Sayfalar

17 Nisan 2017 Pazartesi

ILDIRI-GERENCE YÜRÜYÜŞÜ



13 Nisan 2016
İbrahim Fidanoğlu

Bu sezonun ilk yürüyüşünü Ildırı civarında yapmıştık geçen yılın sonbaharında. Bu hafta da yolumuz yine oralara düştü bir kez daha. İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin hazırlamış olduğu Efes-Mimas Yolu Yarımada-Rota Rehberi isimli kitapçıkta yer alan rotalardan biriydi Ildırı-Gerence rotası.

 
Sabah Ildırı'da...

 
Bu kadar büyümüş ve korunmuş ebegümeçleri gördünüz mü? Sanki ağaç gibiydiler.

 
Bir kahvehanenin önündeki tazecik enginarlar; satışa hazır...

 
Köyün çeşmesi

Gün boyu ortalama 23 derece civarında seyreden hava sıcaklığının etkisini kuzeyli rüzgârlar nispeten azalttı. Sabah 10 gibi Ildırı’ya ulaştığımızda köyün her zamanki hareketliliğinden eser yoktu daha. Sabahın mahmurluğu, havadaki dinginlik, denizden gelen yosun kokusu ve kovalara dizili; erkenden biçilmiş satışa hazır enginarlar Ildırı köy meydanındaki ilk izlenimlerimizdi. Meydandaki çeşmenin bile çevresi bomboştu. Kahvehanelerden birine girip sabah kahvelerimizi içtik. Çoğunlukla Selanik göçmeni (Karacaova civarı)(1) atalarını yâd ederek yaptığımız kısa sohbette meydandaki çeşmenin denize doğru bakan kurnasından akan suyun arıtma suyu olduğunu öğrendik. Enginarlar, körpecikti; ama daha yürüyecektik. Belki dönüşte almak üzere yürüyüşümüzün başlangıç noktası olan Erythrai antik kentinin girişinde bulunan Heroon’a (Kahraman Mezarı) doğru yola çıktık.


(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC) 


 
Erythrai'de Heroon'un taban platformu; yürüyüşümüzün başlangıç noktası
(Fotoğraf:İF; Ocak-2010)

 
Ildırı'da şirin bir bahçe

 
Baharda; Ildırı'nın her avlusu bir çiçek bahçesidir.

Erythrai ören yerine 2016 sonbaharında bir kez daha gelmiş ve antik kentin kalıntılarının yer aldığı Erythrai kentini ayrıntılı bir şekilde dolaşmıştık.(2) Bu kez amacımız, Ildırı’nın doğusundan dolaşarak kuzeye doğru yönelen ve enginar bahçeleri arasından ilerleyen keyifli bir başka rotayı yapmaktı. Heroon’dan doğuya ve aşağıdaki düzlüklere doğru ilerleyen yolun iki yanında benzersiz güzellikteki enginar bahçelerinden başladı yürüyüşümüz. Her iki yanımızdaki enginar bahçelerinde çiçeğe durmuş enginar kelleleri, rüzgârın da etkisiyle usul usul iki yana sallıyordu başlarını.

 
Sur dibindeki bir enginar tarlası

 
bu da bir diğeri...

 
Batıdan doğuya doğru indiğimiz ilk toprak yol

Aşağıdaki tarlalarda; sırtlarındaki kelterlerle enginar toplayan işçiler vardı. İki yanımızda yeşil denizden tarlalar uzanıyordu. Doğa artık tamamıyla coşmuştu. Koskocaman çiçekleriyle papatyalar, sapsarı krizantemler, gelincikler, eflatun rengi ebegümeci çiçekleri, pembe-beyaz bayır gülleri ya da Girit ladenleri, katırtırnaklarının erkenci türleri; hepsi ama hepsi göz alıcıydılar.

 
Ebegümeci ve papatyalar bir arada...

 
Papatyalar ve yemyeşil bir çayır

 
Papatyalar

 
Gelincikler

  
Papatyagillerden...
 
Yürüdüğümüz patikanın iki yanında yabani yulafların ince boyunlu zarif başakları, rüzgârla uyumlu; tatlı bir salınım içindeydiler. Enginarın atası; kengerler, deve dikenleri tarlaların ve yolun kenarlarında gem vurulamaz bir hızda her yanı sarmışlardı. Ören yerinin içinden geçen patika, bizi aşağıdaki düzleme doğru ulaştırdığında, bir üç yol ağzına gelmiştik. Bu kavşaktan sola ve kuzeye doğru döndük.

Çayırların güzelliği

 
Rüzgara uyup boyun eğen yabani yulaflar

 
Sarmaşıklar
 
Bit otu

Tam bu noktada Erythrai’nin şehir surları karşıladı bizi. Yaklaşık 5-6 metre yüksekliğinde batı-doğu doğrultusunda toprak yolun hemen kıyısından yükselen ve İ.Ö. 2-3.yy.a tarihlenen Hellenistik duvarlar oldukça sağlam görünümdeydi. Isodomik yapıdaki surların hemen yakınında ise; 19.yy.dan kalma küçük bir şapel yıkıntısı vardı. Şapelden kuzeye doğru çizilecek bir hat üzerinde ise, İlkçağ’dan kalma kuzey-güney uçlarında kemerli geçişleriyle dikkat çeken bir başka yapı kalıntısı bulunmaktaydı.

 
Erythrai'nin doğu-batı doğrultusundaki şehir surları

 
Surlara kuzey-doğu yönünden bakış

 
Zeytinlerin altında Rumlardan kalma bir kır şapeli

 
Şapele doğu yönünden bakış; apsis duvarı

 
Şapelin batı yönündeki girişi 

 
Şapelin içi

 
Şapel civarında gördüğümüz bir sincap

 
Şapel hizasında rastladığımız tonozlu yapı; arkada şehir surları

 
İsmini bilemedik. 

Kuzeye doğru ilerleyen toprak yol, sonunda bizi Ildırı-Balıklıova asfaltına ulaştırdı. Asfalt yolu takiben yaklaşık 350 metre kadar yürüdükten sonra bir elektrik trafosunun yanından denize doğru inen bir başka toprak yola saptık. Bu yol, bir süre sonra zeytin ağaçlarının bulunduğu bir düzlüğe vardı. Alanda ve çalıların arasında; çıkacakları umutsuz Sakız yolculukları öncesinde buralarda konakladıkları anlaşılan Suriyeli mültecilerin bıraktıklarını düşündüğümüz her türlü çöple karşılaştık. Denize paralel toprak yoldan yürümeye devam ettik. Açıkta; hemen batımızda Gerence Koyu’nun ağzında; yılkıya bırakılan eşekler nedeniyle Eşek Adası ya da Karaada (Goni ya da Gouni Adası) olarak bilinen ada uzanıyordu. Adanın güney batısında; 19.yy.da Litrili Rumların kullandığı Aya Yorgi’ye adanmış bir manastır varmış.(3) Ama manastırdan geriye bugün pek de bir şey kalmamış.

 
Ildırı koyu; denize doğru...

  
Gerence Koyu'na doğru bakış

 
19.yy.dan kalma teraslar

 
Bir minyatür sandal ağacı 

Kıyı boyunca ilerlerken bir ara tırmanmaya başladık; sol yanımızda kıyıdan geçişi engelleyen simsiyah yekpare bir kaya kütlesi, sağımızda ise sık makilikler arasında zaman zaman izlenebilen teras duvarları vardı. Bu terasların; 19.yy.da Rumların buralarda yaşadığı dönemden kalma bağ terasları olabileceğini düşündük. Kıyıdan açıkta ise; balık çiftliklerinin havuzları görünüyordu. Zaten kıyıdaki küçük yarımadada ve Gerence’ye doğru alçalan topografyanın ucunda da bu balık çiftliklerinin iskeleleri ve derme çatma diğer yardımcı binaları bulunmaktaydı.

 
Girit ladenleri

 
Önde Karaada; arkada Kara Reis Çiftliği

Gezginler, Gerence manzarası önünde...

 
Erkenci katırtırnakları 

 
Gerence Koyu, Gerence Adası ve en arkada Akdağ 

Balık çiftliğine doğru yürümek istemedik; doğuya dönerek toprak yolu takiben yarım kalmış bir yazlık site inşaatının bulunduğu alana doğru tırmandık. Bulunduğumuz sekiden Gerence Koyu ve çevresindeki topografyayı gayet iyi bir şekilde görebiliyorduk. Karşımızdaki Karaada’nın hemen arkasında Yunanistan’a ait İnouses ya da Koyun Adaları ve onun arkasında ise, puslar içerisinde dev bir kaya kütlesi gibi görülen Sakız yer alıyordu. Sağımızdaki topografyada ise, Karaburun yarımadasının efsanevi yükseltisi Mimas ya da Akdağ ve daha ileride; denize doğru bir dil gibi uzanan Kara Reis Çiftliği vardı. Bir süre, etkileyici mavilikleri seyrederek oyalandık. Yürüdüğümüz toprak yol, bu noktada yeniden asfalt yola kavuşmuştu. Asfalt yoldan yürümek sevimsizdi; bu nedenle yeniden geldiğimiz yoldan geriye dönerek deniz kıyısına yakın bir noktada; zeytin ağaçlarının altında yemek molası verdik.

Yolda gördüğümüz bir kör yılan
(Fotoğraf:MYC)

 
Gerence'ye doğru yürüdüğümüz patika; en arkada İltur'un üstünde yer alan mermer ocağı

 
Devşirme malzeme ile yapılmış bir kır evinden kalan...

 
Dönüş yolundayız.

Enginar tarlalarına son bakış...
 
Yemek molası sonrası, geldiğimiz yolu takip ederek Ildırı’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık 1,5 saatlik bir dönüş yolculuğu sonrasında Erythrai’nin şehir surları uzaktan göründü. Enginar tarlalarının kıyısında devşirme malzemeyle yapılmış 19.yy.dan kalma bir kır evinin yıkıntılarının yanından geçtik. Akropolün doğu kenarında yer alan; Rumlardan kalma harap Matrona Kilisesi, yıkık siluetiyle uzaklardan bize varlığını hissettirir gibiydi.

 
Akropolde Matrona Kilisesi

Hüseyin Amca'dan kalan; Agora Kafeterya'da gezginler yorgunluklarını atıyor
(Fotoğraf:MYC)

 
Erythrai Ören Bekçisi rahmetli Hüseyin Amca 
(Fotoğraf: İF; Nisan-2007)

Ildırı koyuna ve İlkçağ’ın Hippi (Atlılar) Adaları’na hâkim konumdaki, Erythrai’ye sevdalı; rahmetli ören yeri bekçisi Hüseyin Amca’nın mekânı olan; şimdilerde oğlunun işlettiği Agora Kafeterya’nın da bulunduğu seki, son mola yerimiz oldu. Sert poyraza rağmen, buradan ufka ve maviliklere bakmanın keyfi bir başkaydı. Yaklaşık 13 km.lik yürüyüş sonrasında yorgunluğumuzu atmak için iyi bir fırsattı doğrusu. Aracımıza varmadan önce Ildırı’da son yapılacak olan ise, İzmir’e götürülecek enginarların seçimi idi.

 
Bulunduğumuz sekiden Ildırı koyuna bakış

Ildırı'da Agora Kafeterya'dan Akdağ'a bakış


Kadıovacık 
(Fotoğraf:MYC)


Gezgin Kadıovacık tavuklarını ve sokakları inceliyor
(Fotoğraf:MYC)

Akşama doğru Kadıovacık’ta içilen yorgunluk çayları ve köyün daracık sokaklarında yapılan küçük bir gezinti, diğer yürüyüşlerimize nispeten hafif bir programla yüklü günü bitirmek için iyi bir kapanış oldu. Artık İzmir’e doğru yola çıkma zamanıydı. Şehrin karmaşasına yeniden dalmak üzere; Kadıovacık-Barbaros köyleri üzerinden eski Çeşme-İzmir yoluna doğru hareket ettik.


Dipnotlar
(1)    Ildırı’nın göç hikâyeleri ve yerleşim tarihi için bkz. http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=395&RecID=3581
(2)   Erythrai’den Ildırı’ya yazısı için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/11/erythraiden-ildiriya.html  
(3)    Karaada üzerindeki Aya Yorgi Manastırı için bkz. http://erythrealithri.blogspot.com.tr/search/label/%CE%9C%CE%BD%CE%AE%CE%BC%CE%B5%CF%82
(4)  Fotoğraflar yazıda belirtilenler dışında İF tarafından çekilmiştir.


Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

1 yorum:

  1. Ellerinize ve ayaklarınıza sağlık keyifle okudum :)

    YanıtlaSil