Sayfalar

13 Mart 2019 Çarşamba

GERMİYAN’DAN GÜVERCİNLİK’E…


21 Şubat 2019
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Bugün Cumhuriyet’in kazanımlarının farkında; onun bu topraklara armağan ettiği bir aydınlık yaşamın, köyün kahvehanesinin duvarlarına yansıdığı bir mütevazı Ege köyünün çevresindeki tepelerde ve vadilerde dolaştık keyifle. Mübadele sürecinde yurt belledikleri bu toprakları terk eden suyun öte yakasındaki insanların izlerine rastladık bir vadinin içindeki yıkıntılar arasında. Suya doymuş topraklarda dolaşırken karasuluklar çıktı yolumuza zaman zaman. Doğanın eşsiz yalnızlığında, rant avcılarının doğaya meydan okuyan çirkin girişimlerine öfkelendiğimiz de oldu. Kısacası kısmen buruk bir tat, kısmen hüzün; ama baharın ilk ışıkları içinde; Çeşme’ye bağlı Germiyan köyünde ve çevresinde geçti günümüz. Kapanış ise; denizin kıyısındaki Germiyan Yalısı’nda; kıyıya doğru esen bir isyankâr rüzgârın dalgalara verdiği nefesle nihayet buldu.

 
Germiyan'dan Güvercinlik'e; terk edilmiş Rum yerleşiminin yıkıntılarının bulunduğu Güvercinlik Mevkii

 
Sabahın erken saatlerinde Dağa Kaçtım gezginleri, Germiyan köyüne girerken...

Germiyan köyü

Germiyan; İlkçağ’da Herodotos’un tanımıyla kentlerini “yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde(1) kuran İonların toprakları olarak tanımlanan İonia’nın bir parçası ve 12 İon kentinden biri olan Erythrai’nin yakınlarında kurulmuş eski bir yerleşim. Büyük olasılıkla İlkçağ’da Germiyan da; İon kenti Erythrai’nin kırsaldaki uydu yerleşimlerinden (demos) biri idi. Bunu ele veren antikitelere (zeytin preslemekte kullanılan taş bilezik, ezme kapları v.b.) hala bugün köyün çevresindeki arazide rastlanabiliyor. Köyün içindeki evlerin önünde alâmetifarika gibi dikkat çeken ve genellikle köy sakinlerinin akşamüstü serinliğinde oturmak amacıyla kullandıkları sütun parçaları da bunların bir delili gibi…

 
Germiyan köyünde sabah

 
Germiyan köyü; zeytin sıkımında kullanıldığını düşündüğümüz bir taş bilezik

Ama bizim Germiyan’a dair yazacaklarımız ağırlıklı olarak daha sonraki zamanlara; Türkmenlerin Batı Anadolu’ya ulaşarak, buraları yurt edindikleri 13.yy.dan sonrasına dair… Adı ile müsemma bir yer Germiyan; aslında yüzlerce yıllık tarihi bir anlamda isminde saklı. Germiyan’la isimdaş diyebileceğimiz; Batı Anadolu’da Aydın’a bağlı Germencik ismiyle bilinen bir ilçemiz daha var. O da köken olarak Germiyancık’ın halk ağzında söylene söylene bozunarak, günümüze Germencik şeklinde evrilmesi ile oluşmuş.

 
Gezginin bir kuyu başındaki düşünceli hali

  
Germiyan anemonları

 
Laleköy'ü ararken rastladığımız badem çiçekleri

Beyaz gelinlikleri içinde Germiyan bademleri

Bize göre Aydınoğulları ile ilgili olarak şimdiye kadar yapılmış en yetkin çalışma olarak kabul edebileceğimiz Dr. Himmet Akın’ın Aydınoğulları Tarihi hakkında Bir Araştırma isimli kitabında Batı Anadolu’daki Germiyan isminin kökeni ile ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

“Denilebilir ki, XIII. yüzyılın sonlarında, Anadolu’nun en kuvvetli beyliklerinden biri halinde görünen Germiyan Beyliği’nin Denizli, Afyon ve Kütahya dolaylarından batıya doğru Bizans topraklarını fethe girişmesiyle, tetkik konumuz olan Aydınoğulları da tarih sahnesine çıkmış bulunuyor. Çünkü Aydınoğulları Devleti’ni kuran ve Aydın Oğlu Mehmed Bey diye anılan Mübariz-üd-Din Gazi Mehmet Bey’in Germiyani Alişir oğlu Yakub Bey’e tabi bir subaşı olduğu bilinmektedir.”(2)

 
Germiyan köyü; cami ve sokak..

 
Germiyan'dan Güvercinlik'e; Yürüyüş Rotası: 2+9,5 km; toplamda 11,5 km. yürüdük.
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen:MYC)

Köyün tarihi kayıtlarda geçen bir diğer ismi ise Kızılkilise… Büyük olasılıkla Türkmenlerin Batı Anadolu’ya ilk ulaştığı zamanlardan yadigâr bu isim, Batı Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde Germiyanoğulları’nın Subaşısı Aydınoğlu Mehmet Bey’in ve onun oğullarının Çeşme ve Urla civarındaki fütuhat sürecinde Germiyancık’a dönüşmüş. Sebahattin Şimşir’in Germiyan Köyü ve Mezar Kitabeleri isimli makalesinde Germiyan ismi ve yakın çevresindeki köy isimleri ile ilgili şu bilgiler aktarılıyor:

 
Germiyan-Nohutalan çıkışı; keçilerin geçişi

 
Zeytin terasları

 
Nohutalan yolunda küre çiçekleri

Germiyan veya halk arasındaki söylenişi ile Kermen köyünün tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bu köyle ilgili ilk bilgilere Osmanlı Tapu Tahrir Defterleri’nde rastlanmaktadır.

Ankara Tapu Kadastro Arşivi’nde bulunan Ekim 1573 (981 Receb) tarihli ve 302 numaralı Sığla İcmal Defteri’nde Çeşme kazasına bağlı 53 köy geçmektedir. Bunlar; Çeşme, Kösederesi, Emirdoğan, Boynak, Selmanönü, Küçükbahçe (Kabaklakağaç), Bozburun, Boz, Saipyüzü (Çaryek), Zeytinönü, Bozyaka, Reisli, Ovacık, Seferihisar, Evrenli, Yassıkışla, Kızılcadepecik, Dere, Ecebölüğü, Gözsüzler, Kavak, Ilıca, Ebesliburnu, İsalar, Tahin (Hereke), Turgutlar, Otururca, İshaklar, Depecik, Ulaş, Yenice (Kazancılar), Buruncuk, Çıtlak, Eğridere, Kayabaşı, Kuyucak, Manastır, Balıkağu, Zeytinlikışlası (Ericak), Kavlakkışla (Şahinlerkışlası), Yukarıtemse, Ortatemse, Aşağıtemse, Ürkmez, Köseler, Dere, Debecik, Alacaat, Karacahisar, Gönebise, Ildırı, Birgicik ve Kızılkilise (Germiyancık)
Cumhuriyet döneminde de varlığını devam ettiren köyün Kızılkilise adı tamamen unutulduğu gibi Germiyancık isminin sonundaki ek düşerek Germiyan olarak anılmaya başlamıştır. Günümüzde köyden kente göçle tenhalaşan köyün geçim kaynakları arasında tarım ve hayvancılık halen önemini muhafaza etmektedir.”(3)

 
Germiyan kırsalında bir servinin dibindeki kuyu başındayız.

 Yaşlı ve iri gövdeleriyle saygıdeğer zeytin ağaçları

 
Güvercinlik yolundayız.

19.yy.da Mora Ayaklanması sonrasında Kıta Yunanistanı’ndan ve Ege adalarından Batı Anadolu’ya yönelen Rumların göçü, geldikleri yerlerde eksikliğini hissettikleri zenginlik ve refahı arama refleksiyle özellikle Ege kıyısındaki kasabalarda ve şehirlerde tutundu. Öyle ki; Ortodoks Hıristiyanlar, Anadolu’ya göçmezden önce Çeşme (Krini) kazasının nüfusu tümüyle Müslümandı. Bunu 1670’de Çeşme’nin katışıksız bir Türk bölgesi olduğunu yazan Evliya Çelebi’den de öğreniyoruz. Bu demografik gerçek, neredeyse 18.yüzyılın başların dek hiç değişmedi.

Güvercinlik'te bir badem ağacı

 
Agios Haralambos Kilisesi; Çeşme
(Mayıs 2014)

  
Üç nefli Agios Haralambos Kilisesi; Çeşme
(Mayıs 2014)

Yunan yazar Georgios Nakracas’a göre; daha sonraları Çeşme kazasında Ortodoks toplulukların birikimi öylesi bir yoğunluk kazandı ki; 20.yy.ın ilk çeyreğinde Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan Hükümeti’nin de resmi veri olarak kullandığı Atina Üniversitesi’nden Sotiriadis’in sayılarına göre, 1912’de Çeşme kazasında yaşayan 59.039 kişilik toplam nüfusun 50.709’u Rumdu.

 
Agios Haralambos Kilisesi'nin tavan freskolarından biri; Pantokrator (Öğretmen) İsa
(Mayıs 2014)

 
 Agios Konstantinos ya da Meryem Kilisesi; Alaçatı
(Ağustos 2008)

Agios Konstantinos Kilisesi; restorasyon sonrası...
(Nisan 2011)

Agios Konstantinos Kilisesi, ikonastasis; Alaçatı; yapım tarihi:1874
(Ağustos 2008)

Sütun başlığı detayı; Agios Konstantinos Kilisesi; Alaçatı
(Ağustos 2008)

 
Kilisenin kitabesi; 1874 yılı
(Nisan 2011)

“Rumca konuşan Hıristiyanlar, Ege adalarından gelerek, Çeşme kentine daha eskiden mali göçmen olarak yerleşmişlerdi. Çeşme’ye en yoğun Hellen göçü, 19.yy. başlarından sonra gerçekleşti. Bu göçmenler çeşitli kent mesleklerinde çalışıyorlardı veya denizciydiler.

…Kazanın taşra kesiminde salt Rumca konuşan nüfusu olan şu dört kasaba ve köy vardı: 15.000 Rum sakini olan Alaçatı, 6.000 sakini olan Kato Panaya (Çiftlikköy), 3.000 sakini olan Reisdere ve 1.535 sakini olan Litri (Palies Eritres, Ildırı). Bu Rumlar özellikle adalardan gelmişlerdi. Geriye kalan köylerde az sayıda Rumca konuşan Hıristiyanlar vardı; onların nereden geldikleri konusunda bibliyografik bilgiler bulunmamaktadır. Bu köyler şunlardı: Agrelya (Alaçatı yakınları-İF), Pirgi (Birgi-İF), Arıca, Çuralanı, Nohutalanı, Uzunkoyun (Uzunkuyu-İF) ve Kemeryaylası.”(4)

 
Alaçatı; Hacı Memiş Mahallesi, Çınaraltı'ndan Kilise'ye doğru...
(Kasım 2018)

  
Nohutalan Kilisesi'nin arkasındayız.
(Fotoğraf: MYC; Kasım 2017)

 
Nohutalan Kilisesi'nin önden görünüşü; harap durumda...
(Fotoğraf: MYC; Kasım 2017)

Germiyan civarında da mezra boyutunda diyebileceğimiz Rum yerleşimlerinin izlerine bugün dahi rastlanabiliyor. Her ne kadar büyük bir terk edilmişlik ve hüzün hisleriyle karşılasa da bizi; yine de o günlerdeki yaşamın nadir izleri göz kırpıyor ziyaretçilerine… Bugünkü yürüyüş rotamızda Germiyan’dan başlayıp Sivri Tepe’yi kuzey yönünden dolaşarak bir vadinin ucunda eriştiğimiz Güvercinlik Mevkii de 1924 Nüfus Mübadelesi ile sessizliğe gömülen 19.yy. Rum yerleşimlerinden birisini saklıyor. Biraz da oradan söz edeceğiz bugün.

 
Sabah vakti; Germiyan köyü kahvehanesi

 
Germiyan Köyü Kahvehanesi'nin duvarlarına yansıyan geçmiş hayatlar...

Yürüyüşün Hikâyesi

İzmir’den Çeşme otoyolunu takiben Germiyan’a ulaştığımızda, saat 10 bile değildi. Arabamızı bıraktığımız yerden köyün kalbine doğru yürürken, doğudan ağır ağır yükselmekte olan güneşin parlak ışıkları, sabah ayazında sırtımızı sıvazlarcasına ısıtıyordu ardımızdan. Köyün kahvehanesi oldukça sakindi. Çardak altında sohbet eden birkaç köylüden başka ortalıkta kimsecikler yoktu. Kahvehaneden içeri girdiğimizde bizi 30’lu yıllardan başlayarak 80’lere dek uzanan geniş bir zaman dilimine ait onlarca fotoğrafla donatılmış duvardaki panolar; fotoğraflarda o yılların Germiyan’ına ait gülümseyen umut dolu ve pırıl pırıl Germiyan köylüleri karşıladı. Belki de çoğu yaşamıyordu artık; ama Cumhuriyet’in erken kuşakları olarak omuzlarına binen ağır sorumluluğa rağmen; hiçbir yorgunluk emaresi vermeksizin, yaşama sevinci ve coşkuyla donanmış halde ve yüzlerine vurmuş hafif bir tebessümle yüklü; poz vermişlerdi objektiflere hepsi. Ocakta çayları doldurmakta olan kahveciye sorduk fotoğrafların anlamını; O da bize anlattı. Köyde yakın zamanda yapılan bir festival öncesinde köyün sakinlerinden toplanmıştı bütün hepsi. Tek tek isimlerini saydı fotoğraflardakilerin; kimlerdendiler; ne iş yaparlardı; köye gelen ebeydiler; öğretmendiler; çiftçiydiler; Selanikliydiler; muhacirdiler; buraları yurt edinmiş ahir zaman misafirleriydiler. Birer film şeridi gibi hepsinin hayatı geçti gözlerimizin önünden; Cumhuriyet’in zor zamanları; fedakârlık yılları… Ne yazık ki; değerini bilemedik. Bir rüya gibi elimizden kaydı gitti; tıpkı bu fotoğraflardaki soluk hayaller gibi…

Cumhuriyet'in ilk kuşakları; Germiyan köylüleri

 
Eski ve sararmış Germiyan anıları; sevincin ve tasanın paylaşıldığı zamanlar...

Şimdi o çileli günlerden bugünlere kalan duvardaki bu fotoğraflar, birer ibretlik abidesi gibi yüzümüze yansır durur Germiyan köyü kahvehanesinde; loş bir aydınlıkta.

 
Osmanlı'dan kalan bir tapu; Germiyanlı ressamların fırçası...

 
Duvardaki resimler; Germiyan köy kahvehanesinin içi

 
Çalınan davullar, sünnet düğünleri ve tarlada hasat

Kahveciden aldığımız bilgiler ışığında önce Germiyan Yalısı’na doğru yürüdük. Denizi gördüğümüz noktadan kuzeye doğru, dönerek bir patikayı takiben terk edilmiş eski Türk yerleşimi Laleköy’ü aradık. Yaklaşık 2 km kadar yürüdükten sonra anladık ki; yanlış yoldayız. Laleköy; Germiyan Yalısı’na doğru inen asfaltın Reisdere yönündeki diğer yakasındaydı. Onu bulmayı başka bir zamana bırakarak esas hedefimiz olan Güvercinlik Mevkii’ne doğru yürümek amacıyla yeniden Germiyan köyünün merkezine döndük. Yol üstünde merkebine çalı çırpı yükleyen 80’lik bir amcanın çalışkan tavrı, dikkate değerdi. Kısa süren bir sohbet sonrası yanından ayrıldık ve Germiyan köyünün Nohutalan çıkışından başlayarak Sivri Tepe’ye doğru yürüdük.

 
Laleköy'ü ararken rastladık; 80'lik bir Germiyanlı delikanlı

Kuyu bileziğinin üzerinde biten ballıbabalar

 
Nohutalan yolunda keçiler 

Yol boyunca rastladığımız bademler, pembe-beyaz çiçekleriyle baharın ve yeni hayatın her zamanki öncüleriydi. Kimi tomurcukta, kimi çiçekteydi; kimisi ise kuytu köşelerde yapraklanmıştı bile. Germiyan’dan Nohutalan’a giden asfalt yoldan biraz sonra ayrıldık ve Sivri Tepe’nin batısından tatlı bir meyille alçalan bir vadinin içine doğru girdik. Nohutalan köyü yönünde ilerleyen vadinin içinde; yer yer sürdürülen derme çatma inşa faaliyetleri, sağa sola dökülmüş moloz artıkları; beton çitlerle çevrilmiş korunaklı alanlar rahatsız ediciydi. Bütün tabiat uyanmıştı oysa. İnsan eliyle doğaya bırakılmış bu kirlilikle tezat; ne kadar güzellik varsa, doğa onu sergilemenin telaşı içindeydi.

  
Germiyan'dan Nohutalan'a doğru, bir süre bu pastoral patikada yürüdük. 

Gezginler, Nohutalan yolunda...

 
Papatyalar

Vadinin yamaçlarında ve düzlüklerde zeytin ağaçları, bademler, makilikler içinde pırnarlar, sakız çalıları, patlamaya hazır melengeçler, tırtırlı yapraklarının arasından birer küpe salkımı gibi sarkan göz alıcı beyaz çiçekleri ve parlak kırmızı gövdeleriyle sandal ağaçları çevremizdeki bitki örtüsünün dikkati çeken önemli unsurlarıydı.

 
Mor çiğdemler

 
Mor renkli küre çiçekleri

 
Yukarıdaki fotoğrafı çekerken diğerleri de boş durmuyordu.
(Fotoğraf: MYC)

 
Sandal ağacının küpeyi andıran beyaz çiçekleri

Ya çiçekler; bu bölgeye özgü; açık mor renkli, papatyayı andıran görünümleriyle küre çiçekleri (Latince ismi: globularia alypum), mor çiğdemler, anemonlar, ballıbabalar, bir çayırı beyaza boyayabilecek potansiyele sahip bembeyaz papatyalar, ağırlığından taşıyamadığı; ortasında sarı dişi organları ve krem-beyaz rengi taç yapraklarıyla boynu bükük ve oldukça hafif kokulu yabani nergisler, bir dere yatağının içinde rastladığımız ve yine soğanlı bir bitki olan ve sapsarı; çiğdemi andıran, ama farklı özellikteki bir başka tür çiçek; hepsi önümüzde ve ardımızda bize eşlik ettiler sessizce.

 
Bir tarla sınırında yabani nergisler

 
O sarı çiçekler; ismini bilemedik.

 
Yürdüğümüz patikanın iki yanında göztaşı atılmış zeytin ağaçları

Vadinin dibinde yürüdüğümüz patikada rastladık onlara; iki yanımızda sıra sıra ve petrol mavisi rengi yapraklarıyla genç zeytin ağaçları, usul usul esen rüzgâra ayak uydurmuş; iki yana sallanan dallarıyla selam durur gibiydiler bizlere. Belli ki sahipleri yeni göztaşı atmıştı üzerlerine; mavilikleri ondandı.
 
Bir servinin dibinde bir başka kuyu ve suya doymuş topraklar

 
Bademli patikalar

Diğer kuyu; Güvercinlik'e doğru...

Sivri Tepe’nin kuzeyine doğru yönelen patika biraz ileride ikiye ayrıldı. Nohutalan köyüne doğru giden patikaya değil de, Sivri Tepe’nin eteklerini yalayarak ağır ağır güney doğuya; bir başka vadinin içine doğru kıvrılacak diğerine yöneldik. Sivri Tepe’nin sırtları, sık makiliklerle kaplıydı. Solumuzdaki tarla suya o kadar doymuştu ki; her taraftan karasuluklar patlamış ve akan su, tarlanın birçok yerinde gölcükler oluşturmuştu. İleride birkaç servi ve onların dibinde iki kuyu vardı. Elden geçirilmiş kuyu düzleminin üstünde ballıbabalar bitmişti. Taşın üstündeki bir miktar toprak onlara hayat vermişti besbelli.

 
Güvercinlik yakınlarında zeytinlikler

 
Güvercinlik'te; bir zeytin sekisinin üstündeyiz.
(Fotoğraf: MYC)

 
Güvercinlik'te üç yol ağzında, Rumlardan kalma bir su kuyusu; bir konfor alanı...

 
Kuyunun çevresindeki döşeme taşların güzelliği ve bir ezme kabı

Küçük bir dereciği atlayarak Sivri Tepe’nin kuzeydoğusundan dolaşan bir dere yatağından yürümeye devam ettik. Güney batı yönünde Sivri Tepe (yaklaşık 220 metre yüksekliğinde), kuzey doğu yönünde ise Taşlı Tepe diye adlandırılan, ama Sivri Tepe’ye göre daha alçak bir tepenin (yaklaşık 160 metre yüksekliğinde) arasındaki vadide yaklaşık 1 saat kadar yürüdük. Saat 13 gibi hedeflediğimiz Güvercinlik Mevkii’ne ulaşmıştık. İlk anda nereye geldiğimizden o kadar emin de değildik. Önümüzde tel örgülerle çevrilmiş bir çiftlik arazisi; karşı sırtta yeni yapıldığı anlaşılan bir taş ev ve sağımızda solumuzda bir sürü yaşlı zeytin ağacı ile çiçeğe bürünmüş bademler vardı. Hangi yoldan gidelim diye düşünürken, evden hareket eden bir araba Sivri Tepe’ye doğru yöneldi. Anladık ki; Sivri Tepe’nin güneyinden kıvrılan bir başka yol daha vardı. O yöne doğru yürüdük. Yola ulaştığımızda hemen altımızdaki teraslar, keçi boynuzu ve zeytin sekileriyle bir eski yerleşime ait yıkıntılar hemen kendini ele veriverdi. Güvercinlik Mevkii’ndeki terk edilmiş eski Rum yerleşimine gelmiştik.

 
Güvercinlik'te Rumlardan kalma teraslar; zeytin terasları

 
Üç yol ağzı, Güvercinlik Mevkii

Güvercinlik Mevkii; eski bir Rum yerleşimi

Köy, Sivri Tepe’nin hemen güney doğusunda; Nohutalan yönünde alçalan bir vadinin eşiğinde kurulmuş. Her ne kadar üzerinden en az bir yüzyıl geçse de, tarımsal alan elde etmek amacıyla son derece özenle teraslanmış arazi oldukça dikkat çekici. Bu terasların büyük olasılıkla zeytin ve bağ tarımı yapmak için hazırlandığını düşünüyoruz. Zamanında köyde yıkıntılar arasında tespit ettiğimiz 10-15 civarı ev varmış. Kesin rakamı söylemek zor; çünkü evlerin sınırları birbirine karışmış; duvarların çoğu yıkılmış durumda.

 
Teraslar ve bir basit merdiven...

 
Teras duvarına gömülmüş belki bir bitmemiş değirmen taşı ya da ezme kabı

  
Köye doğru...

Köyün evleri teraslanmış alanın kuzey batısında yer alıyor. Makilik örtü, yüzyıllık bir uğraş sonunda terasların bir kısmını kaplamış. Köyün sırtını yasladığı güney batı-kuzey doğu ekseninde uzanan yaklaşık 210 metre yüksekliğindeki bir başka tepe kızılçamlar ve makilikle kaplıydı. Köyün önündeki düzlükler de tarıma oldukça uygundu. Bu alanı kayıtlara göre bir Türk köyü olan Germiyanlılardan çok, Reisdere ya da Nohutalan’da yaşayan Rumların kullanma olasılığı daha yüksekti. Reisdere(5), 19. yüzyılda neredeyse tamamen Rumların yaşadığı bir köy olarak öne çıkmıştı. Nohutalan’da da bir miktar Rumun yaşadığını, bugün bir kısmı hala ayakta olan ve köyün en yukarısında yer alan Ortodoks kilisesinden anlıyoruz.(6)

 
Bir evin duvarından kalanlar

 
Bir başka evin durumu; evin planı daha anlaşılır halde...

  
Bir keçiboynuzu ağacı

 
Radyus veren bir duvar; su kuyusunun işareti olmalı.

Arkasını; güneybatı-kuzeydoğu ekseninde uzanan 210 metrelik kızılçamlarla kaplı bir başka tepenin sırtlarına dayamış köyün evleri arasında sokakları aradı gözümüz. Ortalık karmakarışıktı. Köyün meydanlığı diyebileceğimiz bir alanda yaşlı bir keçi boynuzu ağacının yerlere eğilmiş dallarının altındaki bir teras duvarının üstüne oturduk. Köyün kuzey sınırını oluşturan dere yatağına doğru konumlanmış son evin kapı eşiğinin başlangıcından başlayıp, aşağıya doğru alçalan düzensiz taşlarla döşenmiş bir patika çekti dikkatimizi. Bir yaşanmışlık işaretiydi; heyecanlandırdı hepimizi gördüklerimiz. Bir merkebin geçebileceği genişlikte; ama evin kapısına kadar uzanan bu konforlu alan, aşağılarda girişine dek ulaşan köyün ana sokağıyla birleşiyordu. Başlangıçta köyün bu girişini gözümüzden kaçırmış ve düzensizce evlerin yıkıntıları arasında dolaşmıştık. Şimdi doğru rotayı bulmuştuk.

 
Eve çıkan döşeme patika

 
Aynı patikanın aşağıdan görünüşü

 
Patikadan aşağıdaki düzlüklere bakış

  
Her yerde yıkıntılar...

Terasların başlangıcında üç yol ağzındaki kuyudan başlayarak köyün şeması ortaya çıkmıştı. Araziden toplanan irice taşlarla tahkim edilmiş terasların bir kısmında yükselen köy, kuzeyindeki dere yatağına doğru konumlanmıştı. Dere yatağına paralel bir döşeme sokak, tatlı bir meyille altında oturduğumuz keçiboynuzu ağacının kıyısından geçerek evlerin arasında kayboluyordu. Evlerin bazılarında yerleşim planları seçilirken, çoğunda her şey darmadağınık durumdaydı. Üstüne üstlük; köyün birkaç evinin içinde defineci tayfası, yine üstüne düşen misyonu yerine getirmiş ve yıkıntıların arasında dedektörlerinin sinyal verdiği birkaç noktada araziyi delik deşik etmişlerdi. Sahipsiz topraklar, karnı delik deşik halde ağlamaklıydı; eski bir Rebet şarkısı gibi.

Costas Ferris'in başyapıtı Rebetiko filminden; Marika'nın şarkısı; Kaigomai Kaigomai (Kegome) yani "Yanıyorum, yanıyorum"... 
(Youtube'dan alınmıştır.)

 
Yıkıntılar arasında insafsız bir defineci çukuru

 
Definecilerin marifeti diğer bir çukur

 
Ocağına dikilen incir ağaçları 

Bir diğeri...

Duvarlar, teraslar ve evler; hepsi birbirine girmiş durumda...

Yıkıntılar arasında dolaşırken bir iki değirmen taşı, teras duvarlarına sıkışmış bir başkası, arazide oraya buraya bırakılmış ezme kapları (şarap ya da zeytin için) gördük. Bazı evlerin duvarları hala ayaktaydı. Araziden toplama, düzensiz ve iri taşların üst üste konulmasıyla oluşturulmuş basit kulübeler görünümündeydi evlerin hepsi. Yaşam alanları fazla geniş değildi ve çoğunlukla tarımsal faaliyetlerin ağırlık kazandığı yaz aylarında kullanılıyor olmalıydı. Dolayısıyla iklimin izin verdiği ölçüde; sokak aralarına ve evlerin önüne de taşan bir yaşam vardı 19.yy.da buralarda. Büyük olasılıkla köy sakinlerinin Reisdere’de kışın yaşadıkları bir başka evleri de vardı.


 
Dağa Kaçtım gezginleri, Güvercinlik'te Rumlardan kalma bir keçiboynuzu ağacının altında...
(Fotoğraf: MYC; Otomatik Çekim)


 
Keçiboynuzu ağacının karşıdan görünüşü

  
Nispeten iyi durumdaki bir ev

  
Köyün girişinden itibaren izlenebilen ana sokağı; sınırları belli...

 
Ortalıkta bir değirmen taşı

Budama görmeyen dallarıyla iyice vahşi hayatın akışına kendini kaptırmış birkaç incir ağacı, ocağına dikildikleri evlerin hallerine mi yansınlar, yoksa kendi hallerine mi; belli değildi. Evlerin arasında dolaştıkça hüzün kapladı içimizi. Dimdik ayakta teraslar, kalın gövdeleriyle zeytinler, bembeyaz çiçekleriyle badem ağaçları ve hemen yanımızdaki akmakta olan derenin sesleri arasında bir süre oturduk. Buraları hiç terk etmeyen ispinozların, karatavukların ve kukumav kuşlarının seslerini dinledik bir süreliğine. Bir de buralardan göçüp giden o eski zaman insanlarının kaybolup giden seslerini aradı kulaklarımız; ama onlardan ne bir haber, ne de bir ses vardı duyulan. Hepsi suyun öte yakasında sonsuzluğa doğru uçup gitmişlerdi şimdi.

 
Güvercinlik'te bir zeytin sekisi; arkada bir badem ağacı bahara durmuş.

 
Güvercinlik Rum yerleşimi; arkada kızılçamlar

 
Sokağın  ve ondan ayrılan basamaklı patikanın birlikte görünümü

 
Keçiboynuzu ağacının aşağıdan görünüşü

Artık Güvercinlik’ten ayrılma zamanıydı. Sivri Tepe’nin güneyinden Germiyan’a doğru yönelen yola girdik. Bir süre yolun başındaki kuyunun civarında oyalandık. Daha sonra dik bir yokuşu tırmanarak Sivri Tepe ile vedalaştık. Artık Germiyan köyünü görebilir bir noktadaydık. Sağımızda terk edilmiş taş ocakları ve yeni kurulmuş güneş kolektörlerinin bulunduğu bir alandan geçerek, bir süre sonra Germiyan köyünü eski Çeşme yoluna bağlayan asfalta eriştik.

 
Ardımızda Güvercinlik Rum köyü; beynimizde hatıralar...

Günün kapanışı, Germiyan Yalısı’nda bir eski dostun yazlık evinin bahçesinde, mangal başındaki güzel bir sohbet eşliğinde yenilen gecikmiş bir öğle yemeğiyle gerçekleşti. Yemek sonrası sahile doğru yapılan yürüyüş sırasında yemeğimizi paylaşan köpekler ve kediler, yegâne yol arkadaşlarımızdı. Akşama doğru kuzeydoğudan esmeye başlayan sert bir poyrazla Germiyan Yalısı’nda hafiften üşümüştük bile. Artık İzmir’e dönme zamanıydı; yine anılar ve gözümüzden silinmeyen izlerle yüklü; Germiyan’dan ayrılarak, İzmir’e doğru yola çıktık.

Dipnotlar:
(1)     Herodotos, Tarih; Çeviren: Müntekim Öktem; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları; 3.Baskı, Mayıs 2006-İstanbul; 142.Bölüm, sayfa: 79
(2)    Dr. Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi hakkında Bir Araştırma; Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları N0:60; Ankara Üniversitesi Basımevi-1968; sayfa: 14
(3)    Sebahattin Şimşir; Germiyan Köyü ve Mezar Kitabeleri; II. Uluslararası Çeşme Tarih ve Kültürü Sempozyumu; sayfa:73
(4)    Dr. Georgios Nakracas; Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni, Yunancadan çeviren: İbram Onsunoğlu, Belge Yayınları, 1.Baskı-Şubat 2003; sayfa:96-97
(5)    Dr. Georgios Nakracas’ın kitabında da kullandığı bilgiye göre; Yunan araştırmacı Anagnostopulu’ya göre; Reisdere’de 20.yy.ın başında 3000 civarı Rum yaşamaktaydı. (Bkz. dipnot-4)
(6)    Nohutalan Kilisesi hakkında bkz. https://dagakactim.blogspot.com/2017/11/birgi-nohutalan-yuruyusu.html
(7)     Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC