MARİN’DEN
GARİN BOĞAZI YOLUYLA BELENKÖY'e ve YAZIKÖY KALESİ’ne
21-24 Ekim 2020
Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün bir zamanlar pınarlarıyla meşhur ve Yaka’nın köylülerinin bahar aylarından
başlayarak yaz boyunca sebze tarımı yaptıkları Marin’den Garin yoluyla Belenköy’ün girişine dek yürüdük. Yürüyüşün
sonunda ise, köyün girişine göre kuzey yönünde yer alan; bütün güney denizine
dek ufku açık ve Knidos’a giden
yolları denetleyen Yazıköy Kalesi’ne
ve yörede Yığmataş olarak bilinen bir
Tümülüs’e çıktık. Karşımızda Saranda
Kalesi; sağımızda Yazıköy’ün
ovadaki evleri, özetle topografyaya hâkimdik o anda.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Marin;
suyun beslediği yer
Geçmişte pek çok köylünün bahçe olarak
kullandığı, baharı hatta yazı geçirdiği güzel bir yerdi Marin. Sözcük anlamı olarak yerel söyleyişte, pınar ini anlamına geliyor. Marin,
güneyinde Kisle Yanı (Kızıl Kilise Yanı) ve su kaynağı olan Çaylayık,
kuzeyinde yine Yassımar (yani yassı pınar), batı tarafında ise, Bükceğiz ve İncir Marini ile denize açılan verimli bahçelerin olduğu, bol su
kaynakları ile geçmişten günümüze uzanan benzersiz bir yaşam alanıdır.
Yarımadanın kıt olan su kaynaklarının aksine, bu yöre hiç kesilmeyen bereketli
kaynaklarının yanında, kuyularıyla da yarımadada oldukça sulak bir alan olarak
dikkat çekiyor. Ancak giderek tatsız olan, bu sulak ve tarıma elverişli alanın
artık yerleşime ve sayfiyelik villaların egemenliğine terk edilmekte oluşu… Bu
eskiyi bilenler ve yaşayanlar için oldukça can acıtıcı olsa gerek.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Marin’in güneyinde yer alan ve eski bir Rum Ortodoks kır kilisesinin
(Kızıl Kilise) kalıntılarının varlığı
nedeniyle Kisle Yanı denilen bölge,
tamamen deniz gören ve pek çok eski badem çeşidinin ortaya çıktığı bir bölge.
Bunlardan en güzeli Dedebağ bademi.
Yine Marin’in güneyinde Çaylayık ise, bir su kaynağının
bulunduğu mekân olarak dikkat çekiyor. Buradaki su kaynağı, halen yaz ve kış sürekli
akmaktadır. Marin’de aşağı pınarın
önündeki yol sizi denize götürür. Bükceğiz,
denilen bu bölge küçük bir koydur. Bu koyun da güneyinde Divan Burnu yer alır. Marin’de
yukarı pınar, Yassımar olarak
bilinir. İki pınar arasında bahçeler vardır. Bu bahçeler tarıma elverişlidir.
Şimdilerde geçerli akçe badem olduğu için, buraların çoğu bademliktir. Yine Yassımar’dan batıya giderseniz, bu yol
sizi İncir Marini ve Gargıcak’a götürür. Her iki yerde de su
kaynağı bulunmaktadır.
(Mart 2004)
(Mart 2004)
(Ekim 2020)
İncir Marini’nin başlangıcında bir düzlük yer alıyor. Özellikle Hıdrellez günleri, burası insanların
toplaştığı bir mesire alanı olarak işlev görürmüş. Hıdrellez’de insanlar, mutlaka deniz kenarlarına giderler
buralarda. Evlerinde yaptıkları iç bakla makarnası, sarma gibi yemekleri
denizin kıyıcığında yerler. Erkekler de mutlaka içerler ve eğlenirler. İncir Marini’ndeki bu düzlük, tamamen
denizi gören ve çevreye hâkim bir yerdedir. Karşınızda ise masmavi bir deniz
ile İlleki ve İncirli adaları uzanmaktadır. Buradan aşağıya doğru dikkatlice inerseniz,
birazcık sağa doğru saptığınızda, sizi Gargıcak
karşılar. Gargıcak, bir su kaynağı
gibi düşünülebilir. Suyundan kana kana içebilirsiniz. Buradaki sızıntıdan
suyunuzu içtikten sonra bir yere ilişip, Akdeniz’in güzelim koylarını doya doya
seyretmenin ise keyfi benzersizdir. Çeşmeköylü Yaşar Çuhadar, burada bir mağaradan söz ediyor. Mağara dışarıdan
fark edilmezmiş. Bundan dolayı Kıbrıs harbinde bazı ihtiyarlar bu mağaraya
gizlenmişler. Denize doğru alçalan teraslı bir topografyaya sahipmiş bu kıyı.
(Hasan Doğan Arşivi)
(Hasan Doğan Arşivi)
Yakamar'dan solda Marin ve sağda Yassımar'a bakış; vadinin tam ortasında Uluçay'ın şimdilerde kuru yatağı var.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Haziran 2021)
Hasan Hoca; Betçeli
yaşlıların belleğinde yer etmiş o eski zamanların Marin’ine dair hatıraları şöyle dillendiriyor:
“Marin
(Pınar İni) ve Yassımarin ya da Yassımar (Yassı Pınar), bir zamanlar
suyun harıl harıl aktığı ve insanların bu bölgelerde yaz mevsimini geçirdikleri
konfor alanları imiş. Suyu hiç kesilmeyen bu pınarların varlığı ve onların
insanlara armağan ettiği o eski yaşamlar, bugün hala Betçe yaşlılarının belleğinden hiç çıkmıyor. Bunlardan birisi de
teyzemiz Sabiha Uslu…
En büyük ablası gelin olduktan sonra, diğer ablası ile bütün çocukluğu ve genç
kızlığı bu yörede geçmiş Sabiha Teyze’nin.
Suyu hiç dinmeyen bir eski pınarın olduğu Çaylayık’ta
sürekli akan bu su kaynağı sayesinde, bahar ve yaz aylarını hep buralarda
geçirmişler. Çocukluk ve genç kızlık dönemlerinde buraya dair çok güzel anıları
olmuş Sabiha Teyze’nin. Özellikle Marin’de; pınarın başında çocukken, arkadaşları
ile oyunlar oynadıklarını ve bahar aylarında gelişen dut ağaçlarına
çıktıklarını ve bu ağaçlardan bol bol dut yediklerini anlatıyor. Babaları
kahveci olduğu için Yaka’dan pek
gelemediğinden, bahçeleri hazırlama işini ablası ile birlikte yaparlarmış. Marin’de o zamanlar her türlü meyve ve
sebze yetişirmiş. Sabiha Teyze, özellikle
akşamları ben de buradayım dercesine; çakal seslerine karışan eşek anırmalarını
unutamıyor. Eşekte doğal olarak bir korku varken, çakal ise kim bilir kimlere
gönderme yapıyordu? Oysa o saatlerde tilki, tüm kurnazlığı ile kümes önlerinde
sessizce nöbette; hiç bıkmadan ve usanmadan ev sahibinin bir anlık gafletini
beklemektedir.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Marin’in
insanları, ancak sabahleyin “içtima” alanına gitmekte ve doğruca kümeste tavuk
sayma işini yapmaktaymışlar. Buralarda tilkinin kurnazlığı ile ilgili bolca hikâyeler
anlatırlar aslında. Güya tilki ulaşabildiği tavuğun başını ağzına alırmış, zavallı
tavuk ne yapsın; sonunda havasız kalıp ölürmüş. Özellikle yaşlı ev sahipleri
unutkanlıklarının ceremesini ağır bir şekilde öderlermiş. Tilki bu; unutkanlıkları
hiç affetmez. Ben de buradaki yaşamı biraz biraz hatırlıyorum. Her akşam evde
kümesin kapısının kapatılıp kapatılmadığı sorgulanırdı o yıllarda. Evin annesi
mutlaka sorardı; kümesi kim kapattı diye. Kapatan da cevabını verirdi. Herhangi
bir gün sorulmazsa eğer, tilkiye bayram çıktı demektir. O yıllarda sadece
küçücük pencerelere konmuş lambalarla aydınlatılmış loş odalarda, insan siluetleri
dışında, herhangi bir figür de yoktur ortalıklarda. Işığın feri ancak ona
yeter.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Buna
karşılık Marin ve Yassımar çevresindeki yaşamların dışında,
çobanların hayvanları ile kaldıkları inler de oldukça geniş ve koruyucu mekânlarmış
o yıllarda. Bunlardan birisi de İncir
Marini yolu üzerindeki ve Çeşmeköylü Fırıncı Talip Amca’nın babası Koca Ali
Dede’nin yıllarca hayvanları ile kaldığı Mecidin
İni denilen mağara olarak biliniyor. Mağaranın ağzı güneye bakıyor ve içeri
doğru en az 30 hatta 40 metre derinliği sahip. İleri doğru gittiğinizde göreceğiniz
tabana döşenen kayrak taşların varlığı ise, burada yaşamın izleri olarak
değerlendirilmeli. Ayrıca mağaranın giriş kısmında yer alan bir duvar ve
mağaraya doğru giden bir patikanın varlığı da buradaki yaşama dair birer delil
niteliği taşımakta.”
(Ekim 2020)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Marin’de bir öğle
vakti
Marin’e vardığımızda vakit öğleye yaklaşmaktaydı. Bükceğiz’e doğru ilerleyen yolun
kıyısındaki bir bademliğin önünde durduk. Hasan Hoca, arabanın bagajından
rejisör sandalyelerini çıkarıverdi hemen. Bir termos dolusu çay eşliğinde kısa
bir yemek molası verdik bir bademin gölgesinde. Biraz ileride ise, Marin’e adını veren Pınar İni ve Çaylayık,
uğrayıp avarelik ettiğimiz diğer konfor alanlarıydı.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Kaynak: internet ortamı)
Pınar İni, oldukça eski bir döneme; belki de Knidos zamanlarına tarihlenebilecek kadar eski bir su kaynağı.
Üçgen bir kesite sahip bir derin kanaldan geliyor su. Tünelin karanlık ve derin
oluşu; üstelik üçgen bir kesite sahip oluşu aklımıza Atinalı Mimar Eupalinos’un Samos (Sisam) adasındaki
su getirmek amacıyla Kastro Dağı’na
açtığı ve kendi ismi ile anılan Eupalinos
Tüneli’ni akla getiriyor.(1)
Elbette o kadar uzun ve muazzam değil; ama bizimkisi bir andırış sadece… Önünde
yer alan bir oluktan taştan yontulmuş bir yalağın içine usul usul akan su, işte
bu dedirtiyor insana; basit ama konforlu…
(Mart 2003)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Tünelin ağzı, çepeçevre poligonal taşlarla örülmüş. Ne
kadar eskidir; doğrusu bakarak kestirmesi zor… Görebildiğimiz kadar içeriye
doğru baktığımızda ise, bizi su kaynağına dek götüreceğini düşündüğümüz ana
kayaya oyulmuş bir tünel uzanıyor; bir derin karanlığa doğru... Çeşmenin hemen
önünde ise yeni konduğu anlaşılan bir piknik masası bir şekilde huzurlu bir
ortamın tamamlayıcısı oluyor. Güzel olan ise, çevrede bu hoş manzarayı bozacak
bir piknik artığının bulunmaması. Pınar
İni’nin önünden denize doğru ilerleyen patika yol, sonunda Betçe’nin küçük, ama şirin koylarından
biri olan Bükceğiz’e ulaştırıyor
yolcusunu.
(Ekim 2020)
Çaylayık da ise, bambaşka bir güzellik saklı. Yol boyunca
gördüğümüz keçiboynuzları çiçeğe durmuş besbelli. Seneye yaza yeriz kısmetse;
baldan tatlı Betçe keçiboynuzlarını.
Tam arkamızda dik kayalıklarla kendini belli eden ve Marin’den Bükçeğiz
yoluyla ayrılan tepe ise, yine bir başka su kaynağını barındıran Yassımar… Hasan Hoca’nın anlatımına göre
Yassımar da bölgeye hayat veren
önemli su kaynaklarından biri…
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Çaylayık'da bir konfor alanı daha; meyve ağaçlarının gölgesinde bir havuz ve dört sandalyesiyle birlikte bir tahta masa...
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Çaylayık’a ulaştığımızda, aşağıdaki vadiye doğru bakan bir sekinin
üzerine konumlanmış ve ağaçların arasında kalmış saklı bir cennetle karşılaştık;
ama biraz da hüzne bulanmıştı ortalık. İçi su dolu bir havuz; asmalar, yeni
dünyalar, narlar ve başka meyve ağaçları; bir de çınarlar… Ortada her ne kadar
bir derbederlik olsa da; havuzun yanına atılmış bir tahta masa ve çevresindeki
dört sandalye aynı zamanda bir huzurun bileşenleri gibiydi. İlişiverdik
kıyısına… Arkamızda bir alçak duvarın üzerine öylesine bırakılmış yüzlerce boş
şarap şişesi, bu mekânın şimdilerde ne amaçla kullanıldığının delili gibiydi.
Suyun kaynağı ise, bu duvarın sonlandığı noktada yine bir ana kayanın
altındaydı. Su bu kaynaktan bir kanal aracılığıyla şimdilerde tarumar olmuş
durumdaki Marin bahçelerine doğru
usul usul akıp gitmekteydi. Hemen yanındaki taştan yapılmış bir ocak, şarap
şişelerine eşlik eden nevalelerin kaynağını teşkil ediyor olmalıydı. Ah Betçe;
ah Betçe; çilelerin ve keyfin yatağı; kim bilir bu havuz başında ne şişeler
devrildi, ne hikâyeler üretildi; olup biten ana karaya kapalı; yüzü denize
dönük ve sanki “adalı” halkın hüznü ve sevinçleriydi.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Çaylayık’dan biraz daha öteye; Palamut
Bükü yönüne doğru yürüyünce karşımıza bir kilise yıkıntısı çıktı. Palamut Bükü denizine hâkim bir
noktadaki kilise, Rumlarla Türklerin yarımadada birlikte ve barış içinde
yaşadıkları günlerden kalma bir yapı olmalıydı. Halk arasında “Kızıl Kisle” ya da sadece “kisle” olarak adlandıran ve Rumların bu
toprakları terk ettikten sonra içindeki ocak, oda bölmeleri gibi eklentilerle daha
sonra modifiye edilerek yaşam mekânı olarak kullanıldığı anlaşılan yapının
bugünkü durumu ise oldukça berbattı.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Tam bir yıkıntı haline gelmiş kilisenin altında yer alan
ve kemerli bir kapıdan erişilen bodrumunda ise, birbiri ile bağlantılı 4 odacık
yer alıyor. Bir mezar odasını andıran bölümlerde taş yığınları nedeniyle
ayrıntılı bir tetkik yapamadık. Diğer yandan da aklımıza Ortodoks kiliselerinde
sıkça rastlanan kemik depoları (ispitalya)
geldi; ama kesin bir kanaate varmak odalardaki taş yığınları nedeniyle mümkün
değildi. Yapının çökme riskini de dikkate alarak belli yerlerini fotoğraflayıp Kızıl Kilise’den ayrıldık.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Garin Boğazı
Çaylayık’tan ayrıldıktan sonra Garin
Boğazı’na doğru yürüdük. Marin’den
Belenköy’e, bu boğazı aşan bir toprak
yolla ulaşmak mümkün. Çok eski zamanlardan beri kullanıldığı söylenen bu
geçidin güneyinde Soğuk Dağ,
kuzeyinde ise Garin Dağı yer alıyor.
Yaşlıların belirttiğine göre, her iki tepenin üzerinde İlkçağ’dan kaldığı
sanılan gözetleme noktalarına ait izler bulunmaktaymış. Hasan Hoca’nın anlatımına
göre; Garin Boğazı, Knidos limanına emtia götüren
kervanların takip ettiği bir güzergâh olabilir.
(Ekim 2020)
Yakamar'dan Garin vadilerine bakış; en önde Çalıca Tepe'de Çeşmeköy Muhtarlığı'nın yaptırdığı metruk köy konağı; solda Soğuk Dağ'ın eteğinden ilerleyen ve bizim yürüdüğümüz Garin güzergahı; en sağdaki tepe ise Garin Dağı, onun hemen solundaki vadide şimdi kuru bir yatağa sahip Garin Deresi bulunuyor.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Yassımar'dan Garin'e ayrılan yol; Garin deresine ve eski kervan yoluna gider.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Hasan Hoca ile Çeşmeköylü Yaşar Çuhadar, bir gün birlikte; Garin Boğazı’ndan Belenköy’e
doğru giden güzergâhı, vadi tabanından ilerleyerek takip etmeye çalışmışlar. Bu
deneyim ile ilgili olarak kendisi şu izlenimlerini aktarıyor:
“Yaşar
Çuhadar ağabeyim, yıllarca bu dağlarda avcılık yapmış. Kendi ifadesine göre
basmadık çalı dibi kalmamış. Şimdilerde yeni yol (bizim Marin’den Belenköy’e yürüdüğümüz yol-İF) Soğuk Dağ’ın belinden geçerken, çok eskiden bu geçit Garin Dağı’nın belinden dolanırmış. Uzun
yıllar önce, bir gece vakti Yaşar Çuhadar’ın
arkadaşı Belenli Şener Usta’nın babası,
Belenköy’den Marin’e doğru gelirken bu eski yol üzerinde düşmüş ve hayatını kaybetmiş.
Belenköy’e doğru geçiş imkânı veren
bu iki tepenin arasından Garin Deresi
olarak bilinen bir dere akarmış eskiden. Dere o yıllarda o kadar çok su
taşırmış ki; Uluçay’ın suyunun
akmadığı zamanlarda dahi Garin Deresi’nin
suyu hiç kesilmezmiş.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Yaşar Çuhadar Ağabey, Hasan Hoca'ya Garin Deresi'ni anlatıyor.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Yaşar Çuhadar
ağabey ile şimdi kupkuru haldeki Garin
dere yatağından yürüyerek, Garin Dağı’nın
eteklerinde yer alan geniş ağızlı ve içeriye doğru giderek derinleşen bir
mağaraya ulaştık o gün. Yaşar ağabeyin belirttiğine göre; bu büyük mağaraya
eskiden Ağaların İni derlermiş. Çünkü
mağaranın bulunduğu arazi, Çeşmeköy
ağalarına(2) aitmiş.
Mağaranın büyüklüğüne bakılarak halk arasında buranın bir garaja benzetilerek
“gar ini” olarak adlandırıldığı; daha sonra da bu ismin “garin”e dönüştüğünü anlatıyor Yaşar
Çuhadar.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Yaşar Çuhadar Ağabey, Ağalar İni hakkında bilgi veriyor.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Adını
hem boğaza, hem de eteğindeki tepeye veren bu mağara, gerçekten görülmeye
değer. Yörede gördüğüm mağaraların en büyüklerinden birisi bu. Yaşar ağabeyin
anlatımına göre; mağaranın derinliklerinde tavandan damlayan kalkerli sudan
kaynaklanan sarkıtlar da mevcutmuş. Eskiden sırtlan yaşarmış bu mağarada.
Geceleri çalı yakarak sırtlanı dışarı çıkartırlarmış. Artık ne yazık ki, bu
topraklarda sırtlan bile yok. Şimdilerde Yaşar ağabey, mağaranın porsuklara
mekân olduğunu söylüyor.
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
(Hasan Doğan; Haziran 2021)
Mağaradan
geriye doğru dönerken, güzergâh üzerinde eski antik yolun izlerine ve bir
sarnıca rastladık. Sarnıç bir kaya üzerine oyulmuş ve içi sıvanmış durumdaydı.
Dağdan gelen sular bir kanal yardımıyla sarnıca doğru yönlendirilmiş
olmalıydı.”
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Biz ise, Belenköy’e;
Hasan Hoca’nın ifadesiyle Garin Boğazı’ndan
geçen yeni yolu takip ederek ulaştık. Solumuzdaki alçak tepeler, Soğuk Dağ olarak adlandırılan
yükseltileri oluşturmaktaydı. Uluçay’ın
yatağını takip ederek yaklaşık 200 metre kadar sonra, solda Garin Deresi’nin yatağına ulaştık. Bu
noktadan itibaren ise, Garin dere
yatağının solundaki bir patika yola saparak, Soğuk Dağ’a paralel bir şekilde Belenköy’e
doğru ilerleyen toprak yola vasıl olduk. Yol boyunca Belenköy’e kadar tatlı bir eğimle sürekli yükseldik. Arkamızda
bıraktığımız Kumyer Kalesi(3), Yakamar(4)
dünyası ve Palamut Bükü denizi bir
süre sonra gözden kayboldu.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yol boyunca ahlat armutlarının ve mersin üzümlerinin
olgunlaşıp olgunlaşmadığını kontrol etmek görevi, her zamanki gibi Hasan
Hoca’nındı. Yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş sonrasında, Belenköy’ün girişindeki yol çatısına ulaştık. Buradan köye adını
veren beli aşarak, bir süre bayır aşağı indik. Vardığımız son nokta, Belenköy meydanı idi. Meydanda hem
covid19 salgını, hem de yaz sonu olması nedeniyle sessizlik hâkimdi. Kahvehane
de kapalıydı.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Hasan Hoca ise, Belenköy
ile ilgili şu bilgileri aktardı bize:
“Belenköy, adına uygun olarak; bu yörede
diğer köylere göre daha yüksek bir topografyada yer alıyor. Köye yukarıdan
bakıldığında; sanki ortası çukur bir çanak şeklindedir Belenköy’ün merkezi. Burası son yıllara kadar Yazıköy’ün mahallesi konumundaydı. Köy, Knidos yolu üzerinde olması nedeniyle, bugün dahi bu konumuyla öne
çıkıyor. Köyde; belki de diğerlerine göre daha yüksek bir irtifaya sahip olması
nedeniyle, her türlü sebze yetişiyor. Bu civardaki pazarlarda özellikle Belenköy kadınları, ürünlerini hem
yetiştirip, hem de satma konusundaki becerileri ile dikkat çekiyor. Köy içinde Kanlı Çeşme ve köy dışında da Gocamuar (Gocamar) olarak bilinen çeşmeler mimari açıdan görülmeye değer ve
oldukça tarihi nitelikte yapılar… Her iki çeşme, bizlere Rumlardan kalmış
olabilir. Köyün içindeki Kanlı Çeşme’nin
ise dramatik bir öyküsü var; köyün eski sakinlerinden Sayim Ermiş’in anlatımına göre;
bu çeşmenin su akan pınarına, bir çocuk kafasını sokmuş ve bir daha
çıkaramayarak havasızlıktan ölmüş. Bu olay nedeniyle olsa gerek; çeşmeye o
günden sonra Kanlı Çeşme adını
vermişler.
(Hasan Doğan Arşivi)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Diğer
çeşme ise, Belenköy’ün güneybatısında
ve kırsalda yer alıyor. Gocamuar
olarak adlandırılan bu çeşme ve çevresi; karşıdaki Saranda Kalesi’ne dönük yüzü ve asırlık palamut ağaçlarının
benzersiz gölgesiyle bir konfor alanına dönüşüyor. Çeşme ve yanındaki küçük
havuzda kullanılan kesme taşlara bakılırsa, yapının oldukça eski bir zamandan
kaldığı söylenebilir. Hala akan suyu ile Gocamuar,
çevrede iyi bilinen bir dinlenme alanı da diyebiliriz.
(Ekim 2019)
(Ekim 2019)
(Ekim 2019)
(Ekim 2019)
Belenköy’ün
ortasından geçen yol, Yazıköy’den
gelen yolla birleşir. Bu birleşen yol, yolcusunu batıya doğru; ortalama 8 km
sonra Knidos antik kentine ulaştırır.
Bu yol üzerinde Bağlı Belen denilen
yerde arabanızdan inip seyir yapabilirsiniz. Karşınızda Bağlaryüzü sahili ile Yunan adalarından Tilos ve Nisiros sizlere
el eder. Bizler bu adalar için İlleki
ve İncirli adlarını kullanırız. “İlek” bilindiği gibi erkek incirlerin
meyvesine verilen addır. Buralarda erkek incirlere boğa (Karia’dan kalma bir
benzetim olabilir-İF) diyorlar. Bu incirlerin nisan aylarında gelişen “ilek”lerinin içinde barınan sinek
sayesinde, dişi incirlerin meyveleri döllenir. Zaten incirin Latince adı ve
soyadı Ficus Caria’dır. Yani incirin
anavatanı buralardır; Karia’dır. Bu anlamda karşı adaların isimlerinin inciri
çağrıştırması da oldukça ilginç olmalıdır. Betçe,
yakın zamana kadar bir incir deposu iken, bu avantajını 70’li yıllarda kaybetti.
İncirler tek tek söküldü ve yerlerine badem ağaçları dikildi. Oysa her evin
kilerinde ya da yatak odasında kocaman bir sandık; sandığın içinde ise, defne
yaprakları ile sarılmış incirler ve ayrıca kavrulmuş; yani fırınlanmış incirler
bulunurdu. Yıllarca evlerin tatlı ihtiyacı ve misafir ikramlarını bu incirler
karşıladı. Bu yörede incir içine badem koyup fırınlamak o yıllarda oldukça
meşhurdu. O evlerin başköşelerinde özenle saklanmış ve fırınlanmış incirler,
şimdilerde artık ne yazık ki hiç kalmadı.”
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Belenköy ve Yazıköy
Kalesi
Belenköy Meydanı’nın hemen kuzeyinde yer alan bir tepeciğin üzerinde
yörede Yığmataş olarak da
adlandırılan bir Tümülüs yer alıyor. Köyün
girişinde de dal budak sarmış bir beyaz begonvil… Biz de köyün beyaz badanalı
evlerinin arasından tepeye ulaşan bir patikayı takip ederek etrafı blok
taşlarla çevrili Yığmataş Tümülüsü’ne
kısa sürede ulaştık.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yığmataş Tümülüsü, anlaşıldığı kadarıyla epey hırpalanmış; belki de
zamanında tırtıklanmış bir görünüme sahip. Çevre topografyaya hâkim bir noktaya
yapılmış bu mezar yapısı, anlaşıldığı kadarıyla zamanının önemli bir kişisine
ait olmalı. Knidos ile ilişkili
olması pek muhtemel olsa da, kimliğine dair bir bilgi ne yazık ki mevcut değil.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Tümülüs’ün hemen arkasında ve kuzeyinde devam eden bir
patikayla ulaşılan, yaklaşık 500 metre uzaklıktaki bir başka tepenin üzerinde
ise, Yazıköy Kalesi yer alıyor.
Patika boyunca her yanımız makiliklerle kaplı; ilkiler(sakız çalıları) pirenler, gevenler,
yabani zeytinler ve pırnar meşeleri, aşılması zor ve sık bitki örtüsünün en
dikkat çeken unsurları… Yazıköy ve hemen
kuzey karşısında konumlanmış Saranda
Kaleleri, Knidos’a doğru bir
geçişi kontrol etmenin ötesinde, Knidos
Limanı’na ve yarımadanın Ege’ye bakan kuzey yüzüne dek ulaşabilen bir görüş
alanına da sahip bulunmaktalar. Knidos
Limanı’nın; yarımadanın dünyaya açılan kapısı olarak İlkçağ’daki önemi
düşünüldüğünde, limana ulaşan kervan yollarının güvenliği açısından bu
gözetleme kalelerinin ne denli önemli olduğunu belirtmeye sanırız gerek yoktur.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Yazıköy Kalesi’nin çevresinde yer alan sık makiliklerden dolayı ilerlemek
zaman zaman zorlaşsa da, giriş kapısına kadar yanaşabiliyoruz. Ana kayanın
üstüne örülmüş sur duvarları dikkat çekici… Ama göründüğü kadarıyla doğa kaleyi
ele geçirmiş durumda; her yeri makiliklerle kaplanmış sanki. İlerlemek bile
oldukça güç.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Çevre topografyaya egemen konumdaki kalenin alt
düzleminden Knidos Limanı’na doğru
bakıyoruz. Biraz ileride ise İncirli
adası uzanıyor. Güneyimizde ve arkamızda Soğuk
Dağın tepeleri; bir silsile halinde ardı ardına sıralanıyor. Yamaçlarında
ise, beyaz tonda yapılaşmalar dikkat çekici. Belli ki oralara dek sıçramış
durumda inşaat canavarının pervasız faaliyetleri… Karşıda Saranda Kalesi; sağ yanımızdaki düzlüklerde Yazıköy’ün evleri seçiliyor uzaktan. Gözlerimizle tarıyoruz
topografyayı. Arada “arıza”lar olsa da; gördüğümüz manzara aslında benzersizdir.
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
(Ekim 2020)
Nerdeyse gün akşama doğru uzanmakta… Dönüş yolunda
geldiğimiz rotayı izleyerek, Palamut Bükü’ne
dek yürüyeceğiz daha. Vakit tamamdır. Şimdi dönme zamanıdır; Belenköy tepelerini ardımızda bıraka
bıraka…
(DEVAM EDECEK)
Dipnotlar:
(1) Samos adasındaki Eupalinos Tüneli
ile ilgili olarak bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2017/06/anadolunun-devami-olan-ada-samos.html
(5)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu
tarafından çekilmiştir.
Yazan: Hasan Doğan-İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC