4 Şubat 2015
İbrahim Fidanoğlu
Zaman zaman yürüdüğümüz birçok rotayı barındırır Kemalpaşa havalisi.
Bugün de dar zamanda; Kemalpaşa’nın isminde Kızılca geçen köylerinden birisi olan
Yukarı Kızılca’dan, sırtını dayadığı Mahmut Dağı’nın zirvesine dek yürüdük. Zirvedeki
bir dede mezarı, eski yürüyüşlerimizde zirvelerde karşılaştığımız Türkmen
babalarını hatırlattı. Ama bunun dışında bir de vurgulanması gereken geçen
haftaki lodosun ormanda bıraktığı derin izlerdi. Acımasız lodos fırtınası,
Yukarı Kızılca’nın üstündeki kızılçam ormanını tepeden bir kosayla biçmişti
sanki. Doğanın yaptığı benzersiz bir yıkımdı geriye kalan.
Yukarı Kızılca karlar altında
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)
Yukarı Kızılca
Yukarı Kızılca, eski Kemalpaşa-Kasaba (şimdiki Turgutlu) karayolu
üzerinde yer alan bir dizi eski yerleşimden birisi olarak öne çıkıyor. Turgutlu
asfaltından ayrılan sapaktan sonra, nispeten tatlı bir meyille yükselen bir
rotada; önce Aşağı Kızılca Köyü’ne daha sonra da Yukarı Kızılca Köyü’ne
ulaşılıyor. Yukarı Kızılca; Mahmut Dağı, hemen onun altındaki kireç taşından
dev kaya kütlesi Akkaya ve güneyindeki Kuşça Tepeleri arasında yer alan, 19.yy.
Rum mimarisinin izlerini taşıyan günümüze ulaşabilmiş birkaç güzide konak
eskisini de barındıran bir eski belde. Eski belde diyoruz; çünkü son yıllarda
siyasi iktidarların pek sık başvurduğu Ali Cengiz oyunları sonucunda, yaklaşık
4000 kişinin yaşadığı bu köy irisi kasaba da artık Armutlu, Parsa (Bağyurdu),
Ören gibi Kemalpaşa’nın birer mahallesine dönüştürülmüş durumda…
Yukarı Kızılca sırtları; arka planda karlarla kaplı Akkaya
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)
Yukarı Kızılca, 19.yy.a tarihlenen ve en tepesindeki cihannüması ile
dikkat çeken Hacı Halil Ağa Camisi, onun güneyinde yer alan ve kahvehanelerin hemen
arkasındaki sokağa bakan bir hamam kalıntısı, yine 19.yy. Rum yaşantısını
yansıtan eski Rum evleri ve köyün güney yamaçlarında sık serviler arasında
kaybolmuş Türkmen önderi Tufan Dede’nin Türbesi ile önemli bir tarihi arka
plana sahip olduğunu ele veriyor aslında.
Yukarı Kızılca
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)
Anlatılanlara göre köy, Türkmenlerin Anadolu’da Batı’ya yönelen göçleri
sırasında 13.yy.da yurt olarak benimsenmiş. Rivayet odur ki; köyün ilk
yerleşimi, bugün köyün üst düzleminde yer alan Akkaya Tepesi’nin eteklerinde
kurulmuş. Daha sonraki yüzyıllarda köyü vurup geçen bir veba salgını sonrası,
köy bugünkü bulunduğu yere taşınmış. 19.yy.da köyde önemli sayıda bir Rum nüfus
da yaşamış. Ancak; Kurtuluş Savaşı sonrasında onlar açısından “Büyük Felaket”
sırasında onlar da bu toprakları terk ederek Yunanistan’a göçmüşler. 1919-1922
yılları arasındaki Yunan İşgali sırasında Yukarı Kızılca’daki Rumlarla
Türklerin ilişkilerini algılamak için şu satırlara bir bakalım:
Yukarı Kızılca Köy Meydanı
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)
“Muammer Öztürk (1327/1911,
Yukarı Kızılca / Kemalpaşa)
Burada çatışma olmadı ama bir tabur, bir bölük asker geldi. Cami
avlusuna topladılar askerleri urgan astılar, ayaklarından asıp sopaylan odunlan
dövdüler çok. Silah getirin diyor, kimisi yok diyor. Silah aradılar. Bütün
mahalleleri gezdiler. Yanlarında iki üç tane asker kapıya geliyor, çalıyorlar,
silah çıkarın diyorlar. Bazıları teslim etti, bazıları etmedi.
Akkaya altından Yukarı Kızılca'ya ve ovaya doğru bakış
Yerli Rumlardan bazılarıyla bozuldu, bazılarıyla iyiydi aramız. Bazı
Rumlar şımardı. Mesela eziyet yapıyorlardı. Bazılarıyla da eski dostluklar
devam ediyordu. Babam askerliğini köyde yapmış, candarma olarak. Onun için
kaçaklara, asker kaçaklarına izin vermediği için düşmanı çoktu. Bir ebe vardı,
o geldi akşamüzeri. Babama “Hacı” derdi-hacca gitmiş babam- “Hacı sen durma
burada, asker gelecek sen kaç” demişti. Babam da İzmir’e kaçtı.
Akkaya
Bir Rum evi vardı, boşalttılar orayı, karakol yaptılar. Karakolda 10-15
tane vardı. Candarma yapmıyordu bir şey hiç. Silah aramanın dışında, asker
geldi bir tabur, o tabur yaptı eziyeti. Yemeklerini Rumlar sağlıyordu. Yarısı
Rumdu buranın, beri tarafı Türk mahallesiydi. Batı tarafı Rum mahallesiydi.
Rumların mahallesine Meyhane Boğazı diyorlardı. Çok meyhane vardı orda.
Müslümanların hepsi oraya gidiyordu içki içmeye. Yasaktı tabii burada.
Yalnız devriye askerleri geliyordu. Onlar atlarını Türk gençlerine
bırakıyorlardı. Zaten çarşıya geliyorlardı. Aşağıda bir kahve vardı. Rum
çarşısına gitmiyorlardı, o çarşıya geliyorlardı. Atlarını Müslüman
delikanlılarına gezdirtiyorlardı.”(1)
Akkaya yakınlarında lodosun dayağını yemiş kızılçamlar
“Köyde geçimimiz bağcılıktı o zaman. Eskisi gibi herkes bağına gidip
geliyordu. Yunan işgal edince iptidai yok oldu. İlkokula iptidai diyorlardı.
Rüştiye de vardı burada. Rüştiyenin izci takımı vardı. İzcilerin tahtadan
silahları vardı, bayağı silah, mavzer gibi. Rum talebeleri geldiler bastılar,
kapıyı vurdular. Şey de vardı, borozan trompet falan, onları da aldılar
gittiler hepsini. Gösteriş için kendileri elbiseleri giymişler, trompetleri
borozanları. Sonra yürüyüşe geçtiler,-Türk mahallesi- oraya yürüyüşe gidiyorlar
hepsi. Orada bir Hakkı Dayı vardı, bahçenin kenarında dikenli çalı. Dirgeni
sokmuş, havaya kaldırırken –ben de caminin önündeydim- birbirini çiğniyor
çocuklar, kaçışıyor Hakkı Dayı’dan. Bizim üzerimize gelecek zannetmişler. O
kadar korkak çocuklar. Hemen candarmalar geldi. Sonra anlaşıldı mesele.”(2)
Mahmut Dağı yolunda küçük derecikler akar Nif'e doğru
Velhasıl, 19.yy.da köyde farklı mahallelerde de olsa sürüp giden ortak
yaşam, 1919’da Yunan İşgali sonrasında ortadan kalkmış ve Kurtuluş Savaşı’nı
takiben de her şeye rağmen; bu toprağın renklerinden olan Rum mübadilleri
doğdukları toprakları arkalarında bırakarak Kıta Yunanistanı’na göç etmişler. Rumlardan geriye kalan ise zamanın yıpratıcılığına direnen köyün
mezarlık çıkışına yakın sokaklarında yer alan birkaç konak eskisi…
Yukarı Kızılca'da cami yakınlarındaki eski konaklardan ikisi; sırt sırta direnmekte zamana...
(Fotoğraf:İF; Haziran 2014)
Akkaya altındaki zeytinliklerin lodostan sonraki hali
Köyün merkezinde yer alan Halil Ağa Camisi, köyün en önemli
tarihi yapısı olarak dikkat çekiyor. İslam Ansiklopedisi’nde Halil Ağa Camisi maddesinden derlenen
bilgiler şu şekilde:
19.yy.da yapılan Halil Ağa Camisi, aslında aynı yerdeki daha eski bir
caminin bulunduğu yere yapılmış. Bu da normal olmayan bir biçimde ana binaya
bitişik minareden anlaşılıyor. İzmîrî mahlaslı bir şairin
düzenlediği, cümle kapısı üstündeki dört beyitlik kitabeye göre cami, aynı
zamanda Kemalpaşa merkezindeki ve Parsa’daki (Bağyurdu) Çarşı Camileri’nin de mimarı
olan Talib isminde bir usta
tarafından Hicri 1311’de (Miladi 1893-94 yıllarında) yapılmış.
Yukarı Kızılca Halil Ağa Camisi ve Köy Meydanı
(Kemalpaşa Kaymakamlığı Web Sitesi'nden alınmıştır.)
Yakın tarihlerde pek
başarılı sayılamayacak bir tamir gören dikdörtgen planlı cami, yüksekçe bir
bodrum üzerinde yükseliyor. Bu nedenle son cemaat yerine iki tarafındaki
merdivenlerden çıkılarak ulaşılmakta. Cepheleri sadece köşelerde muntazam
işlenmiş taşlardan, esas yüzeyler ise aralarda tuğla ve kiremit kırıkları olan
moloz taşlardan örülmüş. Her cephede açılmış iki sıra halinde yarım yuvarlak
kemerli pencereler yer alıyor. Ayrıca dış duvarlarda binanın inşası için
kurulan iskelelerin delikleri mevcut. Şimdi bu delikleri, Yukarı Kızılca
Meydanı’nın asli sakinlerinden olan güvercinler kullanıyor.
Caminin son cemaat yeri ve kitabesi
(Fotoğraf:İF; Şubat 2011)
5 bölümlü olan son
cemaat yeri, tonozlarla örtülmüş. Caminin içine girişi sağlayan kapının kemeri
üstünde ise caminin kitabesi yer alıyor. Dikdörtgen biçimindeki ana mekânın
bütün iç aksamı ve örtü sistemi ahşap. Camiyi sanat tarihçileri için önemli
kılan ise, iç mekânın bir köy camisi için oldukça iddialı sayılabilecek planı…
Korint tarzı başlıklara sahip altı sütunla birbirinden ayrılan iç mekân,
caminin sıra dışı düzenlemesini oluşturuyor. Dışları sıvalı ve boyalı olan bu
direkler, kemerler ve gergi demirleriyle ana duvarlara bağlanmış durumda.
Caminin duvarında yer alan eski bir çeşmeden kalan mermer rölyef
(Fotoğraf:İF; Şubat 2011)
İç mekânın ortasında yer
alan büyük bölüm, sekiz köşeli bir kasnağa sahip bir kubbeyle örtülmüş. Bu
kubbe dışarıdan bakıldığında bir cihannüma hissini yaratıyor. İki yanda bulunan
üçgen kubbeli bölümler ise, iç mekânın kalan bölümlerini örtüyor. Ayrıca
ortadaki büyük kubbeli bölümle son cemaat yeri arasında oval kubbeli üç bölüm
oluşmuş. Bu kısmın içinde bir galeri halinde kadınlar mahfeli yer alıyor.
Yukarı Kızılca Halil Ağa Camisi
(Kemalpaşa Kaymakamlığı Web Sitesi'nden alınmıştır.)
İki yanında birer
sütunla çerçevelenen mihrap, taç kısmındaki alçı süslemeleriyle dikkat çekiyor.
Bitki motiflerinin kullanıldığı bu süslemelere 18-19.yy. İzmir Camilerinde
sıkça rastlanıyor. Caminin içinde ve son cemaat yeri kubbelerinde, XIX.
yüzyılda çok yaygın olan Türk sanat geleneğine yabancı üslupta kalem işi
nakışlar göze çarpıyor. Bu da caminin inşaatında Rum yada İtalyan ustaların
cami inşaatında görev almış olabileceğini düşündürtüyor.
Caminin kıble duvarına
bitişik olan minaresinin her yüzü kör kemerli sekizgen kaidesi, aynı yerde inşa
edilmiş bulunan daha eski bir ibadet mahalline ait olmalıdır. Yuvarlak gövdeye
geçişin organik bir biçimde olmayışı bu tahmini destekler.”(3)
Yukarı Kızılca’dan
Mahmut Dağı’na
Sabah 10.30 civarında Yukarı Kızılca’nın üst düzleminde yer alan
Haydaroluk Mevkii’ndeki subaşında arabamızı bırakarak, güney batı yönünde bizi
Mahmut Dağı’nın zirvesine ulaştıracak orman yoluna doğru yürüyüşe başladık. Son
yağmurlarla Mahmut Dağı’nın bütün eteklerinden süzülen sular, onlarca dereye
dönüşüp Yukarı Kızılca Deresi’ne, oradan da Nif Çayı’na ulaşmak için aşağıdaki
vadiye doğru aceleyle akıyordu. Dar asfaltın üstünü kaplayan suları atlayıp
orman yoluna girdik.
Lodosun biçtiği kızılçamlar
Tatlı bir meyille yükselen orman yolu, Akkaya’nın çevresini yalayarak
bizi lodosun yıkım alanına sürükledi. Alt düzleminde zeytinliklerin ve Yukarı
Kızılca Köyü’nün konumlandığı Akkaya’nın çevresinde yer alan kızılçamlardan
oluşmuş ormanlık alandaki ağaçların bütün tepeleri rüzgârla biçilmiş ve başsız
bırakılmış gibiydiler. Biraz daha ilerleyince; kökü ile birlikte yerinden
sökülüp orman yoluna devrilmiş dev gibi kızılçamlar karşıladı bizi.
Devrilen ağaçlar yolları kaplamış.
Lodos fırtınası sonrası yeniden yakındaki bahçelere ulaşma imkânı
yaratmak için, yolun üstündeki ağaç gövdelerinin iş makinalarıyla kenarlara
doğru çekildiği belliydi. Ormancılar, belli ki; fırtına sonrası yolu açmak için
bir çalışma yapmışlardı. Ancak yaklaşık bir saat kadar yürüdükten ve Akkaya’nın
batısına doğru kıvrıldıktan sonra, yol üstündeki gövdelerin fırtına sonrası
olduğu gibi bırakıldığı bölgelere ulaştık. Yol artık tamamen kapanmıştı ve
ormandaki ağaçlar, kırıla döküle olduğu gibi yola ve aşağılardaki yamaçlara
doğru devrilmişti. Devrilen ağaçların kırılan dalları ve gövdeleri arasından
boğuşarak ilerledik.
Mahmut Dağı yolunda ağaç gövdelerinin arasından geçtik.
Akkaya Tepesi ile nerdeyse aynı yüksekliğe ulaşmıştık. Kireç taşı
kütlenin tam arkasına doğru ilerledik. Biraz altımızda ve bir yarın başında; daha
önceden haritada gördüğümüz küçük bir göletle karşılaştık. Akkaya’nın hemen
yanındaki küçük bir düzlüğün üzerine konumlanmış ve çevresi tel örgü ile
çevrilmiş göletin ne amaçla yapıldığı konusunda tereddüde düştük. Çünkü göletin
sıkıştığı dar alanda, helikopterin manevra yapması oldukça zordu; belki de bu
yüzden gölet, hayvanlar için sulama amaçlıydı.
Akkaya'nın arkasına sıkışmış konumdaki gölet
Göletten ayrıldıktan sonra tırmanmaya devam ettik. Mahmut Dağı’nın
zirvesine kadar hiç durmadan devam eden tırmanışımız bu noktadan itibaren daha
da dikleşti. Bu sıralarda hafiften bir yağmur başladı. Biraz ilerleyince; daha
aşağılardan gelen bir başka yola kavuştuk. Ormanda artık lodosun izleri kalmamıştı.
Demek ki, 1000 metrelere yaklaştığımız bu yükseklikte belki de yön ve arazinin
topografik özellikleri nedeniyle lodosun etkisi en düşük düzeydeydi.
Mahmut Dağı'ndan ovaya doğru akan dereciklerden biri
Yaklaşık 3 yıl kadar önce Dereköy yönünden gerçekleştirdiğimiz yürüyüşte
ulaştığımız Kocaçam Düzlüğü’ne az kalmıştı. Biraz sonra Dereköy’den gelen orman
yoluna kavuştuk. Sola doğru yürümeye devam ettik. Yükseldikçe hava iyice
soğudu. Kocaçam Düzlüğü’ne vardığımızda dondurucu bir soğuk karşıladı bizi.
Zirveye daha epey vardı. Yaklaşık 12 adet zigzagla ulaşılan Mahmut Dağı’nın
zirvesine doğru yöneldiğimizde eğim arttı ve lodos fırtınası öncesindeki son
soğuk hava dalgası sırasında yağan ve yerden kalkmayan kar örtüsü yangın
kulesine kadar artarak devam etti.
Dereköy sapağına doğru
Bir lodos hatırası
Mahmut Dağı zirvesine doğru karla kaplı zeminle karşılaştık.
Gezginler, Mahmut Dağı'nda...
Yaklaşık 1350 metrelik Mahmut Dağı zirvesindeki yangın kulesine
ulaştığımızda ortalık rüzgârdan uçuyordu. Yaklaşık 10.30’da Yukarı Kızılca’dan
başladığımız yürüyüşümüz, 3,5 saatlik bir seyir sonrası saat 14’de zirvede
sonlandı. Görüş mesafesi yoğun sisten dolayı neredeyse birkaç metre
düzeyindeydi. Zirvede bizi aynı zamanda tırmandığımız dağa ismini de veren bir
eren babanın mezarı karşıladı: “yedi
kardeşten birisi Mahmut Dede’nin mezarı”… 13.yy.da Türkmenlerin Batı’ya
ilerleyişine önderlik eden eren babalardan biri olmalıydı Mahmut Dede… Bu
havalideki türbeleri yada makam mezarları bulunan Hamza Baba’yla, Tufan
Dede’yle, Çal Dede’yle bir ilişkisi var mıydı? Neydi bu zirvelerin sırrı? Orta
Asya’nın bozkırlarından Anadolu’nun en batısına kadar taşınan bu inanç
sarmalındaki büyük güce saygı duymamak olanaksızdı. Anadolu’ya yönelen bu büyük
göçün sırları belki de bu zirvelerde saklıydı; arayana bulana…
Zirvede Mahmut Dağı'na adını veren Mahmut Dede'nin mezarı
Şiddetli rüzgârın etkisinden korunmak için, kulenin üst katına çıkan
merdiven boşluğuna sığındık. Burada daha fazla kalamadık ve dağa ismini veren “yedi kardeşten biri Mahmut Dede”nin
mezarının da yer aldığı zirveden ayrıldık.
Mahmut Dağı Yangın Kulesi'ni sis basmış.
Geldiğimiz güzergâhı kullanarak Dereköy sapağından Yukarı Kızılca yönüne
doğru inişe geçtik. Yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüş sonrası Kemalpaşa Düzlüğü’ne
hâkim bir dönemeçte yaklaşık yarım saatlik bir yemek molası verdik. Yemek
sonrası saat 16’da yeniden inişe başladık. Bu kez gölete uğramadan diğer sapağı
kullanarak başladığımız noktaya inmeyi denedik. Ancak; Yukarı Kızılca yönüne
doğru kıvrılan bir sapağı dalgınlıkla fark etmeyerek, Karabel yönüne doğru
ilerlediğini sonradan anladığımız şoseye girdik. Bu da yolumuzun epey uzamasına
yol açtı.
Mahmut Dağı'ndan dönüş yolundayız.
Halk arasında anılan ismiyle; Hitit Baba Kabartması’nın yer aldığı
Karabel’e yönelen yoldan ayrılan bir sapak, bizi yeniden Yukarı Kızılca yönüne
döndürdü. Akkaya’nın alt düzleminden ilerleyen bu yol boyunca zeytinlikler,
hayvan çiftlikleri ve kır evlerinin arasından geçtik. Yukarı Kızılca’ya iyice
yaklaşmıştık. Yemek molasını takiben 2 saatlik bir yürüyüş sonrası, köyün batı
yönünden giriş yaparak, önce Yukarı Kızılca’nın hemen arkasındaki piknik alanı
Saklıbahçe’ye, daha sonra da arabayı bırakmış olduğumuz subaşına
alacakaranlıkta ulaşabildik. Saat 18 olmuştu. Sabahtan beri 25 km yol kat
etmiş, yaklaşık 1000 metre kadar tırmanmış ve toplamda 6,5 saat yürümüştük. Gün
boyu yürümekten yorgun düşmüş bedenlerimiz isyan etse de; hedefimize ulaşmanın
mutluluğuyla; önce Yukarı Kızılca’nın merkezine, oradan da İzmir’e doğru
hareket ettik.
Yukarı Kızılca'ya karlı veda...
(Fotoğraf:İF; Ocak 2015)
Dipnotlar:
(1) İzmir, 1919-1922- Tanıklıklar; Pelin Böke, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim-2006; sayfa:93,
(2) a.g.e; sayfa: 129,
(3) İslam Ansiklopedisi, cilt: 14;
sayfa: 477’de yer alan Hacı Halil Ağa
Camii maddesinden yararlanılmıştır. İlgili bölüme http://www.tdvia.org/dia/ayrmetin.php?idno=140477
adresinden ulaşılabilir.
(4)
Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi anında M. Yavuzcezzar tarafından
çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC
bilgilendirici bir seyahat yazısı.
YanıtlaSil