30 Nisan 2013 Salı

PİTANE’den ÇANDARLI’YA…(*)


İbrahim Fidanoğlu

Çandarlı; adıyla anılan körfezin kıyısında, Ankara – İzmir fay hattının Ege Denizi’ne girdiği noktada, güneye doğru dil şeklinde uzanan bir yarımadanın üzerinde yer almaktadır. Modern Çandarlı, antik Pitane kentinin tam üzerinde konumlanmıştır. Bakırçay (Kaikos) ırmağı, Bergama ile Çandarlı arasında doğal bir sınır oluşturmaktadır. Çandarlı’yı anakaraya bağlayan kıstağın eski dönemlerde zaman zaman su altında kalması nedeniyle burası adaya dönüşürmüş. Yerleşimin bu kısmı halk arasında herhalde bu nedenle olsa gerek; hala ada ismiyle anılmaktadır. Bakırçay, yüzyıllar boyu taşıdığı alüvyonlarla Çandarlı Körfezi'ni doldurmaya devam etmektedir. Irmağın deltası, bir yandan Kazıkbağları diye anılan ve Bergama Antik Kenti’nin limanı olarak işlev gören Elaia, bir yandan da Pitane arasında Ege Denizi’nin içine doğru ilerleyerek tarihi misyonunu halen sürdürmektedir.

 Çandarlı Yarımadası'nın Kuzey yüzü

Elaia; Bergama’nın limanı konumunda eski bir Aiol yerleşimidir. Kelime olarak zeytinlik anlamına gelmektedir. Limanın mendireği dışında, yer üstünde görünür bir kalıntı bulunmamaktadır. Bergama yolu üstünde yer alan Sındırgılılar Petrol istasyonunun karşısındaki toprak köy yolundan denize doğru ilerlendiğinde bu mendirek kalıntısına ulaşmak mümkündür. Roma döneminde bu limana yanaşan mermer taşıyan gemilerin indirdiği mermerlerin Bergama’ya kervanlarla götürülüp bu mermerlerden Trajan Tapınağı’nın yaptırıldığı bilinmektedir. Antikçağda, Bergama Akropolisi’ne dikilen 12 metre yüksekliğindeki Zeus Sunağı ile Trajan Tapınağı Çandarlı'dan görülebilirmiş. Özellikle mehtaplı gecelerde beyaz mermerlerden yansıyan ayın ışığı, Çandarlı'ya yaklaşan gemilerin yönlerini bulmasına yardım edermiş.

 Pergamon'un limanı Elaia yada bugünkü ismiyle Kazıkbağları'nda denize uzanan mendirek

Geçmişte Çandarlı'nın ne denizi ne de ırmağı tekin bulunurmuş aslında. Gemiciler Pitane açıklarından geçmeye çekinirlermiş. Rüzgârlara açık bu suların heybetli dalgaları, eskinin ahşap gemilerinin kaptanlarına korku salarmış. Irmağın şiddeti ise efsanelere konu olmuş.

Söylenceye göre; denizler ve okyanuslar tanrısı Poseidon, oğlu Astros'a tanrılık alanı olarak Bakırçay'ı vermiş. Ama Astros, çayı yöre halkına eziyet etmek için kullanmış. Selin getirdiği felaketlerin yanında her yıl bir kişi Astros'un çayında boğulmuş. Bunun üzerine bir daha kimse yanına yaklaşmamış, ismini anmamış bu suyun. Böylece rahatlamışlar bir süre. Ama yazgı ağlarını örmüş sinsice. Zamanında, Çandarlı'da Kaikos adında soylu ve yiğit bir delikanlı yaşamış. Bu yiğit, arkadaşı Pindasos ile geyik avına çıkmış günün birinde. Ormanda iz sürmüş ve bir geyiğin peşine düşmüşler. Yayını geren Kaikos okunu geyiğe atmış ki hayvan sıçrayıvermiş. Ok da hayvanın arkasındaki arkadaşını bulmuş. Kaikos saçını çözmüş ve acı acı ağlamış. Irmağın kenarına çıkıp kendini Bakırçay'a atmış. Çılgın suların sürüklediği ceset sonunda bir ağacın köklerine takılmış. Günler sonra cesedi bulan Pitaneliler lanet etmişler bu deli çaya. Anısı yaşasın diye de Kaikos'un adını çaya vermişler.

 Bakırçay'ın (Kaikos) deltasında kaybolmuş antik Elaia Limanı

Prof. Dr. Bilge Umar; bazı ansiklopedik kaynakların; Çandarlı isminin Çandarlı Halil Paşa’dan geldiğini belirtseler de, Fatih dönemi tarihi kaynaklarında Çandarlı Halil Paşa ile bu yörenin ilgisine rastlayamadığını; büyük ihtimalle bu ismin kentin eskiden gelen ikinci bir adının yahut lakabının Türk ağzına uydurularak Çandarlı şekline büründürülmüş olmasından kaynaklanabileceğini söylemektedir. (1)



Çandarlı Yarımadası'nın Güney sahili

Çandarlı yarımadasında zamanın tahribatına direnen birkaç ev ve kule dışında eskiden günümüze kalan tek yapı Çandarlı Kalesi’dir. Zamanın güçlü elleri sadece kaleyi yerinden oynatamamış durumdadır. Kale; yakın geçmişte, bazı eski Türk filmlerine doğal plato görevi de görmüş bulunmaktadır. Cenevizlilerin yaptığı kale, beş burcuyla yarımadanın ortasında sapasağlam göğe uzanmaktadır. Kalenin kapısında II. Mahmut’un tuğrası yer almakta ve kalenin son aldığı biçiminin tanıklığını yapmaktadır. Kargaşalardan ve eşkıya saldırılarından yorulmuş bu topraklara huzur ve düzen getirmeyi amaçlayan Padişah II. Mahmut, hapishane olarak kullanma düşüncesiyle kalenin yeniden onarımını yaptırmıştır. 

 Çandarlı Kalesi

Çandarlı kalesinin kapısı orijinaldir. Demir kapı tüm ağırlığıyla Belediye’den alınan anahtarla açtırılabilmektedir. Kapının arkasındaki küçük avlunun duvarlarında yer alan alttan üç dört sıra düzgün yontulmuş taşlar, burada bir ilk çağ yapısının olduğuna işaret etmektedir. Bu yapının bir ilk çağ kalesi ya da agora duvarı olabileceğine dair yaklaşımlar bulunmaktadır. Kale, bu ilk çağ duvarlarının üstüne, Yeni Foça’yı kuran ve buradaki şap madenlerini işleten Andreola Domenico Cattaneo adlı Cenevizli bir reisin adamları tarafından körfezin güvenliği için 13. yy.da inşa ettirilmiştir. O dönemde Yeni Foça’da Kozbeyli’nin arkasındaki Şap Dağı’ndan şap elde ediliyordu. Şap, o zamanlar dokumacılıkta boya sabitleyici olarak kullanılan stratejik bir madendi. Bu yatakları kontrol edenlerin sahip olduğu güç emsalsizdi. Ancak; zamanla gelişen kimya teknolojisi sayesinde, şapın günümüzde artık herhangi bir ekonomik değeri kalmamış durumdadır. 

 Çandarlı Kalesi'nin kapısı

Çandarlı’nın tarihindeki önemli olaylardan biri de 1822 yılında adalardan gelen Rum çeteleri tarafından gerçekleştirilen Çandarlı Baskını’dır. Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını ilan etmesiyle Alman kökenli Kral Otto yeni kurulan Yunan Krallığı’nın tahtına geçer. Bu sıralar, Yunanistan Yönetimi dışında kalan ve Rum ahalinin yaşadığı Mora, Girit ve diğer Ege adalarında Osmanlı Yönetimi’ne karşı huzursuzluklar ve ayaklanmalar giderek artmaktadır. Bu bölgelerde yaşayan ve Yunanca konuşan Ortodoks nüfus, Kıta Yunanistan’ı gibi Osmanlı’dan bağımsızlık arayışına girmiş durumdadırlar.

 Çandarlı Kalesi

“Mora isyanı sırasında Ada Rumlarının baskınlarından biri de Çandarlı’ya yapılmıştır. 1822 (Hicri 1239) yılında, Sakız, Sisam ve Psara (İpsala) adalarından kalkan korsan gemileri, gece yarısı Çandarlı’yı basarlar. Gece yarısı gerçekleşen bu baskın sırasında haydutlar, çoluk çocuk ayırımı yapmaksızın evlere saldırıp her şeyi talan ederler. Sadece Çandarlı Kalesi, zamanın Çandarlı Voyvodası Kırantaoğlu Mehmet Ağa’nın Kulesi (şimdiki çarşıdaki caminin arka yönünde yer alıyordu) ve Ziynet Hoca Kulesi (yok olmuş) gibi savunmaya elverişli yerlerden piştovlarla karşı konulur. Rum haydutlar, kaledeki şiddetli direnişi kırmak için kalenin dibindeki Taşlı Cami’yi ateşe verirler. Daha sonra ele geçirdikleri esirleri gemilere sürüklerler, direnenleri ise öldürürler. Çatışma sonrası şafak sökerken 90 civarı tekneyle denize açılan haydutlar arkalarında büyük bir vahşetin iniltisini ve 100’den fazla masum insanın ölüsünü bırakmışlardır. Rum çetecilerin arkalarında bıraktıkları kıyım öylesine büyüktür ki; Bergama’ya ancak sabah vakti haber ulaştırılabilir. Ağalardan ve eşraftan 20–30 kişi atlarına atlayarak Çandarlı’ya geldiklerinde karşılaştıkları tablo dehşet vericidir. Ölülerin sayılmasının ardından 130 kadar çocuk ve kadının kaçırıldığı anlaşılır. Ölüler, Çandarlı’nın o zamanki şehitliğine gömülür. Bugün Çandarlı Büyük Mezarlığı’nda bulunan Halimağa oğlu şühedadan Molla Mehmed’in 1239 Hicri tarihli mezar taşı bu olayın tek şahidi olarak durmaktadır. (Şehitlik 1930 yılında kaldırılmış bulunmaktadır.)

 Çandarlı Baskını'ndan sonra yapılmış olan (1859) ve baskının halk üzerinde yarattığı korkunun izlerini taşıyan Koçanlı Köşkü'nün bugünkü hali

Baskının ardından konu İstanbul’a; Saraya bildirilir. Serdar Ömer Paşa ve Konya Ereğlisi derebeyi Davaslıoğlu Hasan Bey adalardan intikam almakla görevlendirilir. Ayvalık ve Sakız adasına yapılan baskınlarla intikam alınır. Oradan getirilen kız ve erkek çocukları zengin ailelerine evlatlık verilir. Bunların tümü Müslüman olurlar. Midilli adasının ayanı olan Kulaksızoğlu, adalara kaçırılan Türk çocuklarından 30 kadarının, 32’şer altından diyetini ödeyerek Çandarlı’ya geri dönmelerini sağlar.”(2)

 Korkunun izleri; Koçanlı Köşkü'nün yan sokağa bakan demir parmaklıklı ve kapıya geleni kontrol etmek için düşünülmüş çıkmalı pencereleri

“Fakat bütün bunların hiçbiri Çandarlıların yaralarına deva olmamış; bu baskın için yazılan ağıtı okuyarak yıllarca ağlamışlardır.

Yunan’ın gemisi geldi dayandı,
Kara taşlar alkanlara boyandı,
Tüfenk seslerine dünya uyandı,
Vurun arkadaşlar kalmasın gavur!

Çandarlı şehri bizim ilimiz,
Ördek uçtu, viran oldu yurdumuz,
Sokaklarda kaldı bir çok ölümüz,
Vurun yiğitlerim kalmasın gavur!

Arpadere’de savaşa başladık,
Çakmaklı tüfekleri ataşladık,
Gavurlar kaçtılar, biz de taşladık,
Vurun yavrularım kalmasın gavur!

Şimşir pala ile başlar biçerim,
Bana Davaslıoğlu derler, alkan içerim”(3)

 Çandarlı sahilindeki 19.yy.dan kalma eski zeytinyağı fabrikası; restorasyon öncesi hali

Bu baskın sonrası Çandarlı içine kapanmış ve silik bir sahil kasabası haline dönüşmüştür. Bugün yarımadada burun ucuna doğru sahilde ilerlerken dış cephesi bordo – kahverengi andezit taşlarla örülmüş; giriş kapısının üstünde 1859 tarihini taşıyan kule tipi eski bir ev, bu baskın sonrası korku ve dehşetin izlerini taşıyan bir mimari anlayışı sergilemektedir. Bir kule ev görünümünde olan yapının iç içe kemerlerle güçlendirilmiş kapısı, demir malzeme ile yangın gibi dış tehlikelere karşı zamanında sağlamlaştırılmıştır. Alt katta sadece birer pencere bulunmaktadır. Genelde kule evlerin alt katlarının savunma amacıyla sahip olduğu sağır görünüm bu evde de mevcuttur. Bütün pencerelerdeki güçlü demir parmaklıklar eve bir hapishane görünümünü vermektedir. Üst katta, yan sokağa paralel duvarda yer alan en arkadaki pencerenin demir parmaklığı, eve önden yaklaşanı arkadan tehlikesizce görebilmek amacıyla diğerlerinden farklı olarak sokağa doğru sanki bir cumba gibi çıkma yapmıştır. Bu da, dışarıdan beklenen saldırı korkusunun evin tasarımında ne kadar etkili olduğunun göstergesidir. 

 Koçanlı Köşkü'nün kemerli giriş kapısının bugünkü hali

Bu acıklı öykünün bir de öteki yüzü bulunmaktadır. Çandarlı Baskını’nın intikamını almak amacıyla Serdar Ömer Paşa ve Konya Ereğlisi derebeyi Davaslıoğlu Hasan Bey tarafından düzenlenen Sakız Baskını, sırasında yine kan dökülmüştür. Bu baskın, bugün dahi Batı ve Yunanistan tarafından Türklere karşı propaganda malzemesi olarak kullanılmakta olup, bunun en son örneği olarak; yakın zamanda Sakız Adası‘nda, Nea Moni Manastırı’nda sergilenen kurukafalarla ile ilgili yerel medyaya da yansıyan haberler gösterilebilir. (4)

 Sakız Adası'ndaki Nea Moni Manastırı'nda Sakız Baskını'ndan kaldığı iddia edilen kafatasları

Aynı olay, Yunan Milliyetçisi İzmir doğumlu Adamantios Korais’in Sakız Adası’nda yaptırdığı kütüphanede bulunan ve ressam Eugène Delacroix’ya ait olduğu belirtilen bir reprodüksiyon tabloda canlandırılmaktadır. Tablonun orijinali Paris’te Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır. 

 Eugène Delacroix'nın Sakız Katliamı tablosunun Sakız'daki replikası

Modern Çandarlı; bugün demografik açıdan; Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki çalkantılı zamanların izi olarak Girit’ten ve Rumeli’den göçenlerle, göçerlikten yerleşik hayata zorlanarak iskân edilen Türkmenler’in torunlarının bir kompozisyonundan oluşmaktadır. Acılı göç hikâyeleri ve İmparatorluğun çöküş sürecinin taşraya yansıyan etkileri ile Çandarlı bugüne ulaşabilmiştir. Bugün, artık sakin bir sahil kasabası olmasının ötesinde Çandarlı’nın antik dönemlere uzanan geçmiş birikimleri, Dikili’ye doğru uzanan kıyılarda süregelen yazlıkçı sitelerinin istilası ile giderek artan bir tehdit altında bulunmaktadır.

 Çandarlı'nın göçmen evleri

Dipnotlar:
(1)   Aiolis; Prof. Dr. Bilge UMAR; İnkilap Yayınları,2002 Baskısı; sayfa 123
(2)  Bergama’da Yakın Tarih Olayları – XVIII. – XIX. Yüzyıl Olayları, Osman BAYATLI; 1957 Baskısı; Sahife:45–46’dan yararlanılmıştır.
(3)  Derleyen: Osman BAYATLI; a.g.e; sahife:47
(4)  Konuyla ilgili Bkz. http://dagakactim.blogspot.com/2012/04/paskalya-kutlamalarinda-sakizdaydik.html adresinde yer alan “Paskalya Kutlamalarında Sakızdaydık” yazısı
(*) Bu yazı; İbrahim Fidanoğlu’nun İzmir Tarih ve Toplum Dergisi’nin Aralık 2008 sayısında yayınlanan yazısından alınmıştır.

Yazan ve Fotoğraflayan: İbrahim FİDANOĞLU








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder