup fabrikasyon oldular ya! Haydi neyse…
 
O gün yaramazlık günü, felekten bir gün çalacaz.
Dolaşırız daha, kim özel bir yer biliyorsa oraya.
 
Gün boyu dolaştık durduk, her şeyi yâd ettik. Yorulduk da… Kapanışı Veysel Çıkmazı’nda ikişer bira içerek, sohbeti daha da koyulaştırmayı teklif ediyorum.
 
Kabul edenler?”
 
Kordonboyu'ndayız; artık o da bir hatıra...
(Mart 2023)
 
70'li yıllarda Kardonboyu...
 
 Elbette kabul edildi kadim arkadaşım Aybey’in bu teklifi.
Kısmet bugüneymiş. Sabah erkenden Aybey’in bu projesini hayata geçirmek üzere düştük yollara; ama bu kez şehrin tam kalbine doğru… Haydi, bakalım; uğurlar olsun bize.
 
Alsancak Metro istasyonu; güne başlarken..
(Mart 2023)
 
Alsancak Garı
(Mart 2023)
 
Alsancak Garı; İZBAN çıkışı
(Mart 2023)
 
Alsancak’tan Pasaport'a
 
Karşıyaka’dan bindiğim İzmir Banliyösü’ne ait metro treni saat 10’a doğru Alsancak Garı’na doğru usulca yanaştı. Sabah yoğunluğu bir nebze geçmiş olsa da, bir yerlere yetişme telaşı içindeki insanların çoğu vagonları boşalttı bir anda. Turnikelerden çıkışa doğru akan insan selinin arkasından ben de izledim önümdeki kalabalığı. Erken geldiğimi düşünerek çıkış holündeki bir sandalyeye tam ilişeyim derken çıkışa yakın bir başka sıradan Aybey’in bana doğru seslenerek el salladığını gördüm. Projenin fikri babası olarak Kemalpaşa’dan erkenden gelip konumlanmıştı Alsancak Garı’nın girişine. Saat tam 10’da Bornova elçimiz Cezzar girdi kapıdan. Ekip tamamlanmıştı; gidebilirdik. İlk hedefimiz garın karşısından denize doğru ilerleyen Bornova Sokağı’ndan girerek tarihi Alsancak Gevrek Fırını’na ulaşmak ve orada sıcacık İzmir gevreği ve kumrusuyla, İzmir tulumu ve çaylar eşliğinde enfes ama mütevazı bir kahvaltı ile başlamaktı bu İzmir gününe elbette.
 
Bornova'dan gelen gezgin de katıldı aramıza...
(Mart 2023)
 
Alsancak Garı önündeyiz.
(Mart 2023)
 
Geceden sabaha kalan; 19.yy.da yük katarları, Alsancak Garı'ndan Pasaport'taki limana doğru ilerlerken... 
 
Geceden beri, geçebilecekleri genişlikteki kapılarından Alsancak Garı’nın içine kadar giren tren katarları, gardan aldıkları yüklerini Quais (Kais ya da Rıhtım) yoluyla Pasaport’taki limana doğru yağmur altında taşıyıp durmuşlardı durmamacasına. Çelik tekerleklerin raylara çarpa çarpa çıkardıkları tıkırtık tıkır tıkırtık tıkır kıvamındaki metalik sesleri sabaha dek devam etti. Aydın Dağları’ndan inerek doğu ucundaki Karavanyo (Kervan) Köprüsü yoluyla şehre giren yorgun deve kervanları ise, dağın cevizini, incirini, kestanesini; hasılı tüm bereketini getirip yıktılar Kemeraltı’ndaki hanlara ve rıhtımdaki depolara. Yağmurlu geceden geriye kalan ise, karşıdaki İki Kardeşler (La Dua Fratella) tepesinin üzerinde sanki bir pamuk yığını gibi serpilmiş duran bulut öbeğiydi.
  
Cumhuriyet Döneminde (1929) Rıhtım'da atlı tramvaylar; arka planda La dua Fratella (İki Kardeşler Tepesi)
 
Alsancak Garı'nın karşısında yer alan Toprak Mahsulleri Ofisi siloları
 
(Mart 2023)
 
Alsancak Garı’nın karşısında 19.yy.da İngiliz Anglikan Kilisesi’nin hemen yanından başlayarak önce Alyotti Caddesi, daha sonra Bornova Sokağı; Punta’yı ikiye bölen meşhur Trasa (bugünkü Kıbrıs Şehitleri) Sokağı’na oradan da başka sokaklara kavuşarak denize doğru ilerlerdi. Biz de aynı rotayı izleyerek, bugün için 19.yy. dan kalma yorgun yapıların arasında kendilerine yer açan şehrin kozmopolit dünyasına doğru adım attık.
 
Bornova sokağındayız.
(Mart 2023)

Punta'nın Rum evlerinden biri; asimetrik cepheli ve ahşap cumbalı...
(Mart 2023)
 
Korkmak isteyenler için...
(Mart 2023)

Geometrik desenlerle cephesi kaplanmış bir bina; aslında bir şey anlatıyor, ama okuyup sökmesi zor...
(MYC; Mart 2023)

Bir ara sokağın sanki sonlandığı noktadaydı bu resimler...
(MYC; Mart 2023)

Tarihi Alsancak Gevrek Fırını, 1464 sokak ile 1466 sokağın kesişim noktasında yer alıyor. Bu fırının sıcacık gevrek ve kumruları 1962 yılından beri İzmirliyi doyuruyor. Her ne kadar Bornova sokağından denize doğru yürürken 1466 sokağı kaçırmış olsak da, “kitsch” diye adlandırabileceğimiz türden “heykelimsi” ve “resimsi” unsurlarla kaplı cepheleriyle dikkat çeken yorgun apartmanların arasında tek tük kalmış birkaç eski Rum evinin bulunduğu sokaklarda dolaşarak sonunda Alsancak Gevrek Fırını’na ulaştık.
 
Alsancak Gevrek Fırını'na doğru...
(Mart 2023)
 
  
Alsancak Gevrek Fırını; 1464 sokak ile 1466 sokağın kesişim noktasında yer alıyor.
(Mart 2023)
 
Sabah kahvaltı vakti; gevrek fırını harıl harıl çalışıyor.
(Mart 2023)
 
Aybey için sabah sürprizi, Alsancak Gevrek Fırını'nın kilit personeli; kayınbiraderi Muzaffer kardeş, dışarıya gevrek servisinden sorumlu bu sabah...
(Mart 2023)
 
Otoparklar, tabelacılar, çayhaneler, bazı dernek ve “hostel”lar ve başka şeyler arasından geçerek vardık gevrek fırınına; önünde düzensiz bir kalabalık; karşıda aynı gevrekçinin çayhanesi olduğunu düşündüğümüz geniş bir mekân, sokağa taşmış oturma sıraları ya da masalar; sabah sabah bir telaş bir telaş… Kara fırının önündeki usta bir yandan elinde küreği; ha bire fırına pişirilecek gevrek ve kumruları sürerken; bir başkası fırından çıkan gevrekleri pencerenin önünde bekleşen müşterilere yetiştirmeye çalışmakta… Tezgâhın önünde başka bir hoş tesadüf; Aybey’in kayınçosu; fotokopi makinesi tamirciliğinden gevrekçiliğe gönüllü devşirilen Muzaffer kardeşimizle ayak üstü yapılan kısa bir muhabbet; torbalara bırakılan gevrek, kumru ve dilim peynirlerle gevrek fırınının önündeki kaosa veda ederken, yaşanan; doğruca bardağı 5 TL.sına içilen Alsancak havalisinin en ucuz çayhanesine bir yatay geçiş sahnesiydi bizimkisi…
 
Gevrek fırınının yakınlarında Sakız tipi eski bir İzmir evi; işlevi değişmiş.
(Mart 2023)
 
Alsancak Gevrek Fırını yakınlarında bir çay ocağında kahvaltı sonrası keyif çayları içiliyor.
 (MYC; Mart 2023)

Bir başka 19.yy. yapısı daha; hemen yakınlarda...
(Mart 2023)

Gazi Kadınlar sokağında; asimetrik ve ahşap cumbalı bir Rum evi; şimdi Mülkiyeliler Birliği...
(MYC; Mart 2023)
 
Kahvaltı sonrası Kıbrıs Şehitleri’ne doğru yürüdük; yani Trasa sokağına. Oradan denize doğru; Gazi Kadınlar sokağına… Derinden derinden sesler geliyordu kulağımıza; dikkat kesildik 100 yıllık zaman diliminin ardına; İzmir’in yoksul mahallelerinden denize doğru üflüyordu zaman nefesini…
 
19.yy. İzmir'i, önde rıhtım; arkada antrepolar, incir atölyeleri ve başka şeyler, Frenk sokağından göğe yükselen Aya Fotini'nin çan kulesi, en arkada Aya Vukolos kilisesi ve diğerleri
 
Aya Fotini; 19.yy. 13 Eylül 1922 Büyük İzmir Yangını'nda yok oldu.
 
Kadifekale sırtlarından, Cumhuriyet dönemi; çocukluğumuzun İzmir'i; ortada Roma Dönemi Devlet Agorası
 
“Bizim sokak Rum Mahallesi’nin bitiminde, Türk Mahallesi’nin başlangıcındaydı. İki ev ötemizde, iki kızı ve bir oğluyla Zaharula oturuyordu. Üç çocuğundan en büyük kızı Lefkotea, Fransızca okumuştu. İyi bir kızdı. Ekmeğini kazanabilsin diye annesi ona, zengin mahallelerdeki evlerde her tarafa serilen Bornova usulü dantel örtüler örmeyi öğretmişti.
Vasilya’nın yanındaki ve bizim tam karşımızdaki, iki odası olan mahallenin en büyük evinde balıkçı kocasıyla Pinela oturuyordu. Odalardan birine yer yataklarını sermişlerdi; mutfağın tam karşısında ise bütün günlerini geçirdikleri ve içinde sadece bir divan bulunan odaları vardı. Balıkçı olan kocası geceleri İzmir Körfezi’nin bereketli sularında balık avlamaya giderdi. Barbunya, ıstakoz, çupra, kolyoz… Ağustos ayında sadece küçük balıkları yemek için oradan geçen büyük balıklar Argiri Bey’in ağlarına takılırdı. Oğullarından biri baba mesleğini yapıyordu. Bir diğeri ise tesisatçıydı. Her sabah alet çantasını sırtına takarak mahalleleri tabana kuvvet gezer, tamirat yapardı. Kimi zaman bir inşaatta çalışma fırsatı yakalarsa bu onun için daha iyi oluyordu; böylelikle bütün günü yollarda geçirmekten kurtuluyordu. İnşaatta çalıştığı zamanlar eve dana eti getiriyordu ki; annesi ona acempilavı yapsın.
 
Rıhtım (Quais ya da Kais) ve 19.yy.ın İzmir Limanı; hemen sağda Huck Hotel...
 
İzmir'in Müslüman mahalleleri; Kestelli'den aşağı, Salepçioğlu Camii ve İzmir Limanı'nda gemiler hemen önümüzde...
 
1851 yılında kurulan Konak'taki İzmir Gureba-i Müslimin Hastanesi ya da bizim çocukluğumuzda bildiğimiz adıyla Memleket Hastanesi
 
Bizim sokağımız Türk mahallesinin başındaydı. Biraz ileride Rum mahalleleri ve boş alanlar vardı. Sol taraftaki sokakta Yahudilerin, sağ taraftaki sokakta ise Biberlerin(1) yani Ermenilerin mahalleleri vardı. Her tarafları örtülü Ermeni kadınları orada oturuyorlardı. Türk kadınlarından katbekat daha fazla çarşafa bürünüyorlardı. Bir de başlarına bizim kiliselerdeki papazlarınki gibi dikdörtgen bir başörtüsü takıyorlardı. Küçük Ermeni kızları sokakta oynamak için evlerinden çıkmazlardı; sadece çok nadiren yetişkin kadınlar sokağa çıkardı. Rum erkekleri, şans eseri bir tanesiyle karşılaştıklarında o güzel, tatlı bakışlara deli oluyorlardı. Birçoğu sarışın, beyaz tenli ve mavi gözlüydü. Ne kadar sarışın olurlarsa, anneleri, onları o kadar çok top kumaşın altına saklardı.
Çok zengin Ermeniler de vardı, hem de çok zengin. Ama onlar da aynıydı; peçe ve cübbeleriyle. Sadece biraz daha zengin olanlar, Rum Mahallesi’ne yakın mahallelerinin en iyi sokağında otururlardı.
 
19.yy.da İzmir'in Ermeni mahalleleri; yaklaşık olarak bugünkü Basmane ile Montrö Meydanı arası...
 
19.yy.da İzmir'de Ermeni Saint-Etienne Kilisesi; yandı.
 
19. yy. İzmir'i; çarşıda incir pazarı

Ermeni Mahallesi’nin sol tarafında; hahamlarla ve Hisar Camisi Çarşısı’na kadar uzanan Yahudi evleriyle dolu mahalleler vardı. 
Yahudi kadınları, temiz kadınlardı. Boyunlarına inandıkları Davut’un yıldızını takarlardı. Erkekler ise, bir sürü değişik malın ticaretini yaparlardı.
Biz Yahudilerden pek hazzetmezdik. İlk geldiğimiz zaman Fula, bizi buralara yabancı olduğumuz için bilgilendirmişti. Biz de Yahudilere beslediği nefreti bize aşılamasına memnuniyetle izin vermiştik.
 
19. yy. İzmir'inin Yahudi mahalleleri; Agora arkasındaki aile evleri
(Aralık 2018)
  
İzmir'e sökün eden Sefarad Yahudilerinin Ladino (İbranice ve İspanyolca karışımı) dilinde bir şarkısını Jak ve Janet Esim söylüyor.
(Youtube'dan alınmıştır)
   
19.yy.da İzmir'inde içiçe geçmiş Yahudi ve Türk mahalleleri; arada Roma Dönemi Devlet Agorası 
(Ekim 2017)
 
 İzmir'in senkretizmi; Kadifekale'de Roma döneminde katledilen ilk Hristiyanlardan Aziz Polikarp'ın mezarı ya da Osmanlı Döneminde Müslüman ahalinin Yusuf Dede diye ziyaret ettikleri makam mezarı
 
“Yahudiler, Paskalya Bayramı’nda bizim küçük çocuklarımızı kaçırıp varillere koyuyorlar; sonra delik açarak onların kanlarını içiyorlar. Aman çocuklara göz kulak ol Eftalya.”
Kutsal Perşembe hep beraber kiliseye giderken demişti Fula bunları.
...
Sanki bu yetmezmiş gibi Kutsal Cuma sabahı pencereyi açar açmaz karşı komşusu Deme Vasilya sabah sabah Eftalya’nın korkularını iyice körüklemez mi?
 
 
 Havra sokağı civarında Yahudi mahallesinde yer alan  18.yy.dan kalma İzmir sinagoglarından biri Algaze Sinagogu
(Aralık 2018)
  
Algaze Sinagogu'nun bir anlamda minberi
(Aralık 2018)

Sinagogun duvarlarında yer alan kalem işi bitki süslemeleri
(Aralık 2018)

“Birkaç yıl önce Meli Nehri’nin(2) oralarda bir Yunan çocuğu kayboldu. Millet onu ararken çıldırdı. Herkes yollara döküldü; aileler, papaz. Hiçbiri yoktu. O zaman onu Yahudilerin kaçırdığını söylediler. Onu kaçırıp öldürdükten sonra kapılarının üstünü çocuğun kanıyla boyadıklarını söylediler. Herkes ayaklandı, neredeyse onları canlı canlı yiyeceklerdi.”(3)
İzmir’deki ilk Paskalya Bayramımızda Eftalya, bize Frenk Mahallesi’ndeki ünlü alışveriş merkezi Diogeni’den beyaz ayakkabılar almıştı. Eve döndüğümüzde yumurtaları kırmızıya boyayıp çeşit çeşit kurabiye yiyecektik. Pazar günü İzmir’de kuzuyu nasıl pişirdiklerini öğrenecektik. Köydeyken kuzuyu pişirme işini babam yapardı. Burada mahallenin ortasına nasıl çukur açabilirdik ki?
 
19.yy.da İzmir'inde Frenk sokağının sonlandığı Fasula Meydanı
 
Frenk sokağı; 19.yy. İzmir'inde...
 
19.yy.da Frenk Sokağı'ndan bir başka görünüm
 

Bizim mahallenin tam arkasındaki sokakta her şeyleriyle; camileri, minareleri, çamurları, pislikleri, çarşıları ve fakirliğiyle Kaçamba Durağı’ndan limandaki hapishanelere kadar uzanan Türk mahalleleri başlıyordu.
Türk mahalleleri, şehrin en ücra kısmındaydı. Basit, pislik içinde ve derbederdiler. Rumlardan uzakta, Fransızlardan, İtalyanlardan daha uzakta ve tiyatroları, okulları, kafeleri, saray gibi evleriyle, beyleri ve hanımefendileriyle zengin olan öteki İzmir’den daha da uzaktaydılar.
 
Damlacık yokuşundan Türk mahallelerine bakış; 1920'ler...
 
Bir İzmir türküsü; "Şu İzmir'den çekirdeksiz nar gelir"; Muammer Ketencoğlu söylüyor.
(Youtube'dan alınmıştır)
  
20.yy.başları; Kemeraltı'nda kahve kokusu...
 
Basmane'de Çorakkapı Camii solda; Altınpark ve Tilkilik'te Türk mahalleleri
 
 
Bir de zengin olan öteki İzmir vardı. Bazı Pazar günleri annem bizi Kai’ye gezmeye götürürdü. Sarayları ve evleri ağzımız açık seyrederdik. Bütün bu yerde Tanrı’nın cömert davrandığı Yunan dükkânları ve ticarethaneleri vardı. Kuyumcu, yağ tütün ve un tüccarı olan Yunanlar, gerçekten de Londra’dan, Paris’ten kıyafet getiren ihtişamlı mağazaların da sahipleriydiler.
 
Hizmetçileri olan evlerde yaşayan bu insanların at arabaları vardı ve çocuklarını İzmir’in en iyi okullarında okutuyorlardı. Cumartesi günleri öğretmenleri yakalı, temiz, saçları taralı ve başlarında şapkaları olan bu çocukları bayrak önde sahile gezmeye götürüyordu. Biz de onların geçişlerini izlerdik. Anneso, onların arkalarından koşup, “bir iki, bir iki” diyerek yürüyüşlerini taklit ederdi; ancak Eftalya hemen arkasından gider, eteğinden çekiştirerek onu geri getirirdi. Kai’de gezinti demek, güzel, uzun beyaz önlükleriyle sağa sola koşuşturan garsonları olan Bella Vista, Bahar Kokusu gibi kafelerin en iyi orkestraların çaldığı, ta dışarıdan duyulan İtalyan ritimli, o tatlı, güzel müziği eşliğinde baka baka dolaşmaktı.
 
Alsancak Gazi Kadınlar Sokağı'nda Sakız tipi Rum evlerinden birinin ahşap cumbası
(Mart 2023)
 
Alsancak (Punta)  rıhtımında 1908'de açılmış olan Cinema Pallas'tan 1933'de Yeni Tayyare Sineması'na dönüşüm süreci
 
İzmir'in Alsancak'ında Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde rıhtımdaki Sakarya ve Tayyare sinemaları

Alsancak Gazi Kadınlar Sokağı'nda birbirine yaslanmış konumda Sakız tipi sıra evler
(Mart 2023)
 
At arabaları ve yapılmış saçları, şapkaları ve dantelli kıyafetleriyle dikkati çeken; Avrupai, uzun boylu, süslü kadınlar seyredilmeye değerdi. Kafelerde onlara eşlik eden beyefendilerle otururlardı. Ne kadınlardı ama!
Bu hanımefendiler, ağızlarıyla ve etekleriyle konuşurlardı. Bütün bir gece boyunca onun eteğinden çıkan hışırtı kulaklarımda çınlamıştı. Ne müzikti ama! Konuşmaya başladığında ise ağzından başka bir melodi yayılırdı etrafa. Düzgün, tatlı, yumuşak bir konuşma!”(4)
 
19.yy.da Rıhtım'da Smyrna Tiyatrosu

Bugünkü Kordonboyu'nun Cumhuriyet Meydanı'na açıldığı köşede yer alan ve 1922 İzmir Büyük Yangını'nda yok olan İtalyan Mektebi
 
19.yy.İzmir'inde Rıhtım'daki alafranga kafelerden biri; Cafe Paris...
 
İzmir Yahudileri kitabının yazarı Henri Nahum ise, kitabında 19.yy.da Anadolu’nun incisi; kozmopolit İzmir’in sosyal yapısına koşut biçimde; şehirdeki farklı etnik ve dini kalabalıkların nasıl konumlandığını şöyle aktarıyor:
 
“Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer yerlerinde olduğu gibi İzmir’de de cemaatler ayrı semtlerde yaşar. … Türk Mahallesi Pagos Dağı’nın (Kadifekale) yamaçlarında dizilir: Dar sokaklar boyunca düzensiz bir şekilde sıralanmış ahşap evlerden oluşmuştur. Yanında Yahudi Mahallesi uzanır; az ötede Ermeni mahallesi… Rum Mahallesi şehrin çukur bölgesini işgal eder ve kentin ticari merkezi ve şık kesimi olan Frenk Mahallesi ile yan yanadır. Frenk Sokağı’nda ve Paralel Sokağı’nda Paris’ten en son gelen malların sergilendiği butikler, gramofonların, dikiş makinelerinin ve daktiloların Fransa’da, Almanya’da ya da Amerika’da piyasaya çıktıktan hemen birkaç ay sonra satışa sunulduğu büyük mağazalar bulunur. Limanda, Kordon’da denizcilik ve sigorta şirketlerinin şubeleri, Avrupa ülkelerinin konsoloslukları, yanlarında sinemalar, tiyatrolar, büyük kafeler ve Sporting Club yer alır. Hareketli ve şık bir Avrupa kenti ile tepelere sürülmüş “renksiz ve mahmur” bir Türk şehrinin arasındaki tezat, yolcuların hepsini hemen çarpar.”(5)
 
Kadifekale ve Türk mahalleleri; 1900'ler...

Değirmendağ'dan bir İzmir panoraması; önde Sarı Kışla; İç Liman'da onlarca gemi; belki yüz kayık...

İzmir Kordonboyu; 19.yy.
 
Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve ona açılan sokaklar, 19 yy.da İzmir’in bugün dahi bütün yok edilmişliğine rağmen hala sıkça rastlanan ve gayrimüslimlerin ortak mimari anlayışını temsil eden birbirine yaslanmış şekilde Sakız tipi bu sıra evlerin muhtelif örneklerini barındırır.
 
“Tipik bir İzmir konutu, iki katlı sıra ev düzeninde çoğu kez asimetrik cepheli ve ahşap cumbalıdır. Plan ve cephe organizasyonu açısından bu konutlar biri dar, diğeri geniş iki akstan oluşmaktadır. Zemin katta giriş holü dar aks üzerinde konumlanmakta, geniş aksta ise yaşama mekânları yer almaktadır. Üst katta yer alan yatak odalarının bir kısmı, sokak cephesine, diğer bir kısmı ise arka avluya yönelmektedir. Bu odalar genellikle merkezi bir hol etrafında düzenlenmişlerdir (Kuban 2001). Genellikle cephenin orta aksında yer alan cumba, odaya iliştirilmiş kapalı bir balkon işlevi görmektedir.
 
İzmir'in 19.yy. asimetrik yapıda ve ahşap cumbalı Sakız tipi evlerinden biri; Gazi Kadınlar Sokağı'nda...
(Mart 2023)
  
Punta'nın sıra evleri; Gazi Kadınlar Sokağı...
(Mart 2023)
 
Aynı sokakta bir başka evin girişi; mermer basamaklar ve ferforje  demir kapılar; yapmaya ustası yok şimdi...
(Mart 2023)
  
Zemin katta ön ve arka cepheden ışık ve hava alan iki temel yaşama mekânına, arka bahçeye uzanan bir servis kütlesi eklenmiştir. Bu kütlede mutfak, banyo, tuvalet ve kiler gibi servis birimleri yer almaktadır. Çoğu kez iki kat üzerine planlanan, servis mekânları konut sıraları arasında oluşan avluya bakacak biçimde, iç mekânla ilişkilendirilir. Avlulara geçiş yalnız konut içinden sağlanmıştır. Bu konutların büyük bir bölümünde bodrum kat bulunmaktadır. Bu kat özellikle su tabanı düşük semtlerde nem problemine karşı yapıyı havalandırmak amacıyla yapılmıştır. Strüktürel açıdan değerlendirildiğinde 19.yy. boyunca İzmir’de yapılan konutların neredeyse tamamının, içi moloz taş ile doldurulmuş ahşap karkas sistemiyle yapıldığı gözlemlenebilir. Ayrıca döşemelerde demir putrel, cumba altlarında dökme demir konsollar, dökme demir giriş kapıları ve saç kepenkler kullanılmıştır (Akyüz, 1997).
 
En eski örnekleri ile bugün Alsancak diye adlandırdığımız Punta semtinde karşılaştığımız bu konutlar, daha sonra yapılan tüm konutların prototipini oluşturmaktadır.
 
Alsancak Gazi Kadınlar Sokağı'nda bir başka evin ön cephesi; bu da asimetrik ve oldukça değişikliğe uğramış durumda...
(Mart 2023)
  
Bir köşe ev; iki cepheli ve simetrik yapıda, her iki cephede de ahşap cumbalar binanın cephelerini ortalıyor.
(Mart 2023)
 
Kordonboyu'nun sıra evleri; 19.yy.
 
Yerleşim düzeni açısından değerlendirildiğinde bu konutların tümünün avlu, servis ve yaşam mekânları diye isimlendirebileceğimiz üç temel elemandan oluştuğu gözlemlenebilir. İçinde giriş holü, günlük yaşam mekânları ve yatak odaları bulunan ana kütle, zemin katta dar-geniş (asimetrik) ya da geniş-dar-geniş (simetrik) akslarla kurgulanmaktadır. Çoğu zaman simetrik bir plan ve cephe düzenine sahip olan üst katla alt kat oldukça geniş bir merdiven holü ile birbirine bağlanmaktadır. Büyük evlerde bu merdivenlerin sahanlığından servis mekânlarının üst katına ulaşım sağlanmıştır. Evlerin arkasında yer alan küçük avlular yüksek duvarlarla çevrilmiş küçük arka bahçeler niteliğindedir. Avlunun bir köşesinde yer alan servis hacimleri ana konut kütlesine merdiven altından iliştirilmişlerdir.”(6)
 
İzmir'de Kordonboyu; son kıyı-kenar çizgisi bu, yarın ne olur bilinmez?
(Mart 2023)
  
17.yy.da kıyı-kenar çizgisi Saint Policarp Kilisesi'nin dibindeymiş. Düşünün bir kere; nereden nereye...
(Wikipedia'dan alınmıştır)
 
Bu da vakti zamanında bir rivayete göre denize yakın olduğu için, bir başka rivayete göre denize açılan gemicilerin denize çıkmadan önce dua etmeye geldikleri kilise olarak Denizciler Kilisesi diye de adlandırılan Santa Maria Kilisesi
(Şubat 2007)
 
Gazi Kadınlar Sokağı’ndan denize doğru yürüdük. Şimdi başka kimliklere bürünmüş, kimisi dernek lokali, kimisi bar ya da gece kulübü işlevini sürdürmekte olan 19.yy.ın mirası bu yorgun binaların kaderi ne yöne evrilecekti acaba? 1980’li yılların başından itibaren küresel ekonomik sisteme eklemlenerek; değerleri ve kaynakları tüketme temelinde gelişen bir yeniden üretim sistematiğinin toplumu ele geçirdiği bu zaman diliminde, acaba bu insanlık mirasını kurtarabilecek miydik? Bir büyük şüphe içinde taklit Arnavut kaldırımı taşlardan yeniden üretilmiş Punta’nın sahil şeridine ulaşmıştık bile. 1930’lu yıllardan kalma eski İzmir fotoğraflarına bakıldığında neredeyse kıyıdaki 19.yy. yapılarının tümünün aynen Kurtuluş Savaşı sonrasına taşınabildiğine tanıklık ederken, bugün bu cephenin denizden esen imbat rüzgârının içerilere asla nüfuz edemeyeceği bir engele nasıl ve kimler tarafından dönüştürülmüş olabileceğini düşünebilir miydiniz? Tasavvur edin bir kere; bu ülkenin ve bu şehrin insanları, İzmir’i 13 Eylül 1922’de kimlerin yaktığını on yıllarca medyada tartıştılar; onun bunun üzerine attılar bu suçu. Peki diyelim ki; onlar yaktı, yani gidenler; bu toprakları terk edenler… Bugün geldiğimiz nokta itibariyle; artık bu konu tartışılmaya değer bir mesele olmaktan çıkmıştır ne yazık ki. Çünkü 13 Eylül 1922’den yıllar sonra, bu şehrin 19.yy.da sahip olduğu bütün güzelliklerini ve değerlerini, ne yazık ki bizlerin ve bizden önceki nesillerin yok ettiği artık aşikârdır. Bugün hala o saçma tartışmayı; kim yaktı, ilk kibriti kim çaktı diye sürdürmenin de hiç bir anlamı kalmamıştır.
 
İzmir Kordonboyu; boydan boya...
(Mart 2023)
 
İzmir Kordonboyu; Cumhuriyet Dönemi, Sakız tipi sıra evler aynen duruyor.
 
Alsancak Kordonboyu; sıra sıra apartmanlar; 1960 yılları...
 

Ve bugün; Gündoğdu Meydanı...
 (Mart 2023)
 
Yayalara ayrılmış olması gereken geniş kaldırımlar kıyıdaki kafeterya ve lokantaların işgali altında; birer daracık geçitten yolcularına geçiş imkânı verirken, çürük diş gibi duran; binaları yıkılıp kalmış birkaç kıyı parseli “kentsel dönüşüm” kapsamında yeni inşaat hamlelerine açık bir şekilde beklemektedir Alsancak sahilinde. Evet; İzmir artık “sonuna kadar” Türktür, Türkleştirilmiştir, ama insanlığın ortak mirası niteliğindeki değerli kültür varlıklarının çoğunu yitirmiştir artık İzmir. Haydi gözümüz aydın…
 
Gündoğdu Meydanı'nda "Cumhuriyet Ağacı" heykeli
 (Nisan 2023)

Baharın kararsız havaları; İzmir'in Kordonboyu'nda...
(Nisan 2023)

Gündoğdu Meydanı oldukça sakindi; ama yolda park etmiş kamyonet ya da minibüslerden kıyıdaki lokantaların günlük iaşe ihtiyaçları ikmal edilirken, bir arabanın geçebileceği yol bile neredeyse kalmamıştı. Şehirde her şey sinir harbi kıvamındaydı. Kıyı kenar çizgisini denize doğru 1980-1990 yılları arasında taşıyarak İzmir halkının teveccühüne mazhar olan eski belediye başkanlarını sitayişle anıp kendimizi kıyıya attık.
 
Cepheden cepheye gidiyordu Mehmetçik; "dişler kenetli, ayaklar çıplak ve bir ipek halıya benzeyen bu toprak" uğruna oluyordu her şey...
 (İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
 
 
"Kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru..."
 (İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
   
Türk Ordusu'nun 9 Eylül 1922'de Kordonboyu'ndan İzmir'e girişi
 
 9 Eylül 1942; İzmir'in kurtuluş günü törenleri
 
Oysaki 9 Eylül 1922 sabahı nasıl başlamıştık güne; 30 Ağustos 1922 günü Afyon’u Yunan işgal kuvvetlerinin elinden kurtaran Türk Ordusu’nun öncü birlikleri, o gün Halkapınar’dan denize doğru ilerlerken, gazetelere şöyle yansıyordu zaferi ve mazlum bir milletin onuru…
 
“Fransızlarca işletilen İzmir Kasaba Demiryolu Şirketi müdürü, daha 8 Eylül 1992 günü tanıklığını “Halkapınar’da demiryolu üzerinde duran askeri yeme içme malzemesi yüklü vagonları, askerler ve sığıntılar yağma etti. Buna karşı koyacak hiçbir güvenlik gücü ortada kalmadı. Basmane Garı da, Halkapınar’da olduğu gibi yağma edildi. Burada hiçbir denetim yok. Garda görevli Yunanlı komutanın yanında, böyle bir güvenlik sağlama işinde kullanabileceği tek bir asker kaldı; o da bize gelerek artık gideceğini bildirdi ve veda etti. 9 Eylül sabahı, kargaşalık, artık çılgınlığa varmıştı” şeklinde anlatmıştı. (Bilge Umar; İzmir’de Yunanlıların Son Günleri; Bilgi Yayınları, İstanbul, 1974; sayfa: 265) 
 
19.yy.ın kozmopolit İzmir'i
 
Eylül 1922; İzmir limanında can pazarı, kaçıyorlar.
 
İzmir yanıyor; 14 Eylül 1922
 
Yine 8 Eylül günlü anlatısında da İzmirli bir Rum aydını olan Hristos Solomonidis, “Cephe yıkıldı! Korkunç haber İzmir’e bir yıldırım hızıyla geliyor… Melankolik ve kederli bir halde rıhtımda dolaşıyoruz. Deniz bile ölmüş. Gökyüzünde kesif bulutlar, ayı örtmeye çalışıyor… 8 Eylül gecesi. Kordonda son gecemiz. Neden ağlıyorsun, dostum? Neden gökyüzüne bakıyorsun? Çünkü tatlı memleket, ben seni çok seviyorum. Çünkü her şey trajik, kanlı ve mücrimane bir şekilde son buluyor. Gece, ölmek üzere olan Küçük Asya Yunanistanı’nın ölüm hırıltısı başlamıştır” demekteydi. (Bilge Umar; İzmir’de Yunanlıların Son Günleri; Bilgi Yayınları, İstanbul, 1974; sayfa: 266-267) 
 
İzmir'e ağıt; belki bir özlem; Mario Frangoulis'den Anatolia...
(Youtube'dan alınmıştır)
   
İzmir limanından gidenler
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
  
Afyon'dan İzmir'e doğru; 30 Ağustos 1922-9 Eylül 1922
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
 
İzmir; 13 Eylül 1922'den sonra...
 
Türk tarafı olarak da yıllar sonra Anadolu gazetesi, İzmir’e Türk Ordusu’nun girişini şu şekilde anlatacaktı: “Artık İzmir’e girilmişti. En önde Şerafettin Bey olarak adeta bir uç kumandanı gibi yanında emir zabiti Mülazım Hamdi ve dördüncü alaydan Ali Rıza Efendiler olduğu halde Kordon boyunu takip ediyorlardı. Pasaport Mevkii civarında elinde bomba bulunan bir düşman askerine Şerafettin Bey tarafından elindeki bombayı yere bırakması ihtar edilmiş ve asker korkusundan dolayı olması pek muhtemel bulunan ani bir hareketle bombayı infilak ettirmiş ve bu infilak neticesi Şerafettin Bey yüzünden yaralanmış, gerek kendi atı ve gerek yanında bulunan yirminci alayın 3.bölüğü kumandanı Yüzbaşı Nuri Bey’in atı yaralanmış olduğu halde bütün bir sükûnet ve ağırbaşlılık ile yürüyüşüne devam ve hükümet konağına ulaşmak için Mülazım Ali Rıza Efendi’ye hükümet kapısını açtırıp, işgal alameti olarak 9-9-338 öğleden evvel saat 10.30’da Türk nöbetçileri koydurmuştu. Bu suretle 15 Mayıs 335 sabahı işgal faciasına uğrayan İzmir, tam yirmi yedi ay, yirmi dört gün ağır bir kabus gibi düşman istilası altında kaldıktan sonra ebedi olacak Türk hakimiyetine intikal etmişti.”(Anadolu,9 Eylül 1932)(7) 

Cumhuriyet Meydanı'na doğru...
(Mart 2023)

Pasaport İskelesi'ne bakış
(Mart 2023)

"İzmir, onuncu Cumhuriyet Bayramını candan coşkunlukla bu meydanda kutluladı; 29 Birinciteşrin 1933"
Cumhuriyet'in kuruluşunun 10.yılı için Cumhuriyet Meydanı'na dikilen mütevazı hatıra abidesi; hala orada her şeyin tanığı ve sessizce duruyor.
(Mart 2023)
 
Şimdi o günlerin hatırasına Ege’nin kıyısında iki anıt yükseliyor; biri Cumhuriyet Meydanı’nda 1932 yılında açılan İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’nın eseri; yürüyen bir at sırtında ve “Ordular; İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini verirken betimlenen Kurtuluş’un Önderi Atatürk’ün heykeli; diğeri ise Prof. Dr. Ferit Özşen tarafından tasarlanan Gündoğdu Meydanı’nda 2003 yılında tamamlanan ve Milli Mücadele’yi temsil eden Cumhuriyet Ağacı heykeli…
 
Cumhuriyet Meydanı ve Atatürk Anıtı; 1940'lar...

İtalyan heykeltraş Canonica'nın yaptığı, 1932 yılında açılan Atatürk Anıtı
(Mart 2023)
 
Anıtın alt bölümünde bulunan kabartmalardan ön cephedeki; Kurtuluş Savaşı'na katılan kadınlarımız ve askerlerimiz betimlenmiş.
(Mart 2023)
   
Sol yanda ise; Türk Ordusu'nun İzmir'e girişinin halkta uyandırdığı sevinç anlatılmış.
(Mart 2023)

Anıtın sağ alt bölümünde ise Kemalpaşa yolunda Belkahve Mevkii'nde ordunun ilerleyişi anlatılıyor. Dört askerin bir topu iple dağın tepesine çıkarmaya çalışırken, ayrıca silah yüklü bir kağnı ve uzaktan İzmir görünür. Mustafa Kemal Paşa ise Belkahve Mevkii'ndeki asırlık çınar ağacının altındaki bir çeşmeden avuçlarıyla su içmektedir. 
(Mart 2023)
   
Pasaport ya da Gümrük

Kıyıyı takip ederek Cumhuriyet Meydanı’na oradan da Pasaport’a doğru yürüdük. Pasaport’un alâmetifarikası; Osmanlı’nın gümrük binası, şimdinin şehir hatları vapurlarının tarihi Pasaport İskelesi, bütün yaşadıklarına rağmen hala ayaktaydı ve hala hayatımızın tam ortasındaydı; o sarı, sapsarı badanalı haliyle.
 
Pasaport İskelesi; arkada Çatalkaya'nın silueti...
(Mart 2023)
  
Pasaport'tayız. Rıhtımda balık tutanlar mevzilenmiş.
(Mart 2023)
  
Fotoğraf telaşımız, ardımızda asırlık Pasaport İskelesi; bir zamanlar eski İzmir Limanı burasıydı.
(MYC; Mart 2023)
 

“19. yüzyılda, İzmir’deki ulaşım sisteminde dört değişim yaşanır: Uzun mesafe kervan ticaretinin yerini bölgesel kervan taşımacılığı almaya başlar ve demiryolu, karayolu ile denizyolu alt yapıları kurulmaya başlanır. Demiryollarının yapım imtiyazını devralan İzmir-Aydın Demiryolu şirketi, 1857 yılında demiryolu inşaatına başlar. Demiryolu hattı, 1860 yılında Torbalı’ya, 1866’da ise Aydın’a ulaşır. 1863 yılında bir başka İngiliz grubuna verilen İzmir- Kasaba (Turgutlu) demiryolu imtiyazı ile, 1865’te Manisa’ya, 1866’da ise Kasaba’ya ulaşılır. 19.yy ile birlikte kentin giriş kapısı rolünü üstlenen, 1859’da temeli atılan Punta Garı ile 1876’da açılan Basmane Garı, İzmir’in modern kent imgesi ve morfolojisinin oluşmasında başat rol oynarlar. Bu dönüştürücü gücün diğer aktörleri, karayolu ve deniz yollarındaki gelişmelerdir. 1866 yılında yol yapma izninin verilmesinden itibaren yolcu ve posta taşımacılığı yaygınlaşır. Ancak taşımacılıkta esas ağırlığı denizyolları karşılamaktadır. Bu taşıma biçiminin kalıcı bir sisteme dönüşmesi, 1867’de İngilizlerin aldığı ve 1869’da Fransız M. & M. Dassault kardeşlere devrettikleri liman ve rıhtım yapma imtiyazı sonucu denizin doldurulmaya başlanması ve Kordonboyu ile rıhtımın inşa edilmesiyle gerçekleşir. Rıhtım’ın inşası, kıyı kesimini hızla dönüştürmeye başlar. Levantenler, tüccarlar ve onlara aracılık yapan Osmanlı tebaasından Musevi, Rum ve Ermeniler, Kemeraltı’ndaki işyerlerini boşaltarak kıyı kesiminde yer almaya başlarlar. Mahallelerin cemaatlere göre organize olan yapısı da yerini, oluşmakta olan burjuvazinin belirlediği bu prestijli yeni semtlere bırakır. Kıyı kesiminde yoğunlaşan yeni burjuvazinin talepleri doğrultusunda, kentin sosyal ve kültürel hayatını biçimlendiren, kulüpler, tiyatrolar ve sinema gibi modern kamusal mekanlar oluşmaya başlar. Böylece, 1876’da tamamlanan Kordon (Bella Vista yada Bella Vue), özellikle gayrimüslim tebaanın kent içinde görünürlük ve prestij kazandıkları, kentin en önemli kamusal mekanına dönüşür. 1870’li yıllarda şehrin dışı sayılan Karataş’ın ötesindeki Karantina, Göztepe ve Kokaryalı bölgeleri, kentteki nüfus yığılmasının getirdiği ivme, 1881 tarihinde Karataş-Göztepe yolunun genişletilerek açılması ve sonrasında 1883’de tramvay hattının döşenmesi ile kentten kopuk olmayan, prestijli birer semte dönüşürler. 1891 yılında Halil Rıfat Paşa Caddesi’nin açılmasıyla, bu adla anılan semt oluşur. Bu bölgenin doğusunda, kentin geleneksel Musevi mahallelerinden ayrılan Yahudilerin oluşturduğu Karataş semti oluşur. 1907 yılında girişimci Nesim Levi tarafından Karataş ile Halil Rıfat Paşa Caddesi arasında yer alan 32 metrelik yarı aşmak üzere, buhar gücüyle çalışan bir Asansör inşa ettirilerek, bu topografik bariyer aşılır. 1883 yılında başlayan Körfez içi Vapur İşletmeciliği sayesinde, Karşıyaka ve Mersinli kıyısındaki Bornova İskelesi olarak adlandırılan yer, deniz yoluyla da ulaşılabilir hale gelir. İzmir, kara ve demiryolu ile olduğu kadar, denizyollarıyla da birbirine eklemlenerek, bütünleşik hale gelir.”(8)
 
19.yy.da eski İzmir Limanı ve Gümrük
 
Eski İzmir Limanı ve Pasaport İskelesi
 
Eski İzmir Limanı ve Gümrük; 1910 yılları 
 
 Eski rıhtım; karpostalın üzerinde 12 Ocak 1901 tarihi okunuyor.
 
19.yy.da Aydın Dağları’nın ve İzmir’in hinterlandında yer alan tarımsal ürünlerin dünyaya ihraç edildiği bir çıkış noktası gibiydi Pasaport’taki İzmir Limanı… Trenlerle Punta (Alsancak) Garı’na; oradan da Kordon boyunca sabahlara dek durmamacasına çalışan vagonlarla limana taşınan bu zenginliklerin dünyayla buluştuğu noktaydı Pasaport… Deve kervanlarıyla Kemeraltı’ndaki hanlara yıkılan Aydın Dağları’nın ve ovasının incirinden kestanesine, meyan kökünden, üzümüne dek uzanan tüm bereketi, Pasaport limanına yanaşmış şileplere ve mavnalara geceden sabaha, sabahtan yine geceye durmaksızın yüklenirdi. Hiç durmazdı hayat Pasaport’ta…
 
Ege'nin bereketini taşıyan deve kervanları yüklerini boşaltmış olmalı; 19.yy.a ait bir İzmir kartpostalı
 
İzmir'de Liman'a yakın konumda, Canik Elmasyan'ın incir işletmesi; 19.yy.

19.yy.da İzmir'de aynı incir işletmesinde çalışan kadın emekçiler, incir seçiyor.

19.yy.da İzmir'de geleneksel olarak kutlanan İncir Bayramı için hazırlanmış bir afiş
 
19.yy.da rıhtım, gemiler, kıyıda kafeler ve oteller
 
19.yy.da Körfez'deki sportif yarışmaların kadınlı erkekli birlikte balkonundan izlendiği Sporting Club
 
Pasaport, 19.yy.da bir yandan İzmir’in dünyaya açıldığı bir ticari liman iken diğer yandan da kıyıdaki kafeteryaları, birahaneleri ve çağın en güzel konaklama tesislerinin bulunduğu bir mevki idi aynı zamanda. Kordon’daki Alhambra, Centrale, Cristal, Budapest, Brasserie Resna, Clonavidis gibi birahaneler, Hulk Hotel ve diğerleri hepsi birer çekim merkezi gibiydiler. Cumhuriyet döneminde giderek Pasaport kıyısının bu etkinliği Pasaport kahvehanelerine dönüştü. İzmirli için günbatımını bu kahvehanelerde içilen çaylar ya da akşam kahveleriyle karşılamanın keyfi başkaydı.
 
 
Adeta katledilen 19.yy. ruhunun ahının tuttuğu ve ekonomik kriz nedeniyle çoğu mekanın kapanarak bomboş ve metruk bir yapıya dönüştüğü  şimdiki PİER  alışveriş merkezinin Pasaport'tan görünümü
(Mart 2023)
   
 Roma döneminden kalma Kızılçullu su kemerleri civarındaLimana yük getiren deve kervanları
 
19.yy.da bir Fransız şirketine İzmir mendireği ile birlikte yaptırılan ve o dönem liman olarak kullanılan Pasaport’ta gümrük binası işlevi gören Pasaport İskelesi, o günden bugüne defalarca onarım geçirmiş. 13 Eylül 1922’deki Büyük İzmir Yangını’nda hasar gören bina, 1926 yılında İzmir Valisi Kazım Dirik zamanında neredeyse sil baştan yeniden yapılmış.
 
Eski körfez vapurlarından biri şimdi Pasaport'ta demirlemiş, duruyor. Herhalde özel davetlerde kullanılıyor olmalı. İsmi Zübeyde Hanım...
(Mart 2023)
 
 
Zübeyde Hanım vapuru; arka balkonunda yaz aylarında seyahat oldukça keyifliydi.
(Mart 2023)
 
Şimdiki körfez vapurları, eskisinin yerini tutar mı?
(Aralık 2018)
 
Karşıyaka-Pasaport vapurları, benim lise çağlarım için hatıralarla doludur. O yıllarda Karşıyaka’dan Atatürk Lisesi’ne giderken hep bu iskeleyi kullanırdık. Vapurların bir de bodrum katı vardı; vapurun girişinden merdivenle inilirdi aşağıya. 1974-1976 yıllarını kast ediyorum; o yıllarda henüz bu bodrum kat (ya da alt kat) yolcuların kullanımına açıktı. Genellikle de Karşıyaka’dan İzmir’e muhtelif okullara giden öğrenciler tercih ederdi bu katı. Üst kata merdivenle çıkılır; hava sıcaksa arkadaki ya da öndeki balkonda da oturulabilirdi. Sıcak günlerde ve Karşıyaka’ya dönüş yolculuklarında; püfür püfür esen imbat rüzgârı eşliğinde, gençliğin yeni uyanışlarıyla lezzet bulan sohbetler eşliğinde karşı kıyıya nasıl vardığımız anlaşılmazdı bile. Üst kattaki koltuk araları oldukça geniş ve konforluydu. Sabah aynı saatte bindiğiniz Pasaport vapurunda, bir süre sonra bütün yüzler size bildik gelirdi. Herkes genellikle aynı koltukta ve belli kişilerle birlikte otururdu. Dolayısıyla hiç konuşmasanız dahi, her gün birlikte yolculuk yaptığınız o insanlar, sizler için o kadar tanıdıktı ki. Merdivenin başındaki çay ocağından dumanı üstünde çayları kapan garson, bütün vapuru dolaşıp sabah çaylarını yine her zaman bildiği şekilde tiryakilerine dağıtır, geçerdi. Erken gençliğimizin güzel yolculuklarıydı; denizin komşuluğundaki bir şehirde süren yaşam kültürüne dair. Oysaki şimdi artık ne o yolculuklar, ne de o eski vapurlar kaldı; otobüste gider gibi sıkış tepiş gidiliyor körfez vapurlarında.
 
Eski yıllardan kalma bir körfez vapuru daha; çocukluğumun Hasköy'ü...
 
Çocukluğumun Pasaportu
 
Çocukluğumun Pasaport’unun ise, benim için anlamı çok daha farklıydı. Ulusal bayramların İzmir’de kutlandığı mekândı Gümrük. Pasaport’un diğer ismiydi Gümrük… O yıllarda İzmir’de Hatay’da oturuyorduk. Ulaşım imkânları kısıtlıydı. Aileler için özel otomobil bir hayaldi o zamanlarda. Hani şimdinin pek meşhur ifadesiyle; ilk “yerli ve milli” otomobilimiz Anadol bile üretilmemişti daha. Ama bayramlarımız vardı; kutlanmaya değer. Gerisi vız gelir, tırıs giderdi. Şimdi çifte çifte otomobiller her kapıda; ama o güzelim bayramlarımızı ara ki bulasın.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma bir fotoğrafta kalan Konak'taki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları; en arkada Sarı Kışla, henüz yıkılmamış.
 
İlk "yerli ve milli" otomobilimiz Anadol, Varyant'ta...
 
Bu troleybüslerle taşınırdık Konak'a...
 

Geçmiş yazılarımızdan birinde şöyle anlatmışım çocukluğumun bayramlarından birini; 30 Ağustos Zafer Bayramını;
 
“İzmir’de bayram Gümrük’te kutlanırdı her 30 Ağustos'da. O zamanlar özel araçlar daha yaygın değildi. Belediye otobüsleri, vapur ya da taksi dolmuşlarla gidilirdi Gümrük'e.
 
Erkenden kalkılan bir sabahtı 30 Ağustos... Gümrük’ten askerlerin resmî geçidini izlemek için iyi bir yer kapmak amacıyla erkenden çıkmak gerekirdi yollara.
 
Sabah radyoyu açmak adettendi bizim evde. Ulusal bayram sabahlarında ise Harbiye Marşı ya da davul-zurna havaları ile uyanmak olmazsa olmazımızdı sanki. Evin içinde yankılanırdı kahramanlık ezgileri... Bir ritüeldi marşla uyanmak bayram sabahlarında…
 
19.yy.da Pasaport İskelesi ve Rıhtım...
 
9 Eylül 1943; İzmir'in kurtuluş törenleri; rıhtımda...

Annem en güzel elbiselerimizi giydirirdi törene giderken; bana ve kız kardeşime. Hatay’dan otobüsle, Karşıyaka'dan ise vapurla ulaşırdık Gümrük'e. Araçların içinde başlardı bayramın coşkusu. Karşıda Kadifekale, önümüzde uzanan Akdeniz’in mavi suları ve vapurun güvertesinde esen püfür püfür bir rüzgâr... Nasıl bir andı çocukluk düşümde o gün?
 
Karşıyaka İskelesi'ne yanaşmış 9 Eylül vapuru; birazdan yolcusunu Konak'a doğru taşıyacak. Eski bir kartpostaldan...
 
Yüzbaşı Şerafettin Bey, 9 Eylül 1922'de İzmir Hükümet Konağı'nın basamaklarında...
 
Konak'ta iskeleye yanaşırken vapur; ortalık mahşer kalabalığı gibiydi sanki. Ege'de Kurtuluş günlerinin her zaman ayrı bir anlamı ve tadı vardı o eski zamanlarda. 30 Ağustos'a yaklaşan günler Ege kasabalarında ve köylerinde hasat günleriydi aynı zamanda. İnsanlar aynı 26 Ağustos 1922'de olduğu gibi; kör şafaklarda dökülürdü tarla yollarına. Üzümdü, incirdi, tütündü derken bir yılın emeği ve alın teri sarı sıcak tarlalardan kaldırılırdı o günlerde. Kızgın güneşin altında bütün gün durmaksızın çalışmak çok zordu şüphesiz. Ancak o günlerde en büyük motivasyon kaynağı, 30 Ağustos ve 9 Eylül törenleri için İzmir'e gitmek ve o günlerde açık olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nı gezmekti. Bu Egeli köylülerin benzersiz bir hayalî idi o günlerde.
 
Atatürk ve İsmet Paşa, Büyük Taarruz sonrasında...
 
İstiklal Savaşı'nda cephede...
 
Gümrük'e ulaştığımızda ortalık gerçek bir bayram yeriydi. Yolun iki yanında yer alan kaldırımların üzeri sıkış tepiş insan kalabalıkları ile doluydu. Bir panayır gibiydi ortalık. Çevre köy ve kasabalar dâhil olmak üzere farklı yerlerden gelen insanlar; kucaklarında bebeleri, önlerinde çocuklar; pür neşe ve ellerinde kâğıttan bayraklarıyla resmî geçidi beklemekteydiler.
 
19.yy.da Pasaport ve Rıhtım
 
Önümüzden askeri birliklerin resmigeçidi esnasında askerlerin postallarının yere vuruşlarındaki çıkardıkları uyumlu sesler, çok hoşuma giderdi. Kulakları çınlatırdı bando mızıkaları. Kızılca kıyamet alkış sesleri, eşlik ederdi postal seslerine… Her kuvvetin ayrı bandosu olurdu askerlerin önünde. Birisinin geçişi bittiğinde, diğeri başlardı boruları öttürmeye. Gerçekten görülmeye değer bir şenlik havasıydı o yaşadıklarımız.
 
19.yy.da bir İzmir kartpostalında zeybekler "çeteler" olarak adlandırılmış.
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
 
Ve zeybekler geçerdi önümüzden; burma bıyıklı, cepkenleri savrularak takılan körfez rüzgârlarına. Davulcu tokmağını indirirken ardı ardına; kös dinlermiş bu kalabalıklar sanki bu günleri görünce gayrı. Harmandalı oynarken döne döne genç zeybek önümüzde; bir şahinin kanatlarını andıran kollarını açarken iki yana doğru; ayaklarından biri kalkar usulca yerden havaya; diğeri güm diye iniverirdi aniden Arnavut kaldırımların üstüne.
 
İstiklal Savaşı'nda zeybekler ve Kuvvacılar; bir arada...
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
 
Son gazilerin geçişi ise bir başkaydı; savaşın ateşini ve acımasızlığını yaşayan son gaziler… Başlarında kalpaklar, göğüslerinde İstiklal madalyaları ve vakur duruşlarıyla biz çocuklara başka bir âlemden gelmiş gibi gelirlerdi bu “dede”ler. Ama anlardık ki sonradan; bize bu hayatı onlar armağan etmişlerdi; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün benzersiz liderliğinde ve “hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin”…

Atatürk, Kuvvacılarla...
 
(İş bankası İstiklal Sergisi; Eylül 2021)
 
Akşam ise ayrı bir şenlik havası olurdu İzmir sokaklarında. Fener alayları; unutulmaz. Çocukluk yıllarında Konak’ta düzenlenirdi diye hatırlıyorum fener alaylarını. Askerlerin ellerindeki ahşap bir sopanın üstüne monte edilmiş birer teneke kutunun içinde yanan alevler karşıdan göründüğünde, büyülü bir âleme doğru yolculuğu çıkardık sanki bize yaklaşana dek. Tabii ki önde yine askeri bando olurdu hep. Önümüzden gelip geçerlerdi. Ben isterdim ki onlarla beraber yürüyeyim; ben taşıyayım alevden fenerleri. Ama yetişmezdi küçük adımlarım askerlerinkine.
 
9 Eylül 2019; Türk Yıldızları'nın İzmir semalarındaki gösteri uçuşları
(Eylül 2019)
  
Zaferden sonra Türk askerleri zeybek oynarken...
(Ateş Çemberinde İzmir; Eylül 2022; Karşıyaka Belediyesi Sergisi)
 
Son durak Fuar’dı o gece. Kaskatlı Havuz’un önünde askeri bandonun verdiği 30 Ağustos konseri ile mola verirdik dolaşmalarımıza. Sosisli sandviç, ayran, Tariş pavyonunda üzüm şırası; paraşüt kulesi çevresindeki incik boncukçular, Sütsan dondurmaları, Manolya’da Zeki Müren, Göl Gazinosu’nda Gönül Yazar ve diğerleri, SSCB, ABD, “Alamanya”; pavyonlardan topladığımız broşürler, alamadığımız otomobiller derken; bitmek bilmeyen pavyon gezmeleri; ayaklarda ne derman bırakırdı, ne de hal.
 
İzmir Enternasyonel Fuarı ve kaskatlı havuz

1952 yılında Fuar ve gölet...
 
İzmir Enternasyonel Fuarı'nın öncülü; 9 Eylül Panayırı...
 
Akşam otobüs ya da trenle eve dönüş faslı ise tam bir eziyetti aslında. Kucaklarda bebeler uyumuş artık; çocuklar mahzun ve yorgun. Ama olsun kutladık ya 30 Ağustos’u… Ne gam; vız gelir, tırıs gider.”(9)
(DEVAM EDECEK)
 Dipnotlar:
1.       İzmir’deki Yunanlar, Ermenilere Biber derlerdi; çünkü Türkler, onları, kafalarına bibere benzeyen bir fes takmaya mecbur etmişti. (Mari Meimaridi notu)
2.      Şimdi yerinde olmayan Halkapınar gölünden çıkarak Bayraklı önlerinden körfeze dökülen Meles Çayı
3.      19.yy.da Bergama’da Rum ve Yahudi cemaati arasında yaşanan en önemli olaylardan biri de kan iftirası üzerine dayandırılan toplumsal çatışmalardır. “Paskalya yaklaşırken bir Rum çocuğu, daha nadiren de bir yetişken kaybolur. Rumlara göre Yahudiler, Pesah bayramlarının kutlanması sırasında gerekli olan hamursuz ekmeğe kanını katmak için onu öldürmekle suçlanır. Kalabalık Rumlar, sopalarla Yahudi Mahallesi’ni istila eder, yoldan geçenleri tartaklar, mağaza camekânlarını kırar, dükkânları yağmalar. Bazen biri ölür. Sahne art arda birkaç gün tekrarlanır. Türk Polisi, Vali’nin emriyle sükûneti sağlamak için araya girer. Çocuk bulunur, kaçmıştır; ya da katil ortaya çıkarılır, Yahudi değildir. Gazetelerde bir polemik başlar. Birkaç ay sonra bir mahkeme olur: isyancılar hüküm giyer. Ama gerginlik devam eder. Bir sonraki Pesah sırasında, ya da iki yıl sonra her şey baştan başlar.”( İzmir Yahudileri, Henri Nahum; 2. Baskı; s. 90)
4.      Mari Meimaridi, İzmir Büyücüleri; Çeviren: Şebnem Christakopoulos; Literatür Yayıncılık, 13.Basım-Kasım 2004; sayfa: 15-20
5.      Henri Nahum, İzmir Yahudileri, Çeviren: Estreya Seval Vali; İletişim Yayınları, 2.Baskı İstanbul-2000; sayfa:23-24
6.      Şeniz Çıkış, Modern Konut Olarak XIX. Yüzyıl İzmir Konutu: Biçimsel ve Kavramsal Ortaklıklar; METU JFA 2009/2 (26:2) 211-233 bkz. http://jfa.arch.metu.edu.tr/archive/0258-5316/2009/cilt26/sayi_2/211-233.pdf
7.       Mehmet Emin Elmacı; Kara Günden Ak Güne İzmir ve İzmir Yangınının Basına Yansıması; Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, XXII, Özel Sayı (2022) sayfa: 73-115; bkz. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2651483
8.      Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nin 2005 yılı Universiade Oyunları için hazırladığı broşürden alınmıştır.
9.      Çocukluğumun 30 Ağustos’u için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2020/08/cocuklugumun-30-agustosu_30.html
10.   Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
 
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder