FURUNLU ve ÇIPLAK KÖYÜNDE DOLAŞIRKEN…
16 Mayıs 2019
İbrahim
Fidanoğlu
Giriş
Tam
7 yıl oldu. Coşkun Ağabey ile birlikte bir çocukluk hatırasının peşinde;
Bayındır’ın terk edilmiş köyü Çıplak’ta
dolaşalı… Sekilerden ovaya doğru bakan kırık dökük evler, harap durumdaki okul
binaları, avlaka adı verilen köyün eski çamaşırhaneleri, çeşmeler, Dondurmacı
Kara Veli’nin köyün ıssız sokaklarında dolaşan hayaleti; köye gelen eski
sinemacılar, Dededağ’ın erenleri,
tepeden tepeye birbirleriyle haberleşen evliyalar; hepsi bir eski hayalin
peşinden döküldü sokaklara sanki(1). 7 yıl geçti aradan;
başka dağlarda ve düzlüklerde dolaştık, başka hikâyelerin peşinde. İşte şimdi
onun hikâyesi…
Yemişalanı'ndan Çıplak köyüne bakış
Dağa Kaçtım gezginleri, Arıkbaşı köyünde Çınaraltı çay bahçesinde...
Eski Furunlu köyü camisi
Furunlu’dan Çıplak köyüne;
eski hatıraların hürmetine…
Sabah
erkenden Bornova yolcularını aldıktan sonra İzmir-Aydın otoyolu üzerinden Bayındır yönünde harekete geçtik.
Foça’dan gelecek arkadaşlarla Bayındır’ın
yol üstü köylerinden biri olan ve 19.yy.daki Anadolu’ya yönelen Çerkez göçü
sonrasında, Çerkezlerin yoğun olarak iskân edildiği Arıkbaşı köyünde buluşacaktık. Yaklaşık saat 9.30 gibi ekip, Arıkbaşı köyünde; asırlık çınar
ağaçlarının gölgesi altında Bayındır yolcularına
benzersiz bir konfor alanı sunan Çınaraltı
çay bahçesinde bir araya geldi. Makineli tarımın hayatımıza yoğun olarak
girdiği 1950’li yıllardan kalma; neredeyse antika değerinde bir dizi traktörün
bahçesinde sergilendiği bu güzelim çay bahçesinde Tire’den bize katılan değerli dostumuz Ahmet Tamer’in sabah
simitlerine, arka arkaya gelen tavşankanı çaylar eşlik etti.
Arıkbaşı; Çınaraltı çay bahçesi
Bayındır çiçekleri ve eski traktörler; Çınaraltı çay bahçesinden bir köşe...
Sanki bir otomotiv müzesindeyiz; Çınaraltı çay bahçesinden...
Müzelik traktörler; 1950'li yıllardaki tarımda makineleşme hamlelerinden izler...
İlk
durağımız, Bayındır yolundan kuzeye
doğru yönelen tali bir asfalt yolun iki yakasına saçılmış yıkık dökük evleriyle
terk edilmiş eski Furunlu köyü oldu.
Epeydir devam etmekte olan restorasyon süreciyle dikkat çeken köyün Osmanlı
Döneminden kalma camisi halen kapalıydı. İçine giremesek de avlusunda
yaptığımız gezinti, cami ve restorasyon hakkında bir fikir edinmemize yetti.
Eski Furunlu köyünün sırtlarındaki terk edilmiş evlerden biri
Eski Furunlu köyü ilkokulu önündeki meydanlık
Bayındır Belediyesi tarafından 2013 yılında yayınlanan; Tireli
araştırmacı yazar Munis Armağan’ın Tarihin Gizemli Kenti Bayındır isimli
kitabında Eski Furunlu köyünün
bölgeye Menteşe yöresinden gelen Furun Şah liderliğindeki bir aşiret
tarafından kurulduğu aktarılıyor. Önceleri eski bir Rum yerleşimi olan köyde
eski bir kilisenin varlığından söz ediliyor. Köyün civarındaki önemli mevkii
adları ise şöyle: Karakaya, Tolaman, Yarma, Musluk, Dongulca, Kalabak, Karataş,
Harlak, Peynirci Kuyusu, Musallı Dağı, Emir Hüseyin Kuyusu, Hacı Veli Kuyusu,
Hacı Ağılı Deresi, Sulu İrim ve Dağlıoğlu… Çevrede tek kiliseye sahip olan köy,
ayrıca Yakacık ve Elifli ile birlikte Sultan II. Selim
vakıf arazileri içinde yer alıyor imiş.(2)
Eski Furunlu camisinin minaresi
Minarenin kitabesi
Eski Furunlu köyüne
ait Osmanlı tapu tahrir defteri kayıtlarından alınan bilgiler ise şu şekilde:
“1467
yılına ait olduğu tahmin edilen tapu-tahrir defterindeki kayıtlara göre; bu
tarihlerde Furunlu köyünde vergi
yükümlüsü nüfus 21 hane ve 4 mücerred (bekâr;
Osmanlı vergi düzeninde 20 yaşını geçen bekârlardan vergi alınırmış) idi. Köyün
yıllık vergi hâsılatı 977 akçe idi (İstanbul
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tapu-Tahrir Defteri I/I Mük.). Yavuz Sultan Selim (I. Selim) (1512-1520) dönemine ait bir başka
deftere göre köyde 39 hane ve 9 mücerred vergi yükümlüsü ve 9 muaf nüfus vardı.
Köy hâsılatı 3800 akçe idi (BOA. TD. 87).
1529 tarihli deftere göre köyde 36 hane, 25 mücerred, 4 muaf nüfus vardı. Köyün
hâsılatı da 4095 akçe idi (BOA. TD. 148). Son tahrir olan 1575 tarihli deftere
göre ise köyün nüfusu oldukça artmış olup, köyde 83 hane, 173 mücerred ve 3
muaf nüfus bulunmaktaydı. Hâsılat ise 7000 akçeye ulaşmıştı (Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi
TK. 129). Söz konusu defterlere göre, pamuk ekimi ve bağcılık yanında;
hububat, keten, meyve, susam ve bakliyat üretimi ve arıcılık faaliyetleri köyün
belli başlı vergi gelirlerini oluşturmaktaydı.”(3)
Eski Furunlu köyü ilkokulunun avlusuna giriş
Avludaki havuz
Okulun sınıflarından biri
Eski Furunlu
köyü de İzmir-Bayındır yolunun kuzeyinde yer alan diğer köylerde olduğu gibi;
1970’li yıllarda köylere elektrik bağlanması için yolun güney yakasına
taşınması nedeniyle, sakinlerinin geride yüzlerce yıllık tüm yaşanmışlıklarını
bırakarak gönüllü olarak terk ettiği köylerden biri. Bu anlamda; bu
yaşanmışlıklar zamanın da katkısıyla köy ilkokulunun duvarlarına ve odalarına
da yansıdığı şekilde hoyratça bir yıkımı da içerecek şekilde geçmiş zamanlardan
bakiye hüznü de barındırıyor. Cumhuriyetin idealist nesillerinin köyden
başlatılan kalkınma hamlesinin bir parçası haline geldiği o yıllarda yapılmış
olduğu besbelli olan köy ilkokulu, bu terk ediliş sürecinde büyük bir
yalnızlığa bürünmüş. Yol düzleminden 6 basamaklı bir merdivenle ulaşılan geniş
avlusunda, köyün öğrencileri tarafından ağaç dikme bayramlarında dikilmiş
olduğunu tahmin ettiğimiz bir dizi ağacın yıllanmış gölgeleri, avlunun
ortasında beşgen bir havuz, onun içine yuvarlanmış bir granit zeytin ezme taşı,
avlunun kuzey yönünde; belki de müdürün lojmanına doğru açılan kemerli bir kapı
ilk anda fark edebildiğimiz ayrıntılardan bazıları.
Okulun duvarlarındaki yazılar
Okulun merdivenleri
Bu pencereden yıllar önce kimler baktı?
Avlu
düzleminden iki yandan 12’şer basamaklı merdivenlerle ulaşılan okulun giriş
kapısı, geniş bir antreye; oradan da dersliklere ve müdürün odasına açılıyor.
Okulun duvarları yazılarla dolu; bunlardan en dikkat çekeni “Tanrı Türkü Korusun” ifadesi… Bir hüznü
temsil eden bu manzara, duvara yazılan yazıda ifade edilen temenniyi ne kadar
karşılıyor bilinmez; ama okulun hazin görünümü, sadece Cumhuriyet’in başlangıcındaki idealden ne denli uzaklaşıldığının
bir göstergesi gibi.
Dağa Kaçtım gezginleri, Eski Furunlu köyü avlusunda...
İlkokulun avlusu ve kuzey yönündeki kemerli kapısı
Kemalpaşa
yaylalarına doğru büklüm büklüm virajlarla ilerleyen daracık yolun
başlangıcındaki terk edilmiş Eski Furunlu
köyündeki hayat, şimdilik yol üstündeki eski köy odasının yanındaki bir küçük
markette ve yamaçlarda seçilen birkaç yeni sakinin konumlandığı evde yer açıyor
kendine. 17.yy.dan kalma köyün camisine doğru inen toprak yol, caminin
arkasında devam eden eski yerleşimlerle arasına bir taş döşeme yolla sanki sınır
koymuş gibi.
Köy camisinin arkasındaki döşeme yol
Eski Furunlu camisinin kuzey yönündeki son cemaat yeri
Eski Furunlu köyü camisi ve şadırvan...
Köyün
camisi Eski Furunlu Camii olarak
bilinse de asıl ismi İbrahim Bey Camii…
Kitabesinden öğrendiğimize göre cami, Hicri 1089 (Miladi 1672/1673) yılında İbrahim Bey tarafından İbni Efrudin Ağa isimli bir mimara
yaptırılmış. Geniş bir avlu içinde yer alan caminin kuzey yönünde sekizgen bir
şadırvan, kuzey ve batı yönünde ise devşirme sütunların taşıdığı birer revak
ile belirlenen iki son cemaat yeri bulunuyor. Ahşap taşıyıcı sütunlarıyla öne
çıkan harimin girişinde yer alan kitabe ve palmet süslemeler dikkat çekici.
Caminin girişi ve üstündeki kitabesi
Caminin değerli ahşap giriş kapısı
Caminin
avlusunda en göze çarpan ayrıntılardan biri ise, avlunun güney duvarında yer
alan mukarnaslı bir mihrap… Bugünkü avlu duvarıyla bütünleşik durumdaki
mihrabın camiden daha önceki bir dönemde yapılmış olması kuvvetle muhtemel.
Çünkü burada cemaatin bugünkü durumda namaza durması, mekân darlığı nedeniyle
neredeyse imkânsız… Bu mihrabın Türkmenlerin Bayındır’a ilk geldikleri
zamanlardan kalma bir namazgâha ait olabileceği ileri sürülebilir. Avlunun batı
duvarına dayalı durumda çok sayıda mezar taşı bulunmakta. Bu da caminin
avlusunda zamanında geniş bir hazirenin olduğuna işaret ediyor. Şimdi ise
sadece güneydeki mihrabın yakınlarında bir ata mezarı mevcut.
Cami avlusundan bir görünüş
Caminin güney yönünde ve avlusunda yer alan ve camiden önce yapılmış olduğu düşünülen namazgahla ilgili mukarnaslı mihrap
Caminin avlusundaki mezar
Avluda şadırvanın hemen yanındaki su kaynağı
Yol
üstündeki bakkalın güneyine düşen bir çayırlığın içinde; köyün eski evlerinin
yıkıntılarının bulunduğu bir düzlemde, bir Kurtuluş
abidesi yer alıyor. Yapayalnız ve köhnemiş. Betondan yapılmış abidenin yer yer
dökülmüş sıvalarının üzerinde herhangi bir yazı okunmuyor. Bu abideler, Ege
kasabalarının ve köylerinin Kurtuluş’un hatırasına 1930’lu yıllarda bir
kampanya şeklinde dikilmiş önemli ayrıntılarından biri olarak günümüze erişmiş
durumda. Tire, Bayındır, Kemalpaşa ve Ödemiş kırsalında bunlara bugün de
tanıklık etmek mümkün. Özellikle Tireli taş ustası, yontu sanatçısı Taşçı
Rıza’nın(4) bu havalide yaptığı onlarca örneğini biliyoruz.
Ama onun yaptıkları tamamen mermerden… Onu da bu vesileyle bir kez daha
rahmetle analım.
Eski Furunlu köyünde Kurtuluş abidesi
Eski Furunlu Camii avlusunda yer alan mezar taşları
Avludaki bir başka dizi mezar taşı
Kemalpaşa
yönüne doğru arada bir geçen birkaç araçtan başka ses seda yok ortalıkta.
Bakkalı işleten köylünün anlattığına göre; son yıllarda dışarıdan birkaç aile,
yamaçtaki eski evlerden bazılarını alıp onarmışlar ve burada yaşamaya
başlamışlar. Belki köyün eski sakinlerinin çocukları, belki de şehir
kaçkınları… Kim bilir? Bakkalın bütün derdi ise, yol üstü mekânını ufak tefek
atıştırmalık yiyeceklerle destekleyerek sürekli bir uğrak yerine çevirebilmek.
Ne diyelim; rastgele…
Eski Furunlu camisinin girişindeki palmet süslemeleri
Caminin ön cephesinde yer alan "Allah" yazısı ve evreni temsil eden süslemeler
Eski Furunlu
köyünden ayrılarak Coşkun Ağabey’in bütün çocukluk hatıralarının saklı olduğu Çıplak köyü ve çevresindeki tepelere doğru
yöneliyoruz. Bugün amacımız köyün doğusunda yer alan Dededağ ve Yemişalanı
diye adlandırılan sırtlarda dolaşmak, daha sonra da köyün içinde ve
çevresindeki düzlüklerde belirli mevkilere uğramak…
Dededağ
Dededağ yolunda son orkideler
Çıplak köyünde…
Arabaları
Çıplak köyünün eski camisinin avlu
duvarı kıyısına koyduktan sonra Dededağ’a
doğru yürüyüşe başladık. Köyün sokakları yine ıssız ve kimsesiz gibiydi.
Gördüğümüz kadarıyla; 7 yıl önceye göre köyün yeni sakinlerinde artış vardı. Köyün
arkasındaki sırtlarda yeni evler yapılmıştı. Çoğu köyün eski sakinlerinin
çocuklarıydı; bir şekilde doğduklara yere dönmüşlerdi.
Orkideler
Limon kekikleri çiçekte...
Acı baklalar meyvede...
Dededağ’a
kuzey yönünden tırmanmaya başladık. Coşkun Ağabey, önde inceleme heyeti arkada;
sırttaki bir zeytinliğin içine girdik. Hava oldukça sıcaktı bugün. Hava
sıcaklığı neredeyse 30 dereceye dayanmıştı Bayındır ovasında. Sağa sola
zigzaglar çizerek zirveye kadar yürüdük. Anlatılanlara göre; dağın ismi,
güney-batı yamacındaki bir ata mezarından gelmekteymiş. Coşkun Ağabey, çocukken
mezarın başında; dallarında çaputlar bağlı bir çitlembik ağacının varlığından
söz etti.
Yemişalanı'nda çatı kiremitleri
Yemişalanı sırtları
Dededağ’ın
zirvesi ve daha sonra çıktığımız daha kuzeydeki Yemişalanı Mevkii, Küçük
Menderes ovasına kuzey yönünden yaklaşan ve ona oldukça hâkim bir noktada
konumlanmış iki önemli mevkii idi. Dededağ’ın
zirvesi, ovaya doğru bir gemi pruvası gibi uzanmış; adeta bir gözetleme noktası
görünümündeydi. Her iki mekânın defineciler tarafından epeyce eşelenmiş olması
ve ortalıkta da çok sayıda çatı tuğlası kırığının varlığı bu düşüncemizi
doğrular nitelikteydi.
Yemişalanı'ndan Küçük Menderes Ovası'na bakış
Yemişalanı sırtlarında...
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Yemişalanı’ndan
yakın zamanlarda açılmış bir traktör yolunu takiben yeniden köye indik. İniş
sırasında eski zamanlarda bu dağlardan toplanan zeytinlerin katır ya da eşek
sırtında büyük zahmetlerle nasıl yağhanelere indirildiğini Coşkun Ağabey’den
dinledik. Şimdi o cefakâr hayvancıkların yerini traktörler almıştı; onlardan
ise bir haber yoktu artık.
Çıplak'a inerken traktör yolunda karşılaştık; otların kısmen örttüğü eski bir çeşme...
Deve dikenlerinin ardındaki Çıplak köyü
Bayırda terk edilmiş kulübeler
Avlaka
ismi verilen eski çamaşırhanelerin önünden geçtik. Caminin yakınlarında olan avlakanın hemen yanında otlar arasında
çok eski bir çeşme vardı. Zahmetli zamanların birinde; yaşlı bir dut ağacının
yıllanmış gölgesinde kim bilir ne muhabbetler edildi? Sosyal hayatın bir
parçası olarak da işlev gören çamaşırhanede; evlerden sabahın erken vaktinde çamaşırların
ve leğenlerin taşınması, ocakların yakılması, suyun ısıtılması, külle beyaz
çamaşırların kazanda kaynatılması, tokaçlarla çamaşırların dövülüp
durulanmaları, köyün kadınlarının imece usulüyle hep birlikte
gerçekleştirdikleri törensel bir faaliyet olmalıydı. Çamaşırhanenin önündeki
suyu akmayan çeşme ise oldukça eskiydi; ama üstündeki harap vaziyetteki
kitabeyi okuyamadık ne yazık ki…
Köyün merkezindeki ilk avlaka ve çeşme
Avlaka çeşmesi
Otlar arasında İlkçağ'dan kalma bir sütun tamburu
Bir başka avlaka
ise köyün kuzey doğu çıkışında, Dededağ’a
çıkan toprak yolun başında; küçük bir dere yatağının içinde yer almaktaydı. Bu avlakanın da yanında bir çeşme vardı.
Çeşme son yıllarda onarılmış ve ön cephesi beyaz fayanslarla kaplanmıştı. Bu
çeşmenin ise, öncekinin aksine suyu gür bir şekilde akmaktaydı. Coşkun Ağabey,
çeşmenin yakınlarında; otlar içinde kaybolmuş büyük bir Dorik sütun tamburunu
işaret etti. Tamburun çapı, nerdeyse 1 metreye yakındı. Bu sütun parçası buraya
nereden gelmişti? Bu civarda kurulu İlkçağ’da faaliyet gösteren bir tapınaktan
mı kalmaydı? Bayındır civarında kaynaklar Larissa
isimli bir yerleşimden söz etmekteydiler. Ephesos
ile Sardis yolundaki Hypaipa (Ödemiş yakınlarındaki Günlüce köyü) da buradan çok uzakta
sayılmazdı. Artemis’e adanmış bu
topraklarda bu sütun parçasının hikâyesini anlamlandıracak bilgiyi nasıl tamamlayacaktık?
Kafamızda sorularla köyün merkezine doğru yürüdük.
Köyün kuzeydoğu çıkışındaki diğer avlaka ve çeşmesi; Gürcan arkadaşımız çocukluk günlerinde de bu çeşmeden su içmişti.
Avlaka çeşmesi-2
Gezginlerin dut molası
Çıplak köyü camisi
7
yıl önce de yemek molası verdiğimiz Çıplak
köyü camisinin avlu duvarı bu kez de bizim yeryüzü soframıza mekân oldu. Köyün
camisinin hemen girişindeki devşirme mermer bloklardan yapılmış merdivene,
basamak yüksekliğini azaltmak amacıyla beton basamaklar eklenmişti. İlk
ziyaretimiz sırasında üzerinde oturup yemek yediğimiz o geniş açıklıklı
basamaklar, tadilat sonrası bütün özelliğini yitirmiş gibiydi. Yemek sonrasında
köyün harabe halindeki eski muhtarlık binası ile köy odasına uğradık. Her iki
yapının zamana meydan okuyan ahşap kapı kirişlerinin şekilleri ve
dayanıklılıkları dikkat çekiciydi. Köyün içinde kısa bir yürüyüş sonrası,
Coşkun Ağabey ile kuzeni Gürcan kardeşimizin okudukları ilkokula ulaştık. Hafif
bir yükseltinin üzerine konumlanmış ilkokul binası, Eski Furunlu köyünün ilkokulu gibi harap ve bitap durumdaydı.
Şimdilerde evsiz birine mekân olmuştu okul. Gürcan’ın neredeyse 50 yıl önce bir
ağaç dikme bayramı vesilesiyle diktiği çam ağacının gölgesinde o yıllara dair
anılar paylaşıldı.
Gezginlerin yemek molası
Muhtarlık binasının bugünkü hali
Kapı kirişleri
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Gürcan'ın köyünde aradığı cocukluğu
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
O
günlerin saygıdeğer ve emekçi başöğretmenlerinden, her şeyi görevinin ardına
koyan o fedakâr köy öğretmenlerinden; o idealist nesillerin güzel insanlarından
söz edildi. Zamanında bir irfan yuvası olan bu güzelim yapılar; Cumhuriyet’in bu kutsal yuvaları, ne
yazık ki gözlerimizin önünde korkunç bir kadere sürüklenircesine yok olup gittiler. Bütün
köy ilkokulları, doğanın ve zamanın tahribatına dayanamayarak, zamanla içi boşaltılmış ve metruk birer ayyaş yuvası haline geldi. Bunu yapanların yüreği hiç sızlamadı. Acımadılar ve Cumhuriyet’in en büyük kalkınma projesi
olan eğitim seferberliğinin ve onun ete kemiğe bürünmüş hallerini temsil eden; çocukluğumuzun
en masum anılarıyla yüklü bu köy okullarının canına okudular. Sonunda bugüne
geldik.
Çıplak köyü ilkokulu
Coşkun Ağabey ve kuzeni Gürcan arkadaşımız; bir zamanlar öğrencisi oldukları Çıplak köyü ilkokulunun merdivenlerinde...
Gürcan'ın diktiği çam
Ağaç dikme bayramlarının hatırasına...
Gürcan’ın
çamı altındaki sohbet, Coşkun Ağabey’in Çıplak
İlkokulu binasından esinlenerek o dönemdeki irfan yuvaları ile bugünkü dev
yapılar arasında yaptığı karşılaştırma ve bilgece bir yorumla sona erdi:
“Şimdilerde
heybetli tapınaklar mabetler yapılıyor da; bizim köy okulu gibi heybetli okul
binaları yapıldığını göremiyoruz. Zeminden tavana 5,5 metre… Sınıflarda hava
her daim temiz kalıyordu. Zamane mimarları, inşaatçıları, şimdi bu yüksekliğe
iki kat sığdırıyorlar. Uygarlık her yerde sürekli yükselen bir değer değil
sanki...”
Bir zamanlar okul müdürünün lojmanıydı.
Dağa Kaçtım gezginlerinin Çıplak İlkokulu hatırası
(Fotoğraf: Coşkun Dilme)
Çakallar Çeşmesi Mevkii'nde rastladığımız anıt zeytin ağacı
Zeytin ağacının gövdesinin içindeki boşluk
Tabii anıt; bilge zeytin ağacına saygı...
Bir
süre sonra Çıplak köyünün hüzün dolu
ilkokul binasının otların ele geçirdiği avlusundan ayrılarak, köyün batısında
tatlı bir eğimle bir dere yatağına doğru alçalan Çakallar Çeşmesi / Çakallar Deresi Mevkii’ne doğru yürüdük. Bu
alanda yaşı yüzlerce yıllık olduğunu tahmin ettiğimiz saygıdeğer bir zeytin
ağacı ile karşılaştık. Çevrede onun kadar olmasa bile, ona yakın yaşta birkaç
zeytin ağacı daha vardı. Bu gerçekten inanılmaz bir andı. Sanki ayni kökten
çıkmış birden fazla ağaç izlenimi veren bu muhteşem gövdenin ortası, neredeyse
küçük bir oda büyüklüğünde boşalmıştı. Ama bilge ağaç, dimdik ayaktaydı. Bize
göre bilge zeytinin yaşı, bin yaşından çok fazla olmalıydı. Neleri görmüştü bu
yaşlı bilge ağaç; kim bilir? Kimimiz Roma’ya kadar uzattı doğumunu; kimimiz
Bizans’ın çiftlik sahibi Rumlarına dek… Bu öyle böyle bir ağaç değildi; Coşkun
Ağabey en kısa zamanda Bayındır Orman İdaresi’ne giderek bu ağacın tabii anıt
olarak koruma altına alınması için başvuruda bulunacağını söyleyerek
yüreklerimize bir nebze olsun su serpti.
Ah o zeytinler; şimdi çiçekteler...
Gürcan'ın dostları; Çakallar Deresi Mevkii'nde...
Çıplak
civarında son hedefimiz, 7 yıl önce de arayıp bulamadığımız Hamam Yıkıklığı diye anılan mevkide eski
bir hamamın ve Öteyüz’de köyün
Osmanlı Döneminden kalma eski mezarlığında kullanılan İlkçağ’dan kalma devşirme
malzemenin izlerini aramaktı. Zeytinlikler arasında, dere yataklarında ve
kuzeye doğru uzanan sırtlarda dolaştık durduk, ama bulamadık yine. Coşkun
Ağabey’in bu konudaki çocukluk günlerinden kalan bilgilerle de desteklenen
yorumu ise şöyleydi:
Dağa Kaçtım gezginleri, anıt zeytin ağacı önünde...
(Fotoğraf: Coşkun Dilme)
Zeytin çiçekleri; yakından...
Çıplak köyüne dönerken...
“Ege de Mayıs sonu, Haziran
başı; arazide otların, bitkilerin en yüksek olduğu mevsimdir, bu nedenle ''Öteyüz'' bölgesindeki eski mezarlıktaki
kalıntıları ve biraz uzağındaki ''Hamam Yıkıklığı''nı
göremedik. Bu hamam bir kaplıca olmalı, çünkü etrafında bir yerleşim yeri yok. Jeolog
bir dostumun ''yer hareketleriyle sıcak su kesilmiş olabilir'' görüşü de
dikkate alınırsa, hamam bu doğa olayları sonrasında terk edilmiş olabilir.”
Ötekiyüz'de; eski köy mezarlığında mermer bir mimari parça
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Bir sütun parçası
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Bir eski fırın
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Öğleden
sonra hava sıcaklığı bezdirici bir düzeye yükselmişti. Bu sırada zeytinlikler
arasında dolaşırken Suriyeli bir çobana rastladık. Bayındır’da Suriyeli bir
çoban… Onun bizle karşılaştığında; “Ben var, Türkçe yok” şeklinde ifade ettiği
pür-i melali, içinden geçmekte olduğumuz yıpratıcı konjonktürün hangi boyutlara
ve coğrafyalara sirayet ettiğinin bir göstergesi olarak oldukça dikkat
çekiciydi.
Haşhaş çiçekleri
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
(Fotoğraf: Ahmet Tamer)
Köy meydanındaki Atatürk büstü
Çıplak köyüne girerken; Kurtuluş abidesi ve köyün tarihi camisi...
Dönüş
vakti gelmişti. Köye doğru yürüyüşe geçtik. Köy meydanındaki Atatürk büstü, akşama doğru köyün yeni sakinlerinin
avlulardan sokağa taşan bölük pörçük sesleri, köyün camisinin altındaki
düzlükte otlar arasında fark edilebilen eski bir Kurtuluş abidesi, terk edilmiş eski bir kamyon enkazı; hepsi Eski Furunlu’da gördüklerimizin tekrarı
gibiydi. Bir tükenmişlik, bir terk edilmişlik ikliminden manzaralar ve
kırsaldaki derbeder bir hayatın son demleri…
Arayıp
da bulamadıklarımız, bulup da anlamlandıramadıklarımız; böyle geçti zaman, Bayındır’ın hüzünlü ve terk edilmiş
kadim köyleri Çıplak ve Eski Furunlu’da…
Dipnotlar:
(1) Çıplak köyü ile ilgili 7 yıl önceki yazımız hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2012/06/bayindirin-yalniz-ve-huzunlu-koyu.html
(2) A. Munis Armağan, Tarihin Gizemli Kenti Bayındır; Bayındır Belediyesi Kültür
Yayınları, Şubat-2013; 2. Baskı; sayfa:30
(3) Şakir Çakmak, Eski Furunlu Köyü Hacı İbrahim Camii bkz. https://www.academia.edu/35198338/Eski_Furunlu_Köyü_Hacı_İbrahim_Camii-Bayindir_Izmir
(4) Ruhunu taşa kazıyan adam; Taşçı Rıza hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2017/12/tireden-unutulmus-simalar.html
(5) Fotoğraflar, belirtilenler
dışında İ. Fidanoğlu tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
sn. İbrahim Fidanoğlu'na... Bayındır kırsalıyla ilgili gezi yazınızı zevkle okudum. Elinize, ayağınıza, dimağınıza sağlık. Duyarlı kültür adamlarının anlatımıyla daha güzel ve bilinçli hissediyoruz ülkemizi, çevremizi. Takdir duygularımı iletiyorum.
YanıtlaSilMustafa Cansız
Değerli Mustafa Bey; ben de sizlerin teşvik edici ve kıymetli geri bildiriminiz için teşekkür ederim. İlginizin devamlılığı dileğiyle...İF
SilHocam bugün gittim eski hamam yıkkılığına hatta defineciler kazmışlar hala duvarları azda olsavar
YanıtlaSilİlginize ve geri bildiriminize teşekkürler... Biz o gün bulamamıştık yerini Coşkun ağabey ile. Ne yazık ki "defineci"lerin eline kaldı memleket... Yine de bir iz bile kalmış olması bizim için züğürt tesellisi olacak artık. Sevgiyle kalın. Hoşçakalın.IF
SilBabam Ömer Lütfi Tuzcuoğlu bayındır hacı ibrahim mahallesi o kadar araştırdım eski kayıtlara ulaşamadım soyumu
YanıtlaSil