ÖKSÜZ KÖYLERİN YALNIZLIĞI
KÜÇÜKBAHÇE ve SAZAK
11 Mart 2016
İbrahim Fidanoğlu
Giriş
Bugün terk edilmiş öksüz köylerde dolaştık; hüznü soluduk biraz da
Karaburun Yarımadası’nın batı yüzünde yürürken. Bir yandan baharın gelişiyle
uyanan doğanın binbir renkle bezediği coşkusu, ama öbür yanda ne nedenle olursa
olsun terk edilmiş köyler… Yıkık evler, viraneler, “yüz yıllık yalnızlık”lara
bürünmüş Sazak harabeleri, yıkık kilise; yanmayan ocaklar, tütmeyen bacalar ve
daha nicesi… Daha da acısı insanını arayan evler. Özetle bugün tepeden tırnağa
hüzündü Karaburun sırtları; uzaklardan gelen dağ başlarındaki rüzgâr santrallarının
pervane sesleri dahi dağıtamazdı havadaki bu ağırlığı…
Badembükü sırtlarında terk edilmiş mübadil köyü Sazak'ın harap evleri insanını bekler.
Mağaza Dağı'ndan Badembükü plajına bakış
Küçükbahçe
Sabahleyin erken
vakitlerde Balıklıova üzerinden ulaştığımız Küçükbahçe,
sanki yüzlerce yıldır açık denizden gelebilecek korsan akınlarına karşı vadinin
dibine sinmiş bir korkunun izlerini taşır. Köyün girişindeki balbalları andıran
eski mezar taşlarıyla kaplı mezarlığı geçince, vadinin derinliklerine bakan
dört katlı bir lojman eskisi karşılar ilkin yolcuyu; bir de mezarlık
kıyısındaki yapraklanmaya çalışan yaşlı melengiç ağacı… Bayır aşağıya eski
jandarma karakolunun da bulunduğu meydanlık alana doğru alçalan yol, arabayı
park etmek için uygundur. Bir sekiyi andıran ve batı yönünde; denize kadar
uzanan bir görüş açısına sahip bu alanın üzerinde yaşlı çınarlar ve köyün terk
edilmiş evleri başlar. Yol burada çatallanır; düz ve yukarı doğru ilerleyen
bütün yollar, vadinin yamaçlarında dışbükey bir yay çizerek ilerler ve daha
sonra birleşerek arkadaki daha çukur olan köyün diğer mahallesine doğru
devrilir. Bir birine göre yükselti farkı olan iki mahalleden ilki, köylüler
tarafından daha yüksekte olduğu için Tepeköy,
çukurda olan diğeri ise Çukurköy olarak
adlandırılıyor.
Yaylaköy sapağını geçince; ilk virajı döndüğünüzde birden karşınıza çıkar, terk edilmiş Küçükbahçe
Küçükbahçe'nin Tepeköy mahallesi
Köyde bizi ilk karşılayan Küçükbahçe'nin değerli sakini
Köyün geçmişinde
Rumların ve Türklerin bir arada yaşadığına dair bilgiler ve izler
bulunmaktadır. Ancak, köyde görüştüğümüz iki yaşlıdan öğrendiğimiz kadarıyla;
Rumların evleri, daha çok Tepeköy
diye adlandırılan köyün daha yüksekteki bölümünün sırtlarında yer almaktaymış.
Bu savı güçlendiren bir kanıt da Çukurköy’ün
alt düzleminde yer alan; kitabesi yerinden sökülmüş ve minaresi olmayan köyün
eski camisidir.
Küçükbahçe Camisi; son cemaat yeri
Küçükbahçe Camisi'nin arkadan görünüşü; sağdaki merdiven kadınlar mahfiline giriş için...
Tepeköy mahallesindeki evlerden biri
Yakın zamana kadar köyde
devam eden hayat, Küçükbahçe
sahilindeki tarlalara ve mandalina bahçelerine gidip gelmedeki külfet ve
gelişen sahil hayatının çekiciliğiyle son bulmuş durumda. Köyde keçilerini
otlatan bir iki çoban ve birkaç yaşlıdan başka kimseye rastlamadık. Dönüş
yolunda karşılaştığımız üç beş koyunun ardından giden 80 yaşını aşkın
Küçükbahçeli Kerem Amca’ya kalırsa; bu göçte enginardan ve mandalinadan
kazanılan paranın da rolü var. Ama dediğine göre artık aşağıdaki düzlüklerde
ekilen enginarda eski verim de kalmamış durumda. Dolayısıyla o günlerin de
geride kaldığını söylüyor Kerim Amca.
Yukarı mahalle; Tepeköy evlerinden biri daha; önündeki ipe serili çamaşır bir hayat belirtisi
Gezginler, Çukurköy'ün girişindeki tarihi çeşmenin başındalar.
Küçükbahçe'nin aşağı mahallesi; Çukurköy
Çukurköy
Köyün vadinin sırtlarına
doğru tırmanan yollarından birinde yürürken sağlı sollu metruk evler göze
çarpıyor. Sokaklar ve evler bomboş artık. Evlerin kimisinde camlar kırık dökük;
kimisinin kapısında asılı birer kilit dikkat çekiyor. Bazılarının kapısı bile
açık. Çatısı çökmüş, duvarları yıkılmış başka evler de var sırtlarda. Sözün
kısası terk edilmişlik, köye sinmiş durumda bugün. Zaman zaman ortaya çıkan
birkaç kedi; vadinin dibindeki dere yatağından gelen karatavukların sesleri ve
camiye Cuma temizliğine gelmiş yaşlı bir teyzeden başka ortalıkta kimse yok.
Küçükbahçe Camisi'nin minber ve mihrabı
Caminin avlusunda bulunan Hicri 1268 tarihli mezar taşı
Caminin kadınlar mahfili; balkon korkuluklarının naif işçiliğine dikkat...
Caminin girişinde yer alan ahşap pencere
75 yaşlarında iki büklüm
sırtı tırmanan teyzeyle ayaküstü konuşuyoruz. Cuma günü olduğu için camiye
gelip ibadet etmek istemiş yaşlı teyze. Esas amacı da camiyi temizlemek ve
bakımını yapmak olmalı; çünkü daha sonra girdiğimiz caminin içi tertemiz ve
ibadete de açık durumda. Cami belki de köyle yaşıt. Çatıyı taşıyan dört ahşap
sütunla üç bölüme ayrılmış son cemaat yeri, çekildiğinde düşen bir tahta dil
yardımıyla kilitlenen ilginç giriş kapısı, basit minberi ve kürsüsü ile dikkat
çeken caminin kuzeye bakan avlusunda Hicri 1268 tarihini taşıyan eski bir mezar
taşı, sarıklı mezar taşı başlıkları ve bir zeytin ezme taşı yer alıyor.
Aşağı mahalledeki caminin altında yer alan eski zeytinyağı işliği
Zeytinin ezilmesi sırasında kullanılan taş değirmenler
İçi püre haline getirilmiş zeytin çuvallarını sıkmak amacıyla kullanılan bucurgat pres
Zeytinyağı işliğinin içinden genel görünüm
Zeytinyağı işliğinin çatısında kullanılan Guichard Garvin marka Marsilya kiremitlerine örnek
Haç armalı Arnaud Etienne Marsilya çatı kiremiti örneği
Bu da 1942 yılında üretilmiş fil armalı Eskişehir Kiremit Fabrikası ürünü
Camiden biraz daha
aşağıda yer alan dere yatağının öte yakasında çatısı çökmüş bir zeytinyağı
işliği var. Taş değirmenler, üzerinde Hellen harfleriyle D.İSİGONİS yazısı seçilen ve ezilmiş zeytin hamuru ile dolu
çuvalları sıkıştırmak için kullanılan bir bucurgat ile çevreye saçılmış farklı
markalardaki Marsilya tipi çatı kiremitleri günümüze ulaşabilmiş önemli
unsurlar olarak dikkat çekiyor. 1942 tarihini taşıyan fil armalı Eskişehir Kiremit Fabrikası’na ait eski
bir kiremit, işliğin çalıştığı yıllara dair bir kanıt gibi. Bunun yanında
birkaç hafta önce Foça kırsalında gördüğümüz 20.yy.ın başlarında imal edilmiş
arı armalı Guichard Garvin ve haç
armalı Arnaud Etienne çatı
kiremitleri de dikkat çekici… Bu işliğin 19.yy.dan beri köyde önemli bir işlev
gördüğünü, dönüş yolunda rastladığımız Kerim Amca’dan öğreniyoruz. 1932 doğumlu
Kerim Amca’nın söylediğine göre zeytinyağı işletmesi yakın zamana kadar
çalışmış. İşletme, faal durumdayken eşeklerle taşınan zeytin çuvallarının
trafiği oldukça yoğunmuş o yıllarda. Engebeli bir arazide yer alan köy ve
fabrika için çalışma koşullarının ne kadar zorlu olduğunu sanırız söylemeye
bile gerek yok.
Köyün ilkokulunun altında bulunan diğer zeytinyağı işliğinin durumu
Zeytini ezmekte kullanılan taş değirmenler ve onları döndürmeye yarayan ahşap tertibat
ve bucurgatın bugünkü hali
Kerim Amca’dan
öğrendiğimiz; köyün diğer zeytinyağı işliği ise, şu anda çalışmayan ve harap
vaziyetteki köyün ilkokulunun hemen altındaki sekide yer alıyor. Dönüş yolunda
oraya da uğruyoruz. Bu işletme de, diğerinin hemen hemen eşi gibi. Orada da bir
bucurgat ve taş değirmenler yerli yerinde duruyor. Üç basamakla ulaşılan giriş
kapısı batıya doğru bakıyor. Ama bu işlik de harap vaziyette.
Çukurköy girişindeki ilk çeşme
Küçükbahçe Camisi'nin altında yer alan vadinin hemen başındaki çeşme
İlkokulun altındaki evlerin arasında yer alan üçüncü çeşme
İlkokulun altında yer alan 2.zeytinyağı işliği yakınlarındaki çeşme; kitabesi var ama okunmuyor.
Köyde üç eski çeşme var;
bir tanesinin kitabesi olmakla birlikte üzeri defalarca boyanmış olduğu için
okunmuyor. Çeşmelerin yalakları ayrı bir güzel; Zaten Karaburun kırsalında en
büyük sürprizdir çeşmeler. Umulmadık yerde karşınıza çıkar ve sizi, o yaz
sıcaklarında ve dağ başlarında beklenmedik bir şekilde serinletir.
Gezginler, Küçükbahçe sokaklarında...
Aşağı mahallede 90 numaralı ev
Gezginlerin Küçükbahçe hatırası
90 numaralı evin önü; arkada Ege Denizi ve oturulmayı bekleyen eski bir tahta sandalye eşliğinde evin önündeki seki
Sırta doğru bir başka ev
Köy, yukarıda da
belirttiğimiz gibi iki mahalleden oluşuyor; köylüler buna Kerim Amca’nın
anlattığına göre Tepeköy ve Çukurköy demişler. Biz bu günün çoğunu Çukurköy’de geçirdik. Karaburun
Yarımadası’nın batı yüzüne dönük köyün bu yakasında 90 numaralı ev bize resmen
sessiz yoldaş oldu. İki katlı evin üst kat balkonundaki ferforje demirler,
paslansa da hala sağlamdı. Ama en güzel yeri, evin hemen önündeki bir sekiyi
andıran verandasıydı. Meyveye durmuş bir badem ağacının dalları arasından
görünen güzel ve mavi deniz, buradaki konforun bir parçasıydı. Uzun süre
mekânın ruhunu içimize çektik ve burada epey eğlendik.
Bir evin kilerinden kalanlar; duvarlar masmavi, aynı Ege gibi...
Gezginler, 90 numaralı evin önündeki o güzelim sekide...
Küçükbahçe'nin aşağı mahallesinden bir görünüm
Küçükbahçe'nin son evlerine doğru; 92 kapı numaralı bir evin önündeyiz.
Daha sonra Çukurköy’ün arkasındaki tüm sokakları
dolaştık, bütün evlerin avlularına girdik. Küçükbahçe’nin
arkasındaki sırta doğru tırmandık. Daha sonra dere yatağına inerek ana kayanın
üstünden dökülen suyu ve önünde oluşan küçük havuzu seyrettik. Amacımız dağın
arka yüzüne dönmek ve günü fiziksel olarak da anlamlandıracak güzel bir yürüyüş
yapmaktı. Nitekim öyle oldu.
Aşağı mahalle yada Çukurköy sokaklarında...
Küçükbahçe'nin son evlerinden biri; çamlar altında terk edilmişliğin izlerini arıyoruz.
Küçükbahçe sırtlarından denize bakış; en arkada Sakız Adası
Küçükbahçe'nin sırtlarında yer alan anakayanın üstünden dökülen su ve önündeki küçük havuz
Koskoca kök yumrusuyla tıbbi bir bitki; ada soğanı...
Küçükbahçe'nin Çukurköy'ü
Küçükbahçe'nin Tepeköy'ü
Rüzgârlı Mimas’ın altındaki rüzgar güllerine ve Yaylaköy yoluna doğru yürüdük.
Çevremizde bilmem kaç yıllığına kiralanmış hazine arazilerine dikili zeytinlik
alanları göz alabildiğine uzanıyordu. Bir dere yatağını geçip topografya
yükseldiğinde Mimas’la yüz yüze
geldik. Her iki yanımızda özel şirketlere ait zeytinlikler vardı. Karaburun
Yarımadası’nın doğal örtüsü olan bütün makilik alanlar, sıyrılıp atılmış ve
yerine 49-59 yıllığına kiralanan bu alanlara zeytin ağaçları dikilmişti. Yağan
şiddetli bir yağmur, gevenleri koparılmış; kolu kanadı kırık toprağın üstünü
sıyırıp alıyor ve aşağıdaki büklere doğru taşıyordu. Acaba hangisi doğruydu?
Bilge doğa, buna bir cevap vermeliydi yakında!
Yaylaköy yönünde yürüdüğümüz güzergah; en arkada rüzgar gülleri
Karabaş otları, gevenler ve katırtırnakları birarada...
Çiriş otları ve papatyalar
Karaburun orkideleri; serapias ailesinden...
Orkidelere bir örnek daha
Lekeli yılanyastığı
Bunlar da katırtırnakları, akasyalar, erguvanlar gibi bezelyegillerden ama bilemedik...
Yürüdüğümüz topografya; göz alabildiğine gevenler, arkada Ege Denizi ve Sakız Adası
Beyaz bayır gülleri
Anemonlar
Orkidenin güzelliği; bu daha başka gibi...
Yaylaköy yönündeki patikalardan ayrılıp, yeniden Küçükbahçe üzerindeki kayalığa doğru
döndük. Gevenlerin diplerinde farklı türde orkidelerle eğlendik azıcık.
Fotoğrafladık onları. Biraz ilerleyince ulaştığımız geniş düzlükte şehir
kaçkınlarının oluşturduğu ilginç bir koloni çıktı karşımıza. Kırık dökük
arabalar, küçük rüzgâr gülleri, ahşap kulübeler; ama hiç kimse yok gibiydi. Bir
hayat belirtisine rastlamasak da Mimas’a
bakan bu yüzde yaşamanın bir anlamı olmalıydı.
Mimas'a karşı o garip koloni
Küçükbahçe'ye ulaşan patika yol
Küçükbahçeli Kerim Amca
Küçükbahçe sırtlarında rastladığımız üçüncü farklı tür orkideler
Dönüş yolunda Küçükbahçe'nin camisi ve kırık dökük evleri karşıladı bizi.
Geldiğimiz yoldan köye
ulaşan patikayı kolaylıkla bulduk. Küçükbahçe,
vadide bize göz kırpıyordu sanki. Kerim Amca ile dönüş yolunda karşılaştık. O
koyunlarının bizden ürkmesinden yana dertliydi. Onları toparlama derdiyle
sohbetimiz kısa sürdü. Eski zeytinyağı işliğinin de bulunduğu vadinin
derinliklerinde; koyunlarının peşinde gözden kaybolup gitti. Biz ise; bir
zeytin ağacının altındaki düzlüğe sinerek uzaktaki denize karşı yanımızda
getirdiklerimizle karnımızı doyurduk. Bir yay çizen vadinin yamaçlarına asılı
gibi duran köyün iki mahallesi de derin bir sessizlik içindeydi.
Küçükbahçe'nin aşağı mahalle evleri
İlkokulun altındaki evlerden biri
bir diğeri
Ön cephesi yıkılmış bir evin iç mekanlarının görünümü
Köyün ilkokulu ve önündeki Atatürk büstü kaidesi
Artık köyden ayrılmak
vakti gelmişti. Dönüş yolunda köyün alt düzlemindeki ikinci zeytinyağı işliğine
doğru yürürken yıkık dökük haldeki köyün eski ilkokul binasının önünden geçtik.
Üstünde bir zamanlar Atatürk büstünün bulunduğu kaidenin ön yüzünde zor da
okunsa şöyle yazıyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
Düsturları, dağa taşa
yazmak ne yazık ki yetmiyor; önemli olan halk nezdinde onları
içselleştirebilmek ve gerçekte bu toprağa kök salmış olan o derin kültüre ve
onun izlerine sahip çıkabilmek. Bugün bu toprakta yaşayanlar, kurucu neslin
paradigmalarına sahip çıkamadılar ve şimdi onun acısını hep beraber
çekmekteyiz.
Badem Bükü
Karaburun Yarımadası’nın
batı yüzünde denize doğru alçalan kıvrım kıvrım vadiler, sonunda küçük koylarla
sonlanır. Eğri Liman, Badembükü,
Hamzabükü, Kumbükü ve Yeni Liman
bunlardan sadece bir kaçıdır. Oldukça engebeli bir topografyaya sahip yarımada,
bu yakasında koylara inen vadilerde benzersiz güzellikler sunar. Bu koyların
üst düzleminde yer alan ve eski zamanların korsan saldırılarına karşı ihtiyaten;
vadilerin denizden ilk bakışta görünmeyecek saklı yamaçlarına gizlenmiş birkaç
köy yer alır. Bunlar Küçükbahçe’den
sonra Salman, Parlak, Sarpıncık, Hasseki ve en sonunda Yeni Liman’ın üstünde yer alan Tepeboz ve Bozköy köyleridir. Her birisi eşsiz konumu ve denizi denetleyen bir
noktada yer alışı nedeniyle son derece ilginç ve tarihi köylerdir. II.
Abdülhamit döneminde yükselen milliyetçilik rüzgarları ve Batılı kışkırtmalar
sonucunda azınlıkların giderek kabına sığamaz hale gelmeleri, yüzlerce yıldır
birlikte yaşadıkları Müslüman ve Türk ahalide de rahatsızlıklar yaratır. İşte
bu dönemde, özellikle Rumların yoğun olarak yaşadıkları Batı Anadolu’nun
köylerindeki Müslüman halka moral desteği sağlamak amacıyla 19.yy.ın sonlarında
bir kampanya şeklinde köy camilerine Ayvalık sarımsak taşından tek tip
minareler yaptırılır. Bunun en tipik örneklerini bugün hala Karaburun’un Salman, Parlak, Sarpıncık ve Kösedere köylerinde görmek mümkündür.
Gezginler, Badembükü kır kahvehanesinde...
Badembükü sahili; ileride kumtaşı kayalıkları
Badembükü bahçeleri
Mağaza Dağı'na tırmanırken...
İşte Badembükü de; Parlak köyünün bir anlamda iskelesi sayılır. Karaburun yolundan
bozuk bir asfaltla ulaşılan düzlükte Parlak
ve Salman köylülerinin tarımsal
arazileri yer alır. Tarlalar arasından geçerken rastladığınız; eskiden kalma
tuğla örgülü su kuleleri de buraya özgü yapılardır. Sahile doğru; Mağaza Dağı’nın hemen altındaki kır
kahvesi bir şeyler içmek için son fırsattır; çevrede çalışan birkaç köylü ile
bir su kuyusunun başında kısa da olsa yarenlik yapılabilir.
Mağaza Dağı ve tepesindeki rüzgara direnen yaşlı zeytin ağacı
Gezginler, Badembükü plajında...
Badembükü plajı ve kumtaşı kayalıkları
Biraz ilerde plaj
uzanır. Sazlıklar arasından yazın kuruyan küçük bir derecik bugün hala
canlıdır. Kıyıya Mağaza Dağı’nın alt
sınırını takip ederek ilerleyen yoldan kolaylıkla ulaşılabilir. Bahçelerde
hayat, bu aylarda canlanır. Köylüler, tarlalarında enginarın, baklanın peşinde
koşturur durur. Sahilde ise dikkat çeken, tuzlu su ve kumun birlikte yarattığı;
bir heykelin bileşenlerini andıran kum taşından kayalıklardır. Hele martıların
yumurtlama zamanlarında müthiş feryatlarıyla inleyen bük, kayalıkların
kovuklarının paylaşım savaşlarına sahne olur. Hayat, Badembükü’nde güzeldir.
Mağaza Dağı'nın üst düzleminde yer alan kilisenin doğuya mihrap yapan temel izleri
Mağaza Dağı'ndaki bir başka yapıya ait temel izleri
Badembükü’nü ilginç kılan mekânlardan biri de plajın
yanından başlayarak deniz kıyısından giderek yükselen ve bir falez şeklinde
dikleşen Mağaza Dağı’dır. Bir platoyu
andıran dağın üstüne doğru; plajdan başlayan patikayı izlediğinizde doğuya
doğru mihrap yapan bir kilisenin temel izleri ile karşılaşırsınız. Bu kilise
için anlatılan, 15.yy.da Osmanlı Devleti’ni karanlık bir tünele sürükleyen
Fetret Devri’ndeki Şeyh Bedrettin Ayaklanması ile ilgili hikâyelerdir. Şeyhin
müridi Börklüce Mustafa’nın Karaburun
Yarımadası merkezli yürüttüğü ayaklanma sırasında, Sakız Adası ile kurulan
lojistik irtibatı sayesinde yarımadanın batı yüzündeki bir düzlüğe savaşta
kullanılmak üzere bir mancınık çıkarılır. Rivayet odur ki, mancınığın
çıkarıldığı kıyı, Badembükü plajıdır.
Mağaza Dağı'ndaki yol arkadaşımız
Mağaza Dağı'nı bizimle birlikte dolaştı.
Ayaklanma sırasında Börklüce kuvvetlerine destek olmak
amacıyla kıyıya çıkan Sakızlı Rumların da bu bölgede bir kilise inşa ettikleri
ve bu temel izlerinin de o kilise ve çevresindeki binalardan kalma olduğu
belirtilmektedir. Gerçekten de temel izlerine bakıldığında doğuya doğru mihrap
yapan bir yayın varlığı açıkça görülmektedir. Tabii ki bu rivayetin doğruluğu,
ancak izlerin arkeolojik araştırmalar çerçevesinde açıklığa kavuşturulması ile
anlam kazanacaktır.
Sarıyar Çeşmesi
Badembükü’ne inen yol üzerinde bu yamacın tek tatlı su
kaynağı olan Sarıyar Çeşmesi yer alır. Çeşmenin bir özelliği de, Karaburunlu
hekim Alpaslan Bilen’in merhum babasının hatırasına yaptırdığı çeşmenin
tasarımının değerli öğretmenimiz Şükrü Tül Hoca’ya ait olmasıdır. 1. ölüm
yıldönümünü yakın günlerde idrak ettiğimiz değerli hocamızı ve Dr. Alpaslan
Bilen’in babası Ali Fuat Bilen’i de bu vesileyle rahmetle anıyoruz. Nur içinde
yatsınlar…
Çeşmenin küçücük
kitabesinde ise şunlar yazıyor:
“İÇELİM
AB’I HAYAT
NEŞE
VERSİN BEDENE
ALLAH
RAHMET EYLESİN
ALİ
FUAT BİLEN’E”
Çeşmenin bulunduğu mevki
son derece şiirsel bir konuma sahip… Göz alabildiğine uzanan Ege Denizi’nin mavilikleri
arkasında Sakız Adası bir silüet olarak seçiliyor. Denize doğru alçalan kıvrım
kıvrım vadiler, vadilerin arasından kendine bir şekilde yol bulan Badembükü asfaltı ve aşağılardaki
yemyeşil bahçeler… Hemen önümüzdeki karabaş otlarının çılgınca baş vermiş
çiçekleri, gevenler, orkideler, ilerde sapsarı katırtırnakları; hepsi bu
manzaranın bir parçasını oluşturmakta. Yakın zamanda bir alçak duvarla çevrilen
çeşme düzlemi, bu şekilde daha yukarılardan gelen sel tehditlerine karşı
güvence altına alınmış. Bununla da yetinilmemiş ve çeşmenin önündeki sekiye
birkaç tane ağaç fidanı dikilmiş. Bunların arasında çınarları seçebildik
doğrusu. Çeşmeye Şükrü Bey’in eli değmiş bir kere; geride kalanlar abad eder
mutlaka…
Sarıyar Çeşmesi ve kitabesi
Sarıyar Çeşmesi, tasarım: Şükrü Tül...
Badembükü Sırtlarındaki Hayalet; Mübadil Köyü
Sazak
Gün akşama yaklaşıyordu.
Badembükü’nden ayrıldıktan sonra yolu
tırmanırken Sazak’ın yamaçtaki silueti
gözümüze çarptı. Akşam güneşi köyün evlerinin yıkık duvarları üzerini vurmuştu.
Uğramasak olmazdı; biz de öyle yaptık. Akşamın dar vaktinde, rüzgâr gülleri için
açılmış toprak yol sayesinde köyün evlerinin hemen altındaki sekiye kadar
arabayla kolayca ulaştık.
Hayalet köy; Sazak
Badembükü üzerindeki bir sırta yaslanmıştır Sazak evleri
Sazak köyü, mübadeleden önce Rumların yaşadığı büyük bir köymüş.
Badembükü sahiline hâkim bir konumda benzersiz bir manzaraya sahip köy,
Kurtuluş Savaşı öncesinde yaklaşık 400 civarında bir nüfusa sahipmiş. Köyde birkaç
aile de olsa, Türkler de yaşıyormuş.
Bir evin içinden...
Nerdeyse yüzyıldır sönmüştür ocakları Sazak'ın...
Çevredeki yamaçlarda bağ
teraslarının bulunduğunu düşünürsek, Karaburun’un bir zamanlar meşhur
çekirdekli kara üzümünün bu vadilerin yamaçlarında yetiştirildiğini hayal
edebiliriz. Ama bugün onlardan bir iz bile kalmamış durumda. Zaten yamaçlardaki
bütün makilik örtü de zeytin dikmek amacıyla sıyrılıp atıldı.
Ocağına incir ağacı dikilmiştir Sazak evlerinin.
Akşama doğru papatya tarlalarının üstüne yıkık evlerin gölgeleri düşer Sazak'da.
Akşama doğru uğradığımız
Sazak köyünde müthiş bir rüzgâr
vardı. Köyün evleri birer hayalete dönüşmüş, aynı Fethiye Kayaköy’de olduğu gibi; mübadele sonrası evlerin tüm işe yarayan
malzemesi yerinden sökülüp götürülmüştü. Hiç birisinde ne çatı, ne kiremit
parçası; ne kapı ne de pencere izi kalmıştı. Duvarların bile büyük kısmı harap
olmuş vaziyetteydi. Köyün batısına doğru yamacın aşağıların da büyük bir avlu
içinde köyün kilisesi bulunmaktaydı. Tabii ki onu da zor bulduk; çünkü harap
vaziyetteydi.
Sazak köyünün kilisesi
Kilisenin içinde yer aldığı avlunun duvarları
Köyün sakinleri, büyük olasılıkla
İzmir’in kurtuluşunu takip eden günlerde kayıklarla karşıdaki Sakız Adası’na
gitmiş olmalılar; aynı Meli’de ve diğer Rum köylerinde olduğu gibi… Yunan
işgali sırasında ayranı kabaran ahali, Küçük Asya Felaketi sonrasında ne yazık
ki, tüm geçmişlerini Ege’nin bu yakasında bırakarak canlarını kurtarmak
pahasına Sakız Adası’na geçtiler. Kalanlar ise, 1924’de Mübadele ile
sonlandırdı bu topraklardaki yaşamlarını. Şimdi belki de Sazaklı Rum köylülerin
torunları hemen şu karşı kıyıdaki köylerde yaşamaktalar; kim bilebilir
Sazak'da dip dibe evlerin arasından daracık sokaklar akar.
Kilisenin yanındaki tonozlu yapılar
Evlerin arasından köyün diğer mekanlarına bakış
Bu hazin terk ediş
öyküsünün arkasında kalan Sazak yıkıntılarına baktıkça, bu akşam vaktinde
içimizi derin bir hüzün kaplıyor. Ama Ege’nin iki yakasında yaşanan bu çaresiz
acının nedenleri, bu iki halkı birbirine düşman eden emellerde saklı. Bunu da
en iyi şekilde Yunan edebiyatçısı Dido Sotiriyu, Küçük Asya Felaketi’ni
anlattığı Ölüler Bekler ve Benden Selam Söyle Anadolu’ya isimli
romanlarında ifade ediyor.
Benden Selam Söyle Anadolu’ya isimli romanın son sayfaları
her şeyi anlatıyor:
" Karşıda Küçük Asya kıyılarında…
Minicik ışıklar yanıp sönüyor. Ve kocaman gözler var, yanıp sönen… Karşıda. Ve
tertemiz evler var. Gizli deliklerde paralar yanıp sönüyor, ikonostazda gelin
güvey taçları. Mezarlarda atalar yanıp sönüyor… Göz kırpıyorlar sırayla
karşıdan… Küçük Asya kıyılarında evet, karşıda… Çocuklar, akrabalar, dostlar
bıraktık. Gömülmemiş ölüler, barınaksız diriler bıraktık ve şimdi hayaletler
misali oradan oraya savrulan düşler… Küçük Asya kıyılarında evet! Daha dün
yurdumuz olan karşıda…”(2)
Ve son paragraf…
“Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya
olsaydı ah!.. Ve yan yana... Omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru
yeniden!. Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik!
Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz
bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yan yana eğlenmek üzere şenlik meydanlarının
yolunu tutabilseydik!...
Anayurduma selam söyle benden Kör
Mehmet'in damadı! Benden selam söyle Anadolu'ya... Toprağını kanla suladık diye
bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin
belasını versin!"(3)
Sazak Köyü
Bir başka Sazak evinin içinden...
Sazak evlerinin arasındaki geçitler
Dip dibe her biri denizi
görecek şekilde kondurulmuş iki katlı evler, evlerin arasındaki daracık bayır
aşağı sokaklar, baharla beraber beyaza boyanmış yamaçlardaki papatya tarlaları,
yıkık evlerin içinde ocaklar, duvarlardaki nişler, küçük dolaplar daha neler…
Dağın başında, biteviye esen sert rüzgâra karşı neden böyle bir köy kurulur?
Nasıl yaşarlar? O günkü koşullarda; bu çetin topografyada ne yer, ne içer bu
insanlar? Gerçekten merak konusu… Belki de bağ terasları
dışında, büyük olasılıkla Badembükü
bahçeleri, bitmez tükenmez en güzel ürünlerini Sazaklı Rum köylülere de sunmuş
olmalı. Ama bu hırçın vadilerden inişi çıkışı düşündüğümüzde, epey zorlu bir
yaşam vardı bu topraklarda anlaşılan.
Sazak ve Ege Denizi
Zamana direnen Sazak duvarları
Akşam vakti Sakız Adası üzerinde ışık hüzmesi
Akşam olmak üzere… Sakız
Adası’nın üzerinde lacivert bir bulutun boşluklarından süzülen ışığın huzmesi,
denizin üzerini aydınlatıyor. Dalgaların küçük çırpıntılarıyla oluşan benzersiz
ışık oyunları ise, karşı kıyıya Sazak mezarlıklarından yükselen bir hüznü
taşıyor. Dinmeyen acılar, dağ başlarında bitmeyen yalnızlıklar; kanlı topraklar
üzerinde bitsin artık bu düşmanlıklar. Benden
Selam Söyle Anadolu’ya; Benden Selam Söyle; Anadolu’dan göçüp karşı kıyıyı
mesken tutanlara…
Dipnotlar
(1) Benzer yazılar için bkz.
http://dagakactim.blogspot.com/2013/11/karaburun-rotalari-meliden-yaylakoye.html;
http://dagakactim.blogspot.com/2013/04/yagmurlu-karaburun.html
ve http://dagakactim.blogspot.com/2014/11/karaburun-yarimadasinda-sonbahar.html
yazıları...
(2) Dido Sotiriyu; Benden Selam Söyle Anadolu’ya (yada Matomena Homata-Kanlı Topraklar);
Alan Yayıncılık; İkinci Baskı: Ocak-1986; Çeviren: Attila Tokatlı; sayfa: 228
(3) Dido Sotiriyu; a.g.e; sayfa: 229
(4) Fotoğraflar, gezi sırasında İF tarafından çekilmiştir.
Yazan : İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Düzenleyen: MYC
Bu yazınızı facebook Sevgilim Karaburun grubunda paylaştım. Sakıncası var mı idi acaba?
YanıtlaSilMerhabalar... Ne sakıncası olabilir? Bu yazıları zaten paylaşılması için yazıyorum. Memnun oluruz.Her zaman katılımınızı ve eleştirilerinizi bekleriz. İF
SilAyağınıza, gönlünüze, yüreğinize sağlık. Sayenizde güzel bir gezinti yaptım.
YanıtlaSilEleştirilerinizi ve yorumlarınızı bizden esirgemeyin lütfen. Katkılarınız için teşekkürler.İF
YanıtlaSilNe harika bir yazı ! Yolda yürürken elmas bulmuş gibi oldum.
YanıtlaSilBilgi ve sevgi paylaşıldıkça çoğalır derler. Elmas değerine yükselttiğiniz mütevazı yazımız için bizden size teşekkürler... Katkılarınızın devamı dileğiyle... İF
SilSizin blogunuzu kaynak olarak yazarak Karaburun orkidelerin fotogralfalri paylasmak istiyorum. Balikliova ve etrafindaki ilkbahar turlardan bir makelesi yaziyorum. Izninizle. Makaleyi yayinlandiktan sonra linki size gönderebilirim.
YanıtlaSilSayın takipçimiz; tabii ki kaynak gösterek bloğumuzda yer alan her türlü yazı ve fotoğrafı kullanabilir; link verebilir ve yararlanılması için paylaşabilirsiniz. Bloğumuzun en önemli amaçlarından biri de
Silyürüyüş ve gezilerimizdeki tanıklıklarımızı ve araştırmalarımızı ilgilenenlerle paylaşmaktır. Bilgilerinize sunar, çalışmalarınızda başarılar dileriz. İF
Çok güzel açıklamalarda bulunmuşsunuz çok yararlandım teşekkürler
YanıtlaSilİlginize teşekkürler... Devamlılığı dileğiyle...İF
SilGidip gormek isterdim buralar
YanıtlaSilEvet; hiç vakit kaybetmeyin derim. Çünkü her yer gibi oralarını da yakında ham(!) yapacaklar ve o güzelim yurt köşeleri de önceki örneklerinde olduğu gibi bir bir ve değişik mazeretlerle tahrip edilip yok edilecek. Ne yazık ki... İF
SilBatı Karaburun'u tanıtan bir site arayışındaydım ki kendimi sizin sitenizde buldum. Yazıları büyük bir merakla ve ilgiyle okudum. Fotoğraflarınıza hayranlıkla baktım. İzmir'de yaşamama rağmen bu coğrafya ile ilgili pek bir şey bilmiyor olduğumu fark edip biraz mahcup oldum. Sazak köyü ve eski sakinleri ile ilgili satırlar beni çok duygulandırdı. Kaleminiz çok güçlü, Elinize emeğinize sağlık
YanıtlaSilDeğerli takipçimiz; Karaburun İzmir'in hala az bilinen bir değeridir. RES'lerin, GES'lerin, balık cıftliklerinin ve sözde turizmin ve dahi sayamadığımız baska tehditlerin hedefi olan bu güzel ve benzersiz coğrafyayı geç kalmadan keşfedin. Bugünlerde aynı kaderi paylaşan Datça yarımadasına topografyası ve bitki örtüsü açısından çok benzettiğim bu harika yarımadanın sonu umarım tahmin ettiğim gibi olmaz. İlginize ve geri bildiriminize teşekkürler...İF
Sil