ELAİA
HAKKINDA HER ŞEY…
(BÖLÜM-2)
ROMA’DAN ÖTEYE
22 Mart 2021
İbrahim Fidanoğlu
Batı Anadolu’da Roma’nın Egemenlik Tesisi
Elai ile ilgili önceki yazımızda Pergamon Krallığı’nda bir taht kavgası üzerinden ortaya çıkan Aristonikos İsyanı’nın Roma Ordusu’nun ve Anadolu’daki
müttefiklerinin desteğinde bastırılması ile birlikte Roma Devleti’ne Anadolu’nun kapılarının ardına kadar açıldığını
belirtmiştik. Aristonikos Ayaklanması
sırasında Elaia şehri de, Batı
Anadolu’daki Aristonikos İsyanı’na
destek vermeyen yerleşimlerden biriydi. Phokaia
ve Mysia’daki Stratonikeia dışında, bu isyanı açıktan destekleyen başka bir şehir
devleti de yoktu.
(Eylül 2008)
Murat Tozan’ın Arkeoloji
ve Sanat Yayınları arasında çıkan Roma’nın
Anadolu’daki Egemenlik Politikası; Kentler ve Bağımlı Krallıklar (İ.Ö. 133-İ.Ö.
89) isimli kitabındaki aktarımına göre; Pergamon’un
liman kenti Elai’da bulunan bir
yazıtta, şehrin karada ve denizdeki büyük tehlikeler içinde Aristonikos’a karşı durduğundan söz
ediliyor. Söz konusu yazıttan elde edilen bilgiye göre; isyanın bastırılması
sonrasında ise, Elaia ve Roma arasındaki ilişkiler daha da
güçlenerek bir dostluk ve bağlaşıklık ilişkisine dönüşüyor. İki taraf arasında
imzalanan bir antlaşma ile kayıt altına alınan bu durum, bir Hellen şehir
devletinin Roma’nın Anadolu’da
egemenlik sürecinin başında, onunla kurduğu müttefiklik ilişkisini yansıtması
açısından öne çıkıyor.(1)
(Mart 2021)
“Yazıtın başlarında belirtilen Elaia ile Roma arasında eskiden beri devam ede gelen dostluk, muhtemelen II. Makedonya Savaşı sırasında V.Philippos’un bölgedeki faaliyetleri
zamanına kadar gerilere gitmekteydi.(2)
Elaia, Aristonikos Ayaklanması sırasında da yine Roma tarafında yer almıştı. Geçmişe yönelik bu ifadelerin ardından Elaia ile Roma arasında imzalanan dostluk ve ittifak anlaşmasından söz
edilmektedir. Bronz tabletlere kazınan anlaşma maddeleri Roma’da da Jupiter
Capitolinus tapınağında, Elaia’da
ise kentin en önemli tapınağı olan Demeter
tapınağında muhafaza edilecekti. Yapılacak olan dualarda bundan böyle Roma ile
olan dostluğun daimi olması dilenecek olup, kentin ana tanrıçaları olan Demeter ve Kore’ye yapılan kurban kadar artık Tanrıça Roma adına da sunulacaktı. Tanrıça Roma adına bu kurbanların sunulduğu gün bayram ilan edilip,
bu bayram kapsamında çeşitli şenlikler düzenlenecekti.”(3)
Kazıkbağları'ndan Elaia'ya doğru...
(Mart 2021)
Burada esas ilginç olan;
taraflar arasındaki bu anlaşmanın her ne kadar görünüşte eşitler arasında
imzalandığı izlenimi yaratılmış olsa da, aslında o dönemde giderek topraklarını
genişleten Roma’nın, stratejik bir
liman kenti ile imzaladığı bu anlaşma ile Elaia’da
Tanrıça Roma kültünün oluşturulmasını
sağlayarak bölgede kendi egemenliğinin tesisine yönelik bir hamleyi
gerçekleştirmiş olmasıdır.(3)
Bu şekilde Aristonikos Ayaklanması sonrasında
birkaç kentin cezalandırılması dışında Roma,
III. Attalos’un vasiyetini kabul eder
etmez, muhtemelen vasiyetnamedeki şart gereği; Batı Anadolu’daki Hellen
yerleşimlerinin özgürlüğü benzer uygulamalarla hayata geçirilmişti. Uydu
devletçikler haline dönüştürülen bu kentler, kendi yasalarını kullanma
haklarına sahip olsalar bile, Roma’nın
conventus sistemi(4) gereği, kentlerin sınırları içindeki Romalı vali de
yargılama gücünü kullanabiliyordu.
(Mart 2021)
Bu Hellen
yerleşimlerinin ekonomik bağımsızlıkları bulunmakla beraber, kendi vergi
sistemlerinin yanı sıra, artık Romalı vergi tahsildarları da bu kentlerin
gümrüklerinde vergi toplama istasyonları kurabiliyorlardı. Elaia da benzer bir duruma sahipti; bir yandan Roma ile imzaladığı anlaşma ile özgür ve müttefik bir yapıyı tesis
etmiş gibi görünse de; Roma yönetimi, Elaia’da
bir gümrük istasyonu kurarak kentin gelirlerine ortak olmuş ve bir anlamda kent
yönetimi üzerinde egemenlik oluşturmuştu.(5)
Elaia'da melengiçler ve zeytin ağaçlarının altında kalmış İlkçağ'dan kalma bir yapının temel izleri; bilgi toprak altında saklı...
(Mart 2021)
Roma Döneminde Batı Anadolu’yu sarsan büyük depremler
Roma döneminde Batı
Anadolu’da vuku bulan depremlerin yaratmış olduğu tahribat büyüktür. Elaia da elbette bunlardan nasibini
alır. Kayıtlara geçen bu büyük depremlerin ilki İmparator Tiberius’un iktidarda olduğu (İ.S. 14-27 yılları
arasında) döneme rastlar. İ.S. 17 yılında meydana gelen bu çok şiddetli depremde,
tek bir gecede Alaşehir’den (Philedelphia)
Ege kıyılarına dek bütün Gediz (Hermos) Grabeni içinde yer alan tüm kentler yerle bir olur. İlkçağ’ın
yazarları Strabon ve Tacitus’un verdikleri bilgilere göre; Sardis, Magnesia ad Spylos (Manisa),
Apollonis (Akhisar-Mecidiye yakınlarındaki İlkçağ yerleşimi), Mostene (Manisa’nın Çobanisa
kasabası), Hyrkanis (Saruhanlı-Halitpaşa yakınlarında) gibi
Lydia kentlerinin yanı sıra Elaia,
Myrina, Kyme ve Temnos gibi Aiolya
kentleri de yıkılır. Bu geniş çaplı felaket karşısında İmparator Tiberius, yıkılan kentlere karşı oldukça cömert davranır.
Depremden zarar gören yerleşimlere yönelik yaptığı nakdi yardımların yanı sıra,
kentlerin Roma hazinesine ödemek zorunda oldukları tüm vergilerden 5 yıl
boyunca muaf tutulmasını sağlar. Depremzede kentler ise; imparatorun bu cömert
ve himmetli davranışı karşısında minnetlerini Roma’da Venüs Tapınağı’na bir
heykel grubu diktirerek gösterirler.
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
Antik kaynaklara
yansıyan ikinci büyük deprem, olasılıkla 105 yılında meydana gelir. Kyme’nin yanında Elaia, Myrina ve Pitane (Çandarlı) kentleri yine büyük hasara
uğrarlar. Bölgedeki diğer büyük bir deprem ise, İmparator Antoninus Pius’un(138-161) Smyrna’yı ziyaretinden kısa bir süre sonra meydana gelir. Lesbos (Midilli) adasındaki Mytillene
kenti tamamen yıkılır; Smyrna ve Ephesus büyük ölçüde tahrip olur.
Depremlerin kısa aralıklarla devam etmesi bölgede büyük bir paniğe yol açmıştır.
Smyrnalılar, Klaros’daki Apollon Tapınağı’na başvururlar; tanrı,
rahipleri aracılığı (kehanette bulunarak) ile evlerde durmamalarını ve tanrı
heykellerini açık alanlara çıkarmalarını bildirir. Bu arada kentte bulunan Kurtarıcı Zeus Tapınağı’na bir öküz adarlar.
Kent, Smyrnalı hatip Aelius Aristeides’in
İmparator Antoninus Pius ile olan
dostluğu sayesinde kentin yeniden imarı için yardım sağlanır.
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
178
yılında ise, İmparator Marcus Aurelius’un
döneminde, bir önceki depremden de şiddetli yeni bir felaket Smyrna ve çevresini tahrip eder.
Kentteki tüm resmi yapılar ve tapınaklar yıkılır. Daha önceki depremlerden
sonra olduğu gibi çevre kentlerden ve imparatordan önemli yardımlar gelir. Kent
bu kez de on yıl boyunca tüm vergilerden muaf tutulur. Antik kaynaklardan
öğrendiğimize göre üç yıl içinde Smyrna
daha güzel bir şekilde yeniden inşa edilir.(6)
Elaia antik limanının panaromik görünümü
(Mart 2021)
(Mart 2021)
(Mart 2021)
Elaia, bu büyük depremlerden
ve Kaikos’un durmaksızın taşıdığı
alüvyonlu çamurların kent için hayati öneme sahip limanı ele geçirmesi ve
işlevsiz hale dönüştürmesi nedeniyle zaman içinde giderek önemini kaybeder ve
terk edilir. Çok sonraları, volkanik Yunt
Dağı’nın sırtlarına çekilen yöre halkı, Zeytindağ
kasabasında ve Elaia’nın devşirme
malzemeleriyle kurulan Reşadiye
iskelesinde zeytincilik, bağcılık ve balıkçılık merkezli bir yaşamı
sürdürürler.
Elaia'da Kaikos'un kopan kollarından biri; deltanın gelişimi
(Mart 2021)
Bizans Döneminde Aiolya’da kıyı kentlerinin
durumu
3.
yüzyılda en geniş sınırlarına ulaşan Roma
İmparatorluğu; özellikle kuzeyden, Avrasya’dan dalgalar halinde gelen
barbar akınlarının darbeleri ile büyük ekonomik, toplumsal ve sosyal
çalkantılar içine girdi. Bu dönemin imparatorları, devletin daha iyi
yönetilmesi için bazı idari ve ekonomik reformlar gerçekleştirdiler. Dönemin en
ünlü imparatorlarından ikisi olan Diocletianus
ve Constantinus imparatorluğun doğu
bölgelerine (Balkanlar, Anadolu) daha fazla önem verdiler. Birincisi hayatının
büyük bir kısmını Nikomedia’da (İzmit) geçirdi. Diğeri ise, İstanbul
Boğazı’ndaki Byzantion’u ikinci
başkent (Yeni Roma) olarak yeniden inşa
ettirdi ve böylece Roma İmparatorluğu’nun
ikiye bölünmesinin temellerini atmış oldu.(7)
(Eylül 2008)
Doğu Roma İmparatorluğu, Hellen dilini konuşan, Hıristiyanlığın zaman
içinde geliştirilmiş bir yorumu olan, İstanbul’daki Patrikhane’ye bağlı Ortodoks
mezhebine mensup bir halk çoğunluğu üzerine dayalı idi ve idari yapı olarak
geleneksel Roma devlet sistemine
dayanıyordu. Kısaca söylememiz gerekirse, Bizans
dönemi sadece Roma tarihinin yeni bir
devresi, Bizans Devleti ise Roma Devleti’nin devamından başka bir
örgüt değildir. Yöneticiler ve halk kendilerini hiçbir zaman Bizanslı olarak
tanımlamamıştır.(7)
(Mart 2021)
“Roma
İmparatorluğu’nun son dönemlerinden bahsetmek üzere “Bizans” sözcüğünün ilk kullanımı, 1557’de Alman tarihçi Hieronymus Wolf’un tarih kaynakları
koleksiyonu Corpus Historia Byzantine’e
dayanır. Terim, kaynağını Konstantin’in
başkenti Konstantinopolis olarak
adlandırmasından önce, şehrin ismi olan “Byzantion”dan
alır. Şehrin bu eski adı, Konstantin’den
sonra, tarihi ve edebi kaynaklar dışında hemen hemen hiç kullanılmaz.”(8) Bir başka açıklamaya
göre ise; bu isim kendi devletini Kutsal
Roma-Germen İmparatorluğu olarak adlandırmak isteyen Kral Charles V (V. Karl)
ya da yaygın ismiyle Şarlken
(1550-1558) tarafından rakibini küçültme amacıyla kullanılmıştır.(9)
Güzelhisar ve çevresini gösteren 19.yy.a ait haritalardan biri; Dr. Alfred Philippson tarafından çizilmiş.
(Hilal Ortaç, Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar, Aliağa Kent Kitaplığı; sayfa: 30-31)
Bu yüzyıllar arasında Aiolya coğrafyasında varlıklarını
sürdüren kentler ile ilgili bilgiler, kilise tarihçisi Hierokles’in (6. yüzyıl) Synekdemos adlı eserinde
verilmektedir. Bu yazarın verdiği liste içinde bölgedeki piskoposluk merkezleri
arasında Fokaia, Aigai (Apae olarak), Myrina, Kyme (Myke olarak) ve Temnos’un adı bulunmaktadır. Belki de
bunun nedeni, bu eserde sadece piskoposluk merkezlerinin adlarının verilmiş
olmasıdır. Dolayısıyla bölgemizde daha önceki dönemlerden adlarını bildiğimiz Neonteikhos (Yanıkköy Kalesi), Larissa
(Buruncuk Kalesi), Herakleia (Ballık Kayası-Eski Emirâlem) gibi kentlerin önemlerini
kaybettikleri, köy durumuna düştükleri veya terk edildikleri anlaşılmaktadır.(7)
5. ve 6.
yüzyıllarda Kyme, Batı Anadolu
kıyısındaki bir dizi yerleşim içinde ticari açıdan; bir liman kenti olarak
önemli bir merkez niteliğini sürdürürken, Myrina
ve Elaia hakkında kaynaklarda bu
konuyla ilgili olarak herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Buralarda
gerçekleştirilecek sistematik arkeolojik kazılar ve araştırmalar sonrasında, bu
kentlerin Ortaçağ’da ticari önemlerinin devam edip etmediği konusu açıklığa
kavuşturulabilir.
(Şubat 2010)
Bununla
birlikte kilise kaynakları, bu kıyı kentlerindeki Hıristiyan cemaatin
varlığından haber vermektedirler. Örneğin; 451 yılındaki Kalkhedon (Kadıköy) Konsili’ne Kyme’den Khrysogonos, Myrina’dan Proteiros ve Elaia’dan Hesaias adlı piskoposların katıldığına
dair bilgiler bulunmaktadır. Yine 553 yılında II. İstanbul Konsili’nde ise, Kyme’den
Anatolios, Myrna’dan ise Ioannes
hazır bulunurlar.(7)
Ortaçağ’da
Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki
Osmanlı’nın tımarlı sipahilerini besleyen tımar
sistemine benzer thema sisteminin
giderek bozulması ve buna bağlı olarak onun desteklediği askeri yapının
zayıflaması sonucunda imparatorluk güçten düşer. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle,
Ege’de dolaşan Bizans donanmasını beslemek bile bir külfet haline dönüşür.
Donanmanın dağıtıldığı bu dönemde Bizans
açısından Ege Denizi’ndeki savunma ihtiyaçları, Doğu Ege kıyılarında ve
adalarda Cenevizlilere sağlanan kolonizasyon imkânları çerçevesinde Ceneviz donanması tarafından karşılanır.
(Ağustos 2014)
(Mart 2021)
Batı Anadolu kıyılarında
Cenevizlilerin kolonizasyonu esnasında; İzmir’den başlayarak Sakız ve Midilli adalarında, Çandarlı
(Pitane), Şakran (Gryneion) ve Dikili’ye sahilden giderken; bugünkü Denizköy’ün karşısındaki Corciyo adasında kaleleşme çabalarına
paralel olarak Yeni Foça’da (Nea Phokaia)(10) da bir Ceneviz kalesinin oluşturulduğunu yazıyor
kaynaklar. Ortaçağ’da Yeni Foça’da Kozbeyli’nin arkasındaki Şap Dağı’ndan şap elde ediliyordu. Şap, o zamanlar dokumacılıkta boya
sabitleyici olarak kullanılan stratejik bir madendi. Bu yatakları kontrol
edenlerin sahip olduğu güç emsalsizdi. Bizans ile Cenevizliler arasında kurulan
bu çıkar ilişkisi, aşağı yukarı Batı Anadolu kıyılarının Osmanlı Dönemi’nde Fatih Sultan Mehmet tarafından fethine
dek sürer.
(Ocak 2021)
(Şubat 2004)
Osmanlı ve sonrasında…
Sonuç
olarak; Foça ile Çandarlı arasındaki coğrafyada yer alan Elaia da Ortaçağ’daki bu Ceneviz kolonizasyonunu yaşayan
yerleşimlerden biri olmalıdır. Her ne kadar limanı, Bakırçay’ın taşıdığı alüvyonlar nedeniyle o günlerde ekonomik
değerini yitirmiş olsa da; daha sonraki zamanlarda ya Elaia limanının rolünü üstlenecek olan Reşadiye İskelesi üzerinden ya da yakınlardaki Çandarlı limanından Elaia’nın
arka planında yer alan Yunt Dağı’ndaki
manastırlar dünyasının bu ekonomik ilişkilerden beslenmiş olması olasıdır.
(Aralık 2020)
(Mart 2021)
Bugün Aliağa ile Çandarlı arasındaki bölgede; özellikle Yunt Dağı coğrafyasında yer alan bazı köylerin; Osmanlı Döneminde
tutulan tapu tahrir defterlerinde ve vergi kayıtlarında yer alan isimlerine
bakıldığında, bunların Bizans dönemindeki buralarda kurulmuş manastır ve kilise
kökenli olduğu izlenimi edinilmektedir.
“Frenk (Kalabak), Kilise (Doğanoğlu/Zeytindağ) ve Kızıl Kilise (Davud Dede) gibi isimler taşıyan köyler,
Türk dönemi öncesinin veya Saruhanoğlu
Beyliği döneminin hatıralarını yansıtmaktadırlar. Günümüzde Myrina kentinin harabelerinin bulunduğu Kalabakhisar (Karadut-İF) mevkisinde olduğu düşünülen Frenk (nam-ı diğer Kalabak)
köyü, adını Bizans ve Saruhanoğlu döneminde burada antlaşmalı
olarak bulunan Cenevizli kale muhafızlarından almış olmaları mümkündür.
Keza Kilise (Doğanoğlu/Zeytindağ) ve Kızıl
Kilise (Davud Dede) gibi yer
isimleri de Bizans döneminde bölgede etkili olan manastır gibi güçlü din
kurumlarının varlığını göstermektedir.”(11)
Elaia’nın da içinde yer aldığı kuzeydeki Bakırçay vadisinden bugün Foça
ve Menemen’e bağlı bazı köyleri de
kapsayacak şekilde; güneyde Kyme’ye
dek uzanan, doğuda ise Dumanlı Dağ ve
Yunt Dağı volkanik kütleleriyle
sınırlandırılmış geniş bir idari alan, Saruhan
Beyliği Dönemi’nden başlayarak 19.yy.a dek, neredeyse bütün Osmanlı Dönemi boyunca Güzelhisar-ı Menemen kazası olarak anılır.
(Hilal Ortaç, Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar, Aliağa Kent Kitaplığı; sayfa: 17)
“Genel olarak
kabul edildiği üzere 1313 tarihinde Saruhan
Bey’in Manisa’yı alarak Saruhan
Beyliği’nin merkezi yapmasından sonra egemenliğini batıda deniz kıyısına
kadar uzatmış ve bazı yerleşim merkezleri bu beylik sırasında oluşmuştur ki, Güzelhisar-ı Menemen de bu merkezlerden
biridir. Bizans Dönemi’nden kalma yol
ağı, beylik merkezini deniz kıyısına ulaştırmasında yardımcı olmuştur. Böylece
dış ticaret yapma imkânı da bulmuşlardır. XIV. yüzyıldan itibaren bölgede
egemenlik kuran Saruhanoğulları’nın,
yerel Rum denizcilerinin birikimlerinden yararlanarak denize açılmaları ve
komşusu Aydınoğulları’yla birlikte
Bizans ve Osmanlılarla birlikte hareket ederek ve bölgeye yerleşmiş olan
Cenevizlilere karşı bir denge ve kontrol sağlama isteği, yeni yerleşim
merkezlerinin oluşmasını sağlamış olmalıdır. Denizden içeride ve korunaklı bir
nitelik taşıyan Güzelhisar, bu
nitelikleri taşımaktadır ve Saruhan
Beyliği Dönemi’nde oluştuğu, Saruhanoğulları’nın
burada kurduğu vakıflardan da anlaşılmaktadır. Saruhan Beyliği’nin başlangıçtan
beri dostça ilişkiler içinde olmadığı, nüfuzu yayma girişiminden rahatsız
olduğu Osmanlı egemenliğine girişiyle Güzelhisar-ı
Menemen’de Osmanlı Dönemi başladı.
Saruhan Beyliği’ne ait olan
topraklar, Saruhan Sancağı adı
altında, Anadolu Beylerbeyliği’nin bir parçası olarak Osmanlı idari düzeninde
yer aldı.”(12)
Batı Anadolu'da 16.yy.da Osmanlı Dönemi'nin idari merkezleri; 166 No.lu Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri (937-1530); Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
(Hilal Ortaç, Tapu Tahrir Defterlerine göre 16.yy.da Güzelhisar, Aliağa Kent Kitaplığı; sayfa: 17)
Ersin Doğer’in Aliağa
Tarihi isimli kitabında aktardığı bilgilere göre; Osmanlı döneminde bölgede
ırmak ağızlarında çeltik tarımı yapıldığı, Kazıkbağları’nın
1 km güneyinde; Ilıcapınarı ile Değirmentepe arasından akan Ilıcaderesi’nin Osmanlı defterlerinde Nehr-i Ilıca olarak anıldığı; buradan
1100 akçe vergi alındığı belirtiliyor. Yine deniz kıyısındaki Değirmentepe’nin yanındaki dalyanı da
balık üretme alanı olarak tanımlıyor. 16.yy.daki kayıtlara göre henüz bölgede
zeytin tarımı ve zeytinyağı üretimi yaygın değil. Zeytinyağı, İlkçağ’da olduğu
gibi daha çok aydınlatma amaçlı kullanılmış olmalı. Halkın mutfağında
kullanılan yemeklik yağ ise, o yıllarda Yunt
Dağı’ndaki yoğun bitki örtüsü unsurlarından olan melengiç ağaçlarından elde
ediliyor. Bu bölgede yaşayanlar belli ki yemeklik zeytin ve zeytinyağı ile çok
sonraları; belki de Mora Ayaklanması
sonrasında (1821-1829) Kıta Yunanistanı’daki
ekonomik kriz ve kıtlık nedeniyle verimli Batı Anadolu topraklarına yönelen Rum
nüfusun bu bölgeye gelişiyle birlikte tanışıyor olmalı.
Güzelhisar çayı Myrina önlerinde denize dökülürken...
(Şubat 2010)
Çeltik ekildiği için
1224 akçe vergi üreten bir diğer ırmaktan ise, Nehr-i Çıtak ismiyle söz ediliyor vergi defterlerinde. Bu derenin de
bugün Aliağa’ya bağlı ve Dumanlı Dağ’ın eteğindeki bir vadide yer
alan Çıtak Deresi olduğunu, Ersin Doğer’in Aliağa Tarihi kitabından öğreniyoruz. Çeltik ile ilgili olarak;
yine bir ırmak ağzında yapılan üretimden elde edilen 10 bin akçelik külliyatlı
bir vergi gelirinden söz edilen yer ise Nehr-i
Arık; yani bugünkü Kalabakhisar
ya da Myrina yakınlarından denize
dökülen Güzelhisar çayı ya da Kocaçay…(13)
(Mart 2021)
(Mart 2004)
Aynı dönemde (16.yy.da)
vergi defterlerinde vergi gelirine konu olan tek tuzla ise; bugünkü Kazıkbağları Mevkiinde bulunan ve Tuzla olarak adlandırılan; İlkçağ’daki Elaia limanının kuzey kesimi… Vergi
defterlerinde buranın ismi ise, Kazlık
köyü olarak verilmekte…
(Mart 2008)
(Mart 2008)
(Aralık 2020)
(Aralık 2020)
Aynı Bizans’da olduğu gibi tımarlı sipahileri
besleyen miri toprak sisteminin (has-zeamet-tımar)
bozulması ile ortaya çıkan ekonomik kriz ve gerileme sürecinde (18.yy.dan
sonra) merkezi yönetim asker ve vergi toplama ile asayişi sağlama gibi devletin
birtakım görevlerini yerel otorite olarak öne çıkan ayanlar eliyle sağlama
yoluna gidiyor. Bu ise eşkıyalığın ve zorbalığın köylere indiği bir zaman
dilimine denk düşmektedir. Yunt Dağı,
o yıllarda bölgede eşkıyaların ve yerel zorbaların yuvalandığı bir mekân olarak
dikkat çekmektedir. Bir önceki yüzyılın (17.yy) örgütlü ve yaygın Celali
ayaklanmalarının yerine, bu yüzyılda küçük sayıdaki çeteler tarafından
gerçekleştirilen asayiş ihlalleri daha kolaylıkla engellenmekteydi. Bu dönemde
de eşkıya, en fazla Yunt Dağı
bölgesinde barınmaktaydı. Burası sarp ve dağlıktı. Bundan dolayı Yunt Dağı, gelecek yüzyılın ortasına
kadar harap ve ıssız kalmış, bu bölgede sükûn ve hayat, ancak 19. yüzyılda
kalabalık aşiretlerin yerleştirilmesinden sonra başlamış olmalıdır.
Kazık Bağları'nın arka dünyası; Yunt Dağı'nın kuzey kapılarından biri olan Zeytindağ kasabasının sokaklarında...
(Mart 2004)
Batı Anadolu’da Rumlar; yeniden…
19.yy.da Mora Ayaklanması sonrasında Kıta
Yunanistanı’ndan ve Ege adalarından Batı Anadolu’ya yönelen Rumların göçü,
geldikleri yerlerde eksikliğini hissettikleri zenginlik ve refahı arama
refleksiyle özellikle Ege kıyısındaki kasabalarda ve şehirlerde tutundu. Öyle
ki; Ortodoks Hıristiyanlar, Anadolu’ya göçmezden önce; örneğin Çeşme (Krini) kazasının nüfusu tümüyle Müslüman’dı. Bunu 1670’de Çeşme’nin
katışıksız bir Türk bölgesi olduğunu yazan Evliya Çelebi’den de öğreniyoruz. Bu
demografik gerçek, neredeyse 18.yüzyılın başlarına dek hiç değişmedi.
(Mart 2004)
(Mart 2004)
Anadolu’daki 20.yy.ın başlarındaki Rum demografisi hakkında iyi bir
kaynak oluşturan Yunan yazar Georgios
Nakracas’ın “Anadolu ve Rum
Göçmenlerin Kökeni” isimli çalışmasında Batı Anadolu’ya yönelen bu göçün
dinamikleri ile ilgili olarak şu savlar ileri sürülüyor:
“1839’da
Tanzimat’ın ilanıyla Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan özgürleştirmenin en
önemli sonuçlarından biri, büyük toprak ağalarının topraklarında çalışan
köylüleri toprak kölesi olarak kullanma haklarının kaldırılması olmuştur. Bu
toplumsal reform, Peloponnesos’tan (Mora), adalardan, Makedonya’dan ve Yunanistan anakarasının öbür bölgelerinden gelen
Ortodoks Hıristiyanların Anadolu’ya göçlerini hızlandırdı. Bu göçmenler özgür
üreticiler olarak yerleşiyor ve toprak ağalarının sömürüsünden kurtulmak için
köylerini terk edip dağlık bölgelere sığınmış Türk toprak kölelerinin yerlerini
alıyorlardı. Bu büyük göç hareketiyle, Anadolu’daki Ortodoks Hıristiyanların
sayısı, yerli Ortodoks Hıristiyanlara mali göçmenler de katılınca, 19.yy.ın
sonuna doğru 2.000.000 kişiye ulaştı. Çağdaş Yunanlı yazarların “Anadolu
Hellenleri, ne Yunanistanlıydılar ne de göçmendiler” diye ileri sürdükleri sav,
Yunan soyunun bu bölgede zaman içinde sürekliliğine ilişkin milliyetçi
söylenceye hizmet etmeyi amaçlamaktadır yanlızca.”(14)
(Şubat 2019)
(Aralık 2019)
Bölgedeki
etnik ve dini dengenin giderek Hıristiyan Rum ahali lehine bozulması
sonrasında; Osmanlı yönetimi, yüksek yaylalarda yaşayan konargöçer Türkmenleri
köylere yerleştirmeye zorlar. Nitekim 1864 yılından itibaren Saruhan Sancağı’nda bulunan aşiret ve cemaatler, kalıcı
olarak yerleştirilmeye başlanır. Özellikle Yunt
Dağı, Türkmenleri yerleşik hayata zorlama deneyimi açısından bir laboratuar
işlevi görür. 1864-1873 yılları arasında bölgeye yerleşmiş ve yerleşmek üzere
olan konargöçer oymakların sayısı otuz dokuzdur. 1863-1873 yıllarına ait sicil
defterlerine göre Çaparlı Yörükleri; Güzelhisar’ın Kiliseköy’ünde (Zeytindağ),
Sırtlanda Yörükleri; Kilimalanı mevkisinde ve Çalbahçe köyü civarında, Derici aşireti; Güzelhisar, Uzunhasanlı ve Mamaklı
köyleri civarında, Karayağcı aşireti
ise; Belen, Durasıllı ve Kalabak köylerine yerleşmişlerdir. Daha
sonraki dönemde Karakuzulu köyü,
tümüyle Derici aşireti tarafından
kurulacaktır.(15)
(Mart 2017)
(Aralık 2020)
Çandarlı Baskını
17 Mart 1821’de Kıta Yunanistanı’nda
Mora İsyanı patlar. Yunanların
imparatorluktan ayrılmak isteği ile başlattıkları bağımsızlık savaşı sadece Mora Yarımadası ile sınırlı kalmayarak,
daha önceden örgütlenmiş olduğu anlaşılan hızlı bir yayılma ile Kıbrıs, Sisam, Kos, Sakız, Psara ve Midilli gibi adalarla Batı Anadolu kıyılarına
dek ulaşır. Bu gelişmeler, giderek Batı Anadolu’da yaşayan Rum azınlığın da milliyetçi
rüzgârların etkisinde kalarak bu isyanlara destek verip, yerel ayaklanmalara
katılmalarına neden olur. Kıyılardaki bazı kasabaların yerli Müslüman halkı ise,
Ege adalarından izbandut denen
teknelerle gelen Rum kapetanların
baskınlarına ve katliamlarına maruz kalırlar. Özellikle 1822 yılında adalardan
gelen Rum çetelerinin idaresindeki tekneler, Menemen’e ve Çandarlı’ya
baskın niteliğinde ciddi saldırılar düzenlerler.
(Şubat 2004)
(Şubat 2004)
“Mora
İsyanı sırasında Ada Rumlarının baskınlarından biri de Çandarlı’ya yapılmıştır. 1822 (Hicri 1239) yılında, Sakız, Sisam ve Psara (İpsala) adalarından kalkan korsan gemileri, gece yarısı Çandarlı’yı basarlar. Gece yarısı
gerçekleşen bu baskın sırasında haydutlar, çoluk çocuk ayırımı yapmaksızın
evlere saldırıp her şeyi talan ederler. Sadece Çandarlı Kalesi, zamanın Çandarlı
Voyvodası Kırantaoğlu Mehmet Ağa’nın Kulesi (şimdiki çarşıdaki
caminin arka yönünde yer alıyordu) ve Ziynet Hoca Kulesi (yok olmuş)
gibi savunmaya elverişli yerlerden piştovlarla karşı konulur. Rum haydutlar,
kaledeki şiddetli direnişi kırmak için kalenin dibindeki Taşlı Cami’yi ateşe verirler. Daha sonra ele geçirdikleri esirleri
gemilere sürüklerler, direnenleri ise öldürürler. Çatışma sonrası şafak
sökerken 90 civarı tekneyle denize açılan haydutlar arkalarında büyük bir
vahşetin iniltisini ve 100’den fazla masum insanın ölüsünü bırakmışlardır. Rum
çetecilerin arkalarında bıraktıkları kıyım öylesine büyüktür ki; Bergama’ya ancak sabah vakti haber
ulaştırılabilir. Ağalardan ve eşraftan 20–30 kişi atlarına atlayarak Çandarlı’ya geldiklerinde
karşılaştıkları tablo dehşet vericidir. Ölülerin sayılmasının ardından 130
kadar çocuk ve kadının kaçırıldığı anlaşılır. Ölüler, Çandarlı’nın o zamanki şehitliğine gömülür. Bugün Çandarlı Büyük
Mezarlığı’nda bulunan Halimağa oğlu
şühedadan Molla Mehmed’in 1239 Hicri
tarihli mezar taşı bu olayın tek şahidi olarak durmaktadır. (Şehitlik 1930 yılında kaldırılmış
bulunmaktadır.)
Koçanlı Konağı'nın yan sokağa bakan pencerelerinin demir parmaklıklarına yansıyan Çandarlı Baskını'nın 30 yıl sonraya uzanan korkusu
(Eylül 2007)
(Şubat 2004)
Baskının ardından konu İstanbul’a; Saraya
bildirilir. Serdar Ömer Paşa ve Konya Ereğlisi derebeyi Davaslıoğlu Hasan Bey adalardan
intikam almakla görevlendirilir. Ayvalık
ve Sakız adasına yapılan baskınlarla
intikam alınır. Oradan getirilen kız ve erkek çocukları zengin ailelerine
evlatlık verilir. Bunların tümü Müslüman olurlar. Midilli adasının ayanı olan Kulaksızoğlu, adalara
kaçırılan Türk çocuklarından 30 kadarının, 32’şer altından diyetini ödeyerek Çandarlı’ya geri dönmelerini sağlar.”(16)
(Nisan 2008)
(Mart 2018)
(Haziran 2020)
İşgal ve Kurtuluş
1.Dünya Savaşı’nın öncesinde Osmanlı topraklarında; Rumeli’nde ve
Anadolu’da kabaran milliyetçi akımlar, Batı Anadolu’da da etkisini gösterdi.
Emperyalist kışkırtmaların etkisi altında; yıllarca barış içinde yaşamış bu
toprağın insanları, 1922’de; daha sonradan karşı yakadakilerin Küçük Asya Felaketi olarak
adlandıracakları büyük bir ayrılığa doğru sürüklendiler. Savaşlar, acılar,
dökülen kanlar; toplumlar arasına ekilen yeni düşmanlık tohumları, hep bu
yıllarda döşedi taşlarını.
Bergama'da Bergama Çayı (Selinus) boyunca 19.yy.dan kalma çoğu Rumlara ait eski çırçır fabrikalarının yıkıntıları; arka planda Kızıl Avlu...
(Temmuz 2008)
(Temmuz 2008)
Bergama'da 19.yy.da Rumların yaşadığı mekan; Domuz Alanı'ndan Bergama'nın Türk mahallelerine bakış; en arkada Viran Kapı...
(Haziran 2004)
Yunan kaynaklarına göre, 30 Mayıs 1919 tarihinde 8.
Giritliler Alayı’nın 1. Taburu, beraberinde bir topçu, bir de süvari takımı
olduğu halde Bergama’yı işgal etti. 2
Haziran günü Yunan taburu daha üstün Türk kuvvetleri tarafından kuşatıldı ve
büyük kayıplar vererek Menemen’e çekildi. Türk kaynaklarına göre Bergama’nın Türk nüfusu, kentin işgal
edildiği sırada hiçbir direniş göstermedi. Ancak sonraki üç gün içinde Yunan
ordusunun giriştiği hırsızlık, Türk vatandaşlarını katletme, kadınlara tecavüz
gibi eylemleri, Türk ahalinin silahlı ayaklanmasına yol açtı ve Yunan taburu
kentten kovuldu.(17)
Bergama'da; Domuz Alanı'nda 19.yy.dan kalma Rumların kahvehanesi, Kafeneon Attalos; şimdilerde Ticaret Odası Lokali...
(Haziran 2004)
19.yy.da Bergama'da Rum ve Yahudi mahallelerini birbirinden ayıran Selinus Çayı ve Kızıl Avlu'nun altından geçen Roma devri tünelleri
(http://www.bluepoint.gen.tr/izmir)
“Bu olaylardan sonra, hayatı ve şerefi tehdit
edilen Bergama nüfusu, yekvücut halinde ayaklandı ve sayısının azlığına ve
silahlarının kötü kalitesine rağmen Yunan taburunu kovmayı başardı ve tabur,
telaş ve karışıklık içinde geriledi. Şanlı(!) Yunan askerleri, geriledikleri
sırada karşılaştıkları masum vatandaşları katlederek ve Türk köylerini tahrip
ederek öç aldılar. İki binden çok Müslüman öldürüldü. Yunanlıların Bergama’dan
geri çekilişlerinden bir gün sonra Midilli’den Dikili’ye dört bin kişilik bir
eşkıya kuvveti çıktı ve önce orada birkaç yüz Müslümanı katletti. Bu askeri
kuvvet, Bergama’ya doğru yürürken yolda karşılaştığı her şeyi yağmaladı ve
herkesi kılıçtan geçirdi. Kırıklar, Sahancı, Şakköy, Kalarga, Çamköy, Alacalar,
Tekeli ve Sendel köyleri yerleri tanınmayacak derecede tahrip edildi ve
kundaktaki bebelerine kadar sakinlerinin tümü katledildi.
Silahlı Yunanlılar yaklaşınca Bergama nüfusu kaçıp
Soma’ya sığındı. Zamanında kaçamayan ihtiyar ve hastalar insafsızca kılıçtan
geçirildi.” (Greek Atrocities in the
Vilayet of Smyrna; (1919); sayfa:49)
(www.bergamaturkey.cjb.net)
17 Haziran 1919 tarihinde 8. Giritliler Alayı’nın 1.Taburu, Bergama’dan geri çekilerek Menemen’e girdi ve o gün TürMenemenk
bibliyografya kaynaklarına göre kentin Türk nüfusunun katliam gününe dönüştü.
Aynı kaynağa göre; Rum izciler, katliamdan önceki akşam Türk evlerine özel
işaretler koydular ve aynı gece Yunan birliğinin erleri kaymakamlık binasını
ele geçirerek Kaymakam Kemal Bey’i ve
jandarmayı öldürdüler. Olayın ayrıntıları, İzmir
Vilayetindeki Yunan Vahşeti başlıklı Türk yayınında şöyle anlatılmaktadır(18)
(Ocak 2008)
(Nisan 2008)
(Nisan 2008)
“Geçtiğimiz Mayıs ayının 22’sinde Kaza Kaymakamı
Kemal Bey, Menemen’in Yunan orduları tarafından işgal edileceğini halka haber
verdi ve bizi sakin olmaya çağırdı. İşgal tam bir sakinlik içinde gerçekleşti.
17 Haziran Salı gününden itibaren Yunan askerleri ve yerliler tarafından
Menemen Müslüman ahalisine karşı girişilen katliamları şikâyet etmek üzere
ekselanslarına hitap ediyoruz. […] Cinayetten bir önceki gece kaymakamlık
konağını ele geçiren güçlü bir Yunan müfrezesi, kaymakamı ve orada bulunan altı
jandarmayı katletti. […] Menemen’de yapılan katliam ve zorbalıkları haber almış
olarak, biz; aşağıda imzası bulunan Vali İzzet Bey, İngiliz subayları Yüzbaşı
Charns ve Teğmen Lorimer, İngiliz ve İtalyan konsolosluklarından tıbbi
delegeler, 17 Haziran 1919 Salı günü burada vuku bulan olaylar hakkında
soruşturma yapmaya geldik. […] Yunanlı işgal komutanı, Yunan askerlerine
arkadan ateş açıldığını ve bunu izleyen çatışmada Kaymakam Kemal Bey ve daha
birkaç kişinin öldürüldüğünü iddia etti. […] Türklerden bin kurbana karşılık
Yunanlılardan sivil veya asker yaralıların bulunmayışı tanıklıkların gerçek
olduğunu doğrulamaktadır.” (Greek
Atrocities in the Vilayet of Smyrna; (1919); sayfa:56)
Menemen'de Yunan işgali sırasında şehit edilen Kaymakam Kemal Bey'in anısına Kurtuluş'tan sonra dikilen anıt
(Ocak 2008)
Sonra ne oldu? Aradan
geçti 3 koca yıl ve daha fazlası… Mustafa
Kemal Atatürk’ün liderliğinde sürdürülen vatan savunması ve Kurtuluş… Batı Anadolu’da İzmir’e doğru
çekilen Yunan işgal güçleri tarafından ateşe verilmiş kasabalar bir bir
yanarken; Geldik 9 Eylül 1922’ye…
9 Eylül 1922'de İzmir'e giren Türk Ordusu Kordon'da...
“13 Eylül, saat 03.45’de 1.
Ordu Komutanlığı’na 2. Kolordu’dan içinde Reşadiye (Zeytindağ) Belediye
Reisi’nin verdiği bilgiler de olan aşağıda özeti yazılı rapor gelir ve emrin ne
şekilde olacağı sorulur:
“Yunan
Jandarmaları ile bir kısım Hıristiyan halkın ve 5.000 kadar Yunan askerinin
11/12 Eylül gecesini Bergama
batısında geçirerek, 12 Eylül sabahı Dikili
doğrultusunda gittikleri, Dikili’de
bir haftadan beri dört-beş nakliye gemisinin bulunduğu, Reşadiye [Zeytindağ] Belediye Reisi tarafından
bildirilmektedir. Bu kuvvetin 12 Eylül akşamı Dikili’ye varacağı ve Midilli
Adası'na geçeceği muhakkak olduğundan, 13 Eylül sabahı sevk olunacak bir
müfrezenin Yunanlılara yetişmesine imkân görünmemektedir. Bu müfrezenin Bergama civarında çekilen yerli
Hıristiyanlara yetişmesi mümkündür. Ayvalık
ve Edremit kıyılarında da yerli
Rumlara rastlanılabilir. Dikili ve
daha kuzeyine müfreze gönderilip gönderilmemesine emir ve müsaadeleri.” (ATASE Arşivi)
1.Ordu Komutanı bu raporu alınca, 13
Eylül saat 05.00’de 2.Kolordu’ya; 2.Süvari Tümeni’nin kolordu emrine
verildiğini ve Dikili’ye hareket
ettirilmesi, Kolordunun en kuzeyindeki tümeninin de Dikili’ye gönderilmesi, düşman döküntülerinin esir veya yok
edilmesi emrini verir. (ATASE
Arşivi)
2.Süvari Tümeni saat 10.00’da Karşıyaka’dan Menemen-Aliağa-Reşadiye yoluyla yürüyüşe geçer ve saat 22.00’de Reşadiye İskelesi’nin 3 km güneyinde
açıkta geceler.
14. Piyade Tümeni de Menemen doğusundaki Yahşelli bölgesinden saat 10.30’da
hareket eder. 7.Tümen’in emrine
verilen 23.Piyade Alayı’nı Helvacıköy’den alıp, saat 23.00’de Reşadiye İskelesi’ne vararak gecelemeye
geçer.
14 Eylül
saat 06.00’da hareket eden 2.Süvari
Tümeni, saat 12.30’da Dikili’ye
ulaşır. Yunanların son kafilesi, 13/14 Eylül gecesi kasabayı yakarak vapurlarla
Midilli’ye geçmiş olduklarından, Süvari Tümeni Yunan birliklerine
rastlamaz. 14.Piyade Tümeni ise, 14
Eylül akşamı saat 18.00’de Dikili’ye
varır. Yunanlar kasabada birçok cephane, bomba, araç gereç bırakmışlar, bir
kısım hayvanları öldürmüşler ve 1.000 kadar beygir, katır, öküz ile 3.000 kadar
koyunu başıboş bırakmışlardır.”(19)
(Mart 2021)
(Mart 2021)
(Şubat 2010)
(Şubat 2010)
Elaia bugünkü adıyla Kazık Bağları; günümüzde hemen altında uzandığı Zeytindağ kasabası ile birlikte, bir şekilde hayatiyetini sürdürmektedir. Osmanlı döneminde bir ara V. Mehmet Reşat’ın tahta çıkışı ile Reşadiye ismini alan Zeytindağ (eski Kiliseköy), şimdilerde bu ismi Şakran yönünden Bergama’ya doğru ilerlerken deniz kıyısında yer alan İskele mevkiinde yaşatmaktadır. Halk arasında Reşadiye İskelesi olarak da bilinen bu bölgede 19.yy. Osmanlı döneminden kalma eski bir cami kalıntısı ve kıyıdaki antrepolar dikkat çekmektedir. Söz konusu cami, yakın zamanlarda bir restorasyon geçirerek yaşadığı tarihi süreç ile ilgisi olmayan bir isimle adlandırılmış olsa da, kıyıdaki Reşadiye İskelesi’nin 19.yy.dan kalma yıkık dökük depoları ile birlikte Osmanlı’nın son zamanlarındaki yaşanmışlıklarının bir delili olarak ayakta durmaktadırlar.
(DEVAM
EDECEK)
Dipnotlar:
1.
Murat Tozan, Roma’nın
Anadolu’daki Egemenlik Politikası; Kentler ve Bağımlı Krallıklar(İ.Ö. 133-İ.Ö.
89); Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, İstanbul-2016; sayfa:69
2.
II. Makedonya Savaşı sırasında Elaia’nın 10 km kadar güneyindeki Myrina,
V.Philippos tarafından ele geçirilmiş, daha sonra Roma ile yapılan anlaşma
gereğince Philippos garnizonunu geri çekmişti. (Murat Tozan, a.g.e; sayfa: 118
dipnotu)
3.
Murat Tozan, a.g.e; (117-118-119)
4.
Conventus Sistemi: Roma Devleti’nde eyaletlerde
(provincia) yargı işlerinin yürütüldüğü yapı
5.
Murat Tozan, a.g.e; (121-122)
6.
Ersin Doğer, Aliağa Tarihi, İlkçağ’dan 21.yüzyıla; Aliağa
Belediyesi, Aliağa Kent Kitaplığı Dizisi-4; Ekim 2017-Ankara; sayfa: 94-95
7.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 97-99
9.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 98
10.
Foça’daki Ceneviz egemenliği 1275 yılında İmparator
Mikhael Paleologos tarafından 1275 yılında Zaccaria
ailesine dirlik olarak verilmesi ile başlar.
11.
Bizans dönemi bilgileri için bkz.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 97-99
12.
Hilal Ortaç; Tapu Tahrir Defterlerine göre
16.yüzyılda Güzelhisar; Aliağa Belediyesi, Aliağa Kent Kitaplığı Dizisi-7; Aralık
2018-Ankara; sayfa: 19-20
13.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 133
14. Dr. Georgios Nakracas; Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, Yunancadan çeviren: İbram
Onsunoğlu, Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa:68
15.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 183-184
16. Osman Bayatlı,
Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII.
– XIX. Yüzyıl Olayları; 1957 Baskısı; Sahife:45–46’dan yararlanılmıştır.
17. Dr. Georgios Nakracas; a.g.e.; sayfa: 92-93
18. Dr. Georgios Nakracas; a.g.e.; sayfa: 94-95
19.
Ersin Doğer; a.g.e; sayfa: 217
20.
Fotoğraflar, belirtilenler dışında gezi sırasında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.
Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC
Çok güzel,tarih turu tadında bir çalışma, elaia ile pergaman arasındaki yolun neredeyse ortasında zeytin bahçem var,her zaman beklerim, üstünde yürüdüğümüz yerlerin tarihini hep merak etmişimdir.
YanıtlaSilBloğumuza göstermiş olduğunuz ilgi ve geri bildiriminiz için çok teşekkürler... Nazik davetiniz için de ayrıca teşekkürler...İF
Sil