Sayfalar

10 Nisan 2018 Salı

YENİDEN KAYADİBİ’NDEN İKİZGÖL’E


30 Mart 2018
İbrahim Fidanoğlu

Giriş

Bugünlerde Kayadibi çevresi, nefes aldığımız yegâne mekân gibi. Fazla uzaklara açılamıyoruz epeydir. Ama şehre 700 metre yükseklerden bakan bu güzelim köyün çevresinde yapılacak o kadar keyifli rotalar ve gidilecek o kadar cazip hedefler var ki; bitecek gibi değil bu rotalar. Bir de farklı mevsimlerde aynı rotaları bir daha yapmanın ayrı bir güzelliği var. Doğa, görene her mevsimde yeni armağanlar sunmakta. Önemli olan bunların farkında olabilmek ve doğanın bu eşsiz armağanlarıyla keyiflenebilmek… Bildiğiniz eski rotadan birazcık sapmak, andezit kayaların ve dağ patikalarının arasında kaybolmak size tahmin edemeyeceğiniz küçük sürprizlerini her zaman kuytularda hazırlamıştır. Gerisi ne gam…

 
Yamanlar Dağı'nın eteklerindeki bir vadide yer alan İkizgöl


Yürüyüş rotası; 5 km. (harita için tıklayınız)
(Google Earth'de çizilmiştir. by MYC)

Uzaktan bakıldığında kayalık, gösterişsiz ve çorak bir görünüme sahip gibi görünse de Yamanlar Dağı, özellikle bahar aylarında saklı köşelerinde ziyaretçisine inanılmaz sürprizler hazırlar. Onlarca yıl art arda çıkan irili ufaklı yangınlarda zengin bitki örtüsünün çoğunu alevlere kurban veren zavallı Yamanlar Dağı, her şeye rağmen her bahar yeniden uyanır ve yeşil bir örtüyle kaplanır.

 
Bir tür çiğdem; yıldız çiçeği de derdik çocukken...

Bugün biz de yarattığımız dar zamanda Yamanlar’ın eteklerindeki doğanın yeşil örtüsüne kavuşmasına tanıklık etmek ve Bornova Çayı’nın doğduğu yer olan efsanevi İkizgöl’e bir de baharda bakabilmek amacıyla Kayadibi’nden İkizgöl’e doğru yürümeye başladık. Vakit öğle üzeriydi. Hava güneşli ve sıcaklık, yukarılarda 18 derece civarındaydı. Kısacası her şey yürümeye ve doğanın sürprizlerine uygundu.

 
Yamanlar Dağı; karşıdaki belden Karagöl'e gidilir.

Kayadibi’nden İkizgöl’e

Daha önceden birkaç kez yürüdüğümüz güzergâhın başlangıç noktası olan Kayadibi-Kurudere asfaltı üzerindeki hayvanları sulamak amacıyla yapılmış olan bir çeşmenin bulunduğu yerden yürümeye başladık. Tatlı bir meyille batıya doğru yükselen toprak yol, tepeye ulaştığımızda İkizgöl’ün de yer aldığı vadiye doğru alçalmaya başladı. Karagöl’e ve İkizgöl’e doğru daha önceki yürüyüşlerimizde kullandığımız şevimli patikanın altından vadiye inen bu yolu seçtik bu kez. Aşağıdaki alçak bir sırtın hafriyatla boşaltılmış yüzü, yürümekte olduğumuz yolun da bu amaçla açılmış olabileceğini düşündürttü bize.

 
Kayadibi'nden ayrıldıktan sonra bu yola girdik. Ahlatlar yapraklanmıştı bile...

 
İkizgöl'ün bulunduğu vadiye doğru iniyoruz. Eski rotalardan ayrıldığımız noktadayız.

 
İkizgöl'e bakan yamaçlarda İlkçağ'dan beri süregelen yerleşim izleri vardı.

Çevremizde pırnar meşeleri, çitlembikler ve kesme çalılarının yeni sürgünleriyle yeşermişti ortalık. Aralarında hala beyaz çiçekleriyle fark edilen birkaç badem çalısı gözümüze çarptı. Yaklaşık 700 metre yüksekliğindeki Kayadibi köyünün çevresindekilerinin bile yemyeşil yapraklarıyla donanmış olduğu bu günlerde, onların hala beyaz çiçekleriyle gelene geçene göz kırpmaları, herhalde kuzeye bakan bir sırtta bulunmalarından kaynaklanıyor olmalıydı.

 
İkizgöl'e inerken karşılaştığımız bademler, hala çiçekteydiler.

 
İkizgöl'e ve ağıla doğru ayrılan yolun başındayız.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl yolunda...

Bir süre İkizgöl’ün de bulunduğu vadiye doğru indik. Güneye doğru ayrılan bir toprak yolun ilerisinde bir çit kapısı, onun ardında da derme çatma bir ağıl vardı. Biz kapıdan içeri girince koyunlar bir kenara doğru çekildi. Yolun diğer ucu da hayvanların çıkışını engellemek için kapatılmıştı. Ağaçların koyu gölgelik bir alan oluşturduğu açık ağılın çevresinde andezit kayalardan çevrilmiş güzel bir köşe vardı. Ortada yer alan iki küvet, hayvanların içmesi için suyla doldurulmuştu. Tam o sırada arkamızdan doğa yürüyüşçüsü olduğunu tahmin ettiğimiz bir kişi belirdi. Yaşı bizden daha büyüktü, ancak tek başına doğanın keyfini sürecek kadar da özgür ruhlu olmalıydı. Geriye dönüp seslendik ve bize yetişmesi için biraz durakladık. Yanımıza geldiğinde tanıştık; emekli Türkçe öğretmeni Hataylı Ali Bey’di yeni yol arkadaşımız. Ama işin ilginç yanı, o bizim sıkı bir izleyenimizdi ve ona Yamanlar Dağı’nın eteklerinde İkizgöl’ü ararken rastlamıştık. Bu da bizim için günün hoş bir sürprizi olmuştu ve bir ilkti doğrusu. İkizgöl’ü bizim yazılarımızdan okumuş ve sora sora oraya ulaşmayı umarak, Eğridere’den Kayadibi’ne dek yürümüştü. Dağın başında bize rastlaması doğrusu büyük şanstı ve biz gidilecek hedefi biliyorduk. Kısa tanışma sohbeti sonrasında ağılın diğer kapısından çıkarak, bizi İkizgöl’e ulaştıracak şirin patikaya vasıl olduk.

 
İkizgöl'e yürürken içinden geçtiğimiz ağıldan manzaralar...

 
Ağılın bir köşesindeki konfor alanı; yazın daha anlaşılır olacak.

 
Ağılın çıkışındaki çit ve kapısı; sola dönerek bizi İkizgöl'e ulaştıracak patikaya vasıl olduk.

 
Yamanlar'ın eteklerinde daha incirler uyanmamıştı.

 
Bize dağın başında ve ağıl civarında katılan yol arkadaşımız Ali Bey ile İkizgöl patikasında birlikteyiz.

 
İkizgöl'e doğru yürüdüğümüz patikadan bir görünüm  

Daha önceden iki kez Çamiçi’nden(1), bir kez de Kayadibi’nden(2) yürüyerek ulaşmıştık İkizgöl’e. Bu kez üçüncü yürüyüşümüzle kısmen ortak bir güzergâh izlesek de, zaman zaman bu rotanın dışına çıkarak yeni bir yürüyüş rotası daha oluşturduk. İkizgöl, depremselliklerle oluşmuş bir set gölü aslında. Bornova Çayı’nın doğu yamaçlarını oluşturan büyük kil katmanlarının çay yatağına kaymasıyla oluşmuş yüksek bir seki üzerindeki bu gölün çevresinde İ.Ö. 2.binlere uzanan bir yaşamın şekillendiğine dair izler bulunmuş yüzey araştırmalarında.

 
İkizgöl'e yaklaşırken...

 
Söğütlerin ve ahlatların arasından İkizgöl

 
Yamanlar'ın bağrındaki değerli habitat; İkizgöl

Prof. Dr. Ersin Döğer’in İzmir’in Smyrna’sı isimli kitabında bu konuyla ilgili olarak şu bilgiler yer alıyor:

“Yaklaşık 500 dönümlük bir tarım arazisinin ortasında, pınarlar ve yağmur sularıyla beslenen ve 30 dönümlük bir alnı kaplayan İkizgöl’ün çevresindeki düzlüklerin İ.Ö. 2.binden beri işlendiğine dair arkeolojik kanıtlar mevcuttur. Bornova Çayı’nın tabanından yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki kil katmanların oluşturduğu sekinin batıya bakan ve halen çaya doğru kayan gevşek yamaçları üzerinde İ.Ö. 2.bine tarihli çanak çömlek parçaları ve el değirmenleri ile İ.Ö. 8.-6. yüzyıla tarihli Geometrik ve Arkaik dönemlere ait çanak çömlek, gölün çevresindeki yamaçlara sıralanmış Geç Roma Dönemi iskânları tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu tür bir mitosun (Tantalos efsanesi ve depremle yok olan Tantalis kenti söylencesi kast ediliyor-İF) oluşması için tüm koşullar (deprem-heyelan, göl ve bir Geç Tunç Çağı iskânı) İkizgöl ve çevresinde bulunmaktadır. Gerçekten de Tantalos ile Smyrna ilişkisi göz önüne alındığında Yamanlar Dağı’nın kuzey yamaçlarında bulunan Karagöl’ün veya Manisa Dağı’nın üzerindeki herhangi bir oluşumun Eski Smyrna’nın kuruluşu öncesi bir iskâna yataklık etmeleri şansı, Bayraklı-Tepekule Höyüğü’ne çok yakın olan İkizgöl’den coğrafi bakımdan daha fazla olmamalıdır. Bununla birlikte İkizgöl’ün kıyısında heyelana kapılmış muhtemel bir Geç Tunç Çağı iskânının, en erken kültür tabakası İ.Ö. 3000’e tarihlenen Bayraklı-Tepekule’deki Eski Smyrna’dan eski olmadığı da göz önünde bulundurulmalıdır.”(3)

 
İkizgöl'de bahar vakti; karşıda söğütler...

 
Çevredeki tüm canlıların hayat kaynağı; İkizgöl...

Ağıldan ayrıldıktan sonra pırnar meşelerinin arasından ilerleyen güzelim patikadan geçerek kısa sürede İkizgöl’ün kıyısına ulaştık. Pırnar meşelerine Hatay-Erzin civarında “tırık” derlermiş. Buralarda olduğu gibi Erzin köylüleri de pırnar meşesinin çalılarından çokça fırın yakmada yararlanırlarmış. İkizgöl’e doğru yürürken Ali Bey’den dinledik çocukluğuna dair “tırık” hatıralarını.

 
İkizgöl yolunda Ali Bey'in "tırık"ları; yani pırnar meşeleri...

 
Sazlar ve söğütler; İkizgöl'de kucak kucağa bir aradalar. Sazların ardında gölün diğer bölümü var.

İkizgöl’ün söğütleri baharla birlikte yapraklanarak yeşile bürünmüşlerdi. Daha önceki gelişlerimizde rastladığımız bir manzara değildi bu. Suyun içinde binlerce balık yavrusunu fark ettik. Göl tam bir habitattı. Isınan hava, doğanın tüm canlılarına suyla birlikte yepyeni bir hayat sunmuştu sanki. Gölün çevresi nispeten temiz sayılabilirdi. Gölün içinden yükselen ağaç gövdelerinin suya vuran aksi, benzersiz bir görünüm oluşturuyordu. Bir süre göl kıyısındaki çimenlerin üstüne çökerek kuşların, rüzgârın ve göldeki sazların seslerini dinledik.

 
Dağa Kaçtım gezginleri, İkizgöl kıyısında Ali Bey'in bademlerini kırarken...

 
İkizgöl'ün bahar halleri...

Ali Bey, yanındaki heybesinden bir torba kabuklu badem çıkardı. Şehir hayatında bunları kırmak da bir problemdi. O da doğada olmanın fırsatını kaçırmak istememişti. Kısacası İkizgöl’ün kıyısında imece usulüyle bir süre Ali Bey’in bademlerini kırdık hep beraber. Göl kıyısındaki huzuru doya doya içimize çektikten sonra, Kayadibi’ne doğru Bornova Çayı’nın üst düzleminden güneye doğru kıvrılan patikaya ulaşmak üzere, İkizgöl’ün arkasındaki 19.yy.dan kalma su değirmenlerinin yıkıntılarına doğru yürüdük.

 
Gezginler, İkizgöl kıyısında...

 
İkizgöl'ün fazla suyunun Bornova Çayı'na doğru boşaldığı nokta

 
İkizgöl'ün suyu, usul usul Homeros Vadisi'ne doğru akıyor.

 
İkizgöl'ün güneye bakan üst düzleminde definecilerin açtığı taze çukur; yaşanmışlıklara ve doğaya karşı hoyratlığın delilidir.

 
Vadinin doğu yakasındaki su değirmenlerinden kalan izler

İkizgöl’ün pınarlar ve yağmurla beslenen suyunun fazlası, güney yönündeki bir kanaldan Bornova Çayı’nın yatağına doğru usul usul dökülmekteydi. Bugün artık Homeros Vadisi diye adlandırılan Bornova Çayı’nın aktığı yatak boyunca, birkaç yerde yukarıda sözünü ettiğimiz değirmen kalıntılarının izleri vardı. Bornova Çayı’na dökülen suyun hemen kıyısında definecilerin açtığı taze bir çukur dikkatimizi çekti. Köstebek gibi deşmişlerdi yine toprağın bağrını. Yapı malzemesi olarak kullanılmış olabileceğini düşündüğümüz düzensiz taş parçalarından başka bir şey yoktu çukurda. Kayadibi’ne doğru ilerleyen patikaya ulaştığımızda aydınlığa kavuşmuştuk artık. Altımızda Homeros Vadisi, karşımızda Çamiçi yolu, onun üstünde bizim Kapıkaya ismini taktığımız volkanik oluşumlarla şekillenmiş dev kaya kütlesi ve daha arkada Çamiçi köyünün evleri görünmekteydi.

 
İkizgöl'den Kayadibi'ne giden patikanın başları

 
Patikada yer yer döşeme taşlarla karşılaştık.

 
Homeros Vadisi'nin karşı yakası; Çamiçi yolu
 
 
Kayadibi patikasından yukarılara doğru tırmanırken...

 
 Bir andezit kayanın üstündeki doğanın fırça darbeleri...

Yer yer bir döşeme yola dönüşen patikada uzun süre yürüdük. Bir süre sonra arabayı bıraktığımız çeşme başına ulaşmak amacıyla, sevimli patikadan kuzey-doğu yönünde saparak solumuzdaki sırta doğru tırmanmaya başladık. Üstü yosunlarla kaplı andezit kayaların arasından kendimize yollar bularak epeyce yükseldik. Hava sıcaktı ve yükselen rakımla birlikte epey terlemiştik. Bir süre kayaların üstüne ilişerek Homeros Vadisi’ni ve Bornova düzlüklerini seyrettik. Düzlük dediysek de; ortalık da binadan başka bir şey kalmamıştı. Körfez’in üstü ise, su buharıyla kaplıydı.


 
Yolun sonunda Çamiçi köyünün evleri görünüyordu. Ötesinde sadece su buharı vardı.

Kayalık sırta tırmandığımızda karşılaştığımız bir volkanik kaya kütlesi; sanki bir burç formundaydı ya da doğal ağıl gibi...


Sırtın tepesine tırmandığımızda karasuluklar çıktı meydana. Özellikle Şubat ayındaki yağışlar, etkisini göstermiş ve bahara doğru karasuluklar patlamıştı yine. Kayaların üstünden atlayarak uzaktan gördüğümüz arabaya doğru yaklaştık. Aybey, biraz ilerden sevinçle bize seslendi:

-Gelin bakın ne var burada!

 
Kayadibi sırtlarından Kavaklıdere ve Belkahve'ye doğru bakarken...

 
Hemen önümüzde Yamanlar eteklerinde sıkça rastlanan bir sulama göleti

Günün sürprizlerinden biriydi bize göstermek istediği. Yamanlar’ın yukarılarından süzülen sular, volkanik kayalar arasından kendine yol bularak küçücük bir dere oluşturmuştu. Su; arazinin tatlı eğimine uyarak, usul usul Kayadibi’ne doğru akıyordu. Bir süre kayaların üstüne oturarak onun sesini dinledik. Karşımızda İlkçağ’ın mitolojik dağları Spil ve Nif, arkamızda volkanik Yamanlar; İzmir topografyasının kıyısındaydık. Bu dağlarda binlerce yıl önce de yine bizim gibi insanlar, nebat ve hayvanat yaşamış ve bizim gibi baharı sevinçle karşılamışlardı. Yamanlar Dağı yine ordaydı; ama o zaman diliminde yaşayanlar; artık iyi ya da kötü, tüm ardında bıraktıklarıyla yok olup gitmişlerdi. Tüm canlılar olarak; hepimiz aslında “evrim”in basit birer halkasından başka bir şey değildik. Kalıcı ve gidici olanın farkındalığı içinde yaşadığımız bu anlar, hepimize iyi gelmişti.

 
Günün son sürprizi; Yamanlar'dan beslenen küçücük bir dere, gidiyordu suyunu sere sere.

Günün sonuna erişmiştik. Her güzel şey gibi bu da bitmişti yine. Ama yarın yeniden başlayacaktı her şey… Bir süre sonra arabamızı bıraktığımız çeşme başından Kayadibi’ne gitmek üzere ayrıldık. Yaklaşık 3 saatlik yeni bir İkizgöl yürüyüşünü, Kayadibi’nde Mustafa Bey’in yerinde içtiğimiz yorgunluk çaylarıyla sonlandırmıştık. Anı; dostlarla paylaşırken, Yamanlar’daki baharın alametlerine tanıklık etmiş, şehrin baskı dolu yaşamından kısa da olsa bir süreliğine uzaklaşmıştık. Ne mutlu bize…

Dipnotlar:

(1)   Çamiçi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2011/05/ikiz-goller-homeros-vadisi-yuruyusu.html
(2)  Kayadibi-İkizgöl yürüyüşü için bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2016/02/kayadibinden-ikizgole.html
(3)  İzmir’in Smyrna’sı, Ersin DÖĞER; İletişim Yayınları, 1.Baskı-2006; sayfa:58
(4)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında M.Yavuzcezzar tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC

5 Nisan 2018 Perşembe

ÇANDARLI'DA BİR BAHAR GÜNÜ


24 Mart 2018
İbrahim Fidanoğlu
Giriş

Havada huysuz bir lodos, bazen bulutların ardına saklanan bir güneş ve alerjik bünyelileri zorlayacak denli tozlaşmaya başlamış nebat eşliğinde bugün kuzeye; Çandarlı’ya doğru uzandık. Amacımız Şakran’a uğrayıp Aşağı Şakran yolundaki bir fabrikadan zeytinyağı almak, oradan da biraz ötedeki ayarsız denizi ile meşhur Çandarlı kıyısında baharın alametlerine bakmaktı.

 
Çandarlı'nın batı kıyısında...

 
Çandarlı'nın doğu kıyısında; ilerde Karaada...

Pitane’den Çandarlı’ya

Bugünkü Çandarlı, adıyla anılan körfezin kıyısında ve halen oldukça diri bir fay hattının üzerindeki bir yarımadada yer almaktadır. Söz konusu yarımada, kuzeyden güneye doğru denize sanki bir dil gibi uzanmaktadır. Şehir, eski Aiol yerleşimi Pitane’nin neredeyse tam üzerinde kurulmuştur. Öyle ki, Ortaçağ’dan kalma Ceneviz kalesinin ve yer yer denize doğru akan sokaklardaki bazı evlerin temellerinde İlkçağ’dan kalma kesme taşlardan birkaç sıra duvar izine bile rastlanabilmektedir.

  
Cenevizlilerden kalma Çandarlı Kalesi

Osman Hamdi Bey tarafından ilk kez kazılan Pitane’de, Cumhuriyet döneminde; 1958 kışında, yarımadanın kıstağına yakın bir bölgedeki kentin nekropolünde köylülerin Arkaik döneme ait bir Kuros heykeli bulması sonucunda, 1959 yılından 1965 yılına dek yine ağırlıklı olarak nekropolis civarında Ord. Prof. Ekrem Akurgal tarafından bir dizi kazı gerçekleştirilmiş. Bu kazılarda yoğun olarak İ.Ö. 6.yy.a tarihlenen mezarlara, çeşitli keramiklere, vazolara, kadehlere, kylixlere (açık ağızlı ve ayaklı içki kapları) ve ölü külü kaplarına rastlanılmış. Buluntuların çoğu bugün İstanbul ve İzmir Arkeoloji Müzeleri’nde sergileniyor. Bu kazıya neden olan Arkaik Kuros heykeli ise, Bergama Müzesi’nde bulunuyor.


Şimdi Bergama Müzesi'nde sergilenen, 1958 kışında Pitane nekropolünde köylülerin bulduğu Arkaik Kuros heykeli
(Kaynak:http://arkeodenemeler.blogspot.com.tr/2012/09/pitane-pitana-antik-kenti-ii-izmir.html)

Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, kendisinin yürüttüğü Pitane Nekropolis kazılarıyla ilgili olarak; 1960 yılında Arkeoloji Dergisi’nde yayımlanan Pitane Kazı Raporu’nda şu bilgileri aktarıyor:

 
Çandarlı yarımadasının batı sahili

“Arkaik heykelin Çandarlı yarımadasının berzahında bulunmuş olması ve civarında vazo kırıklarının ele geçmiş olması, buluntu mahallinin bir eski İon mezarlığı olduğu kanaatini veriyordu. Anadolu’da şimdiye kadar yeri belli arkaik mezarları sayısı pek az olduğundan Çandarlı kazısının önemi, daha işe başlamadan kendisini göstermekte idi… Çandarlı Nekropolisi, Arkaik Çağ Anadolu ölüm gömme adetleri hakkında mükemmel ve sarih bilgi vermektedir. Cesetler (6.asırın ilk yarısında) yakılmakta ve yakma ameliyesi mezarlıkta yapılmaktadır. Yer yer koyu yangın izleri tespit edildiği gibi birçok vazolar da sarih yangın izleri göstermektedir… Ölünün cesedi yakıldıktan sonra, çeşitli büyüklüklerdeki adi küplere hediyelik vazolarla birlikte konmakta ve ağzı bazen muntazam bir şekilde düzeltilmiş, bazen de kabaca bir şekilde sokulmuş olan taşlarla örtülmekte idi. Küp ağızlarının veya içindeki iskeletlerin muayyen bir istikamete tevcih edilmemiş oldukları anlaşılmaktadır. İnce uzun kaplar yere yatırılmakta, geniş kaplar ise kaideleri üzerine oturtulmaktadır. Birçok mezar küpleri, etrafı kaba taşlarla çevrili 3-5 metre kutrunda daire şekilli bir aile mezarlığı içinde yer almaktadır. Böylece bir aileye mensup kimselerin taşla çevrili bir mahalli, hususi mezarlıkları olarak kullandıkları ve toprak üstüne koydukları işaretler yardımıyla vefat vukuunda ölülerini kendi mezarlıklarına gömdükleri anlaşılmaktadır. Hediye vazolar, mezar küplerinin içinde ve bilhassa yanı başlarında bulunmuşlardır.”(1)

  
Çandarlı'da bir inşaat alanında gördüklerimiz; Pitane'ye ait temel izleri

Ancak, birçok ören yerindeki gibi Pitane’nin şansızlığı olarak değerlendirilebilecek modern yerleşimin tam da bu İlkçağ kentinin üzerine kurulmuş olması nedeniyle kentin içinde herhangi bir kazı faaliyeti gerçekleştirilememiş. Ancak zaman zaman yapılan inşaat faaliyetleri öncesinde bir takım kurtarma kazıları yürütülmüş. Biz de bugün Çandarlı’da dolaşırken, eski Ceneviz kalesine yakın bir konumda bir yerde böyle bir kazı faaliyetinde ortaya çıkarılan açmalara ve Pitane’nin toprak altındaki izlerine rastladık. Bugünün en büyük sürprizi bizim için buydu.

 
Bir döşeme yol ve daha üst tabakalarda başka şeyler...

Baharın gelişiyle birlikte Çandarlı’da hayat hareketlenmişti bile. Kıyıdaki kafeteryalar kendini deniz kenarına atmış insanlarla doluydu. Yarımadanın batı kıyısında da durum farklı değildi. Kalenin yakınlarındaki bütün tesisler yaza hazırlanmaktaydılar. Birçoğu da zaten hiç kapanmamıştı ki. Plajda insanlar şezlonglarını yanlarında getirmişler; bir nevi kıyıda piknik yapar gibiydiler. Çarşı ise, yine en hareketli mekândı. Yalı Çamisi’nden ötede balıkçıların başı her zamanki gibi kalabalıktı. Yazlıkçılar, havanın da güzelliğini fırsat bilerek Çandarlı’nın sahillerine atmışlardı kendilerini. Biz ise, günün sürprizlerine hazır bir halde; epeydir uğramadığımız Çandarlı’nın kale çevresindeki sokaklarına bıraktık kendimizi.

 
Çandarlı Kalesi'nin önünden batıdaki denize bakış

Pitane, İlkçağ’da Orta Yunanistan’dan Trakya yoluyla Batı Anadolu’ya inen çoban halk Aiollerin yaşadığı bir kent olarak biliniyor. Osman Hamdi Bey tarafından geçen yüzyılın başlarında yapılan kazılarda elde edilen bulgulara göre kentin İ.Ö. 2 binli yıllara dayanan bir geçmişe sahip olduğu belirtiliyor kaynaklarda.

 
Çandarlı Kalesi yakınlarında bir sokakta bahar filizleniyor.

İlkçağ’ın önemli coğrafyacısı ve gezgin Strabon, meşhur Geographika isimli eserinde Pitane’den şöyle söz ediyor:

“Buradan sonra (Dikili’deki Atarneus kast ediliyor-İF), çifte limanlı bir Aiol kenti olan Pitane’ye ve Eunos nehrine gelinir; bu nehir, kentten Adramyttionluların yapmış olduğu su yoluna ulaşır. Zenon’la birlikte, Polemon’un öğrencisi olan akademisyen Arkesilaos Pitane doğumludur. Pitane’de kıyıda, Eleussa adası (Çandarlı’nın karşısında yer alan Karaada) hizasında “Pitane’nin altındaki Atarneus” denen bir yer vardır. (Prof. Dr. Bilge Umar, Aiolis isimli kitabında Pitane maddesinde bu yerin Karaada’nın karşısındaki Karagöl Mahallesi olduğunu belirtiyor; yani Çandarlı’nın doğu yakasının karşı kıyısı-İF) Pitane’de tuğlalar suyun üstünde yüzmektedir. Tyrrhenia’da da, bir cins toprak nedeniyle aynı şey söz konusudur, çünkü bu toprak aynı hacimdeki sudan daha hafif olduğu için yüzer. Poseidonios, İberia’da kile benzer bir topraktan, kalıp halinde tuğlalar gördüğünü, bununla gümüş temizlendiğini ve bunların su üzerinde yüzdüklerini söyler. Pitane’den sonra Kaikos nehrine (Bakırçay-İF) gelinir. Bu nehir, otuz stadia ötede Elaitikos körfezine (bugünkü Çandarlı Körfezi-İF) dökülür. Kaikos’un karşı kıyısında, nehirden on iki stadia ötede bir Aiol kenti olan Elaia (bugünkü Kazıkbağları Mevkii-İF)(2) bulunur. Pergamon’dan yüz yirmi stadia uzaklıkta bulunmasından ötürü burası Pergamonluların limanıdır.”(3)

 
Çandarlı yarımadasının batı kıyısında yer alan ve 19.yy.dan kalma eski zeytinyağı fabrikası

 
Bugün Dikili Kültür Evi olarak işlev gören zeytinyağı fabrikasına kuzey yönünden bakış

 
Aynı fabrikanın restorasyon öncesi hali
(Şubat-2004)

Prof. Dr. Bilge Umar, Çandarlı isminin kökeni ile ilgili olarak Osmanlı’nın Fatih Sultan Mehmet dönemi sadrazamlarından Çandarlı Halil Paşa ile ilişkilendirmeye çalışan bazı kaynakların aksine, İlkçağ’a dayanan bazı tezler ileri sürmekte. Bunu da Çandarlı’nın kuzeyinde bulunan volkanik Karadağ’ın volkan ağzında oluşan Karagöl ile ilişkilendirmekte.

Çandarlı'nın sırtını dayadığı volkanik Karadağ'ın krater gölü Karagöl'de baharın alametleri; çiriş otları
(Şubat-2010)

“Çandarlı’nın yanı başındaki Atarna gölcüğünün adı, Sandarla (Sanda-Arla, Sanda’nın Gölü) biçiminde de söyleniyordu. Böyle –a bitişli Anadolulu adların o bitişi, İlkçağ’ın geç döneminde eta harfiyle yazılmış ve harfin gösterdiği ses önce e, sonra i değerini almıştır: Smyrna, Smyrne, Zmirni… Burada da Sandarla’nın Sandarli, Tsandarli’ye döndüğü anlaşılıyor: gerçekten son dönemde Rumlar Tsantarli adını kullanıyorlardı… Tsandarli adı, elbette ki, Türk ağzında Çandarlı edilir.”(4)

 
Cenevizlilerin eski bir İlkçağ yapısı üzerine bina ettikleri Çandalı Kalesi

 
Çandarlı Kalesi'nden bir başka görünüm

Çandarlı, Orta Çağ’da Ege kıyılarında o zamanların stratejik hammaddesi şap ticareti ile uğraşan Cenevizli ailelerin kolonizasyonuna tabi olmuş yerlerden biri olarak dikkat çeker. Bizans’dan aldıkları imtiyazlarla Foça, Yeni Foça, Şakran (Temaşalık ya da eski Gryneion(5)) ve Denizköy önlerindeki Corciyo adası (ya da Büyük Ada) gibi önemli noktalarda bu zenginliği elde tutmak ve ticaretini yönlendirmek amacıyla kaleler oluşturmuşlardır. İlkçağ’dan kalma bir yapının üzerine bina edilmiş Çandarlı Kalesi, bu çağda Cenevizliler tarafından bir savunma yapısı haline getirilmiş, daha sonra da kapısının üstündeki tuğradan da anlaşılacağı üzere II. Mahmut döneminde onarılarak bugünkü hüviyetine kazandırılmıştır.

 
İlkçağ surlarından bir bölümü denizin içinde; batı sahilinde...

Çandarlı yarımadasında zamanın tahribatına direnen birkaç ev ve kule dışında eskiden günümüze kalan tek yapı Çandarlı Kalesi’dir. Zamanın güçlü elleri sadece kaleyi yerinden oynatamamış durumdadır. Kale; yakın geçmişte, bazı eski Türk filmlerine doğal plato görevi de görmüş bulunmaktadır. Cenevizlilerin yaptığı kale, beş burcuyla yarımadanın ortasında sapasağlam göğe uzanmaktadır. Kalenin kapısında II. Mahmut’un tuğrası yer almakta ve kalenin son aldığı biçiminin tanıklığını yapmaktadır. Kargaşalardan ve eşkıya saldırılarından yorulmuş bu topraklara huzur ve düzen getirmeyi amaçlayan Padişah II. Mahmut, hapishane olarak kullanma düşüncesiyle kalenin yeniden onarımını yaptırmıştır.

 
Çandarlı Kalesi'nin kapısı
(Nisan-2008)

 
Çandarlı Kalesi'nin kapısının üstünde yer alan II. Mahmut döneminde gerçekleştirilen onarımla ilgili kitabesi ve padişahın tuğrası
(Nisan-2008)

Çandarlı Kalesi’nin kapısı orijinaldir. Kapının arkasındaki küçük avlunun duvarlarında yer alan alttan üç dört sıra düzgün yontulmuş taşlar, burada bir ilk çağ yapısının olduğuna işaret etmektedir. Bu yapının bir ilk çağ kalesi ya da agora duvarı olabileceğine dair yaklaşımlar bulunmaktadır. Kale, bu ilk çağ duvarlarının üstüne, Yeni Foça’yı kuran ve buradaki şap madenlerini işleten Andreola Domenico Cattaneo adlı Cenevizli bir reisin adamları tarafından körfezin güvenliği için 13. yy.da inşa ettirilmiştir. O dönemde Yeni Foça’da Kozbeyli’nin arkasındaki Şaphane Dağı’ndan şap elde ediliyordu. Şap, o zamanlar dokumacılıkta boya sabitleyici olarak kullanılan stratejik bir madendi. Bu yatakları kontrol edenlerin sahip olduğu güç emsalsizdi. Ancak; zamanla gelişen kimya teknolojisi sayesinde, şapın günümüzde artık herhangi bir ekonomik değeri kalmamış durumdadır.

 
Çandarlı Kalesi'nde bulunan ve düşmana kızgın yağ dökmek ya da gülle atmak amacıyla kullanılan seng-i endaz örneği
(Nisan-2008)

 
Çandarlı'daki Rum evlerinden birine örnek
(Eylül-2008)

 
Bir başka evin giriş kapısı
(Nisan-2008)

  
Aynı evin genel görünümü
(Nisan-2008) 

 
Doğu sahiline açılan bir sokak

 
Eski bir Çandarlı evi daha; Pitane yapı taşlarının kullanıldığı aşikar...  

Çandarlı’nın 19.yy. hayatında Rumlarla ilgili acı bir hatıra da saklı. Çandarlı’da önemli bir Rum nüfusu var mıydı; bunu pek bilmiyoruz ancak, kasaba; Rum sivil mimarisinin örneği diyebileceğimiz yapı kırıntılarından hala bazı izleri dikkatli gözler için bağrında barındırıyor. Ama Rumlar deyince ilk akla gelen II. Mahmut dönemindeki Sakızlı Rum kapetanların 1822 yılında bir gece yarısı Çandarlı’ya yönelik gerçekleştirdikleri kanlı bir baskındır. Mora Yarımadası’ndan başlayan Yunan Bağımsızlık süreci, adalardaki milliyetçi ayaklanmalarla hız kazandı. Bunlardan biri de Sakız, Sisam ve Psara (İpsala)’dan kaynaklanan Rum kapetan eşkıyalarının ayaklanmalarıdır. Yunan muhibbi Batılı şair ve ressamların Osmanlı’nın bu baskını cezalandırmak için Sakız adasına yönelik sindirme harekâtını “destansı” bir şekilde eserlerinde işlemelerine yol açacak olan süreç de Çandarlı Baskını ile başlamıştır. Bu baskın ve sonrasında gelişen olaylar, Pitane’den Çandarlı’ya isimli yazımızda ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.(6)

 
Koçanlı Konağı; restorasyon öncesi
(Eylül-2007)

  
Koçanlı Konağı'nın giriş kapısı
(Eylül-2007)

  
Kapı üstündeki demir ferforjedeki yapımı tarihi 1859 ve anlamını bilemediğimiz N,A ve P (R) harfleri; büyük olasılıkla Helen alfabesiyle yazılmış.
(Eylül-2007)

 
Kule evin yan sokağa bakan pencereleri
(Eylül-2007)

 
Evin üst katına çıkan orjinal merdivenlerin restorasyon öncesi hali
(Eylül-2007)

Ama bu baskının izleri, Çandarlı’nın üzerinden uzun süre kalkmaz. Bu hüzünlü olayın ardından türküler yakılır ve Çandarlı’nın üzerine sinen korku bu baskından sonra yapılan binaların mimarisine dek yansır. Bunların son örneği diyebileceğimiz ve son yıllarda Çandarlı / Dikili Belediyesi tarafından restore edilen kule tipi ev, bugün Çandarlı yarımadasının doğu sahilinde yer almaktadır. Bugün Koçanlı Konağı olarak da anılan bu taş yapı, gerek ilk yapıldığında alt katı tamamen sağır (penceresiz) olarak inşa edilmiş olması ve yan sokağa taşan parmaklı pencereleriyle bir evden çok bir savunma yapısını andırması nedeniyle Çandarlı Baskını’nın halk üzerinde yaratmış olduğu izleri taşır. Evin giriş kapısının üzerinde yer alan demir ferforje üzerinde yapım tarihi 1859 ve N, A ve P harfleri yer almaktadır. Çandarlı Baskını sonrasına denk gelen 1859 yılında yapılan bu kule evin ilk sahibinin zeytinyağı işletmeciliği ile uğraşan zengin bir Rum olduğu, 1924 Nüfus Mübadelesi sonrasında da Çandarlı’yı terk ederek Midilli’ye göç ettiği söylenmektedir. Evin daha sonraki sahiplerinin ise, Lozan Mübadilleri’nden olan ve Kavala’dan göçerek Çandarlı’ya yerleştirilen Soykan Ailesi olduğu bilinmektedir. Çandarlı’nın 19.yy. tarihine ilişkin bir hatırayı barındırması açısından; bu konağın restore edilip yaşatılması, takdire değer bir çaba olarak değerlendirilmelidir.

 
Çandarlı'da zaman; Rumlardan kalan ama onların yaşattığı korkunun izlerini taşıyan Çandarlı'nın sembol yapısı; Koçanlı Konağı
(Şubat-2004)


Çandarlı'da Ellema Sokağı yakınlarında yer alan kule tipi ev

 
Kule evin geçişe kapalı sokağa bakan yan duvarı

 
Aynı evin  2004 yılındaki hali
(Şubat-2004)

Şehir içindeki; Çandarlı Baskını ile ilişkilendirilebilecek bir diğer yapı ise, yarımadanın doğu yakasındaki sahile paralel sokaklardan biri olan Ellema Sokağı’nda yer alan düzgün kesme taştan yapılmış ve görünürde tamamen sağır olan kule tipi evdir. Evin üstünde ilave bir kat var mıydı; zamanla bu kat yıkıldı mı; tam olarak anlaşılmasa da bu yapı da savunma güdüleriyle bir evden daha çok bir kale burcunu andırmaktadır. Bergamalı yerel tarih araştırmacısı ve Bergama Kermesi’nin fikir babası Osman Bayatlı’nın Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII. – XIX. Yüzyıl Olayları isimli kitabında anlattığı Çandarlı Baskını ile ilgili bölümde bir gece yarısı Rum eşkıyalar tarafından gerçekleştirilen baskın sırasında sadece Çandarlı Kalesi, zamanın Çandarlı Voyvodası Kırantaoğlu Mehmet Ağa’nın Kulesi (şimdiki çarşıdaki caminin arka yönünde yer alıyordu) ve Ziynet Hoca Kulesi (artık yok) gibi savunmaya elverişli yerlerden piştovlarla karşı konulduğunu aktarmaktadır(7). Kesin olarak bilinmez, ama belki de o geceki Rum kapetanlara karşı direniş noktalarından birisi de bu eski kule evdir. Çevresindeki modern evlerle kuşatılmış olan bu yapının üzerinde yer alan derin çatlaklar, yapının gelecek zamanlara taşınması olasılığını giderek zayıflatmaktadır.

 
Eski bir gezinin hatırası; Karagöl'de baharı karşılarken...
(Şubat-2010)

 
Karagöl'de erkenci katırtırnakları
(Şubat-2010)

 
Karagöl'de baharın alametleri; ahlatlar çiçekte
(Şubat-2010)

Çandarlı’da bahar, sırtını dayadığı Karadağ’ın kuytu köşelerine usul usul gelir. Denizköy’e doğru alçalan kütlenin volkan ağzı, bugün Karagöl diye anılan ve Merdivenli’den güney batıya doğru eski bir Türkmen mezarlığının yanından geçilerek ulaşılan rota üzerinde yer alır. Karadağ’ın volkan ağzı da Yamanlar Dağı’nın volkan ağzı gibi en yüksek zirvesinde değil, güneye ve batıya doğru alçalan bir sırtında bulunmaktadır. Bu anlamda her iki dağın kraterlerinin alçalan sırtlarda yer alması gezgini bazen şaşırtsa da, onları arayıp bulmanın da ayrı bir keyfi vardır şüphesiz. Meşelerle kaplı Karadağ, göle doğru alçalırken baharın bütün izlerini önünüze serer. Çiriş otlarından bayır güllerine, katırtırnaklarından sarmaşıklara, yabani kuşkonmazlara ve daha nicelerine…

 
Çandarlı'da batı sahilindeyiz.

 
Çandarlı sahilinden Karadağ'a bakarken...

Oysa deniz, Karadağ’a göre daha önce karşılar baharı. Her ne kadar Çandarlı Körfezi’nin rüzgârı ayarsız olsa da, baharın alametleri deniz kıyısındaki çay bahçelerinde filizlenir. Yaz kış Çandarlı’yı terk etmeyen emekli yazlıkçılar, Çandarlı’nın yerlileri ve çevreden gelenlerle şenlenir bahçeler, çarşı içi ve dükkânların hepsi. Yavaştan hareketlenir sokaklar; kışın sokak aralarına dek nüfuz eden o sert rüzgârdan giderek eser kalmaz. Hafif bir esintiye dönüşür; Çandarlı sahil boylarında antik zamanlardan beri esen Aiolos rüzgârı…

Bir evin duvarının dibinde; Pitane'den kalan...
(Nisan-2008)

  
Çandarlı Yalı Camisi

  
Yalı Camisi

 
Çandarlı'da bir kurtarma kazısından...

 
Pitane'nin su künkleri

  
Aynı alanda bir başka açmadan görünüm

 
Kazı alanının arka alanı; en arkada Merkez Camisi'nin minaresi görünüyor.

 
Çandarlı Merkez Camisi; çarşı içi

Bugün de yarımadanın neredeyse tümünü yürüyerek dolaştık. Doğudan batıya doğru geçerken Çandarlı Kalesi’nin beş burcuyla göğe doğru yükselişine bir kez daha şapka çıkardık. Kale çevresindeki sokaklardan birindeki bir inşaat alanında Pitane’nin izlerini saklayan açmalar vardı; onlara tanıklık ettik. Bir döşeme yol parçası, yapı temelleri, andezit kesme taştan yapı elemanları, kanalizasyon künkleri, döşeme yol parçalarının daha üstündeki bir tabakada onlara dik planda devam eden oluk şeklinde geçişler; farklı zamanda farklı amaçla kullanılmış mekânların hepsi oldukça ilginçti. Anladığımız kadarıyla bir kurtarma kazısı gibi duruyordu.

 
Kale yakınlarındaki kazı alanından bir başka görünüm

 
Pitane yerleşim planı
(Kaynak: http://ermensenan.blogspot.com.tr/2010/01/bir-aiol-antik-kentipitanecandarl.html)


 
1805 yılında Emine Hanım tarafından babası Müslihü'd-dinzade Yakub için yaptırılan Çandarlı çarşısındaki tarihi şadırvan
(Nisan-2008)


Ellema Sokağı


Çandarlı burun ucuna doğru denizin içinde sur duvarının yapı taşları
(Nisan-2008)


Çandarlı doğu sahili

Pitane’nin tüm sırları, bugünkü modern şehrin altında yatmaktaydı. Bu gördüklerimiz bile bunun bir kanıtı gibiydi. Pitane’nin doğu kıyısındaki tiyatrosu, burun ucuna yakın bir konumdaki stadyumu ve batı kıyısında bugün de yer yer izlenebilen sur duvarları ile kıstaktaki nekropolisi kentin bilinen ana unsurları içinde yer alıyor. Ama ne yazık ki, çağlar boyunca modern şehrin inşasında yapı malzemesi olarak kullanılması nedeniyle, bugün bunların çoğunun yerini dahi tespit etmek pek mümkün değil. Sadece eski zaman fotoğraflarından bazılarının delilleri mevcut… Ama yine de Pitane’nin bütün sırrı, hala Çandarlı’nın altında yatıyor.

Dipnotlar:

(1)   Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Çandarlı (Pitane) Kazısı, Arkeoloji Dergisi, Sayı-10-1, Ankara 1960, Milli Eğitim Basımevi; sayfa:5-6; bkz. www.kulturvarliklari.gov.tr/sempozyum_pdf/turk_arkeoloji/10_1.turk.arkeoloji.pdf
(3)  Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika: XII-XIII-XIV), Çeviren: Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 3.Baskı; İstanbul 1993; sayfa: 117
(4)  Prof. Dr. Bilge Umar, Aiolis, Bir tarihsel coğrafya araştırması ve gezi rehberi, 2002, İnkılâp Kitabevi; sayfa: 124
(6)  Çandarlı Baskını ve etkileri ile ilgili olarak bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2013/04/pitaneden-candarliya.html
(7)   Osman BAYATLI, Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII. – XIX. Yüzyıl Olayları, 1957 Baskısı; Sahife:45–46
(8)    Fotoğraflar, belirtilenler dışında İ.Fidanoğlu tarafından çekilmiştir.

Yazan: İbrahim Fidanoğlu
Düzenleyen: MYC