HATİPLER KALESİ VE ATARNEUS (AĞIL TEPE) KALESİ
18 Kasım 2016
İbrahim Fidanoğlu
Dikili, konumu itibariyle İlkçağ’daki Aiol bölgesinde yer alan İzmir’in en
kuzeyindeki ilçelerinden birisidir. Özellikle Bademli ve Denizköy
önlerinde bir akvaryumu andırır ölçüdeki temiz denizi ve bitmek bilmeyen
uzunluktaki kumsallarıyla yazlıkçıların her zaman yakın takibinde olmuştur. Bir
yanda Anadolu anakarasının Ege Denizi içindeki uzantısı Midilli adasına olan
yakınlığı, diğer yandan da arka dünyasında yer alan zengin Kozak Yaylası ile bütünleşmiş topografyası, Dikili’nin tarih boyunca uygarlığın soluklandığı bir bölge işlevi
görmesine yol açmıştır. Son yıllarda Bergama-Dikili
ve Kozak Yaylası arasındaki bölgede
yoğunlaşan ve topografyanın bile değişmesine yol açacak boyuttaki altın arama
ve çıkarma faaliyetleri de bu bölgenin tarih boyunca bir çekim merkezi haline
gelmesinin bir diğer nedeni olarak dikkat çekmektedir.
Bademli önlerinde gün batımı
(Fotoğraf: İF; Eylül-2007)
Denizköy'ün sırtlarında hatmiler
(Fotoğraf: İF; Haziran-2008)
Bu tarihsel gerçek, antik çağın ünlü coğrafyacı ve gezgini Amasyalı Strabon’un Geographika adlı eserinde; hangi bölgedeki altının hangi erk
tarafından çıkarıldığının anlatıldığı aşağıdaki bölümde şu şekilde ifade
edilmektedir:
“Tantalos ve Pelopideslerin Phrygia ve Splyos dolaylarındaki
madenlerden; Kadmos’unki Thrakia’dan ve Pangaion dağından; Priamos’unki Abydos
dolaylarında Astyra altın madenlerinin (bugün hala az miktarda kalıntı vardır.
Bu madenlerden çıkartılan toprak çok fazladır ve yapılan kazılar, çok eski
çağlardan beri madenin işlediğini gösterir) ve Midas’ınki Bermios Dağı dolaylarından;
Gyges, Alyattes ve Kroisos’unkiler Lydia’da, topraklarının madenleri tüketilmiş
olan küçük bir köyün bulunduğu Atarneus ile Pergamon arasındaki bölgeden elde
edilmiştir.”(1)
Hatipler Kalesi'nden Kaikos Ovası'na doğru bakış
(Fotoğraf: MYC)
Görüldüğü gibi insan yaşamını büyük oranda coğrafya; yerin üstündeki ve
altındakiler belirliyor; binlerce yıl geçse bile bu gerçek pek de değişmiyor.
Dramatik bir kader çizgisi gibi insanlığın önünde duruyor her zaman. Ama yine
de doğayla uyum içinde yaşam, en önemli düstur olsa gerek…
Gezginler, Hatipler Kalesi'nde
(Fotoğraf: MYC)
(Fotoğraf: MYC)
Yunt Dağı ve Çandarlı’nın sırtındaki Karadağ volkanik kütleleri ile Kozak Yaylası’nın granit esaslı
kayaçları arasında gelişen bir jeolojik yapının etkisi altındaki Dikili, tarihi boyunca depremselliğin
öne çıktığı bir yöre olmuş hep. 1939 yılında meydana gelen ve 100 civarı
insanın hayatını kaybettiği Dikili depremi hala hafızalarda. Bölgenin bu
jeolojik yapısının bir sonucu olarak Dikili
civarında çok sayıda ılıca yer alıyor; Bademli
yakınlarındaki Çamur Ilıcaları, Kaynarca Ilıcası ve Dikili’nin kuzeyinde yer alan Nebiler
Ilıcası bunların en bilinenleri…
Dikili-Nebiler Şelalesi
(Fotoğraf: İF; Haziran-2014)
Bugünkü hedefimiz ise; işte bu coğrafyada yer alan İlkçağ kalelerinden
ikisini dolaşmak. Bunlardan birisi Çandarlı’nın
sırtındaki Karadağ volkanik
kütlesinin hemen ardına düşen Esentepe
ile Katıralanı köyleri arasındaki
kayalık bir tepe üstünde yer alan Hatipler Kalesi; diğeri ise
İzmir-Çanakkale yolu üzerinde ve Dikili
sapağının tam karşısında yer alan Ağıl Tepe
üstündeki Atarneus Kalesi…
Dikili Kaleleri; Hatipler Kalesi ve Ağıltepe'deki Atarneus Kenti
(GoogleEarth'de işaretlenmiştir. by İF)
Hatipler Kalesi
Bugünkü yürüyüş ekibimiz kuvvetliydi. Foça’dan gelen arkadaşlarla
birlikte tam 7 kişilik bir grup oluşturduk. Sabah Foça’dan bize katılan
arkadaşlarla Aiol yerleşimi Larissa’nın
eteğindeki Buruncuk köyünde buluştuk.
Buruncuk kahvehanelerinden birinde sıcacık simitlerle yapılan kahvaltı sonrası Çandarlı yönüne doğru hareket ettik. Çandarlı’ya girmeden Dikili yönüne doğru saptık. Sert
virajlarla devam eden yolda Pers Dönemine tarihlenen; Karadağ’ın volkanik kayalarına oyulmuş mezar odaları, halk arasında
Zindancık diye adlandırılan nişli
kutsal alan ve yaşam mekânlarından oluşan bir yerleşime ait kalıntıların
bulunduğu Çepni köyü Deliktaş’ı ve
hemen ardından Demirtaş’ı geçtik.
Biraz daha ilerleyince Esentepe
kavşağına ulaştık. Yol levhasında Bademli
yönündeki Esentepe, Katıralanı ve Merdivenli köylerinin isimleri
yazıyordu. Sapaktan Esentepe köyüne
girdikten sonra, köyün içindeki kavşaktan önce sağa sonra sola saparak hafif
bir meyille yükselen topografyaya kendimizi teslim ettik. Esentepe köyünden itibaren yaklaşık 2 km kadar ilerledikten sonra
asfalt yolun solunda mermer kaplı Hatipler
Çeşmesi karşıladı bizi. Suyunun tadına baktık; fena değildi. Çeşmenin
bulunduğu konuma göre güneydoğumuzda oldukça kayalık bir tepe yer alıyordu.
İzmir’in çevresindeki az bilinen ören yerlerinden olan Hatipler Kalesi, yaklaşık 290 metre yüksekliğindeki bu sert kayalık
tepede konumlanmıştı.
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Hatipler Kalesi
Hatipler Kalesi topografik haritası
(Pergamon Kazı Ekibi tarafından 2009-2010 yılında tepede yürütülen yüzey araştırmaları sonrası çıkarılmıştır.)
Hatipler Çeşmesi’nden içeri doğru giren dar bir yol, bizi Katıralanı köy mezarlığına ulaştırdı. Buradan güneye doğru
kıvrılarak ağılların arasından dağa doğru çıkan patikalara doğru ilerledik.
Çevremizdeki köpek havlamaları ağılların habercisiydi. Onlara fazla yaklaşmadan
bizi kaleye ulaştıracak derme çatma bir dağ yoluna girdik. Biraz ileride
bahçesinde çalışan bir köylü vardı. Ona, gittiğimiz yolun doğru olup olmadığını
sorduk. Çünkü uzaktan tepede bir kalenin varlığını hissettirecek ayrıntıları
fark etmek çok zordu. Köylü, yolumuzu doğruladı. Biraz yukarıda yer alan bir
evin arkasından dolanarak; hafif doğuya ve dağa doğru kıvrılan bir yolu takip
etmemizi söyledi köylü. Biz de aynısını yaptık.
Gezginler, Hatipler Kalesi yolundalar.
Hatipler'in kayalık dokusu
Tepenin yamacına doğru tırmandık. Batı yönünde yer alan ilk düzlüğe
ulaştığımızda tam karşımızda bir teras kıyısında kalenin ilk duvar parçalarıyla
karşılaştık. Yukarıda; yerleşimin akropolü diye tanımlayabileceğimiz en
tepesindeki surları dikkate aldığımızda bu duvar parçaları bize bir dış kale
fikrini anımsattı. Kuzeydoğu-güneybatı ekseninde uzanan duvarlar Hellenistik
karakterde; kesme taşların dış yüzeyleri kaba, birleşen yüzeyler ise iyi
işlenmiş özellikteydi. Geniş bir alana yayılmış yapı izleri, duvar temelleri ve
evlerin girişini temsil eden kapı sövelerinin ilk sıra taşları gördüğümüz
ayrıntılardandı.
Dış kalenin surları
(Fotoğraf: MYC)
Alt kademedeki dış kale surlarının kalınlığı
(Fotoğraf: MYC)
Akropole ulaştığımızda çevredeki bütün topografyayı görebilecek bir
noktada olduğumuzu fark ettik. Doğumuzda Bergama’ya doğru uzanan İlkçağ’daki
adlandırmasıyla Teuthrania düzlüğü ve ortasında Bergama’nın ilk kurulduğu Teuthrania Tepesi, kuzey doğumuzda ise
iki tepenin arasından Dikili yol
çatısının tam karşısındaki Atarneus’un
akropolünün yer aldığı Ağıl Tepe’nin
ucu fark ediliyordu. Güneyimizde Deliktaş’ın
arka planında Yunt Dağı kütlesi ve
arkamızda; güney batımızda yükselen volkanik Karadağ silueti topografyanın
diğer tamamlayıcı unsurlarıydı.
Aşağı düzlemde karşılaştığımız ilk Hellenistik duvar parçaları
Gezginler, kaleye doğru tırmanışta...
Dağın bitki örtüsü; deliceler ve ahlatlar; bir de çitlembikler...
Akropolde andezit taşlarla örülmüş muntazam Hellenistik duvarlar,
akropolün girişi olarak düşündüğümüz bir kapı ve merdivenler, güneye bakan
cephedeki ana kayayla bütünleşmiş gözetleme noktaları dikkat çekiciydi. Akropol
çevresindeki duvarlarda dikkat çekici ayrıntı, arazinin topografik özellikleri
dikkate alınarak köşeler yapacak şekilde inşa edilmiş oluşuydu. Yine gördüğümüz
ayrıntılardan birisi; akropol duvarlarından birindeki zeminin altına doğru
ilerleyen bir kanal ağzı oldu. Bu deliğin girişinin, suyun drene edilmesi ile
ilgili olabileceği konusunda fikir yürüttük.
Arazinin eğimine uygun teraslar; belki de bir duvar temeli...
Arkaik duvar temelleri, bir çizgi boyunca kuzey-güney ekseninde ilerliyordu.
Duvar kalınlığını gösteren ayrıntı
2009-2010 yıllarında Pergamon
kazılarını yürüten Alman Arkeoloji
Enstitüsü’nden Prof. Felix Pirson
ve Münih Üniversitesi’nden Prof. Martin Zimmerman’ın Atarneus ve Dikili’nin yakın çevresindeki ören yerlerinde yürüttüğü yüzey
araştırmaları sırasında Hatipler Kalesi’ne
de bakılmış. Bu bölgeye ait yapılan değerlendirmelerde, elde edilen çömlek
parçalarından İ.Ö.1.bine dek uzanan bir iskândan söz ediliyor. Yüzey
araştırmasını yürüten heyetin hazırladığı rapor 2010 yılında yayınlanmış. Söz
konusu raporda Hatipler Kalesi’nin
bir topografik haritası da yer alıyor.
Andezit kesme taştan yapı malzemeleri araziye yayılmıştı.
Bir yaşam mekanının kapı girişini tanımlayan söveler
İç kaleye yaklaşırken...
Bugünkü diğer hedef noktamız Atarneus
ile yapısal özellikleri açısından benzerlikler gösteren kalede özellikle
akropol altındaki zeminlerde kiremit döküntülerine rastlamak mümkün. Pergamon Kazı Ekibi’nin değerlendirmelerine
göre kalenin surlarının iki basamak oluşturacak şekilde tasarlandığı, birinci
basamak surların Atarneus kentinin
alt tahkimatına benzetildiği, akropolün çevresindeki surların ise olasılıkla;
kuzey-güney yönünde kulelerle nihayetlendiği belirtiliyor.
Akropolün duvarı
Akropol düzlemindeki düzgün kesme taşlara örnekler
Hellenistik akropol duvarına yandan bakış
Ören yerinde bulunan çömlek kap ya da kiremit parçalarından Hatipler Kalesi’nin varlığının Demir
Çağı’na dek uzandığı, dış kale civarındaki kiremitlerin İ.Ö.5-6.yy.lara,
yukarıdaki surlar çevresinde bulunan malzemenin ise İ.Ö. 5-4.yy.lara
tarihlendiği belirtiliyor. Roma Döneminde gerek Atarneus ve gerekse Hatipler
Kalesi’ndeki yerleşimlerden bir haber alınamayışını Pergamon Kazı Ekibi şöyle açıklamış:
İç kalenin girişi
Akropol girişinin yandan görünüşü
Akropolde bir gözetleme noktası; arkada Katıralanı köyü
Bir kapı girişi
“Kane yarımadasında (Bademli önlerinden Karadağ ve arkasına doğru geniş bir alan) yer
alan Hatipler Kalesi adlı bir tepe
üzerinde bir kent keşfedilmiştir; buraya şimdiye dek yalnızca 1900 civarında
kısa bir ziyaret yapılmış, bundan sonra da tamamen unutulmuştu. Burada elde
edilen bulgular, Atarneus’un
gelişimiyle açık paralellikler göstermektedir. Kent klasik bir dış sura
sahiptir. Bu sur, Hellenistik Dönemde tepenin kenarında özenli işlenmiş kesme
taş duvardan yapılma küçük bir surla tamamlanmıştır. Yerleşmenin yapısı gerçi Atarneus’tan açıkça daha küçüktür, ancak
2009’da incelenen yüzey keramiği karşılaştırmaya olanak veren bir spektrum
sunmaktadır. Demir Çağ, Arkaik ve Klasik Çağlara ait malların yanı sıra,
yalnızca Hellenistik Dönem keramiği bulunmaktadır; İmparatorluk dönemi (Roma) malları
ise hiç yok gibi görünmektedir. Krallık Metropolünün görüş mesafesinde bulunan
ve olasılıkla Pergamon’un inisiyatifi
ile iyi tahkim edilmiş bu yerleşme de, Geç Hellenistik Dönemde terk edilmiştir.
Atarneus’taki
ve Hatipler
Kalesi’nde yeniden keşfedilen kale benzeri yerleşmedeki gelişimi aynı
tarihi bağlam içine yerleştirmek ve terk edilmelerinin sebeplerini aramak akla
yakın gelmektedir. Bu önemli bulgu, Kalerga
Tepe ve Memeli Tepe’deki daha
küçük Hellenistik kalelerin yüzey keramik bulgularıyla da örtüşmektedir.
…
Burada izah edilen durum, buraların terk edilmesinde Pergamon’un tarihiyle ilişkili politik
nedenlerin rol oynadığını akla getirmektedir. Kırsal kesim içerisinde
tahkimatlı yerleşimlerin yasaklanması Pergamon’un
amacı olamayacağından, M.Ö. 1.yy. da yerleşimlerin devam etmeyişi, Romalıların
inisiyatifinden kaynaklanıyor olmalıydı. Pergamon’un
Pontus Krallığı’nın merkezi olduğu 1. Mithradates Savaşı’nın tarihsel
konteksti bağlamında olabilir. Burada Pergamon
için çok dramatik olan bu yılların tüm ayrıntılarını vermek mümkün değildir;
ancak Romalıların Mithridates ile
zafer kazanmalarından sonra Sulla’nın
cezai önlem alışını hatırlamak yeterli olacaktır. Zira Sulla, Asia vilayetinde polisleri cezalandırma yetkisine sahipti,
bunun yanı sıra Sulla tarafından
açıkça Aristonikos ayaklanmasındaki
tutum hatırlatılmaktaydı. Takip eden on yılda ve Lukullus tarafından yapılan reformlara kadar publicaninin (tahsildar tayfası-İF) adeta terör olarak adlandırılabilecek rejimini kendine çeken hatırı sayılır ceza ödemeleri,
polislere (şehir devlet-İF) yüklenmiş ve paraları toplamak için bölgeye asker dağıtılmıştı.
Ayrıca, özgür bırakılan köleleri sahiplerine geri döndürme uygulaması, büyük
huzursuzluğa neden olmuştu. Appian (İ.S.1-2 yy.larda yaşamış Romalı
tarihçi-İF), Batı Anadolu’daki polislerin karşı koyması
nedeniyle çok sayıda katliam yaşandığını kısaca bildirmiştir. Birçok kentin
surları yıkılmış, diğerleri yağmalanmış ve halkı köleleştirilmiş olmalıdır
Ayrıntılar karanlıkta kalmıştır ancak, Mithradates’in
yönetim merkezi olarak Pergamon’un
kendine ait kaleleri ve kırsal kentleriyle birlikte bu cezalardan nasibini
almış olduğu kabul edilebilir. Bu görüşü destekleyecek başka şeyler de vardır;
örneğin kırsal kesimdeki kalelerden gelen arkeolojik bulgular, özellikle Atarneus ve Hatipler Kalesi’ndeki kentler, bu Roma müdahalesini önemli ölçüde
yansıtmaktadır.”(2)
Akropoldeki düzlük
Hatipler Kalesi'nin doğuya bakan yüzündeyiz; Kaikos Ovası ve Pergamon'a bakış...
Hatipler Kalesi'nin batı yamacındaki duvar dönüşleri
Batı yüzündeki Hellenistik duvarlar
Batı yüzündeki duvarın köşesi
Arazinin kıvrımlarına uygun duvar dönüşleri
Yüksek basıncın etkisinde havanın içindeki yere inmiş katı parçacıklar
ve su buharının görüş kalitesini düşürmesine karşılık, kalenin Atarneus’a bakan kuzeydoğu köşesindeki
kayalıkların üstünden topografyayı temsil eden fotoğrafları çekmeye çalıştık. Daha
sonra iç kalenin batısından dolaşarak arazinin kıvrımlarına uygun olarak
şekillendirilmiş sur duvarlarını izledik. Genellikle üç dört sırası ayakta
Hellenistik duvarlar oldukça güçlüydü. Duvar kalınlıkları yaklaşık 1,50 metre
civarındaydı. Dışa doğru patlatılmış hissi veren duvarların birbirleriyle
birleşen yüzleri düzgün bir şekilde işlenmişti. Kazı raporlarına yansımış Pergamon Kazı Ekibi’nin yüzey
araştırması sonuçları ören yerinin geçmişi hakkındaki yegâne bilgilerdi.
Bunları not ederek aşağıya doğru indik. Bundan sonraki hedefimiz, Dikili’nin diğer kalesi; halk arasında
bilinen ismiyle Ağıl Tepe ya da Kale Tepe’deki Atarneus Antik Kenti idi.
Dikili’nin içinden geçerek
İzmir-Çanakkale yolu üzerindeki tepeye kısa sürede ulaştık.
Hellenistik duvarlarla ağaçların kardeşliği
ve duvarın kalınlığı
Ağıl Tepe Kalesi ya
da Atarneus
Atarneus, bugün Çanakkale-İzmir karayolunun hemen kıyısında
yer alan ve yaklaşık 155 metre yüksekliğindeki bir çıplak tepe üzerinde
konumlanmış. Halk arasında koyunlar için ağıl olarak kullanılmasından olsa
gerek; Ağıl Tepe ya da üzerindeki sur
kalıntılarından hareketle Kale Tepe
olarak anılan bu yükseltide; yaşlı çitlembik ve ahlat ağaçlarıyla geven
örtüsünden başka bir bitki örtüsüne rastlamak pek de mümkün değil. Uzaktan
bakıldığında çırılçıplak bir tepe görünümündeki Ağıl Tepe, binlerce yıllık bir uygarlık geçmişini üzerinde
barındırmasıyla belki anlam kazanıyor.
Ağıl Tepe'den Dikili sahilleri
Atarneus'a tırmanırken ilk Hellenistik sur parçaları
(Fotoğraf: MYC)
Bir defineci çukuru; ilk açma
(Fotoğraf: MYC)
Yer adlarıyla Anadolu’nun yerli ve kadim dili Luvice arasındaki bağlantıları araştıran bilim adamı Prof. Dr. Bilge Umar’a göre “Atarna, Helen dilinde bir anlam taşımaz; kök bölüm, yerleşimlerin, daha
doğrusu her ikisinin yakınında bulunan birer pınar gölcüğünün Luvi dili ardılı
Lydia dilinden gelme adıdır. Ata-Arna öğelerinden türetilmiştir. Ata’nın Pınar
Gölcüğü demektir. Ada/Ata/Atta sözcüğü ise, hem Baba Tanrı Atta’yı, hem de Ana
Tanrıça Ada’yı kast ediyor olabilir.”(3)
Gezginler, Ağıl Tepe'de; büyük göletin yanından dolaşırken...
(Fotoğraf: MYC)
Tepenin batı yüzündeki nispeten küçük taşlarla örülmüş duvar parçaları
(Fotoğraf: MYC)
(Fotoğraf: MYC)
Ahlatların dibinde bir soluklanma anı
(Fotoğraf: MYC)
Atarneus, Aiol bölgesinde yer alan bir kenttir. Tarihçesi ile ilgili bilgiler kısıtlı
olmakla birlikte, bazı ilginç hikâyeler ve kenti temsil eden tarihsel
karakterle ilgili söylenceler günümüze ulaşabilmiştir.
İ.Ö. 494’de Lade Adası
(bugünkü Güzelçamlı önlerinde) önündeki deniz savaşında, Perslere karşı
ayaklanan Helen bağlaşıkları yenilirler. Bunun üzerine, ayaklanmanın lideri Miletoslu Histiaios, birkaç gemiyle
kaçıp korsanlığa başlar. Ancak bu sırada adamları arasında yiyecek sıkıntısı
baş gösterir. Karaya çıkıp Atarneus’u
yağmalamak isteyen Histiaios, Pers
komutanı Harpagos’un beklenmedik
saldırısı sonucu yakalanır ve Sardeis’e
götürülerek öldürülür. Daha sonra İ.Ö. 480’de, Pers İmparatoru Kserkes, Sardeis’de toplanmış bulunan
imparatorluk ordusuyla Salihli, Akhisar, Soma ve Bergama yolunu izleyerek, Atarneus ovasından geçip Ege Denizi’ne
ve Yunanistan’a ulaşır.
Atarneus'da çitlembiğin ihtişamı
(Fotoğraf: MYC)
Akropoldeki büyük gölet
(Fotoğraf: MYC)
Amasyalı Strabon, Atarneus ve onunla ilintili
olduğu düşünülen Astyra yakınındaki
gölle ilgili şunları anlatmaktadır:
“Astyra yakınında kayalık bir kıyıya ağzı bulunan ve çok derin olan Sapra
adında bir göl vardır. Andeira’nın aşağısında, Tanrıla Anası (Kybele) Andeirene’ye tahsis edilmiş bir
tapınak ve Palaia’ya kadar uzanan bir yer altı mağarası da vardır. Palaia diye
adlandırılan ve Andeira’dan yüz otuz stadia uzaklıkta bulunan bir yerleşim
vardır. Söz konusu yer altı geçidi, sürüden ayrılan bir keçinin geçidin
ağzından içeri düşmesi ve ertesi gün Andeira civarında, oraya kurban kesmek
için gelmiş olan sürü sahibi çoban tarafından bulunmasıyla ortaya çıkmıştır.
Atarneus, tiran, Hermeias’ın oturduğu yerdi.”(4)
Sene 2016, mevsim sonbahar; Atarneus'da yaşlı bir çitlembik yapraklarını dökmüş yine; gezginlerin Atarneus hatırası
(Fotoğraf: MYC)
Prof. Dr. Bilge Umar, Dikili yakınındaki Atarneus kentinin bulunduğu alanın kuzey
yakınındaki Nebiler köyü ılıcasının,
Tarihçi Pausanias’da Astyra diye anılmış pınar suyunun çıkış
havuzu, gölcüğü olduğunu öne sürmektedir. Bugün Nebiler köyü ılıcası yakınlarındaki şelale ve gölcük ile bu gölcüğü
besleyen suyun içinden geldiği mağara bu anlatılanlarla ilgili olabilir.(5)
Nebiler Şelalesi'ne doğru usul usul akar derecik.
(Fotoğraf: İF; Haziran-2014)
Nebiler'deki suyun çıktığı mağara
(Fotoğraf: İF; Haziran-2014)
Ağıl Tepe'nin zirvesine doğru döküntüler
(Fotoğraf: MYC)
Andezit bir yapı malzemesi; belki bir lento parçası
(Fotoğraf: MYC)
Kente dair anlatılanlar içinde en önemli hikâyelerden biri de; kentin
bir dönem yöneticisi de olan Hermias (Hermeias)
ile ilgili olanıdır. Hermias, Bitinyalı bir sarrafın kölesidir. İ.Ö:
4.yy.da yaşayan Eubulus ismindeki bu
sarraf, bir Pers komutanına verdiği borç karşılığında Assos ve Atarneus
civarındaki yerleşimleri ele geçirir. Bu kentleri yönettiği dönemde kölesi Hermias ile sıra dışı bir dostluk kuran Eubulus, onu felsefe öğrenmesi için Platon’un yönetimindeki Atina Felsefe
Okulu’na gönderir. Köle Hermias, Platon’un felsefe dersleri sırasında
onun öğrencisi olan Aristoteles ile
yakın arkadaş olur. Eubulus’dan sonra
onun yerine Assos ve Atarneus’un yönetimine geçen Hermias, Platon’un ölümü sonrasında halefi olarak belirlediği yeğeni Speusippus’un Atina Felsefe Okulu’nun
başına geçişiyle bu duruma kırılan Aristoteles’i
Assos’a çağırır. Ona bu yolculuğunda
Atina Okulu’ndan bir başka önemli filozof Ksenokrates
de eşlik eder. Onlara daha sonra Midillili Theophrastos
da katılır. Çağın bu en önemli düşünürleri arasında; Aristoteles’in
önderliğinde kurulan Assos Felsefe Okulu, Atina Okulu ile büyük bir rekabete
girişir ve özgür düşüncenin simgesi haline gelir. Yeğenini arkadaşı Aristoteles evlendirerek onunla
akrabalık düzeyinde bir ilişki de geliştiren Hermias’ın bundan sonraki kaderini Strabon’dan aktaralım:
Akropolde tiran sarayı olduğu söylenen yapının bölümleri
(Fotoğraf: MYC)
Aynı yapıdan bir başka görünüm
(Fotoğraf: MYC)
Gezgin, akropolün duvarları yanında...
(Fotoğraf: MYC)
“Assos, doğal ve yapay olarak iyi tahkim edilmiştir. Ona deniz tarafından,
limandan çok dik ve uzun bir yolla ulaşılır. Bu durumda gitaracı Stratonikos’un
sözleri yerinde görülebilir: “Ölüm
hükmünü daha çabuk vermek istiyorsan Assos’a git”. Liman büyük bir
mendirekle kurulmuştur. Stoik filozof Kleanthes Assoslu olup, Kitionlu Zenon’un
yerine ekolün başına geçmiş, sonra o da yerini Solili Khrysippos’a bırakmıştır.
Aristoteles de evliliğinden ötürü, Tiran Hermeias’la meydana gelen akrabalığı
nedeniyle burada kalmıştır. Hermeias, bir hadımdı ve bir sarrafın kölesiydi. Athena’ya
geldiğinde hem Aristoteles’in hem de Platon’un öğrencisi oldu. Dönüşünde
evvelce Atarneus ve Assos bölgelerini de ele geçirmiş olan efendisiyle
tiranlığı paylaştı ve sonra, Hermeias onun selefi oldu ve hem Aristoteles, hem
de Ksenokrates’i yanına çağırtarak onları himayesine aldı ve aynı zamanda
kardeşinin kızını (Pythias) Aristoteles ile evlendirdi. O sırada Perslere
general olarak hizmet eden Rodoslu Memnon, Hermeias’a sahte bir dostluk
göstererek, onu hem ziyaret, hem de iş bahanesiyle davet etti ve onu
tutuklatarak krala gönderdi ve orada (İran’ın Susa kentinde) asılarak
öldürüldü. Filozoflar, Persler tarafından zapt edilen yukarıda adı geçen
bölgelerden kaçarak kurtuldular.”(6)
Tiranlık sarayının çevresi
(Fotoğraf: MYC)
Gezginler, tiranın sarayında...
(Fotoğraf: MYC)
Hermias’ın hayatı; bir hile ile Perslerin eline geçişi ve İran’ın Susa kentine gönderilişi sonrasında;
onun kazığa oturtularak öldürülmesiyle dramatik bir şekilde sonlanır. İ.Ö. 341
yılında meydana gelen bu olayı, Aristoteles,
o günkü iletişim olanakları içinde gecikerek; Makedonyalı II.Philippos’un oğlu Büyük
İskender’e ders vermek için geldiği Pella’da
öğrenir. Bu üzücü olaydan etkilenerek arkadaşı ve kayınpederi Hermias’ın anısına bir ilahi yazar. Bu
ilahi, daha sonra onun “Atina’da bir
ölümlüyü bir ilahi yazarak ölümsüz kılma çabası” nedeniyle suçlanmasına yol
açar. Suçlamanın yıllar sonra; İ.Ö. 323 yılında Büyük İskender’in Asya Seferi
dönüşündeki ölümüyle tetiklenmesi, Atina’da o dönemde ortaya çıkan Makedon
karşıtı tepkiye bağlanır. Aristoteles,
bu suçlama nedeniyle; kaderinin, öncülü Sokrates’e
benzeyeceği korkusuyla Atina’dan ayrılır ve annesinin memleketi Eğriboz adasına sığınır. Bir yıl sonra
da İ.Ö. 322 yılında orada ölür.
Sarnıcın kıyısındaki dev çitlembik
(Fotoğraf: MYC)
Kentin sarnıcı
(Fotoğraf: MYC)
(Fotoğraf: MYC)
Atarneus’a gelince;
Atarneus kentinin akropolünün bulunduğu Ağıl
Tepe’nin batı eteklerinden başlayarak tırmanıldığında belli bir düzlemde
topografyanın eğimine uygun şekilde teraslar halinde oluşturulmuş sur
yapılarına rastlanmaya başlar. Bu tırmanıştaki en güzel sürpriz ise, bir
yapının temellerine doğru inen bir tünel girişini ortaya çıkaran kazı
bölgesinin hemen üst düzleminde karşılaşılan Atarneus’un akropolüne ilerleyen döşeme yoldur. En azından 2500 yıl
önce; muntazam iri andezit kesme taşlarla oluşturulmuş böyle bir döşeme yolun
üzerinden bir süre yürümek, insana olağanüstü duygular yaşatacaktır. Tırmanışa
devam edilirse; bir süre sonra tepenin batı yüzünde önce ufak boyuttaki
taşlardan oluşan duvar parçaları; sonra daha iri yapı taşlarıyla oluşturulmuş
benzerleri çıkar karşınıza. Atarneus,
tepede dolaştıkça size sürprizlerine sunmaya devam eder.
Atarneus'un girişindeki döşeme yol
Döşeme yola diğer yönden bakış
Tepenin güneye doğru ilerleyen ucunda keskin bir dönüş noktası vardır;
burada yine iri kesme taşlardan, basamaklaşmış duvar parçaları yer alır. Bunlar,
biraz daha yukarıda akropolün giriş kapısı olduğunu düşündüğümüz merdivenli bir
girişin iki yanında daha belirgin hale ulaşırlar.
Akropole doğru andezit yapı taşlarıyla örülmüş Hellenistik duvarlar
(Fotoğraf: MYC)
Akropolden aşağılarda karşılaştığımız bir mimari parça
Bu giriş kapısının bir üst düzleminde yıkıntıların içinde ise çok odalı,
yer yer geçişlerdeki kapı söveleri seçilebilen kapsamlı bir yapı kalıntısı
dikkat çeker. Pergamon Kazı Başkanı Prof. Felix Pirson’a göre tepedeki bu yapı
kalıntısı, bir tiran sarayı olmalıdır. Bu saray kalıntısının alt düzleminde ise
bir çitlembik ağacının dibinde büyük bir sarnıç yapısı vardır.
Akropoldeki Tiran Sarayı
(Fotoğraf: MYC)
Tepedeki saray kalıntısının yapı malzemeleri
(Fotoğraf: MYC)
Çitlembik ve dibindeki sarnıç
(Fotoğraf: MYC)
Bu fotoğraf; sarnıcın büyüklüğü kestirmek için çekildi.
(Fotoğraf: MYC)
Tepenin güneyindeki dikkat çekici alanlardan birisi ise geniş çaplı bir
hafriyat sonucu ortaya çıktığı anlaşılan ve yine yaşlı bir çitlembik ağacı ile
konumlandırabilecek dikdörtgen formatında, küçük bir gölet ya da sarnıç
çukurudur. Kayıtlarda; tepedeki su drenajı için Dikili Belediyesi tarafından
çalışılmış bir alandan söz edildiğine göre söz konusu gölet burası olabilir.
Atarneus'un akropolündeki gölet çukuru
Akropolün çevresi Hellenistik duvarlarla tahkim edilmiştir. Batıya bakan
bu duvar kalıntıları içinde en ilginç olanı ise duvarı tahrip etmeden gelişen
ve bir anıt ağaç şekline bürünmüş olarak bulduğumuz bir başka çitlembik ağacına
yoldaşlık eden duvardır.
Akropoldeki Hellenistik sur parçaları
(Fotoğraf: MYC)
Gezgin, Hellenistik duvar ve çitlembik
(Fotoğraf: MYC)
Çitlembikle duvarın kardeşliği
(Fotoğraf: MYC)
Akropol surlarının önündeki batıya bakan düzlükte sondaj yapılmış bir
çukurun yanında bulduğumuz amfora kulpunun üzerinde yer alan mühür son derece
ilginçtir. Çukurda yer alan ve toprağın kazılmasıyla bir kısmı ortaya çıkmış
olan duvar parçası acaba bir ambara mı aitti? Bilinmez ama sonuç olarak Atarneus, bu şekliyle bile basit bir
yüzey araştırmasında dahi sırlarını dışa vurmaktadır.
Bizim ambara benzettiğimiz çukur
(Fotoğraf: MYC)
Orada rastladığımız amfora kulbundaki mühür
(Fotoğraf: MYC)
Kırık amfora parçaları bir arada...
(Fotoğraf: MYC)
Akropolde ve tepenin eteklerinde dolaşmamız sırasında bir tiyatro ya da
kentin alışveriş ve toplanma mekânı diyebileceğimiz agorasına rastlayamadık. En
azından tiyatronun cavea boşluğunu hissederdik diye düşünüyoruz. Ama yine de
kentte yüzey araştırmaları dışında herhangi bir kazının yapılmamış olmasını
ihtiyaten bir kenara koymalıyız.
Gezginlerin tepedeki tetkikleri
(Fotoğraf: MYC)
Tepede duvarlar boyunca...
(Fotoğraf: MYC)
Ören yerinde Hellenistik döneme ait keramiğin bulunması, ancak Roma
İmparatorluk Dönemine ait mallarla hiç karşılaşılmaması Pergamon Kazı Ekibi’nin yaptığı yüzey araştırmaları sonunda
hazırlanan 2009 yılı değerlendirme raporlarına göre Pergamon Krallığı’nın merkezinin görüş mesafesinde yer alan Hatipler Kalesi ve Atarneus gibi yerleşimlerin Geç Hellenistik Dönemde terk edilmiş
olabileceğini akla getiriyor. Bunun nedenleri ise Roma ile Pontus Devleti
arasındaki Mithradates Savaşları
sırasındaki gerilimin sonuçları ile açıklanıyor. Çünkü bu savaşlarda Pergamon’u bir üs gibi kullanan Mithradates’in bu bölgedeki kaleler
tarafından desteklenmiş olması ve Romalı komutanların kazandıkları zafer
sonrasında ise bölgedeki yerleşimleri cezalandırarak burayı iskândan yoksun
bırakmış olmaları, bu terk ediliş öyküsünü tetiklemiş olabilir.(2)
Gezginler, yine çitlembik önünde...
(Fotoğraf: Coşkun Dilme)
Gün boyu tepelerde bu denli gezinti sonrası, Atarneus’un akropolündeki yaşlı bir çitlembiğin dibinde yenilen
öğle yemeği, yürüyüş ekibini fazlasıyla tatmin ediyor. Çünkü ekibin lojistiği
de kuvvetli bugün… Dikili sahilinde denize karşı içilecek akşam çaylarının
özlemiyle yavaş yavaş akropolden ayrılma fikri, gezginler arasında ağırlık
kazanıyor. Dönüş rotasında aynı patikaları izleyip Ağıl Tepe’den aşağıya inerken, aklımızda Hermias’dan Aristoteles’e,
Mithradates’e dek uzanan zengin
söylencelerle beslenen hayal... Her şey yok olup gitmiş gibi, ama hatıralar
binlerce yıl öncesinden sanki bize göz kırpmakta.
Dikili sahilinde akşama doğru; çaylar eşliğinde...
(Fotoğraf: Bir Dikilili...)
Reşadiye'de gün batımı
(Fotoğraf: MYC)
Reşadiye'de balıkçıların akşam telaşı
(Fotoğraf: MYC)
En sonunda yalnızca güneş vardı.
(Fotoğraf: MYC)
Dikili’de denize karşı içilen yorgunluk çayları ve dönüş yolunda Reşadiye kıyısında; güneşin, denizin
içinde Çandarlı açıklarından birden kayboluşu; bugünden bize kalan son
hatıralardır. Yönümüz ve yolumuz İzmir’e doğru…
Dipnotlar
(1)
Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası
(Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, 3-Baskı-1993; sayfa: 214
(2)
Prof. Felix Pirson, Alman Arkeoloji
Enstitüsü; Pergamon-2009 Çalışma Sezonunda Yakın Çevrede yapılan çalışmalar; T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı 28.Araştırma Sonuçları Toplantısı 3.Cilt; 24-28
Mayıs 2010; sayfa:241-243
(3)
Prof. Dr. Bilge Umar, Aiolis, 2002-İnkilap Kitabevi;
sayfa: 134
(4) Strabon, a.g.e.; sayfa: 117
(5)
Prof. Dr. Bilge Umar, a.g.e.; sayfa:134-135
(6) Strabon, a.g.e.; sayfa: 111-112
(7) Fotoğraflar yazıda
belirtilenler dışında gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder