Sayfalar

28 Eylül 2017 Perşembe

MADRAN DAĞI’NIN GÜNEY YAKASINDA; BOZDOĞAN KASABASI’NDA…



26 Eylül 2017
İbrahim Fidanoğlu


Giriş

Rivayet odur ki; Kanuni, Rodos seferine doğru yürürken (belki giderken; belki de dönerken) bu topraklardan geçmiştir. Bir yüzünde Çine, diğer yüzünde Bozdoğan kasabasının yer aldığı bu topraklar üzerinde, Alevi Türkmenlerin; Kanuni gibi bu topraklara doğru yöneldiği bir zamana dair delilleri saklayan ata mezarları ise, hala Madran Baba’nın zirvelerinde bir yerdedir. Halkın belleğinde saklı bu büyük göçün hatırası, ahir zaman günlerinde oralara dek çekilmiş durumdadır. Yazımızın konusu Madran Baba Dağı’nın güney yakasına yaslanmış Aydın’ın nadide kasabası Bozdoğan ve onun çevresindeki değerlere dairdir.

 
Bozdoğan'da Salı pazarı; kelterler boşalmış, kahvehanelerde muhabbet...

Bozdoğan çevresinde

Büyük Menderes’in kolu Akçay’ın aktığı vadiye hâkim konumda; Madran Baba Dağı’nın güney eteklerinde kurulmuş Bozdoğan, Muğla’nın Kavaklıdere kasabasına 36 kilometre, Nazilli’ye ise 26 kilometre uzaklıktadır. Mermer ocaklarıyla dolu Madran Baba Dağı’nın güney yamaçlarını yalayarak Kavaklıdere’den Akçay vadisine doğru alçalan kıvrım kıvrım yol, sizi 1000 metrelerin üzerinden doyumsuz manzaralar eşliğinde Bozdoğan’a taşır. Önce kızılçamlar; daha sonra ise uzaktan bakıldığında karnabaharı andıran gösterişli fıstık çamlarının arasından kıvrılarak akan yol, Karia’nın taşradaki suskun yerleşimlerinden birinin yakınlarından geçer. Çayboyu (eski Mesevle) kasabasından Derebağ köyüne doğru ilerlerken, köyün hemen girişinde eğimli bir bayıra açılan bir patikadan dikkatli yolcusuna göz kırpan bu eski Karia yerleşimi Hyllarima’dır. Akçay (Harpasos) vadisinin Nazilli’ye doğru çıkışında yer alan Harpasa ile Yenipazar yakınlarındaki Orthosia da bu civardaki diğer Karia yerleşimlerinden bazılarını oluşturur. Harpasa(1) ve Orthosia’dan(2) daha önceki yazılarımızda söz etmiştik; Bozdoğan odaklı bu yazımızda ise, Kavaklıdere-Bozdoğan geçişinde yer alan ve az bilinen Karia yerleşimlerinden Hyllarima’dan söz edeceğiz.

Kavaklıdere'den Bozdoğan'a doğru...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)

Karia’nın taşrasında bir kent; Hyllarima(3)

Hyllarima antik kenti kalıntıları, biraz yukarıda; Maltepe adı verilen tepenin çevresine yayılmış durumda. Kenti belirleyen kahverengi levhadan yukarı doğru sapılarak, patikaları ve su kanaletini izleyerek tepeye doğru tırmanıyoruz. Kent kalıntılarına yürüme mesafesinde yaklaşık 20 dakikalık bir süre sonunda ulaşılıyor. Kaybolmamak için su kanaletini asla bırakmamak gerek. Kalıntılara gelince; iyi durumda bir Roma dönemi tiyatrosu, sur kalıntıları, kaya mezarları en dikkat çekenleri.

 
 Hyllarima tiyatrosundayız; 2004-Nisan'ından süzülüp gelen...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)

Kent üstüne tarihi kaynaklar ne yazık ki yetersizdir. Derebağ köyüne sırtımızı verip Madran Dağı’na doğru baktığımızda karşıdaki yaylada solda Hisartepe adıyla anılan tepe, Karia kentinin ilk kurulduğu yer olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kentin Luvi dilinde Wallarima olarak eşleştirilebileceği, Hitit Kralı Tudhaliya’nın bu taraflara düzenlediği bir seferde adının anıldığı bilinmektedir. Kentin daha sonraki dönemlerde, belki de Karia’nın yeniden yapılandırıldığı Mavsolos’un Pers Satraplığı döneminde (İ.Ö.4 yy.) köyün üst kısmında bulunan düzlük alana; şimdiki tiyatro ve diğer kalıntıların bulunduğu Maltepe’ye taşındığı sanılmaktadır.

 
Nisan-2004; Ebruli gezginleri, Şükrü Hoca ile birlikte Hyllarima'da...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)

 
 Hyllarima'ya giden patikanın başlangıcı
(http://erkmensenan.blogspot.com.tr/2011/07/hyllarimaderebag-koyu-kavakldere-mugla.html) 

Roma döneminde surlarla çevrili olan Hyllarima’nın yurttaşlarının anayurtlarını terk ederek başka Karia kentlerine “çalışmaya” gittikleri ve buralarda zenginleşerek Khalketor’da (Karakuyu) ele geçen yazıtta belirtildiği gibi kutsal yerlere yardımda bulundukları ve hayır işleri yaptıkları anlaşılmaktadır. (yazıtta; Hyllarima’lı Theodoros oğlu Leon’un Zeus Thaloinos, Apollon Apotropaios ve diğer birçok tanrıya yaşamı sırasında para harcayarak kutsal yerlerine yardımda bulunduğu aktarılmaktadır.)

 
Ören yerinde bir yazıt
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)

 
Kent duvarlarına örnekler...

İmparatorluk dönemi sikkelerinde Hyllarima’nın adına rastlanmakta; arka yüzlerinde ayakta duran, başı sola dönük bir Athena ve kentin mülkiyetini ifade eden Hyllarimeon (Hyllarimalıların) sözcüğü yer almaktadır.

Kentte giriş doğuda ve en yukarıda kuzeyden ve güneyden sivri burçlarla desteklenmiş bir sur kapısından düzenlenmiştir. Kule tipli ve sur düzleminden daha ileride bir konuma sahip burçlara Batı Anadolu’da pek rastlanmamaktadır. Sur duvarları aşağıda karayoluna kadar sık makilikler arasında izlenebilmektedir. Surun yola kavuştuğu noktada büyük ihtimalle bir sunak taşı, şimdi çeşme yalağı olarak işlev görmektedir. Surun üst kesimine, seyirdim yerine çıkılabilmesi için genişliği 1 metreyi bulan merdiven örneği, kuzey duvarında görülmektedir. Kuzeydeki sur duvarlarının önemli bir özelliği ise, kaba taş dizileriyle inşa edilmiş olmasıdır.

Hyllarima'nın yaklaşık 1200 kişilik kapasiteli Roma Dönemi tiyatrosu
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html) 

 
Hyllarima tiyatrosunun bir başka açıdan görünümü
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html) 

Tiyatro oldukça iyi durumda olup 12 sıralı oturma yerleri toprak üzerindedir. Yayvan bir yerleşime sahip olup yarım daireden daha büyük bir formda planlanmıştır. Tiyatronun sahnesi toprak altındadır. Güney batı yamacına rast gelen oturaklarda oturma sıralarının sahiplerinin adlarının kazındığı yazılar seçilmektedir. Tiyatronun hemen arkasında iç içe geçmiş üç odadan oluşan mezar odaları bulunmaktadır.

 
 Hyllarima; kaya mezarı
(http://erkmensenan.blogspot.com.tr/2011/07/hyllarimaderebag-koyu-kavakldere-mugla.html)

Kavaklıdere Menteşe beldesi yakınlarındaki Çamyayla’da ise taşradaki bir başka Karia yerleşimi Kyon antik kentinin kalıntıları var. Köy içinde Roma dönemi tiyatrosu, sunak taşı kalıntıları bulunuyor.

 
 Şimdilerde otopark olarak kullanılan Kyon tiyatrosu
(http://arkeolojigezginleri.blogspot.com.tr/2014/08/hyllarima-ve-kyon-kavaklidere.html)

Derebağ’dan Bozdoğan’a

Derebağ’dan ayrıldıktan sonra Bozdoğan’a doğru birkaç köyü arkada bıraktıktan sonra tepeye doğru fıstık çamları başlar. Madran Dağı eteklerindeki bu zenginlik, yörenin temel geçim kaynaklarından birini oluşturur. Yol, kuzey doğuya doğru kıvrıldıkça çok aşağılarda derin bir uçurumla sonlanan Akçay Vadisi belirir. Büyük Menderes’in iki önemli kolundan biri olan Akçay ya da İlkçağ’daki ismiyle Harpasos’un iki yakasına serpilmiş yerleşimler, 13.yy.da yöreye ulaşan Türkmenlerin bölgedeki ilk tutunma noktalarıdır. Bunlardan biri de Bozdoğan’ın aşağılarında; Akçay vadisinin güney yakasında konumlanmış; eski ismiyle İnebolu ya da Yazıkent kasabasıdır. Aslında yine eski bir Karia yerleşimi olan Neapolis’in neredeyse tam üstüne kurulu kasaba, Osmanlı Dönemi’nde Batı Anadolu’da ticari kapitalizmin geliştiği 18-19.yy.larda ortaya çıkan yerel otorite; ayanlık düzeninin izlerini taşır.

Derebağ'dan Bozdoğan'a inerken Akçay Vadisi'ne ve ovaya bakış; karşıda Karıncalı Dağ...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)

Bozdoğan'a doğru; Örmepınar köyü yakınları...
(Fotoğraf:İF; Nisan-2007)


Kavaklıdere-Bozdoğan yolunda fıstık çamları
(Ekim-2017)

Aynı bölgenin Peçevi Tarihi’nin kaynaklığında Kanuni’nin Rodos Seferi sırasında ordunun konaklama yeri olarak belirlendiği, Kanuni’nin Rodos Seferi’ne giderken ordusu ile birlikte Menderes-Akçay vadisinden ilerleyerek Kavaklıdere’ye, oradan da Muğla istikametine doğru yöneldiği belirtilmektedir. Yine Akçay vadisinde Osmanlı Dönemi’ndeki ilginç faaliyetlerden birisi Tahtacı Türkmenlerinin bölgedeki kereste ihtiyacının karşılanması amacıyla ormandan kestikleri tomrukları Akçay ırmağının akışından da yararlanarak bu güzergâh boyunca ovaya doğru taşımalarıdır. Bugün Bozdoğan’ın sırtını dayadığı Madran’ın kuzey eteklerinde yer alan Alamut köyü, bu Tahtacı köylerinin bugüne ulaşabilmiş tipik örneklerinden birisidir.

 
Baraj gövdesinin önünde yer alan Akçay Göleti

Tahtacılarla ilgili anlatılan bir eski hikâye de Yatağan-Kavaklıdere arasındaki bölgede; Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllarda yürütülen kereste kesim faaliyetleriyle ilgili. Sevgili Hocamız Arkeolog Şükrü Tül’den 2004 yılında dinlediğimiz anlatıma göre hikâye şöyle:

 
Bozdoğan'ın en yukarıları; Hamam Sokak'tan bir görünüş...

 
Hamam Sokak'a açılan çıkmazlardan biri daha; sanki bir konfor alanı...

Ormanlık bir yöre olan Yatağan – Kavaklıdere arası yoğun olarak kaçak kereste kesiminin yapıldığı yerler imiş yakın tarihte. Gelişen kentlerin kereste ihtiyacını karşılamak amacıyla 1940’lı yıllarda Yatağan gerisinde kereste sağlayan Tahtacı Yörükleri arasında Jandarma ve kolculara karşı kendi aralarında şifreli bir Kalaycı Argosu geliştirmişler. Kendi aralarında haberleşmek amacıyla geliştirilen bu gizli yerel dil, jandarmaya karşı bir korunma içgüdüsünden kaynaklanmış. Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun Türk Dili Tarihi isimli kitabında Palleci Dili olarak da adlandırdığı Kalaycı Argosu’na örnek olarak şu sözcükleri verelim:


palle: bakır                                      tünemek: yatma, uyuma
metrek: adam, müşteri                 yanbol: polis, asker
nazili: para                                       çeklemek: bakmak
nazili kös: para yok                        dibo: yok
imam işi: namaz                             tuna: çok
sama: 1                                             yıkım: iyi, güzel
kulak: 2                                            yıkımpiri: muhtar
cimitçi: öğretmen                          kös: kötü, çirkin
partal: elbise                                   sarıgenek: altın
mazın: silah                                     partal nazili: kağıt para
sürtmek: yemek içmek                  çapan: Türk kadını
manigadı: köpek                            yalı çapanı: Rum kadını


Kavaklıdere bakırları
(Ekim-2017)

 
Bozdoğan; Hamam Sokak'a açılan çıkmazlardan biri; bir "koca kapı" kapanırken...

 
Hamam Sokak'tan bir başka görünüm...

Yine Şükrü Tül’den 2004 yılında dinlediğimiz bir başka hikâye de Kurtuluş Savaşı yıllarında bölgenin İtalyan işgaline uğradığı zamanlara dair…

Kurtuluş Savaşı sırasında bu yöre İtalyan işgali altında imiş. Çine Çayı üzerinde yer alan Kayırlı Köprüsü’nü İtalyanlar yapmışlar. İtalyan karakolu da tam bu köprünün başında bulunmaktaymış. İşgal döneminde bir gün 5 er ve başlarında bir çavuştan oluşan bisikletli bir İtalyan müfrezesi, Kavaklıdere’den Bozdoğan’a doğru yola çıkmışlar; yaylayı aşıp Bozdoğan’a ulaşmışlar. Bozdoğan’da yaşayan yerli halk, hayatlarında ilk kez gördükleri bisiklet denen bu iki tekerlekli vasıtalara binmiş İtalyan askerlerini görünce müthiş bir şaşkınlığa kaptırmışlar kendilerini. Onlar bisikletlerinin üzerinde Büyük Menderes’e doğru inerken, arkalarından şaşkınlık içinde bakakalmışlar. İtalyanlar ise, umarsızca; seyahatlerini Akçay ırmağının kıyısına kadar sürdürüp buradan tekrar Kavaklıdere’ye dönmüşler. (25 Nisan 2004)

 
Bozdoğan; Hamam Sokak, kıvrıla kıvrıla tırmanmakta Madran'a...

 
Bozdoğan; Hamam Sokak'ta bir konağın yok oluşuna tanıklık ettik.

Bozdoğan kasabası, Türklerin bölgeye ulaşmalarından sonra; Menteşe ve Aydınoğulları beyliklerinin birbirlerine göre rekabet alanı içinde ve güney-kuzey ekseninde ulaşım ve ticaret akışını sağlayan bir güzergâh üzerinde bir pazaryeri olarak kurulmuş. Bu nedenle Bozdoğan’ın kuruluş dönemindeki ilk isminin Bazarköy olduğu kaynaklarda belirtiliyor.(4) 15.yy.dan sonra ise yerleşim, yavaş yavaş Bozdoğan olarak anılmaya başlanmış. Ama Evliya Çelebi bile 17.yy.da yöreden Bazaryeri olarak söz etmiş. Bu da bölgenin stratejik konumunu uzun yıllar koruduğunun bir göstergesi olsa gerek.

 
Hamam Sokak; solda altı sağır kule tipi eski bir konak, arkada ise Bozdoğan Merkez Çarşı Camisi

 
Bozdoğan sırtları

Karia, Roma ve Bizans Dönemlerine uzanan yerleşim pratiğinin zengin mirası üzerine oturan Bozdoğan, ilk önce Menteşe Beyleri’nin önderliğinde hayat bulmuş; daha sonraları Aydınoğlu Mehmet Bey döneminde Büyük Menderes havzasına doğru genişleme hamleleri sırasında Aydınoğulları Beyliği’nin toprakları içine katılmış. Osmanlı’nın bölgeye ulaşması ise, Aydınoğulları ile önce akrabalık ilişkileri üzerinden kurulan yakınlaşmaların ardından, Yıldırım Beyazıt dönemindeki kesin hâkimiyetin kuruluşuna denk gelir. 1402’de Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda Timurlenk’e yenilerek tahtını kaybetmesiyle başlayan Fetret Devri boyunca bölgede yeniden beliren eski beyliklerin baş vermesi hali, I. Çelebi Mehmet’in Osmanlı tahtının yegâne sahibi haline gelmesiyle son bulur. Bu durum ise, bölgede Osmanlı’nın kesin hâkimiyeti anlamına gelecektir.

 
Bozdoğan sırtlarından Akçay ovasına bakış; arkada Çakıcı Efe'nin hayatının sonlandığı Karıncalı Dağ...

 
Hamam Sokak'a adını veren eski hamam

Bugün Bozdoğan, Madran Baba Dağı eteklerinde Akçay vadisine doğru alçalan birbirine paralel sokaklarıyla sanki Menderes’e doğru akar. Birbiri üstünde yükselen Bozdoğan mahalleleri en tepedeki şehrin kalbini yansıtan meydana dek uzanır. Osmanlı’dan kalma eski bir hamamdan kaynaklanan ismiyle dağa doğru yönelen Hamam sokağının daracık girdaplarında insan neredeyse kaybolur. Yolun doğusunda uzanan Bozdoğan deresinin dibine doğru inen bir patikada saklı eski bir mesire alanının bugün bir mezbeleliğe dönmüş olması Bozdoğan’ın yerel yöneticileri ve sakinleri için nasıl hicap duyulacak bir durum ise, Hamam sokağının iki yakasında bugüne ulaşabilmiş az sayıdaki sivil mimari örnekleri de bir o kadar kasaba için bir fırsat ve şans anlamına gelmektedir.

 
Bozdoğan; Hamam Sokak'tan yukarı doğru... 

 
Bozdoğan deresinin üst düzlemindeki sekide yer alan ve şimdi metruk haldeki mesire alanı

 
Bozdoğan Deresi

 
Belediye Meydanı'na yaklaşırken Bozdoğan Deresi üzerinde yer alan tek kemerli eski bir köprü

 
Yeniden Hamam Sokak'a doğru...

Eğimli bir topografyada neredeyse ızgara planlı bir şehir görünümündeki Bozdoğan’ın tüm hayatı, dağdan ovaya doğru alçalan bu sokaklarda saklıdır. Bir köşeyi dönünce ansızın karşınıza çıkıveren bir sokak çeşmesinden akan bal gibi su, buranın ziyaretçileri için hazırladığı tatlı bir sürpriz gibidir. Kasabanın yavaş akan zamanı, dağdan gelen rüzgâr, yazın sıcak günlerinde ovadan yükselen buhar ve kasabanın bildik yüzleri hep bu sokaklarda yaşlanır. Madran Baba Dağı’nın bal gibi tatlı suyu, tepeye yakın konumdaki bir su şişeleme tesisinden tüm ülkeye yayılır. Ama bir de pidecileri vardır o dik sokak aralarında anlatılacak.

 
Bozdoğan Belediye Meydanı

 
Bozdoğan; şehrin kalbinden ovaya doğru inen caddelerden biri...

 
Çamlar altında Bozdoğan Hükümet Konağı; akşama doğru...

Bozdoğan Pidesi

Pide, yoksul ve orta halli insanların tarih boyunca bilinen bir yiyeceği olmuştur hep. Yunanca ve İbranice’de pide anlamında kullanılan pita sözcüğü yerleşmiştir. Yahudilerin hamursuz bayramında yaptıkları hamursuz adını verdikleri yiyecek de bir tür pidedir. Roma’da hiçbir zaman soylu sofralarında yeri yoktu pidenin. Pide, o zaman da; orta halli ve daha düşük gelir gruplarının basit yiyeceğiydi. Efes’te Arkadius zamanında pide dükkânlarının olduğunu kayıtlardan öğreniyoruz şimdi. Bizim pidemiz ise, Bizans’tan günümüze dek ulaşan bir devamlılık arz ediyor. Ancak bu zaman sürecinde giderek evrimleşmiş ve dünyada giderek bir Türk Pidesi kavramı oluşmuş. Kenarları kıvrık, içinde çeşitli malzemelerin karışımından oluşan pideye artık Türk pidesi diyoruz. Pide deyince; Menderes’in güneyi akla geliyor hemen. Şu kadarını söylemeliyiz ki; Büyük Menderes’in güney yakasında yenilen pidelerin tadına doyum olmuyor. Bu lezzette pideleri büyük şehirlerde yemek asla ve asla mümkün değildir. Bozdoğan, Nazilli, Karacasu, Yenipazar, Koçarlı kasabaları, bu anlamda pideleriyle öne çıkan Büyük Menderes’in güneyindeki yerleşimleridir. Yenipazar’da Mehmet Sümer’in Sümer Pide Salonu, Bozdoğan’da yakın zamanda yeniden tefriş edilen Ahmet Aydın’ın Mikado Pide Salonu, Koçarlı’da Disara Pide Salonu tarafımızca denenmiş ve kalitesi konusunda garanti verilebilecek nitelikte yörenin meşhur pide salonlarındandır. Buralarda; kıymalı, pastırmalı, kesikli, peynirli, otlu ve tahinli çeşitlerini yemek mümkündür.

 
Bozdoğan pideleri masada; önde kesikli yumurtalı; arkada kıymalı pideler; hepsinin üstü manda kaymağı ilaveli; yanında buz gibi ayran...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)

Söke civarından gelen o meşhur unu, Madran Dağı’nın suyu, etin kesimlik hayvandan elde edilmesi, sütü ve kaymağı, yöreye ait bazı otlar (ısırgan, sarı ot v.b.), baharlı rokaların ve kıymalı pidelerin üstüne sıkılan turunçları ile bu lezzeti anlatmak mümkün değildir. Bu işin en güzeli; Aydın’ın güney kasabalarında, Karacasu’da, Nazilli’de, Bozdoğan’da, Yenipazar ve Koçarlı’da bu kasabalardan yetişen yerel ustalar tarafından, yerel malzeme kullanılarak yapılmış pideleri yerinde tatmaktır. Buralarda pide yemek neredeyse bir ritüele dönüşür. Bu törensel yemeğe; önden Şam işi dedikleri yuvarlak kıymalı pidelerle başlanır, arkasından kesikli yumurtalı ismini verdikleri lor, yumurta ve maydanoz karışımı ile yaptıkları pide gelir; doymadıysanız otlu peynirli ya da kapalı peynirli pidelerle devam edilir. Bunların eşlikçisi; elbette ki turunçla tatlandırılmış roka salatası ve el yapımı nefis ayranlarıdır. Kapanış ise muhteşem tahinli ve şekerli pide ile yapılır. İstenirse bunların cevizle ve balla zenginleştirilmiş türevleri de mevcuttur. Bozdoğan’da gerek kıymalı ve kesikli pidelerin ve gerekse tahinli pidelerin vazgeçilmezi ise, üzerine bırakılan bir parça manda kaymağıdır. Tahinli pide Bozdoğan’da diğer yörelerden farklı olarak önce açık yapılır; pişirilir, kaymağı üstüne konur, daha sonra katlanarak dilimlenir ve o şekilde servis edilir. Tahinli pidelerin yanında gelen tavşankanı çaylar da bu işin olmazsa olmazıdır. Üstelik de bu kadar enfes bir mide ziyafetine ödediğiniz ücret ise şehirde ödediklerinizin yanında komik kalır.

 
ve kapanışta Bozdoğan'ın meşhur tahinli pidesi; basit görünüşüne aldanmayın; lezzeti anlatılmaz.

İnebolu’dan Yazıkent’e; bir ayanlık dönemi hikâyesi

İnebolu (Yazıkent); Bozdoğan’a bağlı bir belde aslında. İnebolu ise, tarihte bir ayanlık merkezi olarak geçiyor. Osmanlı merkezi otoritesinin 18.yy.dan itibaren giderek zayıflaması ile ortaya çıkan yerel otoriteler Saray adına vergi ve asker toplayan, güvenliği sağlayan ayanlar, eşkıyadan zenginliklerini konaklarının yanlarında yaptırdıkları kule yapılarda korudular. Hafif eğimli bir topografyada konumlanmış İnebolu’da kasabaya; yol ve patikalarla üçe, dörde parçalanmış büyük bir mezarlığın içinden geçerek giriyoruz. Tam bu mezarlıkta antik Neapolis kentine ait olduğu söylenen sütun parçalarına tanıklık ediyoruz.

 
Yazıkent girişinde Neapolis'de...
(Ebrulitur web sitesinden alınmıştır.)
  
 
Yazıkent Parkı'nda sergilenen Neapolis kalıntıları
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

 
Neapolis'den kalma bir yazıt
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

 
Bu da bir diğeri; Yazıkent Parkı'ndan...
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

 
Yazıkent Parkı; arkada ayan kulesi...
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)
 
Bozdoğan’dan İnebolu’ya doğru; Büyük Menderes’in en önemli kolu Akçay üzerinden geçiyoruz. Akçay’ın ovada taşkınlara yol açan o eski zamanlarına ait su hacminden eser yok artık. Eskiden Büyük Menderes’in taşkınlarına karşılık bağ kuleleri, Karadeniz’in serandan’ları gibi yerden yükseltilmiş bir şekilde tasarlanmış. Bu şekilde nehrin taşkınlarına karşı bir önlem alınmış. Verimli vadide gelişmiş bir ekonomik hayat oluşmuş tarihte... Romalıların kurduğu Neapolis kenti bu tarımsal zenginliğin üzerine o zamanlarda oturmuş olmalı. Kasabaya Kanuni döneminde; ilk isminden hareketle Yenişehir dendiğini Bilge Umar’ın Karia isimli kitabında yer alan Neapolis maddesinden öğreniyoruz. Rodos Seferi’ne giden Kanuni Sultan Süleyman’ın bu topraklara uğradığını Peçevi Tarihi’nden aktararak anlatan Bilge Umar şu bilgileri veriyor:

 
İnebolu İskender Bey ayan kulesi 
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

“…Kanuni Süleyman, tahta çıkışından kısa süre sonra Rodos üzerine giderken, Kütahya’da konaklama ile Marmaris’e varış arasında, Yenişehir yakınında konaklamış.”(5)

 
Ayan kulesi yanında yer alan ve harap vaziyetteki Mehmet ve İskender Beylerin konağı
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

 
Avludaki çeşme ve fırın
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

 
Ayan kulesinin Yazıkent Parkı'ndan görünümü
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

  
Kapıdaki kitabede tarih; Hicri 1170 (Miladi 1755) yılını işaret ediyor.
(Fotoğraf:İF; Nisan 2011)

Mehmet ve İskender Beyler, yörede 18.yy.da ayanlık yapmışlar. Cihanoğlu ya da Arpaz Beyleri kadar güçlü olmasalar da Bozdoğan yöresinde yerel otorite işlevi görmüşler. Şimdi harap vaziyette olan iki katlı, verandalı konak ve yanındaki 4 katlı kule o dönemden kalma... Zamanında; Mehmet ve İskender Bey’e ait birer konak ve kule varmış. Ancak zaman içinde Mehmet Bey’inki yıkılmış. Şimdi ayakta olan İskender Bey’in 1756’da yaptırdığı kule… Kule mimarisi zamanla zarar görmüş olmakla birlikte yine de sağlam durumda... Ancak yağmur suları ile çürüyen tavan ve ahşap malzeme nedeniyle konak çökme üzere... Konak; barok bezemeli bir ev mimarisine sahip. Çeşme ve banyolarda da bitki çelenkleri ve meyve tabakları görülmekte… Merdivenle çıkılan ikinci katta; geniş bir balkon ve bu balkona açılan evin muhtelif kapıları var. Evden kuleye geçişi sağlayan ahşap bir geçit daha sonradan yapılmış olmalı. Ancak o da harap vaziyette. Geniş bahçede yaşam kalitesini yükseltmek adına bir çeşme bulunmakta… Daha sonra yapılmış bir ocak ise çeşmenin hemen üstünde yer alıyor. Zamanında; bahçeye ana giriş kapısı oldukça büyük ve görkemli imiş. Konağın hemen alt düzleminde yer alan kasabanın meydanında ise birkaç parça da olsa Neapolis’den kalma antikiteler sergileniyor. Bir çay içip soluklanma zamanı şimdi…

Bozdoğan Zeybeği

Bozdoğan’dan söz ederken meşhur Bozdoğan Zeybeği’nden ve zeybeklerden söz etmezsek olmaz. Bilindiği üzere Aydın ve havalisi, zeybekler yatağıdır. Zeybekler; 17. – 18.yy.da Aydın havalisinin ceviz, kestane, zeytin, incir, meyan kökü gibi ekonomik değeri son derece yüksek ürünlerini İzmir Limanı’na taşıyan deve kervanlarının güvenliğini sağlamak adına bu ulaşım sisteminin muhafızlığını yapmaya başlıyorlar. Bu yaptıkları iş karşılığı kervan sahiplerinden aldıkları bir tür haraç, onların geçimlerini ve bu işi sürdürmelerini sağlıyor. Zeybeklerin kervanlardan aldıkları haraçlar ve bu konuda kervan sahibi tüccarların İstanbul’a yaptıkları şikâyetler, tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Dağda yaşayan Yörük ve Türkmenler, zeybekleri her zaman korumuş ve kollamışlardır. Böyle bir ortak yaşamdan söz edilebilir. Zaman içinde merkezi otoritenin zayıflaması ve bazı yetkilerini ayan adı verilen yerel otoritelere devretmesi, halkla ayanlar arasında ortaya çıkan sorunların çözümü konusunda zeybeklerin ilave bir rol üstlenmesi sonucunu doğurmuş; zeybekler, giderek bu yörede halkın ayanlara karşı hak ve hukukunu koruyup kollayan bir güç odağı haline gelmişler. Zeybeklerin ayanlara ve yeri geldikçe İstanbul Hükümeti’ne kafa tutmaları ve ayaklanmaları karşısında çaresiz kalan Saray; zeybeklere karşı 19.yy.ın son çeyreğinde silahşör ve sert yapılı Arnavut ve Çerkezleri kullanmışlar.

 
 Eski bir İzmir karpostalından zeybeklerin betimlenmesi...

Zeybekleri, tarihte Kırım Savaşı’na katılırken görüyoruz. Bunların içinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin babası olan Çakırcalı Ahmet Efe de var. Zeybeklerden oluşan bir birliğin İstanbul’da ordugâhta konakladığı ve buradan Kırım’a hareket ettiği tarihi kaynaklarda belirtiliyor.

Zeybeklerin hükümet otoritesine isyan ederek dağa çıkıp eşkiyalık yapmaları; zaman zaman istiman etme ya da düze inme diye adlandırılan fasıllarla kesilmektedir. Düze inme; zeybeklerin hükümetle anlaşarak belli bir yerde iskân edilmesi ve reji kolculuğu gibi güvenlikle ilgili bir konuda hükümet adına çalıştırılması şeklinde uzlaşılması esasına dayanmaktadır.

 
Tepeden tırnağa teçhiz olmuş halde zeybekler

Zeybekler ya da efelerle Yunanistan’ın Mora yarımadasında yaşayan Kleft’ler arasında bazen benzetimler yapılmaktadır. Kleft’ler; Mora Yarımadası’nda çok süslü kıyafetlerle dolaşan ve çevrelerinde gösterişli bir hayat süren kişiler olarak tanınırlardı. Ancak bunlar; hırsızlık (koyun v.b.) ve talan yaparlar ancak renk vermezlerdi. Zeybekler ise sadece haraçla yaşarlardı. Hırsızlık yapan kişi zeybek ya da efe olamaz. Olsa olsa çalıkakıcı olarak adlandırılırdı. Zeybeklerin liderine efe; efeye bağlı diğer çete mensuplarına ise kızan denirdi.

  
Bir zeybek karpostalından bugüne ulaşan soluk izler...

Madran Baba Dağı’nın güney-doğusunda yer alan Karıncalı Dağ da bu toprakların en meşhur efesi Çakırcalı Mehmet Efe’nin hayatının sonlandığı yer olarak bilinmektedir. Çakıcı Efe, ayanlar ve giderek merkezi Osmanlı Hükümeti ile giriştiği mücadelenin şanı ülke sınırlarını aşarak, Batı Anadolu’da neredeyse yerel bir güç odağı haline gelir. Bir yandan devlete kafa tutan, diğer yandan da bölgede adalet dağıtan bir erk haline gelmesi sonucunda, 3.kez dağa çıkıp “şekavete” (eşkıyalık) başladığı bir dönemde; taşkınlar nedeniyle her kış harap olan ve geçişe engel olan Büyük Menderes’in kollarından Akçay üzerindeki (şimdi Yenipazar-Bozdoğan-Nazilli kavşağına yakın olan köprü) köprünün yeniden inşası için çevre köylüler Çakıcı’dan istekte bulunurlar.

 
Çakıcı Efe; hayatta çektirdiği yegane fotoğrafında; İzmir'de hapishaneden çıktıktan sonra, kayınbiraderi Çoban Memet ile birlikte...


Çakıcı; bölgede intikali sırasında kendine de engel teşkil eden bu köprünün Arpaz’daki Osman Bey tarafından yaptırılmasına karar verir ve Osman Bey’e adamları aracılığıyla haber gönderir. Osman Bey, Çakıcı’nın İttihat Terakki döneminde sürekli takip altında olması ve zaman zaman zor duruma düşmesi nedeniyle pek oralı olmaz, ama yine de tedbiri elden bırakmaz ve Nazilli’ye kaçar. Bunun üzerine değişik zamanlarda köy üç kez kendi ve muavin çeteleri aracılığıyla basılır.

 
Arpaz Beyleri'nin Arpaz'daki ayan kulesi ve konağı
(Fotoğraf:İF; Nisan-2011)

Son baskında, köyün pazarının olduğu gün, güpegündüz Çakıcı ve adamları köye gelirler. Osman Bey; köyde kahvede eyleşmektedir. Çakıcı ve adamları kahveye dayanırlar, Arnavut kâhyayı, Osman Bey ve oğlunu alarak dağa kaldırırlar. Yolda Arnavut kâhyayı öldürürler. Karıncalı Dağ’daki daha önceden tahkim edilmiş mevzilerine çekilirler, Osman Bey’in oğlunu 4000 altın fidyeyi hazırlamaları için serbest bırakırlar. Tabii, bu arada vilayetin ve kolluk kuvvetlerinin haberi olur ve hızlı ve amansız bir takip başlar.

 
Arpaz Kulesi
(Fotoğraf:İF; Nisan-2011) 

Çakıcı’yı ele geçirmek için İzmir’den özel trenlerle destek kuvvetleri sevk edilir. Takip kuvvetleri içinde Çakıcı’nın düşmanları Çerkezlere mensup; Teşkilatı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref Bey’den, Anzavur Ahmet Bey’e (Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Anzavur ayaklanmasını çıkaracaktır), dağdaki eski rakipleri Çamlıcalı Hüseyin Efe’ye kadar bir sürü nizami ve gönüllü kuvvet yer alır.

 
 Eski bir kartpostaldan; eşkıya takibindeki zabitan; poz verdikleri gezintiye çıkmış gibi duran hallerinden belli...

Dağda yataklarından bir Yörük obasına mensup bir çobanın dövülerek zorla konuşturulması sonucu yeri tespit edilir ve şiddetli bir çatışma başlar. İki gün boyunca süren müsademe sonrası çetenin, yine savaş alanından bir şekilde sabaha karşı sıyrılıp kaçtığı gün ağarınca anlaşılır. Alanda iki ceset vardır. Bunlardan biri Arpazlı Osman Bey’e aittir. Diğerinin ise kolları ve kafası kesik ayrıca göğüs derisi yüzülmüş vaziyettedir. Kafası ve kolları götürülmüştür.

  
Arpaz Kulesi
(Fotoğraf: A.Aydemir; Kasım-2015)

Ceset; Çakıcı Efe’yi en yakından tanıyan, yıllarca takibinde bulunmuş Bayındırlı Mülazım Mustafa Efendi ve birinci eşi Iraz’a gösterilir. Bayındırlı Mülazım Mustafa Efendi, Çakıcı Efe’yi sırtındaki büyükçe bir beninden tanır. Onu da Ödemiş’te; 1.yüze inişinde kendisi ile aynı odada soyunurken görmüştür Mülazım Efendi... Böylece 15 yıl tüm Ege Bölgesi’ni yöneten, haraca kesen ve Osmanlı Devleti’ni tam 15 yıl peşinden koşturup kafa tutan Çakıcı Efe ölmüştür. İktidar sahipleri, ölüsünü ibret olsun diye Nazilli Hükümet Konağı önünde uzun süre ipte asılı tutarlar. Ama işin garip yanı; Çakıcı’nın namı o günden beri kuşaktan kuşağa ve sınırlar ötesine dek neredeyse tüm dünyaya yayılırken, onu öldürenler tarihin girdabında unutulup giderler. Bu da kaderin bir garip cilvesi olsa gerek.

 
Arpaz ayan kulesi ve konak bir arada...
(Fotoğraf: A.Aydemir; Kasım-2015)

Bozdoğan-Nazilli yolu üzerindeki Arpaz ya da yeni adıyla Esenköy’de yer alan ve Çakıcı’nın hayatını sonlandıran olayların başlangıç noktasını teşkil eden Arpaz Kulesi ve Konağı ise, geçen her yıl zamanın ve doğanın tahribatına uğrayarak un ufak olmakta; belki de Çakıcı Efe ile aynı hazin kadere doğru hızla ilerlemektedir.

 
Ödemiş-Kayaköy mezarlığında bulunan Çakıcı Efe'nin mezarının günümüzdeki hali
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)
 
Kayaköy mezarlığı girişindeki tarihi çeşme
(Fotoğraf:İF; Mart-2017)

Bugün Ödemiş’e bağlı Kayaköy’ün bir dere yatağına bakan eski mezarlığında yatmakta olan Çakıcı’nın mezarının hali de onun hazin sonuna yansıtır sanki. Devletle giriştiği mücadelede her zaman halkın gönlünde farklı bir yere sahip olan Çakıcı Efe’nin 1940’lı yıllarda başı dışında Kayaköy’e getirilen kemiklerinin gömülü olduğu mezar, nedense devletin yüksek ilgisine pek de mazhar olamamış gibi. Bir önceki belediyelik döneminde başlanan Kayaköy’deki evinin restorasyonu da tamamlanarak, bir müze şeklinde halkın ziyaretine açılamadı henüz. Bütün Batı Anadolu düğünlerinde mutlaka çalınan Çakıcı türküsüne kalkan ellerinin sahiplerinin o anda bu manzarayı da akla getirmesinde yarar var bu açıdan.

Bu kadar zeybek muhabbetinden sonra şimdi dinlemeli ve söylemeli Bozdoğan Zeybeği’ni:

 Bozdoğan Zeybeği
 (ODTÜ THBT Mezunları Gösterisi-İŞ SANAT-Nisan 2008)
(Youtube'dan alınmıştır)

Bozdoğan Zeybeği

Dumanı da vardır şu dağların başında (2)
Gönlüm galdı toprağında daşında (2)
Bir ben değil cümle âlemin başında (2)

(Nakarat)
İmanın dağlar Bozdoğan’ın söğüdü
Çok verdiler ben tutamadım öğüdü
İmanın dağlar yârim gitti gelmedi
Kudurası çaylar bir yudum su vermedi

Aman gökyüzünde dağınık duğunuk bulutlar
Kim ardımdan kimi yüzüme öğütler
Ah evveliydi özü sözü doğru yiğitler
(Nakarat)

Kemer Barajı ve Arapapıştı Kanyonu

Kemer Barajı, Bozdoğan sınırları içinde yer alan; sulama ve enerji üretimi amacıyla 1958 yılında hizmete alınmış Cumhuriyet döneminin önemli bayındırlık eserlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Barajın gövdesi Akçay’ın yatağından 108,5 metre yükseklikte inşa edilmiş. Akçay’ın aktığı vadinin önünü dev bir duvar gibi kesen baraj gövdesinin dibindeki savaklardan kanala boşalan su, akışını buradan ovaya doğru köpüre köpüre sürdürmekte. Baraj gövdesinin ardındaki baraj gölü ise, tabakalar halinde alçalarak oldukça sığlaşmış durumda. Öyle ki; suyun karadan çekilişinin izlerini suya doğru alçalan kıyı topografyasında gözlemek mümkün… Gölde çok sayıda balık havuzu mevcut... Alabalık ve yayınbalığı yetiştirildiğini öğrendik köylülerden. Kıyı boyunca kapalı da olsa birkaç salaş balık lokantası da vardı.

 
Akçay üzerinde kurulu Kemer Barajı
(Fotoğraf: N. Fidanoğlu)

 
Aydın Büyükşehir Belediyesi'nin Arapapıştı Kanyonu tekne iskelesi

 
Arapapıştı Kanyonu girişinde suyun çekilmiş hali

 
Arapapıştı Kanyonu; tekneler çalışırken...
(Fotoğraf http://www.aydındogumluyuz.com adresinden alınmıştır.)

 
Kanyonun tepeden görünüşü
(Fotoğraf http://www.aydındogumluyuz.com adresinden alınmıştır.) 

Aydın Büyük Şehir Belediyesi, 2017 yılının bahar aylarında Akçay üzerindeki Kemer Barajı’nın arkasındaki dünyayı gezginlere açmış. 380 metre yüksekliğinde ve 6 km uzunluğundaki Arapapıştı Kanyonu’nda kaya mezarları, manastır izleri ve muhtelif kuş türleri yer alıyormuş. Alıyormuş diyorum; çünkü kanyona gitmemize rağmen suyun çekilmiş olması nedeniyle kanyonda bu tanıklığı yapma şansımız olmadı ne yazık ki. Baraj gölünün Arapapıştı Kanyonu’na doğru nüfuz eden kolları üzerinde tekne ile gezme olanağının yaratıldığı bu topografyayı görmek amacıyla Akçay vadisinin derinliklerine doğru Bozdoğan’dan yaklaşık 40 km kadar yol yaptık. Baraj gövdesinin ardındaki gölün suyunun çekildiği kıyılara yakın konumda; Kemer köyünün hemen yakınlarında Aydın Büyük Şehir Belediyesi’nin gezi tekneleri için yaptırttığı yanaşma iskelesi vardı. Ancak; herhalde suyun en az olduğu bir mevsimde oraya gitmiş olacağız ki; iskele ve gişeler kapalıydı. Hayat belirtisi dahi yoktu iskelede. Kemer ve daha ötedeki köylere giden karayolunun üstünde ise Kanyon Kafe adını verdikleri belediyenin sosyal tesisleri yer alıyordu. Ancak orası da farklı değildi ve ıpıssızdı.

 
Kemer Baraj Gölü

 
Ters açıdan baraj gölünün görünümü

 
Kademeler halinde izlenebilen suyun karadan çekiliş izleri

 
Suyun Akçay Göleti'nden kanala döküldüğü an

 
Ovaya hayat veren Akçay kanalları

Zamanın akşama vardığı bir andı; Akçay vadisinin derinliklerinden ayrılarak Kemer, Güvenir, Amasya, Haydere gibi ilk kez gördüğümüz yöre köylerini ardımızda bırakarak Bozdoğan’a döndük. Ovada; cepheleri güneye bakan yıkık ve terk edilmiş verandalı bağ damlarının anlamı neydi acaba? Artık bu yapılar işlevini mi yitirmişti; yoksa tarımdaki bir şeylerin habercisi miydiler? Çünkü tarih boyunca son derece verimli bu ovadaki bu terk edilmişlik hali hüzün vericiydi doğrusu. Bu sırada güneş, Madran Baba Dağı’nın yükseltileri üzerinden kaybolarak devrildi öteye. Önümüzde İzmir’e doğru üç saatlik bir yol vardı. Nazilli üzerinden Umurlu’ya kadar Aydın-Denizli devlet yolunda; Umurlu’dan sonra ise yeni açılan İzmir-Denizli Otoyolu’nun yeni bölümünden devam etmek üzere İzmir’e doğru hareket ettik.

 
Akçay ovasında yer alan bağ damları

Dipnotlar
(1)    Nisan 2004’de bölgeye düzenlenen bir Ebruli Tur gezisinde Arkeolog Şükrü Tül’ün anlatımlarından derlenen notlardan yararlanılmıştır.
(4)  Prof. Dr. İlhan ERTEM, Aydınoğulları Beyliği’nden Osmanlı’ya Geçiş Sürecinde Bozdoğan isimli bildiri; Bozdoğan I, Bildiriler Kitabı; Prof. Dr. Sabri Sürvegil, Bozdoğan Belediyesi Kültür Yayını; İzmir-2010; sayfa:133
(5)   Bilge UMAR, Karia-Bir Tarihsel Coğrafya Araştırması ve Gezi Rehberi, İnkılâp Kitabevi-1999; sayfa: 304
(6)  Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir. Tarihi zeybek kartpostalları ile ilgili fotoğraflar internet ortamından temin edilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC