SARPÇA’DAN MANASTIR MEVKİİ’NE DOĞRU;
FESATTEPE ALTINDA DOLAŞMALAR
24 Ekim 2014
İbrahim Fidanoğlu
Bu yıl da yaz bitti. Ağustos sıcaklarının Ege’yi epey hırpaladığı günler
artık gerilerde kaldı. Birkaç gündür bastıran Ekim yağmurlarından fırsat
bulduğumuz bugün, yürüyüş mevsimine merhaba dedik. Amaç, doğadaki yaban hayatın
bize armağanı olan yaban mersiniyle, alıç meyvesiyle, ağaç çilekleriyle,
kestane ve ceviziyle ve daha aklımıza gelmeyen envai çeşit nice meyvesiyle bir
kez daha Tire’nin sırtını dayadığı Güme Dağı’nın yamaçlarında buluşmaktı. Sabah
Belevi’deki kahvaltı molası sonrası, rotayı Kral Yolu’nu takiben Tire’ye
çevirdik. Yol üstünde uğradığımız Halkapınar Köyü’ndeki, bu yaz faaliyete geçen
bir çiftlik ve kır oteli görünümündeki güzel tesiste; sabahın bu erken vaktinde
hayat henüz başlamamıştı. Çiftliğin tavukları ve köpekleri dışında bizim
geldiğimizi hisseden olmadı. Sabah kahvesi için uğradığımız oteli derinlemesine
anlatmayı bir başka zamana bırakarak Tire’ye doğru yola devam ettik.
Toptepe'den Tire'ye bakış
Bugün Güme sırtlarında; insanlığın avcılık ve toplayıcılıkla geçindiği
günlere bir selam gönderdik dersek yalan olmaz. Hasan Hoca’nın Datça’dan
getirdiği orfozu saymazsak avcılıkla ilgimiz pek yoktu. Ancak; toplayıcılık
derseniz Tire’nin bereketli sonbaharında nasibimiz neyse yeterince aldık
doğadan. Toptepe’den başlayan ve kısa aralıklarla süren eden yolculuğumuzun
rotasında zaman zaman yürüdük; zaman zaman hasadımız için kısa molalar vererek yolumuza
devam ettik.
Datça'nın orfozu Tire-Toptepe'de...
Toptepe’den sonra Derekahve’ye indik; oradan yönümüzü Kaplan Köyü’nün
içinden Güme’nin yükseklerindeki Çukurköy’e oradan da biraz daha alçaklarda yer
alan Sarpça Mevkii’ne çevirdik. Antik Larissa Kenti’nin üzerinde yükselen
Bizans Kalesi’nin hemen altında kurulu ve neredeyse sadece yaşlıların kaldığı
Hisarlık Köyü’nün üstündeki yamaçlarda dolaştık. Ağaç çilekleri ve sandal ağaçları
arasında bulduğumuz bir traktör yolundan, daha önceleri birkaç kez Yörükler
Mevkii’nden ulaştığımız Manastır Mevkii’ne indik ve çıktık. Sarpça’dan Pers
Satrapı Gamerses’in savunma kalesinden kalan harabelerin bulunduğu Fesattepe
altındaki Yarbaşı Mevkii’nde sonlanan stabilize yolun en sonundaki Dibekçiler
Yörüklerinden bir ailenin oturduğu son eve kadar devam ettik. Burada uzun soluklu
bir mola sonrası, vardığımız son nokta Hisarlık Köyü’nün harabeye dönmüş tarihi
camisi oldu.
Silkilen kestaneler gömüde...
Gezginler kestane ağaçlarının altında dip "taraş"ında...
Şehrin baskısından dağların en yükseklerine çekilen alıç zamanını
kaçırmıştık, ama Sarpça sırtlarında sandal ağaçlarıyla birlikte sık çalılıklar
şeklinde yayılmış ağaç çilekleri turuncudan kırmızıya dönmüştü bile.
Çukurköy’den Sarpça’ya doğru kıvrıldığımızda karşılaştığımız yolun üstünde ve
altında uzanan yamaçlar tamamen kestaneliklerle kaplıydı. Çoğu silkelenmişti.
Neredeyse hepsinin; yörede “taraş” adı verilen diplerindeki kestanelerin
toplanması işlemi de tamamlanmıştı. Ama yine de ağaçların altlarındaki alanda, nefsimizi
körleyecek kadar kestane vardı.
Kestanenin dikenli hali ve gezgin
Biraz ilerde Sarpça’nın ovaya bakan evlerinin arasından geçtik ve ağaç
çilekleriyle kaplı yamaca doğru devam ettik. Yamaçta belli bir alan; sandal
ağaçları, mersinden daha küçük çaptaki meyveleriyle dikkat çeken kesik çalıları
ve ağaç çilekleriyle kaplıydı. Semt pazarlarında kâğıttan külahlarda eser
miktarda satılan ağaç çileklerinin dünyasına dalmıştık bir kere. Dalından
koparıp yiyerek, reçellik marmelatlık deyip sarıdan turuncuya, turuncudan
kırmızıya değişen renkleriyle; ağaç çileklerini toplayıp seyrederek bir hayli
zaman geçirdik sık çalılar arasında.
Sarpça'dan Tire'nin görünüşü
Sarpça yamaçlarında ağaç çileği hasadı
Sarıdan kırmızıya rengarenk ağaç çilekleri
Çok sarp değil ama sarpça; işte Sarpça yamaçları
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)
Sarpça yamaçlarında keçilerin dayanamadığı kesik çalıları ve yaban mersinini andıran meyveleri
Gezginler, Sarpça'dan Manastır Mevkii'ne inen traktör yolunda...
Ağaç çilekleri ve sandal ağaçlarıyla kaplı makilik alanın arasından
aşağıya doğru inen traktör yolunu takip ederek, yaklaşık bir kilometre sonra
yörede Manastır Mevkii olarak bilinen ve asırlık çınarlarla kaplı ören yerine
ulaştık. Daha önceden Yörükler Mevkii’ne giden asfalttan ayrılarak ulaştığımız
bu alan, definecilerin açtığı çukurlarla ve dev çınar ağaçlarıyla kaplıydı.
Manzara o eski günlerden farklı değildi. Tek fark, artan çukurların sayısıydı.
Çınarların altındaki basit çeşmenin ön duvarının ucuna iliştik. Sessizliğin
senfonisini dinledik bir süre… Bölgenin yerel anlatımda manastır sözcüğü ile birlikte anılmasının bir arka planı olsa
gerek. Defineci çukurları da bunu ele veriyor olmalı. Tire çevresindeki Aydın
Dağları’nın bağrında saklı birkaç manastır hikâyesinden birisi de bu mekâna
gömülü kalmış yüzyılların ardında.(1)
Manastır Mevkii
"Manastır"da var bir çeşme; ama o çeşme değil bu çeşme...
Manastır Mevkii'nde defineci çukurlarından biri
Manastır'ın asırlık çınarları
Manastır Mevkii’nden yeniden Sarpça’ya doğru tırmandık. Asfalta
ulaştığımızda Gamerses’in Kalesi’nin yer aldığı Fesattepe’nin alt düzlemine
doğru ilerledik. Yakınlarda asfaltlanan yol boyunca makilik alanlar yer yer
sıyrılmıştı. Bir çapanoğlu da buralara uğramış olmalıydı. Yola devam ettik.
Yol üstünde çiğdemler
Yağmurla uyanan siklamenler
Sarpça sırtlarında incir ağaçlarının güzelliği
Asfalt, Fesattepe’nin hemen altında; Yarbaşı Mevkii’nde yer alan son
evin dibinde sona eriyordu. Yerel malzeme ile örülmüş ev ve müştemilat nerdeyse
bir kompleks görünümündeydi. Evin güler yüzlü sahibesi, bizi büyük bir
konukseverlikle karşıladı. Dibekçiler Yörüklerinden olduklarını öğrendiğimiz
evin sahibesi, gözle kaş arasında; hemen elinde bir tepsiyle çıka geldi.
Önümüze bir tepsi içinde elma ve üzüm; biraz sonra da bir demlik çay geliverdi
hemen. Bu kısacık zamanda nasıl da demlenmişti çay? Ceviziydi, daldaki
ahlatıydı derken tatmadığımız meyve kalmadı. Evden ayrılırken, dağın başında
hiç tanımadığı insanlara karşı, Tanrı misafiridir düşüncesiyle; bu ince konukseverliği
gösterebilen tertemiz yürekli Yörüklere minnet duyguları içinde veda ettik.
Yarbaşı Mevkii'nde mola anı
Gezginler, sirke yapmak amacıyla elma hasadında...
Dönüş yolunda Sarpça’dan Hisarlık Köyü’ne doğru yürüdük. Hisarlık’a
varmadan kocaman ağaçlara dönüşmüş bir yaban mersini kolonisi, üzerinde olgun
mersin üzümleriyle bizleri bekliyordu. Üstündeki mersin üzümlerinin
ağırlığından kıvrılmış dökülmüş dallarının arasında kaybolduk gittik. Kan
şekerini düzenleyen etkisiyle tıbbi bitkiler içinde kabul gören mersin,
günümüzde kültür bitkisi olarak da yetiştiriliyor.
Yarbaşı'nda yaban mersinlerine ulaşabilme çabası
Yaban mersini kolonisi
Mersin üzümlerinden kaldırdığımız hasatla daha bir zenginledi yükümüz.
Son uğrak noktamız ise, Hisarlık Köyü’ndeki harabe haline dönüşmüş 18.yy.
yapısı tarihi cami oldu.
Hisarlık Camisi'nin 2007'deki hali
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Hisarlık Camisi'nin 2014'deki hali
Caminin giriş kapısı
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Caminin kitabesi
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Caminin arka duvarında yer alan duvarcı ustalarının imzası anlamındaki desenler
(Mart 2007'de İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.)
Caminin kadınlar mahfilinin 2014 yılındaki hali
Caminin içi ve minberin 2014 hali
Hisarlık Camisi'nin avlusundaki tarihi çeşmenin 2014 hali
Arka duvar köşe detayı ve duvarcı ustalarının imzaları; 2014 hali
Hisarlık Köyü içinde,
harap vaziyetteki ahşap cami, mihrabında yer alan barok süslemeler, ahşap
minberi ve doğanın tahribatına teslim olmuş çökmekte olan ahşap çatı ve onun
üzerini örttüğü son cemaat yerine girişte yan yatıp yıkılmış mavi boyalı
tahtadan parmaklıklı kapı zamane ziyaretçilerine esen rüzgârla birlikte derdini
fısıldar gibidir. Caminin avlusundan dolanarak ulaşılan arka duvarının
üzerinde; camiyi yapan duvarcı ustalarının bir anlamda imzasını temsil eden
tuğla malzemeden yapılmış balık sırtı ve dairesel desenler dikkat çekicidir.
Yıllar öncesinde benzer bir harabiyet içinde bulduğumuz caminin bugünkü hali,
artık tamamen yıkılıp yok olma noktasına ulaşmış durumdadır. Ata yadigârı bu
tarihi mirasımızın göz önünde yok olup gitmesi ve yıllarca bu duruma merkezi ve
yerel yöneticilerin kayıtsız kalmaları, bu anlamda oldukça manidardır. Muhafazakârlık
adına ülkede koparılan fırtınaların esintisinin bu yıkıntılara ilaç olması
beklenebilir mi? Kim bilir?
Yağmur bulutları, Tire’nin üstünde akşama doğru iyice yoğunlaştı. Gün
boyu bize özgürce hareket etme olanağı sağlayan hava, meteorolojik öngörülere uygun
bir şekilde yağmura döndü. Toptepe’de Datça’dan gelen orfozla tamamlanan akşam,
Tire’deki yürüyüş sezonunun şanına yakışır bir başlangıçla sona erdi. Şimdi
gitme zamanıydı. Tireli dostlarla vedalaşarak İzmir’e doğru hareket ettik.
Dipnotlar:
(2)
Fotoğraflar, yazıda belirtilenler dışında gezi anında A.
Aydemir tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: M.YC