Sayfalar

7 Ağustos 2013 Çarşamba

PERU – BOLİVYA İZLENİMLERİ ya da “LATİN AMERİKA’NIN KESİK DAMARLARI”



BÖLÜM-1
İNKALARIN İZİNDE

İbrahim Fidanoğlu
(27 Ocak 2010- 8 Şubat 2010)

Genel

Amerika Cumhurbaşkanı Barrack Obama’nın iktidara yeni geldiği günlerdi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Güney Amerikalı antiemperyalist lider ve Venezuella Cumhurbaşkanı Hugo Chavez konuşmasında bir kitaba atıfta bulundu ve Obama’ya bu kitabı okumasını tavsiye etti. Kitap, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” ismini taşıyordu ve Uruguaylı yazar Eduardo Galeano tarafından 70’li yılların başında kaleme alınmıştı. Kitapta İspanyolların Güney Amerika’yı ele geçirmelerini takiben başlayan ve bir kıtanın tüm yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin yağmalanması esasına dayanan sömürü mekanizmaları 20.yy.daki Amerikan pratiklerini de içerecek tarzda anlatılıyor ve bu ülkelerde bitmek bilmeyen darbeler ve sefalet ekonomilerinin altında yatan nedenler sorgulanıyordu. İşte Amerika’ya doğru Zemheri’nin ayazında yola çıktığımızda kafamda bir yanda yıllardır katmerlenmiş bu düşüncelerin tortusu, bir yandan da İnkalar’ın bozulmadan günümüze ulaşmış saklı kenti Machu Picchu’nun gözümün önünden silinmeyen hayali vardı.


18.yy.da İspanyol egemenliğine karşı ayaklanan yerli önder Tupac Amaru'nun Peru - Urusco'daki heykeli

Yaklaşık 16 saatlik uçak yolculukları sonunda gri bir gökyüzünün altında Lima’da uçaktan inerken sıcak ve nemli bir hava karşıladı bizi. Burada yılın 365 günü güneş gözükmezmiş hiç; ama yağmur da öyle kolay kolay yağmazmış. Düşünün her sabah gözlerinizi şöyle bir Lima havasına açıyorsunuz: Yağmur yağacakmış gibi tamamen gri bir gökyüzü, nemle yüklü bir hava ve bir türlü bu nemi boşaltamayan, doğuracakmış gibi ama bir türlü neticeye ulaşmayan bir potansiyel doygunluk hali… Sürekli Lima’da yaşayanlar için bu durumun hiç de kolay olmadığını düşündük. Ah; diyeceksiniz ki sonunda Limalının derdi tek hava olsa da şekerle beslese; yani durum aynen öyle…

 Peru'nun başkenti Lima'nın puslu havasında; prestijli mahallerinden Büyük Okyanus kıyısındaki Larcomar - Aşıklar Parkı ve meşhur heykeli

Peru’nun yüzölçümü yaklaşık 1.250.000 km2, Bolivya’nın ise 1.100.000 km2; Türkiye ile kıyaslandığında her iki ülke de oldukça geniş topraklara sahip bulunuyor. Ancak nüfus yoğunluğu; gerek Peru’da ve gerekse Bolivya’da Batılı gelişmiş ülkelere göre oldukça düşük. Hem coğrafik koşullardan hem de yüzyıllardan beri bu ülkelerin yer üstü ve yeraltı zenginliklerinin talan edilmesi ve yerli nüfusun da bu paralelde acımasız katliamlara uğraması nedeniyle nüfus yoğunluğu oldukça düşük ve ülke genelinde, diğer geri bıraktırılmış ülkelerdekine benzer şekilde son derece çarpık bir dağılıma sahip. Peru’nun nüfusu yaklaşık 29 milyon ve bu nüfusun 9 milyonu başkent Lima’da yaşıyor! Bolivya ise demografik açıdan temelli ilginç bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Nüfusu 10 milyon olan ülkede (nerdeyse Peru’nun başkenti Lima kadar) idari ve yasama başkenti olarak geçen La Paz’da (Barış anlamına geliyor) 1.400.000 kişi, en büyük ve en zengin şehri Santa Cruz’da ise yaklaşık 2 milyon insan yaşıyor.

 Peru'da Cusco yakınlarındaki Chincharo'da yün eğiren İnkaların torunları


Coğrafyanın İnsanlara Öğrettikleri

Her iki ülke oldukça dağlık bir coğrafyada yer alıyor. Dünyanın Himalayalar ile birlikte tavanını oluşturan And Dağları bu topraklarda oldukça geniş yer kaplıyor. Peru’da kıyılarda geniş çöllük alanlar uzanırken, her iki ülkenin doğusunda ise sık ormanlık alanların yer aldığı Amazonlar bulunuyor. Bu hırçın coğrafyada iki ülkenin de tarıma elverişli alanları son derece kısıtlı. Tarih boyunca bu gerçekten hareketle bu topraklarda yaşayan uygarlıklar kendilerine yaşam alanları açabilmek adına tarım yapabilmek için dağlık alanları bitmez tükenmez bir sabırla teraslamışlar. 

 Peru'da İnka yerleşimi Tipon'un terasları

İ.S. 12–16 yy.larda bu toprakların hâkimi olan İnkalar, coğrafyanın zorladığı bir ihtiyaçtan hareketle inşaat mühendisliğinde ve genetikte oldukça önemli ilerlemeler kaydetmişler. Son derece kısıtlı alanlarda tarım yapmak zorunda kalan İnkalar, yüksek dağların zirvelerinden taşıdıkları suyu yaklaşık 15.cm.lik genişlikte muntazam kanallarla tarım için hazırlanmış teraslara dağıtmışlar. İhtiyaca göre suyu yükseğe yönlendirmek için basınçlandırma amacıyla hidrolik prensiplerinden yararlanmışlar. İnkalar, dağların doruklarında suya gem vurarak, bir yandan tarımsal arazilerin ve bin bir zahmetle elde edilen ürünlerinin telef olmaması için suyun aynı sistematik içinde zararsız bir şekilde tahliye edilmesini sağlamışlar, diğer yandan da tarımın ihtiyaç duyduğu sulama imkânlarını yaratmışlar. Ne yazık ki, İnkalı ataların elde ettiği bu bilgiyi yitiren toplumsal hafıza, bugünkü modern yaşamın biçare torunlarını düz alanlarda sel ve heyelanın yarattığı felaketlerle boğuşmaya mahkûm etmiş. 

 Yüzyıllar öncesinden günümüze ulaşan dağdan indirilen suyun hikayesi sürüyor; Peru - Tipon antik kenti

Biz Peru’ya ulaşmadan yaklaşık bir hafta kadar önce gezimizin esas hedefi olan Machu Picchu kentine giden tren yolu ve devamında kıvrıla kıvrıla kente ulaşan dağdaki karayolu, meydana gelen sel ve heyelan nedeniyle tahrip olmuş ve uzun bir süre için kullanılamaz hale gelmişti. İnkaların başkenti olarak bilinen Cusco kentinin havaalanında; alana sürekli inen ve kalkan helikopterlerin aynı yöne doğru hareketlerini gördüğümüzde meselenin ciddiyetini anladık. Cusco ve Machu Pichu arasında bir hava köprüsü kurulmuştu. Öğrendiğimize göre 3000 civarında turist Machu Picchu’da mahzur kalmıştı ve helikopterden başka onlara ulaşma imkânı yoktu. Başta uğradığımız hayal kırıklığı; gezi rotasının yerel rehberler aracılığıyla yeniden düzenlenmesi ve Machu Picchu’ya hapsolma riskini kıl payı atlamış olmamızın farkındalığı içinde giderek azaldı. İnka kentlerinin iki yakasına saçıldığı derin vadide akan Urubamba Nehri, yatağına sığamaz halde taşkınlar yaratarak düzlükteki kerpiçten köylerin üzerinden bir silindir gibi geçmişti. Yol boyunca felaket sonrası kurulan çadırlarda ya da açıkta sürdürmeye çalıştıkları hayatta kalma mücadelesi içinde İnkaların torunlarının hali perişandı. 

 Macchu Pichu yolunda antik Ollantaytanbo kentinin terasları

Peru’nun Kadim Halkı; İnkalar

İnkalar, diğer Amerikan yerli halkları Mayalar ve Aztekler gibi bu toprakların efsane uygarlıklarından biri olarak biliniyor. Aslında İnkalar, zamanımızdan o kadar uzakta değiller. Bir anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaşı sayılırlar. İ.S. 1200 – 1532 yılları arasında bugünkü Ekvador, Kolombiya, Peru, Bolivya, Şili ve Arjantin’in kuzey toprakları olmak üzere oldukça geniş bir coğrafyada bir uygarlık tesis etmişler. Tarımsal alan yaratmak amacıyla dağlarla kaplı hırçın bir topoğrafyada yarattıkları efsanevi teraslar ve suyollarıyla uygarlık tarihinde iz bırakmışlar. Kısıtlı tarımsal alanların verimliliğini artırmak amacıyla en verimli ürün türleri üzerinde derin araştırmalara girişmişler; bir anlamda genetik biliminde önemli ilerlemeler sağlamışlar. Bu uğurda halen bu toprakların en stratejik ürünleri olan 300 tür patates ve 35 tür mısır geliştirmişler. Bugün Peru ve Bolivya’da elbette bu kadar çeşitlilikte ürün yer almıyor. Ancak mor ve beyaz renkli, iri taneli, tombulca mısırlar çokça üretiliyor. Patates, mısır, pirince benzer bir tahıl olan kinua ve bakla en sık rastladığımız tarımsal ürünler oldu.

 Ollantaytanbo'da şekil verilmiş dev kaya kütlelerinden oluşan Güneş Tapınağı ve üstündeki güneş kursu

İspanyollar; Kristof Kolomb ile başlayan Amerika macerasında 16.yy.ın ilk yarısında neredeyse Orta ve Güney Amerika’nın tümünü sömürgeleştirdiler. Bu aslında inanılmaz derecede kolay oldu.

 Cusco'da Korikancha-Güneş Tapınağı'nın poligonal şekil bağlı duvarları

  • Yeni kıtaya taşınan ve yerli halkın bağışıklık sisteminin tanımadığı salgın hastalıklar,
  • Yerlilerin ilk kez karşılaştıkları ve bu nedenle “ilahi” anlamlar yükledikleri ateşli silahlar,
  • Yerli halkların dinsel inançlarına göre bekledikleri felaketlerin (Maya ve Aztek takvimlerine göre 15.yy.ın başında yerliler bir felaket beklentisi içindeydiler) kurtarıcıları ile İspanyol “conquistador”ların aynı zaman diliminde çakışması,
  • Latin Amerika’da hüküm süren imparatorlukların (Aztek, Maya ve İnkalar) oluşma sürecinde boyunduruk altına aldıkları diğer başka yerli kavimler lehine gelişen kin tohumları İspanyolların işini kolaylaştırdı.

 Cusco'da İnkaların Korikancha - Güneş Tapınağı ve İspanyolların Katolik Manastırı üst üste


İspanyol fatihi Francisco Pizarro 200 civarı asker ve 300 civarı gemici ile Güney Amerika’yı neredeyse boydan boya geçerek Peru’ya ulaştığında İnkalar, altın ve gümüşten ibaret güneş tapınakları ve “monarşik” ama bir yandan “ortakçı” diyebileceğimiz komünal düzenleriyle Güney Amerika’nın en büyük egemenlik alanını oluşturmuşlardı.

 İnkaların tarımsal araştırmalar merkezi olarak kurguladıkları Moray antik kenti
  • Yazıyı ve tekerleği bilmeyen;
  • Görmedikleri şeylere tapınmayan, Güneş’e, Ay’a, Toprak Ana’ya, Şimşek’e ve hepsinin üstünde en büyük Tanrı Wiracocha’ya inanan,
  • Ahlak anlayışlarını ve yaşam düsturlarını “Çalma”, “Yalan söyleme”, “Tembellik etme” üçlemesine dayandıran,
  • Güney Amerika’nın derin vadilerinde ve yüksek tepelerinde 40.000 km.lik taştan yol şebekeleri ile tüm imparatorluk kentlerini birbirine bağlayan,
  • Kentlerini, yaşam mekânlarını ve tapınaklarını sadelik, simetri ve sağlamlık prensipleri üzerine oturtan,
  • Coğrafyanın ve yaşamın dayattığı nedenlerden ötürü inşaat mühendisliği ve genetikte inanılmazları başaran İnkalar, İmparator Huayna Capac’ın grip türü bir hastalıktan aniden ölümü sonrası başsız kaldılar.
 Peru - İnka kenti Moray'dayız; arkamızda saygı duyulası And Dağları

Geleneklerine göre imparator ölmeden önce tahtını devredeceği varisini sağlığında mutlaka atardı. Ama imparatorun ani ölümü buna olanak tanımadı. İki oğlu Atahualpa ile Huascar birbiri ile iktidar kavgasına tutuştular. Kardeşlerden Atahualpa bu savaşı kazandığında devletin otoritesi oldukça zayıflamıştı. Bu da İspanyolların işine yaradı ve hile ile tutsak aldıkları imparatoru serbest bırakmak için iki oda dolusu gümüş ve bir oda dolusu altını fidye olarak almalarına rağmen sözlerinde durmayarak Atahualpa’yı boğarak öldürdüler. Aciz durumdaki imparatorun tek isteği dini inancı gereği tanrıya kavuşmasını sağlayacak yegâne şey olan kafasının kesilmeden öldürülmesiydi. Hatta rivayete göre imparatorun bu isteğinin kabul edilebilmesi için zorla Katolik Hristiyan yapıldığı da söylenmektedir. Güneşin Oğlu diye adlandırdıkları imparatorlarının hazin sonu, İnkalar’ın bittiği andır ve inanılası değildir. Bundan sonra İnkalar çözülürler ve Francisco Pizarro, yaklaşık 20 yıl içinde bu toprakların tümünü ele geçirir ve İnkaları tarih sahnesinden siler.

 Raqhci'deki en büyük tanrı Wiraqocha'ya adanmış İnkaların en önemli mabetlerinden; kerpiç ve taşın kardeşliği

“İspanyollar adeta büyülenmişlerdi. Tıpkı maymunlar gibi durup durup okşayarak elleriyle tartıyorlardı altını. Büyük sevinçlerini gösteren taşkın hareketlerle oturup kalkıyorlardı. Yürekleri gençleşmiş ve ışımıştı sanki. Delice arzu ettikleri şey besbelli buydu. Aç domuzlar gibi saldırıyorlardı altına” diye yazar Floransa Kodeksi’ndeki Nahuatl metninde.” (1)

 Peru - Raqhci'deki tapınak alanında kutsal su ile arınma

“Francisco Pizarro, İnka Hükümdarı Atahualpa’yı boğazlayıp kafasını kesmeden önce “Tam beş bin kilo ağırlığında saf gümüş ve 1.326.000 çil altın tutarında bir fidye aldı ondan…” Sonra da İnka İmparatorluğu’nun göz kamaştırıcı başkenti Cusco üstüne yürüdü. Pizarro’nun askerleri Güneş Tapınağı’nı yağmaya giriştiler. “Birbirleriyle itişip kakışarak, hatta zaman zaman dövüşerek saldırıyorlardı hazinelere. Her biri aslan payını kapmak istiyordu. Sırtlarında zırhları, ayaklarında demir mahmuzlu çizmeleriyle heykelleri devirip çiğniyor, mücevherleri avuç avuç kapıyorlardı. Daha küçük boyutlara indirebilmek için, çekiçlerle kırıyorlardı altın eşyaları… Çubuk haline getirmek üzere bütün hazineyi potaya attılar: Duvarlardaki altın kaplamaları, altından dökme bitki ve kuş heykellerini ve bütün öteki değerli eşyayı hiç duraksamaksızın attılar potaya.” (2)

(DEVAM EDECEK)


Dipnotlar:
(1)   Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Eduardo Galeano; Çitlembik Yayınları; çeviren: Atilla Tokatlı ve Roza Hakmen; İkinci Basım, 2009; sayfa: 36
(2)   a.g.e; sayfa:36-37
(3)  Fotoğraflar, 2010 kışında gezi sırasında İbrahim Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder