Sayfalar

12 Haziran 2019 Çarşamba

HATUNDERE’DEN MANASTIR MEVKİİ’NE DOĞRU...


9 Mayıs 2019
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bu yıl Nisan ayında Menemen’deki Hatundere köyünün arka dünyasında ilk kez yürümüştük.(1) İlkçağ kaleleri, Küçükkale ve Büyükkale’yi hedeflediğimiz bu yürüyüş güzergâhında gidilmesi gerekli başka hedef noktaların da olduğunu o zaman anlamıştık. O yürüyüşü konu ettiğimiz yazımızda bazı kaynaklardan edindiğimiz bu bilgilerden kısmen de olsa söz etmiştik. Bugün ise, Hatundere’nin arkasında yükselen Dumanlı Dağ’ın eteklerindeki Manastır Mevkii diye bilinen bir vadiye doğru yürüdük.

 
Hatundere'den Manastır Mevkii'ne; en arkada Büyükkale konisi...



Havaların giderek ısındığı bölgemizde; doğanın yeşil örtüsü henüz sarıya dönmemişti buralarda. Güzel bir Mayıs gününde Hatundere’nin güney yönünde yer alan dere yatağını takip ederek doğuya ve Dumanlı Dağ’a dek süren yürüyüşümüz oldukça keyifli geçti. Foça’dan arkadaşlarla gerçekleştirdiğimiz yürüyüşümüzde; geçen yürüyüşümüzde olduğu gibi yörede rota deneyimi olan Cengiz arkadaşımızın değerli rehberliğinden yararlandık. Gelelim hikâyesine…

Ovaya doğru akan Hatundere

  
Hatundere köyü; yürüyüşün başlangıç noktası...

 
Köyün doğu çıkışındaki ilk çeşme...

Yürüyüşün Hikâyesi

Hatundere civarı, İlkçağ’da Aiollerin yaşadığı ve genellikle dağlarda hayvancılık yaparak yaşamlarını sürdürdüğü Aiolya coğrafyasında kalan bir yerleşim. Yörede; daha sonraları Roma’nın ve Bizans’ın da egemenlik sürdüğü zamanlardan kalma yaşam izleri mevcut. Bugün Dumanlı Dağ’ın volkan konisinin dibinde yer alan ve Manastır Mevkii diye adlandırılan alan, anlaşıldığı kadarıyla Bizans döneminde bölgedeki manastırlardan birine mekân olmuş olmalı. Bizim erişebildiğimiz yüzlerce yıllık dev bir meşe ağacı ile konumlandırılabilecek alanda ise tarımsal amaçlı olduğunu düşündüğümüz bir takım teraslardan başka yüzeyde herhangi bir kalıntıya rastlayamadık. Belki de Kilise Yıkığı diye adlandırılan mevkii ile bu alan arasında bir ilişki vardı; ama biz bulamadık.


 
Hatundere köyü ve Büyükkale; aynı karede...

 
Dağa Kaçtım gezginleri, Hatundere-Manastır Mevkii yürüyüşünün başlangıcında...

 
Hatundere çıkışında bir ağılda kuzuların sessizliği...

Sabah saat dokuz gibi Hatundere köyünde Foça’dan gelen arkadaşlarla buluştuk. Arabaları köyün güney-doğu çıkışında yer alan bir köprübaşının yakınlarında bıraktık. Köprüden dere yatağını ve ilk çeşmeyi geçtikten sonra doğuya ve Dumanlı Dağ’a doğru yönelen bir toprak yola saptık. Mor renkli eşek dikenlerinin arkasında bıraktığımız köyün evleri yürüdükçe küçüldü giderek; sonunda kayboldu gitti. Dumanlı Dağ’a doğru ilerleyen bu toprak yolun iki yakasına doğru sıralanmış köyün son evlerini de geçtikten sonra tatlı bir meyille tırmanışa başladık.

 
Yürüyüş güzergahında zeytinlikler; en arkada Büyükkale ve Dumanlı Dağ konileri

 
Gökyar Çeşmesi'ne kadar bu yoldan yürüdük.

 
Ayı fındıkları

Nisan ayında çıktığımız Büyükkale’nin uzaktan bir koniyi andıran zirvesi, kuzeydoğu yönünde bize hep göz kırptı yürürken. Yol kıyısında ayı fındıkları çiçek açmış, hayıtlar ise yapraklanmışlardı artık. Dere boyunca o kadar çok hayıt vardı ki, Nisan ayındaki yürüyüşümüz sırasında Alabahçe Mevkii’nden yukarılara doğru yürürken, birer kuru çalı halinde gördüğümüz hayıtlar sanki bir anda uyanmışlardı. Yapraklarını ellerimle ezdim ve burnuma götürdüm; içime yayılan o bildik kokusu, rahmetli babamın yazları nerde bir hayıt çiçeği görse, hep sözünü ettiği; Makedonyalı babaannemin yün giysilerin içine; güve yemesin diye hayıt çiçeklerini nasıl kurutup koyduğu o eski zamanları hatırlattı. Her şeyin doğal, doğadaki her şeyin kullanışlı olduğu zamanları…

 
Yol kıyısındaki hayıtlar artık yapraklanmışlardı.

 
Babaannemin hayıtları
(Haziran 2008)


Mor hayıtlar; kokuları unutulmaz.
(Haziran 2008)

Yürüyüş rotamızdaki ikinci çeşmemiz olan Gökyar Çeşmesi’ne yaklaşırken, Büyükkale ve uzaktan altındaki vadinin kilidi gibi duran Sarıkaya bütün ihtişamıyla karşımızdaydı. Pırnar meşeleri ve kesmik çalıları, sırtlardaki hâkim bitki örtüsünü oluşturmaktaydı. Uzaktan bakıldığında; keçilerin yemeye doyamadığı bu makilik örtü, onların budamasıyla şekilden şekle girmiş birer figüratif kompozisyon gibiydiler.

 
Gökyar Çeşmesi'ne doğru...

 
Anıtsal pırnar meşesi; yüzlerce yıl önce o da bir çalıydı.

 
Kamışdamları Sırtı'ndan Büyükkale'ye ve Sarıkaya'ya bakış

 
Aynı yerden ovaya ve Hatundere köyüne bakış

Yükseldikçe ovada bıraktığımız Hatundere, tepelerin arasından yeniden kendini belli etti. Gökyar Çeşmesi’ne doğru yaşlı bir pırnar meşesinin yanından geçtik. Normalde bir çalı görünümündeki bu dirençli pırnar meşesi, belki de yüzlerce yıllık yaşam mücadelesinde anıtsal bir görünüme kavuşmuştu. Saygıyla seyrettik onu ve biraz ilerdeki Gökyar Çeşmesi’nde ilk molamızı verdik. (Kamışdamları Sırtı)

 
Gökyar Çeşmesi

  
Dağa Kaçtım gezginleri, Gökyar Çeşmesi'nde...

 
Arkamızda kalanlar; kavaklıklar, çiftlikler ve diğerleri...

  
Yol arkadaşlarımızdan...

Gökyar Çeşmesi’nin bulunduğu sekiden arkamızda bıraktığımız topografyaya baktık. Yer yer tarımsal alanlar, çiftlik arazileri ve kavaklıklar, ama yoğunlukla makilik bitki örtüsü belirleyici düzeydeydi. İşin güzel yanı ise, Mayıs ayında olmamıza rağmen, henüz yeşilin hâkimiyetini kaybetmemiş olmasıydı.

 
Aylardan Mayıs'tı; ama ortalık hala yeşildi.

 
Hatundere sırtlarında ahlatlar meyveye durmuştu.

Dağa Kaçtım gezginleri, molada...

 
Yoldan çıktık artık.

  
Yıkık kulübelerin yanından geçtik.

 
Yürüdüğümüz patika

Gökyar Çeşmesi’nde yeterince su ikmali yaptıktan sonra toprak yoldan doğu yönündeki bir patikaya doğru yönelerek, şimdiye kadar yürüdüğümüz yoldan ayrıldık. Güney yönünde giderek derinleşen bir vadiyi takiben; bazen sel yatağı, bazen de konforlu bir patikaya dönüşen rotamızda ilerledik. Yer yer açık ağılların sınırlarını belirleyen üst üste düzensizce konulmuş taş duvarlar ya da küçük kulübe yıkıntılarının yanından geçtik.

 
Gezginler, Manastır Mevkii yolunda...

 
Meralar, bahçeler, duvarlar...

 
Ağıl duvarları

  
Kızlar elması çiçekte...

Manastır Mevkii’ne yaklaşırken rastladığımız üzeri çiçekle kaplı bir kızlar elması (ya da üvez) , günün sürprizlerindendi. Ama esas büyük sürpriz ise, biraz daha ilerde tarımsal amaçlı yapıldığını düşündüğümüz teraslı alandaydı. Manastır Mevkii olarak da adlandırılan bu alanda; birbirinden neredeyse eşit mesafelerle ayrılmış terasların tam ortasında, anıtsal görünümlü bir meşe ağacı ile karşılaştık. Alanın tek hâkimi gibi dimdik ayaktaydı yaşlı meşe. Ana gövdesinden çevresine doğru uzanan dallarının altında oluşturduğu geniş gölgelik, tam bir konfor alanı gibiydi. Bu ne saygı duyulası bir varlıktı; kim bilir neler görmüş geçirmiş; bugüne ulaşıncaya dek kim bilir ne badireler atlatmıştı. Çevresinde saygı ile döndüm, uzun uzun seyrettim ağacı ve binbir kıvrımla; şekilden şekle girmiş gövdesini usulca okşadım; saygıyla… Çevresinde bir sürü yavrusu vardı besbelli ki… İrili ufaklı sayısız meşe ağacı, teraslı alanın birçok yerinde hayat bulmuşlardı.

  
Manastır Mevkii'nde teraslar

 
Manastır Mevkii ortasında bir anıt meşe; alanın alameti farikası...

 
Manastır Mevkii; çokça taş yığınları?

 
 Tarımsal teraslar; Manastır Mevkii'nin karakteristiği

Manastır Mevkii’nde uzun süre dolaştık; çok eski zamanlardan kaldığını düşündüğümüz teras temelleri dışında başka bir iz yoktu ortalıkta. Sonuç olarak vardığımız kanaat şuydu; bu alan yakınlardaki bir manastırın tarımsal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanılmış bir alan olmalıydı. Terasların genişliği bu alanın tarımsal amaçlı kullanıldığı fikrini güçlendiriyordu. Ama bir kilise ya da manastır gibi herhangi bir yapının temel izine dahi rastlayamadık. Belki de başka bir vadinin içine sinmişti; kim bilir?

Manastır Mevkii; teraslar ve anıt ağaç meşe...

 
Diğer meşeler...

 
Manastır Mevkii; teraslar...

Oysaki Hatundere’nin tarihi arka planı ile ilgili olarak Porf. Dr. Ersin Doğer, Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi isimli kitabında şu bilgileri vermekteydi:

“Hatunderelilerin ekip biçtiği, hayvan otlattığı volkan konisinin İ.Ö. 6.yüzyıldan beri iskân gördüğü, araziye dağılmış çeşitli antik dönem iskânlarından anlaşılmaktadır. Köyün kuzeydoğusunda sarp bir kaya zirvesine kurulmuş olan Küçükkale ve bitişiğindeki Eşektepesi, sahip oldukları sur duvarları ve su kaynaklarına hâkimiyetleri ile İ.Ö. 6. ve 3. yüzyıllar arasında bölgenin merkezi durumundaki Hellen-Aiol iskânlarıdır. Kelkoru, Efeyıkığı ve Kiremitlik mevkilerinde ise çanak çömlek ile teşhis edilebilen Geç Roma Dönemi köy yerleşmeleri bulunmaktadır. Burunucu / Alabahçe’de ve Kiliseyıkığı mevkilerinde ise 13.yüzyılda (Bizans Dönemi) faaliyet göstermiş kilise ve manastır harabeleri mevcuttur.”(2)

 Manastır mevkii; panoromik bakış...

 
Manastır Mevkii'nden "Yusuf köpek attı" kayalıklarına doğru bakış

 
Hatundere havzasında son orkideler

 
Meşeler dünyası; Manastır Mevkii

Demek ki bizden saklanmışlardı; bulamamıştık Bizans manastırlarının izlerini… Bulabildiğimiz yegâne iz, belki de o dönemde manastırın tarımsal lojistiğinin sağlandığı teraslanmış alanlardı. Bir sonraki yürüyüş sezonunda bütün bu hedeflerin hepsi, gündemimizde olmalıydı. Bu düşünceyle Manastır Mevkii diye tanımlanan alandan ayrıldık.

 
Kapanca Tepesi

  
"Yusuf köpek attı" kayalıkları

 
Kapanca Tepesi'nden ovaya doğru bakış

 
"Yusuf köpek attı" kayalıkları; lav malzemesi ağırlıklı...
(Fotoğraf: MYC)

 
Tepedeki çeşme; Dumanlı Dağ
(Fotoğraf: MYC)

Teraslı alandan ayrıldıktan sonra, Dumanlı Dağ’ın volkan konisinin hemen altında yer alan ve yörede “Yusuf köpek attı Kayası” olarak bilinen kayalıklara doğru yürüdük. Dağın zirvesine doğru kuzeydoğu yönünde rüzgâr elektrik santrallerinin pervaneleri yer almaktaydı. Tam solumuzda aşağı yukarı bulunduğumuz nokta ile aynı yükseklikte ise, Büyükkale’nin konisi vardı. Meşe ağaçlarıyla kaplı bir sırttan ve kaymaya oldukça müsait bir zeminden yürüyerek çamur taşı görünümündeki; lav malzemesinden müteşekkil bu şekilsiz kayalıklara doğru yaklaştık. Tepede basit bir çeşmeden başka bir şey yoktu. Kısa bir süre oyalandıktan sonra, Manastır Mevkii’ne hâkim noktadaki meşe, ahlat ve melengeç ağaçlarının bulunduğu bir düzlükte (Kapanca Tepesi) yemek molası verdik. Burası dönüş için başlangıç anlamı da taşımaktaydı. Sabah 9.30 gibi köyden ayrılmış, dura kalka yaklaşık 4 saat kadar yürümüştük. Şimdi dinlenme zamanıydı.

 
Yusuf köpek attı kayalıkları üstünden Dumanlı Dağ üzerindeki rüzgar gülleri
(Fotoğraf: MYC)

  
Yusuf köpek attı kayalıklarından Dumanlı Dağ topografyasına bakış; Dumanlı Dağ ve Büyükkale konileri ile rüzgar gülleri bir arada...
(Fotoğraf: MYC)

  
Kapanca Tepesi'nde dinlenme molasında...

 
Andezit mimari parçalar; Kapanca Tepesi'nde...

 
 Taşlar, taşlar; Kapanca Tepesi'ne doğru...

 
Kapanca Tepesi'nde yemek sonrası dinlenme anı... 
(Fotoğraf: MYC)

Yemek sonrası aynı rotayı takip ederek yaklaşık saat 17 gibi Hatundere köyüne ulaştık. Köyün doğudaki girişinde yer alan eski camisinde tadilat çalışması sürmekteydi. Cami duvarına bitişik konumdaki eski bir çeşmenin zorlukla okunan kitabesinden çeşmenin 1800’li yıllardan kalma olduğunu anladık. Köydeki son durağımız, yorgunluk çaylarını içtiğimiz eski caminin yakınlarındaki bir kahvehane oldu. Köylülerle yaptığımız kısa sohbette, köyün kuzeydoğu çıkışında yer alan Alabahçe’nin üstündeki patikaları takip ederek ulaşılabilecek; kuzeydoğu yönünde Karılar Mezarlığı, Kilise Yıkığı ve Efe Yıkığı mevkilerinin bulunduğunu, ayrıca Karagöl’ün de dağın arka yüzünde yer aldığını öğrendik.

 
Manastır Mevkii'ne doğru; dönüş yolunda...

  
Bir eski ağıl...

 
Dönüş yolunda yürüdüğümüz patikanın bir bölümü 

 
Manastır Mevkii

 
Anıt meşe ağacına veda...

Hatundere Tümülüsleri

Köylülerle vedalaştıktan sonra onlardan aldığımız bilgiler doğrultusunda; yolumuzun üstündeki Roma Döneminden kaldığı söylenen Tümülüslere uğramak istedik. Mezarlar, inşaatı devam etmekte olan otoyol köprüsünün yanından geçerek ulaştığımız bir buğday tarlasının içindeydi.

 
Dönüş yolunda ardımızda bıraktıklarımız; Dumanlı Dağ dünyası...

  
Hatundere'ye doğru; dağdaki patika...

Dağa Kaçtım gezginleri, Hatundere'ye dönüş yolunda...

 
Gökyar Çeşmesi; akşamın yalnızlığı suya vurmuş sanki...

 
Kadın aynaları

 
Önde katırtırnakları, arkada bir kavak ağacı

2002 yılında Prof. Dr. Armağan Erkanal Öktü ve Yard. Doç. Kaan İren tarafından Menemen çevresinde yürütülen bir yüzey araştırmasına ait raporda(3) İzmir-Çanakkale yolunun kuzey tarafındaki tarlalarda birinin yeni soyulduğu, diğerlerinin ise henüz fark edilmediği üç adet tümülüsten söz ediliyordu. Rapora göre açılan mezarın işçiliğinden yola çıkılarak söz konusu mezarın Roma Döneminden kalmış olabileceği belirtilmekteydi.

  
Yaban gülleri (rosa canina'lar)

 
Beyaz ve mor kadın aynaları; bir arada...

 
Hatundere'ye girerken...

 
Köyün camisine yakın eski çeşmesi

 
Çeşmenin kitabesi; 19.yy.dan kalma...

 
Hatundere köyünün eski camisi; şimdi tamirat evresinde...

 
Hatundere köyünün yukarı kahvehanesi

Buğday tarlasının içindeki mezarların yanına vardığımızda, birisi hala rapordaki durumdaydı. Ancak bu mezarın yanında da ikinci bir çukur açılmış ve kesme taşlardan oluşan bir duvara ulaşılmıştı. Burası da büyük olasılıkla ikinci mezardı. Buğday tarlasının muhtelif yerlerinde ise, yine bu mezarlarla ilişkili olduğunu düşündüğümüz çok sayıda düzgün kesme taş mevcuttu.

  
Roma Dönemi tonoz mezar; definecilerin açtığı...
(Fotoğraf: MYC)

Mezarın kuzey yönündeki girişi
(Fotoğraf: MYC)

Kuzey yönündeki kilit taşı, aynı zamanda girişin üstündeki lento görevini üstlenmiş.
(Fotoğraf: MYC) 

Dağa Kaçtım gezginleri, Roma Dönemi mezarını incelerken...
(Fotoğraf: MYC)


Tümülüs mezar planı
(Çizen: Erdal Gündoğan)

 Buğday tarlasına atılmış vaziyette Roma mezarlarına ait kesme taşlar

 
Açılan mezarın yanındaki defineci çukuru

İnceleme fırsatını bulduğumuz söz konusu mezar, tonoz tipi bir Roma mezarı olarak dikkat çekiyor. Definecilerin söktüğü mezarın eğrisel yüzeyindeki birkaç kesme taşın boşalttığı aralıktan mezara giriş yapılabiliyor. Kuzey-güney yönünde birer kilit taşı ile bağlanmış eğrisel tavanda yer alan düzgün kesme taşlar, yarım silindir şeklindeki boşluğu sınırlıyorlar. Mezarın kuzey yönündeki girişinde yer alan kilit taşı ise, aynı zamanda girişin üst düzlemini oluşturan bir lento işlevi görüyor. Mezarın yaklaşık olarak 2*2,5 metre genişliğinde bir dikdörtgen taban üzerinde yükseldiği söylenebilir. Yüksekliği ise, 1,8 metre civarında olabilir. Yanımızda herhangi bir ölçüm aracı olmadığı için ölçüler tamamen yaklaşık olarak belirtilmiştir.

  
Buğdaylar arasında helevanlar; o ne müthiş geometri...

 
Uyuz otu

 
Bu da lila renginde...

 
Acı baklalar meyvede; ama zehirli...

 
Papatyalar ve gelincikler; kırmızı ve beyaz...

 
Buğday başaklarının dansı...

Hatundere Tümülüslerinin yanından saat 18.30’da ayrıldık. Bugün yürüyüş grubu olarak kalabalık günlerimizden birindeydik. Saat 9’dan beri 9 kişi Hatundere köyü ile Dumanlı Dağ arasında kalan vadilerden birinde Manastır Mevkii’ne doğru yürümüş ve günün kapanışını ise İzmir-Çanakkale yolunun yakınlarında bulunan Roma Dönemi Tümülüslerinden birinin içini keşfederek yapmıştık. Doyurucu ve verimli bir gündü bizim için. Gezilecek çok vadi, görülecek çok nokta vardı Hatundere köyünün arka dünyasında… Mezarların kıyısında yer aldığı tarlada; buğday başaklarının rüzgârla uyumlu dalgalanışları, bir Tarkovski filminden kotarılmış uğurlama sahnesi gibiydi bizim için. Ardımızda bu sarı dalgayı bırakarak, başakların arasına sıkışmış türlü nebatla vedalaşıp Hatundere’den ayrıldık. Yönümüz her zamanki gibi İzmir’e doğruydu.

Dipnotlar:
(1)   Hatundere Kaleleri yazısı için bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2019/05/hatundere-kaleleri.html
(2)  Ersin Doğer; Menemen (ya da Tarhaniyat) Tarihi, Sergi Yayınevi, Mart-1998; sayfa: 229
(3)  Armağan Erkanal Öktü, Kaan İren; 2002 Güney Aiolis Yüzey Araştırması; Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 21.Araştırma Sonuçları Toplantısı 2.Cilt; 26-31 Mayıs 2003-Ankara; sayfa: 245-247; bkz. https://www.academia.edu/790781/2002_GÜNEY_AİOLİS_YÜZEY_ARAŞTlRMASl
(4)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.



Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC



5 yorum:

  1. Gerçekten çok başarılı bir blog olmuş emeğinize sağlık. Ancak anlamadığım tel bir nokta var. Yusuf neden köpek atmış ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şöyle bir hikaye dinledik; ne kadar doğrudur bilinmez ama Yusuf isminde bir çoban bu civarda sürüsünü otlatırken bir köşede uyuyup kalır. Bu sırada köpeği, çobanın azığını o uyurken afiyetle mideye indirir.Çoban uyandığında durumu görünce çok kızar ve köpeğini hiddetle bu sarp kayalıklardan aşağıya fırlatıp atar. Köpek öldü mü ölmedi mi diye sorarsanız eğer; bu konuda bilgi sahibi değiliz.Bloğumuza göstermiş olduğunuz ilginizin sürekliliği dileğiyle...İF

      Sil
  2. Sitenizdeki birkaç fotografı albümüm için kullanmak isterim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Elbette kullanabilirsiniz. Bir sıkıntı olursa bloğun altındaki e-mail adreslerine ileti gönderebilirsiniz. İF

      Sil
  3. Çok keyifle okudum..Emeğinize sağlık..İlk fırsatta Harundere köyüne gideceğim..

    YanıtlaSil