Sayfalar

25 Ocak 2019 Cuma

KARLI BİR GÜNDE HAMZABABA’DAN ZEAMET’E


17 Ocak 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugün İzmir çevresinin yağmura doyduğu bir zaman diliminde; yağışların kar olarak düştüğü ve Kemalpaşa’nın Turgutlu’ya kavuştuğu vadilerden birinde; Alevi-Türkmen köyü Hamzababa’dan, ismiyle Osmanlı toprak düzenini akla getiren Zeamet köyüne doğru yürüdük. Sabah ayazında köyün meydanına ulaştığımızda hava sıcaklığı 00C civarındaydı. Hamzababa’yı arkadan çeviren dağların eteklerine dek uzanan geniş bir yayı takiben ulaştığımız Zeamet’in ıpıssız köy meydanında bir otobüs durağının bankları üstünde yediğimiz öğle yemeğini takiben bu kez farklı bir rotadan; ama hep bembeyaz bir dünyanın içinden geçerek başladığımız yere döndük. Toplamda 14 km.lik bir yürüyüş deneyimi; karlar üstünde, ıssız ve beyaz bir günde geçen zaman; bizim için pek sık yaşanır bir şey değildi özetle.

 
Hamzababa'dan Zeamet'e; karşıda karlı zirvesiyle efsanevi Spil Dağı; işte bir beyaz öykü...

 
Hamzababa köyünün arka dünyasında; karlarla kaplı kızılçamlar
(Google Earth'de çizilmiştir. Çizen: MYC)

Hamza Baba; 700 yıllık bir hikâye

Hamza Baba, 12-13.yy.da Türkmenlerin Batı Anadolu’ya doğru yönelen büyük göçünde Bey Dağları üzerinden bu topraklara ulaşan göçerlerin doğal önderlerinden biri olmalı. Halkın hafızasında yer etmiş kadim söylenceye göre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin önde gelen müritlerinden ve Horasan Erenlerinden biri olarak tanınıyor. Kadıncık Ana’dan sonra Anadolu Alevi-Bektaşi öğretisinin en önemli sürdürücülerinden biri olan Abdal Musa ile de ismi birlikte anılıyor. Tarihsel kabullere göre 12.yy.ın ikinci yarısı ile 13.yy.ın ilk yarısında yaşadığı düşünülen Hamza Baba’nın türbesindeki tanıtım levhasına göre; 1150 yılında doğup 1340 yılında öldüğü kabul edilirse yaklaşık 200 yıl yaşamış olmalı. Bunun gerçeklikle ne denli bağdaştığı bir yana; belki bu düşünce, Hamza Baba’nın kutsal kimliği ve Alevi inancında Uzak-Doğu inanç sistemlerine benzer tarzda yeniden bedenlenme (reenkarnasyon) inanışına(1) bağlı olarak ömür olgusunun; inananlar nezdinde farklı bir boyuta taşınmış olabileceği düşüncesini de akla getiriyor.

 
Hamza Baba Türbesi

 Hamza Baba Türbesi'nin avlusunda bulunan ulu serviler

Ama ne olursa olsun; söylencelerle(2) de desteklenen bir gerçek varsa, o da Hamza Baba’nın Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol akınları sonrasında dağıldığı ve Batı Anadolu’ya doğru uzanan uç beylerinin önderliğindeki Türkmen akınlarıyla da güç bularak bu topraklarda serpilip geliştiği bir zamanda; Kemalpaşa ile Turgutlu arasında bir yere gelip yerleşmiş olmasıdır. Daha sonraları Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki ilerleyişini hazırlayan kolonizatör dervişlerin Anadolu’daki öncüllerinden biri olan Hamza Baba’nın bu mücadelesi, bulunduğu coğrafyada şekillenir. Belki de uç beylerinin askerlerinin bu ellere ulaşmasından çok önceleri; fütuhatın hazırlayıcıları olarak bu topraklara ulaşan Hamza Baba kalibresindeki bu kolonizatör dervişlerin, Bizans’ın kalıntıları kabul edilebilecek bölgede yaşayan Rumların dini önderleriyle yaşadığı çatışmalar ise söylencelere yansır. Saruhan Bey’e dek ulaşan yakınmaların sonucunda Saruhan Bey ile Hamza Baba’nın tanışması, Saruhan Bey’in onun sırrına erişi ve onun değerini kavrayışı, destansı bir şekilde; bu söylencelerde uzun uzun anlatılmaktadır.(3)

Hamza Baba Türbesi'nin 2005 yılındaki hali; önde yerde yatan ulu servi gövdeleri
(Mayıs 2005)
 
  
Hamza Baba'nın sandukası
(Mayıs 2005)

Hamza Baba’nın ölümü Saruhan Bey’den önce olmalıdır. Çünkü onun ilk türbesini yaptıran Saruhan Bey’dir. Saruhan Bey’in ölümü tarihi kayıtlarda 1346 yılı olarak veriliyor. Demek ki Hamza Baba da bu tarihten daha önceki bir zamanda Hakk’a yürümüş olmalı. Daha sonra Osmanlı Döneminde Manisa’da şehzadeliği sırasında; Padişah II. Murat, Hamza Baba Türbesi'ni yeniden yaptırarak bugünkü haline getirtmiş. Türbe avlusunda bulunan ulu serviler de bu civarda yaşanan olayların tarihine dair bir ip ucu verir gibi hala dimdik ayaktalar. Türbenin tabanını oluşturan kesme taşlar da arkasında sakladığı tarihi ortaya koyması açısından oldukça ilginç olsa gerek.

 
Hamza Baba Türbesi; kuzeyden bakış

İslam Ansiklopedisi’nde Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından yazılan Hamza Baba Türbesi maddesinde yer alan ve Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’a dayandırılan şu bilgi de Hamza Baba’nın yaşadığı dönemle ilgili olması açısından önem arz ediyor:

 
Hamza Baba Türbesi'nin batı yönünden görünümü; revaklı giriş ve türbe birarada...

 
Hamza Baba Türbesi'nin avlusundan bir başka görünüm

“Ömer Lütfi Barkan tarafından tesbit edilen arşiv belgelerinde burasıyla ilgili en eski kayıt II. Bayezid dönemine aittir. Saruhan Evkaf Defteri’ndeki 928 (1521-22) tarihli bu kayıtta, “Nâhiye-i Nif’te Gereme nâm karye kurbünde Kapukaya demekle mâruf mevzii Hamza Baba nâm derviş kendi dest-i renciyle açıp ihyâ edip ve su getirip bir zâviye bina ve hasbeten lillâh bağ dikip ihya etmiş; zikrolan bağın ve mevziin öşrünü Sultan Bayezid Han ihsan edip ref‘ buyurup ellerine hükm-i hümâyun inâyet olunmuştur” denilmektedir (BA, Tapu Defteri, nr. 398, s. 100).”(4)

 
Hamza Baba Türbesi'nin içi; 2018 yılındaki durum...

 
Türbenin giriş kapısının mermer sövesinde yer alan süsleme (sağdaki)
(Ocak 2005)

 
Türbenin giriş kapısının mermer sövesinde yer alan süsleme (soldaki)
(Ocak 2005)

Özetlersek; II. Beyazıt dönemine ait Saruhan Evkaf Defteri’nde 1521-22 yıllarına denk gelen bir kayıtta Nif (Kemalpaşa) nahiyesinde; Gereme isimli bir köyün yakınlarındaki Kapukaya mevkiinde Hamza Baba isimli bir dervişin kendi çabasıyla imar edip, su getirip bir tekke binası inşa ettiği ve bağ diktiği, söz konusu bağdan ve çevresinden elde edilen gelirin vergisinin ise II. Beyazıt tarafından tekkeye bağışlandığı belirtiliyor.

  
Hamza Baba Türbesi; servilerin ardında...

 
Hamza Baba Türbesi'nin avlusundan bir başka görünüm

Buradaki tekkenin de büyük olasılıkla bu türbe civarında olduğunu kabul edersek; Bizans Döneminde acaba burada bir manastır ya da başka türden bir dini yapı da var mıydı; tekke ve türbe onların üstüne mi bina edildi; bütün bunların hepsi daha ayrıntılı bir araştırmanın konusu olmalıdır. Çünkü buna benzer hikâyeler; Türkmenlerin Anadolu’ya ulaşmaları sonrasında kurdukları başka tekke ve zaviyeler için de geçerlidir; Strabon’un Kapadokya’da; Komana’da ve Ouenasa’da (bugünkü Hacıbektaş) kadın rahibelerin görev yaptığı bir manastırdan söz ettiği(5) ya da Tire’de, Gökçen yakınlarındaki Ali Baba Tekkesi’nin ilk yeri için anlatıldığı gibi…(6)

  
Ali Baba Türbesi ve Tekkesi; Tire
(Mayıs 2017)

 
Ali Baba Türbesi'nin girişi
(Mayıs 2017) 

Şimdi geniş bir mezarlığın ortasında kalmış durumdaki türbe, sekizgen prizmatik bir ana gövde, gövdeye eklemlenmiş ve türbenin girişini gölgeleyen bir revak ile sekizgen ana gövdenin üstündeki yine sekizgen kasnaklı bir kubbeden oluşmuş. Türbenin içinde Hamza Baba’nın tek sandukası yer alıyor. Köyün geçmişinde türbe ile anılan tekkeden ise bugün bir iz görünmüyor. Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında II. Mahmut tarafından ortadan kaldırılması sonrasında da; tekkeye Hamza Baba’nın soyundan kişilerin atanması sürdürülmüş. Bu gelenek, büyük olasılıkla Cumhuriyet döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili kanun çerçevesinde giderek yok olmuş.


 
Serviler ve mezarlarla kaplı avludan bir başka görünüm; solda yerde yatan servi gövdelerine dikkat...

Türbenin arkasında yerde yatar konumda bulduğumuz yüzlerce yıllık servi gövdeleri ise, bir yıldırımın hışmına uğramış olmalı. Köyde anlatılan bir söylenceye göre; yerde yatan servi gövdelerinin bu hali, türbenin pencerelerinin onarımını geciktiren bir kaymakamın yola getirilmesi amacıyla gerçekleşen dedenin mucizelerinden biri olarak kabul ediliyor. Türbenin çevresinde yer alan mezarların tarihlerine ve yapım şekillerine bakıldığında çok geniş bir zamana yayıldığı anlaşılıyor. Elbette Alevi Türkmenler için bu denli kutsiyet atfedilen bir önemli kişinin türbesi çevresine gömülmüş olmak, önemli bir ayrıcalık olsa gerek. Ama yine de Yunus Emre’nin “ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil” dizesi hatırlandığında, “oyun”un sonunda nereye gömüleceği kaygısının pek de bir anlamı olmadığı söylenebilir.

  
Hamzababa köyünün çıkışında; alçak bir tepedeki mezarlıkta yer alan dedelerden biri; Perişan Dede
(Mayıs 2005)

  
Eminecik Hanım'ın Perişan Dede'ye bir armağanı; sanki İlkçağ'daki bir adak taşı gibi, ama kırılmış.
(Mayıs 2005)

Hamza Baba ile birlikte yörede anılan ve ziyaretleri bulunan başka dedeler de mevcut; bunların en bilinenleri içinde Perişan Dede, Davut Dede, Gözcü Baba, Kanturalı Turhan ya da Kandıran Tufan Dede ve Kurt Baba yer alıyor. Bunlardan Tufan Dede’nin türbesi Yukarı Kızılca köyünde; derenin doğu yakasındaki ziyaret makamında bulunuyor.

 
Köyün duvarlarında yer alan resimlerden; Hz. Hamza portresi...

 
Hz. Hüseyin portresi

Hamza Baba Türbesi’nin kemerli kapısının hemen üstünde ve tam ortada; birbiriyle kesişen iki Zülfikar (Hz. Ali’nin kılıcı), solunda Hamza Baba’nın destanlaştırılmış bir yaşam öyküsü ve sağında ise Hamza Baba’ya atfedilen bir deyiş yer alıyor:

“Balgayık’tan (Balhayık) çıktım Baba Dağı’na,
Çıkardı eynine attı postunu,
Endi Hıdırlığa çileler çekti,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?

Horasan’a bizden evvel varanlar,
Sağına soluna tabut koyanlar,
Halk dağılıp ikisinde bulanlar,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?

Horasan’ın yolcağzını çiğneten,
Akkoyun’da yavrusunu oynatan,
Bir mumu ile mermer kazan kaynatan,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?

Bektaş Dedem eydür gafletten uyan,
Sırrına sır etmiş kendisi beyan,
Müsahip canlarına mübarek diyen,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?

Yolun açık olsun demiş Kandiren (Kanturan),
Dervişlerin sağdan ata bindiren,
Saruhan’a hizmetlisin gönderen,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?

Pir Sultan Abdalım nefes yetiren,
Mimaroğlu’na imana getiren,
Kırk gün meyyitini dışta yatıran,
Horasanlı Hamza Babam değil mi?”(7)(8)


 
Hamzababa köyünde bir evin üst kat balkon duvarında yer alan Hz. Ali portresi
(Mayıs 2005)
 
 
Hamza Baba Türbesi'nin girişinin üstünde yer alan zülfikarlar...

Köy içinden geçerek yürüyüş parkurumuza ulaştığımız güney yönündeki çıkışa yakın evlerin bir kaçında oldukça yıpranmış olsa da duvarlara resmedilmiş Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan portreleri mevcuttu. Resimleri, köye daha önceki gelişlerimizde de görmüştük ve daha iyi durumdaydılar. Anladığımız kadarıyla duvarlar zaman içinde badana yapılırken resimlerin çevresindeki yazıların bir kısmı zarar görmüştü. Resimlerin simgesel olmaktan başka bir anlamı yoktu belki, ama yine de zarar görmeseler iyiydi.

 
Köyün güney çıkışında yer alan Tekke (Çukurcuk) Deresi vadisi

Hamzababa’dan Zeamet’e; bir yürüyüşün hikâyesi

Sabah 9 gibi Bornova’dan Kemalpaşa’ya doğru hareket ettik. İzmir’de sabah 4-5 derece civarındaki hava sıcaklığı, Kemalpaşa’ya yaklaşırken 00C’ye kadar düştü. Hamzababa köyüne Sarıçalı köyü üzerinden ulaştığımız asfalt yol, yer yer buz kaplıydı. Karlarla kaplı tepelerin çevirdiği bir çukurda yer alan köyün meydanında; sabahın erken saatlerinde derin bir sessizlik ve keskin bir ayaz karşıladı bizi. Hafta sonları yoğun ziyaretler için işlev gören kurban kesim yerleri, ocaklar, çayhaneler ve diğer müştemilatın çevresinde hayat durmuş gibiydi. Meydanda park yasağını duyuran uyarı levhalarını görüp arabayı nereye park edeceğimizi düşünürken, köyün güneyinde yer alan evlerinin bulunduğu bayırdan bize doğru gelen bir köylü göründü. Hem uygun park yerini, hem de köyün bu ıssızlığını sorduk kendisine.
 
Hamzababa Köy Meydanı'nda yer alan ocaklar ve kurban kesim mekanları

  
Gezgin, Tekke Deresi kıyısında...

Köylünün anlattıklarına göre; idari düzenlemelerle köylerin mahalle durumuna getirilmesi sonrasında düzen bozulmuş; buna ilave olarak son yıllarda köyden şehre doğru yoğunlaşan genç nüfusun göçü ile köydeki hayat giderek silikleşmiş, nüfus ise 80-100 kişiye kadar düşmüştü. Köy meydanındaki görünüm de hiç hoş değildi. Meydandaki döşeme taşlarının bir kısmı kaldırılmış, bir onarım yarım kalmış; yer yer yığılı vaziyetteki küçük kum tepeleri, köy meydanında yeterince görüntü kirliliği oluşturmaktaydı. İzmir çevresindeki en önemli ziyaretgâhlardan birine ev sahipliği yapan bir köyde karşılaştığımız bu pespayelik anlaşılır gibi değildi. Ama yapacak bir şey yoktu. Karlı dağlara doğru yürüdük.

 
 Başlangıçta karın kudreti zayıftı.

Yükseldikçe kar örtüsü arttı.

 
Karlı dağlar bizi bekler.

Hamzababa’nın güney yönündeki çıkışında; 525 metre yüksekliğindeki Boz Tepe’nin doğu eteklerinden dolaşarak köyün kıyısından Kemalpaşa Ovası’na doğru akarak Irlamaz Çayı'na karışan ve adına Çukurcuk da denilen Tekke Deresi boyunca tatlı bir meyille tırmanmaya başladık. Karşı tepeler bembeyazdı. Aklımızda sahipsiz ve aç köpekler vardı; ama yürüdükçe endişemizin boş olduğunu anladık. Neredeyse tüm yürüyüş boyunca; önümüzden havalanan birkaç kuş ve birkaç insan dışında hiçbir canlıyla karşılaşmadık.

 
Hamzababa köyünden yaklaşık 2 km uzaklıktaki mezarlık
(Fotoğraf: MYC)

 
İzmir'de; karda yürümek; hem de doyasıya...
(Fotoğraf: MYC)

 
Karla kaplı kiraz dalları
(Fotoğraf: MYC)

 
Yol boyunca buz sarkıtları

Köyün çıkışından itibaren kar örtüsü yoğunlaştı. Köyden ayrıldıktan hemen sonra küçük bir tepeciğin üzerine konumlanmış; içlerinde Perişan Baba’nın da yer aldığı başka bir mezarlığın yanından geçtik. Başlangıçtan yaklaşık 2 km kadar uzaklıkta, yol boyunca yükselen alçak sırtlardaki kızılçamların altında; yakın tarihleri de içeren başka mezarlarla karşılaştık. Kimi çok eski, kimi ise daha yeniydi. Çoğunun başında balbalı andıran basit taşlar vardı. Hava o kadar soğuktu ki buralarda; bir çeşmenin altındaki içi su dolu bir yarım bidon tamamen donmuştu. Yürüdüğümüz orman yolunun batısında yer alan vadinin yamaçlarındaki kiraz bahçelerinde; kiraz ağaçlarının dalları kar altındaydı. Kimisinde geceki dondurucu soğuktan kalan sarkıt izleri dallardan aşağılara doğru süzülmüştü.

 
Yolda rastladığımız içi su dolu; ama donmuş bidon...
(Fotoğraf: MYC)

 
Yürüyüş rotamızdaki en yüksek noktaya yaklaşırken kiraz bahçeleri

 
Bir sel yatağının karla kaplı hali

Kemalpaşa civarından başlayarak doğuya doğru uzanan Bozdağlar’ın alçak tepeleri, birbiri ardı sıra sırt sırta vermiş bir durumda; görülmeye değer manzaralar sunmaktaydı ziyaretçilerine. Karın üzerindeki türlü ayak izleri, beyaz örtünün altına saklanmış yiyeceğe erişme telaşındaki hayvanatı ele verir düzeydeydi. Tilki, kuş, domuz ve diğerlerinin hayat işaretleri karın yüzeyine yansımıştı.

 
Kar üstünde türlü türlü ayak izleri

 
Karda yürü, izini belli et.

Çeşmeli yangın göleti; en arkada Spil Dağı 

Hamzababa’dan Zeamet’e giderken köyden aldığımız bilgi doğrultusunda, önce geniş bir yay çizerek Zeamet köyünün Sinancılar yönündeki sınırlarını belirleyen 480 metre yüksekliğindeki Çamlı Tepe’nin batı eteklerinden dolaşmayı ve köye bu şekilde kuzeybatı yönünden girmeyi hedeflemiştik. Kirazlıkların başladığı noktada rotamızın en yüksek noktasından geçtik. Yaklaşık 505 metrelik bir yükseltiden bakıldığında kuzey-batı yönünde Spil’in karlı yamaçlarını rahatlıkla seçebiliyorduk. Mezarlıkları geçtikten sonra yolun üst düzleminde yer alan Çeşmeli yangın göletine doğru yürüdük. Yol boyunca Bozdağlar’ın eteklerine doğru ilerleyen birkaç sapağı geçtik ve bir süre sonra Çeşmeli Göleti’ne ulaştık. Göletin altındaki kirazlığın içinde yer alan bir evin çatısında birikmiş karı küreyen evin sahibi köylü, yol boyunca karşılaştığımız ilk insan oldu. Kendisinden Çamlı Tepe’nin çevresinden dolanarak Zeamet köyüne giden yol hakkında bilgi aldık ve yolumuza devam ettik.
 
Çeşmeli göleti; yakından...
 
 
Zeamet'e doğru akan İbik Deresi
 
  
Zeamet'in kiraz bahçeleri

Kuzey yönünde İbik Deresi’nin aktığı vadinin ucunda Zeamet köyünün evleri görünüyordu. Biraz ilerledikten sonra, dönüş yolu olarak kullanacağımız ve vadiye doğru inen toprak yol sapağına ulaştık. Doğayı bir şal gibi örten beyaz örtü, bütün sesleri sönümlemişti. Ağaçların dallarından eriyerek sağımıza solumuza düşen kar kütlelerinin sesinden başka ortalıkta ses seda yoktu.

 
İbik Deresi

 
Kızılçamların arasından Zeamet köyünün evleri

 
Karda ışık oyunları
(Fotoğraf: MYC)

İbik Deresi’nin bulunduğu vadinin üst düzleminden geçtikten sonra, Sinancılar köyüne doğru alçalan ve çınarlarla kaplı bir başka vadiye doğru ilerledik. Biraz sonra iyice kuzeye doğru dönen yolumuzu büyük bir keçi sürüsü kesti. Sinancılar yönünden gelen sürü, vadiyi aşarak Çamlı Tepe’nin yamaçlarına doğru seyirtip gittiler. Sürünün başında Sinancılar köyünden bir köylü çift vardı. Koca sürüde köpeğin olmaması ise dikkat çekiydi.

  
İbik Deresi vadisi; Zeamet yakınları

 
Zeamet köyünün meydanına doğru inerken... 

  
Zeamet yakınlarında kuzeye bakan bir yamaç kar örtüsü altında.

Vadinin dibine inince; karşılaştığımız yol çatısından doğuya doğru dönerek, bir menfezin üzerinden dereyi geçtik ve Çamlı Tepe’nin yamaçlarına doğru tırmanmaya başladık. Çevremizdeki tepelerde yakın zamanlarda kesim yapılmış ve yine iki hafta önceki Ansızca-Beşpınar yürüyüşünde rastladığımız gibi her yamaçta bir ya da iki kızılçam tohumluk olarak bırakılmıştı.

 
Zeamet köyü; aramızda İbik Deresi vadisi var.

Zeamet köy meydanı

Tepenin arka yüzüne dönünce kızılçamların arasından Zeamet köyünün evleri göründü. Köy ile aramızda; bir süre önce üst düzleminden geçtiğimiz İbik Deresi’nin aşağılara doğru aktığı derin vadi vardı. Köyün güney-batı yönünden geniş bir yay çizerek, bir başka menfez üzerinden dereyi aştık ve köye ulaştık. Köye; vadiye doğru alçalan bir döşeme yoldan girdik. Köyde açık bir kahvehane buluruz diye düşünmüştük. Ama ne yazık ki bu köyde de görünür bir yaşam belirtisi pek yoktu ve köyün merkezinde; caminin de bulunduğu meydandaki köy kahvehanesi bile kapalıydı. Bu nedenle yemeğimizi meydanda bulunan otobüs durağının bankları üstünde atıştırdık. Bir süre dinlendikten sonra dönüş için yola çıktık yeniden. 10.30’da başladığımız yürüyüşün ilk bölümünü 3 saat sonra 13.30’da tamamlamış; yaklaşık 45 dakikalık bir moladan sonra 14.15’de yeniden yürümeye başlamıştık.

 
İbik Deresi boyunca tırmanıştayız.

 
Bu güzelliği baharda görmek için yine geleceğiz.

Döşeme yolun sonunda İbik Deresi’ne paralel olarak geldiğimiz yola kavuşacak olan toprak yoldan vadi boyunca ilerledik. Ulu çınarlarla kaplı İbik Deresi’nin iki yakası karlarla kaplıydı. Dere, yukardan gelen eriyen kar sularıyla iyice yükünü tutmuştu. Boz Tepe ve Çamlı Tepe arasından akan İbik Deresi’ni takiben yukarı doğru tırmandık bir süre. Yolumuz bir ara Çamlı Tepe’nin yamaçlarına doğru batıya dönse de, kısa süre sonra yeniden güneye yöneldi. Tatlı bir meyille ulaştığımız kavşakta sabah kar örtüsü üzerinde bıraktığımız ayak izlerimiz, eriyen karın kendi dinamikleri çerçevesinde büyümüş de büyümüş; bir devin ayak izlerine dönüşmüştü. Erimekte olan kar tanelerinin birbirine yapışarak akma eylemine karşı gösterdiği bu direnci simgeleyen kuvvete kohezyon mu diyorduk ne; aramızda tartışarak epey bir yol aldık. Dönüp baktığımızda ardımızda bıraktığımız izlerden ve eriyerek yırtılmış bir kar örtüsünden başka bir şey yoktu.

 
Dönüş yolunda karşılaştığımız büyüyen ayak izlerimiz...

 
Gezginlerin kar sevinci
(Fotoğraf: MYC)

İsmimizi karların üstüne yazdık.
(Fotoğraf: MYC)

 
Dönüş yolunda; karlı dağlara veda...
(Fotoğraf: MYC)

Sırtlardaki karlar içinde ıssız mezarlıklar, Hamzababa köyüne yaklaştığımızın habercisiydiler. Hamzababa köyü ile ovaya doğru alçalan karşı yamaçtaki Gökgedik köyü arasındaki vadide akmakta olan Tekke Deresi’nin çağıltısı aşağılardan yankılanıyordu. Uzaktan bakıldığında; topografyaya uygun şekilde, sanki birbirinin üzerinde yükseliyormuş izlenimi veren Gökgedik evlerinin çatıları, bembeyaz kar örtüsü altındaydı. Karşı sırtlardan küçük şelaleler şeklinde dökülen dereciklerin ise acelesi vardı sanki. Hepsi Tekke Deresi’ne karışarak belki bir kar tanesinin gökte başlayıp Ege kıyılarında sonlanacak o bitmeyen hikâyesinin peşinde koşacaklardı; tıpkı Hamza Baba’nın ve diğer Eren Babaların Horasan’dan sökün edip gelerek, bir büyük düşün peşinde sürüklediği kalabalıklar gibi…

Ama nereye kadar? Bilinmez.

Dipnotlar:
(1)   Alevilik inancında yeniden bedenlenme inancı devriye olarak adlandırılmaktadır. “Alevilik’te devriye inancının bir parçası olarak “ruhun ölmezliği”ne ve “ruh göçü”ne inanılır. Bu inanışa göre ölümlü olan bedendir, ruhlar ölmez. Bu inanış Alevilik’te “can ölmez ten ölür” cümlesi ile ifade edilir. Bedenin ölümü ile ruh bedenden ayrılarak başka bedenler ve görünümler altında yeniden ortaya çıkar. Ruh yaşamın kendisidir ve bir enerjidir. Hiçbir zaman yok olmayacak asıl kaynağına geri dönünceye kadar değişik görünümlerde hep var olacaktır.” Erdoğan Çınar, Aleviliğin Gizli Tarihi; Chivi Yazıları, 7.Baskı-Aralık 2006; sayfa:85
(2)  İsmail Onarlı; Saruhanlı Beyliği’nin Ulu Evliyası: Hamza Baba, bkz. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/viewFile/462/453
(3)  İsmail Onarlı; a.g.m. Nif Beyi Ali Paşa ile Hamza Baba Söylencesi ve Saruhan Bey ile Hamza Baba Söylencesi; sayfa:14-15; bkz. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/viewFile/462/453
(4)  İslam Ansiklopedisi; Hamza Baba Türbesi maddesi; yazan: Prof. Dr. Semavi Eyice bkz.
(5)  Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV); Çeviren:Prof. Dr. Adnan Bekman; Arkeoloji ve Sanat Yayınları; 3.Baskı- İstanbul 193; XII, 4-6
(6)  Tire’deki Ali Baba Tekkesi için bkz. 
(7)   Hamza Baba Türbesi; giriş kapısı üzerindeki deyişten alınmıştır.
(9)  Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ. Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC